hastalıklar2

Gönderen copernic 8 Nisan 2009 Çarşamba

Bademcik İltihabı, Ameliyatı,Boğaz Anjini

4 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Boğaz Anjini-Bademcik İltihabı

Ağızda yutağın her iki yanındaki badem büyüklüğündeki lenf bezlerine bademcik (tonsil) ve iltihapl-anmasına da tonsilit adı verilir.

Bademcikler boğaz çevresinde yer alan ve VValdayer halkası diye isimlendirilen lenfoid savunma halkasının en büyük bezleridir. Bademciklerin üst yüzündeki kapsülde kripta denen girinti ve çıkıntılar vardır ve bu girintiler içinde birçok mikrop barınır. Bademcikler, bazı çocuklarda solunumu güçleştirecek kadar büyük olabilir ve zamanla gerileyip normale dönerler:

Streptokokların sebep olduğu akut tonsilit boğaz ağrısı ve ateş ile başlar. Halk arasında anjin diye bilinen bu hastalıkta bademcikler şiş ve kırmızıdır. Kriptolar içinde cerahat toplanmasına bağlı olarak sarı benekler görülür. Boyundaki lonf bezleri genellikle büyür ve ağrılıdır.

Tedavi antibiotik (penisilin) ve analjezik (aspirin, novalgin v.b.) ile yapılır. Erken tedavi, akut romatizma, endokardit gibi komplrkasyonları önleyeceğinden faydalıdır. Hastalıklı, büyümüş ve nefes almayı güçleştiren bademciklerin ve adenoidlerin cerrahi olarak alınması doğru olur. Bu operasyona tonsilektomi denir.

Kı-zarmış ve şişmiş olan bademcikler birçok hastalığın habercisidir. Antibiotik tedavisi ile yardım edildiğinde organizma kendisini iyileştirir Sık sık meydana gelen bademcik iltihapları bazen onların ameliyatla alınmalarını gerektirebilir.



Aktınomikoz

1 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aktınomikoz

Normalde ağzımızda bulunabilen ve anaerob denilen yani havasız yaşayabilen bir mantarın yaptığı hastalığa aktınomikoz adı verilmektedir.Hastalık, çenede hafif ağrılı sert bir şişlikle başlar, sonra yumuşayarak bir kaç yerden açılır. Akıntıda, sarı tanecikler içinde mantarın iplik şeklindeki filamanları görülür.Tedavi edilmezse, akciğerlere, karında apandiks’e yayılabilir. Tedavide, damar yoluyla günde 12 milyon penisilin uygulanmaktadır.



Ağız Yaraları

31 Oca, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Ağız mukozasının iltihaplanmasına genel olarak stomatit, dilin iltihaplanmasına ise glossit adı verilir. Ağız içinde bulunan mikroplar ve mantarlar bir denge halindedirler. Bu dengeyi bozan ve enfeksiyon etkeni olan bakteriler, virüsler ve mantarlar ağızda ülser meydana getirebilirler. Ayrıca bazı kan hastalıklarında ve tedavi için kullanılan ilaçlara bağlı olarak da ağızda yaralar görülür. Ağızdaki dişler ve takma dişler de mukozayı tahriş edebilir Ağız içinde en çok görülen yaraların bir çeşidi, ağrılı olduğu için konuşmayı güçleştiren aftöz stomatit ve herpes (uçuk) denilen, bazen tek veya 2-3 tane bulunabilen 3-5 mm. çapında oval veya yuvarlak, kenarları belirgin kabarcıklardır. Bunların etkeni virüs olduğu için tam bir tedavisi yoktur. Antibiotik ve antimikotik (Tetrasik-lin, Misteklin), ayrıca kortizon, B vitamini kompleksi ve C vitamini verilebilir.

Mantarların neden olduğu ağız yaralarına halk dilinde pamukçuk, tıp dilinde moni-liasis veya müge denir. Bu durum, çocuklarda daha çok görülür. Tedavisinde, antimikotik denilen ilaçlar (Nystatin) veya jansiyan moru (violet de gentiane), metilen mavisi (blue de methylen) gibi eriyikler uygulanabilir.Dilde yaralara frengide, tüberkülozda, difteri ve lösemide rastlanır. Ağız yaraları yanı sıra dilin iltihaplanması ve ağrıması demir eksikliğinden ileri gelen kansızlıklarda, şeker hastalığında görülür. Dilde beyaz ve çatlaklı bir kalınlaşma kanser öncesi bir hastalık sayılan lökoplaziyi akla getirebilir. Ayrıca diltn ön kenarlarında sert bir yüzey üzerinde acılan yaralar dil kanserinin başlangıcı olabileceğinden vakit geçirmeden bir doktora başvurmak gerekmektedir.



Ağız ve Ağız Hastalıkları

31 Oca, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Sindirim borusunun ilk boşluğu olan ağız, mukoza dediğimiz ince bir epitel tabakası ile kaplıdır. Mandibula denilen alt çene kemiği ve maksilla denilen üst çene kemiği üzerinde sıralanmış dişler ve yanak ile çevrili olan ağız boşluğu önde dudaklarla kapanır, arkada sindirim ve solunum borusuna açılır. Ağzın içinde birçok kasların birleşmesinden oluşan, çiğneme ve konuşma işlevinde yardımcı, cok hareketli bir organımız olan dil bulunur. Yediğimiz ve içtiklerimizden zevk almamızı sağlayan tat alma duyusunun organı olarak dil bu işlevini üzerinde bulunan tat alma tomurcukları aracılığıyla yapar, besin ve cisimlerden aldığı kimyasal değişiklikleri beyine iletir. Bu tomurcuklar başlıca 4 temel tadı (tatlı, ekşi, acı, tuzlu) ve dokunma duyusunu hissederler. İnce tat farklılıklarında koku alma duyusunun da ortak rolü vardır.

Dilin kuruması ve paslanması (kızıl, tifo, pnömoni gibi) bazı ateşli hastalıklarda, dizanteride, üremide, akut karaciğer hastalıklarında görülür ve teşhiste hekime yardımcı belirtilerin başında gelir. Ağız kokusu (halitosis) denilen, çevreyi ve kişiyi rahatsız eden koku da bazı hastalıkların (asidoz, üremi ve karaciğer koması) belirtisi olabileceği gibi, ağız bakımı ve sağlığına önem vermeyen kişilerde dişeti iltihaplarından (piyore) veya çürük dişlerden de ileri gelebilir.

Dil üzerinde ortaya çıkan ve aft denilen herpetik yaralarla dil iltihapları dilde ağrılı yanma duyusuna (glossodynia) neden ola-

bilir ve hastanın nekime baş vurmasını gerektirir, Bozuk dişler, protezler, bazı enfeksiyon etkenleri (virüsler, mantarlar) ve beslenme bozuklukları da dil iltihabına yol açabilir.



Deri Tüberkülozu

14 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Deri yüzeyine çok defa mercimek veya bezelye büyüklüğünde deri çıkıntılarına genel olarak tüberkül adı verilir. Deride

tübertül meydana getiren başlıca hastalıklar tüberküloz, frengi, cüzam ve derin mikoz dediğimiz bazı mantar hastalıklarıdır. Evvelce tüberküloz basili ile temas etmemiş kimsede bu mikrobun yaptığı yaraya tüberküloz şankrı denir. Aynı zamanda o belge lenf bezlerinde şişme yani adeno-pati meydana gelir ve hızla yumuşayarak açılır.

Lupus vulgaris, deri tüberkülozunun en sık görülen şeklidir. En çok kadınlarda ve genellikle yüzde yerleşen.1-3 mm. çapın­da sarımtrak kırmızı renkte, saydam şiş­kinlikler vardır. Nodul şeklindeki bu şiş­likler tazyikle hafif ağrılıdır. Lüpom da de­nen bu şişlikler tek olarak bulunabileceği gibi, plak biçiminde de yaygmlaşabilirler.

Doktor, veteriner, kasap gibi kimselerde siğil görünümünde başlayan (tuberculosis verrucose) de sık görülen bir deri tüber­külozu şeklidir.

Tüberküloz basillerinin veya toksinlerinin kan yoluyla yayılması sonucu deride olu­şan yaygın ekzantem şeklindeki kabarcık­lara ise tüberkülid adı verilir. Tüberkülid-lerde basil bulunmaz. Primer tüberküloz odakları çok kere inaktif olup hastalar tü­berküloza karşı yüksek bağışıklık göste­rirler. :

Tüberkülidler papül veya nodul tarzında ve değişik tiplerde birçok hastalıkların be­lirtisi olarak meydana gelmektedir.

Tedavi için genel tüberküloz tedavisinde kullanılan antitüberküloz ilaçlardan (Strep­tomisin, İNH, C-cycIcserine, Ethionamid, Rifamisin ve Rifcmpisin) faydalanılmakta­dır.



Deride Görülen Kırmızılıklar

21 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Deri damarlarının genişlemesine bağlı ola­rak kanın o bölgeye fazla toplanması ve kızarması, eritem dediğimiz en basit bir deri harabiyetini yani deri lezyonunu mey­dana getirir. Mekanik eritem : İki hassas deri yüzeyi­nin devamlı olgrak birbirine değmesi ya da yabancı bir maddenin deriye devamlı olarak temas etmesi ile oluşan tahrişe halk arasında pişik denir. Deri kızarır, ağrır ve çoğunlukla nemlidir. Pişik en çok koltuk altlarında, kasıkta, apış arasında, meme altlarında, deri kıvrımlarında ve par­mak aralarında olur. Bu eritemlere mikrop ve mantarlar da eklenirse intertrigo deni­len pişikler meydana gelir. Süt çocukları­nın kalça ve apış aralarında çok görülür.Tedavide antiseptik pudra ve solüsyonla­rın kullanılması uygundur. Çinko oksitli merhemler de kullanılır. Temizlik çok önemlidir. Bununla birlikte ilk başta yapıl­ması gereken, pişiği doğuran nedeni orta­dan kaldırmaktır.Fizik eritemler: Güneş, suni ışık kaynak­ları, röntgen ışınları, sıcok ve soğuk gibi etkenler de deride fizik eritemlere sebep olurlar. Herkesin bildiği güneş yanığında önce canlı kırmızı bir eritem vardır. Daha ileri derecede yanıklarda ödem ve bül gö­rülür, yani deri su toplar ve sonra soyulur.



Deri

14 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Estetik ve Güzellik, Sağlık Sözlüğü-D

Vücudumuzu örten deri, doku olarak iki tabakadan yapılmıştır, üst deriye epidermis,alt deriye erma denir Deri kan damar kılları, ter bezleri, yağ bezlerini ve her şeyden önce vücudu dış etkenlerden koruyan bir örtüdür. Derma tabakası ile altındaki derialtı tabakası (subcutis) su ve suda eriyen maddelerle vücudun karbonhidrat ve yağ deposudur. Yağ bezleri derinin kurumasını veya masere olmasını önlemeye yarar. Beden ısısının düzenlenmesinde (termore-gulasycn) terlemenin rolü çok büyüktür. Bu düzenlemeyi, derideki ter bezleri suyu dışarı atarak sağlar. Sıcakta ise damarların genişlemesi sonucu fazla terleme ile beti sn ısısı sabit tutulduğu gibi soğukta da damarların büzüşmesi ile ısı kaybı önlenir. Derinin duyu organı clarak da önemli görevleri vardır. Epidermisteki serbest sinir uçları ağı ile ağrı, temas, basınç, sıcak ve soğuk hislerinin alınmasını .sağlar. Deri, tabaka halinde dizilmiş ve alttan yüzeye doğru daima yenilenen epitel hücrelerinden meydana gelir. Deri, doğumdan ölüme kadar sürekli olarak kendini yenileyen bir organdır. Alttaki canlı hücre tabakası doğurucu tabaka (stratum gsrmina-tivum) derinin üst yüzüne doğru canlılığını kaybederek sertleşir ve cansız üst deri tabakasını (stratum corneum) meydana getirir. Tırnaklar parmak uçlarından derinin matriks denen kök kısmından ortalama 10 günde 1 mm. kadar büyüyen keratinleş-miş plaklardır.

Derinin rengini meydana getiren melanin denilen bir boya maddesidir. Melanin miktarı ve dağılımı her insanda farklıdır. Değişik ırklara göre kalıtıma bağlı olarak insanların rengini belirler.

Derideki değişiklikler iç hastalıklarına bağlı olarak meydana gelebildiği gibi çoğu kez dış etkiler, tahrişler, yaralanmalar sonucu oluşur.

Derinin iltihaplanmasına ve hastalanmasına genel olarak dermatid veya dermatoz denilmektedir. Deride meydana gelen hastalıklar, bu hastalık belirtilerinin yani lez-yonların karakterine ve uygulanan testlere dayanılarak yapılır. Böylece deri hastalıkları uzmanları tarafından çok çeşitli deri hastalığının teşhisi ve tedavisi mümkün olabilmektedir. Herkesin parmak izi, diğerininkinden tümüyle farklıdır. Suçluların saptanmasında ve kişilik teşhisinde parmak izlerinin bu özelliğinden yararlanılır. Parmaklar mürekkebe batırılıp bir kâğıda bastırılarak parmak izi alınabilir.



p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık

18 Ara, 2008 p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki Bakımı ve Güzellik

p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:

Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki teki lekelerin koyulaşarak artması…

Güneş koruyucu kremlerin yetersiz kalması, koruyucuları sık sık yineleme, yazın deriyi güneşe karşı hassaslaştıran ilaç kullanımı yaz aylarında lekelerin çoğalmasına sebep oluyor. Lekelerin koyulaşması, doktorlara başvuran hasta sayısının sonbahar aylarında artmasına neden oluyor.

Fakat bundan korkmayın! Cildinizin lekesiz ve canlı olmasını sağlamak yine sizin kendi elinizde.

Cildin lekesiz ve daha canlı görünmesini sağlamak amacıyla A vitamini, hidrokinon, arbutin, meyve ve sebze asitleri, kojik asit, fitik asit, azelaik asit, C vitamini gibi maddelerden yararlandıklarını ifade eden Dr. Okan, sözlerine şöyle devam etti:

“Sonbahar ayları peeling için uygun vakittir. Yaz boyunca p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki te meydana gelen ölü p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki artıkları, mat görüntü peelingle uzaklaştırılır, p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki renginde açılma oluşur. Peeling işlemi derinlik seviyesine göre hafif, orta, derin olmak üzere tasnif edilir. Yüzeysel peeling veya diğer adıyla hafif peeling işleminde çoğunlukla alfa hidroksi asitler, beta hidroksi asitler ve Jessner solüsyonu tercih edilir.”

PEELİNG ÇEŞİTLERİ NELERDİR ?

* Yüzeysel Peeling: Hafif derecede olan lekeler, ince kırışıklıkların giderilmesi ve çok yüzeyel akne izleri için kullanılır. Peeling işlemi sonrası yara iyileşme süresi kısadır. Kişinin günlük aktivitelerinde kısıtlamaya çok fazla neden olmaz.

* Orta Peeling: Orta şiddetde olan akne izlerinin giderilmesinde, derideki pürüzlerin ortadan kaldırılmasında, ince kırışıklıkların giderilmesinde ve uygun vakalarda lekelerin açılmasında kullanılan peeling çeşitidir. En sık TCA (Trichloro acetic acid) tercih edilir. Orta peeling yüzeysel peelinge göre daha etkili olup daha iyi sonuçlar elde edilmektedir. Tercih edilecek TCA yönteminde asidin derinin hangi tabakasına ulaşıldığının bilinmesi olası komplikasyon riskini en aza indirmektedir. Yara iyileşme süresi yaklaşık bir haftadır.

Derin Peeling: Derin kırışıklar ve derin akne izlerinde tercih edilen peeling çeşididir. En sık fenol(phenol) tercih edilir. Anestezi altında yapılan bir işlemdir. Yara iyileşme süresi diğer peeling çeşitlerine göre daha uzundur. Peeling sonrası yara bakımı çok önem taşımaktadır. Açık tenli kişilerde özellikle tercih edilir.

CİLDİ SOYMAK RİSKLERİ AZALTIYOR

* Peeling öncesi cildi peelinge hazırlayan ürün kullanımı soyma işleminin etkilerini artırmakta, işlem sonrası gelişebilecek olası riskleri azaltmaktadır.

* Soyma işlemi mutlaka dermatolog yada estetik cerrah gözetiminde uygulanmalıdır.

* Güneş koruyucu kullanımı soyma işlemi sonrası çok önemlidir.

* Hatta kullanılacak fondöten ve nemlendiricilerin bile güneş koruyucu içermesine dikkat edilmelidir.

* Peeling işleminin sıklığı bireyin p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki yapısı ve yapılan peeling yönteminin çeşidine göre belirlenir.

NEMLENDİRİCİYE DİKKAT: DOĞRU SEÇİM HER ZAMAN ÇOK ÖNEMLİ

Yazın bitimiyle birlikte kişiler kullandıkları p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki bakım ürünlerinde değişiklik yapmalıdır. Kullanılacak p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki temizleyicilerinin ve nemlendiricilerin kişinin p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki yapısına uygun olması gerekir.

* Karma ve kuru cildi olan kişiler alkol içermeyen temizleyici ve tonikleri tercih etmelidir.

* Yoğun nemlendiriciler ve nem maskeleri kuru cildi olan kişilerin, su bazlı, non komedogenik nemlendiriciler ise karma ve yağlı p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki yapısına sahip kişilerin kullanması gereken p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki bakım ürünleridir.

* Güneşin zararlı etkileri tüm yıl boyunca devam ettiğinden, dışsal yaşlanmaya sebep olan en önemli faktörün güneş ışınları olduğu kabul edildiğinden, güneş koruyucu kullanımına sonbaharda da devam edilmelidir. Kullanılacak koruyucu yaza göre daha düşük faktörlü olabilir.

* Yaz aylarında p> kuywords Lekeleri Sizi Korkutmasın Artık, 18 Ara, 2008,kuywords Bakımı ve Güzellik, kuywords Lekelerinden Kurtulmanın Yolları:,Yazın tadı gerçekten bir başka oluyor. Deniz, kum güneş… Fakat her güzelliğin de bir sıkıntısı mutlaka vardır. Bu sıkıntılardan en öenlilerinden biri de kuywordsteki lekelerinde koyulaşma gözlenir. Güneş koruyucu kullanımındaki yetersizlik, koruyucu sürülmesini tekrarlamama, yazın cildi güneşe karşı hassaslaştıran ilaç kullanımı lekelerin artmasına sebep olur.



Çil

8 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Çil (efelid) daha çok sarışın ve kızıl kimselerde, bazen ikinci çocukluk çağı da denen yaşlarda beliren, yüz ve el sırtları ile kollarda görülen sarı sincabi veya kahverengi ufak lekelerdir. Melanin pigmenti toplanması sonucu, çiller, yazın güneş altında çoğalır, kışın azalır. Dejenere olmayan bu lekelere estetik amaç ile soldurma veya soyma tedavileri uygulanabilir.



Bitlenme

5 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bitlenme

İnsan biti veya pediculus humanus denen parazitin meydana getirdiği, her iklim ve ırkta rastlanan kaşıntılı dermatoza bitlenme (pedikülozis) denir. Parazitin farklı tipleri insanda 3 çeşit bitlenmeye neden olur.

Baş bitlenmesi (pediculosis capitis) : Daha çok temizliğe uymayan uzun saçlı kimselerin başındaki bitlerin kan emmesi sonucu kaşıntı ile başlar. Kaşınan deride ekzema, kıl kökü iltihabı ve kabuk meydana gelir.

Vücut bitlenmesi (pediculosis corporis): Tifüs, geçici ateş gibi hastalıkların insana bulaşmasına neden olan ve baş bitinden biraz daha büyük bir parazittir. Yaşlı, kimsesiz, alkolik ve pis kimselerin iç çamaşırlarında yaşar ve kan emmek için günde 2 defa deriye geçer. Deride devamlı kaşıntıya bağlı izler, kalınlaşma, esmerleşme (melanodermi) görülür. İlk kez bitlenen temiz kimselerde parazitin ısırdığı yerde küçük ürtiker, kırmızı konik papül-ler meydana gelir.

Genital bölge bitlenmesi (pediculosis pu-bis) : En çok cinsel temas ile doğrudan ve bazen çamaşırlarla dolaylı olarak bulaşan parazit (morpion) özellikle cinsel bölgelerde başr kıl folikülüne gömülü hareketsiz olarak bulunur. Halk dilinde ane biti diye bilinir. Deride mavimtırak gri renkte lekelerin (taches bleus) görülmesi teşhis için yardımcı olmaktadır.

Teşhis bitin kendisinin veya yumurtalarının görülmesi ile konur. Tedavi için üç tip bitlenmede de DDT, Gamma benzene hexachloride (Kvvell), Propoxur (Baygon) gibi ilaçlar kullanılır. Çamaşırların ilaçla pudralanması ve kızgın ütüden geçirilmesi gerekir.



Alopesiler

1 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Alopesiler

Alopesi veya Pelad terimi, saç ve kıl dökülmesi sonucu meydana gelen saçsız bölgeleri tanımlamak için kullanılır. Konjenital yani doğuştan alopesiler ailevidir ve ender olarak görülür. Sonradan en çok. saçlı deride veya sakalda yuvarlak, sınırları belirli, nedbesiz, temiz ve kabuksuz alanlar meydana gelir. Tıptaki adı Alopecia areata‘dır. Hastalık ani olarak başlar. Bir kaç günde 1-5 cm. çapında bir plak oluşur. Kenarlarında kısa, ince, renksiz, peladik saç adı verilen kırık saçlar görülür (pelade vulgairej Bazen plaklar çok genişleyerek ilerler ve bütün saçı döker.Sebebi özellikle psişik olduğundan psiko-somatik hastalıklardan sayılmaktadır. Tedavi olarak ağızdan sedatif ve sakinleştirici ilaçlar ve vitaminler verilir. Lokal olarak da, alkol iode, alkol kamfre uygulanır.

Sac dökülmesi bazan hiçbir neden olmadan da görülür. Genellikle alnın yan kenarları ve tepe kısmında saclarda seyrelme fle başlar. Sebore veya kepeklenme mevcuttur. Saçlar sürekli olarak dökülür fakat cok kere alında bir perçem uzun süre kalır. Sebpreik alopesi erkeklerde 20 yaşlarında başlar ve 25 yaşında tepe kısmını tamamen dökerek dazlaklığı (Calvitie) meydana getirir. Yaşlılıkta görülen senil alopeside deride atrofi vardır. Sebep olarak sebore, kalıtım ve endokrin faktörler gösterilmektedir.

Tedavide özellikle kükürtlü ve katranlı sabunlarla derinin yağını gidermek gerekir.



Soğuğun Deride Yaptığı Bozukluk-Donuk

16 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-S

Şiddetli soğuğun etkisi ile deri ve derialtı dokusunda meydana gelen değişikliğin yani donmanın ilk belirtisi bir kızarıklıktır. Donuk (gelure) en hafif şeklinde önce bir damar spazmı, daha sonra bir genişleme ile yani eritem ile kendini belli eder. Vazolabil dediğimiz kimselerde soğuğun et­kisi ile el ve ayak parmaklarında, burun ve kulaklarda hafif kabarık, pembe - menekşevi plaklar (engelure) oluşur. Tıp di­linde pernio denilen bu kaşıntılı durumda kişi birden sıcağa tutulursa ağrı meydana gelebilir. Donuk ileri safhada nekroza ve kangrene dönüşebilir. Bundan korunmak için soğuğa maruz kalan kimseyi yavaş yavaş ısıtmalı ve dokulara kan akımını normale döndürmek için hafif masajlar ya­pılmalıdır.



Güneş Tedavisi

27 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-G

Açık havada doğrudan güneş bonyosu şeklinde veya suni ultraviyole (morötesi ışınlar) veren lambalarla yapılan tedaviye güneş tedavisi veya helyoterapi denir. Geç­mişte çok kullanılan bu yöntem günümüz­de tıptan, çok kozmetik alanda kullanıl­maktadır.



Dövme - Cilde Yaptırılan Resim

16 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Estetik ve Güzellik, Sağlık Sözlüğü-D

Döğme (tatouage) deri içine suda erime­yen boyaların sokulması ile birtakım şe­killerin yapılmasıdır. Bunlar yapay yani artifisyel lekelerdir. Çini mürekkebi veya is ile yapılırsa mavi, zencifre ile yapılırsa kırmızı olur. Genellikle gemiciler vücutla­rına resim şeklinde döğme yaptırmakta­dırlar. Bazı meslek sahiplerinde, deri içine taş, granit ve bazı madenlerin girmesi ile de kendiliğinden meydana gelebilir.



Belsoğukluğu

4 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Belsoğukluğu

Cinsel hastalıklardan olan beisoğukluğu tıptaki adı ile Gonore cinsel temasla insandan insana geçen bulaşıcı bir enfeksiyondur. Gonorenin etkeni hücre içinde kahve tanesi gibi ikişer ikişer bulunan Neisseria Gonorrhea adındaki diplokoklardır.Kuluçka devri 2-3 gün olup bazan 7 gün sonra da başlayabilir. Erkeklerde idrar yolunun ağzında yanma ve kaşıntı ile başlar. Hafif akıntı, kızarıklık ve şişlikten başka, akıntı sebebi ile yapışıklık vardır. Daha sonra koyu sarımtırak yeşil, kokusuz cerahatli bir akıntı başlar. İdrar ederken yanma da olur. Tedavi edilmeyen vakalarda iltihap idrar yolunun, yani uretranın arkasına da bulaşır. İdrar yolu iltihabı (uretrit) kronikleştiğinde sabahları sarı damlalar ve yapışmalar olur, çok kere cinsel bir nevrasteni yerleşir. Kadınlarda da sık idrar etme ve yanma belirtileriyle uretrit şeklinde başlayan gonore, etrafa yayılarak bartolinit, vulvit, vaginit v.b. hastalıklara neden olur. Gonore mikrobu kan yoluyla yayılarak cinsel organların dışında da hastalık yapmaktadır. Bunların arasında gonore konjunkti-viti, gonore artriti (gonartroz), gonore endokarditi v.b. sayılabilir. Hastalıktan korunmak için erkek ve kadın en ufak bir akıntıda doktora başvurmalı şüpheli temaslardan kaçınmalı, prezervatif kullanmalıdır.Gonore tedavisinde antibiotikler (penisilin) ve sulfamitler uygulanmaktadır.



Bartholin Bezi ve Hastalıkları

4 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Bartholin Bezi ve Hastalıkları

Bartholin bezi kadın cinsiyet organlarından vaginanın her iki yanında küçük dudakların (labium minüs) arkasında yer alan bir çift bezdir. Salgıları ufak bir kanalla döl yolunun ağzına açıldığından vestibuler gland aa denen bu bezler, adını Danimarkalı anotomist Bartholin’den almıştır. Bartholin bezlerinin salgısı cinsel faaliyet esnasında görülür. 30 yaşından sonra geriler ve kururlar. Normalde bu bezler görülmez ve elle hissedilmezler, ancak büyüyüp kist halini aldığında veya iltihaplandığında şişerek dışarıdan farkedilebilirler.

Ook kere streptokok, stafilokok, gonokok ve koli basillerinin enfeksiyonu ile kanalın tıkanması Bartholin bezinde apse veya kist oluşmasına sebep olur. Hastada labiumlar-

da cok kere tek taraflı bir şişlik, ağrı. emsi temas güçlüğü (disparanui) vardır, ateş de olabilir. Bu iltihaba bartholinit denir. Antibiotik tedavisi ile bazen kızarıklık ve şişlik giderilebilir. Ağır. vakalarda, özellikle belsoğukluğu (gonokok) enfeksiyonlarında apse teşekkül eder. Bu devrede tedavi için şişliğin cerrahi olarak açılması ve boşaltılması gereklidir. Bazen Bartholin apsesi kendiliğinden patlayabilir ve cerahat akınca ağrı kendiliğinden geçer. Kronik iltihaplar kanalın tıkanmasına ve Bartholin bezinin kist haline dönüşmesine neden olur. Bu gibi hastalar zaman zaman şişlikten ve kızarıklıktan şikâyet ederler. Bartholin kistlerinin cerrahi olarak çıkarılmaları veya marsupiyalize edilerek tedavi edilmeleri gereklidir.



Amnios Kesesi ve Suyu

2 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Rahim içinde büyüyen çocuğun etrafında plasenta zarlarının meydana getirdiği bir kese vardır. Amnios kesesi denen bu boşluğu dolduran, renksiz, hafif bulanık sıvıya ise amnios suyu (liquor amnii) denir.Plasentanın zarlarından biri olan amnios zarının salgısı olarak meydana gelir ve normalde 500-100 cc. kadardır. Daha artmış olduğu durumlarda hidramniostan söz edilir. Gebeliğin son aylarında çocuk cildinden gelen epitel hücreleri kıllar ve yağlar içerdiğinden görünümü bulanıktır; Yeşil renk alması çocuğun mekonyum denilen kakasının karışmasından dolayı meydana gelebilir ki, başla gelişlerde çocuk kordonun sıkışmasının bir işareti olarak kabul edilir.Çocuğun ters gelişlerinde, özellikle makatla gelişlerde mekonyum görünmesi normal sayılabilir. Ayrıca günü geldiği halde doğurmayan yani zamanaşımı durumunda olan gebelerde amnics suyunun rengi bu bakımdan kontrol edilir. Amnioskopi denilen bir yöntemle vaginadan su kesesi ve içindeki sıvı gözlenir. Bazen çocuğun anne karnında öldüğü yani vakanın mort de fetus olduğu ^mnios suyunun kirli kahverengi bir görünüm alması ile saptanır. Doğum esnasında su kesesi denen zarın yırtılması ile amnios suyu dışarı akar. Halk dilinde gebenin suyunun gelmesi şeklinde bilinen bu olay doğumun başlamasının bir işareti olarak kabul edilir.



Akıntı

1 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı

Akıntı

Akıntı kadınların cinsel birleşme organı olan vajinanın enfeksiyonlara karşı bir korunma mekanizmasıdır. Yetişkin bir kadın vajinasında normal olarak bulunan bakteriler, özellikle Döderlein basilleri, vaginanın dökülen epitel hücrelerindeki glikojeni laktik aside çevirerek serviksin alkajen olan salgısını dengeleyerek vagende PH kadar asit bir ortam sağlarlar. Kadınların % 10-15 kadarının vaginasında müküs salgılayan bezler de bulunur. Bu asit ortam ve bakteriler, diğer mikroorganizmalara karşı korunmayı sağlamak üzere vaginanın temizlik derecesini belirler. Kız çocuklarında puberte dediğimiz ergenlik çağına kadar bu engel henüz oluşmadığından çeşitli mikroorganizmalar (gonokok, streptokok, pnömokok, E. coli, Candida albicans, trikomonas v.b.) vajinaya girebilir ve akıntıya (Lökore) neden olabilirler. Kadınlarda menopozdan sonra hormonal yetersizliğe bağlı pembe renkte seröz akıntı görülebilir. Vaginaya sokulan yabancı cisimlerin de her yaşta iltihap ve akıntıya neden olabileceği de unutulmamalıdır.

Beyaz, berrak, sümük şeklinde (mucoid) kokusuz akıntı normal östrojen hormonu varlığında yumurtlama belirtisi olarak her sağlıklı kadında görülür. Tıptaki Latince adı Fluor albus’dur. Gebelikten korunma hapları alanlarda bu akıntı artabilir. Beyaz peynir kırıntısı şeklinde (lor peyniri), küf kokusunda ve fazla miktarda olan akıntt mantar enfeksiyonunu, beyaz, süt renginde kıvamlı akıntı, kollum iltihabını gösterir. Trikomonas denilen tek hücreli parazitlerin neden olduğu iltihapta (trikomonasis) sarı-yeşil renkte köpüklü ve pis kokulu bit akıntı olur. Kahverengi, sulu, küf kokulu akıntılar iç ve dış cinsel organların çeşitli iltihaplarında, veya tümörlerinde ilk belirti olarak görülür. Bu tip akıntılar kadınların doktora başvurmalarını gerektiren nedenlerin başında gelir.

Akıntılar nedenlerine göre doktor tarafından verilecek ağızdan veya vaginal yoldan kullanılan ovul, tablet, krem şeklindeki çeşitli ilaçlarla tedavi edilirler.



Afrodizyak

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Kendisine söylenenleri anlamayan ve konuşamayan afazi durumunda bir hasta.

Cinsel isteği ve gücü artıran maddelere afrodizyak denir. Cinsel hormonların fazla veya azalması ile cinsel istek arasında bir ilişki yoktur. Bu sebeple cinsel gücü artırmak için hormonlar pek kullanılmaz. Aslında organik bir hastalığı olmayanlarda cinsel istek ve güç bazı psikolojik nedenler ve çevre şartlarının etkisindedir.

Eskiden afrodizyak olarak kullanılan ve kuvvet macunu olarak yapılıp satılan ilaçların içine bu tür etkisinin var olduğuna inanılan baharatlar konurdu. Bunların arasında vanilya, zencefil, topalak, udul, kahri, çörek otu, çemen otu, kimyon, darfilfil v.b. sayılabilir.

Ayrıca kunduz böceğinden elde edilen ranülositoz adı verilmektedir. Agranülosikantaradin ve bir cins keçinin gonad saltoz çoğu kez, bazı ilaçların (Piramidongısı olan misk afrodizyak olarak kullanıl- v.b.) alınmasına bağlı olarak da meydana gelmektedir.



Adet Kanaması

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Kanaması

Kadınlarda doğurganlık döneminde 28 gün (4 hafta) ara ile görülen uterustan kan gelmesi olayına âdet kanaması (menstruasyon) veya halk diliyle aybaşı adı verilir. İlk âdet kanaması (menarche) kızlarda ergenliğin başladığı 12-14 yaşlarında görülür ve âdetten kesilme (menopoz) yaşı olan 47-50 yaşlarına kadar sürer.-

Her ay görüldüğü için âdet siklüsü (mens-truel cycle) denen ve kanama ile sonuçlanan aybaşı, beyindeki hipotalamusun, hipofiz ön lobunun yumurtalıkların ve döl-yatağı iç katının rol aldığı karmaşık bir olaydır. Âdet kanaması sona erdiğinde kısa bir dinlenme süresinden sonra, ute-rusun iç yüzeyini döşeyen ve endometri-um denilen mukoz zarda bazı değişmeler olur. Bazal tabakanın üzerindeki salgı bezlerinin ve kan damarlarının yeniden geliştiği, zarın kalınlaştığı, salgı yapmaya başladığı görülür. Bu arada yumurtalıklarda, yumurta taslağını oluşturan ve folikül adını alan keseciklerden biri hipofiz ön lo-bunda salgılanan folikül stimulan hormonu (FSH) adını alan hormonun etkisi ile büyümeye, olgunlaşmaya, aynı zamanda bu folikülün çevresindeki granuloza hücreleri de öströjen dediğimiz hormonu salgılamaya başlar. Sonunda âdetin 14. günü olgunlaşan yumurta karın boşluğuna atılır ki buna ovulasyon veya yumurtlama denir. Yumurtlamadan sonra yumurtalıktaki folikül, sarı cisim (corpus luteum) haline dönüşerek lutein hormonu (progesteron) salgılamaya başlar. Bu hormonun etkisiyle de endometriumda ikinci devre denilen sekresyon devresi (luteal phase) başlamış clur. Eğer yumurta sperm tarafından döllenecek olursa (fertilization) endometrium gelişmeye devam ederek desidua şeklinde gebeliğe hazırlanmaya başlar. Eğer yumurta döllenmezse sarı cisim atrofiye uğrayarak büzülür, beyaz cisim (corpus albi-cans) halini alır. Sonunda progesteron düzeyi düşerek endometriumda da sekresyon evresi sona erer ve yumurtlamadan 14 gün sonra âdet kanaması başlar. Alyuvarlar, akyuvarlar, dökülen epitel hücreleri ve serviks salgısından oluşan toplam 50 cc. lik âdet kanı 2-7 gün içinde kollumdan vaginaya, oradan da dışarıya akar. Âdet kanının kendine özgü bir kokusu vardır ve pıhtılaşmaz.

Bazı kadınlarda yumurtlama olmadan da âdet siklüsü devam edebilir ve âdet görülebilir. Bu durumda anovulatuvar siklüsten veya âdetten (anovular menstruation) söz edilebilir ki kadınlarda kısırlık nedenlerinden biri sayılır.

Âdet dönemi ve kanama bozukluklarını belirlemek için yapılan tanımlamalara

göre âdet görülmemesine amenora, ağrılı âdet görmeye dismenora, âdet zamanı kanın çok fazla gelmesine menoraji veya hipermenore az miktarda âdet görmeye hipomenore, gününden evvel sık sık âdet görmeye polimenore, seyrek âdet görmeye oligomenore, âdet dışı meydana gelen kanamaya ise metroraji adı verilmektedir. İki âdet arasında yumurtlama zamanına rastlayan günlerde hafif ağrı ile birlikte görülen kanamaya ara kanaması adı verilir ve yumurtlama belirtisi olarak kabul edilir. Bu sırada bazal temperatür dediğimiz beden ısısının günlük değişimlerini gösteren ısı eğrisinde ufak bir düşüşten sonra âdete kadar süren yüksek bir seyir izlenebilir.

1 — Âdet fonksiyonunu beynin altında bulunan hipofiz bezi yönetmektedir.

2 — Hipofizden salgılanan folikül stimulan hormon (FSH) yumurtayı olgunlaştırmaktadır.

3 — Hipofizin salgıladığı luteinizan hormon (LH)un kan serumundaki değerleri âdetin ikinci devresinde artmaktadır.

4 — Sıcaklık (Bazal temparatür) eğrisi âdetin ikinci yansında progesteron hormonun etkisiyle artış gösterir. Ovulasyon olmadığında artış da görülmez.

5 — Yumurtalığın yaptığı folikülün hormonu (öströjen) serumda âdet günlerine göre değişik miktarda bulunur.

6 — Sarı cismin yaptığı hormonun (progesteron) grafiği.

7 — Primordial folikül ve âdet boyunca gösterdiği değişimler.



Adet Görmeme

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Hormonlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Görmeme

Kadınların fizyolojik olarak hemen her ay düzenli şekilde gördükleri aybaşı kanamasının olmayışına amenore veya âdet görmeme denir.

Kız çocukları ergenlik çağına gelinceye kadar âdet görmezler. İlk âdet (menarche) iklime ve bünyeye göre değişmek üzere

10-14 yaşlarında başlar ve âdetten kesilmeye yani menopoza (menopause) kadar düzenli bir şekilde devam eder. Kadınlar 47-50 yaşlarindan sonra da bu sebeple normal olarak âdet görmezler.

Kadınların gençlik ve olgunluk çağlarında âdet görmemeleri halinde ilk akla gelen ihtimal gebeliktir. Gebelik süresince kadınlar 9-10 ay âdet görmezler. Loğusalık döneminde hormonal ilişkiler nedeniyle de bir süre âdet görülmeyebilir ki buna laktasyon menoresi, halk dilinde ise süt koruması denir.

Bunun dışında bütün amenoreler herhangi bir organik veya hormonal hastalık sebebi olarak veya alınan ilaçlara bağlı olarak meydana gelmiş olabilir. Teşhis ve tedavi edilmek üzere kadın hastalıkları uzmanına gitmek doğru olur.

Aybaşı, Menstruasyon ya da Regl Kanaması



Vajinanın Dil Kullanılarak Uyarılması

20 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı

Kadın dış genital organlarının dil kullanı­larak erotik stimulasyonuna kunnilingus denir. Kinsey’in yaptığı incelemeler sonucu hazırladığı raporda evli çiftlerin %45'inde cinsel temastan yani koitusdan önce bu yolu kullandıkları yazılmıştır. Ayrıca bazı kadın homoseksüellerin de bir erotik stimulasyon yöntemi olarak kunnilingustan yararlandıkları bilinmektedir.



Uterus İltihabı,Rahim İltihabı

19 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R, Sağlık Sözlüğü-U

Rahmin yani dölyatağının içini döşeyen mukoza tabakasına endometrium, bunun çeşitli nedenlerle iltihabına da endometrit denir.Endometrium her ay hormonların etkisiy­le gelişme gösteren, yumurtalıklardan ge­lecek döllenmiş yumurtanın yuvalanması için hazırlık yapan özel bir zardır. Yumur­ta sperm tarafından döllenmeyecek ve yu­valanmayacak olursa endometriumda ya­pılan bütün hazırlıklar boşa gider ve ay sonunda, bu kalınlaşmış zarlar, âdet ka­naması denilen fonksiyonel bir kanama ile dışarı atılırlar. Âdet zamanı kadınların enfeksiyon bakı­mından, yani mikrop kapmak bakımından en zayıf oldukları zamandır. Bu devrede denize girmek, cinsel birleşmede bulunmak sakıncalıdır. Rahim ağzı açık olduğundan bu devrede aşağıdan yukarıya çıkabilecek mikroplar veya herhangi bir devrede kan yoluyla gelebilecek mikroplar (tüberküloz) endometriuma yerleşerek endometrite se­bep olabilirler. Cinsel temasla bulaşan cin­sel hastalıklar da (frengi, belsoğukluğu v.b.) endometrite yol açabilirler. Doğum ve düşüklerden sonra veya çocuk düşür­me için yapılacak tıbbi olmayan her türlü girişimlerden sonra endometrit meydana gelebilir. Bazı hastalık etkenleri rahim içi­ni dolduracak kadar cerahat meydana ge­tirirler ve bu durumda piyometradan söz edilir.Endometritin tedavisi, hastalık etkeni olan mikroba tesirli antibiyotiklerle yapılır.



Testislerin Torbaya İnmemiş Olması

18 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar

Erkek çocuklarda yumurtalıkların yani tes­tislerin torbalara tam iniş yapmamasına, skrotum içinde bulunmayışına kriptorşizm, (cryptorchism) yanlış iniş yapmasına ise ektopia testis denir. Embriyolojik gelişme esnasında karın için­de böbreklere yakın bir yerde bulunan yu­murtalıklar doğuma yakın olarak skrotum denen deri torbaların içine iner. İnişini tam yapmamış testis iyi gelişmez. Bu gelişme kusuru tek veya çift taraflı olabilir. Bir yaşına geldiği halde torbalara girme­yen, kasık kanalında kalan testislerin daha sonra girmesini beklemek doğru değildir. Ergenlik çağına geldiğinde farkedilen bu hastalık kısırlık nedeni olabilir. Daha önce farkedilen kriptorşizmin tedavisi hormonla (gonadotrop hormon) veya erken yaşta operasyonla yapılabilir. Ameliyat 5 yaşından önce yapılır, çok kez fıtık kasığı da bera­ber bulunan bu vakaların tedavisi olumlu, sonuç verir.



Testis İltihabı - Orşit

3 May, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Erkek genital organlarından olan testisler halk arasındaki deyimiyle husyeler skrotum denen bir torba içinde bulunurlar. Gö­revi yumurta yani sperm yapmak olan cin­siyet bezinin yani testislerin iltihaplanma­sına orşit denir. Skrotumda ağırlık hissi, ağrı ve şişmeyle karakterize bir durumdur. Çeşitli infeksiyöz etkenler, bu arada fren­gi, belsoğukluğu ve verem orşite neden olabilirler. Özellikle 15-25 yaş arası genç er­keklerde görülen kabakulak infeksıyonları önlem alınmadığı takdirde testislere yayılır ve orşite neden olabilir. Eğer ilk 36 saat içinde kalçadan kabakulak serumu yapılacak olursa mikrobun testislere ya­yılması önlenebilir. Ayrıca bu gibi şahısla­ra hastalığın başlangıcından itibaren antibiotik verilerek orşitin önlenmesine ça­lışılmalıdır.

Tedavi için ağrıyı azaltan ilaçlar, bazen kortizon ve antıbiotikler önerilir.



Teşhircilik, Eksibizyonizm

18 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-T

Eksibizyonizm genellikle erkek cinsiyet organlarının, örneğin penisin ereksiyon ha­linde açıkça gösterilmesine denir. Issız yerlerde, genel tuvaletlerde veya pence­reden dışarıya doğru organlarını açan er­keğin gösteriden cinsel heyecan duyması için bunu gören kadınların şaşkınlığa düş­mesi hatta korkması gerekmektedir. Eksi-bisyonist olan kimse ender olarak cinsi bir saldırıda bulunur. Bu hastalık ergenlik döneminde zayıf olan cinsel içgüdünün ar­tırılması için bir yöntem olarak başlar. Çok kere hastanın eşinin gebeliği sırasın­da, birikmiş saldırganlık duyguları şeklin­de belirir ve eşi tarafından cinsel yönden istekleri karşılanmaması üzerine bir alışkanlık haline gelebilir.



Sünnet Dersinin Darlığı, preputium

23 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Erkek cinsiyet organı olan penisin üzerin­de bulunan sünnet derisi (preputium) ağ­zının darlığına ve yapışıklığına fimozis de­nir. Çok kere penis başının (glans) iltihabı yani balanis ile beraber meydana gelir. Küçük çocuklarda idrar etme güçlüğü do­ğurduğundan çocuğun büyümesini bekle­meden sünnet ameliyatı (circumcision) yapmayı gerektirebilir. Bazı vakalarda fi­mozis, uretra ağzının (mea urinaria) darlığı ile beraber bulunur. Gene sünnetsiz kimselerde sünnet derisi­nin geri çekilmesi fakat tekrar ileriye itilmemesi sonucu parafimozis denen durum meydana gelir. Penis başında kan dolgunluğu ve şişliği vardır, lokal anestezi ile ve operasyonla düzeltilir.



Şişmanlık ve genital organlarda gelişme eksikliği

24 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şişmanlık ve genital organlarda gelişme eksikliği şeklinde görülen bu hastalığa Fröhlich sendromu (Adipczogenital distrofi) denir. Özellikle kalçalarda, karında, kaba etler­de, bacakların üst kısmında ve meme böl­gesinde yağ toplanması vardır. Testisler ve penis küçüktür. Hastalığa bazen hipofizdeki bir tümör neden olabilir. Bazı has­talarda baş ağrısı, görme bozukluğu ve çok idrar etme (diabstes insipidus) şikâ­yetleri bulunur.



Orgazm

3 May, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-O

Cinsel tatmin sırasında doruk noktasında duyulan zihinsel yaşantıya orgazm denir. Gelişiminde dört aşama vardır. İlk heye­canlanma yani eksitasyon aşamasında kan basıncı ve nabız artışı, cinsel doku damarlarına kan hücumu ve kadınlarda vaginai sulanma (lübrikasyon) vardır. Bun­dan sonra kadının genital organlarında ritmik basılmalar, erkeklerin penisinde ise sertleşme ve sonunda boşalma olur. Kadınlarda klitorisin, vaginanın veyahut meme başının uyarılmasıyla ulaşılan or­gazm niteliğinin farklı olduğuna dair hiç­bir kanıt yoktur. Orgazma ulaşma eşlerin birbirlerine karşı cinsel ilgi uyarılamalarından veya gizli homoseksüel çatışmalarından dolayı cinsel uyarının yeterli düzeye yükselmemesinden ileri gelir Psıkoloıık nedenlerden dolayı çok en­der olarak % 1-2 oranında yapısal yeter­sizlik, erken boşalma (erken ejekülasyon) veya boşalmanın olmaması (empotans) nedenlerle de orgazma ulaşmak güç olabilir. Erken ejekülasyon erkekte koitus önce veya hemen sonra meydana ge­len boşalmadır. Bazı nörotik erkekler cin­sel güçleri normal olduğu halde cinsel heheyecanını kontrol edemediklerinden orgazmı yeterince geciktiremeyerek eşlerini orgazm edemezler. Bu gibi kimseler tedavi edilmelidir.



Mastürbasyon

30 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-M

Cinsel heyecan yaratmak amacıyla genital organlarla elle ve bilerek oynanmasına mastürbasyon veya onanizm denir. Cinsel zevk duygusunun bu şekilde sürdürülmesi yani kendi kendini tatmin (otoerotizm) cin­sel gelişimin normal bir evresi sayılabilir. Dünyanın her yerinde her yaştaki erkek ve kadınların mastürbasyon yaptığı bir gerçektir. Gençlik döneminden sonra er­keklerin % 96’sı kadınların % 6O’ı orgazm­la sonuçlanan mastürbasyon eylemini sürdürürler. Bu olay kız çocuklarda erkek­lerden daha yaygın olmak üzere daha be­beklik çağında başlayabilir. Seyrek olarak kız çocuklar pişik ya da barsak kurtlarının yol açtığı kaşıntıyı hafifletmek için yaptıkları hareketlerle de mastürbasyona alışabilirler. Daha büyük çocuklarda ise cinsel gelişim tamamlanana kadar mas­türbasyon hem erkek hem de kız çocuk­lar arasında eşit ölçüde yaygındır. Mastürbasyon organik yönden zararlı olmamakla beraber, suçluluk duygusuna, utanmaya depresyona yol açabildiğinden psikolojik yönden önem kazanır. Ayrıca gençlik dö­neminde huzursuzluk (anksiete) kaşıntılı tahriş ve ağrı gibi psikosomatik bozukluk­lara yol açabilir.

Ender görülen habitüel mastürbasyon ya­hut orgazm amacıyla rektuma yabancı ci­simler sokulması gibi anormal davranışlar gerçek bir sapıklık olarak kabul edilmek­tedir.



Kürtaj

20 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kendiliğinden meydana gelen düşüklerden sonra veya tıbbi zorunluluk sonucu bir ge­beliğe son vermek amacıyla yapılan ope­rasyonlara kürtaj adı verilir. Bu operasyonda önce rahim ağzı geniş­letilmekte yani dilate edilmekte sonra de­ğişik büyüklükte küretler kullanılarak ra­him içi boşaltılmakta ve kazınmakta yani kürtaj (curretage) yapılmaktadır. Rahim içine kanül şeklinde ince tüpler so­karak ve vakum temin ederek içerdekileri emmek (aspirasyon kürtajı) yöntemi de bazı vakalarda kullanılmaktadır. Ayrıca rahim içinden teşhis amacıyla par­ça almaya da endometrial biopsi veya probe kürtaj denilmektedir. Eskiden kürtaj operasyonunun gebe kadı­nın sağlığı açısından tehlikeli olduğu dü­şünülürdü. Oysa günümüzde uzmanlar ta­rafından gerekli koşullar altında yapılması halinde doğumdan bile daha az tehlikeli olduğu kabul edilmektedir. Gebelik ayı ilerledikçe kürtajın tehlikesi artar. Gebe­liğin kadının sağlığını tehdit ettiği durum­larda (kalp akciğer ve böbrek hastalığı, rahim kanseri vb.) veya doğacak çocuğun tehlikeli fiziksel veya akli bozukluklarla karşılaşacağı durumlarda (gebeliğin ilk haftalarında bazı ilaçların bilinmeden alınması, ışın tedavisi görmüş olmak veya rahim içi araca rağmen gebe kalmış olmak vb.) doktor raporu ile tıbbi tahliyeye yani çocuğun alınmasına karar verilebilir. Gü­nümüzde birçok ülkeler” kürtajı bazı şart­lar altında kanunen serbest bırakmış bu­lunmaktadır. Kürtaj operasyonunda önce rahim ağzı (kollum) genişletilir. Aspirasyon kuretaj aletiyle plasenta hücreleri emilir. Daha sonra kuret denilen aletle kalan parçalar kazınır.



Kızlık Zarı

11 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kızların cinsiyet organının girişini kısmi olarak örten zara, kızlık zarı (hymen) de­nir. Vaginanın dışarıya açıldığı yerde bir membran şeklinde bulunur. Kızlık zarının sağlam yani intakt bulunması, bakireliğin bir işareti olarak düşünülmesine rağmen, bu zar tam olarak bulunmayabilir veya güçlü bir sürtünmeyle, aşırı gerilmeyle yırtılabilir. Kızlık zarının anatomik yapıları değişik olabilir. En çok görülenler halka şeklinde (annuler) veya delikli (cribriformis) olan­lardır. Tamamen kapalı kızlık zarı (imper-fore hymen) adet kanının dışarıya akması­na engel olduğundan, zamanla içerde bi­rikmesine, hematokolpos ve hematometra denen durumların meydana gelmesine ne­den olabilir.



Kısırlık

7 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Döl verme yani çocuk yapma yeteneğinin olmayışına kısırlık veya sterilite, bu gibi kimselere de kısır veya interfil denir Bü­tün memelilerde olduğu gibi insanda da cinsiyet özelliği iki ayrı bireyde yani erkek ve kadında gamet denilen cinsiyet hucrelerinde toplanmıştır. Bu hücreler kadında yumurtalıklarda (över) erkekte ise husye­lerde (testıs) yapılmaktadır. Ancak bu ıkı tip cinsiyet hücresinin veya tohumunun birleşmesi yeni bir insan yavrusunu mey­dana getirebilmektedir. Çocuk yapmak istedıklerı ve hiçbir korunma önlemi alma­dıkları halde normal evliliklerini yaşayan çiftlerin ıkı sene içinde çocukları olma­dığında eşlerden birinde veya her ikisinde birden kısırlık olabileceği düşünülmekte­dir Memleketimizde bu ölçülere göre kısırlık oranı ortalama %12-15 civarında bulunmaktadır. Evlendiklerinden beri hiç çocuğu olma­yanların kısırlık durumuna prımer sterılıte, bir veya daha fazla çocuğa sahip olduk­tan sonra, istediği halde tekrar çocukları olmayanların durumuna ise sekonder ste­rılıte denir. Kısırlık erkeklerde sanıldığından daha az değildir. Araştırılması kolay olduğundan doktora başvuran evli çiftlerde kısırlık muayenelerine önce erkeklerden başla­mak doğrudur.

Kısırlık sebepleri genital organ hastalık­larından, hormonal sebeplerden ve yumur­tanın yani tohumun bozukluğundan veya hiç olmayışından kaynaklanabilir. Kısırlık sorununda cinsel birleşme yani koitus şekilleri, zamanı ve cinsiyet organ­larının anatomik ve fizyolojik durumları da dikkate alınması gereken faktörlerdir. Yumurtlama (ovulasyon) zamanına rastla­mayan birleşmelerin veya içinde tohum hücreleri bulunmayan erkek menisinin fiz­yolojik olarak verimli olamayacağı açıktır. Aynı şekilde ovulasyonsuz âdet gören bir kadının (anovulatuvar siklüs) da çocuğu­nun olması beklenemez.

Kadınlarda yumurtlamanın mevcut olup olmadığını ve buna bağlı olarak endomet-riumunda hormonal değişmelerin meyda­na gelip gelmediğini anlamak için probe kürtaj, bazal temperatür grafiği, vaginal smear gibi birçok yöntemler kullanılmak tadır. Ayrıoa idrarla yapılacak hormon analizleri de ovulasyon zamanını tayin edebilmektedir. Rahim ağzında bulunan ve servikal müküs denen tıkacın hormonal ve biyolojik yapısı da kısırlık sorununda önemlidir. Cinsel temastan sonra yapılan bazı mua­yenelerde (post-koital test) bu tıkacın spermlerin rahim içine girmesine yardımcı olup olmadığı da araştırılır. Kısırlık sebeplerinden biri de geçirilmiş bir hastalık (kabakulak, tüberküloz, salpenjit, peritonit v.b.) nedeniyle yumurtalık yolla­rının yani tubaların tıkanmış olmasıdır.

Bunu anlamak için vaginadan rahim içine şırınga edilen rudyoopak madde ile uterusun ve tubaların röntgen filmini çekmek yani histerosalpengografi yapmak gerek­lidir. Son zamanlarda karın içindeki or­ganları, yumurtalıkları, tubaları ve diğer oluşumları görmek için endoskopik yön­temler geliştirilmiştir. Yumurtalıkların bü­yük ve kistik bir durum alması, az âdet görme (oligomenore veya amenore) ve kıllanma (hirsutismus) gibi belirtilerle ta­rif edilen Stein-Leventhal sendromunda da kısırlık görülmektedir.

Erkeklerin geçirdiği bazı hastalıklar (tü­berküloz, orşit, varikosel v.b.) sonucu kı­sır kalmış olmaları mümkündür. Erkekle­rin bir boşalımda çıkardıkları meninin laboratuvar tetkiki ile elde edilen değerlen­dirmeye spermogram denir. Kısırlık bakı­mından erkek spermlerinin sayısı, hare­ketliliği ve şekilleri önemli olduğu gibi, cinsiyet organının da cinsel birleşmeyi sürdürecek yetenekte olması yani sert­leşmesi (ereksiyon) gereklidir. İktidarsız­lık (impotans) erkeklerde başlıca kısırlık sebebidir. Bu gibi vakalarda kocanın sper­minin anneye verilmesi demek olan artifisiyel inseminasyon yöntemine başvuru­labilir. Sperm sayısı az olan oligospermi vakaları bazı hormonlarla tedavi edile­bilirler. Kadınlarda kısırlığın tedavisi için önce her yönden araştırma yapılıp asıl sebebin bulunmaya çalışılması gerekir. Bu tetkik­ler arasında beyin grafısi, probe kürtaj hısterosalpengografi, hormon analizleri v.b. sayılabilir. Ovulasyon görülmeyen va­kalarda ovulasyonu uyarıcı ilaçlar (Klomifem, Fertodur, Sitimovul v.b.) kullanılır. Yumurtalık yollarının tıkalı olduğu vaka­larda tubaları açmak için hidro tubasyon yapılabilir. Yani uterus içine kollumdan ilaçlı su sıkarak basınç ile tıkanıklığın açıl­ması sağlanabilir. Ayrıca Steın-Leventhal sendromunda över rezeksiyonu ameliyat, tuba tıkanıklıkların­da tuba plastiği ameliyatları (salpingolizis, anastomoz, komual emplantasyon vb. yapılabilir.



Kastrasyon ve Kısırlaştırma

6 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-K

Her iki yumurtalık veya testisıerin çıkarı­larak testosteron ve östrogen adlı hor­monların salgısını durdurma işlemine ha­dımlaştırma veya kastrasyon adı verilir. Eskiden beri bilinen ve uygulanan bir ope­rasyondur. Kölelik devirlerinde, köle kul­lanan ülkeler, melez çocukların meydana gelip kendi ırklarını bozmasını önlemek amacıyla kastrasyona başvururlar ve bu kişileri kısırlaştırırlardı. Ayrıca, dm adam­ları da yine bu yöntem ile seks güçlerini ortadan kaldırırlardı. Tarihin çeşitli zaman­larında, bilhassa ortadoğu ülkelerinde kastrasyon uygulanarak, padişahın hare­mine bakan oğlanların cariyelerle ilişkisi engellenirdi. Yine, kiliselerde koroda şarkı söyleyen erkek çocukların seslerinin bo­zulmaması için kastrasyon yapılmakta ve seslerinde bir değişikliğin meydana gel­mediği görülmekteydi. Kastrasyon, genellikle her yaşta yapılabi­lir. Ancak puberteden evvel yapıldığında daha etkili olduğu bilinmektedir. Testisler, puberteden sonra çıkarılırsa, vücut geli­şimini tamamladığı için sekonder seks ka­rakterlerinde bir değişiklik olmaz. Hasta­lık, kaza gibi nedenlerle puberteden evvel alınırsa, seksüel ve cinsel karakterler ge­lişemez. Puberteden evvel kastrasyon uygulanmış erkek, genellikle uzun boylu, kadınsı gö­rünümde, korkak, kibar ve sakin karakter­dedir. Bunlara hadım denir. Sesi kadınımsıdır. Yüz, pubis ve koltuk altı kılları yok­tur. Vücutta yağ dağılımı da normal olma­dığı için, kalçaları geniştir. Eğer ameliyat 16 yaşından sonra uygulanmışsa, sekon­der seks karakterlerinden bazıları değiş­mez. Bazı hastalıklarda, örneğin prostat ve tes-tis kanserlerinde, kastrasyon ameliyatı ka­çınılmazdır. Ancak ileri yaşlarda yapılan bu işlem, seksüel kapasitede bir etki yap­maz. Yani kişinin sekonder seks karakte­rini fazla etkilemez. Fonksiyonel karakter­lerde eksikliğe yol açabilir. Kastrasyon ile kısırlaştırma, farklı istem­lerdir. Kastrasyonda cinsel birleşme ye­teneği ortadan kaikar. Ancak kısırlaştır­mada sadece çocuk yapabilme yeteneği ortadan kaldırılmıştır, kısırlaştırman kimse cinsel temasta bulunabilir. Hayvanlara da kastrasyon uygulanır. Bu­radaki amaç, bilhassa evcil hayvanların uysal kalmasını sağlamaktır. Kadınlarda uygulanan kastrasyon işlemi ise, yumurtalıkların cerrahî olarak çıkarıl­ması şeklindedir. Kısırlaştırma ise, tüple­rin bağlanması ile yapılır.



Kahn Testi

2 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-K

Kahn testi, sifiliz hastalığının aranmasın­da kullanılan wasserman ve VDRL (Venergl Diseases Research Laboratories test) gibi bir laboratuvar testidir. İlk defa Reuben Leon Kahn tarafından kullanılan en önemli flokulasyon testlerinden biridir.

Bu testlerde hasta olup olmadığı araştırı­lacak olan kimsenin kan serumu, sifilize göre özel şekilde hazırlanmış organ ekstreleri ile karıştırılmakta ve flokulasyon yani bir çeşit çökelti meydana gelip gelme­diği araştırılmaktadır.

Kahn testinde bu esasa göre hazırlanmış Kahn antijeni kullanılır. Kahn antijeni ile karıştırılan hasta serumunda 10-15 daki­ka sonra yumak şeklinde bir çökelme ya­ni flokulasyon meydana gelirse sifiliz has­talığı var demektir. Ancak bu test frengi dışında birkaç hastalıkta (frambezi vb.) da müspet olabilir:



İktidarsızlık

3 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-İ

Erkeklerin tatmin edici normal bir cinsi birleşme yapamamaları haline iktidarsızlık veya empotans denir.

İktidarsızlıkta, erkeklik organı olan penis, koit yapacak bir sertliğe ulaşamaz, ya­ni ereksiyon olmaz veya sertliğini yeterin­ce sürdüremez. Erken boşalma denen du­rumdan farklı olmakla birlikte, bazen her ikisi birden mevcut olabilir, ilk cinsel te­mas girişimlerinde başlayan iktidarsızlık (erken başlayan empotans) bazı sinirli, kendine güvensiz erkeklerde olur. Tekrar­lanan başarısız cinsel temas girişimleri so­nucu kişi utanç ve hiddet duymaya başlar. Balayı empotansı bu tiptir ve özellikle ka­dının çekingen ve tecrübesiz olduğu du­rumlarda ortaya çıkar. Bazen gizli homoseksüalite gibi temeldeki bir cinsel bozukluktan da kaynaklanabilir.

Bir cinsel uyum dönemi geçirdikten scnra orta yaşta başlayan iktidarsızlık (geç baş­layan empotans), erkeğin eşinden bıkma­sından ve hoşlanmamasından ileri gelebilir. Ayrıca kişisel ve evlilikle ilgili gerilim­ler de sebep olabilir. Şişmanlık, hijyen ve âdet bozuklukları, vaginal akıntılar, ikti­darsızlığa neden olabilecek faktörlerdir. Bazı hastalıklar, özellikle şeker hastalığı, alkolizm, damar sertliği nörolojik bozuk­luklar (Tabes dorsalis) ve beyin tümörleri, gergin sünnet derisi gibi lokal bozukluklar empotansa yol açabilir. Bu arada antidep-resan, antihipertansif ve kortikosteroid dediğimiz ilaçlar da iktidarsızlığa sebep olabilir.

Tedavide basit trankilizanların (Medazepam), bir süre cinsel temastan kaçın­manın ve bu arada uygulanacak psikolojik tedavinin faydası görülmektedir. Afrodizyak diye isimlendirilen cinsel gücü artıran ilaçların etkisi yoktur. Ancak amfetamin-lerin psikoseksüel stimulan özellikler gös­terdiği düşünülmektedir. İleri yaşlardaki bıyotö|Vk empotansta anâToien ‘ntmnontaf (testosteron) denenebilir. Ayrıca bazı uzun süren iktidarsızlıklarda koitusu mümkün kılacak ve sıkıntıyı önleyecek mekanik bir araç olan Lovvenstein penis ateli de kul­lanılabilir.



Frengi

24 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F

Cinsellikle ilgili hastalıklardan en eski olan frengi veya günümüzdeki adı ile sifiliz, bazılarına göre ilk kez Amerika’­dan Kristof Kolomb’un tayfaları ile Avru­pa’ya yayılmıştır. Bazı yazarlar İncil’deki forumlara dayanarak hastalığın daha da eski olduğunu ileri sürerler. 16. yüzyılda şiddetli gelişen salgınlar yapan hastalık niboyet 20. yüzyılda etkeni bulunduktan sonra kontrol altına alınabilmiş ve tedavi edilmeye başlanmıştır. Frenginin etkeni (Treponema pallida) adı eriten bir mikroptur. Tirbişon biçiminde ince uzun kıvrımlar gösteren bu mikrop çok hareketli ve kuruluğa dayanıksızdır. ancak nemli ve havasız yerlerde yaşayabilen bir mikroptur. Cinsel temasla bulaşan hastalığın üç dev­resi vardır. Frenginin birinci ve ikinci dev­relerinde cilt yaralarında hastalık etkeni olan spiroket bulunur, üçüncü devre fren­ginin deri belirtilerinde ise mikrop tesbit edilemez. Frengili hastaların ağız ve cinsel bölgele­rinde mevcut yara veya kondilomata lata denen siğil gibi lezyonlarmda frengi mik­ropları bol miktarda bulunur. Bulaşma ge­nellikle % 97 oranında cinsel ilişki esna­sında veya % 3 oranında eşyalarla dolaylı olarak meydana gelir. Sağlam şahısların deri ve mukozalannda mevcut ufak çatlak veya sıyrıklardan lenf yollarına geçen frengi mikrobu, birkaç saat içinde kanda yayılarak, gizli bir septisemi yapar. Hastalığa yakalandıktan, yani mikrobun vücuda girmesinden -genellikle 3-4 hafta sonra bu noktada şankr denen bir yara meydana gelir. Bu yara ile birlikte, etra­fında şişmiş olan lenf ganglionu (adeno-pati) hastalığın ilk belirtisi olarak görülür. Buna primer kompleks denir. Yaranın çıkmasından iki hafta sonra yapılacak kan muayenelerinin müsbet bulunması ile teş­his konulabilir. Yara genellikle 3-6 haftada kendiliğinden iyileşir.

Hastalığın ikinci devresi deride çok deği­şik belirtilerle başlar. Deri hastalıklarında rozeol, plak mükoz, aiopesi v.b. gibi tıbbi terimlerle anılan bu belirtiler temastan 2 ay sonra, başka bir deyişle yaranın çık­masından 40 gün sonra görülmeye başlar ve 3-5 sene devam eder. Frengi enfeksiyonunun veya hastalığın û-çüncü devresi, doku harabiyetinin başladığı gom denen yuvarlak,sert teşekkülerin mey­dana geldiği devredir. Bu devrede deri belirtilerinden başka diğer birçok organda {eklem, kas, kemik, akciğer, mide, kara­ciğer, böbrek, mesane, beyin) gom denen karakteristik şişlikler ve yaralar çıkar. Sinir sisteminde frengiye bağlı felçler (De-mentia paralytica, Tabes dorsalis) görülür.

Frengi hastalığının teşhisine önce lezyon-dan alınan akıntıda mikrobu aramakla baş­lanır ve kesin teşhis ancak bu şekilde ko­nur. Serolojik teşhis için yapılan kan muayeneleri (Wassermann, Kolmer, Kahn, VDRL, Nelson-Mayer testleri) hastalığın mutlaka frengi olup olmadığını kesin ola­rak bildirmez. Bu konuda uzman olanlar testleri klinik bulgularla beraber değer­lendirerek sonuca varırlar. Üçüncü devre frengilerinde gamlardan yapılacak biopsi teşhise yardımcı olmaktadır.

Frengi tedavisinde eskiden kullanılan ar­senik (salvarsan), bizmut, cıva ve iyotlu preparatların ancak tarihi değeri kalmış­tır. Bugün için tek ve etkili ilaç penisilindir. Penisilinin ilk enjeksiyonundan sonra ba­zen ateşin 40-41 °C’ye kadar yükselmesi şeklinde görülen Hencheimer reaksiyonu frengi mikroplarının parçalanmasına bağlı olarak meydana gelebilir. Tedavide penisi­lin ilk gün 2.400.000 ünite, sekizinci gün 1.200.000 ünite olmak üzere toplam 3.600.000 ünite yapılır. Serum testleri po­zitif olanlara 15 gün sonra 1.200.000 ünite daha yapmak gerekir.



Fetişizm,Cinsel Duygularda Sapıklık

23 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-F

Fenotiyazinler Genellikle duyusal bir nitelik taşımayan canlı veya cansız bir nesnenin (fetiş) cin­sel duygular için tek ve değişmez bir uya­ran haline geldiği cinsi sapıklığa fetişizm denir. Fetişizm deyimi, Portekizce’de uğur anlamına gelen fetiş kelimesinden türe­miştir.

Sık görülen fetiş nesneleri arasında kadın çamaşırları, pardesüler, kürkler, saç, pa­buç v.b. sayılabilir. Fetişist olan kimse bu eşyaları eîde etmek için suç bile işleye­bilir. Fetişizm, engelleme tedavisi (aversiyon te­rapi) ile ve psikoterapi yoluyla iyi edile­bilir.



Eşcinsellik

29 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-E

Aynı cinsten kişiler arasındaki cinsel ya­kınlaşmaya homoseksüalite ve o kişilerede homoseksüel adı verilir. Kadın homo­seksüeller için lesbien deyimi kullanılır. Klasik cağlarda homoseksüel alışkanlıkla­rını sürdüren kadınların yaşadığı Lesbos adasının isminden türetilmiştir. Bu sapıklı­ğın en sık görülen biçiminde, duygusal bir bağlılıkla birlikte, karşılıklı tatmin oluş, bu­na karşın, heteroseksüel koitusta yani nor­mal kadın-erkek birleşmesinde ise frijidite yani soğukluk vardır. Dış genital organla­rın uyarılması (tribadizm), kunnilingus ya da yapay penis (fallus) kullanımı gibi ero­tik stimulasyon yolları erkek homoseksü­eller arasında kadınlar arasında olduğun­dan daha az yaygındır.

Amerika’da Kinsey’in araştırma bulgularına göre 30 yaşındaki kadınlardan % 25'i baş­ka kadınlara karşı duydukları erotik tep­kileri kabul etmişler, % 17’si ise cupi te­mas eğiliminde bulunmuşlardır. Gene Knssey raporuna göre erkeklerin % 37’si ya­şamlarının bir döneminde başka bir erkek­le orgazm derecesine varan bir fizyolojik temas kurduklarını ifade etmişlerdir.

Homoseksüalitenin nedenleri belli değildir ve kromozom bakımından bunlarda cinsi­yet normaldir. Çocukluk cağında yetişti­rilme tarzı, cinsel ayartılma ve okuldaki karşılıklı cinsel oyunların etkisi fazla abar­tılmaktadır.

Homoseksüalite bazen gizli olabilir ve bas­tırılmış homoseksüel eğilimler aşırı cinsel iğfal, erkek gruplarına katılma ya da er­ken başlayan empotans gibi etkenlerle or­taya edebilir. Hormcn tedavisinin yeri yok­tur. Gene/ psikiatrik «davranış tedavi yön­temleri» uygulanır.



Erken Gelişme

23 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Ergenlik çağından evvel genital organlar­da ve seks karakterlerinde erken bir geliş­me meydana gelirse erken puberte veya pubertas praecox durumundan bahsedilir.Erkek çocuklarda pübertenin 10 yaşından önce başladığı görülür. Bu çocukların bir kısmında organik bozukluk vardır.Beyin tümörleri, iltihapları, yumurtalık tü­mörleri, epifiz, böbreküstü bezi ve hipofiz tümörlerinde meydana gelen bu durum ba­zı vakalarda sebebi bilinmeden ortaya çı­kabilir.Erkek çocuklarda erken püberte, sakal çıkması, penis ve testislerin büyümesi, se­sin kalınlaşması şeklinde belirir. Gelişme önceleri hızlı olduğundan yaşıtlarından iri gösterirler. Bunlara herkül çocuk denir. Ancak kemiklerdeki kıkırdak uçlor (epifiz-ler) erken gelişip kapandığından,sonraları gelişemezler, boyları kısa kalır. Bu çocukların serumlarında bazı hormonT ların (LH, FSH ve testosteron) artmış ol­duğu tesbit edilir. Kızlarda erken pübertenin en tipik belirtisi âdetlerin erken başlamasıdır. Bu kızlarda, gerek boy ve gerekse ağırlık bakımından genital sisteme uygun olarak aşikâr bir ge­lişme görülür. Genital organlar, çocuk ka­rakterini kaybederler ve erişkin bir kadınınkine benzer duruma gelirler. Memeler bü­yür, pubiste kıllanma olur Hatta 5 yaşında hamile kalan erken puberte vakalarına rastlanmıştır. Ancak bütün bu cinsel geliş­meye rağmen psişik durum yaşıtları ile ay­nı seviyededir. Teşhisi oldukça kolaydır. Yaşla uygun olmayan cinsel gelişme akla derhal erken puberteyi getirir. Bu kimseler hastalığı meydana getiren tümörün veya iltihabın karakterine bağlı olarak az veya uzun süre yaşarlar. Tedavisi, nedene yöneliktir. Tü­mörün çıkarılması suretiyle tedavi edilebi­lir. Ayrıca psişik yönden yardımcı olunabilir.



Erken Boşalmanın 10 Sebebi

18 Ara, 2008 Cinsel Sorunlar

Erken boşalan erkek istem dışı olarak hem kendini hem de eşini cezalandırıyor olabilir.

Türk erkeklerinin %70'nin maalesef erken boşaldığını söyleyen Uzman Psikolojik Danışman Dr. Cem Keçe; “Erken boşalmayı hemen her erkek aynı biçimde yaşar gibi görünse de aslında erken boşalmanın herbiri farklı sebeplerden kaynaklanan 10 türü vardır. 4'ü fiziksel sebepl,, 5'i psikolojik veya ilişkisel sebepli ve bir tanesi de diğer bir cinsel işlev bozukluğunun eşlik ettiği karışık tip olmak üzere ele alacağımız erken boşalma türleri, özellikle klasik ve geleneksel yöntemlerin netice vermemesini anlamada bizi aydınlatacak bir tasnif olacaktır.

Psikolojik sebepler çok karmaşık ve birbirine bağlıdır, bu sebeple bunları iyi anlamak icap eder. Erken boşalmanın yalnızca nedenleri değil, etkileri de karmaşıktır. Erken boşalma erkeğin öz saygısı, cinsel yaşantısı ve eşi ile ilişkisi üzerinde gerçekten de yıkıcı bir etki gösterebilir. Kişi sinir, aşağılanma, hayal kırıklığı, kızma, kendini yeterli görmeme, utanç veya suçluluk doğuran eski deneyimlerini ve egosunu rahatsız eden pek çok özrünü sadece bilinç dışına atmaz, bunları hiç yaşanmamış gibi de algılayabilir. Günahkârlık, suçluluk, bedel ödeme, kendini cezalandırma, kapalılık, saldırganlık, derin endişe, zevk ve yetenek etrafındaki çatışmaları gizlemek için erken boşalmanın ne mana ifade ettiği mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Zira erken boşalan koca, bilinçdışı olarak, hem kendini hem de partnerini cezalandırıyor olabilir. Ayrıcı tıpkı bir döngü gibi, bu etkiler erken boşalma

sorununun daha da kötüleşmesine sebep olabilir. Bu nedenle erkeğin hangi tür veya tiplerde erken boşalmaya sahip olduğunu belirleme boşalma refleksini kontrol altına almada özel ve etkili yaklaşımların geliştirilmesi için çok önemlidir.” şeklinde konuştu

Erken boşalmanın 10 tipi var

Erken boşalmaya tanı koyma sürecinin önemine dikkat çeken Dr. Cem Keçe; “Kişiyi ilk önce yaşam boyu olan ve daha sonra sonradan kazanılmış olan erken boşalma tiplerine göre değerlendirmek gerekir. Erken boşalmanın dört türü (nörolojik sisteme bağlı erken boşalma, özgüven eksikliğine bağlı erken boşalma, psikolojik sisteme bağlı erken boşalma ve psikoseksüel beceri eksikliğinden kaynaklanan erken boşalma) hayat boyu süren erken boşalma tipini ifade eder, geri kalan 6 tipse (fiziksel hastalığa bağlı erken boşalma, fiziksel yaralanmaya bağlı erken boşalma, ilacın yan etkisine bağlı erken boşalma,streslere bağlı erken boşalma, ilişki stresine bağlı erken boşalma ve karışık tip erken boşalma) sonradan kazanılmış erken boşalmayı gösterir. Toplumda en çok görülen erken boşalma tipleri; özgüven eksikliğine bağlı erken boşalma, psikolojik streslere bağlı erken boşalma, karışık tip erken boşalma (çoğunlukla sertleşme sorunları gibi başka bir cinsel işlev bozukluğuyla beraber görülen erken boşalma) ve psikoseksüel beceri yoksunluğundan meydana gelen erken boşalmadır. Daha sonra en yaygın olanlar ilişki stresine bağlı erken boşalma, psikolojik sisteme bağlı erken boşalma, nörolojik sisteme bağlı erken boşalma ve fiziksel hastalığa bağlı erken boşalmadır. Fiziksel yaralanmaya bağlı erken boşalma ve ilacın yan etkisine bağlı erken boşalma ise daha az görülür.” şeklinde sözlerine devam etti.

Erken boşalma tedavi yöntem ve teknikleri

Erken boşalmanın cinsel terapi ile %100 tedavi edilebileceğini CİSED Başkanı Uzman Psikolojik Danışman Dr. Cem Keçe; “Ancak cinsel terapiste giderek cinsel terapi alacak imkanı olmayanlar aşağıda önerdiğimiz egzersizleri kendi başlarına veya partnerleriyle uyguladıklarında boşalma denetimi kazanma sürecine girebilirler.

Düzenli bir partneri olan erkekler; önce sevişmeli, tam bir sertleşme olduktan sonra sırtüstü yatmalı ve bütün dikkatlerini penisten aldıkları duyumlara odaklamalıdırlar. Bu sırada partneri ilk aşamada kuru elle, ikinci aşamada ise bebe yağı ile penisini uyararak mastürbasyon yapmaya başlamalıdır. Penisine odaklanan erkek, boşalmak üzere olduğunu hissettiğinde partnerine ‘dur’ demelidir. Dur-başla tekniği adı verilen bu uygulamada erkek, acil boşalma isteği geçene kadar makat ve yumurtalıklarının olduğu bölgeyi 3 kez sıkar ve çok yavaşça gevşetir, sonra ‘başla’ diyerek partnerinden yeniden penisini uyarmaya başlamasını ister. Bu şekilde en az 30 dakika partnerinin dur-başla şeklinde yaptığı mastürbasyon ile kendini kontrol etmeyi öğrenen erkek, isterse kendini ödüllendirmek için boşalabilir. Bu sayede boşalmadan hemen önceki duyumları tekrar tekrar uzatılmış olarak yaşayan erkek,yüksek uyarılma düzeylerinde kendini kontrol etmeyi öğrenir. Mastürbasyon ile boşalma denetimi sağlandıktan sonra, aşamalı olarak kadının üstte olduğu bir pozisyonda cinsel birleşmeye izin verilir. Cinsel birleşme aşamasında da ‘dur’ deyince penis içerde hareketsiz tutularak beklenir, acil boşalma isteği geçene kadar erkek makat ve yumurtalıklarının olduğu bölgeyi 3 kez sıkar ve çok yavaşça gevşetir, sonra partnerine ‘başla’ diyerek devam etmesini ister. Düzenli bir cinsel partneri olmayan veya herhangi bir nedenle cinsel terapiye partneriyle katılamayan erkek ise; yukarıda anlatılan dur-başla egzersizini kendi başına yapar. Mastürbasyonda boşalma denetimini kazanan erkek yine yukarıda anlatıldığı gibi partneriyle ilişkiye girebilir. Ayrıca dur-başla tekniği ile senkronize bir şekilde kasıklardaki kasları kasma ve gevşetme, ritmik nefes alıp verme metotları da kullanılabilir. Bu egzersizler ile erkek sadece uzun süreli boşalma kontrolü sağlanmakla kalmaz, aynı zamanda penisin sertleşmesipenisni ve orgazmının kalitesini de yükseltir.” dedi.



Ereksiyon, Cinsel Organın Sertleşmesi

21 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-E

Erkeklerde penisin, kadınlarda klitorisin içindeki kavernöz dokunun kanla dolarak sertleşip büyümesine intiaz veya ereksiyon denir. Sönük penisin boyutlarındaki de­ğişmeler ölçülerek cinsel uyarı derecesi bulunabilir. Uyku sırasında, özellikle rüya görülürken aralıklı olarak penis ereksiyonu olur. Buna sabah ereksiyonu da denir. Ağrılı ereksiyon tıptaki adı ile priapizm, kantarid zehirlenmelerinde veya penisin kavernöz dokusundaki trombotik tıkanma­dan dolayı meydana gelebilir. Cinsel uyarı beyin kabuğundan başlar, hi-potalamustan geçerek omuriliğe iner ve nervus erigentes adındaki sinir ile genital organlara ulaşır. Omurga hastalıkları ve­ya kaza geçirenlerde bu sinirin zedelen­mesi sonucu ereksiyon yeteneği kaybola­bilir.



Döllenme, İki Hücrenin Birleşmesi

16 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

İlk otuz saat içinde haploid kromozomlu hücre çekirdekleri birleşerek diploid yumurtayı yani zigotu meydana ge­tirir. Hem annenin hem de babanın kro­mozomlarının birleşmesiyle tek bir hüore haline gelen zigot daha sonra normal mitoz bölünmelere başlar. Yumurta biçiminde başlan ve uzun kuyrukları (kamçıları) olan Sperm hücreleri arasında hücre kalıntıları olan hareketsiz parçalar ayırt edilebiliyor. Övül ise protoplazmanm sol kısmında bulunan çekirdekle büyük, yuvarlak bir hücredir.



Cinsellik ve Kalp Sağlığı

10 Ağu, 2008 Cinsel Sorunlar, Kalp Sağlığı

Allanın kullarına lütfettiği en büyük nimet­lerden birinin de cinsî münasebet esnasında du­yulan zevk olduğuna şüphe yoktur. Böyle bir nimetten kimseyi mahrum etmeye kimsenin hak­kı yoktur. Yalnız, o esnada kalbin çok yoruldu­ğu, birçok kalp krizlerinin cinsellik es­nasında meydana geldiği herkes tarafından bilin­mektedir. Şu hususları unutmayınız : enfarktüs geçirdikten sonra hiç olmazsa üç ay hanımlar­dan uzakta kalmanız şarttır; cinsî münasebeti fazla oynaşmadan, kendinizi yormadan yapma­nız daha doğrudur; ne sayıda yapılması kendi; arzunuza bağlıdır, nişlerinizi içinizde hapset-mektense boşaltmak daha iyidir; bekâr iseniz evlenebilirsiniz, ama kendinizden çok küçük yaşta biri olmamalı. Şayet cinsî münasmda göğsünüze ağrı, sıkıntı geliyorsa, önce ilacınızı almanız icabeder.



Cinsellikte Acı Duyma

1 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-C

Ağrılı Temas

Cinsel birleşmenin ağrılı olmasına disparöni (dyspareunia) denir. Sebepleri arasında kalın ve yırtılmamış kızlık zarının varlığı, vagina içinde bir bölmenin veya darlığın bulunması, dış genital organlarda iltihap (bartholint, vaginit v.b.), uretra karunkülü başta sayılabilir.

Ayrıca doğumda meydana gelen yırtık veya vagina darlığı da disparöni sebebi olabilir.

Karın içindeki hastalıklar (parametrit, endometriosis, kronik salpenjit v.b.) rahim çarpıklığı (retroversion) da kadınların cinsel birleşmede ağrı duymalarına neden olabilir.

Tedavi sebebe göre yapılacağından kadın hastalıkları doktoruna başvurmalıdır.



Cinsel Eğitim

8 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Çocuk Sağlığı

Cinsel Eğitim

Her ne kadar yetişkinlerden farklı şekilde ve anlamda da olsa, çocuk ilk yaşlarda vücudu ve karşı cins hakkında merak duyar. Çocuk, üç - dört yaşlarında kendisi ve nereden geldiği hakkındaki soruları korkmadan ve çekinmeden sormaya başlayacaktır. Bu sorular onun merakını giderecek ve yeterli bilgiyi verecek şekilde doğru olarak yanıtlanmalıdır. Bu ilk dönemlerde genellikle bir veya iki özetleyici açıklama yeterli olacaktır.Cinsiyet tabiatın devamlılığında temel unsuru meydana getirir. Çocuğun bu konuda merak duyması çok doğaldır. Gelişiminin ilk beş veya altı yılında olan bir çocuğun cinsiyet yönünden davranışları, bazı psikologları cinsiyetin bütün hayatın biçimlenmesinde ve gelişiminde en önemli faktörlerden biri olduğu sonuouna götürmüştür. Bu davranış hayatın gelişimi ile şekillenmeye başlar, yaşadığı her olay çocukta izler bırakır. Bunun için bazı otoriteler, cinsel eğitimin evde ve doğumdan ibaren başladığını kabul ederler.Anne ve babalar cinsiyet hakkında nasıl davranırlarsa onların birbirlerine karşı ta-wrian nasılsa, çocuğa da öyle yansır. Eğer anne. cinsiyetin tiksindirici, tehlikeli ve do-|un yapmak için katlanılan bir külfet olduğu duygusu ile hareket ederse, belki de çocuğun geleceğindeki sıkıntılı problemlerdi tohumlarını ekmiş olacaktır. Örneğin, karısını aşağılayan bir baba, cinsiyet koausunda. çocukta yıllarca süren gizli iç çatışmalara yol açabilecek bir davranışa neden olabilir.çocuk çok küçükten kadın ve erkek arasndaki farkları seslerinden, görünüşlerin babasının sakalından, elbiselerinden ve babanın ev içi işlevlerindeki farklısından hisseder. Doğruluk, sevgi ve samimiyetin olduğu bir evde, çocuk, bu farklılıklar ve cinsel konular hakkında sorular sormakta kendisini özgür hisseder. Eğer

baba utangaç ve bağnaz ise veya cinsellik ile ilgili konuları dokunulmaz yani tabu olararak nitelemişse, çocuk da cinsiyeti ve

cinsel organlarını utanılacak ve iğrenç organlar olarak tanıyabilir. Zamanla çocuk, cinsiyeti, hayatın devamının doğal bir seyri yerine ‘kirli’ bir olay olarak düşünür.Ana babaların, çocuklarının sorularını cevaplamada karşılaştıkları en önemli zorluklardan biri de konuşurken kullanacakları doğru terimlerin eksikliğidir. Çocuk genellikle diğer çocuklardan cinsiyet hakkında bir şeyler kaptığında, kelimeleri hoş olmayan kalıplarla karışmış bir biçimde öğrenir. Anne ve babalar bunu önlemek isterler, fakat genellikle doğru kelimeleri ve yaklaşımları bilmemeleri onları engeller. Doğru deyimlerin bilinmesi, ana ve babayı soruları anında, bir imaya ve de utanmaya yer vermeden basitçe cevaplayabilir hale getirecektir. Cinsiyet doğadaki her canlıda, bitkilerde, kuşlarda, hayvan hayatında vardır. Biyolojinin temelini kavramak, ana - babalara sadece terimleri değil fakat konuya yaklaşım şeklini de öğretebilir.

Cinsel öğretimde bilimsel dil kullanılabilir. Fakat bu, özellikle ilk yıllarda adeta bir sanattır. Çocuğa o sorana kadar bu konularda bir şey anlatılmamalıdır, gerçi sorduğunda gerçek söylenmelidir ama hepsini bir seferde anlatmaya gerek yoktur. 4-5 yaşlarında bir çocuk genellikle ayrıntılı bir açıklamayı istemez ve ayrıntıları kavrayamaz. Ona anlatılacak gerçek, onun anlayabileceği gibi olmalıdır. Böylece kendi vücudunun nasıl annesinin vücudunda (içinde) olduğunu soran 5 yaşında bir çocuğa babasının, annesini sevmesinin bunun nedeni olduğunu söylemek yeterli olacaktır.Çocuğa ilk yıllardaki bir açıklamada (ergenlik çağında daha ayrıntılı) ne anlatılmalıdır? Cinsiyet hayatın bir parçasıdır ve bunun öğretiminde zaten duyarlı olan çocuğa gereksiz vurgulamalar yapılmamalıdır.

Eğer çocuğa ilk yıllarda basit ve gerçek cevaplar verilirse, çocuk ergenlik çağında karşılaşacağı problemlere daha iyi hazırlanmış olacaktır. Gelişen bir genç kızı ve delikanlı kendilerinde meydana gelen değişimin doğurduğu telaş ve korkuya karşı önceden aydınlanmış olur. Böylece herkeste beliren ve soyun devamı için gerekli olan doğal cinsiyet dürtüsünü anlamakta güçlük çekmez.

Böylelikle de, çocuk, ergenlikteki değişimleri korkusuzca, utanmadan ve ürkmeden kabullenmeye hazırlanmış olur. Kızlar, erkeklerden daha erken gelişirler, âdet kanamaları başlamadan önce, onları buna hazırlamak gerekecektir. Hazırlıklı olmayanlar için bu olay ürkütücü olabilir. Aynı şekilde erkek çocuklarda geceleri meni akıntısı başlaması da korkutucu ve iğrendirici olabilir.

Başlangıçtan beri çocuğa bir cinsiyet eğitimi vermek isteyen anne ve babalar için bunun en uygun yolunun ne olduğu çözümlenmiş değildir. Bu konuda bazı kitaplar gösterilebilir ve örnekler verilebilir. Ana ve babanın cinsiyet hakkındaki davranışlarını uygun bir şekilde yerine getirmelerinin çocuğun gelişimi üzerinde çok önemli olduğu bilimsel açıdan da kabul edilmiş bir gerçektir.Çocukların cinsel konularda soracakları soruları onun anlayacağı şekilde yanıtlaman, hiçbir zaman tersleyip ayıplamamalıdır.



Cinsel Bozukluklar,Seksüel Uygunsuzluklar,Sapıklıklar

8 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-S

Seksüel Uygunsuzluklar, Sapıklıklar, Cinsel Bozukluklar

Cinsel arzu, tıp dilindeki deyimiyle libido orgazmla doyuma ulaşma ve zaman zaman duyulan bir cinsel heyecan özlemidir. Cinsel içgüdünün doğrudan doğruya bir belirtisidir. Bazen anormal veya aşırı cinsel arzular mevcuttur. Aşırı cinsel arzu duyan kişiler günde iki, üç orgazm ile tatmin olurlar (hiperseksüalite). Çok kere beyin hasarı, akıl geriliği veya psikopatiden ötürü cinsel arzunun artması görülebilir. Bu gibi durumlarda erkekler için Satiriasis, kadıniar için Nemfomani terimleri kullanılır.

Cinsel bozukluğu olan kimselerin çok az bir bölümi tedavi için doktora müracaat ederler. Hasta suçluluk duygusu içinde zamanla bu derdini çözebileceğini ümit eder veya homoseksüellerin çoğunda olduğu gibi halinden memnundur. Birçok olayda hasta evlidir, iyi bir baba veya annedir, toplumda sevilen bir insandır. Cinsel sapıklığını bazı dönemlerde gizlice sürdürür. Karısı gebe iken ve ilgisinin azaldı-ğını duyduğu zaman veya bütün hayatı boyunca kontrol ettiği gizli bir isteği içki veya duygusal bir bozukluk nedeni ile engelleyemediği zaman başvurabilir.

Cinsel isteklerle ilgili aşırı bir davranış yüzünden tutuklanan kişi için psikiyatrik muayene gereklidir. Suçun duygusal bir bozukluk yahut bunama başlangıcı veya bir akıl hastalığı sonucu olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Cinsel fonksiyon bozukluklarının başında hastanın kendini veya eşini tatmin edemediği iktidarsızlık (empotans), cinsi temasın ağrılı olması (dispareunie) veya cinsel isteğin olmayışı yani soğukluk (frigidite) dediğimiz durumlar gelir.

Karşılıklı iki cins arasında geçen ve koitus denen cinsi temasla sonuçlanan sevişme şekilleri normal cinsi davranışlardır. Cinsel sapıklıklarda ise ya obje bakımından ya da hedef bakımından normalden sapma vardır.

Kişinin cinsel heyecan yaratmak amacıyla kendi dış genital organlarını uyarması yani mastürbasyon (onanizm) yapması, kendi cinsinden bir kimse ile temas kurması (homoseksüalite), hayvanlarla temas kurması (bestialite), duygusal nitelik taşımayan canlı veya cansız bir nesne ile cinsel uyarıma ulaşmaktan hoşlanması (fetişizm), cinsel organları gözlemek, halk deyimiyle röntgencilik yapmak (skoptofili), cinsel temas için anüs yolunu kullanmak (sodomi), cinsiyet organlarını açıp göstermek (eksibizyonizm), acı vererek cinsel orgazma varmak (sadizm) veya acı çekerek, aşağılanarak, kırbaçlanarak zevke ulaşmak (mazohizm) gibi davranışlar değişik sapıklık örnekleridir. Bu bozuklukların nedeni ile ilgili bilgiler çok sınırlıdır.

Psikodinamik açıdan normal cinsel olgunlaşma seyrinde bir gecikme yahut cinsel gelişmedeki bir sapmadan ileri geldikleri düşünülmektedir. Çocuğunun üzerine düşen otoriter bir anne, zayıf yahut sert bir baba gibi faktörlerin çocukta cinsel gelişme eksikliğine yo! açtığı ileri sürülmüştür. Bazı homoseksüalite olaylarında yapılan genetik incelemeler kromozomlara bağlı bir bozukluğu işaret etmektedir. Cinsel sapıklarda hormon tedavisi ile libidonun azaltılmasına çalışılır. Östrojen hormon yapılarak erkek hormonunun çalışması dengelenir.



Cinsel Birleşme-Cinsi Temas

8 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-C

Cinsi Temas, Kopuiasyon, Koitus - Cinsel Birleşme

Doğada canlıların çoğalması yumurta hücrelerinin birbirleriyle buluşmalarında ilk adım her iki cinsin yumurta hücrelerinin birbiri ile buluşmalarıdır. Bu biyolojik olaya döllenme denir ve bunu sağlayacak olan birleşmeye cinsel birleşme veya kopulasyon (copulation), hayvanlar âleminde ise çiftleşme denir. İnsanlarda erkek yumurta hücresi olan sperm cinsel temas yani koitus esnasında vaginaya aktarılır. Buraya dolan spermler kollumdaki daha uygun biyolojik ortam içinde rahim ağzını tıkayan servikal mukusun şimiyotaksi denilen çekiciliğinden yararlanarak rahime girerler. Eğer birleşme esnasında orgazm olursa, uterusun kasılmaları ile servikal mukus tıkacının dışarı fırlayarak erkek yumurtasını taşıyan ifrazatla (semen) bulaştığı ve spermin içeriye girmesini kolaylaştırdığı kabul edilmektedir. Ancak yapay döllenmede görüldüğü gibi orgazmın ön planda rolü yoktur.Sperm hücreleri kuyruk hareketleriyle 3-5 mm. lik bir hızla servikal kanaldan geçerek rahim içine girerler. Sperm hücrelerinin bu mukus içinde 5-6 gün canlı kalabildikleri görülmüştür. Mukus dediğimiz rahim ağzı tıkacının yapısının ancak normal sperm hücrelerinin geçişini sağladığı, anormal biçimli ve kuyruklu olanlarla hareketsiz olanların takılmasına sebep olarak filtre görevi yaptığı ileri sürülmektedir. Burada şimiyotaksi denen kimyasal olayın da rolü vardır. Bazı şartlar altında servikal mukusun spermlere düşman bir ortam gibi davrandığı çeşitli bağışıklık globulinlerinin onları bloke ettiği bilinmektedir.Spermlerin çoğu rahim boşluğunda ve tu-ba denilen yumurtalık kanalında fagositoz yani koruyucu hücreler tarafından yenmek suretiyle yok olmaktadır. Koitten 2-34 saat sonra tubalarda ancak 200 kadar sperm bulunmuştur.Tuba içinde ovumla karşılaşan sperm bazı fermentlerin yardımıyla onun çevresindeki koruyucu tabakaları delerek yumurta nın içine girer ve onu aşılamayı başarır. Böylece yeni doğacak yavrunun ilk nüvesi atılmış olur.



Çift Cinsiyet, Hermafroditizm

28 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-H

Bir insanda hem erkek, hem de kadın cin­siyet organları mevcutsa o kişinin iki cinsliliğini ifade etmek için hermafrodit deyimi kullanılır. Erkek güzellik tanrısı Hermes ile kadın tanrıçası Afrodit’in İsimlerinden oluşturulmuş bir terimdir. Kromozom yapısı genellikle XX dir. Psikoseksüel yapı esnek­tir ve cinsiyet rolü, doğumda belirlenen cinsiyete ve yetiştirilirken uygulanan dav­ranış türüne göre gelişir. Yalancı hermafroditizm veya «interseks» özellikle 44 + XY kromozom yapısına sahip erkeklerde olur. Somatik hücrelerde en­zim yetersiz kaldığından androjen hormon etkisini göstermez, feminizasyon, yani ka­dınlık gelişmesi hâkimdir. Testisler torba­lara inmemiş ve penis gelişmemiştir. Bu nedenle daha doğumda cinsel organlar ne­deniyle kız çocuğu sanılarak, ona göre yetiştirilir. Buluğ çağında kısmen gelişen erkeklik karakterleri durumu karıştırır ve cinsiyetin yeniden belirlenmesi gerekir.

Kadınlarda psödohermafroditizm daha en­der görülür ve çoğunlukla adrenogenital sendrom dediğimiz böbreküstü bezinin bozukluğuna bağlı olarak oluşur. Bu bezin çok fazla androjen üretmesi sonucu kız­larda klitoris denen organ penis gibi bü­yümeye başlar, hipospadiak penis cluşur ve çocuk yanlış olarak erkek sanılıp cna göre yetiştirilir.



Bluğ Çağı

3 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B

Bu çağa gelen genç kızlar kendisini, eskiden beğendiği kendinden büyük kızlar gibi veya annesi gibi hisset­meye başlar. Kadınlığa erişme ile gurur­lanır. Ancak bu duygu, kadınlığa ermenin kendisi için normal, sağlıklı bir durum ol­duğu yolunda aydınlatılmasıyla gerçekle­şecektir. Buluğ çağında çoğu kız, değiş­melerden rahatsız ve huzursuz olur. Eğer bir genç kız, kadınlığa geçiş konusunda ay­dınlatılmamış ve bu durumu anlamamışsa, vücudundaki değişiklikleri kabullene­mez. Eğer bir kadın, hanımlık ve annelik görevlerine çarpık tepkiler gösteriyorsa kızlarının ergenlik çağında bu kurumlara tepkiyle bakmalarına yol açabilir. Sağlıklı bir anne, kızına, bir kadının anne ve evli bir kadın olarak edineceği cinsel, ailevi ve sosyal görevlerin bir övünç kaynağı oldu­ğunu ve bunların bütün öteki faaliyetlerden daha önemli olduğunu anlatmalıdır. Erkek çocuklar da, büyümekten ve güçlenmekten gurur duyarlar. Takdir ettikleri fi­ziksel faaliyetleri yapabildikleri için mutlu­durlar. Çabucak gelişerek, futbol oyuncusu gibi bir vücuda sahip olan bir çocuğun ya­şamı, fiziksel büyümesi yavaş olana oran­la daha rahattır. Eğer boyu ve kilosu orta­lamadan azsa, üzüntü duyar. Kendilerini yaşıtlarıyla sürekli olarak kıyaslayan ço­cuklar, arkadaşlarından, özellikle sporda daha yeteneksiz olduklarının ima edilme­sine karşı çok alıngan ve duyarlıdırlar. Er­kekler göğüs çevresi, kol kuvveti ve genel görünüşleri konusunda çok titizdirler. Ba­zıları, bu konudaki eksikliklerini giderek fi­ziksel sakatlık olarak yorumlar. Kızlar da, erkekler de, plajda mayolarla görünmek­ten çekinirler. Kalçaların genişliği, bacak­ların şişman ya da zayıf oluşu, göğüslerin çok düz ya da dolgun oluşu, buluğ çağın­daki gençler için hep bir şüphe ve yakın­ma nedenidir.



Cinsel Eğitim

8 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Çocuk Sağlığı

Cinsel Eğitim

Her ne kadar yetişkinlerden farklı şekilde ve anlamda da olsa, çocuk ilk yaşlarda vücudu ve karşı cins hakkında merak duyar. Çocuk, üç - dört yaşlarında kendisi ve nereden geldiği hakkındaki soruları korkmadan ve çekinmeden sormaya başlayacaktır. Bu sorular onun merakını giderecek ve yeterli bilgiyi verecek şekilde doğru olarak yanıtlanmalıdır. Bu ilk dönemlerde genellikle bir veya iki özetleyici açıklama yeterli olacaktır.Cinsiyet tabiatın devamlılığında temel unsuru meydana getirir. Çocuğun bu konuda merak duyması çok doğaldır. Gelişiminin ilk beş veya altı yılında olan bir çocuğun cinsiyet yönünden davranışları, bazı psikologları cinsiyetin bütün hayatın biçimlenmesinde ve gelişiminde en önemli faktörlerden biri olduğu sonuouna götürmüştür. Bu davranış hayatın gelişimi ile şekillenmeye başlar, yaşadığı her olay çocukta izler bırakır. Bunun için bazı otoriteler, cinsel eğitimin evde ve doğumdan ibaren başladığını kabul ederler.Anne ve babalar cinsiyet hakkında nasıl davranırlarsa onların birbirlerine karşı ta-wrian nasılsa, çocuğa da öyle yansır. Eğer anne. cinsiyetin tiksindirici, tehlikeli ve do-|un yapmak için katlanılan bir külfet olduğu duygusu ile hareket ederse, belki de çocuğun geleceğindeki sıkıntılı problemlerdi tohumlarını ekmiş olacaktır. Örneğin, karısını aşağılayan bir baba, cinsiyet koausunda. çocukta yıllarca süren gizli iç çatışmalara yol açabilecek bir davranışa neden olabilir.çocuk çok küçükten kadın ve erkek arasndaki farkları seslerinden, görünüşlerin babasının sakalından, elbiselerinden ve babanın ev içi işlevlerindeki farklısından hisseder. Doğruluk, sevgi ve samimiyetin olduğu bir evde, çocuk, bu farklılıklar ve cinsel konular hakkında sorular sormakta kendisini özgür hisseder. Eğer

baba utangaç ve bağnaz ise veya cinsellik ile ilgili konuları dokunulmaz yani tabu olararak nitelemişse, çocuk da cinsiyeti ve

cinsel organlarını utanılacak ve iğrenç organlar olarak tanıyabilir. Zamanla çocuk, cinsiyeti, hayatın devamının doğal bir seyri yerine ‘kirli’ bir olay olarak düşünür.Ana babaların, çocuklarının sorularını cevaplamada karşılaştıkları en önemli zorluklardan biri de konuşurken kullanacakları doğru terimlerin eksikliğidir. Çocuk genellikle diğer çocuklardan cinsiyet hakkında bir şeyler kaptığında, kelimeleri hoş olmayan kalıplarla karışmış bir biçimde öğrenir. Anne ve babalar bunu önlemek isterler, fakat genellikle doğru kelimeleri ve yaklaşımları bilmemeleri onları engeller. Doğru deyimlerin bilinmesi, ana ve babayı soruları anında, bir imaya ve de utanmaya yer vermeden basitçe cevaplayabilir hale getirecektir. Cinsiyet doğadaki her canlıda, bitkilerde, kuşlarda, hayvan hayatında vardır. Biyolojinin temelini kavramak, ana - babalara sadece terimleri değil fakat konuya yaklaşım şeklini de öğretebilir.

Cinsel öğretimde bilimsel dil kullanılabilir. Fakat bu, özellikle ilk yıllarda adeta bir sanattır. Çocuğa o sorana kadar bu konularda bir şey anlatılmamalıdır, gerçi sorduğunda gerçek söylenmelidir ama hepsini bir seferde anlatmaya gerek yoktur. 4-5 yaşlarında bir çocuk genellikle ayrıntılı bir açıklamayı istemez ve ayrıntıları kavrayamaz. Ona anlatılacak gerçek, onun anlayabileceği gibi olmalıdır. Böylece kendi vücudunun nasıl annesinin vücudunda (içinde) olduğunu soran 5 yaşında bir çocuğa babasının, annesini sevmesinin bunun nedeni olduğunu söylemek yeterli olacaktır.Çocuğa ilk yıllardaki bir açıklamada (ergenlik çağında daha ayrıntılı) ne anlatılmalıdır? Cinsiyet hayatın bir parçasıdır ve bunun öğretiminde zaten duyarlı olan çocuğa gereksiz vurgulamalar yapılmamalıdır.

Eğer çocuğa ilk yıllarda basit ve gerçek cevaplar verilirse, çocuk ergenlik çağında karşılaşacağı problemlere daha iyi hazırlanmış olacaktır. Gelişen bir genç kızı ve delikanlı kendilerinde meydana gelen değişimin doğurduğu telaş ve korkuya karşı önceden aydınlanmış olur. Böylece herkeste beliren ve soyun devamı için gerekli olan doğal cinsiyet dürtüsünü anlamakta güçlük çekmez.

Böylelikle de, çocuk, ergenlikteki değişimleri korkusuzca, utanmadan ve ürkmeden kabullenmeye hazırlanmış olur. Kızlar, erkeklerden daha erken gelişirler, âdet kanamaları başlamadan önce, onları buna hazırlamak gerekecektir. Hazırlıklı olmayanlar için bu olay ürkütücü olabilir. Aynı şekilde erkek çocuklarda geceleri meni akıntısı başlaması da korkutucu ve iğrendirici olabilir.

Başlangıçtan beri çocuğa bir cinsiyet eğitimi vermek isteyen anne ve babalar için bunun en uygun yolunun ne olduğu çözümlenmiş değildir. Bu konuda bazı kitaplar gösterilebilir ve örnekler verilebilir. Ana ve babanın cinsiyet hakkındaki davranışlarını uygun bir şekilde yerine getirmelerinin çocuğun gelişimi üzerinde çok önemli olduğu bilimsel açıdan da kabul edilmiş bir gerçektir.Çocukların cinsel konularda soracakları soruları onun anlayacağı şekilde yanıtlaman, hiçbir zaman tersleyip ayıplamamalıdır.



Çocuk Bakımı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Çocuk Sağlığı

Çocuk Bakımı

Yeni doğan bir bebeğin aileye ne tür sorumluluklar getireceği bilinmez. Anne ve baba altından kalkamayacakları bir sorunla karşı karşıya kaldıklarını düşünürler. Bu yanlış bir düşüncedir.Evvelce çocuk bakımı konusunda kesin reçeteler vermeye alışık olan çocuk doktorları, günümüzde, her bebeğin boyca, kiloca, renkçe v.b. yönlerden farklı birer yaratık olduğunu düşünmekte ve hoşlandıkları şeyler, duyguları, uyku alışkanlıkları, büyüme biçimleri, huylan bakımından da farklı olan bebeklerin katı bir anlayış içinde büyütülmemeleri gerektiğini savunmaktadırlar.

Her bebek, ayrı bir insan olarak ele alınıp ona göre yetiştirilmelidir. Ama her zaman ne yapılması gerektiğini hep doktorunuzdan beklememelisiniz. O size genel olarak izleyeceğiniz yol konusunda birtakım şeyler söyleyebilirse de, bunları kendi bebeğinize uygulayacak olan sizlersiniz. Bu yüzden anne ve baba, kendi yargılarına güvenmek zorundadırlar. Teorik bilgi her zaman pratik deneyimin yerini tutamaz.

Benek doğuşta ortalama 3,5 kilogram kadar ağırlıktadır. Kızlar 250 gram kadar hafif olurlar. Beş kiloya kadar doğabilmektedir. İki kilo beş yüz daha az doğan bebekler erken doğmuş sayılırlar ve bu özel bakıma alınırlar. Çoğu beş-altıncı ayda kilolarının iki katına çıkarlar. Doğuşta boy 48 ilâ 53 santimetre arasındadır. Bir yaşına bastığında bebeğin boyu daha uzamış olur. Doğuşta baş ile göğüs çevresi eşittir. Sonra baş hızla büyür ve bir yaşına bastığında cevresi 4 santime yakın artış gösterir.Kafatası kemikleri yumuşaktır ve çocuk bir yaşına kadar tek bir tarafa uzun süre yatmamalıdır. Bir emzirmede soluna, ötekinde sağına yatırılmalı, hem yüzüstü, hem de sırtüstü yatmaya alıştırılmalıdır. Kafatasında iki yumuşak bölge olan bıngıldaklar, kemiklerin kaynaşmadıkları bölgelerdir. Başın arka kısmındaki bıngıldak dördüncü ayda, öndeki bıngıldak ise onsekizinci ayda kapanır. Bıngıldaklara özel bir bakım gerekmezse de, buraları ellemek, bastırmak doğru değildir.

Yürüme : Bazı çocuklar yedinci ayda emeklemeye başlar. Bazıları, emeklemek için onuncu, hatta onbirinci ayı bekler. Birinci yılın sonunda, çocuk kolayca ayakları üzerinde dikilebilmeli ve tutunarak yürüyebilmelidir. Elinden tutulursa genellikle onikinci ayda yürür. Yardım edilmemesi halinde yürüme normal olarak oniki ile on altıncı aylar arasında başlar. Tabii, bazıları daha hızlı gelişir ama, çocukların yüzde 4O’ı bir yaşında, yüzde 6O’ı da on dört ayda yürüyebilir. Şişman veya hastalık geçiren çocukların yürümeleri iki yaşına kadar gecikebilir. Bazen kaygan bir zemin, tıkış tıkış bir oda ya da sıkan bir ayakkabı, çocuğu yürümekten alıkoyabilir. Kaslarda hastalık, raşitizm veya sinirlerde hasar sözkonusu olabilirse de bunlar çok seyrek görülen şeylerdir. Yürümeye isteksiz çocuğu anne-baba sabırla karşılamalı ve o yürümeye hazır olmadan zorlamaya gitmemelidir. Yeni yürümeye başlayan başka çocukların yanına koymak da, çocuğu yürümeye teşvik edici bir unsurdur.

Görme ve İşitme : Doğduktan sonra bebekler ışık ile karanlığı ayırdedebilirler ama, iki haftaya kadar dikkatlerini bir eşya üzerinde toplayamazlar. Genellikle dört hafta sonra bir şeye bakabilir ve iki aylıkken hareket halindeki bir eşyayı gözleriyle izleyebilirler. İlk aylarda gözünü bir noktada toplamakta güçlük çekeceğinden çocuk şaşı bakıyor sanılabilir. Bu durum kısa zamanda kaybolur, endişelenmeye gerek yoktur.

Doğuştan kısa süre sonra bebekler gürültü ve sesleri tanırlar ama bir sesi diğerinden ayırdetmesi için iki-üç ay geçmesi gerekir. İki-üç aylık bebekler müzik dinlemekten hoşlanırlar ve bazen bu durumda ağlamayı bile keserler.

Tad alma : Bebeklerin gelişkin bir tad alma duyguları yoktur. Ancak tatlı ve ekşi besinleri birbirinden ayırt edebilirler.



Çölyak Hastalığı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlıklı Beslenme, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

Çocuklarda barsaklarda yiyeceklerin, özellikle yağların emilememesi sonucu meydana gelen hastalığa çölyak (Coeliaç) veya selyak hastalığı denir. Hastalık ailevidir ve sebebi buğday, arpa, yulaf ve çavdarda bulunan glüten ve gliadin adındaki proteine olan duyarlılıktır. Sonuç olarak yağ asitlerinin sindirimi bozulmuştur.Sağlıklı bebeklerin 6-9 ayları arasında unlu gıdalarla beslendiklerinde kilo kaybettikleri, huzursuzlaştıkları, açık renkli, pis kokulu yağlı bir dışkı (steatore) çıkardıkları görülmüştür. Bir süre sonra mide şişmeye başlar, kol ve bacaklar aşırı derecede zayıflar, çocukta kötü beslenmeyle ilgili hastalıklar (anemi, raşitizm v.b.) meydana gelebilir.

Tedavide glutensiz beslenme önemlidir. Bu amaçla bazı ülkelerde glutensiz (mısır veya pirinçten yapılmış) özel un ve ekmekler satılmaktadır. Ayrıca anemi için B12 vitamini verilir.



Coombs Testi-RH Antikorunun Aranması

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-R, Çocuk Sağlığı

Gebe kadınların ve çocukların Rh uyuşmazlığı bakımından kontrolü amacıyla kanda yapılan bir laboratuvar muayenesine Coombs testi adı verilir.Doğumdan önce yapılan ve antenatal denilen muayenelerde her gebenin kan grubu ve Rh faktörü araştırılır. Eğer anne Rh (—) ise eşinin kan grubu ve Rh faktörünün bilinmesi de önemlidir. Homozigot Rh (+) bir babanın çocukları mutlaka Rh pozitif doğar. Çünkü Rh dominan yani baskın bir faktördür. Heterozigot babaların ise çocuklarının yarısı Rh pozitif olabilir.

Kan uyuşmazlığına aday çiftler tesbit edildiğinde gebeliğin 6. ayından itibaren anne kanında anti Rh antikoru aranmaya başlanır. Bu amaçla yapılan teste Coombs testi denir.Gebe kanında daha doğumdan önce serbest olarak dolaşan antikorların varlığını anlamak için yapılan teste indirekt Coombs testi denir. Doğumdan sonra göbek kordonundan alınan veya yeni doğan bebekten alınan kanda blokan antikorlarla uygulanan test ise direkt Coombs testi adını alır. Alyuvarlarda aglütinasyon görüldüğünde test pozitif denir, yani hastalık tehlikesi mevcut demektir. Doktorlar alınan sonuçlara göre tedavi uygular ya doğum erken olarak başlatılır veya doğan çocuğun kanı değiştirilir, yani exchange trans-fusion yapılır.



D Vitamini

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlıklı Beslenme, vitaminler-faydalari, Çocuk Sağlığı

D vitamini, bedenimizdeki provitamin denen bazı maddelerden (ergosterol) güneş ışınları etkisiyle oluşan bir vitamindir. Deride meydana gelir ve karaciğerde depolanır. Yağda eriyen bir vitamin olarak ayrıca balıkycğında, süt ve sütten yapılcn besinlerde bulunur. Kemiklerin gelişmesinde kalsiyum ve fosfor elementleri kadar gerekli olan bir vitamindir. Eksikliğinde çocuklarda raşitizm, büyüklerde ise osteo-malasi denen kemik hastalıkları meydana gelir.Çocuklarda, gebelerde ve çocuklarını emziren annelerde D vitamini ihtiyacı günde 400 ünite kadardır. Ancak fazla miktarda D vitamini almak da doğru değildir. D hi-pervitaminczu belirtileri görülebilir. İştahsızlık, bulantı, kusma, karin ağrısı ve kabızlık oluşabilir.D vitamini de tek bir vitamin değildir. Dt , D, ve Di vitaminler-faydalarii bulunmuştur. D vitamini preparatları en çok süt çccukiarına yapılmaktadır. Ayrıca D vitamini bazı romatizma ve cilt hastalıklarında kullanılmaktadır.



Damak ve Bozuklukları

9 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Ağzın tavanı olan damak üst çene kemiklerinin uzantılarının arkada birleşmesi ile meydana gelmiştir. Önde sert damak (Palatum durum) dediğimiz kısım kemikten, arkadaki yumuşak damak (Palatum mclle) ise kaslardan meydana gelir ve küçük dil (uvulo) denilen ufak bir çıkıntı ile uzanır. Damağın üzeri ağız mukozası ile örtülüyor. Yumuşak damak ağız ile yutağı birerinden ayırır. Yutkunduğumuz zaman yükselir ve nefes borusunu kapatır.Damak kemiklerinin doğuşta tam birleşmesi yarık damak denilen kusuru meydana getirir. Dudakların da tam birleşmediği yarık damak kusuru ile beraber görüldüğünde kurt ağzı denilen durum meydana gelir. Böyle bir doğuştan kusurluluk hali çocuğun hem beslenmesini hem de konuşmasını güçleştirir. Tedavisi ancak ameliyatla mümkündür.



Dil ve Hastalıkları, Dil Yarası

14 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Boğazın tabanına bağlı olarak hareket edebilen, adeleden oiuşmuş bir organdır. En önemli görevleri, çiğnemeye yardımcı olmak, besini yutmak, tad almak ve konuş­ma fonksiyonunu sağlamaktır. Tad alma kabarcıkları, dilin her iki yanın­da bulunur. Bunlara papilla da denir. Di­lin üzerinde, ağzın bitiştiği yerde ve gırt­lakta da bulunurlar. Ince bir zar, dilin alt yüzeyini, ağzın tabanına bağlar. Frenilum da denen bu bağ bazen çok kısa olur ve çocuğun peltek konuşmasına yol acar. Basit bir operasyonla bu durum küçük yaşlarda giderilebilir.

Normal olarak dilin rengi pembemsi beyaz, nemli ve temizdir. Dilin kuru olması, koyu renk alması, üzerinde tüy bulunması, has­talık belirtisi sayılır, insanı rahatsız eden şikâyetlerden biri de dildeki yanma ve acı duygusudur.

Kızıl hastalığında, dil şişer, üzerinde kü­çük kabarcıklar belirir ve parlak, kırmızı bir renk alır. Bu görünüm çileğe benzedi­ğinden çilek dili adı verilir.

Dilin mikropla, mantarlar ve virüslerle eh-fekte olmasına veya sivri ve çarpık dişler yüzünden iltihaplanmasına glossit denir. -

Dil yanması çoğunlukla sindirim sistemin­deki bozuklukla ilgilidir. Bu durumda, sin­dirim sistemi şikâyetlerini gözden geçir­mek üzere doktora gitmek faydalıdır.

Bazı vakalarda dildeki yanmanın ve yara­ların, dişlere dolgu yapılması sonucu or­taya çıktığı anlaşılmıştır. Dolgu yerindeki elektrik potansiyelinin farklı olması bu du­rumu doğurur.

Bazen dilin yüzeyi, düzgünlüğünü yitirip girinti çıkıntılarla dolabilir. Bu duruma coğrafya dili denir. Bulaşıcı değildir. Ba­sit antiseptiklerle, ağız yıkamayla, vitamin bakımından zengin, demir ve karaciğer gi­bi kansızlığa karşı maddeler içeren besin ve ilaçlarla tedavi edilebilir. Papillaların aşırı uzayarak küçük siyah kıllar şeklini almasına siyah kıllı dil (Lingua nigra pilosa) denmektedir. Sebep olarak bazı mantarlar, mikroplar ve antibiotikler gösterilmektedir.



Dışkı ve İdrar Kaçırma, Altına Etme

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

Normal olorak vücuttan atılması refleksler­le düzenlenen ve kısmen irademize bağlı olan dışkılama ve idrar etme fonksiyonla­rını kontrol edememeye enkontinans de­nir. İdrar enkontinansı, istek dışı ve idrar hissi olmadan idrar kaçırmaktır. Hakiki enkontinansta mesane dolu olmadan da, idrar devamlı damlalar halinde akar. Stres en­kontinans denen durumda öksürme, aksır­ma, gülme ve hafif hareketler yapma gibi az bir efor esnasında, az veya çok mik­tarda idrar kaçırılır. Paradoks enkontinans denen durumda ise hasta mesanesi dolu iken idrar kaçırır.

Feçes enkontinansı denen dışkı kaçırma durumu anüsün çevresinde yer alan anal sfinkter kasların yetersizliğinde ortaya çı­kar. Hasta, dışkısını tutamaz. Gerek efor halinde iken gerekse yatarken veya otu­rurken dışkı kaçırır. Bu durum genellikle felçlilerde görülür.



Doğumun Çocukta Meydana Getirdiği Arızalar-Doğum Travmaları

16 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Doğum Olayının Çocukta Meydana Getirdiği Arızalar-Doğum Travmaları:

Doğum travmalarında çocuğun beyin zarlarında yırtılmalar,kalıcı hastalıklar,felçler, hidrosefali, geri zekâlılık, görme ve konuşma bozuklukları v.b.meydana gelebilir.Bütün bu travmalardan kaçınmalıdır. Do­ğum doktorunun rolü ve mesuliyeti büyük­tür. Her vakanın özelliğine göre nasıl gibi bir yol izleyeceğine önceden karar vermesi gereklidir. Doğum doktorları, travma ora­nını en aza indirmek için gerektiğinde do­ğumu kolaylaştıracak önlemleri alırlar. Son senelerde forseps kullanmak zorunda ka­lınacak olaylarda sezaryen şeklinde bir operasyona karar vermenin doğum trav­malarını azalttığı bir gerçektir.



Doğuştan Frengi-Kalıtsal Frengi

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Frengi hastalığının anne karnında iken ço­cuğa plasentadan geçebildiği görülebil­mektedir. Duruma göre bazen fetüs düşer veya ölü olarak doğabilir. Bu sebeple dü­şük veya ölü doğum yapan anneler frengi hastalığı yönünden araştırılırlar. Frengili her annenin çocuğunun mutlaka frengili olması gerekmez. Çocuk ortalama % 50 oranında frengili doğar. Doğumdan 4 yaşı­na kadar olan çocuklarda görülen konjenital frengi belirtileri (syphilis congenita praecox) nin mevcudiyeti plasentanın bü­yük olması, çocuğun iri kafalı (hidrosefali), veya küçük kafalı (mikrosefalı) olması v.b. hastalığın ihtimali belirtileridir. Bu durum­da göbek kordonundan kan alınarak mik­rop aranır. Daha sonra çocuğun derisinde makûl denilen lekelerin veya bül şeklinde su toplamış kabarcıkların bulunması gibi belirtilerin yani pemphigus denen hastalı­ğın olup olmadığı araştırılır. Çocukta er­ken frengi belirtilerinden dalak büyüklüğü kanlı burun akıntısı, kol kemiklerinde şiş­me, göz bozuklukları (iritis, iridosiklitis), orta kulak hastalıkları v.b. sayılabilir. Bazen frenginin 2. ve 3. devre belirtileri çocuklarda 4 yaşından sonra başlar (syphilis congenital tarda). Özellikle diş­lerde üst kesicilerin kısa ve serbest uçlarının yarımay şeklinde olması yani Hutchinson dişleri karakteristiktir. Kulakta çınlama, işitme bozukluğu, eklemlerde su toplaması (hidrartroz) gibi belirtiler gö­rülür.

Tedavi penisilinle yapılır. Tetrasiklin (Dok-silisin) de kullanılabilir.



Embriyon

19 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Farklılaşan hücre taba­kaları içte endodermi, dışta ektodermi mey­dana getirir. Bu ikisinin arasında mezo­derm yani orta tabaka vardır. İlerde ekto­derm tabakasından sinir sistemi ve deri, endodermden akciğerler, kalp, idrar ke­sesi ve barsaklar, mezodermden ise iske­let, kaslar ve bağ dokusu oluşacaktır. Embriyon denilen ilk insan taslağı üçün­cü aydan itibaren 10 cm. lik bir büyüklüğe ulaşarak fetüs adını alır ve insana ben­zemeye başlar. Frengi hastalığının, zehirlenmelerin, bes­lenme bozukluklarının emriyonun gelişmesi üzerindeki etkileri çok zamandan beri bi­linmektedir. Ayrıca gebeliğin ilk haftala­rında alınan bazı ilaçların ve annenin ya­kalanacağı bazı hastalıkların (kızamıkçık, toksoplazma v.b.) ağır embriyon sakatlık­larına, hatta embriyonun ölümüne yol aça­bileceği gösterilmiştir.



Emzirme, Anne Sütünün Faydaları

3 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Anne sütünde insan türüne özgü bağışıklık maddeleri vardır. Bu mad­deler ilk günlerde çocuğu hastalıklardan koruduğu için anne sütünün değeri inek sütüne oranla çok fazladır. Emzirme tekniğini bilmek, oldukça önemli bir konudur. Doğumdan 6-12 saat sonra ilk emzirme yapılır ve 3-4 saatte bir emzir­meye devam olunur. Gece 8 saatlik ara verilir. İlk günlerde çocuk gerekli gıdayı anne sütünden alamıyorsa, kilo ve su kay­bını önlemek için arada şekerli su veril­melidir.

Emzirme 10-15 dakikayı geçmemelidir. Uzun süre emzirmeler, meme başında çat­lamalara ve dolayısıyla meme iltihaplarına yol açabilir. Zaten çocuk gerekli sütü 10-15 dakika içerisinde alır. Çocuk,memeleri boşaltamıyorsa sütün triley denen bir pom­pa ile alınmasına gayret edilmelidir. Emzirme esnasında meme başı tamamıyla çocuğun ağzına girmeli, fakat burnundan nefes almaya devam edebilmesi için burun delikleri serbest bırakılmalıdır. Emzirmeden önce, bir bardak suya bir çay kaşığı karbonat konarak hazırlanan karı­şım ile meme başı yıkanarak steril bir gazlı bezle kurulanmalıdır. Emzirme bitince me­me başlarına koruyucu bir pomat sürüle­rek yine temiz bir gazlı bezle örtülmelidir.



Emzirme

19 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Bebek için en iyi gıda anne sütüdür.Doğumdan sonraki lohusalık dönemi bo­yunca süt yapımı gittikçe artar ve 15 gün­de maksimal bir seviyeye, ortalama günde 800-1800 mit.’ye ulaşır. Emzirme bırakılır­sa memede gelişim zayıflar ve süt salgısı yavaş yavaş azalır. Memeli hayvanların, türlerine özgü bir süt yapıları vardır. Sütün ana maddeleri pro­tein, yağ, süt şekeri ve minerallerdir. Do­ğumdan sonra ilk günlerde gelen ve yo­ğunluğu fazla olan süte kolostrum denir. Vitamin ve antikor açısından sütten daha zengindir.

İnek sütü ile anne sütü arasında da fark­lar vardır.



Ergenlik Dönemi, Buluğ Çağı

21 Şub, 2008 Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Çocuğun fiziksel yapısının derece derece yetişkinin fiziksel yapısına dönüşmesine ergenlik veya buluğa erme denir. Bu de­ğişiklikler çok yönlüdür. Fiziksel büyüme o kadar hızlıdır ki sanki çocukluktan ye­tişkinliğe geçiş bir gecede olur. Kız ço­cukları erkeklerden daha erken gelişirler. Ergenlik değişiklikleri kızlarda onbir, (ba­zen daha da erken), erkeklerde ise onüç yaşlarında başlar ve yirmi yaşına kadar de­vam eder ki bu döneme de buluğ çağı veya adolesans adı verilir. Kızların erkek­lere oranla olgunlaşmasındaki bu durum­ları, ortaokul sonlarına kadar sürer, ama lise yıllarında bu fark ortadan kalkar. Kız­lar, yetişkinliğe geçmenin bir belirtisi ola­rak, kendilerinden biraz büyük erkeklerle ilişki kurarlar. Sonunda da, kendilerinden büyük erkeklerle evlenirler.Ergenlik dönemindeki çok yönlü değişme­lerden en belirgini boydaki artıştır. Bazıları, yirmi yaşına kadar uzamaya devam ettik­leri halde, genellikte ergen, 14 yaşında esas boyuna ulaşır. Boyun uzaması gene­tik faktörlerin etkisi altında endokrin bez­lerinin çalışmasına bağlıdır.Bu bezler tarafından salgılanan hormonlar ergenliğin birçok olgunlaşma değişikliğini doğurur. Eğer ergenlik hızlı ise ve fiziksel değişiklikler çabucak tamamlanmışsa, boy­daki artış durur. Tohum hücresini meyda­na getiren bezlerin yani gonadların olgun­laşmasındaki gelişme uzun sürerse, boy uzamaya devam edebilir.Ergenlik çağında kızlar, genç kadın şeklini almaya başlarlar. Göğüsler gelişir, kalça genişler ve çocukluktaki erkeği andıran görünüş yok olur. Ergenlik belirtilerinin en önemlisi olan ilk âdet kanaması başlar ve devam eder. Bu olay, on yaşında yani er­ken görülebileceği gibi on üç, on dört yaşı­na kadar gecikebilir de. Kız çocukları genç kızlığa geçişte görülecek bu belirtilere ön­ceden hazırlanmalıdırlar. Vücut yapısını, cinsiyet organlarını ve fonksiyonlarını a-çıklayarak yapılacak bu hazırlık, en iyi şe­kilde anne tarafından yerine getirilebilir. Aksi halde, genç kız, arkadaşlarından du­yacağı yanlış ya da saptırılmış bilgilerle kcrkuya, kuruntulara kapılabilir. Ergenliğe geçişin yaklaşması, ikincil seks karakterlerinin gelişmesiyle de anlaşılabi­lir. Koltuk altlarında ve cinsel organların çevresinde beliren tüyler en belirgin özel­liklerdir. Erkeklerde sakalın belirmesiyle, ilk traş ol­ma isteği doğar. Sakalın tekrar çıkması bir ay sürebilir fakat daha sonra sıklaşan ve güçlenen sakal, devamlı traş olmayı gerektirir. Erkek çocuklarının cinsel or­ganları yetişkinlerin ölçülerine yaklaşır. Bo­şalımlar, erbezlerinin gelişiminin ve üreme yeteneğinin belirtisidir. Buluğ çağındaki çocukların cildinde ka­rakteristik değişiklikler olur. Ter bezleri daha fazla gelişir, cilt yağlanmaya ve çoğunlukla yüzde ergenlik sivilceleri de­nen akneler belirmeye başlar. Çocuk bu devrede, ayıp ve kusur şeklinde yorumla­nabilecek her şeye karşı duyarlıdır. Bazı­larında ergenlik sivilceleri üzüntüye neden olabilir. Bu durum geçici olduğundan psi­kolojik yardım ve Öğütler yararlıdır. Bazı yonlış fikirlerle sivilcelerin nedenini mas­türbasyona bağlayanlar bile çıkabilir. Mas­türbasyonun ergenlik döneminde ortaya çıkan ciltteki değişikliklerle ilgisi olmadı­ğı anlatılmalıdır. Eğer mastürbasyon hak­kında daha büyük çelişkiler yoksa, bu tür açıklamalar gençleri tatmin edecek ve ra­hatlatacaktır. Genç kızın, vücudundaki değişmelere ve âdet kanamasına tepkisi değişik olabilir. Ergenlik çağında bir genç kız için sadece göğüs ve kalçaların gelişmesi, vücudun tüylenmesi gibi ikincil cinsiyet karakterlerinin belirmesi değil, ayrıca derinden gelen ruhsal değişiklik de önemlidir.



Erken Gelişme

23 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Ergenlik çağından evvel genital organlar­da ve seks karakterlerinde erken bir geliş­me meydana gelirse erken puberte veya pubertas praecox durumundan bahsedilir.Erkek çocuklarda pübertenin 10 yaşından önce başladığı görülür. Bu çocukların bir kısmında organik bozukluk vardır.Beyin tümörleri, iltihapları, yumurtalık tü­mörleri, epifiz, böbreküstü bezi ve hipofiz tümörlerinde meydana gelen bu durum ba­zı vakalarda sebebi bilinmeden ortaya çı­kabilir.Erkek çocuklarda erken püberte, sakal çıkması, penis ve testislerin büyümesi, se­sin kalınlaşması şeklinde belirir. Gelişme önceleri hızlı olduğundan yaşıtlarından iri gösterirler. Bunlara herkül çocuk denir. Ancak kemiklerdeki kıkırdak uçlor (epifiz-ler) erken gelişip kapandığından,sonraları gelişemezler, boyları kısa kalır. Bu çocukların serumlarında bazı hormonT ların (LH, FSH ve testosteron) artmış ol­duğu tesbit edilir. Kızlarda erken pübertenin en tipik belirtisi âdetlerin erken başlamasıdır. Bu kızlarda, gerek boy ve gerekse ağırlık bakımından genital sisteme uygun olarak aşikâr bir ge­lişme görülür. Genital organlar, çocuk ka­rakterini kaybederler ve erişkin bir kadınınkine benzer duruma gelirler. Memeler bü­yür, pubiste kıllanma olur Hatta 5 yaşında hamile kalan erken puberte vakalarına rastlanmıştır. Ancak bütün bu cinsel geliş­meye rağmen psişik durum yaşıtları ile ay­nı seviyededir. Teşhisi oldukça kolaydır. Yaşla uygun olmayan cinsel gelişme akla derhal erken puberteyi getirir. Bu kimseler hastalığı meydana getiren tümörün veya iltihabın karakterine bağlı olarak az veya uzun süre yaşarlar. Tedavisi, nedene yöneliktir. Tü­mörün çıkarılması suretiyle tedavi edilebi­lir. Ayrıca psişik yönden yardımcı olunabilir.



Fetüs veya Embriyo (Cenin)

23 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-F, Çocuk Sağlığı

Anne rahmi içinde geîişip büyüyen çocu­ğa doğumdan önce fetüs veya eski deyi­miyle cenin adı vefiiir. Çocuğun dünyaya gelmesi sırasında birçok devreler vardır. Önce dışı yumurta hücresi olan ovum, er­kek yumurta hücresi ile yeni bir yavru yap­mak üzere birleşip zigot denilen döllenmiş yumurtayı meydana getirir. Daha sonra bu zigotun dölyatağında yuvalanıp bölü­nerek çoğalmaya, gelişmesini tamamlama­ya çalışırken geçirdiği dönemlere tıp di­linde değişik isimler verilmektedir. Gebeîik, 28 gün,gebelik ayı hesobs iie 280 gün yani 10 ay sürmektedir. Gebeliğin ilk 12. haftasında canlının organ taslakları­nın tamamlandığı döneme embriyon, eski adıyla rüşeym denmiştir. Gebeliğin 45. gününde amnios kesesi içinde göbek kordo­nu ile plasentaya bağlanmış 2,5 cm. iik boyuyla embriyo bir virgül şeklinde belir­meye başlar. Kol ve bacaklar henüz tas­lak halindedir. Bu devrede embriyon di­ğer memeli hayvanların embriyonlarından farksızdır.

9. haftada ise baş, boyun, göz, burun ve kulaklar belirgin hale gelmiş ve embriyo insana oenzemeye başlamıştır.

Gebeliğin 3. ayında yani 12. haftada em­briyon artık 9 cm. İik fetüs haline gelmiş­tir. Baş, vücut boyunun yarısı kadar bü­yüktür. Kol ve bacaklar tam şekillenmiş­tir

Dördüncü ayda fetüs 16 om. İik bir bü­yüklüğe ulaşır. Gebeliğin 5. ayına kadar büyümesini geometrik diziye uyan bir hız­la sürdürür. Yani gebelik ayının karesi ile orantılı olarak büyüyen fetüs, örneğin 5. ayda 5- — 25 cm.’ye ulaşır.

Altıncı aydan sonra fetüsün boyunu öğrenmek isterseK gebelik ayını 5 ile çarp­mamız yeterlidir (Ahlfeld - Harris formülü). Bu formüle göre hesaplanırsa 6 ayhk fetü­sün 30 cm., 7 aylık fetüsün 35 cm., 8 aylık fetüsün 40 cm., 9 aylık fetüsün 45 cm., 10 aylık fetüsün yani yeni doğan çocuğun ise 50 cm. uzunluğunda olduğu kolayca bulu­nur.

Doğumdan önce feîüs, oksijen ihtiyacını ve beslenmesini dölyoîağı içinde yapışık ola­rak bulunan plasenta aracılığı ile anne ka­nından sağlar. Fetüsü plasentaya göbek kordonu bağlar ve doğumda bu kordon ebe veya doktor tarafından kesilerek be­beğin annesi ile olon ilişkisine son verilir.



Gebelikte Beslenme

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G, Sağlıklı Beslenme, Çocuk Sağlığı

Annenin beslenmesi yetersizse, çocuğun büyümesi için gerekil olan besin, annenin dokuları ve organları tarafından karşılanamaz. Annenin gıdası büyüyen çocuğun gereksinimlerine göre düzenlenmelidir. Anne için yararlı genel şudur: Her zaman yediği besinleri yemelidir ama buna ek olarak yeterli süt ve eskisinden daha fazla meyve ve sebze yemelidir. Aldığı vitaminler-faydalarie, kalsiyum, demir, iyot gibi mineral tuzlara dikkat etmelidir. Süt ve süt ürünleri gerekli kal­siyumu karşılar ama bazen ek olarak kal­siyum vermek gerekebilir.

Demir, alyuvarların oluşması için zorunlu­dur. Çoğu bebeğin kansız doğması, gebe annelerin diyetinde demirin az olduğunu ortaya koymaktadır. Anne adayları, için­de demir bulunan yiyeceklerden fazla milktarda yemeli ve eğer gerekirse doktorum önerdiği miktarda ek olarak demir preparatları almalıdırlar: Mineral tuzlar içinde iyotun önemi büyük­tür. Eğer yeterli iyot alınmazsa, bu hem annenin hem de doğacak bebeğin tiroid bezini etkiler. Annenin bu dönemde daha çok proteine ihtiyacı vardır. İçinde, tiamin, riboflavin, niasin gibi vitaminler-faydalarii de bulunduran et, balık, kümes hayvanları ve yumurta önemli birer protein kaynağıdırlar. Yağlar kısmen tereyağı, krema ve peynir şeklinde diyette yer almalıdır. Gebenin A vitamini ihtiyacı bu gıdalarla karşılanabilir. Şeker, baklagiller, ekmek ve patates enerji sağlamak için gereklidir. Fakat yağlar, şe­ker ve nişasta çok miktarda kalori içerdiğinden ve gebeyi şişmanlattığından faz­la yenmemelidir. Kızartma ve yağlı yiye­ceklerden, ağır soslardan mayonezler, pastalar ve tatlılardan kaçınılmalıdır. A ve D vitamini taşıyan balıkyağı alınmalı­dır. Taze sebze ve meyveler, özellikle tu­runçgiller ve domates A, B, C vitaminler-faydalarii içerir. Sigara günde beş veya altı tane içilebilir, ama alkol alınmamalıdır. Son araştırma­lar sigara içen annelerin bebeklerinin nor­malden daha ufak geliştiğini göstermiştir. Eğer uykusuzluk yapmıyorsa gebelik dö­neminde çay ve kahve içmeye devam edi­lebilir. Gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkan bulan­tı ve kusmalar üç öğün yemek yerine iki buçuk saat ara ile sık yemek sayesinde önlenebilir. B,, vitamini bulunduran bazı ilaçlar (Adervit, Benexol v.b.) antiemettk denilen ilaçlar (Emedur, Postadoxin) sü­rekli bulantıyı önleyebilir. Gebeler özellikle doğuma yakın aylarda rahat giysiler giymelidir. Kan damarlarını sıkan ve varise yol açan lastik jartiyerler kullanmamaya özen göstermelidir. Eğer mümkünse gebeler yürüyüş yapıp açık ha­vada güneşlenmelidirler. Gebenin ruhsal durumunun, çocuğun fi­ziksel durumunu etkilememesine rağmen, hem kendisi, hem de bebeği için sinirlen­mekten, yorgunluktan, fazla duygusal re­aksiyonlardan uzak kalması gerekmekte­dir.

Gebeliğin son haftalarında kontroller da­ha önemlidir. Lohusalık için annenin du­rumu, tekrar gözden geçirilir. Bu arada bebek o denli büyümüştür ki, rahim içinde artık hareket edip dönemez. Bebek başı aşağıda olarak doğum duruşunu almıştır. Doktor bebeğin doğumda geçeceği yolun uygun olup olmadığını araştırır ve sezar­yene gerek olup olmadığına karar verir. İlkdoğumlardaki ayak veya makat gelişle­rinde çocuğun sağlığı açısından sezaryen yapılması daha uygun görülmektedir.

Anne adayının izlemesi gereken sağlık ku­ralları vardır. Ama bu,sosyal faaliyetlerini engellemez. Gebelik kadının çekiciliğini kay betmesine neden olmamalıdır. Ayakta dur­mayı ve yürümeyi zorlaştıran ve bel ağrı­sına neden olan yüksek topuklu ayakka­bılar yerine, kısa topuklu ayakkabılar giy­mek daha doğrudur. Bazı gebelere, karın kaslarına yardımcı bir gebelik korsesi tav­siye edilebilir. Bu korse, esnemeyen bir kumaştan yapılmalı ve vücuda iyi oturma­lıdır. Göğsü içine alıp kaldıran, meme baş­larını içeri çökertmeyen sutyenler tercih edilmelidir. Gebelerin her zaman, özellikle son hafta­larda iyi havalandırılmış bir odada uyuma­ya, dinlenmeye gereksinimleri vardır. İkin­di uykuları yararlıdır. Uyuyamasa bile, yat­mak faydalıdır, dinlenmeyi sağlar. Dinlen-mektergüçlük çekiyorsa, doktor ilaçla ra­hatlamasını sağlayabilir. Gebelik sırasında doğumdan önce, kolostrum adı verilen bir sıvı meme uçlarında belirebilir. Tahriş etmesini önlemek için bu sıvı, sabunlu ılık suyla silinmelidir. Gebe daha gebeliğin ilk devresinde diş­çiye gitmeli ve diş sağlığı için doktorun öğütlerini yerine getirmelidir. Gebelik esnasında banyo yapmaya devam edilebilir. Anoak duş almak ya da sün­gerle yıkanmak, banyo teknesine su dol­durarak yıkanmaktan daha emniyetlidir. Soğuk ya da ılık suyu tercih edenler için bile suyun derecesi 75-85°C arasında ol­malıdır. Sıcak hamama gitmek tehlikeli olabilir. Gebe kadının doğuma hazırlanması için beden hareketleri (jimnastik) yapması fay­dalıdır. Derin nefes almayı sağlar, akci­ğerlere ve kana daha çok oksijen gelir ve dokulara dağılır. Ama, bu egzersizler asla yorucu olmamalıdır. Kötü havalar hariç yürüyüş iyi bir spordur. Yavaş yürünmeli ve kalabalıktan kaçınılmalıdır. Her gün ortalama 2 km. yürünmelidir. Güneş fay­dalıdır, ancak güneşte çok kalınması sa­kıncalıdır. İnsanı çok yoran hareketler ve zıplamak, gerinmek, uzanmak gibi tehlikeli olabile­cek hareketler yapılmamalıdır. Kısmen za­rarlı hareketler ise koşu, tenis, yüzme, pa­ten, kayak, ata binmedir. Gebeliğin ilk dev­relerinde dans edilebilir ama çarpışma, düşme olabilecek kalabalık dans pistlerinden, diskolardan kaçınılmalıdır. Eğer anne odayı araba kullanmayı sevi­yorsa, bozuk yollardan kaçınarak, kısa yol­culuklar yapabilir. Eğer mümkünse, son aylarda yolculuk göze alınmamalıdır.



Gece İşemesi, Geceleri Altına Kaçırma

25 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G, Çocuk Sağlığı

Çocuklarda görülen gece yatağa işeme olayına tıp dilinde enuresis noktürna denir. Bazı çocuklarda omurga kanalının doğuş­tan açık kalması (spina bifida), idrar yol­ları anomalisi (hipospadias veya epispadias) gibi organik bir bozukluk, böbrek ve­ya şeker hastalıkları sonucu idrar kaçırma durumu görülebilir. Fakat genellikle ruhi sebeplere bağlı olarak sonradan kazanıl­mış bir huy şeklinde gece işemelerine rastlanır. Bebekler 18 aylık olana kadar mesanelerini kontrol edemezler, hatta 2 yaşından sonra dahi çocuğun arasıra id­rarını kaçırması önemsizdir. Olay küçük kardeşin doğumundan ileri ge­len kıskançlıkla çocuğun ilgiyi kendi üze­rine çekmek istemesi ile başlar. Çocuğun her yatağı ıslatışı anne ve baba tarafından büyük bir olay haline getirilir ve cezalar dırılırsa bu durum sürekli olmaya başla­yabilir. Gece işeyen çocukların cezalan­dırılmaları bir çeşit mazohist tatmin yerine geçerek ileride cinsel tatminin anormal şekiller almasına yol açabilir. Genellikle bu tür psikolojik bozukluklar çocuğa şef­kat göstermek, güven duygusu vermek, gururunu kırmadan eğitmek suretiyle dü­zeltilmelidir. Ayrıca çocuğun gece fozla sıvı almaması, gece yatmadan önce idrar etmesini sağ­lamak da yararlıdır.



Giardiasis, Lambliasis Denilen Paraziter Hastalık

25 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

İnsanlarda, özellikle çocuklarda yağlı is­hallere sebep olan tek hüçreli parazitler­den Giardia lamblia’nın yaptığı hastalığa giardiasis veya lambliasis denir. Giardia lamblia armut şeklinde ve 4 çift ince uzun kuyruğu ile çok hareketli bir parazittir. Duodenumda, safra kesesinde ve barsaklarda bulunur. Hastalık iştahsızlık, zayıfla­ma ve kronik yağlı ishal gibi belirtilerle bir beslenme bozukluğu şeklinde ortaya çıkar. Safra tubajı ile alınan mide suyunda ve dışkıda parazitin görülmesiyle teşhis edilir.

Tedavide ûuinacrine (Atebrin), Metrcnidazol (Flagyl), Tinidazole (Fasigyn) gibi ilaç­lar kullanılır.



Göbek ve Göbek Kordonu

25 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G, Çocuk Sağlığı

Karnın ortasında derinin daire biçiminde çukurlaştığı bölgeye göbek (umblikus) adı verilir. Doğumdan evvel bebeklerin anne ile olan bağlantılarını sağlayan göbek kor­donu bu noktada çocuk ile bağlıdır ve do­ğumda kesilir.

Kordonun bebek tarafında kalan ucu ebe tarafından bağlanır ve temiz bir gazbezi ile kapatılır. 4-5 gün içinde düşen göbek kordonu geride bazen çukur, bazen kaba­rıkça deri kıvrıntısından oluşan bir iz bıra­kır ki buna göbek denir. Çocuk ile plasenta dolaşımı arasındaki bağlılığı sağlayan göbek kordonu 50-60 cm. uzunluğunda, 1,5-2 cm. kalınlığındadır. Da­ha kısa veya uzun olduğunda doğum esna­sında plastanın erken ayrılması veya kor­donun çocuğun boynuna dolanması gibi komplikasyonlara neden olabilir. Kan uyuşmazlığı olaylarında, doğum esna­sında kordon uzun kesilir ve alınan bir mik­tar kordon kanı muayene edilir. Çocuğun kanının değiştirilmesini gerektiren durum­larda kordon içindeki damarlardan çocuğa kan verilir.

Plasentadan çocuğun göbeğine kadar uza­nan kordon içinde iki atardamar ve bir ta­ne toplardamar wharton peltesi denen bir doku içinde spiral şeklinde kıvrmtılı olarak seyreder. Bu damarlar göbekten fetüsün karnına girdikten sonra kasık atardama­rına ve karaciğere yani fetüsün kan dola­şımına bağlanırlar. Karaciğere giden da­mara ductus venosus adı verilir. Doğum­dan sonra kordon kesilince bu damarlar dumura uğrar, çocuğun kan dolaşımı, pla­senta dolaşımından bağımsız olarak de­vam eder.



Kabakulak

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Parotis denilen kulakaltı tükürük bezlerinin virütik hastalığına kabakulak veya parotitis epidemika adı verilir. Hastalık bazen salgın halinde görüldüğünden bu isim ve­rilmiştir. Bildirilmesi mecburi hastalıklar­dandır. Etkeni olan mikrovirüsün kuluçka devresi 2-3 haftadır. Okul çağındaki ço­cuklarda çok görülmekle beraber kaba­kulak hastalığına yetişkinlerde de rastla­nır. Orşit, poliartrit gibi komplikasyonlar yapmasından ötürü önemli bir hastalık sa­yılır. Hastalık önce kulakaltı tükürük bezinin ağ­rılı bir şişliği, halsizlik ve ateş ile başlar. Şişkinlikten iki gün önce ve bir hafta son­ra boğazdan alınan tükürükte virüs tespit edilebilir ve bu dönemde hastalık bulaşı­cıdır, hastayı ayrı tutmalıdır. Virüsün er­keklerde testisleri veya kadında överleri tutup orşit veya ovarit yapması en sık görülen (% 20) ve çekinilen komplikas-yonlarıdır. Ovarit veya orşit geçirenlerin bir kısmı kısır kalabilmektedir. Büyüklerin istirahat etmesi faydalıdır. Ayrıca virüsün beyne yerleşerek menenjit veya ansefalit, pankreasta pankreatit, kalpte miyokardit. böbrekte nefrit yaptığı da görülmüştür. Testis iltihabı belirince kortikosteroidler yapılmalı ve torbalar suspansuvar ile as­kıya alınmalı, soğuk kompres uygulanma­lıdır. Kabakulak ömür boyu bağışıklık ka­zandırır. Korunmak için yani pasif bağı­şıklık kazanmak için kabakulak geçirmiş­lerden elde edilen hiperimmun gamma globulin şeklindeki aşıyı yapmak gereklidir. Ayrıca kızamık ve kızamıkçıkla beraber karma aşı (MMR vaccine) yapılabilir. Ka­bakulak hastalığının özel bir tedavisi yok­tur. Antibiyotik ancak sekonder enfeksi­yonlardan korunmak içindir. Ağrı için As­pirin, Novalgin gibi ilaçlar alınabilir.



Kekemelik

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Sesin irade dışı olarak tekrarı, uzatılması veya kesilmesi şeklinde beliren konuşma bozukluğuna kekemelik denir. Erkek ço­cuklarda kızlardan daha fazla görülür. Va­kaların yarısı 5 yaşından önce başgösterir. Kekemeliğin nedenleri tam bilinme­mekle beraber, psikiyatrik bozukluklar ve­ya yapısal kusurlar söz konusu olabilir. Çok kere kekeleyen çocukların zekâ bakı­mından diğerlerinden daha geri olduklarını gösteren belirtiler vardır. Ayrıca bu çocukların anne ve babalarının aşırı de­recede hırslı ve titiz oldukları da dikkati çekmektedir. Kekelemeye sesin oluşmasını engelleyen nefes verişler yol açar. Konuşma hareket­lerini sağlayan kaslar birdenbire kasılır, yüz ise hemen hemen her zaman buruştu­rulur. Bazı hastalar kekeleme krizinden sonra normal olarak konuşmaya devam edebilirler. Özel yöntemlerle uygulanan konuşma te­davisi ile kekemeliğin düzeltilmesi müm­kün olmaktadır.



Kızamık

10 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Kızamık (Rubeola) çok bulaşıcı ve salgın­lar yapan bir enfeksiyon hastalığıdır. Morbillı rougeole veya measles gibi isimler de verilen hastalığın etkeni kızamık virüsüdür. Virüsün kuluçka devresi ıkı haftadır. Has­talık kuçuk çocuklarda nezle şeklinde yanı burun akması, hapşırık, göz yaşarması, öksürük ile başlar. Baş ağrısı, ateş yük­selmesi ve ağız içinde koplık lekeler de­nilen, etrafı kırmızı, ortası beyaz sivilcele­rin görülmesi ile teşhis konur. Daha sonra 3-4 gun içerisinde kulak arkasında, boyun­da, alında başlayan deri döküntüleri sü­ratle yüze, kol ve bacaklara, butun vücuda yayılır. Başlangıçta birbirinden ayrı olan kırmızı lekeler birleşir, sivilce haline ge­len döküntü zamanla solar, yerinde bir hafta kadar kalan kahverengi lekeler bı­rakır. Lenf bezleri genellikle şişer. Kızamığın en sık görülen komplıkasyonu yukarı solunum yolları enfeksiyonu (bronsıt, bronkopnomonı) orta kulak iltihabı (otıtıs medıa) ve gözde kornea ulseras-yonlarıdır Kızamık enfeksiyonu beyne yer­leştiğinde oldurucu ansefalıte sebep ola­bilir. Vırus enfeksiyonu olduğu için kızamığın özel bir tedavisi yoktur Hastalığın en bu­laşıcı olduğu devre ilk ıkı gun içinde yanı nezle devri olduğundan, dokuntu başladık­tan sonra çocuğu ayırmanın anlamı yok­tur Ancak çocuğu sıcak tutmak, istirahat ettirmek faydalıdır Zayıf düşen organiz­mayı, ust solunum yollarının bakterıyel enfeksiyonlarından korumak için antıbıotık yapılabilir Hastalık geçirildikten sonra omur boyu bağışıklık oluşur

Kızamıktan korunmak, hastalığa karşı ak­tif bağışıklık kazanmak için butun sağlıklı bebekleri en uygun olan zamanda yanı 15 aylıkken aşılamalıdır. Inaktıve edilmiş yanı olu vırus’e hazırlan­mış aşıların koruyuculuğu az olduğu için bugün kullanılmamaktadır Sürekli bağı­şıklık kazanmak için uygun doku kulturun de üretilmiş canlı fakat zayıflatılmış vırus aşısı (Meruvaux) yapılmalıdır

Aşılanmamış çocukları salgınlar sırasın­da hastalıktan korumak, pasif bir bağışık­lık sağlamak için kilo başına 0,04 mi gam­ma globulın (ISG) ve ayrıca aşı yapılma­lıdır Aşının bir komplıkasyonu olmadığı gibi, ust üste aşılanmanın da bir sakıncası yoktur Aşıdan sonraki 5-10 günlerde ateş ve hafif bir dokuntu belırebılır.



Konuşma Bozuklukları

13 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Konuşma insanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları bir dizi sesin ağızdan düzgün şekilde çıkarılmasıdır. Başka bir deyişle insanların duruş şekli ve mimik­lerinin yanı sıra fikir, bilgi ve düşüncelerini başkalarına anlatmaya da konuşma denir. Konuşma ile görevli organlar beyin, gırt­lak, ağız ve burun boşluklarıdır. İnsan sesi hayvanların çoğunda olduğu gibi nefes veriş sırasında akciğerlerden çıkmakta olan hava, gırtlaktaki ses telleri arasın­dan geçerken meydana getirilmektedir.

Gırtlağın içindeki boşluk iki tarafta altlı üstlü iki çift ses teli ile daraltılmıştır, Üst­teki ses telleri içinde musculus vocalts de­nen ses kasları vardır. İnsanlar beyindeki konuşma merkezinden gelen emirlerle bu tellerin gerilimini düzenlemek yeteneğine sahiptir. Konuşma fonksiyonunda yardım­cı olan yutak, ağız ve burun gibi organlar sesin konuşma şekline dönüşmesini sağ­larlar. Çocukların çıkardığı anlamsız ses­ler birinci yılın sonunda anadilindeki ses­lere benzemeye başlarlar. Çocuklar ilk beş yıl içinde iyi bir şekilde konuşmayı, hece­leri düzgün bir şekilde bağlamayı yani artikülasyonu öğrenirler. Çocukluktaki ko­nuşma bozuklukları, ses ve artikülasyon kusurları ile santral dil bozuklukları şek­linde görülür.

Ağız, damak ve dil anormalliklerinden ve bu organları işleten merkezlerin hastalık­larından kaynaklanan artikülasyon bozuk­luklarına dizartri adı verilir. Kekeleme gibi bazı artikülasyon bozuklukları yapısal, ya da nöromüsküler kusurlar olmaksızın da gelişebilir.

Eğer ses burun yoluyla çıkıyorsa burun sesi olarak adlandırılır ve hımhım konuş­madan söz edilir.

En sık rastlanan ses bozuklukları ses kı­sıklığı yani disfoni ya da sesin tamamen kaybolması demek olan afonidir. Ses tel­lerinin ve gırtlağın şeklinin, iltihap (larenjit) veya tümoral gelişme (nodul veya gırt­lak kanseri) bozulması sonucu meydana gelebilir. Ayrıca ses tellerinin iritasyonu veya vagus sinirinin felci de ses bozuklu­ğuna yol açabilir.



Lösemi

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-L, Çocuk Sağlığı

Lösemi, kandaki akyuvarların kontrolsuz ve anormal çoğalması şeklinde beliren ha­bis bir kan hastalığıdır Halk arasında kan kanseri diye de bilinir Sebebi tam olarak oılınememekte, bazı teoriler ileri sürülmek­tedir Bir çeşit tavuk lösemisinin virüsler­le geçtiği gösterildikten sonra insan löse­misinde de virüslerin rolü araştırılmış fa­kat kesin bir sonuca varılamamıştır Rad­yasyonun lösemi yapıcı etkisi gerek insan.larda yapılan gözlemler. (1945'de Hiroşima ve Nagazakı üzerine atılan atom bombası­nın etkileri) ve gerek hayvan deneyleri ile gösterilmiştir Ayrıca bazı kimyasal mad­delerin (Benzol, ksılol, toluol) de kemik ılığı ıçm zehirleyici olduğu söylenebilir Çunku bu maddelerle çalışan işçilerde yüksek oranda lösemi ve aplastik anemi görülmektedir.Lösemi hastalığı kanda anormal olarak çoğalan lösemik hücrelerin tipine göre lenfoid lösemi, myeloid lösemi vb. değişik isimler alır. Ayrıca hastalığın birden ve hızlı olarak başlayan yani akut şekilleri ile uzun süren yani kronik şekilleri birbi­rinden ayrılır. Akut lösemide kansızlığa bağlı şikâyetler, halsizlik, çabuk yorulma, nefes darlığı gibi belirtiler ön plandadır. Vücut savunmasında önemli rolleri olan lökositlerin eksikliğine bağlı olarak sık sık görülen inatçı enfeksiyonlar lösemi bakı­mından araştırılmalıdır. Ağızda ve boğazda ülserasyonlar vardır. Gene kan hücreleri­nin hastalığına bağlı olarak kanamaya eğilim fazladır. Deride ekimoz denilen kır­mızı - mor lekeler görülür. Dişetlerinde, burunda, gözde ve iç organlarda kanama olabilir. Çocuklarda kemik ağrıları, lenf bezlerinde şişme (adenomegali), dalakta büyüme, lösemilerde görülen belirtilerden­dir. Teşhis kan muayenesi ile konur. Hastaların çoğunda akyuvarların sayısı çok artmıştır.



Suçiçeği

18 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S, Çocuk Sağlığı

Suçiçeği hastalığı çocukluk döneminin, en çok rastlanan, akut, bulaşıcı bir has­talığıdır. Vücudun farklı yerlerinde, bir­birini takip eden ufak, içi berrak sıvıyla dolu döküntüler ile belirgindir. Suçiçeği , kış ve baharda 5-6 yaş döneminde ve has­sas olan çocuklarda meydana gelir. Bu hastalık 20 yaşın üze­rinde çok az görülür. Hayat boyu bağışıklık sağlar. Suçiçeğinin etkeni, varicelle olarak adlandırılan bir çeşit virüstür. İnfeksiyon hastanın ağzında, burnunda ve deri döküntülerinde bulunan virüsün havaya yayılması neticesinde bulaşır. Bulaşma dönemi döküntülerden iki gün ön­ce başlar ve takriben 14 gün devam eder. İnfeksiyon, hafif ateş, baş ağrısı, kırgınlık ve ilgisizlik gibi belirtilerle baş gösterir. 1 ya da 2 gün sonra sırt ve göğüste toplu iğne başı büyüklüğünde kırmızı lekeler meydana gelir birkaç saat içinde bu kırmızı lekele­rin ortasında berrak sıvı ile dolu kabarcık­lar gelişir. Bunlar üç dört gün sürer. Le­keler yüz, kafa, el ve ayaklara yayılır. Ka­barcıklar içindeki berrak sıvı, daha sonra yeşile dönüşür ve kabuk bağlar.Daha sonra kabuklar 5-20 gün içinde soyulur. Bundan sonraki dönem ka­şıntılı dönemdir. Bu dönemde infeksiyonun yayılmasını engellemek için çocuğun kaşınmasını önlemek gerektir. Suçiçeği hafif geçer ve özel bir tedaviye ihtiyaç göstermez. Ancak kaşıntı çok şid­detliyse, bu durumda doktor tavsiyesine göre kalamin losyonu veya diğer antihistaminik ilaçlar verilebilir. Çocuğun el tırnakları çok kısa kesilmeli, devamlı olarak sabun ve alkolle fırçalan­malıdır. Ateş uzun sürerse hasta, yatakta kalmalı ve dışarıyla ilgisi kesilmelidir. Ay­rıca diğer çocukları hastanın yanına sok-mamalı ve evdeki çocukları da uzaklaştırmalıdır. Diğer viral hastalıklarda olduğu gibi vücut direnci bu hastalıkta da düşüktür ve bu nedenle çocuk muhtemel tehlikelerden özellikle diğer infeksiyonlardan korunma­lıdır. Kabuklar düştükten sonra yara yeri temiz kalmalı ve tahriş edilmemelidir. Eğer ka­buklar zorla kaldırılırsa yerinde kalıcı izler bırakır.



Sünnet

19 May, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-S, Çocuk Sağlığı

Penis denen erkeklik organının baş kısmını örten gevşek deri kıvrı­mının çepeçevre kesilmesine sünnet adı verilir. Sünnet işlemi ilk defa eski Mısır ve Yahudilerde, Müslümanlarda, Gü­ney Pasifik adalarında ve Amerikan Kızıl­derililerinde dini amaçlarla yapılmıştır. Bugün pekçok kültürde sağ­lık amacıyla ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların ya­yılmasını ve çoğalmasını önlemek için sünnet yapıl­masını hekimler önermektedir. Zira sünnet olmamış kişilerde glans penis iltihabı daha fazla ve yaygın olarak görül­mektedir. Musevilerin uyguladıkları gibi bebek daha on günlükken çan şeklindeki bir kıskaç aracıyla sünnet yapılması, sağlık ve ko­laylık açısından iyi bir yöntemdir. Küçük çocuklarda kimi zaman preputium adı verilen sünnet derisi uzun ve yapışık olabiliyor. İdrar yapma zorluğuna ve enfeksiyonlara sebep olan bu hale fimozis adı verilir ki o zaman sünnet hekimler tarafından cerrahi olarak tedavi için yapılmak zorunda kalınır. İslamiyete göre sünnet olmak farzdır ve ül­kemizde ilkokul dönemindeki çocuklarda genellikle sünnetçi denilen sağlık memurla­rı tarafından yapılmaktadır. Sünnet ne ka­dar dikkatli ve aseptik şartlar altında ya­pılırsa komplikasyonları da o kadar az olur.



Ağız Yaraları

31 Oca, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Ağız mukozasının iltihaplanmasına genel olarak stomatit, dilin iltihaplanmasına ise glossit adı verilir. Ağız içinde bulunan mikroplar ve mantarlar bir denge halindedirler. Bu dengeyi bozan ve enfeksiyon etkeni olan bakteriler, virüsler ve mantarlar ağızda ülser meydana getirebilirler. Ayrıca bazı kan hastalıklarında ve tedavi için kullanılan ilaçlara bağlı olarak da ağızda yaralar görülür. Ağızdaki dişler ve takma dişler de mukozayı tahriş edebilir Ağız içinde en çok görülen yaraların bir çeşidi, ağrılı olduğu için konuşmayı güçleştiren aftöz stomatit ve herpes (uçuk) denilen, bazen tek veya 2-3 tane bulunabilen 3-5 mm. çapında oval veya yuvarlak, kenarları belirgin kabarcıklardır. Bunların etkeni virüs olduğu için tam bir tedavisi yoktur. Antibiotik ve antimikotik (Tetrasik-lin, Misteklin), ayrıca kortizon, B vitamini kompleksi ve C vitamini verilebilir.

Mantarların neden olduğu ağız yaralarına halk dilinde pamukçuk, tıp dilinde moni-liasis veya müge denir. Bu durum, çocuklarda daha çok görülür. Tedavisinde, antimikotik denilen ilaçlar (Nystatin) veya jansiyan moru (violet de gentiane), metilen mavisi (blue de methylen) gibi eriyikler uygulanabilir.Dilde yaralara frengide, tüberkülozda, difteri ve lösemide rastlanır. Ağız yaraları yanı sıra dilin iltihaplanması ve ağrıması demir eksikliğinden ileri gelen kansızlıklarda, şeker hastalığında görülür. Dilde beyaz ve çatlaklı bir kalınlaşma kanser öncesi bir hastalık sayılan lökoplaziyi akla getirebilir. Ayrıca diltn ön kenarlarında sert bir yüzey üzerinde acılan yaralar dil kanserinin başlangıcı olabileceğinden vakit geçirmeden bir doktora başvurmak gerekmektedir.



Ailevi Akdeniz Humması

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Ailevi Akdeniz Humması

Bu hastalık, herediter yani kalıtımsal bir hastalıktır. Çocukluk çağında başlar ve ömür boyu devam eder. Nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. Karın ağrısı ve ateşle başlar. Peritonit samlabilir. Ayrıca sırt ve göğüs ağrıları, eklemlerin şişmesi de görülür ve bu belirtiler nöbet şeklinde düzensiz olarak haftada veya ayda bir tekrarlar. Bu yüzden tekrarlayıcı selim peritonit (periyodik hastalık) adı da verilmiştir. Karın ağrısı ile ateşin aynı zamanda başlaması akut apandisitten ayırt edilmesini sağlar. Burada da lökositoz vardır ve sedimantasyon hızlıdır. Tedavide kolşisin uygulanmaktadır.

Solunum gazlarının değişimi, akciğerlerdeki hava keseciklerinde (alveol) gerçekleşir. Ciğerlere çekilen havadaki oksijen her hava keseciğinin çevresindeki mavi kılcal damarlardaki karbondioksitle değiştirilir ve daha sonra karbon dioksit solunum havası ile dışarı atıhr.

hayatî fonksiyonlardan biridir. Normalde solunum sayısı dakikada 16 - 20'dir. Solunumun hızlanması (takipne) veya yavaşlaması (bradipne) organizmanın alkali dengesi ile ilgili reflekslerle (feed-back mekanizması) düzenlenir. Solunumu güçleştiren hastalıklarda (kalp hastalığı, astım, anemi v.b.) meydana gelen zer ve sıkıntılı soluk alıp vermeye nefes darlığı (dispne), ancak ayakta veya oturur durumda nefes alabilmeye ortopne solunumun durmasına ise apne adı verilir.

Ağız ve burun yoluyla alınan hava soluk borusuna yani trakeaya girer, bronşlar yoluyla dallara ayrılarak alveol keseciklerine gelir. Akciğerlerde 100 m-’ye varan

bütün alveol yüzeyi ile akciğerlerin kapil-ler ağı arasında başlayan gaz değişimi sonucunda oksijen, diffüzyonla kopiller damarlara, karbon dicksit ise alveol boşluğuna geçmektedir.

Öksürük, solunum yollarının acık tutulmasını sağlayan istemli veya kendiliğinden oluşan bir savunma refleksidir. Öksürük birçok hastalıkların erken semptomu olduğu için önemli bir belirtidir. Akut, yani birden ortaya cıkon öksürükler; bronşit, pnö-moni, farenjit, larenjit, astım, saman nezlesi ve solunum yollarına kaçan yabancı cisimler sonucu meydana gelir. Kronik yani uzun süre devam eden ve bol balgamlı öksürükler tüberküloz, bronşektazi, akciğer apsesi, akciğer veya bronş kanseri gibi hastalıkları akla getirmelidir. Bununla birlikte sigara içenlerde, kronik bronşit, larenjit ve farenjiti olanlarda da devamlı ve kuru bir öksürük vardır.

Bronşların herhangi bir nedenle basınca uğrayıp kısmen ya da tamamen kapanmasına ve akciğerlerin o bölgede kollapsa uğramasına atelektazi denir. Bu durumda olan o lop ve segmentte akciğer hava kesecikleri havasızdır. Havasız kalan akciğer alanının büyüklüğü derecesinde yüzde bir kızartı (siyanöz), nefes güçlüğü ve ağrı vardır. Çevredeki bronşlar ise bu daralmayı karşılamak üzere genişlemiş (bronşek-tazi) ve zamanla fibröz doku artmıştır. Çok kere enfeksiyon ve nefes darlığı beraber bulunur. Kırk yaşını aşmış erkeklerde meydana gelen atelektazi, bronş kanserinin belirtisi olabilir.

Bebeklerde doğuştan bronşektazi bulunabilir veya sonradan kızamık, pnömoni gibi hastalıklar sonucu gelişebilir.



Anne Sütüne Geçen İlaçlar : Loğusaların Sakınacakları İlaçlar

19 May, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Yeni doğan ve gelişme dönemindeki ço­cuğa kötü etkileri olabileceğinden süte geçen ilaçların bilinmesi faydalıdır. Anne sütüyle bebeğe geçen ilaçlar arasında uy­ku ilaçlarını (barbituratları) antihistaminikleri, antibiotikleri (Eritromisin), izoniazid (INH), amfetamini, sinir ilaçlarını (Diazepam), sara ilaçlarını (Difenilhidantoin), anestezik maddeleri (Pentothal) sayabiliriz. Kan plazmasına geçen maddeler özellik­lerine göre süte de geçerler. Meselâ suda eriyen maddelerden alkol, üre. antipirin süte çok kolay geçerler. Diüretik ve sulfonamidlerin süte daha az miktarda geç­tikleri gösterilmiştir, süt veren anneye bazı ilaçların (Kloramfenikol, bromürler, Metronidazol, antimetobolitler, karbimazoiyodürler, propiltiouracil, atropin, ergo bi­leşikleri, kimdin, reserpin hidroklorotiazid, civalı diüretikier, difenoksilat, simetidin, kortikosteroidler, amfetaminler, meprobamat, tolbutamid vb.) verilmesi doğru de­ğildir.



Bıngıldak

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Çocuk Sağlığı

Çocuğun kafa kemikleri henüz kapanmamış aralıklara fontanel,halk deyimiyle bıngıldak denir. Çocuk doğduğu zaman kafa kemikleri tam olarak gelişmemiş ve eklemler kapanma­mıştır, 6 tane fontanel vardır. Bu açıklıkla­rın en büyüğü başın ön tarafında alın ke­miği ile iki yan kafa kemiği arasındadır. Zar ile örtülü eşkenar dörtgen şeklindeki bu aralığa ön fontanel denir. Artkafa ke­miği ile yan kafa kemikleri arasında üç­gen şeklindeki aralığa ise arka fontanel adı verilir. Fontanellerin kapanmasının gecikmesi, büyümenin duraklaması anlamına gelir. Çocukların ateşli hastalıklarında fontaneller kabarır, aşırı susuz kaldıkları zaman ise içeri çöker gibi olur.



ABSE HAKKINDA

8 May, 2008 Diş Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Genellikle bakteri istilâsına bağ­lı bir tahriş sonucu dokularda oluşan bir olaydır. Abse bölgesinde, artan kan dola­şımından ötürü, doku arasında, bol mik­tarda sıvı ve akyuvarlar toplanır. Hasta bölge genellikle sağlam kısımlardan ay­rılmış olur ve zamanla, ölü akyuvarlar, bakteriler ve doku arasına sızmış olan sıvı, irin adı verilen birikintiyi oluşturur. Abse oluşumunun vücut yüzeyindeki ilk belirtisi, dokunulduğunda ağrıyan, sert, kırmızı bir bölgedir. Abse yerelleş­meye ve irin oluşmaya başlayınca, bu kırmızı alanın sınırları çok belirginleşir ve merkezi yumuşamaya başlar. Genel­likle, irin, direnci en az olan bölgeye doğru ilerler, bir çıkıntılı nokta oluştu­rur. Yüzeydeki bir abse için direnci en az olan bölgeler, deridir.

Zamanla, abse patlar ve irin dışarı akar. Abse yerleşip irin oluşur oluşmaz, o bölge yarılırsa, ağrı ve olaym ilerle­mesi önlenmiş olur. İrin oluşmadan ve abse yerelleşmeden yarmak veya iğneyle delmek gereksizdir, çünkü bu takdirde abse yayılır. İki yöntemle abse gelişimi önlenebilir: Antibiyotik kullanmak veya o bölgede kan akımını artırmak için ab­se alanını dinlendirip sıcak tutmak. Isı sağlamak amacıyla, eskiden lapa kullanı­lırdı, ancak bunun etkisi çok kısadır ve bölgeyi çok ıslak tutar. En iyisi, kü­çük bir absede dahi, doktorun fikrini al­maktır. Patlayıp akan abse, akıntının ser­best olduğu ve bölgenin kuru tutulabildiği hallerde, çok çabuk iyileşir. Akan absenin üstünü temiz, kuru gazlı bezle kapatmak ve bu gazlı bezi sık sık değiş­tirmek gerektir.

Derideki abseler, ufak bir yarık veya sıyrıktan mikropların girmesiyle ya da derideki ufak yağ bezlerinde ve kıl dip­lerinde oluşur (bkz. Deri). İç organlarda­ki abselerse, bıçak veya kurşun yarala­rında olduğu gibi, organa yabancı bir cismin girmesiyle oluşur. Kaza ile, yu­tulan diş veya yiyecek maddesi, solu­num yoluna girerse, akciğerde abse olu­şabilir. İç organlarda abse oluşumuna yol açan diğer bir olay da, yerel enfek­siyonların yayılmasıdır. Buna örnek ola­rak, patlamış bir apendiks’in pelvis or­ganlarında abse oluşumuna yol açması veya absenin ortakulaktan beyne yayıl­ması gösterilebilir. Amipli dizanteride gö­rülen karaciğer abseleri ve vereme bağlı “soğuk” abseler değişik nitelikli oldukla­rından ilgili hastalıklar bölümünde anla­tılmışlardır, bkz. İltihap Reaksiyonu.



Diş Bakımı

15 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Diş Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Ağız temiz­liği ve diş bakımı küçük yaşta edinilecek alışkanlıkla kolay çözülebilecek bir sağlık sorunudur.

Dişlerin çürümesine yol açacak şekerli yi­yeceklerden kaçınmak, mevcut bakterile­rin cinsini ve sayısını azaltmak için bunların üreyebileceği girinti ve çıkıntıları te­miz tutmak, ağız dokularının sağlıklı kal­masını temin etmek gereklidir.

Ağızdaki dolgu, kron, protez kenarları, kroşeler, protez plakları arada kontrol et­tirilmelidir. Dişlerin dizisi ne kador sıkışık ve düzensizse o nisbette bakım gerektirir. Ağız ve diş bakımını sağlayacak temizlik araçları arasında diş fırçası, ipek ipliği, karbcn asidi ve oksijenle işleyen temizle­me aletleri, spray ve nihcyet su, diş tozu, diş patı ve ağız suları sayılabilir.

Dişlerin fırçalanması ilk olarak ağızda mey­dana gelen fena kokuyu (halitosis) gider­meye, dişter arasında sıkışıp kalan artık-Icrı yok etmeye yarar.

Bir diş fırçasının ağzın anatomik durumu­na uyacak şekil ve büyüklükte seçilmesi, kendisinin de temizlenebilen, hatta dezenfekte edilebilen yapıda olması gereklidir. Fırça başı ne kadar küçük olursa ağız boşluğunu ve dişlerin arkasını, girilmesi güç olan yerlerini o kadar iyi temizler ve dişeti masajını o kadar iyi yapar. Ayrıca dişlerde meydana getireceği aşındırma o kadar az olur. Dişleri yukardan aşağı ve aşağıdan yukarı hareketlerle diş aralıkla­rına iyice ulaşacak şekilde fırçalamahdır. Arada sırada dişetlerine parmakla masaj yapıp ovmak yararlıdır.

Diş çürümesinin zararı yalnız dişlere do­kunmaz. Çürüklerin ve diş apselerinin ba­rındırdığı mikrcp odaklorı birçok hastalık­ların kayncğını teşkil edebilir. Fokal en­feksiyon odakları denilen mikrop yuvaları­nın vorlığı (çürük diş, bademcik iltihabı vb.) romatizmal hastalıkların, kalp roma­tizmasının nedeni olarak sayılmaktadır.Zamanla kaybedilen dişlerin yerine sağlık ve estetik acıdan gerekli yapay dişlerin takılması, diş protezlerinin yapılmasa diş doktorlarının başlıca görevleri arasına gir­miş bulunmaktadır.



Diş Hastalıkları

15 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Diş Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Diş çürümesinin ve diş hastalıklarının oluşmasında ağızda bulunan yemek artıklarının, tükürüğün hep birlikte diş üzerinde oluşturduğu ta­bakanın (plak) rolü büyüktür. Fazla çiğ­nemeye gerek bırakmayan yumuşak ve karbonhidratlı yiyecekler diş aralarında kalarak bakterilerin çoğalmasına yol açar­lar. Bakteriler şekerli artıkları diş minesi­ne zararlı asitli maddelere çevirir ve minenin kalsiyumunu eritir. Minedeki bu kal­siyum eksikliği önce dişte beyaz bir be­nek olarak görülür. Dentin kanalları aracı­lığıyla mikroplar pulpaya girip pulpa ilti­habına sebep olurlar. Pulpada basıncın artması ağrıya neden olur. Kan akımı du­rup da pulpa beslenmezse diş de ölmüş olur. Dişin rengi koyulaşır ve daha ko­lay kırılabilir bir duruma gelir. Her gebeli­ğin anneye bir dişe malolduğu söylentisin­de hakikat payı vardır. Gebelikte kalsiyum eksikliği dişlerin kolay çürümesine neden olabilmektedir. Dişteki iltihabın diş köküne ve çevresine yayılması zonklayıcı ağrılara yol acar. Çe­ne kemiğine doğru ilerleyen iltihap kemik zarı altında apseye (subperiyostal abse) sebep olabilir. Çevre dokulara yayılan ilti­hap yanağı şişirir ve bazan bir yol bularak dışarıya açılabilir, yani fistül meyda­na gelir.

Dişetlerinin iltihabına gingivitis, apsesine piyore denir. Bu durumda dişeti kırmızı ve şiştir, kolayca kanar, ağrı pek duyulmaz. Dişeti iltihabı derine doğru ilerledikçe pe-riyodontitis meydana gelir. Zamanla aşı­nan ve zayıflayan dişetleri dişlerin sallanıp dökülmesine neden olabilir.

Dişlerdeki şekil bozuklukları genellikle ço­cuklukta edinilen kötü alışkanlıkları^ ör­neğin uzun süre parmak emmenin sonu­cudur. Ayrıca süt dişlerinin zamanında dö­külmemesi de kalıcı dişlerin yanlış ve çar­pık çıkmasına neden olabilir.



Diş

15 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Diş Sağlığı, Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Ağızda bulunan dişlerin görevi besinleri koparmak ve öğütmektir. Gelişmiş bir insanda 32 diş bulunur. Dişin görevlerine ve biçimlerine göre değişik adlar verilmiştir. Önde kesici dişler (incisi-vus) (1,2), onların yanında köpek dişi (caninus) (3), yanlara doğru küçük azı dişleri (premoler) (4,5) ve arkada büyük azı dişleri (moler) (6,7,8) yer almaktadır. Kesici dişler isminden de anlaşıldığı gibi üst kısmındaki kesici kenarları karşılıklı gelerek besinleri keser. Köpek dişlerinin sivri olan üst kısmında bulunan tüberküller besinleri parçalamaya yarar. Azı diş­lerinin geniş olan üst bölümleri yani çiğ­neme yüzeyleri besinlerin öğütülmesi için uygun bir yapıdadır.

Bir dişin ağız boşluğunda dişetinden dışarda kalan kısmına kron, çene içinde gö­mülü olan kısmına kök ve bu ikisinin bir­leştiği kısmına da dişin boynu (köle) denir. Kesiciler, köpek dişi ve genellikle birinci küçük azılarda dişin bir kökü vardır. İkin­ci küçük azılarda diş genellikle iki kök­lüdür. Üst çene azı dişleri ise üo köklü­dürler. Her dişin ana kitlesini oluşturan kısmına dentin adı verilir. Dentin kronda, mine denilen bir tabaka ile, kökte ise sement ile kaplıdır. Dişin görünen kısmını örten mine (substan-tia adamantinea) tabakası kronu değişik kalınlıkta kaplamıştır. Kesici kenara doğ­ru 2,5 mm. ye kadar kalınlaşan mine ta­bakası boyun bölgesine doğru gittikçe incelir.

Her diş kökü çene kemiğinde alveol denen kendine özel bir boşluğa girmektedir. Di­şin kök kısmındaki dentin tabakasını al­veol içinde saran ve onu sımsıkı tutan maddeye ise sement denir. Kök sementi dişin kemiğe en fazla benzeyen dokusu­dur. Mine sınırından apeks’e kadar bütün kökü örter. Sement kendisi ile çene ke­miği arasında bulunan bir zar (periyodont) yoluyla diş kökünü kemiğe yapıştırır. Al-veolün kemik duvarında bulunan gayet kü­çük delikler (beslenme delikleri) dişin bes­lenmesini sağlar.

Dentin (substantia eburnea) tabakası kim­yasal yapısı, fiziksel sertliği ve biyolojik özelliği bakımından kemiğe çok benzer, an­cak mine kadar sert değildir. Dentin odon-toblast adı verilen özel hücrelerden yapıl­mıştır, ana maddesi bol fibril ihtiva eder. Genç insanlarda hafif şeffaf olcn dentin, yaşlandıkça kanalcıkların boşluklarındaki kireçli maddeler çökmesiyle tamamen şef­faf (transparan) bir dentin durumuna geçer. Süt dişleri zamanla dökülür, yeri­ne kalıcı dişler çıkmaya başlar. Mavi-beyaz renkteki süt dişleri, sarımtırak renkteki kalıcı dişlere nazaran genel ola­rak daha küçüktürler. Süt dişlerinde mine boyun hizasında tümsek meydana getir­miştir, zamanı geldikçe de sallanarak dü­şerler. Kalıcı dişler 5-20 yaşlar arasında çıkar. Önce azı dişleri çıkar, arada düş­memiş süt dişleri vardır. Daha sonra 12 yaşlarında M-7 çıkar. Dişlerin çıkış sıra­sı şematik olarak gösterilmiştir. En son çıkan, arkadaki en ufak azı dişi akıl dişi veya yirmi yaş dişi diye bilinir.



Dudak, Dudak Hastalıkları

16 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Estetik ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Ağız boşluğunu dışarıdan kapayan dudak­lar adaleden oluşmuş ve ağız mukozası ile örtülmüştür. Dil ile beraber konuşma fonk­siyonunda görev alan dudaklar normalde kapalı durur. Dıştan gelen tez, toprak, si­nek v.b. yabancı cisimlerin ağızdan içe­riye girmesini dudaklar önlemektedir. Bazı virütik hastalıkların ilk belirtisi dudaklar­da meydana gelen herpes veya halk diliyle uçuk dediğimiz yaralardır.Soğuk, rüzgâr, güneş, dudak boyası gibi dış etkenlerle de dudaklarda çatlak ve iltihaplar meydana gelir. Dudak kenarla­rında bazı vitaminler-faydalariin eksikliğinde beliren çatlak ve kabarcıklara ise perleş (perleche) veya halk dilinde yalama adı verilir. Ağız­da ve dudak kenarlarında mantarların neden olduğu enfeksiyonlar da aft denilen hastalıkların belirtisi olarak görülür.



Dövme - Cilde Yaptırılan Resim

16 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Estetik ve Güzellik, Sağlık Sözlüğü-D

Döğme (tatouage) deri içine suda erime­yen boyaların sokulması ile birtakım şe­killerin yapılmasıdır. Bunlar yapay yani artifisyel lekelerdir. Çini mürekkebi veya is ile yapılırsa mavi, zencifre ile yapılırsa kırmızı olur. Genellikle gemiciler vücutla­rına resim şeklinde döğme yaptırmakta­dırlar. Bazı meslek sahiplerinde, deri içine taş, granit ve bazı madenlerin girmesi ile de kendiliğinden meydana gelebilir.



Deri

14 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Estetik ve Güzellik, Sağlık Sözlüğü-D

Vücudumuzu örten deri, doku olarak iki tabakadan yapılmıştır, üst deriye epidermis,alt deriye erma denir Deri kan damar kılları, ter bezleri, yağ bezlerini ve her şeyden önce vücudu dış etkenlerden koruyan bir örtüdür. Derma tabakası ile altındaki derialtı tabakası (subcutis) su ve suda eriyen maddelerle vücudun karbonhidrat ve yağ deposudur. Yağ bezleri derinin kurumasını veya masere olmasını önlemeye yarar. Beden ısısının düzenlenmesinde (termore-gulasycn) terlemenin rolü çok büyüktür. Bu düzenlemeyi, derideki ter bezleri suyu dışarı atarak sağlar. Sıcakta ise damarların genişlemesi sonucu fazla terleme ile beti sn ısısı sabit tutulduğu gibi soğukta da damarların büzüşmesi ile ısı kaybı önlenir. Derinin duyu organı clarak da önemli görevleri vardır. Epidermisteki serbest sinir uçları ağı ile ağrı, temas, basınç, sıcak ve soğuk hislerinin alınmasını .sağlar. Deri, tabaka halinde dizilmiş ve alttan yüzeye doğru daima yenilenen epitel hücrelerinden meydana gelir. Deri, doğumdan ölüme kadar sürekli olarak kendini yenileyen bir organdır. Alttaki canlı hücre tabakası doğurucu tabaka (stratum gsrmina-tivum) derinin üst yüzüne doğru canlılığını kaybederek sertleşir ve cansız üst deri tabakasını (stratum corneum) meydana getirir. Tırnaklar parmak uçlarından derinin matriks denen kök kısmından ortalama 10 günde 1 mm. kadar büyüyen keratinleş-miş plaklardır.

Derinin rengini meydana getiren melanin denilen bir boya maddesidir. Melanin miktarı ve dağılımı her insanda farklıdır. Değişik ırklara göre kalıtıma bağlı olarak insanların rengini belirler.

Derideki değişiklikler iç hastalıklarına bağlı olarak meydana gelebildiği gibi çoğu kez dış etkiler, tahrişler, yaralanmalar sonucu oluşur.

Derinin iltihaplanmasına ve hastalanmasına genel olarak dermatid veya dermatoz denilmektedir. Deride meydana gelen hastalıklar, bu hastalık belirtilerinin yani lez-yonların karakterine ve uygulanan testlere dayanılarak yapılır. Böylece deri hastalıkları uzmanları tarafından çok çeşitli deri hastalığının teşhisi ve tedavisi mümkün olabilmektedir. Herkesin parmak izi, diğerininkinden tümüyle farklıdır. Suçluların saptanmasında ve kişilik teşhisinde parmak izlerinin bu özelliğinden yararlanılır. Parmaklar mürekkebe batırılıp bir kâğıda bastırılarak parmak izi alınabilir.



Ben

4 Şub, 2008 Estetik ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Ben

Doğuştan veya doğumdan birkaç hafta sonra beliren birkaç milimetre büyüklüğünde siyah veya esmer, yassı veya hafif çıkıntılı, düz, küçük lekelere ben (Lentigo, Birthmark) adı verilir. Tek veya vücudun birçok yerinde birkaç tane olabilirler. Deri tümörlerinin en basiti sayılırlar. Melanin denilen boya maddesinin oturduğu deri katına göre çeşitli renkli benler yani nevüs-ler vardır. Bazı türleri, ileri yaşlarda kötü-leşebilir ve nevo-karsinoma dönüşür.Tıbbi veya estetik zorunlu bir sebep olmadıkça benlere dokunulmamalıdır.



Kozmetikler

18 Mar, 2008 Estetik ve Güzellik, Kadın Sağlığı

Güzel görünmek için deri, saç ve yüze tat­bik edilen maddelere kozmetik adı verilir İlk olarak 4000 yıl önce Mısırlı kadınlar ta­rafından kullanılmaya başland’ğı sanılan bu maddeler, Romalılarda da yaygın olarak kullanılmıştır. Bugün ise daha çok kadın­lar tarafından uygulanmaktadır. Kozmetik­lerin başlıcaları, yüz pudrası, krem, ruj, losyon şeklinde kullanılmaktadır. İçerisinde, talk, kireç, kaolin, magnezyum, karbonat, bizmut, nitrat ve çinko oksit gibi maddeler bulunan yuz pudralan ve dudak boyası olarak kullanılan rujlar deri üzerin­deki hava deliklerini kaparlar. Böylece de­rinin rahat hava almasını engelleyerek er­kenden kırışmasına neden olurlar. Diğer bir tehlike ise bunlara karşı gelişen aler­jidir. Alerjik kişilerde pudra aksırığa, deri döküntülerine, göz iltihaplarına, astım ve saman nezlesine neden olabilir. Kremler ve losyonlar kozmetik olarak günümüzde hem kadın hem de erkekler tarafından kullanıl­maktadırlar. Temel maddeleri yağ, balmu­mu, boraks, lanolin ve alkol olan bu krem­ler tehlikeli kurşun ve cıva tuzları içerebi­lirler. Bu gibi kremler deriyi besleyici ve dokuyu tamir edici olarak kullanılamazlar. Kremlere konduğu söylenen vitaminler-faydalariin de deriye faydası yoktur.

Çunku derinin kırışması, derialtı dokusunun esnekliğini kaybetmesine bağlıdır. An­cak gıda ile alınan besinler kan dolaşımı ile gelerek beslerler. Bu nedenle uygulana­cak en iyi yöntem, deri temizliğine ve gıda düzenine dikkat etmektir. Aksi halde krem­ler ile deri bakımı yapılması hatalı bir iş­lemdir. Gliserinli deri kremleri, deriyi yumuşattık­ları için kuru ciltlerde uygulanabilir. Masaj yapmak için oldukça faydalıdırlar. Tüm bunların yanında östrojen içeren hor­monlu kremler de bulunmaktadır. Fakat diğer kremlerden daha iyi olmayan bu maddeler, âdet bozukluğuna kadar giden yan etkiler yaparlar.

Birçok hayvanda denenerek zararları araştınlan bu kozmetikleri kullanmadan evvel kişiye göre kontrol etmek gerekir. Yanı ki­şi bir kozmetiği kullanacak ise önce deriye uygulamalı, 24 saat sonra herhangi bir etki ya da alerji görülmediği takdirde kul­lanmaya devam etmelidir.

Kadınlar, kullandıkları kozmetiklerin, deriye zarar verebileceğini düşünmelidirler.



Kan Beni, Kan Uru

27 Şub, 2008 Estetik ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kan damarlarının bir tümör gibi büyüyerek genişlemesine yani hiperplazisine anjiyom veya hemanjiyom (Hemangiomes) denir. Deride, iç organlarda, özellikle beyinde ve çok kere doğuştan bulunan bu malformasyonlar bazen tehlikeli bir şekilde kanayabilirler. Deri ve derialtında bulunan heftnanjiyomlar doğum lekesi (şarap lekesi) veya kan beni olarak bilinir. Anjiyomlar habis tümör veya kanser değildirler, ancak bazen estetik bozukluk yaratabilirler. Yüzeysel veya derin olarak bulunabilen anjiyomlar çeşitli sendromların ve hastalıkların belir­tisi olabilirler. Ufak anjiyomlar elektrikle koterize edile­rek yani yakılarak yok edilebilirler. Büyük­leri ise ancak estetik bir ameliyatla genel anestezi altında çıkarılabilir. Bazı anjiyomlara ise sklerozan ilaçlar enjekte edilebi­lir, ayrıca kriyoterapi veya radyoterapi uy­gulanabilir.



Kırıklar

7 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-K

İskelet kemiklerini etkileyen darbe (trav­ma) nedeniyle kemik dokusunda meyda­na gelen ayrılmaya kırık denir. Kırıkların oluşunda dış etkilerin rolü ol­duğu kadar, kemiklerin yaşa göre sertlik ve elastikiyetinin de rolü vardır. Kırıkların çoğu direkt veya ındirekt olarak etkileyen darbeler, tıp dilindeki adlarıyla travma­lar nedeniyle ve çeşitli biçimlerde oluşur­lar. Travma sonucu oluşan kırıklara travmatik kırıklar denir. Çok kere deride bir yara yoktur fakat zamanla ağrı, şişlik ve kanamaya bağlı hematom meydana gelir. Bunlara kapalı kırık veya basit kırık da denir. Bazı kırıklarda ise deride yaralan­ma, kesik, iltihaplanma görülür. Bunlara komplike kırık veya açık kırık adı verilir. Kırık, kemikte tam bir ayrılmaya neden ol­muşsa tam kırıktan söz edilir. Çatlak bi­çimindeki kırıklara ise tıp dilinde fissür adı verilir. Kemiklerin bazı genel ve lotal nedenlerle hasta olmalarına bağlı oiarak meydana ge­len kırıklara ise patolojik kırıklar denir. Osteomiyelit, kemik tümörü ve kemikte yerleşen habis tümör metastazları en ufak nedenle kemik kırıklarına sebep olabilen hastalıklardır Ayrıca bazı genel bunyevı hastalıklarda (Osteogenesıs ımperfekta, raşitizm, osteomalası, Paget hastalığı, sıfılıs) kemikler hasta olduğundan kolay kı­rılabilir. Kırıkların oluş yerleri de değişik belirtile­re neden olur Kafa kırıkları bu bakımdan bazen beyin travmasına ve bilinç kaybı­na, hatta beyin kanaması sonucu olume bile yol açabilir. Genel olarak kırık bölgede ağrı vardır Ba­zen o bölgeye dokunulduğunda veya belirli bazı hareketlerin yapılmaya çalışılmasında ağrı meydana gelir Kırıklarda görülen be­lirtilerden bir ikincisi kemik zarı denilen penostun veya kemik ılığındekı damarların yırtılması sonucu meydana gelen kan top­lanması yanı hematomdur Zamanla ağrı ve şişlik artabilir Ayrıca kırık kemiğe ait adalelerde fonksiyon bozukluğu sonucu çalışma durur veya tonus azalır Biçim bo­zukluğu (deformıte) veya durum bozuklu­ğu (dıslokasyon) meydana gelir. Kemiklerin kırık uçlarının birbirine sürtün­dükleri zaman çıkardıkları krepıtasyon de­nen sesin işitilmesi kırık teşhisini koymada önemli bir belirtidir Bazen kemiğin kırık uçları arasına bir doku parçası veya sınır sıkışabilir ve dayanılmaz ağrılar meydana gelebilir Kırık meydana gelen organın di­ğeri ile kıyaslanması yapılabilen vakalarda asimetri, duruşta gayrıtabıılık, kısalık, uzunluk gibi farklar teşhise yardımcı be­lirtilerdir. Kırıkta kesin teşhis röntgen muayenesi ile yapılmalıdır.



Kokain

11 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-K

Kokain, Güney Amerika’da yetişen koka ağacının (Erythroxylon coca) yaprakların­da tabu olarak bulunan bir alkaloiddir

Yerliler bu yaprakları çiğnediklerinde veya enfiye gibi koklayarak kullandıklarında ne­şelendiklerini (oforı) ve yorulduklarını duymadıklarını, zamanla görme işitme ve dokunma hislerinde yanılgılara (halusınas yon) kapıldıklarını görmüşler ve afyon gibi kullanmışlardır. Daha sonra kokainin formülü bulunmuş, sentetik olarak birçok türleri yapılmıştır. Hekimlikte ancak göz ameliyatlarında ve dokuları yerel olarak uyuşturmak için kul­lanılmaktadır. Alışkanlık yaratıcı gücü eroin dışında bü­tün bu tur maddelerden fazladır. Kokain­man denilen kimseler tarafından buruna çekilen, toz olarak veya enjeksiyon şek­linde genellikle morfin gibi diğer uyuştu­rucularla birlikte kullanılır. Kokaine alışan­lar endişeli, gözbebekleri genişlemiş, za­yıf, karamsar ve sinirlidir. Genellikle cin­sel iktidarsızlıktan şikâyet ederler. Olma­yacak, çıldırtıcı hayaller görmek ve sesler işitmek gibi halüsinasyonlardan başka, de­ri altında birtakım böceklerin dolaştığı (ko­kain böcekleri) şeklinde tarif edilen dokun­ma halusinasyonları vardır. Ayrıca baş ağ­rısı, ateş, nabızda hızlanma, terleme, so­lunum bozukluğu, konvülsiyonlar ve kollaps görülür. Benzoik asit esteri olarak kokain (cocaine) tetracaine (pontocaine), para aminoben-zoik asit esteri olarak procaine (Novocain) günümüzde cok kullanılan lokal aneste-ziklerdendir.



Kromozom

18 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-K

Hücrelerin çoğalması esnasında soyaçe­kim özelliklerinin yeni yavru hücrelere ta­şınmasında rol oynayan kromozomlar hüc­renin nukleusunda yani çekirdeğin içinde ve çift olarak bulunurlar. İnsanda 22 çifti somatik (otozom), 1 çifti de cinsiyet kro­mozomu (eşeysel) olmak üzere 23 çift yani 46 kromozom vardır. Cinsiyet kromozomla­rı X ve Y ile adlandırılırlar. Erkekte XY kro­mozomları, kadında ise XX kromozomları bulunur. Kromozomlar deoksi ribo nukleik asit veya kısaca (DNA) dediğimiz molekül zincirlerinden ve histon denen proteinler­den oluşur. Kromozomlar hücre durgunken görülmez, sadece hücre bölündüğü sırada özellikle metafaz safhasında görülür. Canlılarda kalıtım özelliklerini taşıyan ve adına gen denilen raktörler ise, kromozom çiftlerinde karşılıklı (alel) olarak bulunur­lar. Bir özelliğin nesilden nesile aktarılma­sında görülen değişmeler yani varyasyon­lar alel genlerin bölünme sonucu aynı ve­ya değişik karakter taşımalarından mey­dana gelir. Eğer bir kromozomda herhangi bir kprakteri belirten gen çifti birbirinin ay­nı ise o hücreye homozigot, gen çifti bir-Dirinden farklı ise o hücreye heterozigor denir. İnsanlarda cinsiyetin belirlenmesi, bölün­me sonucu ancak ve sadece X kromozomu taşıyabilen ovum ile X veya Y kromozomu taşıyabilecek olan spermin birleşmesine bağlıdır. Ovumu dölleyen sperm, X kromo­zomu taşıyorsa bu Kromozom ovumdaki X kromozomu ile birleşince XX kromozom çiftini meydana getirecek ve çocuk kız ola­caktır. Aksi halde mayoz bölünme sonucu kendisinde Y kromozomu kalmış olan sperm ovumun X kromozomu ile döllene­cek ve sonuç olarak XY kromozomlarını taşıyan oğlan çocuğunu meydana getire­cektir.



Kurdeşen

20 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-K

Bkz Urtiker



Laboratuvar Testleri

21 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-L

Hekimlikte hastalıkların teşhis ve ayırı­mında beden sıvıları ve salgılarının tetkiki çok yararlıdır Bu amaçla kan, serum, id­rar, dışkı, beyin, omurilik gibi materyalin alınarak laboratuvarda değerlendirilmesi doktorlara önemli ipuçları verebilir Klinik bulgulara yardımcı olmak üzere yapılan laboratuvar muayenelerinin sonuçlan nor­mal değerlerle karşılaştırılarak bir teşhise varılır.



Lenfatik Sistem

21 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-L

Lemfatik sistem, vücudun içinde bezler, kanallar ve alanlar oluşturan ve beyin ha­riç vücudun her yerinde devamlı dolaşan lenf adındaki sıvıyı taşıyan bir sistemdir. Lenf, alyuvarsız, açık, sulu kan plazması bileşimine benzer. Bu sıvı vüeut hücreleri arasındaki tüm boşlukları doldurur ve kan kopillerinde şekillenir. Lenf denilen sıvı hücreler arasından lenf kopillerine ve oradan da daha büyük lenf damarlarına ge­çer. Bu damarlar daha büyük damarlara dökülerek sonunda solda torasik kanalda (ductus thorasicus) ve sağda ise köprü­cük altı lenf kanallarında toplanır. Lenf düğümü de denen lenf bezleri kanal­lar arasında bulunurlar. Fasulye büyük­lüğündeki lenf düğümcükleri lenf akımının sürekliliğini sağlarlar. Lenf sıvısı için­de bakterilerle savaşan beyaz kan hüc­releri bulunur. Lenf bezleri infeksiyon maddelerini ve dokulardaki diğer yıkıntı ve eskimişleri temizlerler. Infeksiyonların ya­yılmalarına karşı vücudun bir savunma mekanizması olarak görev yaparlar. Lenf dokusu sindirim sisteminde de bulu­nur ve sindirilmiş besinlerden yağı emer­ler.

Lenfin dolaşımı, kalbin hareketlerine bağlı değildir. Yürümek ve nefes almak gibi vü­cut kaslarının hareketiyle akışını sağlar.

Bazı hastalıklar lenfatik sistemi etkileye­bilir. Örneğin infeksiyon mononükleozda lenf bezleri şiş ve hassastır. Ayak veya parmaklardaki mikroplu yaralar lenf bez­lerinin akut iltihaplanmasına ve infeksiyonun vücudun diğer kısımlarına yayılması­na neden olurlar. Tüberkülozda sıklıkla lenf bezleri iltihaplanarak büyürler. Bu du­ruma adenit tüberküloz denir. Lenf bez­lerinde tümör meydana gelebilir veya bez­ler vücudun diğer kısımlarındaki tümör hücrelerinin metastazı, yani buralara taşı­narak bezlere yerleşmesi sonucu büyüye­bilir.

Lenf bezlerinin büyümesi halinde mutlaka hekime görünmelidir. Hastalığın nedenleri araştırılarak ve istenilen muayeneler ya­pıldıktan sonra gereken tedavi uygulana­bilir.



Lokal Anestezikler ve Uygulama Şekilleri

22 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-L

Derideki duyu organlarından beyne giden sinirleri uyuşturarak ağrı hissini o bölgede lokal olarak kaldıran ilaçlara lokal anestezik denir. Lokal anesteziklerin çoğu benzoik asit tü­revleridir. Bunların arasında procain (Novocain), buthetamin (Hostacain), cocain, tetracain (Pantocain) sayılabilir. Amid cinsi lokal anestezikler arasında dibucain (Nupercainal), lidocain (Xylocain), mepivacain (Çarbocain), prilocain (Çitanest) en meşhurları olarak ülkemizde kul­lanılmaktadır.

Eskiden sprey şeklinde sıkılarak kullanılan klorür d’etil bugün çok az kullanılmaktadır. Lokal anesteziklerin uygulama şekillerine göre de yapılan anestezilere değişik isim­ler verilmektedir. Mesela göz ameliyatlarında korneaya ko­kain damlatılması, diş çekiminde ağız mu­kozasına pülvarizatörle uyuşturucu ilaç püskürtülmesine topikal anestezi denir. Deri altına lokal anestezik enjekte ederek oradan geçen sinirleri uyuşturmaya infiltrasyon anestezisi veya field block adı ve­rilir. Oturur vazıyette duran bir kimsenin bel omurları arasında ponksiyon iğnesi ile gı rerek (Lomber ponksiyon) omurilik içine lokal anestezık ilaç vermeye spınal anes tezi denir Bu anestezi altında iken hasta uyanık ve hafif yatık durumdadır Genel anestezi yapılamayan birçok hastaya bu tur anestezi altında çeşitli karın ameliyat lan yapılabilir Spınal anestezinin bir de ğısık şekli (epıdural anestezi) doğumlarda ağrısız doğum metodu olarak da kullanıl­maktadır.



Mantar Enfeksiyonları-Candida Albicans

6 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-M

Candida Albicans

Sistemik mantar enfeksiyonlarına neden olabilen bir mantardır. Geniş etkili antibiotikler birçok mikropları öldürdüğü halde bu mantarlara zarar vermez, aksine çoğalmalarına neden olabilir.İnsanlarda ağızda tükürükte, vajinada, dışkıda bulunan candida albicans’ın çoğalarak yaptığı hastalığa moniliasis denir.Deri ve mukozada candida enfeksiyonları pek tehlikeli olmadıkları halde kalpte, beyinde, kemikte yerleşen mantarların yaptığı moniliasis hastalığı daha tehlikelidir. Tedavide amphotericin-B kullanılır.



Masaj Yapma

30 Mar, 2008 Alternatif Tıp, Sağlık Sözlüğü-M

Adaleleri ovarak, yoğurarak veya vücuda vurarak uygulanan tedavi yöntemine ma­saj denir. Burada esas amaç dolaşımı uyarmak ve kasların yumuşaklığını, esnek­liğini artırmaktır. Günümüzde her ne ka­dar masaj için gerekli bir sürü mekanik araç varsa da bu iş için, genellikle eller kullanılır ve tercih edilir. Masajın tipi amaca bağlı olarak değişir. En basit masaj tipi uyuşukluğa neden ol­madan ve ağrı uyandırmadan yapılan ba­sit, ritmik vuruş hareketleridir. Vuruş ha­reketleri, derin ve doğrudan vücudun mer­kezine doğru yapılır. Böylece kan ve lenf akımı sağlanmış olur. Bu teknik ayrıca kasların gevşemesini, rahatlamasını ve şişliklerin azalmasını da sağlar. Mide ala­nına uygulandığı zaman mide kaslarının normai kasılma ve gevşeme hareketlerinin yerine geçerek barsakların hareketine yardımcı olur.

Masajın sıkma ya da ezme şeklinde ya­pılan tipinde deri ve derialtı dokusu çekilir ve daha sonra parmaklar ve eller arasında sıkıştırılır, yoğrulur. Çekilemeyen dokular­da ise ellerle kemikler veya kaslar arasın­da sıkıştırılabilir. Bu yöntem, sıklıkla yapı­şıklıkların önlenmesini, dolaşımın uyarıl­masını ve ısının artırılmasını sağlar. Eğer bu derin masaj hareketleriyle bir titreşim sağlanırsa, dolaşım daha da artar. Keza eller ve dokular arasındaki ovma, yoğurma işlemi kuvvetli olarak yapılırsa ısı artırımı istenilen düzeyde ayarlanabilir.

Masajın diğer bir biçimi, perküsyon (vur­ma) dur. Bu, bazı araçlarla, ellerin yan ke­narıyla veya parmak uçlarıyla çekiçleme (çekiç gibi vurma) biçiminde yapılan ha­reketlerdir. Masajla istenilen sonuçlar elde edilemez­se tıbbi veya cerrahi müdahaleler uygu­lamalıdır. Masaj, en iyi masajcılar tarafın­dan yapılmalıdır. Bilmeyenler tarafından yapılan masajlar doku zedelenmelerine neden olabilir.



Mide Asidini Azaltan İlaçlar - Antiasitler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-M

Antiasitler

Midede sindirim fonksiyonu için gerekli olan asit klorhidrik normalden fazla salgılandığında hiperasidite söz konusudur. Ülser veya gastrit gibi hastalıklarda mide sekresyonunun ve asidinin fazlalaşması şikâyetlerin artmasına neden olmaktadır. Mide asidini bağlayarak onu azaltan ilaçlara antasid adı verilmektedir. Bunların içinde etkisini çabuk gösterdiği en çok sodyum bikarbonat kullanılmaktadır. Ancak bu ilaç fazla alındığında iştah kaybına, halsizliğe ve daha sonra yeniden bir asit salgısına neden olabilir. Alüminyum hidroksit je! (Amphojel), magnezyum hidroksit (Phillips milk of magne-sie), dihidroksi alüminyum sodyum karbonat (Dank, Kompensan) ve daha birçok antiasit ilaç mide hastalıklarında uygulanmaktadır.



Mikrop Öldürücüler-Antiseptikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-M

Mikrop Öldürücüler

Antiseptikler

Hastanelerde, cerrahi servislerinde araçların mikropsuz veya tıptaki deyimiyle steril hale getirilmesi, operasyon alanının ve ellerin temizlenmesi, yaralardaki mikropların öldürülmesi yani dezenfeksiyon için kullanılan maddelere antiseptik denir. Tesir tarzları hücre protoplazmosının protein yapısını bozmak, pıhtılaştırmak yani koagüle etmek şeklinde görülebilir. Bu etkilerinden ötürü bunlara genel protoplazma zehirleri de denir. Bazen hücre zarının geçirgenliğini bozarak etki yaparlar. Deterjan denilen temizlik maddelerinin etki tarzı bu türdendir. Antiseptik olarak kullanılan kimyasal maddelerin başında alkol, formaldehit, benzoik asit, sodyum hidroksit, tentürdiyot, fenol ve benzerleri, potasyum permanganat, heksaklorofen, benzalkonyum klorid ve çeşitli antiseptik boyalar (metilen mavisi, rivanol. fenazopiridin) gelir.



Mineraller ve Metaller

1 Nis, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-M

Vücudumuzu meydana getiren deri, kemik, kan, et gibi organik maddelerin haricinde doku­ların bileşimine giren inorganik maddeler yani mineraller de vucudumuzda mevcuttur. Mineraller organizmada ya metal atom­ları biçiminde ya da ametallerle yaptıkları türlü tuzlar biçiminde bulunurlar. Mineral­lerin insana oligodinamik tesirleri olduğundan vi­tamin preparatlarında tedavi niyetiyle kul­lanılmaktadırlar. Metal atomları elektrolit adı verilen solüsyonlarda elektron vererek po­zitif iyon haline qeçerler. Sodyum, katyonunun klorür anyonuyla birlikte oluşturduğu tuzun yaşamımızda çok önemli bir yeri vardır. Vücudu­muzda, daha çok hücreler arası sıvıda yani ekstra sellüler olarak mevcuttur.



Nefes Borusu

9 Nis, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Ağız ve gırtlaktan akciğerlere kadar uza­nan yaklaşık olarak 11,5 cm. uzunluğunda kıkırdak dokudan yapılmış nefes borusu­na, tıp dilinde trakea adı verilir. Solunum sisteminin diğer bölümlerini etkileyen has­talıklar, nefes borusunu da etkiler. Nefes veya soluk borusu da denen trakeanın il­tihaplanmasına trakeit denir. Hastalık kuru bir öksürükle başlar. Çoğunlukla bu öksürük göğüs kemiğinin ardında ve kısmen boynun alt bölgelerinde ağrı yapar. İltihap­lanma önlenmez ve gittikçe ilerlerse, ök­sürük sırasında balgam da gelebilir. Eğer iltihap steptokok cinsi mikroplar tarafın­dan oluşturulmuşsa balgamda cerahat de görülebilir.

Basit bir üşütme sonucu meydana gelen iltihaplanmanın tedavisi, sıcak ve sakin bir yerde yatak istirahatı ile yapılır. Hastanın soluduğu havayı nemlendirmek için oda içinde çaydanlıkla su kaynatmak yarar sağlar. Ayrıca sıcak su içine konacak ilaç­larla buğu da yapılabilir. Nefes borusunda önce nezle şeklinde baş­layan iltihaplar ihmal edilmeden tedavi edilmelidir. Aksi halde hastalık kronikleşir ve tedavisi güçleşir. Tedavide antibiotikler (penisilin, eritromisin) kullanılır. Nefes borusu, yabancı bir maddenin kaç­ması ile veya difteri gibi bir hastalık sonu­cu tıkanabilir. Bu durumda doktor çok kı­sa bir zamanda soluk borusunu açmak zo­rundadır. Traketomi denilen bir operasyon­la gırtlak delinerek hastanın nefes alması sağlanır.



ABO Sistemi ve Uyuşmazlığı

30 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Kan grupları bakımından insanlar ABO sistemine göre 4 gruba ayrılırlar. Al yuvalarında almz A antijeni bulunanlar A grubunu oluşturur. Ülkemizde bu tipten olanlar %43 oranındadır. Bunların serumlarında antikor olarak anti-B aglutinini bulunur. Alyuvarlarında yalnız B antijeni bulunanlar B grubundandır. Bunların serumlarında ise anti-A aglutinini vardır. Ülkemizde bu gruptan olanlar % 10 dolayındadır. AB grubundan olanların alyuvarlarında A ve B antijeni bir arada bulunur. Serumlarında ise hiç izo-antikor yoktur. Bu sebeple hem A hem de B grubundan kan alabildiklerinden bunlara «genel alta» da denir. AB grubundan olanlar nüfusumuzun ancak %5 ini oluşturur. O grubundan olanlar %43 oranındadır. Eritrositlerinde A ya da B antijeni bulunmaz. Bu nedenle O kan grubu Almanca olumsuz, yok anlamına gelen (ohne) sözcüğünden alınan O harfi ile tanımlanır. Bizde yanlış olarak buna “sıfır” grubu da denir. Bunların serumlarında nem anti - A hem de anti-B izoantikorları vardır. O grubu eritrositler anti-A ve anti-B antikorlarıyla aglutine olmadıklarından O kan grubundan olan kişiler kan verme açısından «genel verici» olarak kabul edilirler. Kan merkezleri tarafından çok aranan kişilerdir.

Son araştırmalar O grubundan olanların eritrositlerinde H antijeni bulunduğunu ortaya koymuştur. Doğum sırasında insanlarda ânti-A veya anti-B antikorları yoktur. Bu antikorların ilk haftalarda barsaktaki bakteri ve virüslerin ürünleriyle bağışıklık sonucu geliştiği sanılmaktadır.

İnsanlara çeşitli sebeplerle kan vermek gerektiğinde kan grupları büyük önem kazanmaktadır. Uygun kan verilmezse kan, damarlarda pıhtılaşmakta (aglütinasyon) veya parçalanmakta (hemoliz) ve ayrıca alerji, anaflaksi ve şok gibi ağır durumlara neden olmaktadır. Kan verilecek kimsenin kanının vericinin kan grubuna uygun olup olmadığına dikkat edilmesi gerekmektedir. Aynı kan grupları arasında bile alt gruplar nedeniyle uyuşmazlık olabilir. Bundan ötürü hastanın kanı, vericinin kanıyla bir lam üzerinde karıştırılarakpıhtılaşma olup olmadığı saptanmalıdır. Bu işleme karşılaştırma ya da «cross - mat-ching» denir.



Abulia

30 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

İradenin azalmasına hipobuli, kaybolması na ise abulia denir. Birçok nevrozlarda rastlanan bir durumdur. Bu gibi durumlarda hasta, karar verme ve eyleme geçme yeteneklerini yitirir.



Kırık Tedavisine Yarayan Çivi

20 Mar, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-K

Vücumuzdaki uzun kemiklerin genellikle bir kaza sonucu meydana gelen kırıkla­rının tedavisinde kullanılan madeni kalın tele Küntscher çivisi denir. Uzun kemiklerin özellikle femur denilen uyluk kemiğinin enine kırıklarında iki kırık ucu kemiğin kaynaması süresince tesbit etmek amacıyla kemiğin içine (kemik için­deki ilik boşluğu boyunca] uzunlamasına olarak çakılan çivi daha sonra çıkarılır.



ABO Sistemi ve Uyuşmazlığı

30 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Kan grupları bakımından insanlar ABO sistemine göre 4 gruba ayrılırlar. Al yuvalarında almz A antijeni bulunanlar A grubunu oluşturur. Ülkemizde bu tipten olanlar %43 oranındadır. Bunların serumlarında antikor olarak anti-B aglutinini bulunur. Alyuvarlarında yalnız B antijeni bulunanlar B grubundandır. Bunların serumlarında ise anti-A aglutinini vardır. Ülkemizde bu gruptan olanlar % 10 dolayındadır. AB grubundan olanların alyuvarlarında A ve B antijeni bir arada bulunur. Serumlarında ise hiç izo-antikor yoktur. Bu sebeple hem A hem de B grubundan kan alabildiklerinden bunlara «genel alta» da denir. AB grubundan olanlar nüfusumuzun ancak %5 ini oluşturur. O grubundan olanlar %43 oranındadır. Eritrositlerinde A ya da B antijeni bulunmaz. Bu nedenle O kan grubu Almanca olumsuz, yok anlamına gelen (ohne) sözcüğünden alınan O harfi ile tanımlanır. Bizde yanlış olarak buna “sıfır” grubu da denir. Bunların serumlarında nem anti - A hem de anti-B izoantikorları vardır. O grubu eritrositler anti-A ve anti-B antikorlarıyla aglutine olmadıklarından O kan grubundan olan kişiler kan verme açısından «genel verici» olarak kabul edilirler. Kan merkezleri tarafından çok aranan kişilerdir.

Son araştırmalar O grubundan olanların eritrositlerinde H antijeni bulunduğunu ortaya koymuştur. Doğum sırasında insanlarda ânti-A veya anti-B antikorları yoktur. Bu antikorların ilk haftalarda barsaktaki bakteri ve virüslerin ürünleriyle bağışıklık sonucu geliştiği sanılmaktadır.

İnsanlara çeşitli sebeplerle kan vermek gerektiğinde kan grupları büyük önem kazanmaktadır. Uygun kan verilmezse kan, damarlarda pıhtılaşmakta (aglütinasyon) veya parçalanmakta (hemoliz) ve ayrıca alerji, anaflaksi ve şok gibi ağır durumlara neden olmaktadır. Kan verilecek kimsenin kanının vericinin kan grubuna uygun olup olmadığına dikkat edilmesi gerekmektedir. Aynı kan grupları arasında bile alt gruplar nedeniyle uyuşmazlık olabilir. Bundan ötürü hastanın kanı, vericinin kanıyla bir lam üzerinde karıştırılarakpıhtılaşma olup olmadığı saptanmalıdır. Bu işleme karşılaştırma ya da «cross - mat-ching» denir.



Abulia

30 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

İradenin azalmasına hipobuli, kaybolması na ise abulia denir. Birçok nevrozlarda rastlanan bir durumdur. Bu gibi durumlarda hasta, karar verme ve eyleme geçme yeteneklerini yitirir.



Addison Hastalığı

30 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Addison hastalığı böbrek üstü bezinin yetmezliği veya körelmesi sonucu meydana çıkar. İlk kez Addison adlı doktor tarafından bulunduğu için onun adını almıştır. Bu hastalıkta böbreküstü bezinin salgıladığı glikokortikoid ve mineralokortikoid adı verilen hormonların salgılanması azalmıştır. Bazı hastalarda tüberküloz hastalığı neden olarak gösterilmiştir. Tümörler veya ağır kanamalar da hastalığa neden olabilir.

Belirtileri halsizlik, tansiyon düşüklüğü, iştahsızlık, bulantı, kusma ishal, kan şekerinin azalması, derideki renk değişikliği v.b. dir. Mukozalarda dudak ve yanakların ic yüzlerinde koyu renkli lekelerin görülmesi hastalığın karakteristik bulgularıdır.

Hastalığı tam olarak teşhis edebilmek için doktorlar hastalık şüphe ettikleri kimselere kısaca ACTH denen adrenokortikotrop hormonu yaparak böbreküstü bezinde yetersizlik olup olmadığını saptayabilirler. Yapılan bu denemeye Thorn testi denir.

Tedavi için eksik olan hormon preparatla-rı «hidrokortizon» verilir. Hastaya proteini ve karbonhidratı bol ve tuzlu bir diyet önerilir. Kortizonun bulunuşuna kadar öldürücü olan bu hastalık günümüzde artık tedavi edilebilmektedir.



Adenomegali

31 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Siyonlarından kızamıkçık, infeksiyöz mono-nükleoz gibi hastalıklarda da adenit en önemli belirtiler arasındadır.

Bir hastada adenomegali tespit edildiğinde önce kan muayenesi yapılmalı ve tüberküloz reaksiyonu (Montoux testi) araştırılmalıdır. Adenit tüberküloz vakalarında bu test kuvvetle müspet: çıkar. Kan muayenesinde kansızlık, lökopeni, trombosito-peni gibi kan hücrelerinin azlığı tespit edilirse hastada ayrıca kemik iliği ponksiyonu yapılarak çeşitli kan hastalıkları aranmalıdır.

Kan hastalıkları uzmanları tarafından gerektiğinde lenf düğümlerinden ponksiyonla alınan hücreler bir lam üzerine yayılarak boyanır ve sitolojik tetkik uygulanır. Ayrıca bazı vakalarda büyümüş olan lenf bezinden cerrahi usulde parça almak yani biopsi yapmak gerekebilir.

Vücudumuzdaki lenf düğümlerinin büyümesi halinde adenomegali veya adenopati deyimleri kullanılır. Akkan damarları da denen lenf sistemi bütün vücudumuzda kan damarları gibi yaygın olarak dağılmış olup organizmanın savunma ve bağışıklık görevini üzerine almıştır. Bu lenf yolları üzerinde ileri karakol gibi yer alan lenf düğümleri (lenf ganglionları) korteks ve medulla olmak üzere iki kısımdan yapılmışlardır. Lenf düğümünde lenfosit ve makrofaj denen iki tür hücre bulunmaktadır. Lenf düğümleri, çevreden lenf yoluyla gelmiş yabancı bir cisme yani antijene karşı bağışıklık kazanmış B-lenfositi veya T-lenfositi üretir ve dolaşıma verirler. Ayrıca lenf düğümlerindeki makrofaj denen bazı hücreler organizmaya giren yabancı cisimleri veya mikropları yiyerek onları yok etmeye çalışırlar. Bu yok etme veya yeme işlemine tıp dilinde fagositoz denir. Kanda ve lenf sisteminde yer alan ve akyuvar (lökosit) denilen bir seri hücre (lenfosit, makrofai pfazmosit v.b.) bu bakımdan vücudun askerlerine benzetilebilir.

Lenf düğümleri genellikle vücudun belirli anatomik böjgelerinde yer almışlardır. Bir kısmı yüzeyseldir ve büyüdüğü zaman gözle görülebilir veya elle hissedilebilir. Büyüklük, kıvam ve hareketlilik bakımından farklı olurlar. Diğer bir kısım lenf ganglionları ise derinde iç organların ve damarların çevresinde bulunurlar. Bunlar büyüdükleri zaman bile görülmez, ancak radyografi veya lenfanjiografi ile teşhis edilirler.

Lenf düğümlerinin büyümesi halinde önce enfeksiyonlar daha sonra immünolojik hastalıklar (kollajen doku hastalıkları) ve tümörler akla gelir.

Bakterilerin yaptıkları enfeksiyonlar özellikle koltuk altı vellükîarda bulunan lenf sında tüberküloz, frengi gibi hastalıkların düğümlerinin büyümesi gözle görülüp eiie yaptığı adenitler başta sayılır. Virüs enfeksiyon hissedildiğinde doktora başvurmalıdır.

Lenf bezlerini büyüten neoplastik kan hastalıkları arasında Lenfadenomlar (Hodgkin hastalığı) en tehlikeli olanıdır.

Adenomegalilerin tedavisi doğru bir teşhis konduktan sonra ve ancak uzman doktorlar tarafından yapılmalıdır.



Adet Görmeme

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Hormonlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Görmeme

Kadınların fizyolojik olarak hemen her ay düzenli şekilde gördükleri aybaşı kanamasının olmayışına amenore veya âdet görmeme denir.

Kız çocukları ergenlik çağına gelinceye kadar âdet görmezler. İlk âdet (menarche) iklime ve bünyeye göre değişmek üzere

10-14 yaşlarında başlar ve âdetten kesilmeye yani menopoza (menopause) kadar düzenli bir şekilde devam eder. Kadınlar 47-50 yaşlarindan sonra da bu sebeple normal olarak âdet görmezler.

Kadınların gençlik ve olgunluk çağlarında âdet görmemeleri halinde ilk akla gelen ihtimal gebeliktir. Gebelik süresince kadınlar 9-10 ay âdet görmezler. Loğusalık döneminde hormonal ilişkiler nedeniyle de bir süre âdet görülmeyebilir ki buna laktasyon menoresi, halk dilinde ise süt koruması denir.

Bunun dışında bütün amenoreler herhangi bir organik veya hormonal hastalık sebebi olarak veya alınan ilaçlara bağlı olarak meydana gelmiş olabilir. Teşhis ve tedavi edilmek üzere kadın hastalıkları uzmanına gitmek doğru olur.

Aybaşı, Menstruasyon ya da Regl Kanaması



Adet Kanaması

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Kanaması

Kadınlarda doğurganlık döneminde 28 gün (4 hafta) ara ile görülen uterustan kan gelmesi olayına âdet kanaması (menstruasyon) veya halk diliyle aybaşı adı verilir. İlk âdet kanaması (menarche) kızlarda ergenliğin başladığı 12-14 yaşlarında görülür ve âdetten kesilme (menopoz) yaşı olan 47-50 yaşlarına kadar sürer.-

Her ay görüldüğü için âdet siklüsü (mens-truel cycle) denen ve kanama ile sonuçlanan aybaşı, beyindeki hipotalamusun, hipofiz ön lobunun yumurtalıkların ve döl-yatağı iç katının rol aldığı karmaşık bir olaydır. Âdet kanaması sona erdiğinde kısa bir dinlenme süresinden sonra, ute-rusun iç yüzeyini döşeyen ve endometri-um denilen mukoz zarda bazı değişmeler olur. Bazal tabakanın üzerindeki salgı bezlerinin ve kan damarlarının yeniden geliştiği, zarın kalınlaştığı, salgı yapmaya başladığı görülür. Bu arada yumurtalıklarda, yumurta taslağını oluşturan ve folikül adını alan keseciklerden biri hipofiz ön lo-bunda salgılanan folikül stimulan hormonu (FSH) adını alan hormonun etkisi ile büyümeye, olgunlaşmaya, aynı zamanda bu folikülün çevresindeki granuloza hücreleri de öströjen dediğimiz hormonu salgılamaya başlar. Sonunda âdetin 14. günü olgunlaşan yumurta karın boşluğuna atılır ki buna ovulasyon veya yumurtlama denir. Yumurtlamadan sonra yumurtalıktaki folikül, sarı cisim (corpus luteum) haline dönüşerek lutein hormonu (progesteron) salgılamaya başlar. Bu hormonun etkisiyle de endometriumda ikinci devre denilen sekresyon devresi (luteal phase) başlamış clur. Eğer yumurta sperm tarafından döllenecek olursa (fertilization) endometrium gelişmeye devam ederek desidua şeklinde gebeliğe hazırlanmaya başlar. Eğer yumurta döllenmezse sarı cisim atrofiye uğrayarak büzülür, beyaz cisim (corpus albi-cans) halini alır. Sonunda progesteron düzeyi düşerek endometriumda da sekresyon evresi sona erer ve yumurtlamadan 14 gün sonra âdet kanaması başlar. Alyuvarlar, akyuvarlar, dökülen epitel hücreleri ve serviks salgısından oluşan toplam 50 cc. lik âdet kanı 2-7 gün içinde kollumdan vaginaya, oradan da dışarıya akar. Âdet kanının kendine özgü bir kokusu vardır ve pıhtılaşmaz.

Bazı kadınlarda yumurtlama olmadan da âdet siklüsü devam edebilir ve âdet görülebilir. Bu durumda anovulatuvar siklüsten veya âdetten (anovular menstruation) söz edilebilir ki kadınlarda kısırlık nedenlerinden biri sayılır.

Âdet dönemi ve kanama bozukluklarını belirlemek için yapılan tanımlamalara

göre âdet görülmemesine amenora, ağrılı âdet görmeye dismenora, âdet zamanı kanın çok fazla gelmesine menoraji veya hipermenore az miktarda âdet görmeye hipomenore, gününden evvel sık sık âdet görmeye polimenore, seyrek âdet görmeye oligomenore, âdet dışı meydana gelen kanamaya ise metroraji adı verilmektedir. İki âdet arasında yumurtlama zamanına rastlayan günlerde hafif ağrı ile birlikte görülen kanamaya ara kanaması adı verilir ve yumurtlama belirtisi olarak kabul edilir. Bu sırada bazal temperatür dediğimiz beden ısısının günlük değişimlerini gösteren ısı eğrisinde ufak bir düşüşten sonra âdete kadar süren yüksek bir seyir izlenebilir.

1 — Âdet fonksiyonunu beynin altında bulunan hipofiz bezi yönetmektedir.

2 — Hipofizden salgılanan folikül stimulan hormon (FSH) yumurtayı olgunlaştırmaktadır.

3 — Hipofizin salgıladığı luteinizan hormon (LH)un kan serumundaki değerleri âdetin ikinci devresinde artmaktadır.

4 — Sıcaklık (Bazal temparatür) eğrisi âdetin ikinci yansında progesteron hormonun etkisiyle artış gösterir. Ovulasyon olmadığında artış da görülmez.

5 — Yumurtalığın yaptığı folikülün hormonu (öströjen) serumda âdet günlerine göre değişik miktarda bulunur.

6 — Sarı cismin yaptığı hormonun (progesteron) grafiği.

7 — Primordial folikül ve âdet boyunca gösterdiği değişimler.



Adrenogenital Sendrom

31 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Adrenogenital sendrom böbreküstü bezi­nin aşırı hormon salgılaması sonucu mey­dana gelen bir sendromdur. Bazen doğuştan vardır ve çocuk geliştikçe farkedilir. Yeni doğan kız çocuklarında dış cinsel or­ganlarda erkekleşme görülür. Klitoris, pe­nis gibi büyüktür, kıllanma da barizdir. Bu durumda yalancı iki cinslilik (pseudo her-mafroditizm) söz konusudur. ErKek çocuk­lar ise penisleri iri olarak doğarlar. Bun­lar, herkül tipli iri ve erken büyüyen ço­cuklardır.Tedavi için kortikosteroid hormon yapılır. Bazan bu sendrom bir tümör nedeni ile ergenlik çağında da görülebilir. Şişmanlık ve hipertansiyon bulguları vardır, fakat za­manı geldiği halde ergenlik başlamaz. Bu­nun tedavisinde ise kortikosteroid yarar sağlamaz, tümörü çıkarmak gerekir.ACTH, Beyinden Salgılanan Bir Hormon



Afazi

31 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Konuşma, yazma veya el kol hareketleri gibi her türlü haberleşmede, ifade ve anlama yeteneğinin kaybolmasına afazi denir. Sözlük anlamı konuşamama demektir. Sinir sistemindeki alıcı ve verici duyu organlarında ve sinir iletimindeki bozukluktan ileri gelmeyip beyin merkezinde kavram veya söz yapımı güçlüklerinden ötürü olur. Hastanın öğrenim ve sosyal durumu ile tutarsız, gramer yanlışları ile dolu uygunsuz konuşmalar karşısında afaziden şüphe edilir. Zekâ bozukluğu göstermeyen bir hastada afazi bazan beyin ambolisi veya yaralanması sonucu ortaya çıkan bilinç bulanıklığıyla (konvüzyon mental) ile karışabilir. Ayrıca histeride ve koma durumunda olan kimseler de konuşamadıkları halde bunlar için afazi deyimi kullanılmaz.

Demans hali denilen bunamada da bazan 1 afazi vardır. Afazi durumundaki kimse\ kendisine yöneltilen sözleri anlayamaz. Buna sensoryel afazi veya anlama afazisi (wemicke afazisi) denir.

Bazı afazi biçimlerinde, hasta işittiğini ve gördüğünü anlar, ancak fikri söz tarzında çevresine iletemez. Buna motor afazi (Bro-ca afazisi) denir. Beyin kabuğunda konuşma merkezinin hastalanması sonucu ortaya çıktığı kabul edilir.

Histerik afaziye tutulan kimseler kelimenin tam anlamıyla dilsiz olurlar. Ağızlarından tek bir kelime dahi çıkarmak mümkün olmayan bu kimselerin çok iyi yazabildikleri dikkati çeker.

Çocukluktan konuşma bozuklukları birkaç nedenden meydana gelebilir. Bunların başında ağız, damak ve dilin yapısal bozuklukları gelir. Konuşmanın ağız ve dil aracılığıyla ifadesinde bozukluklara ise dizarti veya kekeleme denir. Kekeleme, sesin irade dışı bir tekrarı, uzatılması yahut kesilmesi nedeniyle normal konuşma ritminin okşamasıdır. Beyincik yani serebellum ve omurilik içinde yeralan ekstrapiramidal sistem hastalıklarında görülebilir.

Cinsel Gücü Artıran Maddeler



Afrodizyak

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Kendisine söylenenleri anlamayan ve konuşamayan afazi durumunda bir hasta.

Cinsel isteği ve gücü artıran maddelere afrodizyak denir. Cinsel hormonların fazla veya azalması ile cinsel istek arasında bir ilişki yoktur. Bu sebeple cinsel gücü artırmak için hormonlar pek kullanılmaz. Aslında organik bir hastalığı olmayanlarda cinsel istek ve güç bazı psikolojik nedenler ve çevre şartlarının etkisindedir.

Eskiden afrodizyak olarak kullanılan ve kuvvet macunu olarak yapılıp satılan ilaçların içine bu tür etkisinin var olduğuna inanılan baharatlar konurdu. Bunların arasında vanilya, zencefil, topalak, udul, kahri, çörek otu, çemen otu, kimyon, darfilfil v.b. sayılabilir.

Ayrıca kunduz böceğinden elde edilen ranülositoz adı verilmektedir. Agranülosikantaradin ve bir cins keçinin gonad saltoz çoğu kez, bazı ilaçların (Piramidongısı olan misk afrodizyak olarak kullanıl- v.b.) alınmasına bağlı olarak da meydana gelmektedir.



Ağız ve Ağız Hastalıkları

31 Oca, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Sindirim borusunun ilk boşluğu olan ağız, mukoza dediğimiz ince bir epitel tabakası ile kaplıdır. Mandibula denilen alt çene kemiği ve maksilla denilen üst çene kemiği üzerinde sıralanmış dişler ve yanak ile çevrili olan ağız boşluğu önde dudaklarla kapanır, arkada sindirim ve solunum borusuna açılır. Ağzın içinde birçok kasların birleşmesinden oluşan, çiğneme ve konuşma işlevinde yardımcı, cok hareketli bir organımız olan dil bulunur. Yediğimiz ve içtiklerimizden zevk almamızı sağlayan tat alma duyusunun organı olarak dil bu işlevini üzerinde bulunan tat alma tomurcukları aracılığıyla yapar, besin ve cisimlerden aldığı kimyasal değişiklikleri beyine iletir. Bu tomurcuklar başlıca 4 temel tadı (tatlı, ekşi, acı, tuzlu) ve dokunma duyusunu hissederler. İnce tat farklılıklarında koku alma duyusunun da ortak rolü vardır.

Dilin kuruması ve paslanması (kızıl, tifo, pnömoni gibi) bazı ateşli hastalıklarda, dizanteride, üremide, akut karaciğer hastalıklarında görülür ve teşhiste hekime yardımcı belirtilerin başında gelir. Ağız kokusu (halitosis) denilen, çevreyi ve kişiyi rahatsız eden koku da bazı hastalıkların (asidoz, üremi ve karaciğer koması) belirtisi olabileceği gibi, ağız bakımı ve sağlığına önem vermeyen kişilerde dişeti iltihaplarından (piyore) veya çürük dişlerden de ileri gelebilir.

Dil üzerinde ortaya çıkan ve aft denilen herpetik yaralarla dil iltihapları dilde ağrılı yanma duyusuna (glossodynia) neden ola-

bilir ve hastanın nekime baş vurmasını gerektirir, Bozuk dişler, protezler, bazı enfeksiyon etkenleri (virüsler, mantarlar) ve beslenme bozuklukları da dil iltihabına yol açabilir.



Ağız Yaraları

31 Oca, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Ağız mukozasının iltihaplanmasına genel olarak stomatit, dilin iltihaplanmasına ise glossit adı verilir. Ağız içinde bulunan mikroplar ve mantarlar bir denge halindedirler. Bu dengeyi bozan ve enfeksiyon etkeni olan bakteriler, virüsler ve mantarlar ağızda ülser meydana getirebilirler. Ayrıca bazı kan hastalıklarında ve tedavi için kullanılan ilaçlara bağlı olarak da ağızda yaralar görülür. Ağızdaki dişler ve takma dişler de mukozayı tahriş edebilir Ağız içinde en çok görülen yaraların bir çeşidi, ağrılı olduğu için konuşmayı güçleştiren aftöz stomatit ve herpes (uçuk) denilen, bazen tek veya 2-3 tane bulunabilen 3-5 mm. çapında oval veya yuvarlak, kenarları belirgin kabarcıklardır. Bunların etkeni virüs olduğu için tam bir tedavisi yoktur. Antibiotik ve antimikotik (Tetrasik-lin, Misteklin), ayrıca kortizon, B vitamini kompleksi ve C vitamini verilebilir.

Mantarların neden olduğu ağız yaralarına halk dilinde pamukçuk, tıp dilinde moni-liasis veya müge denir. Bu durum, çocuklarda daha çok görülür. Tedavisinde, antimikotik denilen ilaçlar (Nystatin) veya jansiyan moru (violet de gentiane), metilen mavisi (blue de methylen) gibi eriyikler uygulanabilir.Dilde yaralara frengide, tüberkülozda, difteri ve lösemide rastlanır. Ağız yaraları yanı sıra dilin iltihaplanması ve ağrıması demir eksikliğinden ileri gelen kansızlıklarda, şeker hastalığında görülür. Dilde beyaz ve çatlaklı bir kalınlaşma kanser öncesi bir hastalık sayılan lökoplaziyi akla getirebilir. Ayrıca diltn ön kenarlarında sert bir yüzey üzerinde acılan yaralar dil kanserinin başlangıcı olabileceğinden vakit geçirmeden bir doktora başvurmak gerekmektedir.



Agranülositoz

31 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Agranülositoz ağır boğaz iltihabı, titreme, ateşle başlayıp septisemiyle sonuçlanan bir hastalıktır. Bademciklerde yumuşak damakta kabartılar meydana gelir, üzerlerinde kirli sarı bir zar bulunur. Laboratuvar bulgularında akyuvarların sayısında azalma (Lökopeni) görülür. Lökosit formülünde lenfositler, çoğunluktadır. Kemik iliğinden alınan kanda parçalı nötrofil hücrelerine yani granüllü olgun elemanlara pek rastlanmaz.



Ağrı Nedir?

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Ağrı

Vücudumuzun biyolojik bütünlüğünü sağlayan sinir sistemindeki otonom sinir liflerinin organizmadaki tahriş veya bozuklukları, zamanında merkeze bildirmek amacı ile yerdiği işaret, beyinde ağrı dediğimiz bir duygu biçiminde algılanır. Ağrı duygusu beden fonksiyonlarının düzeltilmesi için bir alarm işareti gibi görev yapar. Dokunma duyusundan ayrıdır. Bu iletim, ancak sinir sisteminde bir bozukluk olmadığı zaman ve bilinç tam yerindeyken ağrı duygusu şeklinde hissedilir. Bilincin kaybolduğu genel anestezi ve iletimin kesildiği lokal anestezide ağrı duyulmaz. Organların duyarlığı da farklıdır. İç organlar, karaciğer, beyin, kaslar, ağrı duyulmadan kesilebilirler. Fakat deri, plevra ve periton gibi zarlar ağrı konusunda çok duyarlıdır. Bu nedenle ağrının incelenmesi, deney hayvanlarında güç olmaktadır. Hasta olan organdan, otonom sinir lifleri ile iletilen uyarılar önce orta şiddette ve yeri iyi belirlenemeyen ağrıların duyulmasına neden olur. Daha sonra somatik ağrı döneminde merkezi sinir sisteminin duyu sinirleri ile iletilen ağrı, medula spinalise giren otonom liflerle karışarak derinin belirli bir bölgesinde refleks olarak duyulur. Her organın deride karşılığı olan hiperestezik bölgelerin (boas noktası) bulunması akupunktur tekniği ile hastaların teşhis ve tedavisinde rol oynamaktadır.



Ailevi Akdeniz Humması

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Ailevi Akdeniz Humması

Bu hastalık, herediter yani kalıtımsal bir hastalıktır. Çocukluk çağında başlar ve ömür boyu devam eder. Nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. Karın ağrısı ve ateşle başlar. Peritonit samlabilir. Ayrıca sırt ve göğüs ağrıları, eklemlerin şişmesi de görülür ve bu belirtiler nöbet şeklinde düzensiz olarak haftada veya ayda bir tekrarlar. Bu yüzden tekrarlayıcı selim peritonit (periyodik hastalık) adı da verilmiştir. Karın ağrısı ile ateşin aynı zamanda başlaması akut apandisitten ayırt edilmesini sağlar. Burada da lökositoz vardır ve sedimantasyon hızlıdır. Tedavide kolşisin uygulanmaktadır.

Solunum gazlarının değişimi, akciğerlerdeki hava keseciklerinde (alveol) gerçekleşir. Ciğerlere çekilen havadaki oksijen her hava keseciğinin çevresindeki mavi kılcal damarlardaki karbondioksitle değiştirilir ve daha sonra karbon dioksit solunum havası ile dışarı atıhr.

hayatî fonksiyonlardan biridir. Normalde solunum sayısı dakikada 16 - 20'dir. Solunumun hızlanması (takipne) veya yavaşlaması (bradipne) organizmanın alkali dengesi ile ilgili reflekslerle (feed-back mekanizması) düzenlenir. Solunumu güçleştiren hastalıklarda (kalp hastalığı, astım, anemi v.b.) meydana gelen zer ve sıkıntılı soluk alıp vermeye nefes darlığı (dispne), ancak ayakta veya oturur durumda nefes alabilmeye ortopne solunumun durmasına ise apne adı verilir.

Ağız ve burun yoluyla alınan hava soluk borusuna yani trakeaya girer, bronşlar yoluyla dallara ayrılarak alveol keseciklerine gelir. Akciğerlerde 100 m-’ye varan

bütün alveol yüzeyi ile akciğerlerin kapil-ler ağı arasında başlayan gaz değişimi sonucunda oksijen, diffüzyonla kopiller damarlara, karbon dicksit ise alveol boşluğuna geçmektedir.

Öksürük, solunum yollarının acık tutulmasını sağlayan istemli veya kendiliğinden oluşan bir savunma refleksidir. Öksürük birçok hastalıkların erken semptomu olduğu için önemli bir belirtidir. Akut, yani birden ortaya cıkon öksürükler; bronşit, pnö-moni, farenjit, larenjit, astım, saman nezlesi ve solunum yollarına kaçan yabancı cisimler sonucu meydana gelir. Kronik yani uzun süre devam eden ve bol balgamlı öksürükler tüberküloz, bronşektazi, akciğer apsesi, akciğer veya bronş kanseri gibi hastalıkları akla getirmelidir. Bununla birlikte sigara içenlerde, kronik bronşit, larenjit ve farenjiti olanlarda da devamlı ve kuru bir öksürük vardır.

Bronşların herhangi bir nedenle basınca uğrayıp kısmen ya da tamamen kapanmasına ve akciğerlerin o bölgede kollapsa uğramasına atelektazi denir. Bu durumda olan o lop ve segmentte akciğer hava kesecikleri havasızdır. Havasız kalan akciğer alanının büyüklüğü derecesinde yüzde bir kızartı (siyanöz), nefes güçlüğü ve ağrı vardır. Çevredeki bronşlar ise bu daralmayı karşılamak üzere genişlemiş (bronşek-tazi) ve zamanla fibröz doku artmıştır. Çok kere enfeksiyon ve nefes darlığı beraber bulunur. Kırk yaşını aşmış erkeklerde meydana gelen atelektazi, bronş kanserinin belirtisi olabilir.

Bebeklerde doğuştan bronşektazi bulunabilir veya sonradan kızamık, pnömoni gibi hastalıklar sonucu gelişebilir.



Akciğer Apsesi

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Çok kere pnömoni şeklinde başlayan ve lokal olarak doku nekrozu ve cerahatlenme ile sonuçlanan akciğer apsesi, mikroplu maddelerin bronşlardan akciğer dokusuna girmesiyle oluşur. Bronş kanserinin sonradan apseleşmesi ile de meydana gelebilir. Anestezi sırasında, epilepside, sarhoşlukta, bademcik ameliyatı ve diş çektirilmesi sırasında bronşlara kaçan mikroplar apseye neden olabilir. Röntgende o bölgede yoğun gölge ve hava-sıvı çizgisi görülür. Apse yine bronş yolu ile dışarı açılır ve hasta kusar gibi ağzından cerahat boşaltabilir. Yüksek dozda antibiotik ve drenaj yolu ile cerahat dışarıya akıtılarak tedavisi sağlanabilir.

Akciğer Loplarının Havasız Kalması



Akciğer Atelektazisi

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Akciğer Atelektazisi

Akciğer dokusunu oluşturan lobun havasız kalmasına atelektazi denir. Doğuşta bütün akciğer dokusu sönmüş bir balon gibidir, yani havasızdır. Çocuğun ilk ağlaması ile akciğer hava keseciklerine hava dolar ve solunum başlar. Doğuştan atejektazilerde bir lobun açılmayışı, solunumun güç olması ve morarma meydana gelmesi ile anlaşılır.

Yetişkinlerde görülen bronşların basınç altında kalarak tıkanması ile meydana gelen atelektazilerde dokular hasara uğrar; sonunda akciğer iltihabı, apse ve bronşların genişlemesi (bronşektazi) gibi komplikasyonlar ortaya çıkar.

Ameliyatlardan sonra sürekli yatmak, derin nefes almamak ve bronşlardaki salgıyı öksürükle çıkaramamak da atelektaziyi oluşturan nedenlerdendir.



Akciğer Kanseri

23 Oca, 2009 Hastalıklar, Sigaranın Zararları

Akciğer Kanseri Nedir?

Çok sık görülen akciğer kanserleri 2 geniş kategoriye ayrılabilir:

1-Küçük hücreli dışı kanser: skuamöz hücreli kanser, (en sık); adenokarsinoma ve large cell karsinoma

2-Küçük Hücreli kanser

• Diğer akciğer habis tümörleri i çok sayıda fakat nadirdir (lenfoma: blastoma. sarkom.vs).

Görülme sıkılığı: Her yıl 175.000 yeni vaka ,100.000 70 kişi.

Yaş: 50-70 yaş

Cinsiyet: Erkek > Kadın

AKCİĞER KANSERİNİN BELİRTİLERİ VE BULGULARI

• Öksürük

• Nefes darlığı

• Kanlı balgam

• Egzersiz kısıtlaması

• Göğüste ağrı

• Ses kısıklığı

• Hırıltılı solunum

• Kol ve omuz ağrısı

• Yutma güçlüğü

• Kemik ağrısı

• Kilo kaybı

• Kansızlık

AKCİĞER KANSERİNİN NEDENLERİ

• Sigara (% 90 dan daha fazla)

• Asbeste maruz kalma

• Halojen eterler

• İnorganik arsenik

• Radyoizotoplar

• Hava kirliliği

• Diğer metaller

AKCİĞER KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?

• Tam kan sayımı

• Sodyum,potasyum,kalsiyum ve karaciğer enzim anormalliklerini araştırmak icap eder.

• Pıhtılaşma etkenleri ve testleri yapılmalıdır.

AKCİĞER KANSERİNİN TEDAVİSİ

• Küçük Hücreli Akciğer Kanserine karşın Işın tedavisi ve kemoterapi uygulanır.

• Küçük Hücre Dışı Akciğer kanserinde önce hastalığın evrelemesi ve yayılma durumu tespit edilir. Daha sonra cerrahi tedavi veya ışın-kemoterapi yapılır.

• İmmunoterapi

• Gereğinde ağrı tedavisi



Akciğer Ödemi

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Kalp yetmezliğinin daha ağır bir şekli olarak meydana gelen akciğer ödemi, şiddetli nefes darlığı, yüzün morarması (siyanoz), köpüklü ve bazen kanlı balgamla kendini belli eden bir hastalıktır. Akciğerlerde staz denilen bir birikme meydana gelmiş, alveoller su ile dolmuş gibidir. Solunum alanı azalmıştır. Dinleme ile «rai» denen sesler işitilir. Boğulmalarda, pnömonide, boğmacada, alkol, morfin, eroin, barbiturat zehirlenmelerinde, fazla miktarda yapılan kon ve FC-rum aktarımlarından sonra, gebelikte, beyin trombozu ve ambolisinde de akciğer ödemi meydana gelebilir. Tedavi nedene göre yapılmalıdır. Nefes darlığını açmak için hemen trinitrin alınmalı, gerekirse morfin ve atropin yapılmalıdır. Daha sonra kardiotomik (Cedilanid), diüretik (Lasix), aminofilin (Aminocardol) gibi ilaçlar uygulanır. Bütün bu önlemlerle rahatlatılamayan yüksek tansiyonlu hastalardan kan almak (saignee) gerekmektedir.



Akciğer Tüberkülozu

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Akciğer Tüberkülozu

Her organda görülebilen bir hastalık olan tüberkülozun etkeni Koch basili (Myco ince hastalık denmektedir. Tüberküloz mikrobu en çok akciğerleri tutar. Ayrıca kan bacterium tuberculosis) “dir. Verem ve lenf yoluyla bütün organlara gidip yerce daha ziyade akciğer tüberkülozu anlaşıbilir. Solunumla akciğerlere gelen mikşılmakta ve bu hastalığa halk arasında rop orada yerleşir ve yakındaki lenf bezlerini de içine alan bir odak (primer kompleks) meydana getirir. Böylece mikropla temas etmiş olan kimse artık duyarlık kazanmış demektir. Hastalıkla mücadelede bir tarama metodu olarak kullanılan tüberkülin testi hastalığa duyarlık kazanmış olan bu kimselerde pozitif { + ) çıkar. Tüberkülin testi negatif (—) olan kimseye ise koruyucu olarak omuz başına tüberküloz aşısı (BCG) yapılmaktadır. Bağışıklık her zaman kaybolabileceği için hastalık kronik olarak devam edebilir.

Aktif devrede ateş, terleme, iştahsızlık, zayıflama, halsizlik, öksürük, balgam ve kan tükürme (hemoptozi) gibi belirtiler görülür. Başlangıçta akciğerde pnömcniîis denilen lokal bir iltihap meydana gelir. Doha sonra mikrobun yerleştiği doku nekroze olur, yani ölür. Tüberküloz mikrobunun akciğer dokusunda meydana getirdiği harabiyet sütün peynirleşirken aldığı manzaraya benzediğinden kazeifikasyon nekrozu diye isimlendirilir. Dokunun peynirleşmesi ve iltihaplı dokunun burada yerleşmiş mikroplarla birlikte bir bronşa açılması krase veya balgam denilen salgıyı meydana getirir. Balgam öksürükle dışarı atılır. Şiddetli öksürüklerde yırtılan küçük damarcıklar nedeni ile hastada kanlı balgam görülebilir.Teşhis için balgamda basil aranır. Basil çıkaran hastalar aktif devrededirler ve hastalığı başkalarına bulaştırabilirler. Kazeifiye olup boşalan akciğerin iltihaplı bölgesi röntgen filmlerinde bir boşluk şeklinde görülür ve teşhis edilirler. Akciğer filmlerinde görülen bu boşluğa tıp dilinde kavern denir. Akciğer tüberkülozunun milyer tüberküloz veya granüli denilen şeklinde balgarm yoktur, basil bulunmaz. Hastada sadece devamlı kuru bir öksürük, nefes darlığı ve siyanoz vardır.

Tüberkülozun tedavisinde antitüberkülotik denilen ilaçlar kullanılır. Bunlardan Streptomisin, İsonikotinik asit hidrazid (INH), Paraamino salisiSik asit (PAS), Rifampicin, Ethambutoi en çok uygulananlardır. Aktif tüberkülozda tam dinlenme gerekir. Havalandırması iyi yapılan bir odada, daha iyisi sanatoryum denen özel bir hastanede yatmak yararlıdır. Basil çıkarmayanlar prevantoryum denen başka bir bölüme alınarak bulaşma tehlikesi azaltılmalıdır. Ayrıca, günde 2800-3500 kalori alacak kadar kuvvetli bir gıda gereklidir. Tereyağ, süt, yumurta, bal v.b. gibi besinler faydalıdır.

Tüberkülozun tedavisinde en çok dikkat edilecek hususlardan biri de kuvvetli gıdadır. Süt, yumurta, tereyağı,bal son derece faydalıdır.



Akıl ve Ruh Hastalıkları

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Akıl ve ruh hastalığı denince kişinin kalıtımı, çevresi ve geçirdiği ağır hastalıkların etkisinde akıl yeteneklerinin çeşitli şekillerde gösterdiği uyum bozuklukları anlaşılır. Ruhsal hastalıkların nedenleri hakkında fazla bilgimiz yoktur. Ayrıca fiziksel hastalıklarda olduğu gibi hastanın kişiliği de hastalığın şeklini ve klinik tabloyu belirlemede önemli bir etkendir.

Psikozlar ve belli başlı bütün psikiyatrik hastalıklar sinir sistemini meydana getiren sinir hücrelerinin normal fonksiyonlarındaki bozuklukla ilgilidir. Birçok akıl hastalığında genetik, biyokimyasal bozukluk saptanmıştır. Normal metabolizma faaliyetleri için gerekli olan vitaminler-faydalariin, bu arada özellikle B vitamininin yetersizliği mental anormalliklere yol açar. Beyin korteksinin işlevindeki bozukluk çok kere buradaki sinir hücrelerinin amino asit ve protein yapımlarındaki aksaklıklardan veya anatomik bozukluklardan ileri gelmektedir.

Ayrıca otonom, yani kendi kendine çalışmayı sağlayan hormonal fonksiyonların düzensizliği de orta beyindeki merkezler arasındaki dengenin bozulmasına ve psikosomatik denilen birçok hastalıkların oluşmasına neden olmaktadır.

Akıl ve ruh hastalıkları genel olarak iki büyük gruba ayrılırlar.

Psikoz : Psikoz şiddetli seyreden, belirgin derecede bozuk bir davranışa yol açan, normal hayatın bir belirtisi veya abartılmış şekli olarak açıklanamayan ve hastanın sezgisini kaybettiği bir akıl hastalığıdır. Bu öğelerin eksik veya az belirgin olduğu durumlarda ise psikonevroz terimi kullanılır.

Nevroz : Sosyal uyum ve özellikle kişiler arası ilişkilerin bozukluğundan ötürü ortaya çıkan belirtilerdir. Nevroz veya psikonevrozların psikozlardan farkları arasında

duygusal yaşantı ve davranışın nitelik bakımından normalden farklı oluşu başta gelir. Ayrıca nevrozlarda gerçeklikle ilişki bozulmamıştır ve genellikle sezgi mevcuttur. Psikonevrozların klasik olarak dört şekli vardır. Bunlar Histeri, Nevrasteni, Psikasteni ve Sıkıntı nevrozu isimleri altında incelenir.

Akıl hastaları psikiyatrist denilen uzman doktorların kullanabilecekleri bazı etkili ilaçlarla ve psikoterapi, davranış tedavisi, elektroşok gibi yöntemlerle tedavi edilebilmektedir.



Akıntı

1 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı

Akıntı

Akıntı kadınların cinsel birleşme organı olan vajinanın enfeksiyonlara karşı bir korunma mekanizmasıdır. Yetişkin bir kadın vajinasında normal olarak bulunan bakteriler, özellikle Döderlein basilleri, vaginanın dökülen epitel hücrelerindeki glikojeni laktik aside çevirerek serviksin alkajen olan salgısını dengeleyerek vagende PH kadar asit bir ortam sağlarlar. Kadınların % 10-15 kadarının vaginasında müküs salgılayan bezler de bulunur. Bu asit ortam ve bakteriler, diğer mikroorganizmalara karşı korunmayı sağlamak üzere vaginanın temizlik derecesini belirler. Kız çocuklarında puberte dediğimiz ergenlik çağına kadar bu engel henüz oluşmadığından çeşitli mikroorganizmalar (gonokok, streptokok, pnömokok, E. coli, Candida albicans, trikomonas v.b.) vajinaya girebilir ve akıntıya (Lökore) neden olabilirler. Kadınlarda menopozdan sonra hormonal yetersizliğe bağlı pembe renkte seröz akıntı görülebilir. Vaginaya sokulan yabancı cisimlerin de her yaşta iltihap ve akıntıya neden olabileceği de unutulmamalıdır.

Beyaz, berrak, sümük şeklinde (mucoid) kokusuz akıntı normal östrojen hormonu varlığında yumurtlama belirtisi olarak her sağlıklı kadında görülür. Tıptaki Latince adı Fluor albus’dur. Gebelikten korunma hapları alanlarda bu akıntı artabilir. Beyaz peynir kırıntısı şeklinde (lor peyniri), küf kokusunda ve fazla miktarda olan akıntt mantar enfeksiyonunu, beyaz, süt renginde kıvamlı akıntı, kollum iltihabını gösterir. Trikomonas denilen tek hücreli parazitlerin neden olduğu iltihapta (trikomonasis) sarı-yeşil renkte köpüklü ve pis kokulu bit akıntı olur. Kahverengi, sulu, küf kokulu akıntılar iç ve dış cinsel organların çeşitli iltihaplarında, veya tümörlerinde ilk belirti olarak görülür. Bu tip akıntılar kadınların doktora başvurmalarını gerektiren nedenlerin başında gelir.

Akıntılar nedenlerine göre doktor tarafından verilecek ağızdan veya vaginal yoldan kullanılan ovul, tablet, krem şeklindeki çeşitli ilaçlarla tedavi edilirler.



Akondroplazi

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Gövde, normal olduğu halde başın daha büyük, kol ve bacakların ise çok kısa olduğu bir şekline akondroplazi denir. Kalıtımsal bir bozukluk olup her iki cinste de görülür. Nedeni belli değildir ve tedavisi yoktur. Akondroplazili cüceler hipozif bezinin bozukluğu ve büyüme hormonlarının yetersiz salgılanması sonucu oluşan, baş, gövde, kol ve bacakların orantılı olarak küçük kalmış olduğu cücelerden (parmak çocuk) farklıdır.Akondroplazili yani uzun kemiklerinde kıkırdakların kemiğe dönüşmesinde bozukluk olan bu tip cücelerin çoğu doğumdan kısa bir süre sonra ölürler. Yaşayan cücelerin ise hormonal sistemlerinde bir bozukluk yoktur, zekâları da normaldir. Oldukça sağlıklı geçen hayatlarını genellikle sirklerde çalışarak sürdürürler.



Akromegali

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Akromegali

Akromegali hipofizde meydana gelen bir tümörün neden olduğu hormonal bir hastalıktır. Gelişmesi tamamlanmış bir kişide tümörün fazladan salgıladığı gelişme hormonunun etkisiyle iskeletin uç kısımlarının yeniden büyümeye başlaması şeklinde görülür. Burun, çene, kulaklar, el ve ayaklar büyümeye, göğüs kafesi genişlemeye başlar. Alt çene öne doğru çıkar (prognatis-mus), eklem ağrıları, özellikle baş ağrısı, halsizlik ve terleme başgösterir. Hipofizde büyümesi artan tümör diğer hipofizer hormonların salgılanışını azaltır. Buna bağlı olarak cinsel organlarda gerileme (atrofi), âdetlerde kesilme (amenore), cinsel istekte (libido) azalma görülür. Buna karşılık hipertansiyon ve bazal metabolizmada artış vardır. Bazı akromegalilerde şeker hastalığı başlar.

Tedavi için tümörü çıkarmak veya derin ışık tedavisi uygulamak gerekmektedir. Bu amaçla Cobalt veya Ytrium-90 kullanılmaktadır. Ayrıca hormon salgısını azaltmak için Klorpromazin (Largactil) ve Medrok-siprogesteron (Depo-Provera) gibi ilaçlar uygulanır.



Aktınomikoz

1 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aktınomikoz

Normalde ağzımızda bulunabilen ve anaerob denilen yani havasız yaşayabilen bir mantarın yaptığı hastalığa aktınomikoz adı verilmektedir.Hastalık, çenede hafif ağrılı sert bir şişlikle başlar, sonra yumuşayarak bir kaç yerden açılır. Akıntıda, sarı tanecikler içinde mantarın iplik şeklindeki filamanları görülür.Tedavi edilmezse, akciğerlere, karında apandiks’e yayılabilir. Tedavide, damar yoluyla günde 12 milyon penisilin uygulanmaktadır.



Akupunktur (İğneyle Tedavi Yöntemi)

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

İğneyle Tedavi Yöntemi, Akupunktur

Japonlar tedavinin amacına göre değişen altın, platin, gümüş ve krom iğneler kullanmaktadırlar.

Çin’deki akupunktur tedavisinin felsefi esaslarına göre, yaratıcı bir güç olan Tao insanı meydana getirirken, onu Çhi ile donatmıştır. Çhi enerjisinin idaresi de Yin ve Yang denilen birbirinden ayrılmayan iki zıt olguya bırakılmıştır. Yang erkeği, olumluyu, ışığı, yazı, ateşi temsil ettiği halde, Yin kadını, olumsuzu, karanlığı, kışı, suyu ifade etmektedir. Organizmada da bu zıtlıklar mevcuttur ve Yang ile Yin’in dengelenmesi sonucu insan sağlıklı yaşar. Bu inanışa göre, Yin-Yang dengesinin bozulmasıyla birçok hastalıklar meydana gelir.

Son yıllarda bu tedavi yönteminin fizyolojik esaslarını açıklamak için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

İnsanın embriyolojik gelişmesi esnasında önce üç tabaka oluşmakta, daha sonra bütün organ taslakları farklılaşarak gelişmektedir. Embriyonun ektoderm denilen dış tabakasından oluşan deri üzerinde. dünya üzerinde varsayılan meridyenlere benzer biçimlerde akupunktur çizgileri bulunmaktadır. Bu meridyenler ve bazı noktalar da endoderm ve

Eski Çin’de uygulanan iğne tedavisi yani akupunktur, 17. yüzyridan sonra batıda da tanınmaya başkmşbr. Böylece deri üzerinde yer alan ve iç organlarla veya bazı fonksiyon merkezleriyle iletişim halinde bulunan akupunktur noktalarının uyarılması ile bu fonksiyonları etkilemek mümkün olabilmektedir.

Son senelerde akupunktur anestezisine de önem verilmiş, bu yöntemle ağrısız bazı operasyonlar uygulanmaya başlanmıştır.

Batı ülkelerinde akupunktur ilk olarak, artrit, gut ve mide-barsak kanalındaki cğ-rıların giderilmesi amacıyla uygulanmıştır. Çünkü, akupunktur özellikle ağrı iletimini etkilemektedir. Bu etkisini nasıl gösterdiği ise, tam olarak bilinememektedir.

Aspirin veya ağrı giderici maddelerin etki biçimleri nasıl teori safhasında ise, akupunkturun, etkisini nasıl gösterdiği de tam olarak bilinmemektedir.

Akupunkturun bazı enfeksiyon hastalıklarında da tedavi edici etkisi görülmüştür. Bu etkisinin spesifik olmayan bazı vira! enfeksiyonlarda hücrelerde interferon oluşumunu artırmak suretiyle meydana gelebileceği ileri sürülmektedir.



Albinizm

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Albinizm

Saçların, kirpiklerin, kılların beyaza yakın derecede renksiz olması haline albinizm (albinismus) denir. Normalde derkle bulunan ve onun rengini veren boya maddesinin yani melanin pigmentinin doğuştan bulunmaması sonucu oluşmaktadır. Gözün renkli tabakası olan iris pembe veya mavimtırak renktedir. Bu kişiler, ışığa ve güneşe tahammül edemezler ve güneşe maruz kalmakla ciltleri koyulasmaz. Bazı kimselerde albinizm bölgesel olarak bulunur, yani sadece kaş veya saçların bir bölümü renksizdir. Bu gibi olaylarda deriyi boyayacak bazı kremler uygulanabilir.



Albümin

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Proteinler, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Albümin

Kan plazmasının veya serumunun en önemli bölümünü oluşturan albumin, dokuların temel maddelerindendir. Berrak, koyu kıvamda, suda çözünebilen, ısı ile pıhtılaşan bir protein türüdür, akında çok bol bulunur. Yumurta Aminoasitlerin birleşmesiyle meydana gelir ve kan ile tüm vücuda yayılır. Daha sonra böbreklerde absorbe edilerek geri alınır, idrar ile atılması önlenir. Böbrek bozukluğunda idrarda görünmesine albümi-nüri denir ki birçok hastalıkların belirtisidir. Albüminin insan serum albumini adı altında ticari olarak satılan preparatları, şok tedavisinde veya kan proteinlerinin yetersizliğinde kullanılır.



Albüminuri

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Albüminuri

Albüminüri, böbreklerden geri alındığı için normalde çıkmaması gereken albüminin idrarda görülmesi halidir. Bu olaya daha doğru bir deyimle proteinüri de denilmektedir. Böbrek bozukluğunun en erken belirtilerinden biridir. Ayrıca yüksek protein içeren perhiz uygulamaları, bazı ilaçların alınması veya ağır egzersizlerden sonra protein harabiyeti sonucu ortaya çıkabileceği de saptanmıştır.

Çok kolay yöntemlerle, örneğin idrarı bir deney tüpü içinde ısıtarak, idrarda protein bulunup bulunmadığı anlaşılabilir.Doktorlar böbrek hastalıklarını teşhis etmek, gebelikte böbrek fonksiyonlarını kontrol etmek, gebelik toksemisinin varlığını anlamak için sık sık idrarda protein kontroluna gerek duyarlar.



Alerji

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Alerji

Herhangi bir maddeye karşı duyarlı olan alerji denir. Bu durum ilk önceleri aşırı kişinin o maddeye karşı gösterdiği tepkiye duyarlılık olarak adlandırılıyordu. Fakat şimdi en sık kullanılan terim alerjidir. Alerji, insanların karşılaştıkları rahatsızlıkların en yaygınıdır. Alerjinin çeşitli nedenleri olabilir. Alerjik belirtiler, solunan maddelerden (toz, çiçek tozu ve hayvan tüyü), yenen ve içilen maddelerden (besin maddeleri), dokunulan maddelerden (sabun, yün ve kozmetikler), böcek ısırmaları ve enjeksiyondan dolayı ortaya çıkarlar. Güneş ışığı ya da sıcak ve soğuk, bakteriler, mikroorganizmalar ve barsaklardaki diğer parazitler alerjik tepkileri şiddetlendirirler.Alerji meydana getiren madde vücuda girdiği zaman organizma, virüsler veya bakteriler tarafından hücuma uğradığında gösterdiği tepkinin aynısını gösterir. Vücut daha sonraki saldırıları etkisizleştirmek için antikorlar oluşturur. Vücudun ürettiği bu antikorlar doku yüzeylerine yapışırlar ve alerji yapan madde vücuda yeniden girdiği zaman dokudan ayrılıp alerjik maddelere saldırırlar. Bu clay sonucu, hafif bir doku zedelenmesi meydana gelir; bu da, kan dolaşımı yoluyla deriye ve mukoza zarlarına taşınan alerjik belirtilere neden Alerjik bir tepkinin oluşması için iki şart gereklidir. 1 - Kişi, öncelikle belirli bir maddeye karşı duyarlılık kazanmalıdır; çoğu kez, bu duyarlılığın farkında olmayabilir. 2 - Daha sonra, o belirli madde ile yeniden karşılaşmalıdır. Ki, alerjik belirtiler meydana gelsin. Eğer derinin yalnızca küçük bir bölümü o belirli maddeye maruz kalmışsa tepki bölgesel olur, eğer madde bütün bir sisteme dağılmışsa, tepki de genelleşir. Vücudun bir bölümü diğer bir bölümünden daha büyük bir tepki gösterebilir. Çünkü o bölümdeki dokular daha duyarlıdır. Belirli bir maddeye karşı duyarlılığın neden bazı insanlarda görüldüğü ve diğerlerinde görülmediği son derece karmaşık ve bütünüyle anlaşılmamış bir konudur. Büyük bir olasılıkla, bu mesele bireysel yapı veya fonksiyonel yetersizlikle ilgilidir. Alerjinin kalıtımsal olduğu dkı iddia edilmektedir. Böbreküstü bezlerinin alerjik tepkilere katkıda bulunduğu, zamanda duygusal nedenlerin de ilgili olduğu görülmektedir.Alerjiler çok çeşitli belirtilere neden olurlar. Bu belirtilerin birçoğu aynı znmanda diğer hastalıkların da tipik özelikleri olduğundan, tedavide, teşhisin kesinlikte konmuş olması gereklidir. Alerjik bir hastalık olan saman nezlesi, gözleri, yukarı solunum yolunu yani burun mukozalarını. Astım ise genel olarak solunum sisteminin aşağı bölümünü etkiler. Bazı alerjiler, sindirim bozuklukları. siddetli başağrıları, baş dönmesi ve bulantı yapar. Bazen, kurdeşende, egzamada ve eritemde olduğu gibi deri değişiklikleri de alerjinin başlıca belirtisidir.Besin alerjileri nispeten daha nadirdir ve hemen her zaman besindeki protein tarafından oluşturulur. Alerjik tepkilere en sık neden olan besinler süt, yumurta, kabuklu deniz hayvanları, armut, fasulye v.bdır. Bu gibi yiyecekler deride kurdeşen denilen bir belirtiye neden olurlar.Çocuklarda, süt, yumurta, yumurta akı, mı-ST, yulaf, buğday ve arpa en sık alerji yaratan besinlerdir ve ağır egzemaya bile yol açarlar. Kimyasal maddelerin büyük bir çoğunluğu alerjide etken olabilirler. Bu gibi durumlarda deri değişikliğinden başka kramplar, kulakların çınlaması, bulantı, boğazın şişmesi (larinks ödemi), kol ve bacak ağrısı ve ateş görülebilir. Kadınlar, yüz pudrasına ve diğer kozmetiklere karşı alerjik olabilirler. İnsanların duyarlı olabilecekleri maddelerin sayısı çoktur ve alerjiye neden olan maddeyi bulmak genellikle zordur. Bir alerjiyi tedavi etmek için doktor, hastanın özgeçmişini, alerjinin ortaya ilk çıkışını, ne zaman tekrarladığını, mesleğini, beslenmesini, kozmetik ve giyim alışkanlıklarını ve diğer birçok küçük ayrıntıyı öğrenir. Alerjiyi hangi maddenin veya maddelerin ortaya çıkardığını belirlemek için test yapılır. Küçük gazlı bezler, içlerinde kuşkulanılan maddelerin bulunduğu değişik eriyiklere batırttır ve hastanın kolunun ön tarafına veya kol üzerine yapılan ufak sıyrıklara sürülür. Her iki testte de derinin gösterdiği tepki izlenir. Bu tepkiler kızarıklık, kabarcık oluşması veya kaşınma şeklinde olabilir ve alerjiye neden olan mcddenin izde edildiğini gösterir. Tedavinin aslı alerjiye neden olan maddeyi saptamak ve daha sonra da bu maddeden mümkün olduğunca uzak kalmak şeklinde özetlenebilir.Alerjiler genellikle organik olduğu kadar duygusal faktörlerle de ilgili ise de, bunun tam tersi de olabilir. Alerji daha önceden var olmayan gerilimler yaratabilir. Doktor, bu duygusal faktörlerin hastanın durumu üzerindeki etkilerini araştırmalıdır. Kimi zaman psikolojik sorunlar açığa çıkmadan ve tunların tedavisi yapılmadan başarıya ulaşılamaz.Alerjik belirtilere karşı genellikle antihis-taminikler, adrenalin ve efedrin gibi ilaçlar kullanılır. Ancak bunlar hastalığı tedavi etmezler. Ağır vakalarda ACTH ve kortizon gibi hormonal maddeler uygulanır.



Alerjiye Karşı Olan ilaçlar-Antihistaminikler

2 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Antihistaminikler

Vücudumuz dokularında yaygın olarak bulunan ve özellikle bazofil veya mast celi denen hücrelerde histamin adı verilen bir madde vardır. Histaminin normal fizyolojik fonksiyonu henüz tam aydınlatılmamıştır. Ancak çeşitli kimyasal maddeler, travmalar. histaminin hücre dışına çıkmasına ve genellikle alerjik dediğimiz olayların meydana gelmesine neden olmaktadırlar. Histamini bağlayarak bloke eden ilaçlara bu nedenle antihistaminik adı verilir. Böylece Üjen-antikor birleşmesi sonucu ortaya çatabilecek alerjik reaksiyonlar da önleneceğinden bu ilaçlara antialerjik adı da verilmektedir. Antihistaminiklerin çoğunda sedatif dediğimiz sakinleştirici bir etki de bıAınur. Alkol ile beraber alındığında bu etki artmaktadır. Bu nedenle antihistaminik-ler alkol ile beraber kullanılmamalı vt direksiyon kullanacak kimseler antihistamik almamalıdır.



Alerjiye Neden Olan Madde, Histamin

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Histamin

Histamin insan ve hayvan hücrelerinin çoğunda bulunan ve çeşitli nedenlerle hücre dışına çıktığında, alerji denilen reaksi­yonlara sebebiyet veren bir maddedir. Levvis bu yüzyılın başında histamin ile hay­vanlarda yaptığı deneylerde injeksiyon ye­rinde deride kırmızı bir nokta, etrafında geniş kırmızı bir bölge ve onun da etra­fında geniş ödem şeklinde bir şişliğin mey­dana geldiğine (üçlü cevap) dikkat etmişti. Ayrıca histamini daha yüksek dozda ko­bay ve tavşanlara zerkettiğinde doku harabiyetini andırır şekilde bir şok meydana geldiğini görmüştü. Hücre yıkımının özel­likle akciğerler ve deride histamin yapımı­nı artırdığı ve antijen-antikor reaksiyonunu başlattığı kabul edilmişti Genel doku hasa­rı yapan maddeler (Tripsin, pepton, yılan veya arı zehiri, deterjanlar) büyük mole­küllü maddeler (beygir serumu, dekstran), endotoksinler ve bezi ilaçlar (Epinefrin, morfin, kodein, tubakürarin vb.) histamini açığa çıkarır ve alerjik reaksiyonlara sebep olurlar. Daha sonra yapılan araştırmalar histami­nin hem lokal bir hormon gibi tesir ettiği­ni, kan basıncını düşürdüğü, hem de sinir sistemindeki iletide rol aldığını (neurc transmitter) ve bazı reseptörleri (Hl ve H2 reseptörleri) etkilediğini göstermiştir. Böylece örneğin H2 reseptörleri aracılığıy­la mide salgısının artması, kalbin hızlan­ması, kaşıntı gibi histamine bağlı etkiler bazı ilaçlarla ortadan kaldırılabilmektedir. Histaminin etkilerini önleyen maddelere antihistaminik adı verilir. Antihistaminikler bu reaksiyonları tedavi etmekten çok, or­taya çıkışını önlerler. Ağır alerji ve anaflaktik şok gibi durum­larda hastaya derhal adrenalin ve kortizon gibi ilaçlar zerkedilir.Daha sonra tedaviye çok sayıdaki antihistaminik ilaçlardan biri ile devam edilebilir.



Alkol

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Alkol

Alkol, kimyadaki adı ile etil alkol, renksiz, yanıcı, berrak bir sıvıdır. Pis bir kokusu ve tadı vardır. Şeker kamışından, tahıl ya da nişastalı maddelerin mayalandırılması ile imbikten çekilerek elde edilir veya yapay olarak hazırlanabilir. Rakı, viski, oin, rom, bira ve konyak en çok kullanılan alkollü içkilerdir. Ufak dozlardaki alkol, içki olarak alındığında, insanı sakinleştirir, öfari iyilik duygusu ve neşe yaratır. deki kan damarlarını açar ve la akan ılık kanı deri yüzeyine rır. Böylecee bu olay sonunda kan serinler ve vücut ısısı düşer, dah fazla miktarda alındığında nir sistemini yorar ve davranıştan eden beyin ,korteksi üzerinde uyuşturucu bir etki (inhibisyon) yaratır. Eğer tir içki içtikten sonra açılıyor, normalde daha serbest konuşuyor ve hareket sağlıyor, bu genellikle bağlı olduğu kıstttopa kilerin kalkmış olmasındandır.

Alkol vücutta yakılır fakat çok az bir sin değeri vardır. Vücudun alkol için bir mekanizması yoktur. Fazla da alkol mideyi tahriş eder ve gastrite yol açabilir. Sürekli olarak içki içmek karaciğeri, böbrekleri ve vûcattaki diğer organları da olumsuz etkileyebilir.

Fazla ve uzun süre alkol alanlarda alkole karşı bir direnç meydana geldiğinden, cy~ nı sarhoşluk duygusunu elde etmek için daha fazla içmek gereksinimi duyufcar Böylece alışkanlık veyc tolerans denilen durum meydana gelir. Alkol, merkezî sinir sistemi üzerinde çöküntüye neden olduğundan bütün bir sistem dengesini kaybeder. Kasların ve sinirlerin koordinasyonu bozulur, dil peltekleşir, yürüyüş ve denge duygusu uyumsuzlaşır, muhakeme yeteneğini sinir sistemi yıpranır ve zamanla gelişen kişilik bölünmesi ortaya çıkar.

Eğer alkolizm devam ederse, hayal görmeler, yani halüsinasyonlar başlar. Kişi genellikle, zaman ve çevre duygularını kaybettiği korkunç hayaller içinde çırpınır. Bu hezeyanlar sırasında, birçok alkolik, gördükleri hayallerden kurtulmak için kendilerini tehlikeli şekilde yaralamışlardır. Bu durum üç ile yedi gün süresince devam eder ve tedaviyi gerektirir. Daha sonra, alkolik genellikle eski haline döner. Eğer hastaneye kaldırılmaz ve tedavi edilmezse, kriz ölümle sonuçlanabilir.

İyileştirilmeyi isteyen alkolik, hastane tedavisi görmelidir. Fiziksel etkenler, s-kc-lizmin önemli bir kısmını oluşturur ve bu durumlarda psikolojik olduğu kadar t;oo tedavi de uygulanır. İç salgı bezler hormonların, metabolizmanın ve rejimlerinin alkolizm üzerindeki etkileri araştırılmaktadır.

Trankilizan dediğimiz sakinleştirici rece* da yararlı olur. Antabus adı verilen cc kimi zaman alkoliği içkiye şartlamak için kullanılır. İyileşmenin ilk aşamalarından sonra, alkolik, psikiyatrik tedaviye cevap verebilir. Alkolizm kurbanlarının bir arada oturup konuştukları grup tedavisiyle yararlı sonuçlara ulaşılmıştır.

Ülkemizde alkolizm ile savaşan kurum Yeşilay’dır, ABD’de ise alkoliklere yardım etmek amacıyla ortaya çıkmış kuruluştorın en tanınmışı, alkolizmi yenmiş ve diğer insanların da aynı şeyi yapabilmelerini amaçlayan bir grup kadın ve erkekten oluşan Alkolikler Birliği’dir. Bu kuruluştaki kişilerin kendi deneylerinden elde ettikleriyle, alkoliklere gösterdikleri anlayış ve karşılıklı yardım çabası alkolizmin tedavisinde etkin olmaktadır.



Alopesiler

1 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Alopesiler

Alopesi veya Pelad terimi, saç ve kıl dökülmesi sonucu meydana gelen saçsız bölgeleri tanımlamak için kullanılır. Konjenital yani doğuştan alopesiler ailevidir ve ender olarak görülür. Sonradan en çok. saçlı deride veya sakalda yuvarlak, sınırları belirli, nedbesiz, temiz ve kabuksuz alanlar meydana gelir. Tıptaki adı Alopecia areata‘dır. Hastalık ani olarak başlar. Bir kaç günde 1-5 cm. çapında bir plak oluşur. Kenarlarında kısa, ince, renksiz, peladik saç adı verilen kırık saçlar görülür (pelade vulgairej Bazen plaklar çok genişleyerek ilerler ve bütün saçı döker.Sebebi özellikle psişik olduğundan psiko-somatik hastalıklardan sayılmaktadır. Tedavi olarak ağızdan sedatif ve sakinleştirici ilaçlar ve vitaminler-faydalari verilir. Lokal olarak da, alkol iode, alkol kamfre uygulanır.

Sac dökülmesi bazan hiçbir neden olmadan da görülür. Genellikle alnın yan kenarları ve tepe kısmında saclarda seyrelme fle başlar. Sebore veya kepeklenme mevcuttur. Saçlar sürekli olarak dökülür fakat cok kere alında bir perçem uzun süre kalır. Sebpreik alopesi erkeklerde 20 yaşlarında başlar ve 25 yaşında tepe kısmını tamamen dökerek dazlaklığı (Calvitie) meydana getirir. Yaşlılıkta görülen senil alopeside deride atrofi vardır. Sebep olarak sebore, kalıtım ve endokrin faktörler gösterilmektedir.

Tedavide özellikle kükürtlü ve katranlı sabunlarla derinin yağını gidermek gerekir.



Amboli

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Amboli

Bir atardamarın dolaşımla gelen her bir madde ile tıkanmasına amboli denir. Bu madde bir kan pıhtısı, tümör parçası, bakteri kümesi, yağ damlacığı veya hava kabarcığı olabilir. Amboli ile tıkanan damarın kanlandırdığı doku beslenemeyeceği için ölür. Amboli sonucu doku ölümüne ve yumuşamasına enfarktüs, ölü doku parçasına ise enfarkt adı verilir. Bazen öten ve yumuşayan dokuda bakterilerin etkisi ile apse oluşabilir. Genellikle enfarktüs bölgesi zamanla bağ dokusu ile doldurulur.

Büyük ameliyatlardan ve kırıklardan sonra bazen yağ ambolisi meydana gelebilir. Trafik kazalarında veya ameliyatlarda çok kere boyun ve baş damarlarının zedelenmesiyle de hava ambolisi oluşabilir.

Amboli hayati önemi olan bir damarda meydana geldiğinde bazen ani ölümler olabilir.



Amebiaz

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Amebiaz

Amip enfeksiyonlarına genel olarak amebiaz adı verilir. Tek hücreli hayvanlardan biri olan Entamoeba histolitika adındaki amip, barsaklarda amipli dizanteri hastalığına neden olur. Bundan başka apandisit, safra kesesi iltihabı veya ülser şeklinde belirtiler gösteren amip enfeksiyonları da vardır. Bazen karaciğere yerleşen amip, karaciğer apsesi meydana getirebilir. Belirti vermeyen portörler yani hastalık taşıyıcıları da vardır. Teşhis için dışkı muayenesi ve burada amip kistlerinin saptanması gereklidir.

Hekimlikte ancak narkolepsi denen ender rastlanan uyku krizi hallerinde, beyin hastalığı sonucu görülen parkinsonizmde ve şizofreni hastalığınının araştırılmasında deneme aracı olarak kullanılmaktadır. Bu hastalıktan korunmak için amipli bölgelerde yaşayanlar çiğ yiyecekler yemekten sakınmalı ve suları kaynatmalı veya bir bardak suya 5 damla Dakin solüsyonu (sodyum hiperklorid) koyarak onu mikropsuz hale getirdikten sonra içmelidirler. Tedavide antiamebik ilaçlar Metronidazol ve Diodaquine tabletleri günde üç tane almak üzere verilir. Karın ağrıları ve ishal için atropin veya lomotil kullanılır.



Amerikan Tripanosomiyazı (Chagas Hastalığı)

6 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-C

Amerikan Tripanosomiyazı (Chagas Hastalığı)

Chagas hastalığı, diğer adıyla Amerikan tripanosomiyazı paraziter bir hastalıktır. Güney ve Orta Amerika’da görülen bu hastalığın etkeni, insanların özellikle dudağını ısıran, kan emici bir böcek (Triatoma) vasıtasıyla bulaşır. Bu etken, Trypanosomo cruzi kamçılı bir parazittir ve bu böceğin salgısında bulunur.

Parazitler kana geçtikten sonra, kalp ve beyin hücreleri içine girerek orada çoğalırlar. Bu nedenle Chagas hastalığının belirtileri, kalp hastalığı belirtileri şeklinde ortaya çıkar. Teşhis kan muayenesi ile yapılır. Hastalık, halsizlikle seyreder. Spesifik tedavisi henüz bulunamamıştır ve ölüm oranı yüksektir. Antibiotik tedavisi, bu hastalıkta etkisizdir. Antiparaziter ilaçlardan Primaquine ve Metronidazol (Flagyl) kullanılmaktadır.



Amf etamin,Kalp Anjininin İlâcı

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Amf etamin

Sempatik sinir sisteminin iletim maddesi gibi etki yapan ilaçlara sempatomimetik adı verilir. Kimya yapısı bakımından adrenaline benzeyen ve sempatomimetik etkileri bulunan bir grup ilaç amfetamin adı atında toplanırlar.Kan basıncını artırmak, kalp atışını hızlandırmak, damarları daraltmak, iştah kesmek gibi tesirleri vardır. Ayrıca beyindeki etkisi ile öfori ve uykusuzluk hali tafcjsjnasyon meydana getirirler.Amfizem, akciğerde alveol denilen hava petekçiklerinin zedelenmesi sonucu bu akciğer gözeneklerinin keseler haline dönüşmesi şeklinde görülen bir akciğer hastalığıdır. Esneklik kaybolduğundan nefes verme durumunda hava, keseciklerden tam olarak dışarı atılamaz. Aşırı hava ile dolan akciğerler şişer ve fıçı göğüs denilen biçimi alır. Zamanla nefes darlığı başlar. Kronik bronşit sık görülen yakınmalardandır. Öksürük ve bol balgam hastayı rahatsız eder.Amfizem alveollerin dejeneresansına bağlı olduğundan tedavi edilemez. Erken teşhis edildiğinde hastanın sigaradan ve tozlu yerlerden uzak durması, 1500 metreden yüksek yerlerde oturmaması önerilir. Derin nefes alıp verme egzersizleri yapması öğütlenir. Enfeksiyonlardan ve kalbin yük altında kalıp büyümesinden korunmayc çalışılır.



Amil Nitrit

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Amil Nitrit

Amil nitrit (Nitrite d’amyle) kalp hastalarının kriz esnasında kullandıkları koroner damarları açıcı ilaçlardan biridir.

Beyaz, kokusuz ve kolay buharlaşabilen bir sudur. Kriz esnasında kolayca kırılıp koklanmak üzere küçük ampullerde bulunur.

Angina pektoris yani göğüs anjini olan kimselerin yanlarından eksik etmedikleri bir ilaçtır.



Amiloidoz

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Amiloidoz

Dokularda amlloid denen maddenin toplanması durumuna amiloidoz denir. Tüberküloz, akciğer apsesi, osteomiyelit gibi kronik iltihaplı hastalıklarla, ülserativ kolit, romatoid artrid ve ailevi Akdeniz humması gibi hastalıklar sırasında çeşitli dokularda, özellikle damar çevrelerinde amiloid denilen bir madde toplanır. Bazen akciğer, gırtlak, göz, mesane ve tiroidde lokal olarak tümör şeklinde birikimler görülür. Kongo kırmızısı ile boyamak veya biopsi ile alınan parçada bu amiloid denilen ve değişik türleri bulunan glikoprotein maddesinin bulunması ile teşhis konur. Tedavisi yoktur. Başlangıç halinde iken, hastalık, kolşisinle önlenebilir.



Amipli Dizanteri

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Amipli Dizanteri

Amipli dizanteri yiyecek ve içeceklerle barsaklara giren Entamoeba histolytica adındaki parazitin neden olduğu bir barsak hastalığıdır. Hastaların kalın barsaklarında ülserasyon bulunduğundan bol müküslü ve kanlı bir ishal ve tenezm denen sık sık dışarı çıkma isteği vardır. Hafif ateş, karında eğri ve kusma da görülür. Dizanterinin bazen spastik kolon biçiminde seyrettiği, barsak duvarının kalınlaşmasına yol açarak kanser ve ileus belirtileri gösterdiği de bilinmektedir. Teşhis için dışkı muayenesinde amipleri görmek gerekir. Amipler bazen karaciğere yerleşerek amip hepatiti veya amip apsesi de msydana getirirler.

Amipli dizanteride tedavi, Metronidazole, Tinidazbl gibi antıamebik denilen ve ağızdan verilen ilaçlarla yapılır. Tedavi sırasında bu ilaçlarla birlikte alkol alınmamalıdır. Emetin enjeksiyon şeklinde eskiden çok kullanılan bir ilaçtı.

Yatak istirahati, ağızdan veya damardan bol sıvı (glükoz ve tuz solüsyonları) ve karın ağrılarına karşı antidiyareyik denilen ishal önleyici ilaçlar uygulanır.



Amnezi - Hafıza Kaybı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-H

Amnezi

Amnezi, hafıza kaybı demektir. Özellikle de sözcüklerin temsil ettiği fikirleri tanıma ve anımsama yeteneğinin kaybolmasıdır.

Amnezinin belirtileri çeşitli ve değişiktir. Yakın geçmişi unutma biçiminde ortaya çıkan amnezi (anterograd amnezi), ağır bir şokun veya travmanın hemen ardından uğranan hafıza kaybıdır, işitsel amnezi (audi-tory amnezi) konuşulan kelimeyi farket-me yeteneğinin kaybolmasıdır. Oldukça eski zamanlara kadar uzanan hafıza kaybında yani retrograd amnezide, geçmişteki bütün olayların anısı, çok kere bir kazpdan sonra meydana gelmiş olan olaylar hafızadan silinir. Bu olaya travma sonrası amnezi de denir. Bu amnezinin devamlılık süresi değişiktir, şokun veya yaralanmanın derecesini saptamak için bir ölçü olarak kullanılır. Tam hafıza kaybında bile, yazmak, yürümek ve okumak gibi bazı alışkanlıklar yitirilmez.Hafıza kaybı kısmî, yani seslerle, isimlerle veya renklerle ilgili olabildiği gibi, bütün belleğin kaybolmasıyla tam amnezi şeklinde de görülebilir. Bu durumda genellikle aniden oluşan bir duygusal çelişki söz konusu olabilir ve çelişki çözümlendiği zaman hafıza yeniden geri gelmeye başlar. Doktorlar bu gibi durumlarda, hafıza kaybının gerçekten oluştuğunu mu yoksa hastanın hafıza kaybını taklit mi ettiğini anlamakta güçlük çekerler.. Eğer bir kişi kesinlikle herhangi bir şey hatırlamayı reddediyorsa, teşhis koymak güçtür. Her seferinde hafızanın kaybına 5 kere yakalanmış kimselere rastlanmıştır.

Kimi zaman adını ve adresini hatırlamayan insanlardan söz edildiğini de duyarız. Psikiyatrisler bu kimselerin son derece çapraşık, güç birtakım durumların üstesinden gelecek güce sahip olmadıklarından tek çözümü kişiliklerini reddetmekte bulduklarını söylerler. Hastaların kişiliklerini reddederek bu durumdan bilinçaltı bir davranışla kurtulmayı amaçladıklarını savunurlar.



Amnios Kesesi ve Suyu

2 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Rahim içinde büyüyen çocuğun etrafında plasenta zarlarının meydana getirdiği bir kese vardır. Amnios kesesi denen bu boşluğu dolduran, renksiz, hafif bulanık sıvıya ise amnios suyu (liquor amnii) denir.Plasentanın zarlarından biri olan amnios zarının salgısı olarak meydana gelir ve normalde 500-100 cc. kadardır. Daha artmış olduğu durumlarda hidramniostan söz edilir. Gebeliğin son aylarında çocuk cildinden gelen epitel hücreleri kıllar ve yağlar içerdiğinden görünümü bulanıktır; Yeşil renk alması çocuğun mekonyum denilen kakasının karışmasından dolayı meydana gelebilir ki, başla gelişlerde çocuk kordonun sıkışmasının bir işareti olarak kabul edilir.Çocuğun ters gelişlerinde, özellikle makatla gelişlerde mekonyum görünmesi normal sayılabilir. Ayrıca günü geldiği halde doğurmayan yani zamanaşımı durumunda olan gebelerde amnics suyunun rengi bu bakımdan kontrol edilir. Amnioskopi denilen bir yöntemle vaginadan su kesesi ve içindeki sıvı gözlenir. Bazen çocuğun anne karnında öldüğü yani vakanın mort de fetus olduğu ^mnios suyunun kirli kahverengi bir görünüm alması ile saptanır. Doğum esnasında su kesesi denen zarın yırtılması ile amnios suyu dışarı akar. Halk dilinde gebenin suyunun gelmesi şeklinde bilinen bu olay doğumun başlamasının bir işareti olarak kabul edilir.



Amonyak

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Amonyak

Amonyak, son derece tahriş edici, zehirli bir gazdır, tıpta ve evlerde geniş olarak kullanılan amonyum hidroksiti oluşturur.

Amonyak, bayılma ve aşırı yorgunluk durumlarında etkili bir uyarıcı olarak kullanılır. Solüsyon ve buharı, mukoza zartan için son derece rahatsız edicidir; bronşite, akciğer ödemine neden olabilir. Yoğunlaştırılmış solüsyonları, diğer bütün ilaçlar gibi, dokuları yakar. Amonyak zehirlenme panzehiri fazla miktarda suyla birlik yoluyla alınan zeytinyağı, sirke ya da sulandırılmış limon suyudur.

Vücut boşluklarında, özellikle plevra yaprakları arasında toplanan cerahatin meydana getirdiği apseye ampiyem denir.

Plevra boşluğunda yaralar genellikle bir pnömoni veya kronik akciğer tüberkülozu sonucu toplanır. Ayrıca göğüs yaralanması veya yakın organlardaki mikropların göğüs duvarından plevraya ulaşması sonucunda da ampiyem meydana gelebilir. Akciğer kanserinin ve akciğer apsesinin plevraya açılması da ampiyem şeklinde ortaya çıkar.

Ampiyem, hastanın çenel durumunda bir bozulma, ateş ve halsizlik meydana getirir.

Tedavi apsede olduğu gibi ampiyemin cerrahi olarak boşaltılması yani drene edilmesi suretiyle yapılır. Cerahat çok koyu değilse kaburgalar arasından sokulan ponksiyon iğnesi ile cerahat boşaltılabilir. Antibiyotik tedavisine erkenden başlanmalıdır. Ayrıca plevra boşluğuna da antibiyotik verilebilir.



Ampisilin

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Ampisilin

Bazı mantarların salgı maddesi olarak bilinen penisilinin kimya yapısı 1959'da Batchelor tarafından bulununca artık sentetik olarak birçok penisilin türleri yapılmaya başlanmıştır. Alfa amino benzil penisilin yani kısa adı ile ampicillin gram ( + ) ve ( —) birçok mikroba etkili, ağızdan verilebilen bir antibiyotiktir. Barsaklardan emilebilmesi, çeşitli mikrop cinslerine etkili olabilmesi ve yan tesirlerinin az olması nedeni ile çok kullanılan bir penisilindir. Bazı kimselerde mide, barsak bozukluğu, deri döküntüsü, ateş v.b. yapabilir.

Ampisilinin sodyum tuzu kalçadan veya damardan verilebilir. Bütün antibiyotikler gibi ancak gerektiğinde doktorun izniyle ve yeterli dozda alınan ampisilinin, Alfasilin, Binotal, Ampisina, Pentrexyl v.b. isimler altında satılan birçok preparatları bulunmaktadır.



Amputasyon - Kangrenli Kısımların Kesilmesi

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Amputasyon - Kangrenli Kısımların Kesilmesi :

El, kol ve bacakların travma sonucu ileri derecede örselenmesi, bazen o organın hastalıklı bölümünün kesilip atılmasını gerektirebilir. Hastalıklı veya tamamen ölmüş organın tamamının veya bir bölümünün kesilmesine amputasyon, kalan kısma ise güdük veya stump adı verilir. Bir organı kesmek için damarlarının ileri derecede yaralanması (trafik kazasında kopma, ezilme, v.b.) veya damarın bir hastalık sonucu iltihaplanarak (gazlı kangren) ya da bir trombüs ile tıkanarak beslenememesi sonucu kangrenleşmiş olması gerekir. Bazı damar hastalıkları, tümörler veya doğuştan anomaliler nedeni ile de amputasyon yapılabilir. II. Dünya Savaşında meydana gelen yaralanmalar ve sakatlanan bu askerleri tedavi edip yeniden hayata döndürme gayretleri amputasyon operasyonu tekniğini çok geliştirmiştir. Sineplastik amputasyon tekniği ile geride kalan organın bazı hareketleri sağlanmakta ve son zamanlarda çok geliştirilmiş takma organların yani protezlerin (prosthes) stumpa uygulanması mümkün olabilmektedir.



Anaflaksi - Ağrı Kesici İlaçlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Analjezikler - Ağrı Kesici İlaçlar

Şikâyetlerin ne zaman başladığı, neler clduğu, nasıl geliştiği, daha önce bir hastalık geçirip geçirmediği, ailesinde bir hastalık olup olmadığı, beden fonksiyonları, alışkanlıkları v.b. hasta ve hastalığı hakkında bilgi edinirler. Bazı hastalar şikâyetlerini kendilerine göre yorumlar ve olmayacak ayrıntılara bağlayabilirler. Doktorun görevi anamnez alırken elde ettiği bilgileri değerlendirme ve ona göre hastaya sorular sorarak hastalığın hikâyesini gerçeğe en uygun şekilde öğrenebilmektir. Doktorluk sanatı anamnez ile başlar denebilir.

Ağrı duygusunu kaldıran fakat bilinç bozukluğu yapmayan ilaçlara analjezik denmektedir. Bunlar, bakteriyel veya viral enfeksiyonlarda yükselmiş olan ateşi düşürdükleri için antipiretik analjezik adını da alırlar. Ayrıca romatoid artrit gibi hastalıklarda enflamasyonu azaltan bazı organik asitler de antiemflamatuar veya antifilojistik ilaçlar olarak birçok adale ve mafsal hastalıklarında kullanılmaktadır.

Analjezik ilaçların başında salisilatlar (Aspirin), Parasetamol (Panadol), Aminopirin (Piramidon), Dipiron (Novalgin), Fenasetin, Fenazon v.b. ilaçlar gelmektedir. Fenilbutazon (Butazolidin), Oksifenbuta-zon (Tanderil), İndometasin (Endol), İbup-rofen (Brufen), Ketoprofen (Ketofen), Dik-lofenak (Voltaren) gibi ilaçlar antiemflamatuar olarak kullanılırlar.Bütün bu ilaçlar cok kimsede mide-barsak bozukluğuna, ülseri olanlarda ise kanamaya neden olabileceğinden doktor kontrolünde kullanılmalı, gelişigüzel alınmamalıdır.



Anamnez - Hastalığın Anlatılması

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-H

Anamnez

Bir hastalığın hikâyesinin hastanın ağzıyla anlatılmasına tıp dilinde anamnez denir. Doktorlar bir hastalığı teşhis etmek için önce anamnez alırlar yani hastanın o andaki şikâyetini sorarak konuya girer.



Anestezi

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Anestezi

Bilinç kaybı olmaksızın ya da bilinç kaybıyla birlikte ağrı duyumunun ortadan kalkması anlamına gelir. Ağrıya karşı duyarlığın ortadan kaldırılması 3 şekilde sağlanabilir.

1 — Genel anestezi : Bilinç kaybı vardır, bütün vücutta ağrı duyulmaz.

2 — Lokal veya spinal anestezi: Sınırlı bir bölgede ağrı duyulmaz.

3 — Kısmi (topical) anestezi: Anestezi maddesinin uygulandığı yerde acı duyulmaz.

Anestezi kavramı eski bir kavramdır ve yüzyıllar boyunca bazı müdahalelerde ağrıyı dindirmek amacıyla, alkol, afyon v.b. maddeler kullanılmıştır.

Günümüzde, operasyonlarda hastayı uyutmak için solunum yoluyla uygulanan azot protoksit ya da güldürücü gaz, 1769 yılında Joseph Priestley tarafından bulunmuştur. 1799 yılında da, yine bir İngiliz, Sir Humphry Davy, azot protoksitin bilinç kaybı yaratabildiğine dikkati çekmiştir. 1844' de Amerikalı diş hekimi Horace Wells, bu özelliği, kendi dişlerinden birini azot pro-toksitin etkisi altında bulunduğu sırada acısız bir şekilde çektirerek denemiştir.

Eter 16. yüzyıldan beri bilinen uçucu bir sıvıdır. Ancak, 1829'da Michael Faraday, eterin bilinç kaybı yarattığını gösterdiği zaman önem kazandı. 1842 yılında operatör Cravvford W. Long, eteri bir ur ameliyatında başarıyla kullandı.

Kloroform, 1831 yılında New Ycrklu Sa-muel Guthrie tarafından bulundu ve 1847' de Edin Doktor James Y. Simpson tarafındon doğumu sırasında Kraliçe Vik-torya’ya uygulandıktan sonra popüler hale geldi. Karaciğer acısından zehirleyici nitelikte bulunduğundan son zamanlarda terkedilmiştir.



Angina Pectoris - Göğüs Anjini, Kalp Anjini

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Angina pectoris kalp adalesinin yani miyo-kard’ın bir bölümünün geçici bir süre için kansız kalmasına bağlı olarak göğüste duyulan bir ağrı nöbetidir. Göğüs anjini (An-gine de poitrine) veya kalp anjini de denilen bu hastalık en çok erkeklerde ve kadınlardan beş defa daha fazla görülür. Yüksek tansiyon, hipertiroidi gibi hastalıkları olanlarda, aşırı heyecan, yorgunluk, soğuk, kansızlık gibi sebeplerle anjin ağrısı başlayabilir. Efedrin ve bazı bronş açıcı ilaçlar da krizlerin gelmesine sebep olabilir. Kalbi besleyen ve koroner adı verilen damarlarda ani daralma ve tıkanmalar, hastalığın asıl sebebini teşkil eder. Ağrı, 3-4 dakika sürer. Bu arada arter basıncı yükselir, nabız sayısı artar. Ağrı göğüs kemiğinin hemen altında duyulur ve boyna, sol kola doğru yayıldığı hissedilir. Çeşitli anjin tipleri vardır.

Anjin çok kere ağır bir yemekten veya yorgunluktan sonra kendini gösterir. Çünkü bu durumlarda sindirim işlevi ve efor kalbe aşırı bir görev yüklemiş olur.Ağrı geldiği zaman kesinlikle dinlenmek gerekir. O anda faaliyete devam etmek doğru değildir. Derhal koroner damarları genişletecek bk ilaç (Trinitrin, Nitrogliserin) ağızda çiğnenerek alınmalıdır. Solunum yoluyla alınmak üzere kırılıp koklanan ampuller de (Nitrite d’amyle) vardır. Krizleri önlemek için düzenli olarak her gün alınacak ilaçlardan (isoket, sorbid) yararlanılır. Ayrıca vücudu fazla yormadan açık havada yürüyüş yaparak kalp damarlarını açmak, ağır yiyeceklerden ve kilo almaktan kaçınmak, üzüntülü durumlardan uzak durmak suretiyle angina pectoris nöbetlerinden korunmak mümkündür.



Anjin Dö Puvairin Hangi Hastalıklarla Karı­şabilir?

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Anjin dö puvairin hangi hastalıklarla karı­şabilir?

1. Göğüs ve boyun fıtıklarının hastalıkları,

2. Sol omuz oynağı hastalıkları,

3. Kaburga kıkırdaklarının kayması,

4. Kaburgalar arası sinirlerinin iltihaplan­ması,

5. Sol göğüs etleri romatizması,

6. Midenin göğüs içine fırlaması,

7. Yemek borusu hastalıkları,

8. Miyokart enfarktüsü,

9. Asabi kalp hastalığı,

10. Kalın barsakların gaz yapması… Bu saydığımız 10 hastalık ve daha birçok­ları ile aniin dö puvatrin arasında ayırt yaparak ancak hazık bir hekimin işidir .



Anjiografi - Damar Röntgeni

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Anjiografi - Damar Röntgeni

Damarların içine radyo-opak bir madde enjekte ederek onları röntgen filimlerinde görünür hale getirme yöntemine anjiografi denir.

Kontrast maddenin arterlere zerkedilerek resimlerinin alınmasına arteriografi, ven-lere zerkedilerek onların görünür hole getirilmesine de venografi veya flebcgrafi denir.

Kalbin ve büyük damarların bu şekilde filminin çekilmesi yani anjiokardiografi, kalp hastalıklarının ve anatomik bozuklukların teşhisinde çok önemli bir yöntemdir.

Son senelerde sineanjiokardiografi denen bir teknikle kalbin ve damarların görüntüsü radyoskopi ekranına düşürülmekte ve resimleri çekilmektedir.



Ankilostomiaz-Kancalı Kurt Hastalığı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Bağırsak boşluğunda yaşayan ve oradan dokulara da geçerek hastalıklara neden olan yuvarlak kurtlardan Ankilostoma duo-denale veya Necator Amerieanus’un yol açtığı hastalığa ankilostomiaz adı verilir. Parazit oniki parmak barsağında kan emerek yaşadığı için çok zararlıdır. Kansızlık ve karın ağrısına neden olur. Coouklarda gelişme bozukluğuna yol açabilir. Dışkı ile toprağa geçen kurt yumurtaları deriden vücudumuza girerek dolaşım yoluyla akoiğere, bronşlara ve özafagus yoluyla barsaklara geçerek yerleşir. Özellikte Karadeniz bölgesinde yaygın bir hastalıktır. Hastalık, dışkı muayenesinde kurtların görülmesiyle teşhis edilir. Temizliğe dikkat etmek ve halkı bu konuda uyarmak suretiyle bu hastalıktan korunmak ve yayılmasını önlemek mümkündür. Tedavide anti-helmintik denilen ilaçlar (Combatrin, Verme». Ankilostin) kullanılır ve kansızlığa karşı antianemik denilen demirli, kan ya-ç«c» ilaçlar verilir. virüsünün neden olduğu ansefalit ise öldürücüdür. Bu hastalığa bakteriye rastlanmadığı göz önünde tutularak, cerahatli menenjitten ayırmak için aseptik menenjit adı da verilir. Teşhis için alınan beyin omurilik sıvısında, glikoz, normal hücreler yani lenfositler ve albuminin artmış olduğu görülür.

Lenfositler çok arttığı için lenfositik korio-menenjit adı verilen bir viral menenjit tipi daha vardır ki, grip gibi, salgın olarak görülür. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, ateş, ense sertliği gibi menenjit belirtileri hafif olarak vardır. Hastalık genellikle 1-2 haftada semptomatik tedavi ile iyileşir.

Tedavide antiviral (Vira - A) ve ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar kullanılır. Komada gibi baygın yatan hastalar hastanede bakıma alınır, kas kasılmaları şeklinde görülen konvülsiycnlarm hastaya zarar vermemesine çalışılır.



Antibiotikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Antibiotikler

Bazr mantarların canlılıklarını sürdürmek için salgıladıkları ve çevrelerindeki başka mikroorganizmaların yaşamasını engelleyen maddelere genel olarak antibiotik denir.

Alexander Fleming tarafından 1928'de Pe-nicillium notatum adındaki bir peynir küfünden elde edilen ve Penisilin adı verilerek üretilen ilk antibiotikten sonra, 1935'de Domagk tarafından sulfonamidler ve daha sonraları birçok ve çeşitli antibiotik bulunmuştur. Hastalık yapan mikroplara karşı etkili bu biyolojik maddelerin Yapılarını inceleyerek formüllerini bulan kimyagerler onları sentetik olarak bol miktarda üretmeyi ve tedavi alanına sokmayı başarmışlardır.

Antibiotikler, bakterileri çeşitli yollardan (Tasara uğratıp zayıflattıktan sonra ya üremelerini durdurmak suretiyle etkisiz kılarlar {bakteriostatik tesir) veya onları tamamen öldürerek (bakterisid tesir) ortadan taMmrtar. Antibiotiklerin etkiledikleri mikroorganizmaların az veya çek çeşitli oluşlarına göre değişen etki alanları yani spekırumtarı vardır. Antibakteriyel spektrum, herhangi bir antibiotiğin tesir ettiği mikropların sınıflarını ve cinslerini göstermek için kullanılan ve ilaç açıklamalarında, yani prospektüslerinde yer alan bir terimdir.

Mkroskop altında, boyanarak teşhis edilmeye çalışılan mikroplar, Gram boyası ile boyanan ve boyanmayanlar olarak veya daha başka özellikleri ile çeşitli sınıflara ayrılmışlardır: Geniş spektrumlu antibiotik. Gram ( + ) veya Gram (-) birçok mikroba tesir edip onların gelişmesini durduran veya tamamen yok eden geniş etkili ilaç an-gelmektedir. Mikroorganizmalar da bizim onları yok etmek üzere kullandığımız antibiotiklere karşı direnç kazanırlar veya salgıladıkları fermentlerle antibiotiği etkisiz kılabilirler. Örneğin Penisiline karşı penisilinaze diye isimlendirilen fermenti salgılayarak yaşamlarını sürdüren mikrop nesilleri türemiştir.

Antibiotiklerin en önemli yan etkileri,diğer ilaçlarda olduğu gibi aşırı duyarlık nedeni ile meydana gelen alerji ve anaflaktik şoktur. Ayrıca barsaklarımızda mevcut zararsız bakterileri yani barsak florasını öldürdüklerinden buradaki mikroorganizmalar arasındaki dengenin bozulmasına bağlı olarak ishale ve vitamin eksikliğine sebep olabilirler. Devamlı ve yüksek dozda kullanılan antibiotik, azot birikimi ve idrar tutukluğu sonucu böbrek yetmezliğine ve üremiye yol açabilir. Antibiotikler ağızdan verilebildiği gibi/doğrudan damara veya kalça adalesine şırınga edilebilirler. Kana geçtikten sonra birkaç saat içinde vücuttan atıldığı için ilaçların belirli aralıklarla devamlı alınması gerekmektedir. Mide asidi ile bozulmayacak antibiotikler ağızdan verilebilir. Ayrıca deri hastalıklarında lokal olarak pomat veya toz halinde kullanılır.



Anüs, makat

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-M, Sindirim Sistemi

Anüs

Barsağın en son kısmı olan rektumun bittiği ve dışkının dışarı atıldığı deliğe anüs denir. Abdest sırasında defekasyonun kontrolünü sağlamak üzere halka şeklinde kastan oluşmuştur. Anal sfinkter denen bu adalelerin yetersizliği dışkının irade ile tutulamaması yani dışkı inkontinansı şikâyetlerine sebep olur. Çok kere hemipleji olaylarında ve bilinç kayıplarında görülür. Anüsün çevresini saran kan damarları deri ve mukoza altında pleksüs denen bir ağ meydana getirirler. Bu damarların varis şekiinde genişlemeleri halk arasında basur denilen hemoroid şikâyetlerine yol açar. Tedavi için hemeroid pomatları kullanılır veya gerektiğinde bu toplardamar şişlikleri operasyonla çıkarılır.Ayrıca anüste fissür denilen çatlamalar defekasyen esnasında çok acı duyulmasına sebep olur. Tedavisi için bazı pomatlar ve antiseptik tozlar kullanılır.



Aort ve Hastalıkları

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Kalbin Ana Damarı-Aort ve Hastalıkları

Vücudun en büyük atardamarıdır. Kalbin sol karıncığından çıkar. Sırasıyla, çıkan aort, aort kavisi, göğüs aortu, karın aortu adlarını alarak ilerler ve 4. bel omuru hizasında ikiye ayrılır. Doğuştan veya scnrcdan, göğüs aortunun bir yerinde darlaşmasına aort koarktasyo-nu denir. Hastada nefes darlığı, kalp çarpıntısı, baş dönmesi şikâyetlerine neden olur. Kollarda ölçülen damar basıncı ayaklarda ölçülenden çok fazladır. Tedavisi anock ameliyatla mümkündür.Kalbin sel karıncığı ile aGrt arasında bulunan kalp kapağının iyi kapanmaması ve kanı kaçırması sebebiyle meydana gelen bozukluğa ise aort yetmezliği denir. Neticede kalp aşırı derecede büyür. Bu gibi hastalıkların tedavisi,gelişen kalp cerrahisi sayesinde bozulan kalp kapakçıklarının yerine yenilerinin takılması suretiyle yapılabilmektedir.



AORTA KAPAĞI YETMEZLİĞİ

12 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Ekseriya romatizma hastalığının aorta ka­paklarında yerleşmesi neticesi bu kapakçıklar kalınlaşır, sertleşir, büzüşür ve deliği tam kapayamaz olur. Sol karıncık takallüs edip ka­nı aortaya attığı vakit kanın bir kısmı geriye gelir. Bunun üzerine sol karıncık fazla iş yapmak’ mecburiyetinde kalıp büyür, genişler.



Aortun Daralması-Aort Koarktasyonu

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aort Koarktasyonu-Aortun Damarının Daralması

Kalpten çıkan büyük atardamarın yani aortun çıkış kanalının embriyolojik gelişim esnasında daralmaşıyla ortaya çıkan duruma aort koarktasyonu denir. Kolda ölçülen kan basıncının yüksek, a-yaklarda ölçülenin ise düşük bulunması şeklinde bir belirti vardır. Aort yayındaki daralmadan ötürü ayaklara az kan gideceğinden yürürken baldırda ağrı duyulabilir. Darlık fazla değilse hastayı rahatsız etmez ve tedaviye gerek kalmaz. Ender vakalarda ve aşırı darlıklarda ameliyat gerekebilir.



Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

Anevrizma kan damarlarının kese yapacak şekilde genişlemesi demektir. Kalpten çıkan ve aort adı verilen atardamarın herhangi bir bölümünde en çok damar sertleşmesi yani arterioskleroz ve frengi sebebi ile görülür. Elastik liflerde bozukluk sonucu damar duvarının direnci zayıflar ve giderek genişler. Uzun zaman belirtisi görülmez, çoğu kez, röntgen filminde teşhis edilir. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü, nefes darlığı, sırt, bel ağrıları ve kalbin üzerindeki bölgede ağrılar meydana gelir. Aort anevrizmasının en korkulan komplikasyonu damarın birden yırtılmasıdır. Bu gibi Yırtılması halinde ağır durumlarda bazen operasyona çabuk mutlaka operasyon gerekir, karar verilerek hasta kurtarılabilir.



Apandisit

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

İnce barsakların kalın barsağa açıldığı çekum bölgesinde kalın barsağın bir uzantısı olan apandisin iltihaplanmasına apandisit adı verilir. En çok çocuklarda ve gençlerde görülürse de her yaşta, hatta yaşlılarda bile meydana gelebilir. Hastalık, karında, göbek ve epigastrium bölgesinde ağrı ve bazan kusma ile başlar. Daha sonra peritonun da iltihaplanması ile sağ kasıkta, apandisit noktasında duyulan ağrı ile beraber o noktaya dokunulduğunda bir kasılma meydana gelir. Ateş ve kanda iltihap hücrelerinin artması gibi bulgular, teşhise yardımcı olur. Özellikle makattan alınan rektal ateş yükselmesi erken bir belirtidir. Genellikle böyle birden başlayan had apandisitte kabızlık görülür. Kronik apandisit deyimi yerine sık sık tekrarlayan apandisit terimi daha uygun bulunmaktadır. Apandisit tedavi edilmezse apse ve delinme yani perforasyon sonucu o bölgede plastron denilen iltihabî bir kitle oluşur. Bu durumda perfore apandisit’ten söz edilebilir. Neticede yaygın bir karın zarı iltihabı yani peritonit ve şok meydana gelir.

Tedavi için antibiotik (penisilin, streptomisin) yapılmaya başlanmalıdır. Kusma yoksa ağızdan veya makattan kloramfenikol, neo-misin gibi antibiotikler uygulanır. İlk gün ağızdan bir şey verilmez. Damardan glikoz serumları gibi besleyici sıvılar verilir süt, yoğurt, çorba, komposto gibi sulu gıdalara izin verilir. Antibiotik tedavisinde ilk 48 saatten sonra apseleşme ve delinme belirtileri görülmezse tedaviye bir hafta kadar devam edilir. Kriz atlatıldıktan sonra 1-2 hafta içinde olayın iyice soğuduğuna kanaat getirilirse ameliyata karar verilir. İltihaplı apendiksin çıkarılması ameliyesine apendektomi denmektedir.Cok kere akut safhada apse ve delinme meydana £ gelmeden operasyon yapılmakla ve tehlikeli durumlar önlenebilmektedir.



Apse-Bölgesel İltihaplanma

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Bölgesel İltihaplanma-Apse

Dokuların harap olması sonucu beliren, iltihaplanmış bir bölgenin çevrelediği, cerahatli boşluğa apse denir. Apse vücudun herhangi bir yerinde stafilokok veya strep-tekok cinsi bakterilerin o bölgeye etkin olarak yaptıkları bölgesel bir iltihaplanma sonucu meydana gelir. Bu durumda beyaz kan hücreleri mikropları yok etmek için iltihaplı bölgede toplanarak tipik, sarı renkte, koyu bir cerahat oluştururlar



Artroz Hastalığı

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Artroz

eklem kemiklerinin yapısında dejenerasyon ile seyreden genellikle iltihaplı olmayan kronik hastalıklara osteoarthritis veya artroz denir. Hastalık her eklemde meydana gelebilirse de daha çok diz, kalça ve el parmakları eklemlerinde ve bel kemiğinde görülebilir. Eklemlerde şekil bozukluğuna sebebiyet verdiğinden hastalığa arthritis deformans adı da verilmektedir. Eklem kıkırdağında ve kemikte harabiyet ve osteofit denilen çıkıntıların meydana gelmesi karakteristik belirtilerdir. Kopan kıkırdak parçaları eklem içinde oynayan ve eklem hareketleri sırasında ses /apan eklem farelerini meydana getirebilir.Kalça ekleminde oluşan hastalığa koksar-troz, dizde oluşana ise gonartroz adı verilir. Yapısal eklem bozuklukları (konjenital kalça çıkığı gibi), bazı kırıklar, iltihaplı artritler (gut, romatoid artrit, septik artrit gibi), metabolik ve endokrin bozukluklar da osteoartroz yapabilir. Çocukların uyluk kemiğinin kalça kısmında meydana gelen Perthes-Calve hastalığı, kalça tüberkülozu (koksalji) ile karışan bir artroz şeklidir.Kıkırdak harabiyetinin eklem aralığını daraltması, kemiği kalınlaştırması gibi ileri safhaya vardığı durumlarda tedavi pek yarar sağlamaz. Bu nedenle, tedaviye erken başlamak gereklidir.

Yaşlılık sonucu meydana gelen artrozların veya sonradan travmalara bağlı olarak meydana gelen sekonder artrozların tedavisinde ağrı kesiciler (aspirin, paraseta-mol), antiflojistikler (indometasin) ve kor-tikosteroidler (kortizon) kullanılmaktadır.



Aşırı Derecede Zayıflık

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Kronik ateşli bir hastalığın veya hormonal bozukluğun sonucu meydana gelen ileri derecede zayıflık haline kaşeksi denir.

Hormonal sebebe bağlı kaşeksiler içinde genellikle bir doğumdan sonra hipofiz ön lobunun atrofiye uğramasına bağlı olarak meydana gelen Simmond kaşeksisi ender bir hastalıktır. Proteinsiz gıda ile beslenen veya iyi gıda alamayan kimselerde büyü­menin geri kalması, karaciğerin büyüme­si, ishal gibi belirtilerle ortaya çıkan Kwashiorkor sendromunda da kaşeksi ön plan­dadır.

Habis tümörler de hastayı ölüme doğru götürürken kaşeksi denecek bir zayıflama hali meydana getirebilirler.

Bunlardan başka şeker hastalığında, uremide, hipertiroidide ve psikojenik sebebe bağlı anorexia nervosa denen inatçı iş­tahsızlık hallerinde de zayıflama aşırı de­recede olabilir.



Aşırı Zayıflık Hakında

20 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Beslenme bozukluğu sonucu düşük kalori ve protein eksikliğine bağlı olarak mey­dana gelen bir çeşit aşırı zayıflığa Kvvas­hiorkor sendromu denir. Bu çocuklar cok zayıf olmakla beraber kandaki albuminin azlığına yani hipoalbunünemiye bağlı olarak vücutlarında şişlik (ödem) ve deride vitamin eksikliğine bağlı renk koyulaşması (pigmentasyon) görülür. İnfeksiyonlara dirençleri azaldığından ölüm oranı yüksektir. Kaşeksi denilen aşırı zayıflamada ise deri kuru ve derialtı yağ dokusu erimiştir, ödem yoktur.

Memleketimizde yetersiz proteinle besle­nen çocuklarda zayıflık görülürse de köy­lerimizde yaygın bir beslenme aracı olan yoğurt ve ayranın varlığı Kvvashiorkor sendromunun görülmesini önlemektedir.



Aspirin

3 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A

Ağrı ve Ateş Kesici Bir İlaç-Aspirin

Herkesin tanıdığı aspirinin kimya adı ase-til şahsilik asit’tir. Suda eriyen, kristal,beyaz bir tozdur. Ateşli hastalıklarda ateşi düşürmek ve çeşitli hastalıklarda ağrıları gidermek için kullanılır. Bu amaçla romatizma denilen hastalıklarda günde 6-8 gr. kadar verilmektedir. Aspirinin eskiden beri mide kanaması yaptığı ve kanamaya eğilimi artırdığı bilinir. Son zamanlarda trom-bositlerin bir araya kümelenmesini (agre-gasyon) önlediği saptanmıştır. Aspirin bu yan etkisi nedeniyle bugün kalp hastalarına bile pıhtılaşmayı önlemesi amacıyla verilmektedir.Aspirinin mideyi tahriş edici etkisinden korunmak için tamponlu veya karbonatlı aspirinler kullanmalı ve süt ile beraber tok karnına alınmalıdır.ense ağrıları meydana gelir. Astigmatizmayı düzeltmek için odak çizgilerinden birinin yerini değiştirmeden diğerini aynı düzleme getirecek silendrik mercekler kullanılır. Miyop veya hipermetrop olan kimseler aynı zamanda astigmat da olabilirler. Gözlerinden şikâyeti olanların, doktorun yazdığı reçetedeki miyopi, hiper-metropi ve astigmat derecelerine göre yapılan silendrik mercekli, ıraksak veya yakınsak gözlüğü kullanmaları, rastgeie gözlük almamaları gerekir.



Astım

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Astım-Bronşiyal Astım

Allerjik, mekanik veya iltihaplı nedenlerle bronşların daralması ya da tıkanması sonucu nöbet tarzında gelen nefes alma güçlüğüne bronşiyal astım denir.

Kalp hastalarında görülen astım nöbetlerinden ayrı bir hastalıktır.Alerjik astımda allerjenler ya dışardan solunum ya da kan yoluyla gelmektedir. Nöbet sırasında dokularda antikor-antijen birleşmesi sonucu meydana çıkan bazı alerjik maddeler (asetilkolin, histamin, serotonin) bronşların cidarındaki düz kasların kasılmasına neden olmaktadır. Daralma nedeni ile havanın bronştara girişi ve özellikle çıkışı güçleşmekte, solunum esnasında düdük gibi ötme sesi (wheezing) duyulmaktadır.

mardan adrenalin verilebilir. Bronş salgısının sulandırılması için mükolitik ilaçlar ve öksürükle atılmasını kolaylaştırmak için ekspektoran denilen balgam söktürücü öksürük şurupları kullanılmaktadır. Ayrıca alerji kaynağını bulup ortadan kaldırmaya veya hastanın duyarlılığının azaltılmasına çalışılır. Organizmayı allerjene bağışık kılmak için alerjik kimselere özel hazırlanmış aşılar yapılmasına hiposansibilizasyon veya desansibilizasyon denir.



Ateşli ishal Hastalığı-Basilli Dizanteri

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Ateşli ishal Hastalığı-Basilli Dizanteri

Basillerin kalın barsakta yerleşerek karın ağrısı, ateş ve ishal şeklinde başlattıkları hastalığa basilli dizanteri denir. Dışkıda kan ve mukus bulunur, tenezm denilen sık sık dışarı çıkma isteği belirgindir. Teşhis için dışkıda Shigella grubu bakteriler aranır. Amipli dizanteriye göre daha ağır ve toksik bir tablo ve daha sık dışarı çıkma vardır.Tedavi için antibiotik (Ampisilin) veya sülfamitler (Baktrim) kullanılır. Hastaya sulu gıdalar vermeli, su kaybını ağızdan, gerekirse damardan glikozlu ve tuzlu serumlar vererek karşılamalıdır.



B1 Vitamini

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Proteinler, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

B1 Vitamini

Aneurine veya Thiamine adını alır. B grubu vitaminler-faydalaridendir. Beslenme bozukluklarına bağlı olarak yeterli vitamin alınamadığında veya ateşli hastalıklarda, gebelikte, hipertiroidi gibi vakalarda eksikliği görülür. B1 vitamini karbonhidrat metabolizmasında rol alan bir enzimin yapısına girdiğinden, eksikliğinde kanda piruvik asit artar. Beriberi denilen hastalık meydana gelir. Ayrıca her tip sinir iltihabında (nevrit, polinevrit) ve sinir ağrılarında (nevralji) B1 vitamini kullanılmaktadır.



B12 Vitamini

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

B12 Vitamini

Birçok aminoasidin yapılmasında rol oynayan B12 vitamini (siyanokobalamin) hayvansal besinlerde bulunur ve midedeki intrensek faktör yardımıyla emilir. Bu faktörün bulunmadığı pemisioz anemi denilen kansızlıklarda siyanokobalamin emilemediğinden eksiklik başlar. Bu şekilde kemik iliğinde kan yapımı da bozulur. Bileşimindeki kobalt iyonu sebebiyle kırmızı renkte, suda eriyen bir maddedir. Tedavi için ağızdan verilecek B12 vitamini ile birlikte normal mide salgısı da yani intrensek faktör de gereklidir.



Bademcik İltihabı, Ameliyatı,Boğaz Anjini

4 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Boğaz Anjini-Bademcik İltihabı

Ağızda yutağın her iki yanındaki badem büyüklüğündeki lenf bezlerine bademcik (tonsil) ve iltihaplanmasına da tonsilit adı verilir.

Bademcikler boğaz çevresinde yer alan ve VValdayer halkası diye isimlendirilen lenfoid savunma halkasının en büyük bezleridir. Bademciklerin üst yüzündeki kapsülde kripta denen girinti ve çıkıntılar vardır ve bu girintiler içinde birçok mikrop barınır. Bademcikler, bazı çocuklarda solunumu güçleştirecek kadar büyük olabilir ve zamanla gerileyip normale dönerler:

Streptokokların sebep olduğu akut tonsilit boğaz ağrısı ve ateş ile başlar. Halk arasında anjin diye bilinen bu hastalıkta bademcikler şiş ve kırmızıdır. Kriptolar içinde cerahat toplanmasına bağlı olarak sarı benekler görülür. Boyundaki lonf bezleri genellikle büyür ve ağrılıdır.

Tedavi antibiotik (penisilin) ve analjezik (aspirin, novalgin v.b.) ile yapılır. Erken tedavi, akut romatizma, endokardit gibi komplrkasyonları önleyeceğinden faydalıdır. Hastalıklı, büyümüş ve nefes almayı güçleştiren bademciklerin ve adenoidlerin cerrahi olarak alınması doğru olur. Bu operasyona tonsilektomi denir.

Kızarmış ve şişmiş olan bademcikler birçok hastalığın habercisidir. Antibiotik tedavisi ile yardım edildiğinde organizma kendisini iyileştirir Sık sık meydana gelen bademcik iltihapları bazen onların ameliyatla alınmalarını gerektirebilir.



Bademcik iltihabı-Boğmaca

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Boğmaca-Bademcik iltihabı

Çocuklarda salgınlar yapabilen öksürük nöbetleri şeklinde görülen boğmaca (per-tusis) mikroplu bir hastalıktır. İnkubasyon yani kuluçka dönemi 1-2 haftadır. Hastalık nezle şeklinde başlar, gözler sulanır, burun akar ve hapşırma görülür. Bu devrede çok bulaşıcıdır ve mikroplar damlacıklarla birlikte etrafa yayılır. Öksürük nöbetleri gece gelir. Daha sonra kasılmalarla beraber devamlı ve sık, hatta kusma ile sonuçlanan öksürük nöbetleri (konvülsion) devresi başlar ve 2 hafta kadar devam eder. öksürük esnasında çocuk çok zor nefes alıp havasız kaldığından morarır, boğulacak gibi olur. öksürük sonunda öter gibi karakteristik bir iç çekiş nedeni ile İngilizler hastalığa (Whooping Cough) adını vermişlerdir. Hastalığın son 2 haftası toparlanma dönemidir, öksürük nöbetleri seyrekleşir ve kusmalar azalır. Teşhis için, boğazdan alınan balgamda (Bordetella pertussis) üretilir.

Hastalığın en önemli komplikasyonu bronşların iltihaplanması (Bronkopnömoni) ve öksürüğün şiddetinden akciğerlerdeki hava keseciklerinin, yani alveollerin yırtılması sonucu genişlemesi yani otelektazi meydana gelmesidir.

Korunmak için çocuklara 3-6 aylıktan sonra aşı yapılmalıdır. Genellikle difteri, boğmaca ve tetanoz karma aşısı (DPT vaccin) kullanılmaktadır. Hastalık ve aşı ömür boyu bağışıklık temin etmez, ancak hastalığın daha hafif geçmesini sağlar.

Hastalık görülen çocukları, bol ışıklı ve havalı bir odada yatak istirahatine almalı ve tecrit etmeli, okula göndermemelidir. Kuru hava, toz, sigara dumanı zararlıdır. Odada su kaynatarak gerekli su buharını temin etmek yarar sağlar.

Tedavi ve korunma için 2 hafta süre ile antibiotik (Eritromisin) şurup şeklinde verilebilir. Ayrıca hastalığa yakalanan çocuğa boğmaca bağışık globulini yapılabilir.



Bağ Dokusu Hastalıklarından Lupus Eritematosus

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Lupus eritematosus çoğunlukla orta yaşlı bayanlarda görülen ve nedeni pek bilinme­yen bir kollajen doku hastalığıdır, önceleri tüberküloz mikrobunun neden olduğu Lupus vulgarise benzetilerek bu isim verilmiştir. Yüzde kırmızı zenin üzerinde kelebek gö­rünüşüne benzeyen bir deri döküntüsü, lenf bezle­rinin şişmesi, eklem ağrıları ve ateş gibi belirtilerle başlayan sistemik bir hastalık­tır. Aslında bu hastalık çeşitli damarlarda anti­jen - antikor birleşmesi biçiminde başlayan bir bağışıklık bozukluğu hastalığı (oto immün hastalık)dır. Hastalık genellikle solunum siste­mini, kalbi, böbreği, merkezi sinir sistemini de kaplayabilir. Ölüm genellikle böbrek yetmez­liği neticesinde ortaya çıkar. Pekçok uyarılar hastalık belirtilerinin meydana gelmesinesebep olur. Bunlardan en önemlisi güneş, bazı ilaçlar enfeksiyonlar, gebelik, psikolojik st­resler gelir. Lupus eritematosusu teşhis etmek için pek çok laboratuvar bulguları vardır. Bunların içinde antinükleer antikor (A-NA) ve lupus hücresi (LE) aranması sayı­labilir. Tedavi hasta kişinin şikâyetlerine göre semptomatik olarak yapılabilir.



Bağdokusu Hastalıkları

4 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bağdokusu Hastalıkları

Birbirine benzer klinik ve histolojik özellik gösteren bir grup bağdokusu hastalığı koltagenoz adı altında toplanır. Bu hastalıkla rda dokularda hücreleri bağlayan bağdokusu yani kollajen yapı elemanlarında meydana gelen zedelenme ve bozulma sonucu dokularda ve damarlarda fibrinoid bir madde toplanması r. Kollajem doku hastalıklarının genel aynı olduğu halde tuttuktan organa göre her birine ayrı özel isimler verir. Romatoid artrit, romatizmal sistemik lupus eritematosus, sklerodermatomyositis, poliarterıtis gibi hastalıklar bir ailenin bireylerinde görülen hemen aynı serolojik bulguları doku hastalıklarıdır.

SUeroderma deride bulunon sistemik bir doku hastalığıdır.

lupus eritematosus yüzde eritem-bir deri hastalığı (kronik diskoid lupus) e birlikte kalbi, eklemleri, böbrekleri ve nr sistemini tutan bir hastalıktır.

Poltarteritıs veya diğer bir deyimle periar-teritis nodoza vücudun çeşitli organlarının küçük ve orta büyüklükteki damar duvar-iarının iltihaplı değişiklikleri sonucu ortaya çıkar.

Romatoid artrit ana belirtilerini eklemlerde, romatizmal ateş ise kalpte gösterir.

Bu hastalıkların nedenleri kesin olarak bilinmediği gibi tedavileri de ancak sempto-matiktir. Salisilatlar, anti-malarial ilaçlar, kortizon kullanılır.



Bağımlılık Yapan İlaçlar

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bağımlılık Yapan İlaçlar

İlaçlar, geniş anlamıyla vücudumuza girdikten sonra canlı hücrelerde değişme yapan kimyasal maddelerdir, ilaç olarak kullandığımız maddeler, çoğunlukla bitkilerden, inorganik maddelerden, hayvanlardan veya dokularından elde edilmekte veya yapay olarak üretilmektedir. Hastalıklardan korunmak, onları iyileştirmek veya şikâyet konusu belirtileri ortadan kaldırmak için kullandığımız ilaçlar çok kere başımıza dert de olmaktadır. Bazı ilaçların devamlı olarak kullanılmaları yan etkilere ve en kötüsü alışkanlıklara ve iptila denilen aşırı tutkuya neden olmaktadır. Burada ilaç yarardan çok zarar getiren bir zehir haline dönmekte ve (drog abuse) şeklinde diğer yararlı ilaçlardan ayrılmaktadır.

İlaçların kötüye kullanılması veya ilaç alışkanlığı en çok keyif verici maddelerle meydana gelmektedir. Burada şahısların psikolojik yapıları (nörotik tip) kadar, içinde bulundukları sosyal grupların, kültür seviyesinin ve kullanılan drogların da rolü olduğu bir gerçektir.

Alışkanlık veya bağımlılık yapan droglar sükûnet ve uyku veren (alkol, uyku ilaçları, sedatifler v.b.) en zararsız sanılan ilaçlar arasında bile bulunur. Asri tehlikeli olanları hallusinojen veya psychedelic adını alan uyuşturucu maddelerdir ki bunlar beyin fonksiyonlarını bozarak toksi’k psikoz dediğimiz durumları meydana getirirler. Bunların arasında herkesin bildiği esrar, doğuda haşhaş, batıda marihuana adı ile çok kullanılmaktadır. Daha sonra Liserjik asit (LSD), afyon grubu narkotiklerden heroin, morfin, kodein, pet-hidin ve diğer hallusinojenlerden kokain, amfetamin, psilosibin, meskalin, Ditran v.b. sayılabilir.



Bağımlılık

1 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sigaranın Zararları

İlaçlardan başka, keyif verici madde olarak kullanılan sigara, kahve ve hafif alkollü içkiler de bu alışkanlığın içine sokulduğunda, tutku yaratan tehlikeli ilaçlan, hallüsinojen de­nilen bazı kimyasal maddeleri ve bunlar içinde asıl alışkanlık (bağımlılık) yapanla­rı ayırmak çok güçleşmektedir. Alışkanlık, eski deyimi ile iptila sözcüğü­nün anlamı ve sınıflandırılması üzerinde, hekimler, sosyologlar ve hukukçular henüz anlaşmaya varamamışlardır. İlaçların ve keyif veren maddelerin gereksiz kulla­nılmasına basit alışkanlık, tiryakilik (habituation) denir. (Alkol, sigara, çay tir­yakisi gibi.) Denenmiş ve zevk verdiği gö­rülmüş bazı ajanların istekten de fazla düşkünlükle kullanılmasına tutku veya ip­tila (addiction) diyerek basit alışkanlıktan ayırmak yararlıdır. Gene de bu terimlerin tanımlanmasında ortaya çıkan güçlükler­den ötürü çeşitli alışkanlık tipleri yani ba­ğımlılıklar tarif edilmiştir. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) söz konusu drogları or­ganizmanın bu maddelere gösterdiği ruh­sal tepkilere göre sınıflamış ve 7 türlü ba­ğımlılık (dependence) sıralamıştır.

1 - Morfin türü bağımlılık (morfinman).

2 - Barbitürat (uyku ilacı) bağımlılığı.

3- Alkol türü bağımlılık (alkolik).

4- Kokain türü bağımlılık (kokainman).

5- Esrar türü bağımlılık (esrarkeş).

6 - Amfetamin türü bağımlılık.

7 - Hallüsinojen maddelere olan bağımlı­lık.

İlacın kötüye kullanılması (drog abuse) ve­ya ilaç bağımlılığı söz konusu olduğu za­man, genellikle bunları kullanan kimsele­rin zihinsel durumunda keyif verici nitelikte bir değişiklik yaratma özelliğine sahip maddeler anlaşılır. Bu ilaçlar genellikle üç grupta bulunurlar.

1 — İlk gruptakiler bilinç üzerinde depresan etki yapan ilaçlardır. Bunlar arasında narkotik analjezikler (afyonlu ve benzeri ilaçlar), barbitüratlar (uyku ilaçları) ve sedatifler yer alır.

2 — İkinci grupta olanlar uyarıcı (stimülan) etkisi ön planda olan ilaçlardır. Bun­ların arasında amfetamin ve benzeri ilaç­larla kokain sayılabilir.

3 — Üçüncü grup ise hallüsinojenik etki­si olan yani sinir fonksiyonlarını bozarak akut beyin sendromu veya toksik psikoz dediğimiz durumu meydana getiren, insa­na hayaller gösteren bazı kimyasal mad­delerdir. Bunlara psychedelic droglar denir ve en yaygın türü liserjik asit dietilamid (LSD), psilosibin. meskalin, dimetil triptamin (DMT), ditran, esrar (marihuana-haşiş-cannabis) ‘dir. Hallüsinojenleri kul­lananlarda aşırı sevine, anksiete, dehşet, sebepsiz korku ve hatta depresyon gibi emosyonel değişimler daha belirgindir. Görme, duyma ve dokunma duygularında bozukluk vardır. Çoğu zaman evrenle me­tafizik bir birleşme duygusu olarak nite­lendirilen semavi bir ilhamdan söz edilir.

Şizofreniklerde görülen yoğun pslkotik eksitasyonlar, durgun ruh hali, uzun sü­reli anksiete reaksiyonları ve dış dünya gerçeklerinden tamamen uzaklaşma (derealizasyon), benlik gerçeğinde değişme (depersonalizasyon) bunlarda çok görülür.

İlaca karşı bağımlılık (dependence), ilaç ile canlı organizmanın karşılıklı etkilerinden doğan psişik ve fizik temellere dayanan bir durumdur. İlaç insanda öyle psişik etki­ler ıyaratır ki o duyguyu tekrar yaşamak ve yokluğunun yol açtığı rahatsızlığı gider­mek amacıyla zaman zaman veya sürekli olarak o ilacı kullanmak için insan şiddetli bir istek duymaya başlar. İlacın yokluğun­da ortaya çıkan belirtiler ise yokluk belir­tileri (abstinans sendromu) olarak tanım­lanır. Yokluk belirtilerinin fiziksel temelle­re dayandığı konusunda görüş birliğine va­rılmıştır. Ayrıca psikolojik bağımlılık, hid­det, sıkıntı, üzüntü gibi, genel hoşnutsuz­luk gibi ruh hallerinden de kaçmanın bir ihtiyaç haline geldiğini anlatmaktadır. Bir ilaca bağımlı olan kimsenin dünyası, artık bu ilacın kullanılması etrafında dönecek kadar daralmış ve altüst olmuştur, zamanını bu maddeye karşı bağı artırıcı ve kendinde büyük sosyal lere yol açan, kendi gibi ilaç tutkunlc arasında geçirir. Onların ilaç kul dayanan ortak değer Yargılarını Hem toplumun onu reddetmesinden. de varolmayı bütünüyle ilaç kullanır bir tutmasından ötürü toplumdan kaçar herkesten ayrı ve güç bir yaşantıyı benimser.

Uyuşturucu maddeye bağımlılığın tanısına yardımcı olan belirtiler arasında eni izleri, enjeksiyon ülserleri ve zaman ilacın yokluğunda ortaya çıkanlar sayılabilir.



Bağırsak Tıkanmaları

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Barsak Tıkanmaları

Barsak tıkanmasına genel olarak ileus adı verilir ve değişik şekillerde meydana gelir. İnce ve kalın barsakların iç içe geçerek tıkanmasına invagination, bir fıtık kesesi içinde boğulmasına etranglement denir. Barsakların bu şekillerde veya tümörle tıkanmasına mekanik ileus adı verilir. Barsakların bir engel olmadığı halde çalışmasının durması sonucu dışkının ve barsak gazlarının dışarı çıkamaması halinde ise paralitik ileus söz konusudur.Barsak tıkanması her yaşta görülür. Genellikle birden akut abdomen denen tabloyla başlar. Kolik şeklinde şiddetli bir ağrı göbek çevresinde yerleşir. İnce barsak tıkanmalarında kusma, erken bir belirtidir. Kalın barsak tıkanmalarında geç olarak başlar ve daha sonraları dışkı şeklinde ya-ni fekaloid kusmalar görülür. Kusmalar

sebebi ile su ve elektrolit kaybı vardır. Başlangıçta gözle bile görülebilen kasılma ve gevşeme hareketleri paralitik ileus başlayınca tamamen durur. Mide genişlemesini tıptaki deyimiyle dilatasyonu önlemek için tıkanmanın üst kısmında biriken sıvının burundan sokulan mide sondası ile çekilmesi ve damardan su ve elektrolit (24 saatte 3-4 litre) verilmesi gerekir.Kusmaların süregelmesi ve makattan gaz çıkarılmaması halinde barsak tıkanmasından şüphe edilmeli ve derhal bir operatöre başvurmalıdır. Muayenede karın şiş ve gergindir. Doktorların muayene usulleri ile karna parmakla vurulduğunda davul gibi ses duyulur.Teşhisi doğrulamak için çekilecek röntgen filminde barsaklardaki su-hava seviyesi görülebilir.Tedavi vakit geçirmeden derhal ameliyat suretiyle yapılır.



Bağışıklık Bozukluğu Hastalıkları

7 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bağışıklık, yani immünite, insanın yaşamını sürdürebilmesi, mikroorganizmalarla savaşabilmesi için zorunlu fizyolojik bir savun­ma olayıdır. Bağışıklık humoral ve hücresel olmak üzere iki türlüdür. Normal bağışık­lığı sağlayan, bir antijenin bedene girme­sinden sonra ona kürşı oluşan antikorlar veya lenfositlerdir. Antikorlar organizmaya yabancı bir antijenin girmesinden sonra beliren ve antijenle birleşerek onu etkisiz kılan kan plazması globulinleridir. Günü­müzde antijen özellikleri bakımından 5 tip immünoglobulin (IgG, İgM, IgA, IgD, IgE) ayrılmaktadır. Bu bağışıklık cisimlerinin yani immünoglobulinlerin yapımı plazma hücrelerinde (plazmosit) olmaktadır. Plaz-mositler de kemik iliğindeki lenfositlerde (B - lenfositleri) oluşurlar ve humoral ba­ğışıklığı sağlarlar.

Hücresel bağışıklık da lenfositlerden kay­naklanır. Bu lenfositler timüste olgunlaş­tıklarından (T - lenfositleri) adını alırlar.

Bunlar, geç aşırı duyarlılık olaylarında rol alırlar ve antijenin vücuda girmesinden 24-48 saat sonra kendini gösteren hücresel bağışıklığın etkenidirler.

Bütün bu normal immünoglobulinlerden başka bazı durumlarda vücudumuzda veya kanda anormal immünoglobulinler yani anormal proteinler (paraproteinler) mey­dana gelmekte ve hastalığa neden olmak­tadır.

Oto immun hastalıklar tıp biliminin bir dalı olan immünolojinin çok ilginç ve karmaşık konularından biridir. Vücut yapımız yani organizmamız kendi öz yapıları ile kendin­den olmayan yabancı cisimleri ve yapılan ayırt edebilme yeteneğine sahiptir.

Organizmada normal olarak bulunan anti­jenlere yani otojen antijenlere karşı bir bağışıklığın işlemeye başladığı hastalıklara otoimmün hastalıklar (özbağışıklık hasta­lıkları) denmektedir.

Normal şartlarda bağışıklıkla görevli hüc­reler kendi öz doku hücrelerini tanımayı öğrenmişlerdir. Düzenleyici bir sistem yar­dımıyla bağışıklık hücrelerinin bunlara sal­dırması önlenmektedir. Bu sistemin bozul­ması organizmanın kendi dokusuna ve hücrelerine karşı sanki onlar yabancı bir çntijenmiş gibi aşırı duyarlık göstermesi ve antikorlar yapması otoimmün hastalık­lara yol açmaktadır. Öz bağışıklık, denet­lenmemiş beyaz dizi hücrelerinin gelişme­sine bağlı olabilir. Ya da saldırgan bir mik­rop organizmanın bazı nücreleriyle ortak antijenler taşıyabilir ve vücudumuz mikro­ba karşı antikor üretirken istemeyerek ken­di hücrelerine karşı da antikor üretmiş olur. Veya bir virüs enfeksiyonu organizma­nın normal yapı maddelerini tanınmaz bir duruma getirmiş olabilir.

Günümüzde birçok hastalık özbağışıklık yani otoimmün hastalıklar arasında sayıl­maktadır. Kan hastalıkları arasında yeni doğan çocuklarda görülen eritroblastosis fötalis (Rh uyuşmazlığı), Kahler hastalığı, (multiple miyelom), VValdenström hastalığı (Makroglobulinemi), Franklin hastalığı (Ağır immünoglobulin G) Addison-Biermer anemisi, romatizmal hastalıklar arasında akut eklem romatizması, sinir sistemi has­talıkları arasında multiple skleroz, Guillain-Barre sendromu, Sindirim sistemi has­talıkları arasında ülserli kolit, Crohn has­talığı, Çölyak hastalığı, deri hastalıkları arasında cüzzam, üçüncü devre deri fren­gisi, büyük kabarcıklı deri iltihapları, sis-temik lupus eritematosus; böbrek hastalık­ları arasında kronik glomerulonefrit, İç sal­gı bezleri hastalıkları arasında Basedovv, tiroid iltihabı (Hashimoto hastalığı), Addison hastalığı, bağışıklık bozukluğu sonucu ortaya çıkan hastalıklar olarak kabul edil­mektedir.

Bundan başka bir de doğal bağışıklığın yetmezliği sonucu oluşan immünolojik ek­siklik hastalıkları da vardır. Bu hastalık­larda organizmada gammaglobulin bulun­madığı için /agammagloblunemiden söz edilir. Tedavi için hastalara gammaglobu­lin (Allerglobulin, Beriglobulin vb.) enjekte edilir.

Öz bağışıklık hastalıklarında ve günümüz­de yaygınlaşmış olan organ nakli ameliyat­larında (transplantasyon) vücudumuzun gösterdiği bu istenmeyen bağışıklığı orta­dan kaldırmak ve hastalığı tedavi etmek için bağışıklık tepkisini önleyici ilaçlar (im-muno-suppressive ajanlar) kullanılmakta­dır. Bu ilaçların başında kortikosteroidler (kortizon), sitotoksik droglar (antimetabo-litler, alkilleyici ajanlar, folik asit antago-nistleri vb.) ve bazı serumlar (antilenfatik globulin = ALG, Rhesogam) kullanılmakta­dır.



Bağışıklık

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bağışıklık

İnsanlar çok eskiden beri bazı hastalıklara yakalanan kişilerin iyileştikten sonra bir daha o hastalığa yakalanmadığını bilirler. Enfeksiyon hastalıklarına karşı organizmada birtakım koruyucu cisimlerin yani antikorların meydana geldiği düşünülmüştür. Vücudumuzun tümüyle oluşturduğu bu direnci tanımlamak için de bağışıklık veya immünite deyimleri kullanılmıştır. Bu gözlemler deney hayvanlarında da yapılmış, daha sonra hastalıklara karşı aktif bağışıklık kazanmak için aşılar, pasif bağışıklık için de serumlar elde edilmiş ve başarıyla kullanılmıştır.Bulaşıcı hastalıklara karşı bağışıklık iki türlü sağlanır. Ya o hastalıklara karşı bağışıklık cisimlerini vücudun içinde oluşturmak, yani aktif bağışıklık sağlamak için aşı yapılır, ya da, yine o hastalığa karşı hayvanlarda veya insanlarda meydana getirilmiş olan bağışıklık cisimleri insana aktarılır. Bu şekilde aşı veya serum enjekteederek bağışıklık sağlamaya da pasif denir.



Bakteriler

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Hastalıkların Nedeni Olabilen Mikroplar-Bakteriler

Canlılar dünyasının ancak mikroskop ile görülebilecek kadar ufak canlıları biz insanlar için hastalık yapıcı etkenlerdir. Hastalık etkeni olan bu ufak yaratıklar bitkiler âlemi ile hayvanlar âleminin ilk sıralarını meydana getirirler ve genel olarak mikrop adını alırlar. Bakteriyoloji adını verdiğimiz bilim dalı, bakterileri, mantarları ve virüsleri kendi inceleme alanına almıştır. Bakteriler bitkiler ve hayvanlar dünyası arasında bir sınır oluştururlar. Mantarlar (funguslar) ise, bitkiler âleminden sayılır. Virüsler ise en küçük mikroplar olarak bilinir. Riketsiyalar bakterilerle cansız dünyanın kimyasal kristalleri arasında yer alan, ancak canlı hücre içinde yaşayabilen varlıklardır.Bakteriler biçim olarak çok değişiktirler. Çomak biçiminde olanlara basil, yuvarlak olanlara koküs, ip gibi ince kıvrımlı olanlara spiral adı verilir.



Barsak Paraziti Hastalıkları

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sindirim Sistemi

Barsak Paraziti Hastalıkları

Barsakta yaşayan parazitler nedeniyle ortaya çıkan hastalıklara barsak parazitosu denir. Sarsaklara dışarıdan gelip yerleşen, yumurtlayan, evrimlerini vücut içinde ve dışında tamamlayarak yaşamlarını sürdüren birçok parazit insanda kronik (devamlı) karın ağrılarına neden olabilirler.Yuvarlak kurt veya yassı şerit biçiminde, büyük veya çok ufak olan bu çeşitli parazitlerin teşhisi dışkı muayenesi ile yapılabilir. Kanda eozinofili bulunur. Dışkıda parazit yumurtası görülmeyen şüpheli vakalarda antihelmintik denen ilaçlarla deneme tedavisi yapılabilir.



Barsak Tıkanmaları

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sindirim Sistemi

Barsak Tıkanmaları

Barsak tıkanmasına genel olarak Meus adı verilir ve değişik şekillerde meydana gelir. İnce ve kalın barsakların iç içe geçerek tıkanmasına invagination, bir fıtık kesesi içinde boğulmasına étranglement denir. Barsakların bu şekillerde veya tümörle tıkanmasına mekanik ileus adı verilir. Sarsakların bir engel olmadığı halde çalışmasının durması sonucu dışkının ve barsak gazlarının dışarı çıkamaması halinde ise paralitik ileus söz konusudur.

Barsak tıkanması her yaşta görülür. Genellikle birden akut abdomen denen tabloyla başlar. Kolik şeklinde şiddetli bir ağrı göbek çevresinde yerleşir. İnce barsak tıkanmalarında kusma, erken bir belirtidir. Kalın barsak tıkanmalarında geç olarak başlar ve daha sonraları dışkı şeklinde yani fekaloid kusmalar görülür. Kusmalar sebebi ile su ve elektrolit kaybı vardır. Başlangıçta gözle bile görülebilen kasılma ve gevşeme hareketleri paralitik ileus başlayınca tamamen durur. Mide genişlemesini tıptaki deyimiyle dilatasyonu önlemek için tıkanmanın üst kısmında biriken sıvının burundan sokulan mide sondası ile çekilmesi ve damardan su ve elektrolit (24 saatte 3-4 litre) verilmesi gerekir. Kusmaların süregelmesl ve makattan gaz çıkarılmaması halinde barsak tıkanmasından şüphe edilmeli ve derhal bir operatöre başvurmalıdır. Muayenede karın şiş ve gergindir. Doktorların muayene usulleri ile karna parmakla vurulduğunda davul gibi ses duyulur. Teşhisi doğrulamak için çekilecek röntgen filminde barsaklardaki su-hava seviyesi görülebilir.Tedavi vakit geçirmeden derhal ameliyat suretiyle yapılır.



Bartholin Bezi ve Hastalıkları

4 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Bartholin Bezi ve Hastalıkları

Bartholin bezi kadın cinsiyet organlarından vaginanın her iki yanında küçük dudakların (labium minüs) arkasında yer alan bir çift bezdir. Salgıları ufak bir kanalla döl yolunun ağzına açıldığından vestibuler gland aa denen bu bezler, adını Danimarkalı anotomist Bartholin’den almıştır. Bartholin bezlerinin salgısı cinsel faaliyet esnasında görülür. 30 yaşından sonra geriler ve kururlar. Normalde bu bezler görülmez ve elle hissedilmezler, ancak büyüyüp kist halini aldığında veya iltihaplandığında şişerek dışarıdan farkedilebilirler.

Ook kere streptokok, stafilokok, gonokok ve koli basillerinin enfeksiyonu ile kanalın tıkanması Bartholin bezinde apse veya kist oluşmasına sebep olur. Hastada labiumlar-

da cok kere tek taraflı bir şişlik, ağrı. emsi temas güçlüğü (disparanui) vardır, ateş de olabilir. Bu iltihaba bartholinit denir. Antibiotik tedavisi ile bazen kızarıklık ve şişlik giderilebilir. Ağır. vakalarda, özellikle belsoğukluğu (gonokok) enfeksiyonlarında apse teşekkül eder. Bu devrede tedavi için şişliğin cerrahi olarak açılması ve boşaltılması gereklidir. Bazen Bartholin apsesi kendiliğinden patlayabilir ve cerahat akınca ağrı kendiliğinden geçer. Kronik iltihaplar kanalın tıkanmasına ve Bartholin bezinin kist haline dönüşmesine neden olur. Bu gibi hastalar zaman zaman şişlikten ve kızarıklıktan şikâyet ederler. Bartholin kistlerinin cerrahi olarak çıkarılmaları veya marsupiyalize edilerek tedavi edilmeleri gereklidir.



Baş Ağrısı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Baş Ağrısı

Baş ağrısı tamamen kişiye bağlı sübjektif bir duygu olarak hemen herkesin karşılaştığı bir şikâyet konusudur. Bazen kafa derisinde yüzeysel olarak şiddetli ve yanıcı ağrı şeklinde, bazen daha derinde kunt ağrı halinde duyulur. Kusma ile birlikte olan baş ağrıları hemen daima kafa içindeki bir rahatsızlığa bağlıdır. Hastaya çığlık attıracak kadar şiddetli olanlar beyin zarları ile ilgili hastalıklarda görülür. Zonklayıcı tipte başağrıları ise damarlarla ilgilidir.Bir kafa travmasından sonra meydana gelen ağrılarda beyin zarları içine kan toplanması (Subdurai hematom) ihtimalini düşünmelidir. Ayrıca ense kaslarının gerginliğinin artması sonucu ara sıra gelen veya hiddetlenince ortaya çıkan ruhsal kökenli başağrıları da vardır. Strese bağlı bu tür ağrılar kas gevşetici yani mi-yorelaksan denilen ilaçlarla iyileşebilir.



Baş Dönmesi

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Baş Dönmesi

Baş dönmesi sübjektif bir duygudur. Buna tıpta vertigo veya dizzines denir. Gerçek başdönmesini yalancısından ayırmak için dikkat edilmesi gereken bazı özellikler vardır. Gerçek baş dönmesi daha az rastlanan bir durumdur ve ancak kulak, göz veya beyincik gibi organların önemli bozuklukları sonucu meydana gelir.Menler sendromu diye bilinen hastalıkta kulaktaki labirent sıvısında yani endolenf-te iltihaplı olmayan bir artış veya kanama vardır. Hastalık genellikle 30-60 yaş arasında görülür. Kulak uğultusu, daha geç dönemde kulak çınlaması (tinnitus) vardır. Baş dönmesi birden başlar ve çok şiddetlidir. Nöbet sırasında göz küresinin nistag-mus denen bir çeşit kayma hareketi görülebilir. Hasta yere düşer kıpırdamak istemez, çünkü başın en ufak bir hareketi bile baş dönmesini arttırır. Bulantı ve kusma da vardır. Menier hastalığının nedeni belli değildir. Sekizinci kafa sinirinin kulaktaki labirent ucunun hastalanması söz konusu olabilir.



Bayılmalar

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bayılmalar

Kısa süreli bilinç kayıplarına bayılma veya senkop denir. Çeşitli bayılma nedenleri sayılabilir.

En sık görülen bayılma şekli damar depresyonuna bağlı olanı yani lipotimidir. Burada deri damarlarının büzülmesi ve kanın genişleyen iç organ damarlarına toplanması sonucu beynin kansız kalması söz konusudur. Kan görme, kötü bir haber bayılmaya neden olabilir. Ayrıca şiddetli ağrılarda (kırık, kolikler, travmalar, enfarktüs) da, bayılma sık olarak görülür. Bulantı ve kusma da olabilir. Renk solar, eller soğur ve deri üzerinde ter damlaları belirir.Postüral hipotansiyon dediğimiz ayağa birden kalkınca meydana gelen bayılma tansiyon düşürücü ilaç alanlarda sık görülür. Damar sertliğinde, diyabetik nöro-patilerde de meydana gelir. Vazomotor refleks vaktinde harekete geçemediğinden tansiyon düşer.Kalp hastalıklarında örneğin miyokard enfarktüsü, paroksistik taşikardi, aort ste-nozu. mitral stenozu gibi vakalarda bu hastalıkların bir belirtisi olarak bayılma görülebilir.



Bebeklerde Görülen Kaşıntılı Bir Hastalık : Strofulus

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-S

Strofulus deri üzerinde ödemli papüller özellikleri gösteren bir çeşit hastalıktır. En fazla 1-3 yaş arasındaki çocukların kol ve bacaklarında iğne başından mercimek büyüklüğüne değin, soluk pembe renkte ve sert kıvamda sivilceler biçiminde meydana gelir. Kaşıntıdan do­layı tahriş olan papüller daha sonra iltihap­lanabilir. Hastalığın sebebi henüz maalesef bilinmemekte, diatezik olarak kabul görmektedir. Yani yumurta, çikolata gibi maddelerin hastalığın başla­masında etkili olduğu ileri sürülmektedir. Tedavide esas, bu gibi kişilerin kendile­rine dokunan gıdalardan özellikle kaçınmaları gerekmektedir. Ayrıca deriyi temiz tutmak, sulu patlar sür­mek, antihistaminik adı verilen ilaçlar, korti­zon ve kalsiyum vermek gereklidir.



Bedenin Savunma Savaşı-Antikor-Antijen

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Bedenin Savunma Savaşı-Antikor-Antijen

Vücudumuza giren yabancı maddeleri (bakteriler, virüsler, allerjenler) yok etmek üzere doğuştan var olan veya daha sonra meydana gelen bağışıklık maddelerine,karşı cisim anlamına antikor denir. Antikorlar kanda globulin denilen proteinlerce oluşturulur. Bu globulinlere immunglobulin adı verilmektedir. İmmunglobulinler beş grupta toplanırlar ve en önemlileri İmmunglobulin G (İgG)’ dir.

Mikroplara karşı yönelen akyuvarların (nötrofil granulositler ve monositler) onları yok etmek için verdikleri mücadele yani fagositoz olayı ile bağışıklık reaksiyonunda antikorların meydana gelişi biraz farklıdır. Prensip olarak fagositoz yapan hücreler her bakteriye doğrudan saldırırlar, halbuki bağışıklık reaksiyonlarının «öğrenilmesi» gerekir ve yalnızca bu yeteneği kazanmış hücreler tarafından gerçekleştirilebilir. Bağışıklık reaksiyonu doğuran her madde bir antijendir. Bu anlamda bazı proteinler, şekerler, yabancı cisimler de antijen olarak rol oynayabilir ve bağışıklık reaksiyonlarıyla uzaklaştınlabiiirler. Transplantasyon ameliyatlarında (organ nakillerinde) bedenin nakledilen organı kabul etmeyişi ve otoimmun denilen bazı hastalıkların meydana gelişi de bağışıklık sisteminin yanlış veya yetersiz cevap vermesinden kaynaklanmaktadır.



Bel Ağrısı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bel ağrıları çok çeşitli hastalıklardan kaynaklanabilir.

Bel ve kalça kemiklerinin birleştiği eklemlerin ve yumuşak kısımların rahatsızlıkları ile karın organlarının hastalıklarının çoğunda bel ağrısı vardır. Çok kere roma-tolog, ortopedist, nörolog, jinekolog ve ürolog dediğimiz uzmanlarla yapılacak konsültasyonlardan sonra doğru bir teşhise varılabilmektedir. Bel omurları arasındaki disklerin kaymasına bel fıtığı veya disk hernisi denir. Biçimsiz ve ani olarak yapılan bir hareket sonucu ortaya çıkar ve çok kere kalçadan bir ayağa doğru yayılan şiddetli ağrı, yani siyatalji ile kendini belli eder. Hareketle ve öksürükle ağrı artar. Bazan her iki bacağa yayılır veya sadece belde kalır. Bel bölgesindeki omurlar arası bağların ve kasların örselenmesine (travmaya) bağlı olarak kopması veya incinmesi ani bel ağrılarının nedeni olmaktadır. Bazı enfeksiyonlar (grip, tifo, bruselloz) da bel ağrısının meydana gelmesine sebep olur. Bel kaslarının çok kere bir üşütme sonucu başlayan ağrılı kasılması lumbago veya adale romatizması (miıyofibrozit) adıyla tanılan ve sebebi bilinmeyen otoimmün bir hastalıktır. Böbreklerin yer aldığı lomber bölgede, sırta doğru vurmakla artan ağrıların böbrek hastalıklarından (taş, piyelonefrit, tümör) meydana gelebileceği düşünülmelidir. İdrar tahlili ve ürografi yaptırmalıdır.Kadınlarda rahim düşüklüğü, rahim çarpıklığı, yumurtalık iltihapları veya kistleri bel ağrılarının nedeni olabilir.Basit bel ağrısına ağrı kesici ilaçlar (analjezikler) veya adele gevşetici ilaçlar (miyorelaksan) kullanılabilir. Devamlı bel ağrılarında aile doktoruna danışmalıdır.



Bel Fıtığı

15 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bel Fıtığı -Disk Kayması:

Omurlar arasında, omurgaya esneklik sağ­lamak için bulunan disklerin yerinden oy­namasına disk kayması denir. Diskler ortalarında nukleus pulposus de­nen yumuşak süngerimsi bir kısım ile onu çevreleyen halka şeklindeki sert bir bağ dokusundan (annulus fibrosus) oluşmuş­tur. Bu halka herhangi bir nedenle zayıf­lar veya yırtılırsa diskin ortasındaki yumuşak çekirdek dışarı kayıp omuriarın ya­nından geçmekte olan bir ya da birkaç spinal sinir köküne basınç yaparak şiddetli ağrılara neden olabilir.Sırt ağrılarının,siyatik denilen bacak ağ­rılarının en sık rastlanan nedenleri omur­lar arası diskin kayması veya disk çekir­değinin fıtık şeklinde dışarı çıkmasıdır. Bu­na disk hernisi de denir. Baskı altında ka­lan sinirlerde ağrı, reflekslerde azalma ve zamanla adalelerde atrofi gibi belirtiler meydana getir.Mryelografi denilen özel bir yöntemle yani omurilik kanalına kontrast madde enjekte edilerek çekilen röntgen filmi ile disk arı­zaları teşhis edilebilir.Tedavide sert yatakta yatarak dinlenmek esastır. Bazı disk kaymaları traksiyon de­nilen bir yöntemle, yani omurganın iki yönden çekilerek kayan diskin yerine gir­mesini sağlamakla tedavi edilebilir. Tedavi uzun sürer. Bazı vakalarda laminektomi ameliyatı ile omur kemiğinin bir bölümü çıkarılmakta ve dışarı kaymış disk çekir­deği alınmaktadır.

Aşağıdaki videoyu izleyerek bel fıtığı ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi olabilirsiniz. Bu videoda daha çok bel fıtığı ve bel fıtığının en yeni tedavisi üzerinde durulmuştur.



Belsoğukluğu

4 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Belsoğukluğu

Cinsel hastalıklardan olan beisoğukluğu tıptaki adı ile Gonore cinsel temasla insandan insana geçen bulaşıcı bir enfeksiyondur. Gonorenin etkeni hücre içinde kahve tanesi gibi ikişer ikişer bulunan Neisseria Gonorrhea adındaki diplokoklardır.Kuluçka devri 2-3 gün olup bazan 7 gün sonra da başlayabilir. Erkeklerde idrar yolunun ağzında yanma ve kaşıntı ile başlar. Hafif akıntı, kızarıklık ve şişlikten başka, akıntı sebebi ile yapışıklık vardır. Daha sonra koyu sarımtırak yeşil, kokusuz cerahatli bir akıntı başlar. İdrar ederken yanma da olur. Tedavi edilmeyen vakalarda iltihap idrar yolunun, yani uretranın arkasına da bulaşır. İdrar yolu iltihabı (uretrit) kronikleştiğinde sabahları sarı damlalar ve yapışmalar olur, çok kere cinsel bir nevrasteni yerleşir. Kadınlarda da sık idrar etme ve yanma belirtileriyle uretrit şeklinde başlayan gonore, etrafa yayılarak bartolinit, vulvit, vaginit v.b. hastalıklara neden olur. Gonore mikrobu kan yoluyla yayılarak cinsel organların dışında da hastalık yapmaktadır. Bunların arasında gonore konjunkti-viti, gonore artriti (gonartroz), gonore endokarditi v.b. sayılabilir. Hastalıktan korunmak için erkek ve kadın en ufak bir akıntıda doktora başvurmalı şüpheli temaslardan kaçınmalı, prezervatif kullanmalıdır.Gonore tedavisinde antibiotikler (penisilin) ve sulfamitler uygulanmaktadır.



Ben

4 Şub, 2008 Estetik ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Ben

Doğuştan veya doğumdan birkaç hafta sonra beliren birkaç milimetre büyüklüğünde siyah veya esmer, yassı veya hafif çıkıntılı, düz, küçük lekelere ben (Lentigo, Birthmark) adı verilir. Tek veya vücudun birçok yerinde birkaç tane olabilirler. Deri tümörlerinin en basiti sayılırlar. Melanin denilen boya maddesinin oturduğu deri katına göre çeşitli renkli benler yani nevüs-ler vardır. Bazı türleri, ileri yaşlarda kötü-leşebilir ve nevo-karsinoma dönüşür.Tıbbi veya estetik zorunlu bir sebep olmadıkça benlere dokunulmamalıdır.



Beriberi-B1 Vitamini Eksikliğinin Yol Açtığı Hastalık

4 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

B1 Vitamini Eksikliğinin Yol Açtığı Hastalık

Beriberi

Bi vitamini eksikliğine bağlı olarak meydana gelen hastalık önce halsizlik, iştahsızlık, adjale krampları, uyuşmaları, nefes darlığı, çarpıntı ve hazım bozukluğu ile başlar Uzakdoğuda kabuğu alınmış pirinçle yaşayan halk arasında bölgesel salgın şeklinde (endemik) görülür. Kepeksiz unla beslenenlerde ve alkoliklerde de bu hastalığa rastlanın Bacaklarda ve kollarda ağrı (polinevrit) şeklindeki kuru beriberiden başka, kalp ve damarların da hastalığa iştirak ettiği yaş beriberi, beynin hastalanması ile psikoz şeklinde beliren serebral beriberi gibi tipleri vardır. Yalnızca karbonhidratla beslenen kimselerde B! vitamini (Thiamine) eksikliğinde şeker metabolizması bozulmakta, kanda piruvik asit artmakta, dokularda su birikimi (ödem) olmaktadır,

Bı vitamini konserve edilmiş ve çok pişirilmiş besinlerde azaiır. Tedavide B, vitamini kullanılır.



Beyin Kanaması

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Beyin Kanaması

Beyin fonksiyonlarının birdenbire bozulmasına beyin inmesi veya felç denir. Bu bozulmaya neden olan olaylar beyin kanaması, beyin trombozu veya ambolisi gibi üç şekilde meydana gelebilir.Beyin kanaması (Serebral hemoraji) : Damar sertliği ve tansiyon yüksekliği bulunan 50 yaşın üstündeki kimselerde birden bilinç kaybı ve inme şeklinde yarım felç (hemipleji) görülürse beyinde bir tıkanmanın veya kanamanın meydana geldiği düşünülmelidir. Bilinç kaybı birkaç dakikada tamamlanır ve hasta olduğu yere yığılır kalır. Bu nedenle hastalığa, inme (ietus apopleotious) adı da verilmiştir. Genellikle bu anda yüz kırmızı bir renk almış ve ağız çarpılmıştır. Gözler, kanamanın olduğu beyin tarafına doğru, ağız ise sağlam tarafa kaymıştır. Ayak tabanının bir iğneyle çizilmesi suretiyle aranan tepkide felçli tarafta ayak baş parmağı yukarı kalkar (Babinski tepkisi müspet), diz kapağı (pa-tella) tepkisi kaybolmuştur. Hasta çok kere idrarını hatta dışkısını kaçırır. Beyin-omurilik sıvısı kanlı olabilir. Bir - iki gün içinde ateş yükselmeye başlar, 40° nin üstüne çıkabilir.

Beyin trombozu (Serebral tromboz) : Ar-teriosklerozlu yani damar sertliği olan kimselerde çok kere uyurken geoe başlar.

Hasta idrar etmek için tuvalete giderken yere düşer, bilinç kaybı yoktur. Ağır vakalarda bilinç sonradan bulanıklaşır ve hasta komaya girer. Beynin geçici trombotik daralması önce kol ve ayakların zaman zaman uyuşması, konuşma bozukluğu (dizartri) gibi damar kasılması şikayetleriyle başlar. Bunlar geçici iskemik ataklar yani beynin zaman zaman kansız kalma belirtileridir. Sol hemiplejilerde genellikle konuşma normaldir, sağ hemiplejilerde konuşamama yani afazi veya güç konuşma yani disfazi vardır. İskemik atak geçirenlerde trombositlerin toplanmasını önleyici taçlar (aspirin) ve pıhtılaşmayı önleyici ontikoagulan ilaçlar (coumadin) yarar sağlar.

Beyin ambolisi (Serebral amboli) : Her yaşta görülür. Hemipleji ve bilinç kaybı birden genç bir kimsede meydana gelirse önce beyin ambolisi düşünülür. Kalp hastalarında daha çok görülen bu durum, kan pıhtılaşmasına karşı gelen ilaçlarla (Hepa-rin) tedavi edilebilir. Amboliyi tedavi eden ioc beyin kanamasında ise tamamen zararlıdır. Bu yüzden ayırıcı teşhis yapmadan tedaviye başlamak doğru olmaz. Felçii olarak yatan hastalann, beslenmesi, bakımı ve iyileştirilmesi (rehabilitasyonu) doktorun planladığı şekilde yürütülmeli, idmanlar, masajlar ihmal edilmemelidir.



Beyin Röntgeni - Ansefalografi

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Beynin ve boşluklarının görünür hale getirilmesine yani beynin röntgeninin çskil-mesine ansefalografi denir. Bu amaçla belkemiği iğnesiyle omurilik kanalına bir miktar hava verilir. Anatomik olarak beyin içindeki boşluklar omurilik kanalının bir devamı olduğu için bu yolla verilen hava yukarıya çıkarak beynin karıncıklarına (ventrikül) ulaşır. Çekilen röntgen filmleri bu boşlukların şekillerini gösterir. Beyin tümörleri, hidrosefali, beyin dokusunun azalması v.b. çeşitli hastalıklar ansefalografi ile teşhis edilebilmektedir. Nabız Düzenleyici İlâçlar Merkezi sinir sisteminin virüslerden ileri gelen hastalıklarına ansefalit adı verilir. Hastalık şiddetli baş ağrısı, ense sertliği »e aleş gibi belirtilerle başlar. Bu hastalı-ğc neden olan virüsler, kabakulak, herpes enfluenza, enfeksiyoz hepatit ve iz menonükleoz virüsleridir. Kuduz Kalp hastalıklarında damarlardaki nabız düzensizlikleri ritm bozukluğu anlamına gelen aritmi deyimi ile ifade edilmektedir. Doktorlar çeşitli hastalıklarda değişik aritmileri (paroksimal atrial taşikardi, atrial fibrilasyon, atrial flctter, vantriküler taşikardi v.b.) nabız sayısına veya elektrokar-diagram kâğıtlarına bakarak saptayabilirler. Kalp kasının uyarılma eşiğini yükseltip, kasılma gücünü azaltarak etki yapan ilaçlara antiaritmik adı verilir. Çinkona (cinchona) ağacının kabuklarından elde edilen kinin sıtmanın ilacı olarak bilinir. Kininin bir türevi olan kinidin (Nati-sedin) ise kalp çarpıntısının ilacı olarak tanınmıştır. Antiaritmik ilaç olarak kini-dinden başka prokainamid (Pronestyl), li-dokain (Aritmal), disopyramide (Norpace) ajmalin (Gilurytmal) gibi ilaçlar ve adrenerjik blokaj yapan birçok ilaç (Dideral, Vis-ken, Trasicor) kalbin ritm bozukluklarında kullanılmaktadır.



Beyin Travması

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Beyin Travması

Kafatasının sarsılması veya kırılması sonucu içindeki beyin dokusunun zedelenmesine beyin travması (concussicn) denir. Ulaştırma araçlarının sayılarının ve süratlerinin gittikçe artmış olması günümüzde trafik kazalarını insanlara diğer hastalık nedenlerinden daha fazla zarar verici bir duruma yükseltmiştir.Baş kemiklerinin çatlaması veya kırılması, beyin zarlarında ve damarlarında yırtılmaya, beyin kanamasına neden olabilir. Bazı baş travmalarında kemiklerde kırılma ve damarlarda kanama olmadan da beyin dokusunda bir sarsıntı meydana gelebilir. Kafaiçi basınç değişmesi sonucu sinir hücrelerinin ani olarak elektriksel boşalmaya uğraması ile insanda bilinç kaybı meydana gelir. Bu tip beyin sarsıntılarına tıp dilinde korrosyo (comrnotio cerebri) adı verilir. Biline kaybı kısa sürer, daha sonra baş ağrısı, baş dönmesi, uykusuzluk, sinirlilik gibi belirtiler ortaya çıkar. Bu arada amnezi denen bellek kayıpları görülebilir. Daha şiddetli darbeler beyin kontüzyonu denen durumu meydana getirir. Beyin kontüzyonu geçiren kimselerde konuşamama (afazi), koku olmama (anosmi), yarım görme (hemianopsi) ve felç (hemipleji) gibi belirtiler ortaya çıkar. Kafa travması geçiren bazı kimselerde daha sonraları sara nöbetleri (Jaokson epilepsisi) gelişebilir. Beyin sarsıntısı yani komosyo geçiren bir kimsenin bilinci yerine geldikten bir süre sonra uyuklama hali ile bilincinin tekrar bulanması halinde beyinde kanama sonucu bir hematom meydana geldiği düşünülmelidir. Bu arada nabız yavaşlaması, kusma, baş ağrısı ve kanama bölgesine bağlı olarak felçlerin meydana gelmesi kanamanın varlığını ispatlayan belirtilerdir. Başlangıçta belirti vermeyen hematomlar devam eden ufak kanamalarla ve beyin-omurilik sıvısından su çekme sonucu büyüyebilir ve zamanla bir beyin uru gibi kafaiçi basıncını arttırarak belirti verebilir. Kanama beyin zarları arasında olduğu zaman ense sertliği, ateş yükselmesi ve birincin kapanması gibi belirtiler görülür. Beyin-omurilik sıvısında kan bulunması ile teşhis konur.

Beyin sarsıntısı geçiren kimse en az 24 saat kontrol altında tutulmalıdır. Şok hali varsa serum ve kan transfüzyonları ile düzeltilmeye ve sinir hastalıkları uzmanı tarafından muayene edilerek teşhis konmaya çalışılır. Bu arada enfeksiyonlara karşı antibiotikler, beyin ödemine karşı hipertonik solüsyonlar damardan verilir. Kanamayı önlemek üzere kan durdurucu yani hemostatik ilaçlar kullanılabilir.

Bilinci kapalı olan hastalar mide tübü ile beslenirler ve idrar birikmesini önlemek için mesaneye devamlı bir sonda bırakılır. Kafatası kırıklarında acil cerrahi tedavi ancak beyine baskı yapan açık çökme kırıklarında yapılır. Beyin zarlarının iç kısmında gelişen subdural hematomlar veya kafatası kemiğinin altında ekstradural hematom şeklinde biriken kan toplanmaları bazı vakalarda ameliyat ile boşaltılarak hastanın hayatının kurtarılması mümkün olabilmektedir.



Beyin Tümörleri

5 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Beyin Tümörleri

Kafa boşluğunda beynin çeşitli bölümlerinde gelişen urlara beyin tümörleri denir. Kafa içinde basınç artmasına ve beyin ödemine bağlı olarak başağrıları, baş dönmesi (vertigo), kusma, konvülsiyon gibi genel belirtilerle kendini belli eder.Beynin ön kısmında yani frontal lobda oluşan urlarda ruhsal bozuklukların ve kişilik değişikliklerinin görülmesi karakteristiktir. Önceleri durgunluk, unutkanlık, sonra aşırı sinirlilik ve psişik bozukluklar meydana gelir. Bazı tümörler beyin zarında lokal iri-tasyona bağlı olarak Jackson tipi epilepsiye neden olabilirler.Tümörün tuttuğu beyin merkezlerine göre, parietal bölgedekiler konuşma bozuklukları (afazi), oksipital bölgedeki tümörler hemianopsi şeklinde görme bozuklukları, koku, işitme ve görme halüsinasyonları, ufak veya büyük görme (mikroskopi veya makroskopi) gibi belirtiler meydana getirirler.Baş dönmesi, kulak çınlaması ve ilerleyici işitme kaybı ile beraber oluşan Menier sendromu beyin tümörlerinin tipik bir lokalizasyonu sonucu meydana gelir.

Beyin dokusundan çıkan urlara gliom denir, erken belirti verirler. Beyin zarlarından oluşan urlar yani meningiomlar beyine basınç yaparak, kendilerini gösterirler, beyin dokusuna yayılmazlar. Sinirlerden kaynaklanan urlar ise nörinom adını alırlar Ayrıca beyin damarlarının urlaşması ile meydana gelen hemangiomlar veya çeşitli dokulardan oluşan mikst urlar da vardır. Bazı hastalıkların neden olduğu sifiloma, tüberküloma ve aktinomikoma gibi urlar do kafa içinde görülen diğer urlardır.

Bütün bu tümörlerin müşterek belirtileri kafa içi basıncının artmasına bağlı olarak baş ağrısı şeklinde başlar. Birden başlayan ağrı bazan birkaç dakika bazan 1-2 saat sürüp geçer. Öksürük, ıkıntı, bağırma, baş hareketleri gibi nedenlerle başlayan ağrılar da vardır. Bulantısız kusmalar, nabız yavaşlaması, görme bozuklukları, ruhsal değişmeler bulunabilir.

Tümörlerin motor alanları tutması halinde bazı reflekslerin kaybolması, bazı reflekslerin artması şeklinde belirtiler görülür, hatta felçler meydana gelebilir. Hipofizin eozinofil hücrelerinden çıkan adenom şeklindeki urlar gençlerde jigantizm denen devliğe, yetişkinlerde akromegali sendro-muna yol açarlar. Bazofil hücrelerin ade-nomu Cushing hastalığına yani tansiyon yüksekliği, şişmanlık, kıllanma gibi belirtilere sebep olur. Hipofizin kromofob hücrelerinin adenomu ise hipopituitarizm sen-dromu yaparlar. Fröchlich sendromu da denen bu hastalık erkeklerde seksüel isteksizlik ve sekonder seks karakterlerinde gerileme ve kılların dökülmesi gibi belirtiler meydana getirir.

Ayrıca başka organlarda meydana gelen habis urların örneğin akciğer, meme, deri, barsak ve böbrek kanserlerinin (Hipernef-rom) metastazları da beyinde yerleşir. Beyin tümörlerinin bazıları beyin cerrahları tarafından ameliyatla tedavi edilebilmekte, bazılarına ise ancak sitostatik ilaçlar (BCNU, CCNU), kortikosteroidler veya radyasyon tedavisi uygulanabilmektedir.

Beyin urları kan muayenesi, beyin-omurilik sıvısının muayenesi, gözdibi muayenesi ve röntgen muayenesi gibi yardımcı muayene yöntemleri ile sinir hastalıkları uzmanı doktorların nörolojik muayenesi ile teşhis edilirler. Bazı hastaların gözdibi muayenelerinde papilla ödemi vardır. Ayrıca serebral arteriografi (anjiografi), elektroansefalografi yani beyin elektrosu, radioizotop tetkikler (sintigrafi), ultrason, ventrikülcgrafi, tomografi, termografi gibi daha özel muayene ve teşhis metotları kullanılmaktadır.



Beynin Su Toplaması

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Hidrosefali, beyin içinde bulunan beyin -omurilik sıvısının bir tıkanma sonucu ser­bestçe dolaşamaması sonucu meydana gelir. Beyinde ventrikül adı verilen boş­luklardaki sıvı, beynin dış zarı olan duramaterdeki damar sinüslerine boşalamaz, birikir ve içi su dolu beyin anlamına ge­len hidrosefali oluşur. Kafa normalden büyüktür. Beyinde doğuştan bir biçim bozuk­luğu nedeniyle veya sonradan iltihap (me­nenjit sonrası yapışıklıklar) veya tümoral bir gelişme sonucu da hidrosefali meyda­na gelebilir.

Doğumda veya doğuma yakın zamanlarda kafatası içinde kanama, hidrosefaliye yol açabilir. Bazı vakalarda bozukluk kendili­ğinden durur, bazı vakalarda ise ilerleye­rek sinir sistemini etkiler, zekâ geriliği ve körlük gelişebilir. Cerrahi yoldan vena jugularis yoluyla beynin boşlukları ile sağ kalp kapakçığı arasına yapay bir şönt yer­leştirilerek beyin-omurilik sıvısının boşal­ması sağlanabilir.



Bıngıldak

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Çocuk Sağlığı

Çocuğun kafa kemikleri henüz kapanmamış aralıklara fontanel,halk deyimiyle bıngıldak denir. Çocuk doğduğu zaman kafa kemikleri tam olarak gelişmemiş ve eklemler kapanma­mıştır, 6 tane fontanel vardır. Bu açıklıkla­rın en büyüğü başın ön tarafında alın ke­miği ile iki yan kafa kemiği arasındadır. Zar ile örtülü eşkenar dörtgen şeklindeki bu aralığa ön fontanel denir. Artkafa ke­miği ile yan kafa kemikleri arasında üç­gen şeklindeki aralığa ise arka fontanel adı verilir. Fontanellerin kapanmasının gecikmesi, büyümenin duraklaması anlamına gelir. Çocukların ateşli hastalıklarında fontaneller kabarır, aşırı susuz kaldıkları zaman ise içeri çöker gibi olur.



Bitlenme

5 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Bitlenme

İnsan biti veya pediculus humanus denen parazitin meydana getirdiği, her iklim ve ırkta rastlanan kaşıntılı dermatoza bitlenme (pedikülozis) denir. Parazitin farklı tipleri insanda 3 çeşit bitlenmeye neden olur.

Baş bitlenmesi (pediculosis capitis) : Daha çok temizliğe uymayan uzun saçlı kimselerin başındaki bitlerin kan emmesi sonucu kaşıntı ile başlar. Kaşınan deride ekzema, kıl kökü iltihabı ve kabuk meydana gelir.

Vücut bitlenmesi (pediculosis corporis): Tifüs, geçici ateş gibi hastalıkların insana bulaşmasına neden olan ve baş bitinden biraz daha büyük bir parazittir. Yaşlı, kimsesiz, alkolik ve pis kimselerin iç çamaşırlarında yaşar ve kan emmek için günde 2 defa deriye geçer. Deride devamlı kaşıntıya bağlı izler, kalınlaşma, esmerleşme (melanodermi) görülür. İlk kez bitlenen temiz kimselerde parazitin ısırdığı yerde küçük ürtiker, kırmızı konik papül-ler meydana gelir.

Genital bölge bitlenmesi (pediculosis pu-bis) : En çok cinsel temas ile doğrudan ve bazen çamaşırlarla dolaylı olarak bulaşan parazit (morpion) özellikle cinsel bölgelerde başr kıl folikülüne gömülü hareketsiz olarak bulunur. Halk dilinde ane biti diye bilinir. Deride mavimtırak gri renkte lekelerin (taches bleus) görülmesi teşhis için yardımcı olmaktadır.

Teşhis bitin kendisinin veya yumurtalarının görülmesi ile konur. Tedavi için üç tip bitlenmede de DDT, Gamma benzene hexachloride (Kvvell), Propoxur (Baygon) gibi ilaçlar kullanılır. Çamaşırların ilaçla pudralanması ve kızgın ütüden geçirilmesi gerekir.



Böbrek Büyümesi, Hidronefroz

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sindirim Sistemi

Hidronefroz, böbreği büyüten çeşitli se­beplerden sonra meydana gelen hastalık halidir. Böbreğin pelvis renalis denilen bölgesi şişerek böbrek dokusuna basınç yapar ve onun çalışmasını bozmaya baş­lar. Doğuştan bir darlık veya yapı kusuru so­nucu oluşan hidronefrozlar enderdir. Ge­nellikle idrar yollarında bir taş veya tümö­rün idrar yollarını tıkaması sonucu veya üreter kıvrılmaları, gebelik, prostat hipertrofisi gibi mesanenin boşalmasını güç­leştiren hallerde hidronefroz tek veya çift taraflı olarak meydana gelebilir.

Böbrek boşluğunda idrarın birikmesi kunt bel ağrılarına sebep olabilir. Bazen biriken bu idrar dolayısıyla enfeksiyon başlaya­bilir ve piyonefroz denen durum meydana gelir; ateş ve kolik tarzında şiddetli ağrı da olabilir. İki taraflı hidronefrozlar, polikistik böbrek denilen konjenital bir hastalığı andırır­lar. Hidronefroz, ürografi denilen yöntemle çe­kilen röntgen filmi ile teşhis edilir. Hasta olan böbreğin verilen opak maddeyi süz­mediği görülür. Tıkanma sonucu meydana gelen hidronef­rozlar bazen düzelir. Böbrek fonksiyonları bozulduğunda o böbreği çıkarmaktan baş­ka çare kalmaz.



Böbrek Dokusunun iltihabı Hastalığı, Glomemlonefrit

25 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Böbreklerin özellikle glomerul denen bö­lümünün (böbrek yumakcıkları) iltihabı ve­ya proliferasyonu şeklinde görülen hasta­lığa glomerulonefrit denir. Hastalık genel­likle boğazda yerleşen beta-hemolitik streptokok cinsi bakterilerin meydana ge­tirdiği çeşitli enfeksiyonlardan 10 gün ka­dar sonra ortaya çıkar. Özellikle kızıl has­talığının bir komplikasyonu olarak çok gö­rülür. Sonuç clarak glomerüllerde antijen -antikor reaksiyonu oluşmakta, böbrek fonk­siyonu bozulmakta ve azotlu madde (üre, kreatinin) birikimi olmaktadır. Kan dolaşı­mındaki yükün artması hipertansiyona, su­yun birikmesi ise ödeme yol açmaktadır.

Glomerulcnefrit belirtileri bel ve baş ağrı­sı, yüzde, kolda ve bacaklarda şişme, id­rarda kan (hematüri) ve albumin (protei-nüri) bulunması şeklindedir. Hastada bu­lantı, kusma ve ateş görülebilir. Hastalığın akut devresi genellikle iki hafta kadar sürer. Hastalık bazan ilerler,subakut ve kro­nik denen şekillere dönüşür. İdrar yoğun­luğu artar ve akciğer ödeminden ötürü ök­sürük ve solunum darlığı da belirebilir. Tedavide yatak istirahati, sıkı bir perhiz (proteinsiz ve tuzsuz bir diyet), sıvı alımının azaltılması gibi tedbirlere çok önem verilmelidir. Ayrıca antibiotikler ve böb­reklerde oluşan immünolojik reaksiyonu azaltmak amacıyla kortikosteroidler kullanılmaktadır. Hastanın alabileceği sıvı mik­tarı, çıkan tuz miktarıyla ayarlanır. Kan basıncının yükselmesi, kalp yetmezliği ve­ya akciğer ödemi gibi kemplikasyonlar be­lirdikçe tedavi edilir. Vakaların çoğu tam olarak iyileşmekteyse de bazılarının idra­rında alyuvarların görülmesi ve idrar pro­tein testlerinin, proteinin pozitif çıkması bir süre devam edebilir. Bu hastalar uy­gun bir tedavi görmezlerse hastalıkları böbrek yetmezliği ile sonuçlanabilir.



Böbrek Kanseri

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sindirim Sistemi

Hipernefrom, böbreğin habis tümörlerin­den biri yani kanseridir. Küçük çocuklar­da görülen Wilms tümöründen farklı ola­rak hipernefrom genellikle 50 yaşın üs­tündeki erkeklerde görülür. Kasıkta ağrı, böbrek bölgesinde şişlik, çok kere ağrılı ve kanlı idrar etme, ateş gibi belirtiler var­dır. Hastalık bazen böbrekteki kanser hüc­relerinin akciğere, karaciğere, beyne gi­dip yerleşmeleri yani metastaz yapmalar sonucu verdikleri belirtilerle ortaya çıkar Tedavi hastalıklı böbreğin cerrahi olarak çıkarılması ile yapılır. Işın tedavisi (radyo­terapi) pek faydalı olmaz. Kemoterapi ve hormon tedavisi (provera) denenebilir. Böbreküstü bezinin hormonal etki yapan tümörlerinden biri de arrshenoblastomdur



Böbrek Taşı

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Kalsiyum metabolizmasına etki eden paratiroid hormonun az veya çok salgılanması, barsaktan emilen kalsiyumun artması gibi bilinmeyen nedenlerle de böbreklerde taş oluşabilir. Bazı taşların oluşmasını önlemek için hastaya bol su içmesi ve az tuz alması tavsiye edilir ve diüretik denilen ilaçlar (Esidrex) verilir.Böbrek taşının cinsi ne olursa olsun belirtisi ağrı ve kanamadır. Cok kere kaburganın altında biraz arkada şiddetli kolik tarzında bir ağrı ile başlar. Bulantı, kusma ve enfeksiyon başladığında ateş vardır. Ağrı bazan şiddetli olmayabilir, sadece bir ağırlık, gerginlik ve çekilme şeklinde hissedilir.Teşhis için röntgen filmi gereklidir. Oksalat, fosfat, kalsiyum taşları X-ışınlarına geçirgen olmadıklarından direkt batın grafisinde görülürler. Ürat ve kısmen sistin taşları ise görülmeyebilirler.



Boğaz İltihabı

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Boğazın İltihaplı Hastalıktan

Boğazımızın yutak veya farenks dediğimiz arka bölümü yukarıdan aşağıya sindirim borusuna doğru uzanır ve üç bölüm halinde isimlendirilir. Yutağın, burnun arkasında kalan üst kısmına geniz veya nazofarenks adı verilir. Ağzımızı açtığımızda arkada görülen yutak bölümüne orofarenks denir. Ortada küçük dil (uvula), yanlarda bademciler yer almıştır. Gırtlağın yani larenksin arkasında kalan yutak bölümü de larengofarenks olarak isimlendirilir. Yutak mukozasının iltihaplı hastalığına farenjit, gırtlağın iltihaplanmasına ise larenjit adı verilir. Komşuluklarından dolayı genellikle bu iki organımız da beraber hastalanırlar. Larenks iltihabında ses tellerinin tahrişine bağlı olarak genellikle ses kısılır. Her iki durumda da boğazda ağrı ve kırmızılık vardır. Bademciklerin şiştiği anjin vakalarında (amigdalit), yutkunma güçlüğü de olmaktadır. Özellikle çocuklarda nazofarenksdeki lenfoid dokunun iltihaplanması buradaki adenoid vejetasyonun bademcikle beraber kulak-burun-boğaz uzmanlarınca alınmasını gerektirebilir.Boğaz ağrısı, ateş, kırıklık şeklinde başlayan boğaz hastalıklarında ateş düşürücü (antipiretik) ve ağrı kesici (analjezik) ilaçlar, tuzlu, limonlu gargaralar, boğazın sıcak tutulması ve istirahat önerilir.



Boğulma ve Soluksuz Kalma-Asfiksi

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Boğulma veya Soluksuz Kalma-Asfiksi

Solunum ve kalp hareketlerinin durmasıyla ortaya çıkan duruma asfiksi denir. En sık rastlanan asfiksi nedeni suda boğulmadır. İnsanın akciğerleri ancak havada gaz şeklinde bulunan oksijeni alacak şekilde yapılmış olduğundan suda boğulur. Çünkü suda çözünmüş oksijeni alıp kullanamaz. Akciğerlere suyun kaçması halinde alve-ollerin hava ile irtibatı kesilir.Hava yollarını tıkayan yabancı cisimler ve bazı hastalıklar da asfiksiye sebep olabilir. Difteri (Croup), larenks ödemi, solunum yolunun tümörleri ve astım bu hastalıklar arasında sayılabilir. Gaz zehirlenmeleri de asfiksi nedenidir. Özellikle iyi yanmayan sobalardan, açık kalan gaz ocaklarından çıkan karbon mo-noksit (CO) gazı ile zehirlenmeler© sık rastlanır.Asfiksi olayında kandaki oksijen yetersiz kaldığından ilk belirti olarak nabız ve solunum süratlenir, temiz hava ihtiyacı artar. Daha sonra kan basıncı artar ve başın çatlayacakmış gibi ağrımasına neden olur. Deride kan damarlarındaki oksijen azlığına bağlı olarak siyanoz denilen morarma başlar. Daha sonra soluk alamama, bilinç kaybı ve kasılmalarla (konvülsiyon) ölüm meydana gelir.Tedavi asfiksi nedenine göre yapılır. Kalp atışlarının devamı ve bol oksijen verilmesi ilk yapılacak yardımdır. Suni solunum ve kalp masajı hayat kurtaracak girişimler o-larak hemen herkesin öğrenmesi ve uygulaması gereken ilk yardım tedbirleridir.



Bronşit ve Bronkopnömoni-Solunum Yolları İltihabı

5 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Solunum Yolları İltihabı - Bronşit ve Bronkopnomoni

Akciğerlerdeki nefes borularının yani bronşların iltihaplanması haline bronşit denir. Bronşit solunum yollarının genellikle sonbahar ve kış aylarında görülen ve birden başlayan hastalıklarındandır.

Çeşitli mikroorganizmalar, mikrop, bakteri ve virüsler solunum yolu mukozasını iltihapiandırabilir. Mikropların yerleştiği ve etkilediği yere göre hastalığa trokeobronşit veya bronşit adı verilir. Üşüme, yorulma, kötü beslenme sonucu vücut direncinin azalması gibi hazırlayıcı faktörlerin rolü büyüktür. Ayrıca sigara ve toz, duman, asit buharları gibi tahriş nedeni ile de başlayabilir.Başlangıçta ateş, öksürük ve kırıklık vardır. Solunum yollarının iç yüzünü döşeyen mukozada kızarıklık, şişlik görülür. Bu şekilde başlayan hastalığa akut bronşit denir. Daha sonra mukoza salgısı artar, balgam şeklinde çıkar. Yapışkan olan balgamın atılması güçtür, ekspektoran ve mükolitik ilaçlar yardımcı olabilir.Bazı vakalarda amfizem ve kalp hastalığı sonucu bronşit devamlı bir hastalık halini alır. Bu durumda kronik bronşit söz konusudur. Özellikle geceleri artan öksürük nöbetleri ve astımı andıran solunum güçlüğü görülür. Bu gibi hastalıklarda bir komplikasyon olarak bronkopnömoni, pnömoni gibi akciğer hastalıkları yerleşebilir.Tedavi için yatak istirahati, antiseptik buğular, ıhlamur ve sıcak çay önerilir. Çok kere virütik etkenli olduğundan antibiotik yararsızdır. Aspirin, piromidon, kodeinli öksürük ilaçları, ekspektoranlar verilir. Bronkopnömoni meydana geldiğinde ve ateş yüksek olduğu zaman antibiotik (ampisilin, eritromisin, tetrasiklin) vermek gerekmektedir.



Bulantı ve kusmaya karşı kullanılan ilaçlar-Antiemetikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Antiemetikler

Bulantı ve kusmaya karşı kullanılan ilaçlara antiemetik adı verilir. Mide ve barsak içeriğinin refleks şeklinde boşalması diye tarif edilen kusma, çeşitli nedenlerden meydana gelir. Mide-barsak bozukluğu, zehirlenmeler, gebelik ve bazı kalp hastalıklarına bağlı olarak kusmalar görülür. Uçak, deniz veya /.tobjis yolculuklarında görülen taşıt tutmasının en rahatsız edici belirtisi de yine bulantı ve kusmadır. Bazı beyin tümörlerinde ise bulantısız kusma meydana gelir. Bütün bu hastalıklarda teşhis konduktan sonra, bazı zehirlenmelerde mide içindekileri boşaltmak için hastayı kusturmak gerekebilir. Bu durumda medulladaki kusma merkezini uyandıracak ilaçlar,örneğin Apo-morfin deri altina yapılır. Veya hastaya lokal emetik denen ilaçlar (Bakır sülfat, çinko sülfat, ipeka kökü v.b.) içirilir. Hastalığa göre tedavi yapılırken bulantıyı azaltmak amacıyla çeşitli ilaçlar verilebilir. Bunların arasında atropin, klorpromazin (Lar-gactil), antihistaminikler (Dramamine, Pos-tadoxine) vitamin B6 (Adervit), Trimetoben-zamid (Emedur) gibi ilaçlar kullanılmaktadır.



Bunama

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B

Zekâ, duygu ve iradeyle ilgili beyin fonk­siyonlarının gerilemesine bunama veya demans denir. Bunama genellikle sinsi bir şekilde başlar, ilerler ve geriye dönüş pek olmaz. Başlıca özellikleri zekâ gerilemesi, bellek bozukluğu ve ileri geri anlamsız ko­nuşma, başkalarının hisleriyle düşüncele­rine ilgisizlik, bazen de idrar ve dışkıyı tutamamak gibi belirtilerdir. Bu nedenle ikin­ci çocukluk diye de tanımlanır. Başlangıç­ta duygusal yaşama, hiddet, sinirlilik ve dengesizlik hâkimdir. Bunayan bir kimse zamanı ve yerleri hatırlayamaz, zaman zaman öfkelenmeler ve cinsel taşkınlıklarla ailesini maddi ve ma­nevi sıkıntıya sokabilir. Bunaklarda soyul­ma, zehirlenme veya işkence görme sap­lantılarına sık rastlanır ve hastanın misil­lemeye girişmesine yol açabilir. Paranoid tipte psikozların yanı sıra intihar veya in­tihar girişimleri görülebilir.



Burkulma

6 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Burkulma

Burkulma eklem bağlarının aşırı gerilme veya kopmalarına bağlı olarak meydana gelen incinmelerdir. Burkulmalara tıp dilinde distorsiyon denir ve bunlar çıkıktan farklıdır. En çok ayak bileğinde ve dizde meydana gelir. Bir düşme veya kayma sonucu burkulan eklemde ağrı, tek belirtidir.Bazen eklem içinde de kanama meydana gelebilir. Daha sonra şişlik ve hareketlerin güçleşmesi veya yapılamaması şikâyetleri başlar. Teşhis için röntgen filmi gereklidir.İlk anda soğuk kompres ile fazla sıkı olmamak şartıyla eklemi sarmak faydalıdır. Bazı burkulmalarda ağrıyı azaltmak için lokal anestezi örneğin Prooain (Navocain) yapmak gerekebilir.



Burun Kanaması

6 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B

Burun Kanaması

Burun kanamasına tıp dilinde epistaksis denir. Özellikle çocuklarda bazen kendiliğinden bir damarın atmosfer değişikliğine bağlı kuruma ve kabuklanmasıyla burun kanaması olabilir. Genç kızlarda hormonal nedenlere bağlı olarak âdet zamanlarına rastlayan günlerde de kanama görülebilir.Genel nedenlere bağlı olarak yüksek tansiyon , kalp ve akciğer hastalıklarında sirozda, kan ve damar hastalıklarında (lösemi hemofili, trombopeni) vitamin eksikliğinde (C ve K vitaminler-faydalarii), bazı ateşli hastalıklarda (Kızıl, kızamık, difteri, tifo v.b.) da burun kanaması olabilir.

Tedavide kanı durdurmak için burun kanadına bastırmak, buz uygulamak, buruna adrenalinli pamuk yerleştirmek bazen yeterlidir. Kan durmadığında steril vazelini 25-30 cm. uzunluğunda rulo şeklinde gaz bezi burun boşluğuna doldurularak tampon yapılır.



Burun ve Burun Hastalıkları

6 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Burun ve Burun Hastalıkları

Burun koku alma organımızdır. Bu görevinden başka solunum yolunun üst ucunu meydana getirmesi ile solunum fonksiyonunda da rol alır.Burun içinde septum denen bir bölme ve dış duvarlardan içe doğru raf şeklinde uzanan 3 çift konka, burun boşluğunu 6 dehliz haline getirmiştir. Kemik ve kıkırdaktan oluşan burun boşluğu mukoza denilen bîr zarla döşenmiştir. Burnun alt kısmındaki sosunum mukozası pembe renklidir, üzerinde hareketli sil denen tüyler vardır. Burun zarının iltihaplanmasına rinitîs denir. Nezle olduğumuz zaman burnun akmasının sebebi bu iltihaptır. Burnun üst kısmındaki koku mukozası ise, sarı renklidir, burada siller yoktur, koku hücreleri bulunur.

Burun ve çevresinde yer alan paranasal sinüs denilen hava boşluklarının bir görevi de havanın ısıtılması ve nemlendirilmesidir. Yabancı cisimlerin burundan atılması için meydana geten reflekse aksırık denir. Burun bölmesinin çarpıklığına tıp dilinde deviasyon denir. Deviasyoniar, burun içindeki polipler ve konka hipertrofileri bazan burun tıkanıklığına sebep olabildiğinden ameliyatı gerektirebilir. Ayrıca burun fonksiyonunu korumak ve düzeltmek, görünümünü korumak ve düzeltmek amacıyla burun ameliyatları uygulanmaktadır. Bu tip burun plastiği ameliyatları yani rinoplasti günümüzde çok yapılmaktadır.



Çekum

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

İncebarsağın kalınbarsakla birleştiği bölümün altında kalınbarsak barsak kısmına körbarsak veya cekum (caecum) denir. Çekumdan ayrılan parmak şeklindeki barsak çıkıntısı ise apendiks olarak bilinir. Bu bölgenin hastalıkları arasında apendiksin (apandisit) ve cekum kanseri önemlidir.



Çene ve Çene Hastalıkları

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Ağızdaki dişlerin yer aldığı kemiklerin oluşturduğu yüz bölümüne çene adı verilir. Ûst çene maksilla denen iki elmacık kemiğinin birleşmesinden yapılmıştır ve hare­ketsizdir. Alt çene ise mandibula denen tek bir kemikten ibaret olup kulağın hemen önündeki şakak kemiğine oynak bir eklem ile bağlı olduğundan hareketlidir. Bu ek­lem özelliği itibariyle aşağı ve yukarı ha­reket ettiği gibi ileri geri ve her iki yana da oynayabilir. Böylece alt çeneye bağlı kas­lar dişlerin çiğneme, ezme gibi hareketle­ri yapmasını ve ağzımıza aldığımız besinleri öğütmesini sağlar Alt çene kemiğinin oynak başı ile şakak kemiği (temporal ke­mik) arasındaki eklemde bulunan kıkırdak disk bu eklemin hareketini kolaylaştırır. Çene kemikleri üzerinde üstte ve altta 16 olmak üzere 32 diş bulunur ve normalde üst çenede bulunan dişler alt çenedekilerin hafif üstüne taşarlar. Alt çenenin öne taş­ması halinde prognatismus denen durum meydana gelir. Ayrıca çene kemiğinin ufak kalması veya çarpık gelişmesi sonucu çe­şitli anormallikler tespit edilebilir.

Eklem bağlarında bir bozukluk veya çene­ye gelen sert darbeler çene çıkığına neden olabilir. Bu durumda hasta ağzını kapata­maz. Çene çıkıkları daima öne doğru oldu­ğundan bunu düzeltmek için hastanın önünde durmalı ve başparmakları arka dişler üzerine ve diğer parmakları da çene ucu­nun altına yerteştirmelidir. Bu durumda başparmaklar aşağı doğru, diğer parmaklar da yukarı doğru bastırırsa, kasların alt cene başını eklem yuvasının içine çekme­lerine yardım edilmiş ve çenenin yerine oturması sağlanmış olur.

Dişlerde ve çenede meydana gelen bozuk­luklar cene cerrahisi ve ortodonti bölüm­lerinin müşterek çalışması ile operasyon­la ve protezlerle düzeltilebilirler.



Çıban

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C

Impetigo,streptokok cinsi mikropların mey­dana getirdiği bulaşıcı bir deri hastalığıdır. Başlangıçta bül adı verilen içi sıvı dolu bir kabarcık biçimindedir. Çevresi kırmızıdır ve süratle cerahatlenir, püstül halini alır. Hastalık en sık çocuklarda ve genellikle yüzde, boyunda ve kafa derisinde görülür. Püstül patlayıp akar ve üzerinde sarı ka­buklar meydana gelir. Bu kabuklar koparılırsa mikropların yayılması kolaylaşır. İmpetigo 8-10 gün içinde yerinde pembe lekeler bıraka­rak silinir.

İmpetigonun, derinin daha derin tabakaarına inmiş şekline ektima denir. Püstül seklinde başlar ve sonra esmer sarı veya kahverengi bir kabukla örtülür. Cerahatli ve kanlı bir akıntı vardır. Kabuk kaldırılın­ca kenarları dik, yüzeyi kanlı, cerahatli bir salgı ile örtülü, derin bir yara meydana çı­kar. Ektima 2-3 haftada iyileşerek yerinde renkli bir iz bırakır.

Tedavi için kabuklar kaldırıldıktan sonra antiseptik solüsyonlarla pansımanı yapmak antîbiyotikli pomatlar sürmek yeterlidir.



Çiçek Hastalığı

8 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Çiçek hastalığı (small pox) (variola) deride çukurlaşmış yara izleri bırakarak iyileşen, bulaşıcı, infeksiyöz hastalığıdır. Etkeni olan çiçek virüsünün iki tipi vardır. Variola majör ve variola minör adı verilen bu iki tip hastalıklar birbirine çok benzer, ancak ilkinde ölüm oranı daha fazladır. Hasta kimselerin burun ve boğaz akıntılarında deri kabarcıklarında, çiçek hastalığının iyileşmesiyle dökülen yara kabuklarında, idrar ve dışkısında hastalık etkeni olan virüs bulubur. Hastalık, bu kaynakların herhangi birinden yayılır ve bağışıklığı olmayan kimselere kolayca ve hızla bulaşır. Eskiden geniş kitlelere yayılırken zamanımızda aşılama ve hijyenik şartların iyileşmesiyle olay sayısı azalmış, hatta hastalık yok edilmiş sayılır.



Çıkıklar

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Herhangi bir eklemde, oynak yüzlerin birbirine olan bağlantılarını yitirmesine ve normal olmayan yeni bir durum almasına çıkık (luksasyon) adı verilir. Çarpma, düşme veya herhangi bir darbe sonucu eklem kapsülünün bir yerinden yırtılması ile çıkık meydana gelebilir. Böylece kemiklerin oynak yüzlerinden biri eklem boşluğunun dışına çıkabilmektedir. Ancak doğuştan meydana gelen çıkıklarda kapsülün yırtılmadan, gevşeyip bollaşmasıyla da çıkıklar meydana gelebilmektedir. Bazı kırık olaylarında da sonradan yapılacak anormal hareketler sonucu çıkıklar oluşabilir. Çıkık meydana gelen eklemde kemiklerin pasif hareketleri ortadan kalkmakta, adelelerin aktif hareketleri de oynak çalışmadığından yapılamamaktadır.Çıkığın derecesine göre tam çıkık veya yarı çıkık (subluxatio) deyimleri kullanılabilir. Bazı çıkıklar sağlam eklemlerde herhangi bir zorlama (travma) sonucu meydana geldiği halde bazen hiçbir zorlama olmadan kendiliğinden de çıkık meydana gelebilir. Bunlara patolojik veya spontan çıkıklar denir. Bu gibi olaylarda, oynaklarda doğuştan veya sonradan olma bazı kusurların varlığı (artritis deformans, osteomiyelit, kemik tüberkülozu v.b.) eklemde kolayca bir çıkığa neden olmaktadır. Bazı kemiklerde ilk çıkıktan sonra basit bir nedenle tekrarlayan, alışkanlık haline gelen çıkıklar oluşur. Bunlara çıkık alışkanlığı veya habitüel luksasyon denir.Çıkıklar genellikle organın çevre kısmındaki kemiğin adı ile isimlendirilirler, örneğin dirsek oynağfının çıkığında ön kol çıkığından söz edilir.Çıkıklar bir güç etkisiyle oluştuğu halde çıkığı hazırlayan bazı faktörler de önemlidir. Çok hareketli olan, dış etkenlerle fazla karşılaşan ve oynak yüzleri arasındaki nisbetsizlik nedeniyle bazı eklemlerde çıkık daha fazla görülür. Gerçekten de bütün çıkıkların %50’sini omuz çıkıkları oluşturur. Ondan sonra dirsek çıkıkları, el ve parmak çıkıkları gelir

Çıkık meydana gelen eklemde kendiliğinden beliren ağrılar ve oynak bağlarının yırtılmasından meydana gelen kanama nedeni ile eklem çevresine kan oturması yani hematom görülür. Hasta bazı hareketleri yapamaz hale gelir. Ayrıca kırıklardan farklı olarak çıkıklarda tabii olmayan bir tutukluk (fiksasyon) vardır. Oynak bağlantısının bozulması nedeniyle durum ve şekil bozukluğu yani dislokasyon ve deformite belirtileri doktorlara çıkığın teşhisinde yardımcı olur. Olayın meydana geliş biçimini dinleyen, göz ve elle muayene eden bir doktor, çıkığı teşhis edebilir. Ayrıca röntgen filmi çekilerek durum daha kesin bir şekilde saptandıktan sonra bazı manevralarla çıkan kemikler eski yerlerine konur. Bu işleme repozisyon denir. Bu gibi manevralarda esas olan prensip çıkığın oluşunda geçen aşamaları, ters yönde taklit etmektir. Bu amaçla anestezi altında önce adaleler gevşek bir duruma getirilir ve kemikler karşı yönlerden çekilmek, yani ekstansiyon yapılarak oynak yüzlerinin karşılıklı gelerek çıkığın yerine yerleşmesi sağlanır. Ortopedik yöntemlerle düzeltilemeyen bazı çıkıkları, cerrahlar operasyonla düzeltmek zorunda kalabilirler.Yerine getirilemeyen eski çıkıklarda zamanla aynı yerde yeni bir oynak (neoart-hrosis) meydana gelebilir. Ancak hareket yeteneği azdır ve bu gibi olaylarda operasyon gerektir.



Çil

8 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Çil (efelid) daha çok sarışın ve kızıl kimselerde, bazen ikinci çocukluk çağı da denen yaşlarda beliren, yüz ve el sırtları ile kollarda görülen sarı sincabi veya kahverengi ufak lekelerdir. Melanin pigmenti toplanması sonucu, çiller, yazın güneş altında çoğalır, kışın azalır. Dejenere olmayan bu lekelere estetik amaç ile soldurma veya soyma tedavileri uygulanabilir.



Cinsel Bozukluklar,Seksüel Uygunsuzluklar,Sapıklıklar

8 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-S

Seksüel Uygunsuzluklar, Sapıklıklar, Cinsel Bozukluklar

Cinsel arzu, tıp dilindeki deyimiyle libido orgazmla doyuma ulaşma ve zaman zaman duyulan bir cinsel heyecan özlemidir. Cinsel içgüdünün doğrudan doğruya bir belirtisidir. Bazen anormal veya aşırı cinsel arzular mevcuttur. Aşırı cinsel arzu duyan kişiler günde iki, üç orgazm ile tatmin olurlar (hiperseksüalite). Çok kere beyin hasarı, akıl geriliği veya psikopatiden ötürü cinsel arzunun artması görülebilir. Bu gibi durumlarda erkekler için Satiriasis, kadıniar için Nemfomani terimleri kullanılır.

Cinsel bozukluğu olan kimselerin çok az bir bölümi tedavi için doktora müracaat ederler. Hasta suçluluk duygusu içinde zamanla bu derdini çözebileceğini ümit eder veya homoseksüellerin çoğunda olduğu gibi halinden memnundur. Birçok olayda hasta evlidir, iyi bir baba veya annedir, toplumda sevilen bir insandır. Cinsel sapıklığını bazı dönemlerde gizlice sürdürür. Karısı gebe iken ve ilgisinin azaldı-ğını duyduğu zaman veya bütün hayatı boyunca kontrol ettiği gizli bir isteği içki veya duygusal bir bozukluk nedeni ile engelleyemediği zaman başvurabilir.

Cinsel isteklerle ilgili aşırı bir davranış yüzünden tutuklanan kişi için psikiyatrik muayene gereklidir. Suçun duygusal bir bozukluk yahut bunama başlangıcı veya bir akıl hastalığı sonucu olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Cinsel fonksiyon bozukluklarının başında hastanın kendini veya eşini tatmin edemediği iktidarsızlık (empotans), cinsi temasın ağrılı olması (dispareunie) veya cinsel isteğin olmayışı yani soğukluk (frigidite) dediğimiz durumlar gelir.

Karşılıklı iki cins arasında geçen ve koitus denen cinsi temasla sonuçlanan sevişme şekilleri normal cinsi davranışlardır. Cinsel sapıklıklarda ise ya obje bakımından ya da hedef bakımından normalden sapma vardır.

Kişinin cinsel heyecan yaratmak amacıyla kendi dış genital organlarını uyarması yani mastürbasyon (onanizm) yapması, kendi cinsinden bir kimse ile temas kurması (homoseksüalite), hayvanlarla temas kurması (bestialite), duygusal nitelik taşımayan canlı veya cansız bir nesne ile cinsel uyarıma ulaşmaktan hoşlanması (fetişizm), cinsel organları gözlemek, halk deyimiyle röntgencilik yapmak (skoptofili), cinsel temas için anüs yolunu kullanmak (sodomi), cinsiyet organlarını açıp göstermek (eksibizyonizm), acı vererek cinsel orgazma varmak (sadizm) veya acı çekerek, aşağılanarak, kırbaçlanarak zevke ulaşmak (mazohizm) gibi davranışlar değişik sapıklık örnekleridir. Bu bozuklukların nedeni ile ilgili bilgiler çok sınırlıdır.

Psikodinamik açıdan normal cinsel olgunlaşma seyrinde bir gecikme yahut cinsel gelişmedeki bir sapmadan ileri geldikleri düşünülmektedir. Çocuğunun üzerine düşen otoriter bir anne, zayıf yahut sert bir baba gibi faktörlerin çocukta cinsel gelişme eksikliğine yo! açtığı ileri sürülmüştür. Bazı homoseksüalite olaylarında yapılan genetik incelemeler kromozomlara bağlı bir bozukluğu işaret etmektedir. Cinsel sapıklarda hormon tedavisi ile libidonun azaltılmasına çalışılır. Östrojen hormon yapılarak erkek hormonunun çalışması dengelenir.



Cıva ve Cıva Zehirlenmesi

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C

Cıva, Latincedeki adı ile Hydrargyrum (Hg) sıvı şeklinde bulunan ancak —40° de katılaşan bir metaldir. Hekimlikte cıvanın bir değerli bileşiklerinden Kalomel (HgCI) müshil ve idrar söktürücü olarak, iki değerli bileşiklerinden Subiime (HgCI2) solüsyonu %0,1 oranında aletlerin dezenfeksiyonunda kullanılır. Sarı cıva oksit % 1 oranında pomatlarda bulunur. Eskiden frengi tedavisinde civa bileşikleri çok kullanılırdı. Metal haiındeki cıva vücutta emilmediğinden zehiiri değildir. Ancak cıvanın suda eriyebilen tuzları özellikle süblime çok tehlikeli zehirlerdendir.Yanlışlıkla veya intihar maksadı ile alındığında ve boğazda şiddetli yakıcı bir ağrı, kusma, ishal, karın ağrısı ve kollaps görülür.Tedavi için hemen mide yıkanır, süt içinde dövülmüş çiğ yumurta verilir.



Çölyak Hastalığı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlıklı Beslenme, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

Çocuklarda barsaklarda yiyeceklerin, özellikle yağların emilememesi sonucu meydana gelen hastalığa çölyak (Coeliaç) veya selyak hastalığı denir. Hastalık ailevidir ve sebebi buğday, arpa, yulaf ve çavdarda bulunan glüten ve gliadin adındaki proteine olan duyarlılıktır. Sonuç olarak yağ asitlerinin sindirimi bozulmuştur.Sağlıklı bebeklerin 6-9 ayları arasında unlu gıdalarla beslendiklerinde kilo kaybettikleri, huzursuzlaştıkları, açık renkli, pis kokulu yağlı bir dışkı (steatore) çıkardıkları görülmüştür. Bir süre sonra mide şişmeye başlar, kol ve bacaklar aşırı derecede zayıflar, çocukta kötü beslenmeyle ilgili hastalıklar (anemi, raşitizm v.b.) meydana gelebilir.

Tedavide glutensiz beslenme önemlidir. Bu amaçla bazı ülkelerde glutensiz (mısır veya pirinçten yapılmış) özel un ve ekmekler satılmaktadır. Ayrıca anemi için B12 vitamini verilir.



Cücelik ve Çeşitleri

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Yaşına göre benzerlerinden kısa olan veya erişkinlerde boyu 1 metreyi geçmeyene cüce denir. Çocuklar bazen 16 yaşına kadar büyümede gecikme gösterebilirler Ayrıca bazı hastalıkların örneğin diyabet, konjenital kalp hastalıkları ve böbrek hastalıklarının seyrinde de büyüme ve gelişme kusurlarına rastlanabilir. Cüceliğin değişik tipte olanları vardır. Sık görülen prımordial cücelik denen şeklinde bebek daha doğarken küçüktür. Baş, gövde, kol ve bacakların birbirine oranı normaldir. Boy kısalığı çocuğun yaşıtlarından geri kalması ile belli olur. Kemik yaşı normaldir. Cinsel gelişmesi tamdır. Bazı olaylarda doğuştan kalp hastalıkları, zekâ geriliği bulunabilir. Cüceliğin nedeni belli değildir ve büyüme hormonları bu vakalarda etkisizdir.Hipofizer veya pituiter cücelik denen şekilde ise, beyinde hipofizin eozinofil hücrelerinin eksikliği söz konusudur. Uzun kemiklerin epifizlerinin kapanmaları gecikir ve çocuk 3 yaşına geldiğinde cüceliği fark edilir. Baş büyük, burun kökü çöküktür. Büyüme hormonu (Grovvth hormon) bir nedenle salgılanmamaktadır. Bazı vakalarda diğer hormonların eksikliğinin beraber görülmesi (hipoglisemi ve hipotiroidi bulguları) ile cüceliğin hipofizer kökenli olduğu anlaşılır. Erken ve doğru teşhis edilecek olursa büyüme hormonu (Asellacrin) verilerek cüceliğin önlenmesi mümkün olabilir.

Fröhlich sendromu, şişmanlık, boy kısalığı ve seksüel gerilikle ortaya çıkan ve beyin tabanında bir kistin neden olduğu ender görülen bir hastalıktır. Bu belirtilere ek olarak zekâ geriliği, göz bozukluğu (retinitis pigmentosa) ve parmak yapışıklığı belirtileri (sindaktili) gösteren Lourence-Moon-Biedl sendromu ise herediter otosomal bir hastalıktır.

Akondroplazi denilen kalıtımsal diğer bir cücelikte ise gövde normal büyüklükte olmakla beraber kol ve bacak kemikleri kısadır. Hastalık kıkırdakların kemikleşme-sindeki anomali sonucunda oluşur. Sırtta kifoz denilen kamburluk, bel bölgesinde ise içe doğru eğriliğin artması yani lordoz vardır. Eklem bağlarının gevşekliği nedeniyle tipik ördek yürüyüşü görülür. Doğuştan tiroid hormonunun eksikliği de kretenizm denilen cüceliğe neden olmaktadır. Baş, vücuda oranla iri, kol ve bacaklar kısa ve kaba yapılıdır. Dil büyük, ağıza sığmaz gibi, saçlar kalın, seyrek, deri soğuk ve kurudur. Tiroid hormonları ile yapılacak erken tedaviye rağmen zekâ geriliğini düzeltmek her zaman mümkün olmaz.

D vitamini eksikliğine bağlı raşitizm hastalığında, ender bir hastalık olan ve mavi sklera, sağırlık, kendiliğinden kemik kırılması gibi belirtilerle teşhis edilen osteo-genesis imperfektada ve glikojen metabolizma bozukluğu sonucu oluşan Von Gierke hastalığında da boy kısalığı belirgindir.



Cüzzam Hastalığı

21 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C

Lepra veya daha tanınmış adı ile cuzzam tropikal bölgelerde özellikle Hindistan, Ba­tı Hint Adaları, Çin, Güney Afrika ve bu arada yurdumuzda da görülen kronik bir enfeksiyon hastalığıdır. Etkeni olan mik­roba mıkobakterıyum lepra veya onu ilk bulan araştırıcının adına izafeten Hansen basılı denmiştir. Hastalık ilk olarak çev­redeki sinirleri, daha sonra ust solunum yolları mukozasını, deriyi, gozu, testıslerı ve retıkulo endotelyel sistemi tutar. Bulaş­ma insandan insana direkt veya endırekt temas ile olur En çok damlacık enfeksi­yonu şeklinde bulaştığı kabul edilmektedir. Lepra hastalığını birkaç tip olarak ayırabiliriz. Lepramatöz lepra tipinde hastalarda ge­nellikle, yüzde, gövdede, kol ve bacaklar­da, çok sayıda soluk, bakır renginde kır­mızı lekeler oluşur. Bu lekeler buyur, papul ve daha sonra nodul (leprom) denilen şişlikler halini alır. Kulaklar, yuz, burun içi, önkollar, apış araları, şişkinliklerin yani lepromların görüldüğü bölgelerdir. Deride his azalması şeklinde bir bozukluk yani hipoestezi, kaşların dökülmesi ve yüzün aslan çehresine benzemesi gibi belirtiler karakteristiktir. Arada ateş yükselmesi ile seyreden ataklar yani hastalığın alevlen­me devreleri vardır. Eğer şahsın hastalığa direnci varsa lepra basili yüzeysel bir sinir hücresine yerleş­tiğinde hastalık tüberküloid lepra veya nöral tip şeklinde gelişir. Deride o sinire ya­kın bölgede kırmızı, keskin sınırlı, kuru, kılsız, skuamlı yani kabuklu bir plak mey­dana gelir. Sinir kalınlaşmış olarak hisse­dilir. Bu plakta duygu kaybolmuştur. Te­davi edildiğinde tamamen kaybolan tüber­küloid lepra tedavisiz bırakılırsa başka tip­lere dönüşebilir. Teşhis lezyondan alınan biopside Hansen basilinin görülmesiyle konur. Teşhiste histamın testi, terleme testi, Lepromin testi gibi testler de uygu­lanmaktadır. Hastalık çok bulaşıcı olma­dığından hastanın ayrılması şart değildir. Ancak cüzzamlı bir ailenin sağlıklı çocuk­larını ayırmakta yarar vardır. Hastalığın eski çağlarda yarattığı büyük korku halen geçerli değildir. Leprada top­luma zarar ancak tedavisiz bir hastadan gelir. Lepra tedavisinde Dapson ve Disul-fone gibi ilaçlar kullanılmakta bu ilaçlar, devlet tarafından bedava dağıtılmaktadır.



Dalak ve Dalak Hastalıkları

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Dalak, karnın sol üst köşesinde diyaframanın hemen altında, vücudun arka kısmında, omurgaya yakın, 16 cm, uzunluğunda, 60 cm. eninde, 4 cm. kalınlığında bir organdır. Dalak dokusu beyaz ve kırmızı pulpa olmak üzere iki kısımdır ve bağ dokusundan yapılmış bir kapsülü vardır. Kırmızı pulpanın süngerimsi yapısı dalağın kan depolamasını sağlar. Dalak büzüldüğünde genel dolaşıma kan verir. İnsan veya hayvan hareket ettiğinde kanın hacmini koruyan dalaktır. Kedi ve köpeklerde bol miktarda kas lifleri bulunduğundan bunların kasılması ile birikmiş kan gerektiğinde dolaşıma atılır. Köpeklerde yapılan birçok denemeler dalağın görevlerini anlamamıza yardımcı olmuştur. Dalağın fonksiyonları arasında lenfosit yapımı ve eritrosit yıkımı önemli bir yer alır. Bazı durumlarda dalağın kan yapma işlevi yeniden başlar. Lenf düğümlerinin lenf dolaşımı için gördüğü süzgeç görevini karaciğer ile birlikte dalak da kana karışmış canlı ya da cansız cisimcikler için görür. Bağışıklık olayında makrofaj denilen hücrelerden başka dalaktaki lenfositlerin de görevi vardır. Kandan gelen an-tijenik uyarı sonucu bir kısım lenfositler immunglobulin (İgm) imal eden plazma hücrelerine dönüşür. Yani antikor yapımında görev alır.Dalağın büyümesine splenomegali, fazla çalışmasına hipersplenizm denir. Bazı karaciğer sirozlarında, sıtma, kala - azar gibi kronik infeksiyonlarda,, lösemi gibi kon hastalıklarında ve Hodgkin hastalığında dalak büyür ve genellikle kansızlığa neden olabilir. Bu gibi durumlarda dalağın çıkarılmasının yani splenektomi yapılmasının yarar sağladığı görülmüştür. Ayrıoa trafik kazalarında yırtılan dalak iç kanamaya neden olarak insanın yaşamını tehlikeye sokkabilir. Derhal yapılacak bir dalak çıkarma ameliyatı, kazaya uğrayanın hayatını kurtarabilir. Dalağın çıkarılması bütün önemli görevlerine karşın, yaşamın sürdürülmesine engel teşkil etmez. Yalnız küçük çocuklarda yapılan splenektomilerden sonra özellikle pnömokok ve hemofilus influenza gibi kapsüllü bakteri enfeksiyonları tehlikeli olabilir.



Damak ve Bozuklukları

9 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Ağzın tavanı olan damak üst çene kemiklerinin uzantılarının arkada birleşmesi ile meydana gelmiştir. Önde sert damak (Palatum durum) dediğimiz kısım kemikten, arkadaki yumuşak damak (Palatum mclle) ise kaslardan meydana gelir ve küçük dil (uvulo) denilen ufak bir çıkıntı ile uzanır. Damağın üzeri ağız mukozası ile örtülüyor. Yumuşak damak ağız ile yutağı birerinden ayırır. Yutkunduğumuz zaman yükselir ve nefes borusunu kapatır.Damak kemiklerinin doğuşta tam birleşmesi yarık damak denilen kusuru meydana getirir. Dudakların da tam birleşmediği yarık damak kusuru ile beraber görüldüğünde kurt ağzı denilen durum meydana gelir. Böyle bir doğuştan kusurluluk hali çocuğun hem beslenmesini hem de konuşmasını güçleştirir. Tedavisi ancak ameliyatla mümkündür.



Damar Sertleşmesi Neden Olur?

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Damar sertleşmesi neden olur?

Bu hususta iki teori vardır :

1. Zorlanma teorisi.Kalbin her çarpışında kan, damarlar içine atılır. Doğduğumuz andanıberi milyonlarca ufak darbeler her an kan damarlarının duvarına çarpmaktadır. Böylece kan damarı tazyike ma­ruz kalır ve zamanla yıpranır. Damar sertliği­nin yaşla artışı bu teori lehinedir. Kalb dama­rının tıkanmasına en çok sol taç atardamarının aşağıya, kalb ucuna doğru kıvrıldığı yerde rastlanır. Sebep, buranın en fazla kan darbesine maruz kalmasıdır. Nitekim ayak damarları, kol damarlarından daha çasbuk ve daha fazla sert- : leşir; çünkü ayak damarları tazyike, zorlammt-ya daha fazla maruzdur. Meşhur Viyanalı patolojist doktor Erdheim ölüyü muayene ederek hayatta iken sağ elini mi kullandığını veya solak mı olduğunu söyliyerek herkesi hayrete düşür­müş. Sonradan sırrım ifşa etmiş : hangi kol da­marında fazla sertleşme varsa o kol hayatta fazla kullanılmış demektir, binaenaleyh solak­ların sol kol damarlarında sağdan fazla sertleş­me bulunur.

Bu teorinin çok esaslı noktaları varsa da yalnız başına damar sertliğini izah edemez. Zi­ra, çocuk yaşındaki kimselerde bile damar sert­liğine raslanmaktadır. Demek ki sadece zorlanma, yıpranma, yaşlanma damar sertliği husu­lü için kâfi gelmez.

2. Kolesterol teorisi. —Bu teoriye göre damar sertleşmesinin se­bebi vücudun yağları ve diğer bazı yağlı mad­deleri iyi kullanamamasıdır. Hücrelerin yapıl­ması ve tahribi işinde bir bozukluk olduğu va­kit kolesterol ve diğer yağlı maddeler kalb da­marlarının iç zarına girerler ve orada tortula­nırlar. Yağ tortularının en tahrip edicilerin­den biri olan kolesterol maddesi sütte, yumurta sarısında, beyinde, karaciğer ve böbrekte bol miktarda bulunur. Kolesterol icap ettiği yerde bulunduğu zaman tamamen zararsız, hattâ fay­dalı bir maddedir.

Vücut kolesterolü yalnız gıdalardan almaz, kendisi diğer maddelerden de yapabilir. Safra taşlarında ve bazı kanser dokularında da koles­terol bulunur.



Damar Sertliği

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Damar sertliği diye bilinen artericskleroz bir damar bozukluğu hastalığıdır. Büyük veya orta kalınlıktaki atardamarların bu bozukluk sonucu tıkanmasından dolayı hastalığa arteriyosklerosis obliterans adı da verilir. Sağlıklı bir kan damarı elastik dokudan ve adaleden yapılmış bir boruya benzer. Kan hacminde artma olduğu zaman genişler ve uzar, azalma olduğunda ise daralır. Böylece kendini duruma göre ayarlar. Damar sertliğinde bu özellik bozulur. Basınca göre uyum yapamayan damar vücudun o bölgesinde bazı belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur.

Daha çok 50 yaşını geçmiş olan erkeklerde ve şeker hastalarında görülür. Damar sertliğinin esas belirtileri uyku düzensizlikleri, baş dönmesi ve baş ağrısıdır. Dolaşımın engellenmesi nedeniyle bacaklarda kramplar ve mavimsi lekeler oluşur. Tıkanan damar, yan dalların yani kollaterallerin oluşması nedeni ile önceleri pek belirti vermez. Ancak daha sonraları ayaklarda solukluk, soğukluk, karıncalanma ve dokunma hissinin azalması gibi belirtiler görülür. Kalın çoraba rağmen hasta ayağının ısınamadığından, buz gibi olduğundan şikâyet eder. Tıkanma ileri dereceye varınca yürürken kesik topallama (claudicatio intermittens) denen ağrılı kramplar başlar. Gece gelen yanmalardan sonra istirahat halinde iken bile ayakta ağrılar duyulmaya başlar. Zamanla doku baslenemezse ölür yani o bölgede kangren oluşur.Teşhiste arteriografiden yani atardamarları resim gibi gösteren bir röntgen filminden yararlanılır. Cerrahi girişimlerden önce arteriografi mutlaka yapılmalıdır. Hastalığın asıl nedeni henüz bilinmemekte, damar civarında başta kolesterol olmak üzere lipid dediğimiz yağlı maddeler birikmekte, atherom plakları meydana getirmektedir. Şeker hastalığı, kanda kolesterin ve lipidlerin artması, hipertansiyon, şişmanlık, stresler, fazla sigara içmek gibi faktörler organizmada su azaldığı zaman beyinde hipotalamus denen bir merkez uyarılır ve hemen bir susuzluk duygusu başlar. Su ve sulu gıdalar olmak suretiyle bu eksiklik tamamlanmaya çalışılır.

Vücudumuzda hücre içinde ve dışında bulunan toplam su miktarı ağırlığın % 6O’ı yani 42 kile kadardır. Kusma ve ishal meydana getiren hastalıklarda, sindirim sistemi yoluyla, ateşli hastalıklarda veya güneşte fazla kalma sebebiyle aşırı terleme yüzünden deri yoluyla su kaybı önemli derecede artar. Su kaybı özellikle süt çocuklarında hemen tedavi edilmesi gereken bir durumdur.

Çeşitli sebeplerle gerektiği kadar su içemeyenlerde (bunaklar, ufak çocuklar, komadaki hastalar ve yutma güçlüğü olan kimseler) veya şekersiz diyabet hastalığında olduğu gibi hormonal bozukluk sonucu fazla idrar çıkaran kimselerde de su kaybı meydana gelir. Ayrıca geniş yanıklarda da dehidratasyon meydana gelebilir. Su kaybının yani dehidratasyonun tedavisi sulu gıdalar veya damardan serum fizyolojik vermek suretiyle yapılır.



Demir

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Proteinler, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Demir vücudumuzdaki kanın rengini veren hemoglobinde ve ayrıca kimyasal oksidasyon olaylarında rol alan bazı fermentlerde (sitokron fermentleri) bulunan bir elementtir. Demirin büyük bir kısmı hemoglobinde (% 70), ufak bir kısmı adalelerdeki miyoglobinde (% 3) bağlı olarak bulunur. Günlük demir kaybı 1 mg. kadardır. Kadınların aybaşı kanamalarında ise toplam demir kaybı 20-330 mg’a ulaşır. Özellikle gebelikte annelerin demir ihtiyacı çok artar. Demir eksikliği, kanamalarda, gebelikte, bazı mide ameliyatlarından sonra ve besenme bozukluklarında görülür ve sonuç olarak anemi dediğimiz bir çeşit kansızlık meydana gelir. Gıdalarda demir bulunduğu halde emilme bozukluğu ve mide asidinin eksikliği v.b. nedenlerle de kansızlık oluşabilir.

İki değerli demir yani ferro bileşikleri, üç değerli yani ferri bileşiklerine oranla daha kolay emildiğinden demir tedavisinde ferro sülfat (ferro gradumet), ferro fumcrat (fermasol), ferro tcrtrat (ferro bifacton) v.b. şeklinde ve ağızdan verilmektedir.

Demirli şuruplar veya tabletleri alan kimselerin dışkılarının siyaha boyanacağını bilmeleri faydalıdır.

Emilme bozukluğu bulunan ve ağızdan demir alamayanlar için parenteral yani iğne şeklinde verilmek üzere hazırlanmış preparatlar (İron-Dextan, İron-Sorbitex) da vardır. Fazla miktarda demir alınırsa mide krampı, ishal gibi yan tesirleri görülebilir. Demir zehirlenmesinde ise şeleyting ajanlar (Desferal) kullanılır.



Depresyon-Melankoli

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-M

Hippokrat’ın M.Ö. 4. yüzyılda tanımladığı dört delilik tipinden biri olan melankoli deyimi artık kullanılmamakta, yerini depresyona bırakmış bulunmaktadır. Depresyon terimi ruhsal bir durumu, bir sendromu ve bir hastalığı yani melankoliyi tanımlamak üzere üç anlamda kullanılmaktadır. Depresyon ruhsal bir durum olarak insan yaşamının bir parçasıdır, günlük sıkıntılar, hayal kırıklıklarına karşı bir tepki olarak gelişir. Depressif psikoz hastalığı ise manikdepressif psikoz adı ile akıl hastanelerinde yatan hastaların % 35-40'ında görülür. Bunlara psikotik yahut endojen depresyon da denir.

Nörotik yahut reaktif depresyonda ise klinik tablo melankoliden daha az belirgindir, Çok kere önemli bir kayıp veya hayal kırıklığından (terfi edememe, bir nişanın bo-ılmcsi gibi) sonra başlar ve tatminsizlik ortamında gelişir. Başlangıç çok kere sinsidir. Bazen karamsar dönemler arasında tek tuk normale yakın «iyi günler» olur. Ağlama tipik bir belirtidir. Genellikle kendine acıma, suçluluk duygusundan daha belirgindir ve hasta sonunda kliniğe yatırılmadan önce çok kere intihar girişiminde bulunur ama ölüm genellikle önlenir.

Depresyonların bütün çeşitlerine kadınlarda erkeklere oranla iki kere daha fazla rastlanır, Parkinsonizrn, serebral arterioskleroz başlangıcı, teşhis edilmemiş gizli tümörlerin mevcudiyeti gibi durumlarda bu hastalık belirtilerinin yanı sıra, depresyon da görülür. Bu nedenle bütün yaşlılarda görülen depresyonlarda fizik muayene şarttır.

Son yıllarda biokimya araştırmaları çeşitli endokrin bozukluklarının yani beyindeki katekoiamin metabolizmasındaki değişmelerin, depresyona yol açtığını göstermiştir. Etkili antidepresan ilaçların (Amitriptiiin, İmipramin) bulunmasıyla depresyonların tedavisi mümkün olabilmektedir.



Deri Altında Oluşan Kesecikler

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Deri altında oluşan, içinde yağ dokusu ve kıl bulunan küçük, kese gibi urlara kist dermoid denir. Bazıları doğuştan mevcut olabilir. Gözün dış kenarında, kaş üzerinde bulunan dermoid kist ve makat çevresinde yer alan post-anal dermoidler karakteris­tiktir. Sonradan oluşan kist dermoidlere implantasyon dermoidi veya sekestrasyon dermoidi denir. Bunlar genellikle batmatarzındaki delici yaralanmalar veya ame­liyatlardan sonra deri yüzeyinin derialtı dokusu içine itilmesi sonucu oluşurlar.

Kist dermoidlerin tedavisi ameliyatla çı­karmak suretiyle yapılmaktadır.



Deri Altında Oluşan Kesecikler

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Deri altında oluşan, içinde yağ dokusu ve kıl bulunan küçük, kese gibi urlara kist dermoid denir. Bazıları doğuştan mevcut olabilir. Gözün dış kenarında, kaş üzerinde bulunan dermoid kist ve makat çevresinde yer alan postanal dermoidler karakteris­tiktir. Sonradan oluşan kist dermoidlere implantasyon dermoidi veya sekestrasyon dermoidi denir. Bunlar genellikle batmatarzındaki delici yaralanmalar veya ame­liyatlardan sonra deri yüzeyinin derialtı dokusu içine itilmesi sonucu oluşurlar. Kist dermoidlerin tedavisi ameliyatla çı­karmak suretiyle yapılmaktadır.



Deri Tüberkülozu

14 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Deri yüzeyine çok defa mercimek veya bezelye büyüklüğünde deri çıkıntılarına genel olarak tüberkül adı verilir. Deride

tübertül meydana getiren başlıca hastalıklar tüberküloz, frengi, cüzam ve derin mikoz dediğimiz bazı mantar hastalıklarıdır. Evvelce tüberküloz basili ile temas etmemiş kimsede bu mikrobun yaptığı yaraya tüberküloz şankrı denir. Aynı zamanda o belge lenf bezlerinde şişme yani adeno-pati meydana gelir ve hızla yumuşayarak açılır.

Lupus vulgaris, deri tüberkülozunun en sık görülen şeklidir. En çok kadınlarda ve genellikle yüzde yerleşen.1-3 mm. çapın­da sarımtrak kırmızı renkte, saydam şiş­kinlikler vardır. Nodul şeklindeki bu şiş­likler tazyikle hafif ağrılıdır. Lüpom da de­nen bu şişlikler tek olarak bulunabileceği gibi, plak biçiminde de yaygmlaşabilirler.

Doktor, veteriner, kasap gibi kimselerde siğil görünümünde başlayan (tuberculosis verrucose) de sık görülen bir deri tüber­külozu şeklidir.

Tüberküloz basillerinin veya toksinlerinin kan yoluyla yayılması sonucu deride olu­şan yaygın ekzantem şeklindeki kabarcık­lara ise tüberkülid adı verilir. Tüberkülid-lerde basil bulunmaz. Primer tüberküloz odakları çok kere inaktif olup hastalar tü­berküloza karşı yüksek bağışıklık göste­rirler. :

Tüberkülidler papül veya nodul tarzında ve değişik tiplerde birçok hastalıkların be­lirtisi olarak meydana gelmektedir.

Tedavi için genel tüberküloz tedavisinde kullanılan antitüberküloz ilaçlardan (Strep­tomisin, İNH, C-cycIcserine, Ethionamid, Rifamisin ve Rifcmpisin) faydalanılmakta­dır.



Deride Görülen Kırmızı Şişkinlikler

21 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Deri altı tabakasında meydana gelen ve deri yüzeyinde çok defa fındık ve bezelye büyüklüğünde kabarcıklar şeklinde görü­len sertliklere nodul veya nodozite denir. Özellikle çocuk ve gençlerin bacaklarının ic yüzlerinde, daha ender olarak kol ve kalçalarında, bir bezelyeden ceviz büyük­lüğüne kadar değişen büyüklükte, kırmızı, sert, ağrıiı nodüllere ise eritema nodosum denir. Genellikle şişlikler birkaç tanedir. Aynı zamanda ateş ve eklem ağrıları da mevcuttur. Bu nodüller zaman zaman belirip 2-3 haftada ekimoz şeklinde , mordan yeşil ve sarıya dönüşerek kaybolur, iz bı­rakmazlar. Eritema nodosum genellikle tüberküloz kökenlidir. Ancak septisemiler, tifo, grip, menenjit gibi enfeksiyöz hastalıklar, lepra. sitiliz, Behçet hastalığı, akut mafsal roma­tizması gibi değişik enfeksiyonların seyrin­de de meydana gelebilir.Tedavi sebebe göre yapılmalıdır. Bununla beraber genellikle antibiyotik, kortikostero-idler (kortizon) ve kalsiyum enjeksiyonları faydalı olmaktadır.



Deride Görülen Kırmızılıklar

21 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Deri damarlarının genişlemesine bağlı ola­rak kanın o bölgeye fazla toplanması ve kızarması, eritem dediğimiz en basit bir deri harabiyetini yani deri lezyonunu mey­dana getirir. Mekanik eritem : İki hassas deri yüzeyi­nin devamlı olgrak birbirine değmesi ya da yabancı bir maddenin deriye devamlı olarak temas etmesi ile oluşan tahrişe halk arasında pişik denir. Deri kızarır, ağrır ve çoğunlukla nemlidir. Pişik en çok koltuk altlarında, kasıkta, apış arasında, meme altlarında, deri kıvrımlarında ve par­mak aralarında olur. Bu eritemlere mikrop ve mantarlar da eklenirse intertrigo deni­len pişikler meydana gelir. Süt çocukları­nın kalça ve apış aralarında çok görülür.Tedavide antiseptik pudra ve solüsyonla­rın kullanılması uygundur. Çinko oksitli merhemler de kullanılır. Temizlik çok önemlidir. Bununla birlikte ilk başta yapıl­ması gereken, pişiği doğuran nedeni orta­dan kaldırmaktır.Fizik eritemler: Güneş, suni ışık kaynak­ları, röntgen ışınları, sıcok ve soğuk gibi etkenler de deride fizik eritemlere sebep olurlar. Herkesin bildiği güneş yanığında önce canlı kırmızı bir eritem vardır. Daha ileri derecede yanıklarda ödem ve bül gö­rülür, yani deri su toplar ve sonra soyulur.



Deride Su Toplanması-Duhring Hastalığı

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Duhring hastalığı, çocuklarda daha fazla olmak üzere her cins ve yaşta görülen bir hastalıktır. Pemfiguse benzer ve nedeni belli değildir. Deride çeşitli büyüklükte su toplanması yani büller vardır. Kırmızı bir yüzey üzerinde uçuk tarzında ufak veya büyücek büllerin oluşması İle başlar. Bu hastalığa tıp dilinde dermatitis herpetiformis denir. Berrak olan muhteviyatları ba­zen iltihaplanır, pürülan karakter gösterir. Hastalık zaman zaman şiddetlenerek ve kronik olarak seyreder. Şiddetlenme es­nasında yüksek ateş olabilir. Kaşıntı, yan-pna ve ağrı gibi şikâyetler de olur. Fakat lenf bezlerinin şişmesi yani adenopati gö­rülmez.

Belirtiler karakteristik olduğunda teşhis kolaydır, şüpheli vakalarda iyotlu pomat tatbiki ile iyoda karşı hassasiyet testi teş­histe yardımcı olabilir.

Tedavisinde sülfonlar ve sulfamidler (sul-phapyridine) kullanılmaktadır.



Derinin Habis Tümörleri

14 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Derinin kötü huylu denilen habis tümörle­ri kaynaklandığı dokuya göre epiielycm (kanser), sarkom veya melanom (Naevc-carcinem) adını alırlar. Epitelyumlar : Deri içi kanserleri arasında sayılan Bovven ve Paget hcstalıkları dis-keratoz yani derinin sert, tırnak gibi görünüş alması gibi belirtilerle başlarlar. Paget hastalığı kadınlarda genellikle meme başlarında kuru veya sızıntılı, kaşıntılı bir sertlik şeklinde görülür. Ulkus rcdens denen deri konseri kenarları zımba ile delinmiş bir ülser gibi başlar. Bütün şüpheli deri tümörlerinde teşhis biopsi dediğimiz yöntemle yani deriden alınan parçanın histolojik clarak incelenmesinden sonra yapılabilir.

Deri tümörlerinin cinsine, yerine ve büyüklüğüne göre tedavi uygulanır. Cerrahi clarak tümörün çıkarılması, rcdycterapi yapılması, elektrikle yakılması (elektrckoagu-lasyon) veya şimicterapi (kemoterapi) yani lokal veya sistematik clarak kullanılacak ilcçlarlc tedavisine .uzmanlar karar verir ve uygularlar.

Scrkcmlar : Deri sarkomları genellikle birbirine benzeyen, her yaşta, hatta gençlikte meydana gelebilen deri veya derialtı bağ dokusundan kaynaklanan ve iç organlara atlayabilen yeni metastaz yapan habis tümörlerdir. Cck defa sert, sınırları oldukça belirli, kırmızıya yakın bir renkte ve hızla gelişen bir şişlik şeklinde başlar. Kcposi hastalığında deride angio-sarkom denen tümöral damar genişlemeleri görülür. Sarkomlarda tedavi için önce tümörü çıkarmaya çalışılır. Çoğu sarkomlar X ışınları ile tedaviden fazla bir fayda görmezler. Yaygın vakalarda kemoterapi uygulanır.

Melancmlar : Sağlam deri üzerinde oluşabileceği gibi renkli benlerden (pigment nevi) meydana gelen en habis deri kanserleridir. Bu nedenle vücudun çeşitli yerlerinde bulunabilen benlerle, özellikle renkli benlerle cynamak doğru değildir.

Tedavi için tümörün tem olarak çıkarılması, başka organlara sirayet varsa, çevre lenf bezleri ile beraber çıkarılması ya da sitostatik denen ilaçlarla tedavisi gerekmektedir.



Dijital-Kalp İlacı

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-K

Dijital (Digitalin Nativelle) kalp hastalık­larının tedavisi için yaklaşık yüz seneden beri kullanılmakta olan bir ilaçtır. Yüksük otu veya Digitalis purpura denen bitkinin yapraklarından elde edilen bir kalp glikozitidir. Kalp adalesinin kasılma gücünü ve uya­rılmasını artıran, buna karşılık kalbin da­kika atım sayısını azaltan bir ilaç olarak birçok kalp hastalığında başarı ile kullanılmaktadır. Digitalis bitkisinin lanatc türünden elde edilen glikozide ise Lanatosid (Cedilanid) denir. Damla ve tablet şeklinde kullanılır Lanata yapraklarından elde edilen gliko zidlerin daha fazla soflaştırılmış preparat lan yapılmıştır. Digoxin adındaki bu dijita preparatı da tablet ve damla şeklinds kul­lanılmaktadır.



Dil ve Hastalıkları, Dil Yarası

14 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Boğazın tabanına bağlı olarak hareket edebilen, adeleden oiuşmuş bir organdır. En önemli görevleri, çiğnemeye yardımcı olmak, besini yutmak, tad almak ve konuş­ma fonksiyonunu sağlamaktır. Tad alma kabarcıkları, dilin her iki yanın­da bulunur. Bunlara papilla da denir. Di­lin üzerinde, ağzın bitiştiği yerde ve gırt­lakta da bulunurlar. Ince bir zar, dilin alt yüzeyini, ağzın tabanına bağlar. Frenilum da denen bu bağ bazen çok kısa olur ve çocuğun peltek konuşmasına yol acar. Basit bir operasyonla bu durum küçük yaşlarda giderilebilir.

Normal olarak dilin rengi pembemsi beyaz, nemli ve temizdir. Dilin kuru olması, koyu renk alması, üzerinde tüy bulunması, has­talık belirtisi sayılır, insanı rahatsız eden şikâyetlerden biri de dildeki yanma ve acı duygusudur.

Kızıl hastalığında, dil şişer, üzerinde kü­çük kabarcıklar belirir ve parlak, kırmızı bir renk alır. Bu görünüm çileğe benzedi­ğinden çilek dili adı verilir.

Dilin mikropla, mantarlar ve virüslerle eh-fekte olmasına veya sivri ve çarpık dişler yüzünden iltihaplanmasına glossit denir. -

Dil yanması çoğunlukla sindirim sistemin­deki bozuklukla ilgilidir. Bu durumda, sin­dirim sistemi şikâyetlerini gözden geçir­mek üzere doktora gitmek faydalıdır.

Bazı vakalarda dildeki yanmanın ve yara­ların, dişlere dolgu yapılması sonucu or­taya çıktığı anlaşılmıştır. Dolgu yerindeki elektrik potansiyelinin farklı olması bu du­rumu doğurur.

Bazen dilin yüzeyi, düzgünlüğünü yitirip girinti çıkıntılarla dolabilir. Bu duruma coğrafya dili denir. Bulaşıcı değildir. Ba­sit antiseptiklerle, ağız yıkamayla, vitamin bakımından zengin, demir ve karaciğer gi­bi kansızlığa karşı maddeler içeren besin ve ilaçlarla tedavi edilebilir. Papillaların aşırı uzayarak küçük siyah kıllar şeklini almasına siyah kıllı dil (Lingua nigra pilosa) denmektedir. Sebep olarak bazı mantarlar, mikroplar ve antibiotikler gösterilmektedir.



Dirsek, Çıkık ve Kırıkları

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Kol kemiği (humerus) ile ön kolu oluştu­ran ön kol kemiği (radius) ve dirsek ke­miği (ulno) arasındaki ekleme dirsek ek­lemi denir. Diz eklemi gibi tek doğrultuda oynayan bir eklemdir. Dirsek ekleminde hareket, dirsek kemiğinin olekranon adı verilen kanca şeklindeki çıkıntısının kol kemiğinin troklea adı verilen girintisi için­de oynaması şeklinde olmaktadır. Dirsek­te dıştan hissedilen çıkıntılar humerusa ait iç ve dış kondillerdir. Avuç aşağı ba­karken kollar ileri uzatılır ve dirsek düz tutulursa kol ve ön kol arasında dirsekte meydana gelen açıya taşıma açısı adı ve­rilir. Bu açı erkekte 173, kadında ise 167 derecedir. Dirsek ekleminde önkolun sağa ve sola doğru dönme hareketi (pronasyon ve supinasyon) yapabilmesi insanın elini ve parmaklarını çok yönlü kullanabilme­sini sağlamaktadır.

Diğer eklemlerde olduğu gibi dirsek ekle­minde de çıkma söz konusudur. Dirsekte çıkık genellikle öne ve dışa doğru olur, yani eklemin iç kenarı açılmıştır. Çıkık öne doğru clduğu zaman yani kol kemiğinin alt ucu öne doğru, olekranon çıkıntısından ayrılınca bu hareket sırasında olekranon yakınında bulunan gagamsı çıkıntıyı (coro-noid çıkıntı) yıkabilir. Böylece en sık görülen iki tür dirsek çıkığı da kırılmalara yol açabilir.Dirsek eklemi kırıkları direkt çarpma ile olur. Kol siniri (nervus ulnaris) dirseğin iç kısmındaki yuvasından geçerken deriye yakın olduğundan buraya gelen sert bir dar­be siniri etkiler ve iğnelenme duygusu ile birlikte şiddetli bir ağrı duyulur. Şişlik ve ağrı dirsek ekleminde kesenin iltihabını (Bursitis) akla getirmelidir.



Diş Hastalıkları

15 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Diş Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Diş çürümesinin ve diş hastalıklarının oluşmasında ağızda bulunan yemek artıklarının, tükürüğün hep birlikte diş üzerinde oluşturduğu ta­bakanın (plak) rolü büyüktür. Fazla çiğ­nemeye gerek bırakmayan yumuşak ve karbonhidratlı yiyecekler diş aralarında kalarak bakterilerin çoğalmasına yol açar­lar. Bakteriler şekerli artıkları diş minesi­ne zararlı asitli maddelere çevirir ve minenin kalsiyumunu eritir. Minedeki bu kal­siyum eksikliği önce dişte beyaz bir be­nek olarak görülür. Dentin kanalları aracı­lığıyla mikroplar pulpaya girip pulpa ilti­habına sebep olurlar. Pulpada basıncın artması ağrıya neden olur. Kan akımı du­rup da pulpa beslenmezse diş de ölmüş olur. Dişin rengi koyulaşır ve daha ko­lay kırılabilir bir duruma gelir. Her gebeli­ğin anneye bir dişe malolduğu söylentisin­de hakikat payı vardır. Gebelikte kalsiyum eksikliği dişlerin kolay çürümesine neden olabilmektedir. Dişteki iltihabın diş köküne ve çevresine yayılması zonklayıcı ağrılara yol acar. Çe­ne kemiğine doğru ilerleyen iltihap kemik zarı altında apseye (subperiyostal abse) sebep olabilir. Çevre dokulara yayılan ilti­hap yanağı şişirir ve bazan bir yol bularak dışarıya açılabilir, yani fistül meyda­na gelir.

Dişetlerinin iltihabına gingivitis, apsesine piyore denir. Bu durumda dişeti kırmızı ve şiştir, kolayca kanar, ağrı pek duyulmaz. Dişeti iltihabı derine doğru ilerledikçe pe-riyodontitis meydana gelir. Zamanla aşı­nan ve zayıflayan dişetleri dişlerin sallanıp dökülmesine neden olabilir.

Dişlerdeki şekil bozuklukları genellikle ço­cuklukta edinilen kötü alışkanlıkları^ ör­neğin uzun süre parmak emmenin sonu­cudur. Ayrıca süt dişlerinin zamanında dö­külmemesi de kalıcı dişlerin yanlış ve çar­pık çıkmasına neden olabilir.



Dışkı ve İdrar Kaçırma, Altına Etme

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

Normal olorak vücuttan atılması refleksler­le düzenlenen ve kısmen irademize bağlı olan dışkılama ve idrar etme fonksiyonla­rını kontrol edememeye enkontinans de­nir. İdrar enkontinansı, istek dışı ve idrar hissi olmadan idrar kaçırmaktır. Hakiki enkontinansta mesane dolu olmadan da, idrar devamlı damlalar halinde akar. Stres en­kontinans denen durumda öksürme, aksır­ma, gülme ve hafif hareketler yapma gibi az bir efor esnasında, az veya çok mik­tarda idrar kaçırılır. Paradoks enkontinans denen durumda ise hasta mesanesi dolu iken idrar kaçırır.

Feçes enkontinansı denen dışkı kaçırma durumu anüsün çevresinde yer alan anal sfinkter kasların yetersizliğinde ortaya çı­kar. Hasta, dışkısını tutamaz. Gerek efor halinde iken gerekse yatarken veya otu­rurken dışkı kaçırır. Bu durum genellikle felçlilerde görülür.



Dışkının doğal olmayan başka bir boşluktan dışarı atılması,Fistül

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D, Sindirim Sistemi

Dışkının doğal olmayan başka bir boşluktan dışarı atılması durumudur. Dışkı, anüsten baş­ka bir delikten sızar. Anal fistüller genel­likle o bölgede bir apseden oluşur. Ka­dınlarda güç doğumlarda, iri bir çocuk ba­şının pelvis çıkımında fazla kalması so­nucu mesane veya rektum duvarlarını ze­delemesi de fistül oluşmasına yol açabi­lir. Bazı üreter taşı ameliyatlarından son­ra da ameliyat yerinde veya dren bırakı­lan yerde idrar fistülü meydana gelebildi­ğinden bir müddet idrar akabilir. Bu tür fitsüller kendiliğinden geçer.

Birçok fistüllerin tedavisi ancak operas­yonla mümkün olabilmektedir.



Diyatermi

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Yüksek frekanslı elektrik akımının sinirsel bir etki yapmadan dokularda ısınma mey­dana getirmesinden yararlanılarak yapılan tedaviye diyatermi (diathermie) denir.Diyatermi kısa dalga (shcrt wave) ve çok kısa dalga (ultra short wave) diyatermi şeklinde uygulanmaktadır. Burada kullanı­lan elektrik akımının frekansı saniyede 10-100 milyon, dalga boyu ise 30-3 m. arasın­da değişmektedir.Deri üzerine iki madeni elektrot konularak diyatermi akımı geçirilirse elektrotların altından derinlere doğru bir ısınma baş­lar. Dokulardaki kan damarları genişler, adalelerdeki kasılmalar önlenir. Adale ve eklem sertleşmelerine neden elan romatiz-mal hastalıkların ve nörolojik hastalıkla­rın tedavisinde diyatermi şeklinde bir fi­zik tedavi yöntemi kullanılmaktadır.Ayrıca cerrahi diyatermi denilen bir usul ile bazı yaraların yakılması yoluna da gi­dilmektedir.



Diz ve Menisküs Hastalığı

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-M

Vücudumuzda uyluk kemiği ile bacak (ti-bia) kemiklerinin birlikte meydana getirdi­ği ekleme diz eklemi denir. Çok kuvvetli ve sağlam bağlardan yapılmış olmasına karşılık taşıdığı yükün fazlalığı ve çalış­ması esnasında uğradığı gerilimlerin çok­luğu sebebi ile özellikle sporcularda önem­li tehlikelerle karşılaşan bir eklemdir. Diz de dirsek gibi tek eksenli bir eklemdir.

Femur ile tibia arasında sağ ve solda iki yarım ay şeklinde menisk denen bir kıkır­dak bulunur. Eklem bir kapsül ile çevril­miş iç ve dış kapsül ligamentleri ve çap­raz ligament denen bağlarla kuvvetlendi­rilmiştir. Diz tam açıkken bu çapraz bağ­lar en gergin durumda bulunurlar. Önde patella bağı denen bağ, kalçanın dört başlı kasının diz önünden geçen ve tibia’ya yapışan kirişidir. Patella denilen diz kapağı kemiği ise bu kiriş içinde yer alan susamsı (sesamoid) bir kemiktir. Bu kiriş dizin bükülme halinde iken gerilir.

Diz eklemini yapan elemanlar arasında en çok zedelenen menisk denilen yarım ay şeklindeki iç ve dış kıkırdak disklerdir. Genellikle bu kıkırdak disklerin kapsülleri yırtılır ve ince olan orta parçaları eklem içine uzanarak onu düz tutulamcyacak şe­kilde kenetleyebilir. Halk arasında menis­küs denilen hastalık yük altında kalan di­zin bükülmesi sonucu oluşan disk yırtıl-masıdır. Ağrı, şişlik ve hareketin kısıtlı ol­ması gibi belirtileri vardır. Tedavi için is­tirahat, anestezi altında eklemin yerine getirilmesi, baskı bandajı faydalıdır. Yırtık fazla ise veya tekrar meydana geliyorsa, kıkırdağın ameliyatla alınması (menisküs ameliyatı) gerekebilir



Dizanteri

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sindirim Sistemi

Dizanteri bir kalınbarsak hastalığıdır. Ka­lın barsakta ülserasyonlar, ishal ve sürekli defekasyon yani aptese çıkma isteği (te-nesmus) ve ateş ile gelişir. Kiyoshi Shiga’nın adı verilen çeşitli Shigella bakterileri veya amip adı verilen tek hücreli hayvan­lar tarafından meydana getirilen bir en­feksiyon hastalığıdır. Birden başlayan ishal, önce basit bir bar­sak bozukluğu sanılır. Daha sonra hafif ateş ve kusma görülür ve 1-2 gün içinde belirtiler şiddetlenir. Ağız kuruluğu ve dilin paslı bir görünümü vardır. Karın ağrısı, dışkıda kan ve müküs denilen sümüksü madde görülür ve günde 15-30 kez dışarı Cikılabilir. Bu hastalığı yapan mikrobun basil veya parazit oluşuna göre ismi değiş­mekte ve belirtileri de biraz ayrımlı olmak­tadır. Basillerin neden ciduğu hastalığa basilli dizanteri, öbürüne amipli dizanteri denir.Tedavi, teşhise göre, barsak antibiotikleri veya antiprotozoer ilaçlar vermek suretiy­le yapılır



Doğuştan Frengi-Kalıtsal Frengi

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Frengi hastalığının anne karnında iken ço­cuğa plasentadan geçebildiği görülebil­mektedir. Duruma göre bazen fetüs düşer veya ölü olarak doğabilir. Bu sebeple dü­şük veya ölü doğum yapan anneler frengi hastalığı yönünden araştırılırlar. Frengili her annenin çocuğunun mutlaka frengili olması gerekmez. Çocuk ortalama % 50 oranında frengili doğar. Doğumdan 4 yaşı­na kadar olan çocuklarda görülen konjenital frengi belirtileri (syphilis congenita praecox) nin mevcudiyeti plasentanın bü­yük olması, çocuğun iri kafalı (hidrosefali), veya küçük kafalı (mikrosefalı) olması v.b. hastalığın ihtimali belirtileridir. Bu durum­da göbek kordonundan kan alınarak mik­rop aranır. Daha sonra çocuğun derisinde makûl denilen lekelerin veya bül şeklinde su toplamış kabarcıkların bulunması gibi belirtilerin yani pemphigus denen hastalı­ğın olup olmadığı araştırılır. Çocukta er­ken frengi belirtilerinden dalak büyüklüğü kanlı burun akıntısı, kol kemiklerinde şiş­me, göz bozuklukları (iritis, iridosiklitis), orta kulak hastalıkları v.b. sayılabilir. Bazen frenginin 2. ve 3. devre belirtileri çocuklarda 4 yaşından sonra başlar (syphilis congenital tarda). Özellikle diş­lerde üst kesicilerin kısa ve serbest uçlarının yarımay şeklinde olması yani Hutchinson dişleri karakteristiktir. Kulakta çınlama, işitme bozukluğu, eklemlerde su toplaması (hidrartroz) gibi belirtiler gö­rülür.

Tedavi penisilinle yapılır. Tetrasiklin (Dok-silisin) de kullanılabilir.



Doğuştan Metabolizma Hastalıkları

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Bir canlı, hayatının başlangıcından sonuna kadar devam eden ve canlı oluşunun ge­reği sayılan bir gelişme ve büyüme süre­ci içindedir. Bu gelişme çevre ile yaptığı sürekli etkileşim içinde yer alan enerji ve gıda alışverişi sayesinde olmaktadır. As­lında her hücrenin tek tek sürdürdüğü ok­sijen ve gıda alışverişi bir bütün olarak organizma tarafından yürütülmektedir. Ok­sijen dışında dıştan alınan gıda maddele­ri sindirim kanalı denilen bir boşluktan ge­çirildikten sonra posa şeklinde dışarıya atılır. Besin maddelerinin sindirim sistemin­de hazmedilmesine, emilmesine ve çeşitli kimyasal reaksiyonlar aracılığı ile orga­nizmaya enerji sağlaması olaylarının tü­müne birden metabolizma denir. Metabo­lizma her gıda maddesi için özel olmakla beraber, yakın ve karşılıklı ilgi dolayısıyla herhangi bir hastalık esnasında diğer me­tabolizmalar da bozulabilir. Veya bir me­tabolizma bozukluğu diğer bir hastalığın başlamasına neden olabilir.

Organizmadaki biyokimyasal olaylar zin­cirinin parçalanma, yıkılma, yeniden yapıl­ma, hücreye girme ve çıkmc gibi basa­maklarında rol oynayan salgı ve ferment­lerin bozuklukları veya salgılanmalarındaki değişimleri metabolizma hastalıklarını meydana getirir.

Bazı metabolizma hastalıkları doğuştan mevcuttur. Genetik yapı kusuru olarak bu hastalıklarda çok defa belirli bir metaboliz­ma olayı bir enzim eksikliği nedeni ile her­hangi bir basamakta takılı kalmıştır. Böy­lece o basamaktan ileri gidemeyip biriken herhangi bir madde organizma için zararlı olabilmektedir.



Dokulara Kan Oturması, Kan Birikmesi

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Herhangi bir nedenle dokularda kan birik­mesine hematom denir. Bazı paralanma­larda (iç kanama) veya ameliyatlarda kan damarlarının kesilmesi ve iyi bağlanamaması sonucu organ boşluklarına veya do­ku içine kan birikerek hematom meydana gelebilir.

Organ içinde kan birikmelerine bazı özel isimler verilmektedir. Göğüs boşluğunda kan toplanmasına hematoraks, rahim için­de kan birikmesine hematometra, dış ge­beliğin bozulması sonucu tubalarda kan birikmesine hematosolpenks, kızlık zarının delik olmayışı sonucu hiç âdet görmeyen genç kızlarda kanın vagende birikmesine hematokolpos denir.



Döküntülü Hastalıklar

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Döküntü, derideki çeşitli belirtilerin genel adıdır. Bunların bir bölümü deride sadece renk değişikliği meydana getirirler. Deri­ye leke halinde kan hücum etmesiyle olu­şan kırmızılıklara eritem denir. Bunlar, üzerine parmakla bastırıldığında kaybolur­lar. İnfeksiyon hastalıklarında deride gö­rülen bu tip döküntülere, yani eritemlere ekzantem, mukozada meydana gelen dö­küntülere ise enantem adı verilir.



Dudak, Dudak Hastalıkları

16 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Estetik ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Ağız boşluğunu dışarıdan kapayan dudak­lar adaleden oluşmuş ve ağız mukozası ile örtülmüştür. Dil ile beraber konuşma fonk­siyonunda görev alan dudaklar normalde kapalı durur. Dıştan gelen tez, toprak, si­nek v.b. yabancı cisimlerin ağızdan içe­riye girmesini dudaklar önlemektedir. Bazı virütik hastalıkların ilk belirtisi dudaklar­da meydana gelen herpes veya halk diliyle uçuk dediğimiz yaralardır.Soğuk, rüzgâr, güneş, dudak boyası gibi dış etkenlerle de dudaklarda çatlak ve iltihaplar meydana gelir. Dudak kenarla­rında bazı vitaminler-faydalariin eksikliğinde beliren çatlak ve kabarcıklara ise perleş (perleche) veya halk dilinde yalama adı verilir. Ağız­da ve dudak kenarlarında mantarların neden olduğu enfeksiyonlar da aft denilen hastalıkların belirtisi olarak görülür.



Düşük Yapmak

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

28. haftadan önce gebeliğin son bulmasına düşük, tıp dilinde abortus denir. Gebe bir kadında önce hafif olan ağrı daha sonra şiddetlenir ve gebelik son bulabilir. Düşüklerin nedenleri arasında yumurta ve fetüs bozukluklarını, yapı bozukluklarını,annenin hastalandığında aldığı bazı ilaçları ve psikolojik bozuklukkın sayabiliriz. Septik abortus düşük­lerde ateş, idrar tutulması, kansızlık, bit­kinlik gittikçe artar. Annenin bir an evvel hastaneye kaldırılıp tıbbi ve cerrahi teda­viyle, kurtarılması zorunludur.Aile planlaması gereği her annenin istediği kadar çocuğa sahip olması için başvu­rulan gebeliği önleme çareleri yetersiz kalınca veya annenin gebeliğe olanak vermeyen bir hastalığı (kalp hastalığı, böbrek hastalığı veya bilinmeden alınan bazı ilaçlar) varsa, gebeliğe tıbbî bir yaklaşımla son vermek gerekir. Bu amaçla yapılan operasyena ise tıbbi tahliye denmektedir. Cocuk sahibi olmak istediği halde normal doğum yapamayan, çocuklarını hep düşüren kadınlar da vardır. İstendiği halde bir biri ardına kendiliğinden üç düşük yapılmış ise abortus habitualis’den söz edilir,Nedenleri değişik ve çeşitli elan bu olayların tedavisi için doktora başvurmak gerekmektedir.



Düztabanlık-Ayaklarda Görülen Ortopedik Kusurlar

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D

Düztabanlığın tıptaki adi pes planustur ve Düztabanlık bazen yorgunluk belirtileri ile ileri yaşlarda farkediiir.

ayak kemiklerinin ortopedik bozuklukla rından biridir. Doğuştan olduğu kadar ge­nellikle çocukluk çağında kusurlu yere bas­ma, biçimsiz ayakkabılar giyme sonucu ortaya çıkan ve ayak tabanının kavsinin kaybolmasına ve düzleşmesine neden olan bir rahatsızlıktır. Bu kimseler rahat yürü­yemezler ve ağrılardan yakınırlar. Bir kim­senin düztaban olup olmadığını anlamak için çıplak ve ıslak ayakla düz bir zemine basmak gibi basit bir yöntem uygulanır. Normal kimselerde ayak izi parmak ve to­puklar arasında incelme ve hatta kesilme­ler gösterdiği halde düztabanlarda kalın bir iz vardır. Ancak küçük çocuklarda ayak tabanı kavsi henüz tam belirmediği için onlarda düztabanlığı anlamak zordur.Düztabanlığı tedavi etmek için bu gibi has­talıkların uzmanı olan ortopedistlere baş­vurmak ve onların önereceği özel ayak­kabıları giymek gereklidir. Bazı ağır du­rumlarda operasyon yararlı olabilir.



Egzama

18 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E

Egzama deri hastalıklarının hemen yarısı­nı teşkil eden ve çok değişik şekiller gös­teren bir deri hastalığıdır. Genellikle deri bozukluğuna elverişli bir ortamda, içten veya dışarıdan alerjik bir etkenme ve iltihapla başlar. Kırmızı bir zeminde ufak su toplanmaları, kabuk teşekkülü ve kaşıntı vardır. Bir alerjik reaksiyon olarak meydana ge­len egzama yaranın biçimine, seyrine ve yerine göre sınıflandırılan ve isimlendirilen bir hastalıktır.

Akut egzama : Deride kaşıntı ve yanma hissi ile başlar. Daha sonra bir toplu iğ­ne başı cesametinde veya daha büyük, berrak sıvı ihtiva eden ve adına vezikül de­nen kesecikler meydana gelir. Bazen bu veziküller acıtmadan kurur ve kabuklanır.

Buna kuru egzama denir. Bazen veziküller birbirleriyle birleşerek içi su dolu kabarcık yani bül halini alır ve iltihaplanarak pürülan bir karakter kazanır. Buna iltihaplı eg­zama veya sulu (impetijinize) egzama de­nir. Sızıntı kesildiği zaman deri ince, frajil, kırmızı, adeta vernik sürülmüş gibidir, in­ce, beyaz skuam denen kabuklar meydana gelir ve onlar da döküldükten sonra deri eski haline döner.

Akut egzamalar bazen kaybolmazlar ve değişik şekillerle devam ederek kronik bir hal alırlar.

Kontakt egzama : Alerjen madde olarak bazı ilaçların (penisilin, sulfamid, iyot, no-vokain vb.), kozmetik maddelerin, giyecek­lerin, bitkilerin deriye teması ile meydana gelen egzamalar için kullanılan terimdir.

Alerjinin doğuştan mevcut olduğu aşırı du­yarlı kimselerde ekseriya, astım, şamar nezlesi gibi hastalıklarla beraber görülen şekline atopik egzama denir.

Egzamanın tedavisi, deri hastalıkları uz­manlarının en çok karşılaştıkları güçlükler­dendir. Tedavide alerjenin (alerjiyi oluş­turan nedenin) bulunup ortadan kaldırıl­ması, hassasiyetin giderilmesi ve antihis-taminiklerin kullanılması esastır. Lokal olarak iltihabı ve kaşıntıyı azaltacak ilaçlar (Eau de Goulard, asitborikli su, perman­ganat) kullanılır. Rivancl ile yaş pansu­manlar verilebilir. Kortizonlu, antibiyotikli ve undesilenik asitli pomatlar sürülür.



Eklampsi, Gebelik Zehirlenmesi

18 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-G

Eklampsi gebelikte meydana gelen, bilinç kaybı ve kasılmalarla başlayan ve koma ile sonuçlanan bir çeşit gebelik zehirlen­mesidir. Halk arasında eklampsiye havale hastalığı da denmektedir. Hastalık genellikle preeklampsi denilen bir zeminde ve ilk gebeliklerde görülür. Annenin ve bebeğin hayatını tehlikeye so­kan bir hastalıktır. Daha ziyade ikinci, üçüncü gebeliklerde görülenler, kronik nefrit gibi bazı böbrek hastalıklarından kaynaklanır. Preeklampsi denilen hastalık gebeliğin 24. haftasından sonra kan basıncının yüksel­mesi (hipertansiyon), ayaklarda ve vücut­ta fazla su toplanması (ödem) ve idrarda clbümin bulunması (proteinüri) gibi üç ana belirti ile başlar. Gebeliklerin % 5'inde gö­rülen bir komplikasyondur. Aslında damar­larda ve böbreklerde meydana gelen bir bozuklak sonucu ortaya çıkar. Gebeliğin 2. yarısında tansiyon yükselmesi 140 mm Hg.’nin üstüne çıktığında preeklampsi bakımından diğer incelemeler yapılmalı, idrarda albümin aranmalıaır. Gebelerin ay­lık kontrollerde 2 kilodan fazla artmış ol­maları, ödemin başladığının bir işareti gi­bi sayılmalıdır. Ancak sıcak havalarda ve uzun süre ayakta kalmak nedeniyle ayak­larda görülen şişmeler normal kabul edile­bilir. İdrar muayenelerinde 24 saatlik id­rarda % 0,5 gr.’dan fâzla albümin bulun­ması hastalığın bir belirtisidir. Ağır gebelik zehirlenmelerinde hafif bulanık görmeden körlüğe kadar varan görme bozuklukları vardır. Precklampsi her za­man eklampsiye dönüşmez. Erken teşhis ve tedavi ile hastalık önlenebilir. Eklampside yani havale hastalığında bir­birini izleyen üç dönem vardır. İlk devre­de hasta sakindir, beş ağrısından ve göz önünde sinek uçuşmasından şikâyet eder. Bakışları donuklaşır, yüz gerilir ve birden bilinç bulanır. İkinci dönemde çene kilitle­nir, solunum durur, tüm vücut kasılır. Daha sonra kesik, sıçrayıcı, klonik denilen kasılmalar ve hırıltılı bir solunum başlar. Bu devrede gebenin çenesini açık tutacak kaşık gibi bir cismin ağza sokul­ması, dilin yaralanmasını önlemek ve so­lunumu ferahlatmak bakımından faydalıdır. Eklampsi nöbetinin en sonunda, koma de­diğimiz hastanın uyuduğu dönem başlar. Gebenin her zaman komaya girmesi şart değildir. Bilinç bir sure sonra açılır ve ge­nellikle hasta, olanları hatırlayamaz; am­nezi dediğimiz durum meydana gelmiştir. Eklampsi krizleri doğum olana kadar bazen birkaç defa tekrarlayabilir. Doğumdan scnra ise eklampsi nöbeti daha seyrek görülür. Eklampsi hem anns, hem de çocuk için ölüm nedeni olabilecek bir hastalıktır. Ağır şekillerinde anne için ölüm oranı % 8-24 arasında, çocuk için ise % 30-50 arasında değişir.Korunmak için doğum öncesi kontrollerin­de doktorların uyarılarına dikkat edilmeli­dir. Az tuzlu, düşük kalorili, proteinden zengin, karbonhidrat ve yağdan fakir bir beslenme şeklinde özetlenebilecek bir re­jim uygulanmalıdır. Preeklampsi tedavisinde tansiyon ve diüretik ilaçlar kullanılabilir. Gebe yakından ve sık sık kontrol edilir. Ağır hastalar, kliniğe yatırılmalıdır. Magnezyum sülfat, barbituratlar, sedatifler, tansiyon düşürücü ilaç­lar kullanılır. Eskiden çok kullanılan mor­fin, kloral hidrat, paraldehit gibi ilaçlar ar­tık pek kullanılmamaktadır.



Eklem Hastalıkları

18 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E

Eklemlerde duyulan ağrılar çeşitli hasta­lıkların belirtisi olacağından bunları sade­ce romatizma şeklinde yorumlamak doğru değildir. Eklem deyince buradaki kemikle­rin yüzeylerini örten kıkırdak dckusu, ek­lem boşluğunu çevreleyen zar kapsülü (sincvial zar), bağlar (ligament) ve burala­ra yapışan adaleler bir bütün olarak düşü­nülmelidir. Eklemi saran bağ dokusuna kcllojen doku denmektedir. Bu bağ doku­sunda ve kemiklerde meydana gelecek il­tihaplı veya dejenerativ değişiklikler türlü isimler altında eklem hastalıklarını mey­dana getirir. Akut eklem ağrılarının başında gelen ateşli romatizma (romatizma intanı) aslında sa­dece bir eklem hastalığı değildir. Akut nöbetler gösteren kronik bir hastalıktır ve kalpte de yerleşir. Bazı enfeksiyon hastalıklarının seyri sırasında ani olarak bir eklemin şiştiği, kızar­dığı ve ağrıdığı görülebilir. Bunu basit bir mafsal ağrısı yani artralji olarak kabul edebiliriz. Eklem içinde sıvı toplanırsa hid-rartroz’dan, bir çarpma (travma) veya kı­rık sonucu kon toplanırsa hemartroz’dan, eğer tek bir eklemde iltihap meydana gelmişse monoartrit’ten söz edilebilir. Has­talık, birçok eklemi birden tutmuşsa, o za­man poliartrit şikâyetler var demektir.

Tüberkülozun belkemiğinde meydana ge­tirdiği hastalığa Pott hastalığı (spondylitis tuberculosa), kalçada yaptığı hastalığa ise kcksalji gibi isimler verilmektedir. Diz eklemlerinde dejeneratif tipte meyda­na gelen hastalığa gonartroz adı, verilir. Genellikle iki dizde görülen düzensiz’ şiş­likler vardır, hareket esnasında krakman denen bir ses duyulur. Yürüyüşe başlarken fazla olan ağrı biraz yürüdükten sonra azalır. Eklemlerde göçülen bütün bu romatizma benzeri kollajen doku hastalıklarında anal­jezik ve antiflojistik denilen ilaçlar kulla­nılmaktadır. Doğru olan hareket tarzı se­bebe göre tedavi uygulamaktır.



Ektima

19 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E

Deride iltihap yapan ve piyokok adı veri­len streptokok cinsi mikropların yaptığı bir yaradır. İmpetigodan biraz daha geniş olan bu yara, derinin derma tabakasına ka­dar ilerlemiştir. Cerahatli, büyük bir sivil­ce şeklinde başlar ve genişler. Üzeri es­mer, sarımtırak veya kahverengi bir kabuk­la örtülüdür. Kabuk kaldırılırsa kenarları dik, zemini kanlı cerahatli bir salgı ile ör­tülü derin bir yara ortayc çıkar. Tedavide önce yara antiseptik solüsyon­larla temizlenir, sonra lokal olarak antibi-yotikli pomatlar veya tozlar kullanılır. Ektima iyileştiğinde, yerinde esmer renkli bir iz bırakır.



Ekzoftalmi-Patlak Göz Hastalığı

19 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-P

Orbita adını verdiğimiz göz çukuru kafa­tası iskeletinde kemikten yapılmış konik bir boşluk şeklindedir ve içinde yağ doku­su ile çevrili damarlar, sinirler ve göz kü­resi bulunur. Gözün ileri doğru çıkmış gibi göründüğü yalancı ekzoftalmi miyop göz­ler için söz konusu olabilir. Gerçek ekzoftalmide ise göz küresi göz kapaklarının dışına taşmaktadır. Ekzoftalmiye neden olan hastalıkların ba­şında Basedovv hastalığı gelir. Tiroid hor­monunun fazla çalışması sonucu meydana gelen bu hastalıkta ekzoftalmi en karak­teristik belirtidir. Ayrıca orbitanın iltihabı hastalıklarında ve tümörlerinde de ekzof­talmi oluşabilir. Tedavi nedene göre yapılır.



Endometrioz, Kadın Hastalığı

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E

Uterusun yani rahmin iç yüzünü döşeyen endometrium denen zarın, karında nor­malden başka yerlerde bulunarak hasta­lık yapmasına endometrioz denir. Endo­metrium dokusunun yumurtalıklara, göbe­ğe ve karın içinde peritonun değişik yerlerine yerleşmesinin nedenini açıklayacak çeşitli teoriler varsa da hastalığın asıl oluş nedeni tam olarak bilinmez. Genellik­le doğum yapmış genç kadınlarda kasık ağrısı, cinsel birleşme sırasında ağrı (dis-paroni), âdet görmenin ağrılı olması (dis-menore) gibi şikâyetlerle kendini belli eder.

Endometrium dokusunun her aybaşı dö­neminde hormonların etkisiyle çalışmaya başlayarak salgı yapması yerleştiği dokularda ağrıya.neden olmaktadır. Tedavi için hormon (progesteron) kullana­rak endometrium dokusundaki bu çalışma­yı azaltmak yani inhibe etmek gereklidir. Ancak tümöral bir gelişme gösteren, çok kere ovaryumlarda çikolata kisti denen kistler meydana getiren endometrioz odak­larını ameliyatla çıkarmak en etkili tedavi yöntemidir.



Enfeksiyoz Mononükleoz,Pfeiffer Hastalığı

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-P

Enfeksiyoz mononükleoz diğer adı ile Pfeiffer hastalığı, ‘kan hastalıklarından lö­semiye (kan kanseri) benzer. Fakat Eps-tein-Barr virüsünün yaptığı selim seyreden bir virüs enfeksiyonudur. Ateş, boğaz ağ­rısı ve boyun lenf gangliyonlarının şişmesi yani adenopati ile başlar. Daha sonra da­lak ve karaciğer büyümeleri, deri dökün­tüleri ve seyrek olarak sarılık görülür. Dö­küntülerin yüzde belirmiş olması ile kıza­mıkçıktan ayrılır.Teşhiste kan hücrelerinden lökositlerin artması yani lökositoz çok önemlidir. Lö­kositlerin içinden tek çekirdekli olanlar yani mononukleus adını alan lökositler ya­rıdan fazlasını oluşturur. Hastalığa ismini verdirten, lökosit formülündeki bu artıştır. Ayrıca hasta serumunda heterofil antikor­lar artmıştır.



Epilepsi, Sara Hastalığı

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-S

Beyinde kısa süreli dikkat veya bilinç ka­yıplarına yol açan ve zaman zaman nöbet­ler şeklinde beliren davranışlara epilepsi veya sara denir. Beyinde dejeneratif ve­ya şekil bozuklukları, tümörler, metabolik bozukluklar, beyin elektrosu denilen gra­fiklerde (EEG) elektrik boşalmaları şeklin­de görülür ve hastada epilepsi krizleri şek­linde yansırlar. Sebep bulunamadığı zaman hastalık idiopatik epilepsi diye isimlendiri­lir. Kısa süren bilinç kayıplarına, küçük nöbet anlamında petit mal denir. Jackson epilepsisi denen sara nöbetinde ise genellikle bilinç kaybı olmaz, fakat bazı kas gruplarında kasılmalar görülür. Hasta yü­rürken sendeler, bir yöne döner, yüzünde anlamsız bir ifade belirir, parmaklarından başlayıp kola doğru ilerleyen titremeler olur. Uzun süren, konvülsiyon ve kasılma­larla seyreden, hastayı yere düşüren bi­line kayıplarında ise grand mal’den söz edilir. Birbirini izleyen krizler devamlı ola­rak gelirse bu durum status epilepticus odını alır ki ölüme yol açabilir.

Hastaların hemen yarısında nöbetten önce aura denilen kişiye özgü bir kriz öncesi duygu vardır. Bunlar herhangi bir yerde ağrı, kulak çınlaması, koku alma, hayal görme veya titreme biçiminde belirirler. Daha sonra bilinç kaybı ile beraber hasta yere düşer. Bütün vücudu kasılan saralı­nın solunumu durur, rengi önce solar, sonro morarır. Tonik kasılma denen bu devre yarım dakika sonra geçer, klonik kasılma denilen ihtilaçlar başlar. Kol ve bacaklar ritmik şekilde kasılıp gevşer. Bu konvülsiyanlar esnasında hasta idrarını kaçırıp altını kirletebilir ve dilini ısırabilir. Kasılma­lar gittikçe azalır ve hasta derin derin soluyarak bilincinin geri döndüğü ana kadar sakin bir şekilde yatar. Kendine geldiğinde işinin başına dönebilir. Kriz esnasında âtüm enderdir, ancak düşme sonucu ağır yaralanmalar olabilir. Bu nedenle saralı tamseter araba kullanmamalı, kısa da ol­sa bilinç kaybının tehlike yaratabileceği biinmelidir.



Ereksiyon, Cinsel Organın Sertleşmesi

21 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-E

Erkeklerde penisin, kadınlarda klitorisin içindeki kavernöz dokunun kanla dolarak sertleşip büyümesine intiaz veya ereksiyon denir. Sönük penisin boyutlarındaki de­ğişmeler ölçülerek cinsel uyarı derecesi bulunabilir. Uyku sırasında, özellikle rüya görülürken aralıklı olarak penis ereksiyonu olur. Buna sabah ereksiyonu da denir. Ağrılı ereksiyon tıptaki adı ile priapizm, kantarid zehirlenmelerinde veya penisin kavernöz dokusundaki trombotik tıkanma­dan dolayı meydana gelebilir. Cinsel uyarı beyin kabuğundan başlar, hi-potalamustan geçerek omuriliğe iner ve nervus erigentes adındaki sinir ile genital organlara ulaşır. Omurga hastalıkları ve­ya kaza geçirenlerde bu sinirin zedelen­mesi sonucu ereksiyon yeteneği kaybola­bilir.



Ergo Zehirlenmesi ve Ergo Bileşikleri

21 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E

Çavdar bitkisi (secale cereale) üzerinde parazit olarak yaşayan çavdar mahmuzu Idaviceps purpurae) adındaki mantardan elde edilen alkaloidlere ergo alkaloidleri denir.Çavdar mahmuzu bulaşmış hububattan ya­pılmış çavdar ekmeği yiyenlerde bu man­tarın yapmış olduğu hastalığa St. Antoine ateşi veya ergo zehirlenmesi (ergotizm) denir. Bu gibi kimselerde kol ve bacaklar­da şiddetli ağrılar, kaşıntılar, parmakların siyahlaşması, yani gangren olup dökülme­si veya konvülsiyonlar, görme bozuklukla­rı, çıldırma gibi belirtiler görülmektedir.Ergometrin ve sentetik benzerleri (Methergm) doğum hekimliğinde rahim kanamalarını durdurmak için kullanılan ilaçların başında gelmektedir.Ergotamin grubundan olan ilaçlar (Gynerrçı migren denilen vasküler tipteki baş ağrılarının tedavisinde kullanılmaktadır.



Eritromisin,Solunum Yolu Hastalıklarında Etkili Bir Antibiyotik

21 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E

Eritromisin (Erythromycin) ilk defa 1952 yılında Streptomyces erythreus cinsi man­tardan elde edilmiş bir antibiotiktir.

Özellikle streptokok, pnömokok, stafilokok. gonokok gibi koklara, difteri ve hemofilus basillerine bakteriyostatik etki eder, yani onların üremelerini durdurur. Penisili­ne duyarlı olan kimselerde ve solunum yol­ları enfeksiyonlarında özellikle çocuklarda kullanılan en emin bir antibiyotiktir. Genel­likle enterik kaplanmış kapsüller İçinde ve­ya ağızdan alınan süspansiyonlar şeklinde (Erythrocin) bulunur. Bulantı, kusma, ishal gibi yan tesirleri görülebilir ve ender ola­rak karaciğere dokunabilir.

Uygun dozlarda kullanılmadığı zaman mik­roplar eritrosine direnç kazanmakta oldu­ğundan bu tip direncin sık görüldüğü has­tane ortamında eritromisin pek kullanıl­maz.



Erken Gelişme

23 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Ergenlik çağından evvel genital organlar­da ve seks karakterlerinde erken bir geliş­me meydana gelirse erken puberte veya pubertas praecox durumundan bahsedilir.Erkek çocuklarda pübertenin 10 yaşından önce başladığı görülür. Bu çocukların bir kısmında organik bozukluk vardır.Beyin tümörleri, iltihapları, yumurtalık tü­mörleri, epifiz, böbreküstü bezi ve hipofiz tümörlerinde meydana gelen bu durum ba­zı vakalarda sebebi bilinmeden ortaya çı­kabilir.Erkek çocuklarda erken püberte, sakal çıkması, penis ve testislerin büyümesi, se­sin kalınlaşması şeklinde belirir. Gelişme önceleri hızlı olduğundan yaşıtlarından iri gösterirler. Bunlara herkül çocuk denir. Ancak kemiklerdeki kıkırdak uçlor (epifiz-ler) erken gelişip kapandığından,sonraları gelişemezler, boyları kısa kalır. Bu çocukların serumlarında bazı hormonT ların (LH, FSH ve testosteron) artmış ol­duğu tesbit edilir. Kızlarda erken pübertenin en tipik belirtisi âdetlerin erken başlamasıdır. Bu kızlarda, gerek boy ve gerekse ağırlık bakımından genital sisteme uygun olarak aşikâr bir ge­lişme görülür. Genital organlar, çocuk ka­rakterini kaybederler ve erişkin bir kadınınkine benzer duruma gelirler. Memeler bü­yür, pubiste kıllanma olur Hatta 5 yaşında hamile kalan erken puberte vakalarına rastlanmıştır. Ancak bütün bu cinsel geliş­meye rağmen psişik durum yaşıtları ile ay­nı seviyededir. Teşhisi oldukça kolaydır. Yaşla uygun olmayan cinsel gelişme akla derhal erken puberteyi getirir. Bu kimseler hastalığı meydana getiren tümörün veya iltihabın karakterine bağlı olarak az veya uzun süre yaşarlar. Tedavisi, nedene yöneliktir. Tü­mörün çıkarılması suretiyle tedavi edilebi­lir. Ayrıca psişik yönden yardımcı olunabilir.



Ezilme Sendromu-Crush Sendromu

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-E

Böbrek yetersizliği sonucu tansiyon düşmesi, idrarın azalması veya tamamen kesilmesi (anüri) şeklinde meydana gelen duruma Crush sendromu denir. II. Dünya Savaşında bombardımanlardan sonra yıkılan binalar altında kalan kimselerde görüldüğü için ezilme sendromu anlamına bu isim verilmiştir. Ezilen adalelerden çıkan ve endotoksin denilen bazı maddelerin böbrek dokusunda nekroza sebep olduğu düşünülmüştür. Aslında Crush sendromunun nedeni cerrahi bir şoktur ve birçok endotoksinler, septik şoklar, barsak delinmeleri, böbrek tubuluslarında tıkanmaya ve akut böbrek yetmezliğine sebep olmaktadır.



Felç olma, İnme

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F

Organik veya fonksiyonel bir nedenle ada­lelerin çalışmamasına, genel olarak felç denir. Halk arasında inme diye isimlendirilen apapleksi bir beyin afeti sonucu mey­dana gelen felcin tıptaki adıdır. Çok kere bedenin bir yarısını tuttuğu için hemipleji adını alır. Sinir sistemini oluşturan sinirlerin bir bölü­mü, adalelerin çalışmasından sorumludur. Merkezden aldıkları emirleri ileterek hare­keti sağlarlar. Sinir sisteminin bu bölü­müne motor sistem veya piramidal sistem adı verilir. Piramidal sistemin çeşitli neden­lerle (travma, damar hastalıkları, iltihap, zehirlenme, tümör veya doğuştan) hasta­lanması değişik felçlerin meydana gel­mesine neden olmaktadır,

Hemipleji dediğimiz felçler çok kere bir beyin kanaması sonucu birden başlar. Bi­linç kaybc.ur, serebrospinal sisteme ait vazifeler, ani hareket, his ve refleksler felce uğrar, hasta komaya girer. Felcin meydana geldiği tarafta kol ve bacaklar gevşek, hareketsizdir. Hasta sanki uyuyor­muş gibidir. Her nefes verişte felce uğra­mış tarafın yanağı sanki pipo içiyormuş gibi, şişer. İdrarını ve dışkısını tutamaz. Ağır seyreden vakalarda ateş 40°C’ye ka­dar yükselebilir ve hasta bir süre sonra kaybedilebilir. Koma hali sadece beyin kanamalarına ait bir tablo olmayıp başka hastalıklarda (diabet, üremi ve bazı en­feksiyon hastalıklarında) da görülür.

Bütün hemiplejilerde beyinde kanama şart değiidir. Bazen damarların daralması veya bir pıhtı ile tıkanması sonucu da felç meydana gelebilir. Bu tür felçler zamanla açılır ve iyileşir. Koma geçtikten sonra afetin beyinde yer­leştiği yere göre belirti veren, önce gev­şek (flask) sonra gergin (spastik) bir felç gelişir. Doktorlar, özellikle nörolog dedi­ğimiz sinir doktorları hastayı muayene ve reflekslerini kontrol ettikten sonra, hastalı­ğın cinsini ve yerini belirleyerek tedaviye başlarlar. Yapılacak ilk yardım, hastanın rahat solumasını sağlamak ve kıpırdatmamakîır.

Teşhise göre kanamayı durduracak ilaçlar veya pıhtılaşmayı azaltacak Heparin gibi ilaçlar kullanılır.



Fenotiyazinler, Yatırıcı, Sinir İlacı

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-F

Fenotiyazin adı veriîen bileşik ve türevleri uyku ilacı ve nöroleptik olarak kullanılan ilaçların başında gelmektedir. Ruhsal bozukluklar üzerinde yatıştırıcı et­ki gösteren bu ilaçlan ruh hekimleri daha yüksek dozda olmak üzere taşkınlık ve saldırganlık gösteren akıl hastalarında (şi­zofreni, manik-depressif psikoz) başarı ile kullanmaktadırlar. Anestezide narkotik olarak kullanılan ilaç­ların etkisini artırmak, bulantıyı önlemek için de kullanılırlar. En sık görüien yan et­kisi tansiyon düşüklüğü yapmaları ve ekstrapiramidal belirtiler fataksi» tremor, par-, kinsonizm, tortikolis v.b.) göstermeleridir. Klorpromazin (Largactil), Promazin (Spa-rine), Thioridazin (Meüerü), Fiupiienozin {Moditen} en çok kuilansion fenotiyazin grubu ilaçlardır.



Fil Hastalığı

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F

En çok tropikal ülkelerde görülen fil hastalığı (Elephantiasis) bacağm şişmesi ve derinin kalınlaşmassyla adeta fil ayağı görünüşü vermesinden ötürü bu adı almıştır. Aslında ayağın şişmesi Filana Bancrofti idrar Etme Güçlüğü Doğuran Hastalık denen bir parazitin yaptığı hastalık olan Fiiariasis’in geç komplikasyonu olarak belirir. Filariasis, ateş ve şişliklerle başlayan tro­pikal bir hastalıktır. Husye kesesi ve ayak­ta şişme görülür. Teşhis için kanda mikrofilaria şeklindeki parazitleri görmek yeterli olur. Hastalık sivrisineklerle geçer. Ufak parazitSer gelişmelerini sinekte ta­mamladıktan sonra onun tükürüğüyle ısır­dığı insana geçer ve lenf yollarına yerle­şir. Burada erişkin hale geçen parazit 4-10 cm. boyundadır. Parazitin bıraktığı kurt­çukların lenf yollarını tıkaması sonucu bir ödem (lenfodema) meydana gelmekte, daha sonra bu ödeme, dokularda başlayan fibröz gelişme ve derideki hipertrofi ek­lenmektedir. Tekrarlayan lenfanjitîere bağ­lı olarak meydana gelen elefantiyasisier (elephantiasis nostras) de vardır. Tedavi için başlangıçta antiparaziter ilaç­lar (Heîrezan, Banocide) kullanılır. Ayak­ta, husyelerde ve memede meydana ge­len büyük lenfatik ödemler için cerrahi gi­rişimlerde bulunmak gerekir.



Fıtık

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F

Bir organın, genellikle peritonun oluştur­duğu bir kese içerisinde, karın duvarında­ki zayıf bir bölgeden dışarıya doğru fırlamasına fıtık, tıp dilinde herni (Hernia) de­nir. Fıtık çok kere doğuştan var olan bir ortamda gelişir. Karın içi basıncını artıran bütün hastalıklarda (Boğmaca, kronik ök­sürük, gebelik v.b.), kabızlık esnasında fazla ıkınma veya ağır bir yükün kaldırıl­ması gibi nedenlerle fıtığın meydana gel­mesi olasıdır. En sık görülen fıtıklar, % 73 oranında kasık fıtığı (inguinal hernia), %17 uyluk fıtığı (femoral hernia) % 8,5 gö­bek fıtığı (umbilical hernia) ve diğer fıtık­lardır. Fıtık muayenesi ayakta yapılır ve hasta öksürtülür. Böylece fıtığın dışarı çıkıp çık­madığı anlaşılır. Çocuklarda şişlik, ağla­ması sırasında ortaya çıkar ve annenin dikkatini çeker. Erkek çocukların torbala­rının şişmesi, fıtık olasılığını ya da hidrosel, orşit gibi hastalıkları düşündürür.

Bazı fıtıklar hasta yattığı zaman kendi kendine içeriye girebileceği gibi, hasta ve­ya doktoru tarafından da içeriye itilebilir. Bu esnada eğer kese içindeki organ bar­sak ise gürültülü bir ses duyulur ve bar sa­ğın başlangıç kısmı son bölümüne göre doha zor içeriye girer. Yaşlı kimselerde, operasyon gerekmeyen veya yapılamayan durumlarda fıtığı içerde tutmak üzere ka­sık bağları (fıtık bağı) veya korseler kul­lanmak faydalıdır. Karın içersine reddedilmeyen, fakat önemli bir şikâyete de neden olmayan vakalar için reddedilmeyen fıtık deyimi kullanılır. Bu çeşit fıtıklar günün birinde sıkışıp boğu-labilir ve kan dolaşımı bozulması nedeniyle barsakta gangren başlayabilir.

Bu gibi fıtık boğulmalarında o bölgede bir­den başlayan ağrı, daha sonra bütün karına yayılır. Barsağın tıkanmasıyla fışkırır biçimde kusma görülür. Fıtık gergin ve çok ağrılıdır. Barsağın beslenmesi bozulup da yara ve gangren oluşmaya başlayınca ağ­rı da yavaşlar. Barsak felç olduğundan barsak hareketleri de durur. Bu yüzden fıtığı olan kimselerde karında başlayan ağ­rının kendiliğinden geçmesini kötü bir be­lirti saymalı, hemen bir operatöre başvu­rarak gerektiğinde derhal ameliyat olma­lıdır.

Ameliyatla fıtık kesesinin çıkarılması (Herniotomi) ve zayıf bölgenin dikilmesi (Herniorraphi) için birçok değişik yöntemler uygulanmaktadır. Bu operasyonlardan son­ra fıtık aynı yerde tekrar görülebilir, yani hastalık tekrarlayabilir. Bu gibi ikine: kez yapılan operasyonlarda veya karın cidar­larının çok zayıf olduğu durumlarda fıtık tamiri için mersilen denilen sentetik plak­lar kullanılır.

Aşağıdaki videoyu izleyerek fıtık ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi olabilirsiniz. Bu videoda daha çok fıtık ve fıtığın en yeni tedavisi üzerinde durulmuştur.



Frengi

24 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F

Cinsellikle ilgili hastalıklardan en eski olan frengi veya günümüzdeki adı ile sifiliz, bazılarına göre ilk kez Amerika’­dan Kristof Kolomb’un tayfaları ile Avru­pa’ya yayılmıştır. Bazı yazarlar İncil’deki forumlara dayanarak hastalığın daha da eski olduğunu ileri sürerler. 16. yüzyılda şiddetli gelişen salgınlar yapan hastalık niboyet 20. yüzyılda etkeni bulunduktan sonra kontrol altına alınabilmiş ve tedavi edilmeye başlanmıştır. Frenginin etkeni (Treponema pallida) adı eriten bir mikroptur. Tirbişon biçiminde ince uzun kıvrımlar gösteren bu mikrop çok hareketli ve kuruluğa dayanıksızdır. ancak nemli ve havasız yerlerde yaşayabilen bir mikroptur. Cinsel temasla bulaşan hastalığın üç dev­resi vardır. Frenginin birinci ve ikinci dev­relerinde cilt yaralarında hastalık etkeni olan spiroket bulunur, üçüncü devre fren­ginin deri belirtilerinde ise mikrop tesbit edilemez. Frengili hastaların ağız ve cinsel bölgele­rinde mevcut yara veya kondilomata lata denen siğil gibi lezyonlarmda frengi mik­ropları bol miktarda bulunur. Bulaşma ge­nellikle % 97 oranında cinsel ilişki esna­sında veya % 3 oranında eşyalarla dolaylı olarak meydana gelir. Sağlam şahısların deri ve mukozalannda mevcut ufak çatlak veya sıyrıklardan lenf yollarına geçen frengi mikrobu, birkaç saat içinde kanda yayılarak, gizli bir septisemi yapar. Hastalığa yakalandıktan, yani mikrobun vücuda girmesinden -genellikle 3-4 hafta sonra bu noktada şankr denen bir yara meydana gelir. Bu yara ile birlikte, etra­fında şişmiş olan lenf ganglionu (adeno-pati) hastalığın ilk belirtisi olarak görülür. Buna primer kompleks denir. Yaranın çıkmasından iki hafta sonra yapılacak kan muayenelerinin müsbet bulunması ile teş­his konulabilir. Yara genellikle 3-6 haftada kendiliğinden iyileşir.

Hastalığın ikinci devresi deride çok deği­şik belirtilerle başlar. Deri hastalıklarında rozeol, plak mükoz, aiopesi v.b. gibi tıbbi terimlerle anılan bu belirtiler temastan 2 ay sonra, başka bir deyişle yaranın çık­masından 40 gün sonra görülmeye başlar ve 3-5 sene devam eder. Frengi enfeksiyonunun veya hastalığın û-çüncü devresi, doku harabiyetinin başladığı gom denen yuvarlak,sert teşekkülerin mey­dana geldiği devredir. Bu devrede deri belirtilerinden başka diğer birçok organda {eklem, kas, kemik, akciğer, mide, kara­ciğer, böbrek, mesane, beyin) gom denen karakteristik şişlikler ve yaralar çıkar. Sinir sisteminde frengiye bağlı felçler (De-mentia paralytica, Tabes dorsalis) görülür.

Frengi hastalığının teşhisine önce lezyon-dan alınan akıntıda mikrobu aramakla baş­lanır ve kesin teşhis ancak bu şekilde ko­nur. Serolojik teşhis için yapılan kan muayeneleri (Wassermann, Kolmer, Kahn, VDRL, Nelson-Mayer testleri) hastalığın mutlaka frengi olup olmadığını kesin ola­rak bildirmez. Bu konuda uzman olanlar testleri klinik bulgularla beraber değer­lendirerek sonuca varırlar. Üçüncü devre frengilerinde gamlardan yapılacak biopsi teşhise yardımcı olmaktadır.

Frengi tedavisinde eskiden kullanılan ar­senik (salvarsan), bizmut, cıva ve iyotlu preparatların ancak tarihi değeri kalmış­tır. Bugün için tek ve etkili ilaç penisilindir. Penisilinin ilk enjeksiyonundan sonra ba­zen ateşin 40-41 °C’ye kadar yükselmesi şeklinde görülen Hencheimer reaksiyonu frengi mikroplarının parçalanmasına bağlı olarak meydana gelebilir. Tedavide penisi­lin ilk gün 2.400.000 ünite, sekizinci gün 1.200.000 ünite olmak üzere toplam 3.600.000 ünite yapılır. Serum testleri po­zitif olanlara 15 gün sonra 1.200.000 ünite daha yapmak gerekir.



Frozen Seksiyon,Ameliyat Sırasında Yapılan Acele Biopsi Uygulaması

24 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F

Hastalıkların histolojik teşhisi için doku­lardan alınan biopsilerin mikroskop altında tetkiki için hazırlanması uzun zaman alır. Bazı vakalarda ameliyatla alınan biopsinin derhal incelenip teşhis edilmesi, operasyonun ona göre sonuçlandırılması gerekmektedir. Bu gibi durumlarda alınan doku parçası­nın ameliyathanede hemen dondurulup ke­silmesine frozen seksiyon denir. Bu amaçla karbondioksit gazı kullanılır ve dondu­rulup mikrotom ile çok ince kesitleri alı­nan dokular histolojik olarak teşhis edilir. Bu işlem beş on dakika kadar sürer ve patologun vereceği cevaba göre yapıla­cak ameliyatın şekli tayin edilir.



Gece İşemesi, Geceleri Altına Kaçırma

25 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G, Çocuk Sağlığı

Çocuklarda görülen gece yatağa işeme olayına tıp dilinde enuresis noktürna denir. Bazı çocuklarda omurga kanalının doğuş­tan açık kalması (spina bifida), idrar yol­ları anomalisi (hipospadias veya epispadias) gibi organik bir bozukluk, böbrek ve­ya şeker hastalıkları sonucu idrar kaçırma durumu görülebilir. Fakat genellikle ruhi sebeplere bağlı olarak sonradan kazanıl­mış bir huy şeklinde gece işemelerine rastlanır. Bebekler 18 aylık olana kadar mesanelerini kontrol edemezler, hatta 2 yaşından sonra dahi çocuğun arasıra id­rarını kaçırması önemsizdir. Olay küçük kardeşin doğumundan ileri ge­len kıskançlıkla çocuğun ilgiyi kendi üze­rine çekmek istemesi ile başlar. Çocuğun her yatağı ıslatışı anne ve baba tarafından büyük bir olay haline getirilir ve cezalar dırılırsa bu durum sürekli olmaya başla­yabilir. Gece işeyen çocukların cezalan­dırılmaları bir çeşit mazohist tatmin yerine geçerek ileride cinsel tatminin anormal şekiller almasına yol açabilir. Genellikle bu tür psikolojik bozukluklar çocuğa şef­kat göstermek, güven duygusu vermek, gururunu kırmadan eğitmek suretiyle dü­zeltilmelidir. Ayrıca çocuğun gece fozla sıvı almaması, gece yatmadan önce idrar etmesini sağ­lamak da yararlıdır.



Gece Körlüğü

25 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Retinadaki pigment bozukluğu nedeni ile gece veya alaca karanlıkta görememeye gece körlüğü (Hemeralopi) denir. Hastalık A vitamini eksikliğine bağlı olarak mey­dana gelir. Retinada çomak hücrelerinde bulunan ve görme fonksiyonu ile ilgili olan rodopsin A vitamininden yapılmaktadır. A vitamini olmayınca rodopsin eksikliği gö­rülmekte ve sonuç olarak karanlıkta gör­me adaptasyonu bozulmaktadır



Giardiasis, Lambliasis Denilen Paraziter Hastalık

25 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

İnsanlarda, özellikle çocuklarda yağlı is­hallere sebep olan tek hüçreli parazitler­den Giardia lamblia’nın yaptığı hastalığa giardiasis veya lambliasis denir. Giardia lamblia armut şeklinde ve 4 çift ince uzun kuyruğu ile çok hareketli bir parazittir. Duodenumda, safra kesesinde ve barsaklarda bulunur. Hastalık iştahsızlık, zayıfla­ma ve kronik yağlı ishal gibi belirtilerle bir beslenme bozukluğu şeklinde ortaya çıkar. Safra tubajı ile alınan mide suyunda ve dışkıda parazitin görülmesiyle teşhis edilir.

Tedavide ûuinacrine (Atebrin), Metrcnidazol (Flagyl), Tinidazole (Fasigyn) gibi ilaç­lar kullanılır.



Gıda Zehirlenmesi

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-G

Gıda Zehirlenmesi - Botulismus

Botulismus ender görülen bir çeşit gıda zehirlenmesidir. Bozuk etlere ve sebze konservelerine yerleşen Clostridium botulinum adındaki bir bakterinin meydana getirdiği toksinlerin sinir sistemini etkilemesi ve diyafragmanın paralizisi ile sonuçlanan bir hastalıktır.

Bulantı, kusma, başdönmesi ve bazen ishal ile başlar. Çok defa geçici bir iyilik döneminden sonra, toksinin merkezi sinir sistemine yerleşmesi sonucu hastalık belirtileri kendini gösterir. Gözbebeklerinde genişleme, gözkapaklarında ve adalelerinde felçler, körlük, konuşma ve görme bozuklukları vardır. Bilinç cok defa acıktır. Olayların % 20’sinde ölüm kalp veya solunum felci ile olur.Tedavi için hasta hemen hastaneye kaldırılmalı, midesi yıkanmalı ve polivalent antitoksin uygulanmalı, damardan serum verilmelidir. Ayrıca Guanidin adındaki ilaç uygulanabilir.Hastalıktan korunmak için konserve yiyeceklerin yeniden kaynatılmadan yenmemesi önerilir.



Göz Tansiyonu Hastalığı, Glokom

25 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Göz küresi içindeki basıncın artmasına ve buna bağlı bozuklukların bulunmasına glokom denir. Göz küresi elastik bir yapıda olmadığından özellikle içi sıvı ile dolu olan ön kamaranın hacminin artması, göz içi basıncını doğrudan doğruya etkiler. Oluş sebeplerine göre basit glokom, dar açılı glokom, ikincil glokom ve doğuştan glokom olmak üzere dört çeşit glokom vardır. Basit glokom genellikle 40 yaşın üstündekilerde kalıtımsal bir hastalık olarak görülür. Başlangıçta tek taraflıdır ve uzun yıl­lar fazla bir şikâyete yol açmaz. Sonraları görüş azalır. Göz dibi muayenesinde papillada çukurlaşma ve atrofi vardır. Tedavi edilmezlerse optik sinir atrofisi sonuou bu kimseler kör olabilirler. Teşhis için yapılan muayenede iris ile kor­nea arasındaki açının açık olduğu görü­lür. Sohlemm kanalı skleroze olup tıkan­mış, kamara sıvısının dışarı çıkışı güçleşti­ğinden göz içi basındı 25-40 mm Hg. ye yükselmiştir. Sıvının dışarı akışını kolaylaştıracak ilaç­lar (Pilokarpin, Eserine) veya kamara sı­vısının debisini azaltacak ilaçlar (Diamox) kullanılır. Tıbbi tedavi ile düşürülemeyem basınç fistülizan ameliyatlarla düşürülmeye çalışılır. Dar açılı glokomda yapı itibariyle iris ile kornea arasındaki açı 20° den küçük olduğundan fizyolojik şartlarda veya bazı ilaçların etkisi ile ani olarak kapanabilir. Hasta, akut glokom da denilen bu durum­da şiddetli baş ve göz ağrısından şikâyet­çidir. Bu arada mide bulantısı ve kusma da olabilir. Görme azalır, ışıklar etrafında renkli halkalar görme şeklinde şikâyetler tipiktir. Göz içi basıncı 70-80 mm Hg. ye kadar yükselebilir. Konjonktivalarda derin kanlanma, kornealarda bulanıklık vardır. Tedavide pilokorpin kullanılır. Yarar sağ­lanamazsa, derhal ameliyat edilmelidir. İkincil glokom denen hastalık bir göz has­talığı sonucu veya bazı ilaçlardan sonra meydana gelir. Ayrıoa travmalardan sonra da oluşabilir.

Doğuştan glokoma büftalmi denir. Çocuk­larda ışıktan kaçma ve göz yaşarması şek­lindeki belirtilerle anlaşılabilir. Tıbbi teda­vi yarar sağlamaz, ameliyat edilmesi ge­rekir.



Gözkapağı Hastalıkları

26 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Gözkapağının serbest kenarının ve kirpik diplerinin kronik iltihabına blefarit denir. Çeşitli mikroplar, parazitler, kötü sağlık koşulları, duman ve tozlar, hatta düzeltil­meyen kırılma kusurları blefarit yapabilir. Hasta kaşıntı, göz yaşarması ve ışıktan kaçmak (fotofobi) gibi şikâyetlerde bulu­nur. Gözkapağındaki bezlerin, Zeiss ve Meibomius bezlerinin cerahatli iltihabına arpa­cık (Hordeolum) denir. Kapakta şişlik, kızartı ve ağrı vardır. Şişlik genellikle bir hafta içinde patlayarak dağılır. Tedavi an­tiseptikti göz banyoları ile sıcak pansı-manlardan sonra antibiotikli pomat sürmek suretiyle yapılır. İnatçı vakalarda stafilokok aşısı tavsiye edilir. Gözkapağının içindeki Meibomius bezle­rinin kronik iltihabından sonra ağrısız sert bir şişlik şeklinde kalmasına şalazyon (Chalazion) adı verilir. Sıcak pansımanla ve zamanla geçmeyen bu kistik teşekkül­ler cerrahi olarak çıkartılmaktadır. Gözkapağının hareketinin azalması ve düşmesine ptosis denir. Myasteni gravis denen hastalıkta veya felç vakalarında gö­rülür. Tedavisi hastalığa göre yapılır. Kapağın serbest kenarının ve kirpiklerin içe dönmesine entropium, dışa dönmesine ise ektropmm denmektedir. Gözkapağın­daki nedbe veya felç gibi sebeplerden mey­dana gelen bu gibi durumlarda kirpiklerin korneayı dürtmesi sonucu ağrı, göz su­lanması ve kanlanma gibi belirtiler vardır. Gözün saydam tabakasının (kornea) ve konjunktivanın kurumasını önleyen, te­mizlenmesini sağlayan gözyaşı, gözyaşı bezlerinden (glandula lacrimalis) salgılanır. Gözyaşı kanalı arkada burun içine acıtır. Tıkanması bazı rahatsızlıklara ne­den olur ve bir sonda ile açılmak zorunda kalınabilir. Ağlamak bu salgının ruhsal ola­rak artmasıdır. Bazen iritasyon ve hastalık nedeni ile de gözyaşı artar veya azalır. Hemofilide, vazomotor bozukluklarında ve menstruasyon sırasında bazen kanlı göz­yaşı görülebilir.



Gözkapağı İltihabı

5 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-G

Blefarit - Gözkapağı İltihabı

Gözkapaklarının ve kirpik diplerinin iltihaplanmasına genel olarak blefarit denir. Genellikle stafilokok türünden mikropların, toz ve toprakla bulaşması sonucu göz kapaklarının kenarları kızarır ve kirpikler civarında kabuk bağlayan ufak yaralar meydana gelir.



Gözün Kırılma Kusurları

26 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Göz küresinin önünde bulunan kornea de­diğimiz saydam tabaka ve gözbebeğinin arkasındaki göz merceği dış çevreden ge­len ışınları kırarak retinaya iletirler. Nor­mal bir gözde (emetrop göz) ışınlar göz küresinin kırıcı yüzeylerinde ve mercek­lerinde kırılıp göz bebeğinden geçtikten sonra arkada retinada sarı nokta dediği­miz bir yerde birleşerek görüntüyü net olarak verirler. Göz yapısının ve lens deni­len göz merceğinin bozuklukları bazı kırıl­ma (refraksiyon) kusurlarına neden olmak­tadır.

Optikte merceklerin kırma güçleri diyoptri ile ölçülür. Gözün toplam kırma gücü ise 60 diyoptri dolaylarındadır. Bazen gözün kırma gücündeki bozulma nedeni ile göz­den giren ışınlar retinanın önünde veya ge­risinde odaklaşırlar ve görme olayı normal olmaz. Kırma kusuru gösteren bu gözlere ametrop göz denir. Bunlar miyop, hiper­metrop veya astigmat dediğimiz gözlerdir. Emetrop gözün değişik uzaklıktaki cisim­leri net olarak retinaya düşürmek için kır­ma gücünü değiştirmesine uyum denir. Göz uyumu, reflekslerle yönetilen bir olay­dır. Beyin korteksinden serilen emirle mer­cek adalesi (siliyer adale) kasılarak lensin ön yüzünün eğriliğini artırmakta ve görün­tüyü retinada netleştirmektedir; Bu arada ışığın az veya çok oluşuna göre gözbebe­ği (iris) de açılmakta (midriyasiz) veya ka­panmakta (miosis), böylece uyuma yar­dımcı olmaktadır.



Gözyaşı Kesesinin İltihabı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-G

Göz çukurunun iç köşesinde yer alan gözyaşı kesesinin iltihaplanmasına dakriyosistit denir. Glandula lakrimalis denen gözyaşı bezinin salgıladığı gözyaşı, konjonktivanın ve korneanın bütün yüzeyini ıslattıktan sonra gözün iç köşesinde toplanır ve göz kapaklarının kenarında bulunan gözyaşı noktalarından (puneta lacrimale) gözyaşı kesesinin içine girer.Gözyaşı kesesi burun köküne doğru 15 mm. uzunluğunda ve 3 mm. çapında bir kanal (nasolacrimalis) ile devam eder. Gözyaşı böylece burun salgısına karışır. Konjonktiva ve burun enfeksiyonlarının bu bölgeye yayılması sonucu akut dakriyosistit denilen hastalık meydana gelir. Gözyaşı kesesinde şişme, kızarıklık ve ağrı vardır. Gözyaşı kesesinin ve kanalının tıkanması kızarıklık ve ağrı olmadan da kesenin kronik iltihaplanmasına yol açabilir.Tedavi hasta olan göze sıcak ve ıslak pansuman uygulamak ve antibiyotikli pomatlar sürmek veya ağızdan antibiyotik almak suretiyle yapılır.



Grip

26 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-G

Grip birkaç günde iyileşen,virütik bir solu­num yolları enfeksiyonudur. Etkeni olan influenza virüsünün A, B ve C tipi olmak üzere üç cinsi vardır. Bütün dünyaya yayı­lan ve büyük salgınlar yapan genellikle A grubundaki virüslerdir. Her üç virüs tipi de hastalık geçirenlerde 2-3 sene süren bağışıklık meydana getirir. Ancak A tipi ile gribe yakalanan kimsede sadece A tipine karşı bağışıklık meydana gelir. Bu kimse­ler, diğer B ve C tipleri ile gene hasta ola­bilirler. Hastada ateş, kırıklık, adale ağrısı, hafif nezle hali vardır. Boğazda yanma ve ağrı hissedilir. Teşhis için boğaz yıkantı suyundan veya balgamdan virüsü üretmek gerekmektedir.

Kalp hastalarında, akciğerleri zayıf olanlarda ve gebelerde virüsler akciğer iltiha­bına, yani grip pnömonisine neden olabi­lir. Ateş yükselir, nefes darlığı, siyanoz ve kanlı balgam görülür. Grip hastalığından sonra virüslere bakterilerin de katılması ile lober pnömoni meydana çıkabilir. Bu durumda antibiotikler yararlı olacağından verilmelidir. Korunma için çeşitli grip aşıları ileri sü­rülmüştür, ama polivalan aşıların değen yoktur. Son yıllarda Amantadin adında ağızdan verilen bir ilaç (symmetrel) koru­yucu olarak kullanılmaktadır.

Gripte tedavi amacıyla eskiden beri aspi­rin, piramidon gibi antipiretik ilaçlar uy­gulanmaktadır. Ancak son zamanlarda as­pirinin virüsü antikorlara karşı dirençli kıl­dığı ve hastalığı uzattığı söylenmektedir. Novalgin, Kodein ve antihistaminikli grip ilaçları da kullanılabilir. Soğuk algınlığı şeklinde başlayan hastalık bazen yüksek ateşle seyreder



Griseofulvin, Mantar Hastalıklarında Etkili Bir İlaç

26 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G, Sağlık Sözlüğü-M

Griseofulvin mantar enfeksiyonlarında kul­lanılan antimikotik ilaçlardandır. Mikrosporum, trikofiton ve epidermofiton gibi mantarların deride, başta ve tırnakta meydana getirdikleri hastalıklarda ağızdan kul­lanılır. Mide bozukluğu, ishal, başağrısı, ürtiker ve deri döküntüsü gibi yan tesirleri görülebilir. Grisovin ve Fulcin gibi preparatları vardır.



Guatr, Tiroid Bezinin Büyümesi

26 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Boynun ön tarafında bulunan tiroid bezi­nin büyümesine guatr denir. Basit guatr besinlerde iyot bulunmamasına bağlı ola­rak bazı bölgelerde (Himalaya, Alp ve And dağları vb.) yaşayan insanlarda daha çok görülür. Guatr hastalığında tiroid, tiroksin hormonunu yeteri kadar yapmak için faz­la çalışmış ve büyümüştür. Bazen hafif de­recede, bazen yutağa ve gırtlağa basınç yapacak kadar fazla büyüyebilir. Tedavide iyot vermek gerekir. Habis guatrda tiroid yumru gibi büyümekte, ayrıca akciğer ve kemiklerde metastazlar bulunmaktadır. Tedavide tümörün çıkarılması ve radyoterapi yapılması uygundur.

Hipotiroidizm tiroid bezinin çalışmasının azaldığını belirten bir terimdir. Hipotiroidizmde tiroksin hormonu eksikliği sonucu çocuklarda kreten, erişkinlerde ise miksödem denen durumlar meydana gelir (Hashimoto hastalığı). Bu olaylarda hsmen guatr gelişmez. Kretenler zekâca geri, ha­reketsiz, derileri kuru ve dilleri kocaman çocuklardır. Miksödemli yetişkin hastalar­da, zekânın ve soğuğa dayanıklığın azalmasından başka, sağırlık, kansızlık, saç­ların seyrekleşmesi ve yüzde şişme gö­rülür. Kadın hastalarda amenore vardır. Yani âdet görmezler. Tedavi için tiroksin hormonu verilir.

Hipertiroidizm, tiroidin aşırı çalışmasına denir. Bu duruma tirotoksikoz veya Graves hastalığı da denir. Hipertiroidizmin tedavi­sinde cntitiroid ilaçlar (Karbimazol, Metil timcsil vb.) kullanılmaktadır.



Güneş Yanığı

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-G

Güneşte uzun süre kalma sonucu deri üze­rinde meydana gelen yanığa güneş yanığı denir. Ultraviyole ışınları (morötesi ışın­lar) deride mevcut ergosterolün D vitami­nine çevrilmesine yardımcı olduğu için şüphesiz güneşte kalmak, başka bir deyim­le güneş banyosu yapmak faydalıdır. Böy­lece deri bronz rengi alır ve insana sağlıklı bir görünüm kazandırır. Sarışınla­rın ve kızıl saçlıların güneş ışınlarına kar­şı çok duyarlı bir derileri vardır. Ayrıca değişik bölgelerin duyarlılığı arasında da fark bulunur.

Güneş ışınları deride önce eritem denen bir kızarıklık meydana getirirler, buna 1, derece yanık denir. İnsan yanmadan bronz-laşmak isterse yczın ilk gün 15 dakikadan fazla şiddetli güneş altında kalmamalı, bu süreyi diğer günlerde yavaş yavaş uzat­malıdır. Güneş,derinin üst tabakasında bir kalınlaşmaya ve pigment miktarında artı­şa neden olduğu için insan zamanla daha uzun süre güneşte kalabilir. Beyaz veya henüz kızarmış bir deri üzeri­ne ışınların etkisi yeterinden fazla devam ederse deride su kabarcıkları oluşur ve so­nunda deri soyulur ki 2. derece yanık mey­dana gelmiş demektir. Güneş yanığından korunmak için bazı yağlar ve kremler kul­lanmak faydalıdır. Bu krem ve yağlar ul­traviyole ışınlarını kısmen emdiği için gü­neşin zararlı etkisini azaltabilir.

Güneş yanığı meydana geldiğinde scğuk su kompresleri acıyı hafifletebilir. Hafif talk pudrası rahatsızlığı azaltabilir. 1. ve 2. derece yanıklarda Bepcnthen kremleri sürmek faydalıdır. .Su kabarcıklarını patlat­mak ve derileri soymak zararlı olabilir.



Gut Hastalığı, Damla Hastalığı

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Daha çok şişman ve yaşlı erkeklerde ve pürin metabolizması bozukluğu sonucu gö­rülen gut hastalığı (Pcdagra)1 nın herediter bir enzim yetersizliğine bağlı olduğu kabul edilmektedir. En çok ayak başpar­mağı ekleminin birden nöbet şeklinde şiş­mesi (gut artriti) ile başlar. Hasta eklem üzerindeki deri gergin, parlak, kırmızı, sı­cak ve çok ağrılıdır. Bu görünüşünden dolayı hastalığa damla hastalığı (Goutte) veya nikris adı da verilmiştir. Hastalık ta­mamen sağlam bir insanda genellikle al­kollü içki almak, fazla yemek, ruhsal gerilim ve üzüntü gibi tipik hazırlayıcı bir olaydan sonra sabaha karşı ağrı ile başlar. Gut hastalarında kanda ürik asidin artmasına (hiperürisemi) bağlı olarak birçok yerlerde örneğin kulak sayvanında, dizde, parmak uçlarında, göz kapaklarında tofüs adı ve­rilen sarı renkte ürat birikintileri meydana gelir. İlk nöbetten sonra gutun kronik bir durum alıp almayacağı bilinmez. Kronik bir hasta­lık haline gelince ise nöbetler sıklaşır ve ağrı şiddetlenir. Diğer romatizmal hastalık­larla karışabilir. Yalancı gut (pseudogout) denilen hastalıkta ise eklem kıkırdakların­da kalsiyum birikip çökmüştür. Radyolojik olarak eklemlerde kireçlenme (kondrokal-sinoz) paralel ince çizgiler halinde görü­lür. Çok yaşlı kimselerde eklem şikâyeti olmadan da kıkırdaklarda kireçlenme bu­lunabilir.

Gut aslında genetik bir bozukluğa bağ­lı olduğu için tedavide ancak ağrıların gi­derilmesi ve nöbetlerin önlenmesi için ça­lışılır. Bu maksatla ürikozürik denen ilaç­lar kullanılmaktadır. Bunların arasında Probenesid (Benetnid) ve Sulfinpirazon (An-turan) ve gutun spesifik ilacı diye biliner Kolşisin (Kolsin) sayılabilir.



Halüsinasyon, Sanrı, Yanlış Algılama

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Duyu organlarını uyaran stimuluslar yo­luyla cisimleri veya olayları anlar, tanır ve öğreniriz. Dıştan bir uyaran olmadan mey­dana gelen yanlış algılamaya halüsinas­yon veya sanrı denir. Şizofrenide en çok görülen halüsinasyon «sesler» dir. Bu ses­ler hastaya hitap edebilir, onunla ilgili sözler söyleyebilir, düşüncelerini yansıta­bilir veya belli belirsiz mırıldanmalar biçi­minde olabilir. İç veya dış kaynaklı olabi­lir ve hasta bunların gerçek olduğundan emindir. Halüsinasyonlar yalnız işitme du­yusu ile olmaz. Görme ve dokunma, tad ve koku organlarının algılama bozukluğuna bağlı halüsinasyonlar da vardır. Halüsinas­yonlar duygu organlarına gelen uyarmaları yanlış yorumlamak demek olan illüzyon­lardan farklıdır. Algı yetersizliğinde örne­ğin karanlıkta bir ağacın hayvana benzetil­mesi, tiyatroda duygusal yanılgı yaratmak için illüzyonistlerin ışık oyunları ile sağla­dıkları gösteriler, birer illüzyondur.

Normal kimseler de özellikle uykuya da­larken kapı zili, yanık kokusu duyabilirler. Alkol, afyon türevleri, barbitürat ve amfetamin gibi ilaçlardan başka, halüsinojen dediğimiz maddeleri içeren bazı bitkiler de vardır. Bütün bu maddeler algı bozuklu­ğuna neden olmaları yanı sıra benlik ger­çekliğinde değişme (depersonalizasyon), ortam gerçekliğinde değişme (derealizasyon) meydana getirebilmektedirler. Halüsinojenik maddeler psikozlara benzer durumlar oluşturduklarından deneysel amaçlarla kullanılmaktadır. Triptamin gru­bundan liserjik asit (LSD), büfotenin, psilosibin, harmin, ibogain, Fenitetilamin gru­bundan meskalin (peyotl) ve diğer çeşitli gruplardan ditran, kannabisin (marihuana) ve sernil gibi psikomimetik droglar sayılır.



Hapatit, Karaciğer iltihabı

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H, Sağlık Sözlüğü-K

Karaciğerin iltihabi hastalıkları hepatit olarak isimlendirilir. Hepatitin etkeni ola­rak virüsler (Hepatit A virüsü, ve B virüsü), bakteriler, riketsiyalar, spiroketler (Weil hastalığı) ve parazitler (schistosomiasis) gibi mikroorganizmalar hatta alkol ve ba­zı ilaçlar, toksinler sayılabilir. Hepatit A virüsünün yaptığı hastalığa infeksiyöz hepatit denir. En çok çoouklarda ve gençlerde ağız yoluyla yiyecek ve içeceklerle bulaştıktan 15-45 gün sonra hastalık ateş, bulantı, kusma, iştahsızlık ile birden başlar. Epidemik hepatit de de­nilen bu hastalıkta daha sonra sarılık da görülür. Hepatitis B virüsünün yaptığı hastalıkta ise kuluçka dönemi (40-180 gün gibi) uzun­dur. Daha ziyade kan aktarımları ile bula­şır ve erişkinlerde görülür. Eskiden çok görülen bu hastalık, bir kere kullanılıp atı­lan enjektör ve iğnelerin kullanılmaya baş­lanmasından sonra daha azalmıştır. Hepa­tit yapan daha başka tip virüslerin varlığı da gösterilmiştir. Hastalık geçirenler bağı­şıklık kazanır.

Hastalık sırasında, yatak istirahati, günde 350-400 gr. kadar bol karbonhidratlı ve az yağlı perhiz önerilir. Meyve suları, kompostolar, süt ve sütten yapılmış besinler, az yağlı çorbalar verilir. Hepatitin tedavisinde etkili bir ilaç yok­tur. Antiviral denen ilaçlar (Vidarabine, İnterferon) denenmektedir. Kortikosteroid ilaçlar sarılığın çabuk açılmasını sağlar­larsa da bağışıklığın meydana gelmesini önlediğinden hastalığın sık sık tekrarla­masına neden olabilirler. Sedatif olarak sadece diazepam (Diazem), bulantı ve kus­ma için antiemetikler (Emedur, B6 vitami­ni), kaşıntıya karşı cholestyramine (Cuemid) kullanılmaktadır.



Hareketleri Yapmamızı Sağlayan Sistem

19 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Hareketleri Yapmamızı Sağlayan sistemin hastalıklarında adalelerde hipsrtoni veya rigor denilen bir sertlik veya hipotoni denilen bir gevşeklik meydana gelir. Öğrenme ile ilgisi kalmamış,otomatikleşmiş hareketlerimizde bir bozukluk başgösterir. Yani tremor, köre v.b. istem­siz bazı hareketler görülür. İstemsiz ve amaçsız olarak el, kol, ayak gibi organla­rımızın ani, sıçrama şeklinde geniş hare­ketlerine tıp dilinde köre denir.Parkinsonizm, diğer bir deyişle paralizi agitans denen hastalıkta ekstrapircmidal bozukluklar vardır.

Syndenham koresi: Daha çok kız çocuk­larında görülen, sinsi olarak başlayan bir ekstrapiramidal sistem hastalığıdır. Sofra­da elinden çatal, bıçak, bardak düşüren, büyüklerine nedensiz yere sırıtan, dil çı­karan çocuk çek kere hastalığının teşhis edilemediği dönemde ailesi tarafından ce­zalandırılabilir. Üst organlardaki istem dışı davranışlar, is­temli davranışların düzenini bozar ve ataksi denilen garip yürüyüş şekli meydana gelir. Adalelerin tonüsü azalmış, sanki felç olmuş gibidir. Tendon refleksleri ör­neğin patetla refleksi alınamayacak kadar azalabilir. Bu hastalık sinir hastalıkları uzmanı tara­fından tedavi edilmelidir. Tedavide antiro-matizmal ilaçlar, kortizon ve hidantoin kul­lanılabilir.Huntington koresi: Kalıtımla dominant olarak geçen ve orta yaşlarda görülen bir hastalıktır. Koreik hareketler daha hızlı ve sıçrayıcıdır. Zamanla konuşma güçlüğü (d.izartri),ataksi ve bunama başlar. Tedavi­de Tetrabenazine (Nitoman) kullanılabilir. Hastaların ailelerine genetik konusunda öğütler verilmesi, aile içi evliliklerin önlen­mesi gereklidir.

Wilson hastalığı : Ailevi olarak görülen ka­raciğer sirozu ile beraber seyreden bir has­talıktır. Bu nedenle hastalığa hepatolenti-küler dejenerasyon adı da verilmiştir. Zekâ yetenekleri bozulmuştur. Bakır metaboliz­ması bozukluğu sonucu meydana gelen bir



Hastalık Kuşkusu ve Korkusu

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Hıpokondri terimi, aslında kaburgalar altın­daki karın bölgesi demek olan hipokondr sözcüğünden türetilmiştir ve değişik, fa­kat birbirine ilişkin durumları tanımlamak icın kullanılır. Hasta olduklarına inanarak ya da inanma­yarak bundan şüphelensin veya şüphelen­mesinler sürekli olarak sağlıkları ile ilgi­lenen kişilere hipokondriak denir. Bu kim­seler karakter özelliği olarak laksatif, tonik ve vitamin gibi ilaçları çok kullanırlar. Dok­torların herhangi bir şikâyet için ne ka­dar önemsiz olursa olsun hemen reçete yazmaları hipokondriakların ilaca düşkün­lüklerini artırır. Ayrıca hiçbir kanıt olmadığı halde önemli bir hastalığa yakalanacağından korkanlara da hipokondriak denir. Anksiete yani hid­det ve huzursuzluk hallerinde ya da dep­resyonda ve bazen şizofrenideki belirtiler hipokondriakların hastalık korkularını artı­rır. Örneğin çarpıntısı olan bir hasta ken­disinde kalp yetersizliği olduğundan endi­şelenir. Üçüncü anlamda hipokondriak deyimi or­ganik bir temele dayanmayan birçok inat­çı ve tekrarlayıcı şikâyetleri olanları tanım­lamak için kullanılır.

Hipokondri genellikle histerik özellikleri olan kadınlarda görülür. Bu hipokondriak belirtiler yoluyla hasta, yatalak rolünü kolayca oynayabilir. Kendilerine ilgi ve anla­yış gösterilmesini veya bazı zorunluluklar­dan kaçmayı sağladığından bu tip hipokondriaklar, tedaviye direnç gösterirler.



Hazım ve Hazımsızlık

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H, Sindirim Sistemi

Sindirim, besin maddelerinin en basit yapı taşlarına kadar parçalanması ve kana geç­mesi yani emilmesi demektir. Sindirim, ağızda tükürük bezlerinin salgıladığı pityalin denen fermentin nişastayı maltoza çevir­mesi ile başlar. Mideden salgılanan pepsin proteinleri sulandırarak pepton ve aminoasitlere kadar parçalar. Bu parçalan­ma gene midenin salgıladığı hidroklörür asidinin yardımıyla olabilmektedir. Mide asidinin az olması (hipûasidite) halinde pepsinin salgılanması ve aktivitesi de azal­maktadır.

Mide salgısında pepsinden başka (katepsin, labferment, lipaz, amilaz, proteaz, intrensek faktör vb.) bulunmuştur.

Son zamanlarda barsaktaki gıda çeşitle­rine göre barsak bezleri tarafından salgı­lanan birçok hormonun sindirim fonksiyo­nunda rol oynadığı anlaşılmıştır. Ayrıca vagus sinirinin uyarısı ile pilor mu­kozası bezlerinden gastrin hormonu, ducdenumdan ise sekretin hormonu salgılanır ve kana geçerek sindirim fonksiyonunu düzenlerler. Pankreas dış salgısı, sindirim kanalının en önemli salgısıdir. Çünkü pankreas salgı­sında bütün besinleri sindirebilecek olan tripsin, amilaz, lipaz gibi fermentler var­dır. Safra kesesinden barsağa dökülen safra­nın yapısındaki safra asitlerinin de sindi­rim olayında yağları parçalamak yönün­den rolü çok büyüktür. Aksi halde yağ sin­dirimi bozulur, yağlar ve yağda eriyen vitaminler-faydalari (A, D, E, K vitaminler-faydalarii) emilme­den dışkı ile atılırlar. Bütün bu işlevlerin uygun şekilde olması, sindirimin sağlıklı yapılmasını sağlar. Aksi halde hazımsızlık dediğimiz durum, başka bir deyimle dispepsi meydana gelir.

Hazımsızlıktaki şikâyetleri karında ağrı, şişkinlik, yanma, geğirme, regurgitasyon, bulantı, kusma, ekşime gibi belirtiler şek­linde toplayabiliriz. Peptik ülser, gastrit, pilor stenozu. mide düşüklüğü, mide atonisi gibi organik hastalıkların neden oldu­ğu dispepsilerden başka diğer hastalıkla­rın ve aeorofaji dediğimiz fazla hava yu­tulmasına bağlı olarak meydana gelen ha­zımsızlıklar da vardır.

Hazımsızlık şikâyetlerinin hemen yarısın­dan fazlasını oluşturan dispepsiler ise fonksiyoneldir. Mide veya barsak nörozu grubuna giren bu hastalar bol miktarda hazım fermenti ve antiasit ilaçları almak zorunda kalırlar.



Hematoloji ve Kan Hastalıkları

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Vücudumuzda dolaşan kan hakkındaki bil­gileri ve onun hastalıklarını öğreten bilgi dalına hematoloji denir. Kan, plazma denilen bir sıvı içinde bulunan birtakım hücrelerden oluşmuştur. Kan, ke­mik iliğinde, hemopoetik denilen kan yapı­cı hücrelerde ve eritropoetin adı verilen bir faktörün etkisiyle yapılmaktadır. Anî kanamalar, hemoliz ve atmosfer oksijenin­de meydana gelen düşmeler eritropoetin seviyesini yükseltmektedir. Ayrıca C vitamini, bakır ve çinkonun da eritrosit yapı­mını olumlu yönde etkilediği anlaşılmıştır. Eritrositlerin fonksiyonu akciğerlerden vü­cut hücrelerine oksijen taşımak ve doku­lardaki korbondioksidi akciğerlere götürmek şeklinde özetlenebilir. Alyuvarlardaki hemoglobin denen bir protein oksijenle bir­leşerek oksihemoglobine dönüşmekte ve oksijeni dokulara iletmektedir. Daha sonra dokulardaki karbondioksitle birleşerek karboksihemoglobin şeklinde akciğerlere dön­mekte ve karbondioksidi alvecl boşluğuna atmaktadır. Kan hastalıklarında en sık rastlanan belir­ti kansızlıktır. Anemi dediğimiz bu durum alyuvarların veya hemoglobinin azalması anlamına gelir. Sonuç olarak kanın oksi­jen taşıma yeteneği azalmaktadır. Aslında kansızlığı bir hastalık gibi değil, birçok hastalıkların belirtisi olarak görmek daha doğrudur. Çünkü kanın kendisine ait ol­mayan başka hastalıklarda da anemi gö­rülebilir. Bu hastalıklar üremi, karaciğer sirozu, hipotircidizm ve kronik infeksiyonlardır. Demir eksikliği büyük bir olasılıkla en sık görülen kansızlık nedenidir. Vücudumuzda bulunan 4 g. kadar demirin eksikliği erken devrelerde farkedilmez, ancak depo demi­ri ileri derecede azaldıktan ve anemi orta­ya çıktıktan sonra anlaşılabilir. Belirtileri arasında yorgunluk, halsizlik, çarpıntı, ne­fes darlığı, iştahsızlık, dil yanması ve ka­bızlık en sık görülenlerdir.

Ağız yoluyla fazla miktarda demir almak, çok sayıda kan nakli yapılmış olmak gibi durumlarda vücutta demir birikir ve özel­likle karaciğerde toplanır. Bu durum doğal bir metabolizma bozukluğu olarak da mey­dana gelmekte, deri bronz bir renk almak­ta ve karaciğer ve dalak büyümektedir. Bu gibi durumlarda hemosideroz veya hemokromatoz söz konusudur. Hastalık iler­ledikçe pankreasın bozulması sonucu şe­ker hastalığı da görüldüğünden bu duruma bronz diyabet adı da verilir.

Folik asit ve BrJ vitamini alyuvarların oluş­masında etken oldukları için bu iki mad­denin eksikliğinde eritrositler kemik iliğin­de tam olgunlaşmadan yani megoblast de­nilen anormal eritrositler şeklinde meyda­na gelmektedir. Pernisiyöz anemi denen bu kansızlık tipinde hücreler normalden büyük olduğu için makrositer anemi adı da verilir.

Alyuvarların Ömürleri 120 gün kadardır. Yaşlanan alyuvarların direnci azalmakta ve sonunda parçalanmaktadır. Parçalanan alyuvarların karaciğer, dalak ve kemik iliğindeki retikulo endotel sistem (R.E.S.) hücreleri tarafından ortadan kaldırıldığı, hemoglobinin de bilirubin haline dönerek plazmaya geçtiği kabul edilmektedir.

Eritrositlerin yıkımının artması ve eritro­sit ömrünün azalması sonucu meydana ge­len kansızlıklara hemolitik anemiler denir. Hemolitik kansızlıklar bazan eritrositlerin kendilerinde bulunan kusur dolayısıyla ömürlerinin kısalması sonucu oluşurlar. Herediter sferositoz, paroksismal gece hemoglobinürisi, enzim eksikliğine bağlı kan­sızlıklar, talasemi, orak hücreli kansızlık gibi hastalıklar bu gruptandır. Bazı hemo­litik kansızlıklar ise dışarıdan bir etkenle eritrositlerin parçalanması yani hemolizi ile meydana gelirler. Alyuvarların dış ne­denlerle hemolize uğraması, antikorlara, enfeksiyonlara, kalp hastalıklarına, fizikoşimik nedenlere ve dalağın fazla çalışma­sına yani hipersplenizme bağlı olarak son­radan meydana gelen hastalıklar sonucu­dur.

Alyuvarların artması da bir hastalık belir­tisidir ve genel olarak polisitemi adını alır. Eritrosit sayısının 6 milyonun üzerine çık­tığı, yüz, kol ve bacakların vişne kırmızısı rengini aldığı hakiki polisiteminin yani Vaquez hastalığının sebebi belli değildir. Has­talığın tedavisinde kan alma (flebotomi) veya sitostatik ilaçlar (Myleran) kullanıl­maktadır.

Kanın akyuvarları yani iökositler kemik ili­ği lenf bezleri ve dalak gibi organlarda üretilirler. Yaşama süreleri oldukça kısa­dır. Bazı lökosit.çeşitlerinin ömrü 14-23 gün kadardır. Lökcsitlerin en önemli görevi vü­cudu enfeksiyonlara ve benzer dış etken­lere karşı korumaktır. Bu görevi yapmak için aralarında işbölümü vardır.

Lökositlerin 1 mm3 kandaki miktarı 4-10 bin arasındadır. Lökcsitlerin sayıca artma­sına lökositoz denir, enfeksiyonlarda, ka­namalarda, habis hastalıklarda, miyokard infarktüsünde, bazı ilaçların etkisiyle ve zehirlenmelerde lökosit sayısında artış gö­rülür. Bazı metabolik bozukluklarda (üremi, diabet koması, gut, eklampsi ve akut ka­raciğer atrofisi gibi) kollojen hastalıklarda (Poliarteritis nodosa, romatoid artrit, lupus gibi) ve lösemi denilen kan kanserinde lökositoz vardır.

Lökositlerin azalmasına ise lökopeni adı verilir. Tifo, paratifc, bruselloz gibi bakteriyel hastalıklarda; influenza, kızamık, hepatit, atipik viral pnömoni gibi virütik hastalıklarda; milyer tüberküloz gibi hızlı seyreden infeksiyonlarda, aplastik kansız­lıkta, hipersplenizmde kemik iliğinin kan­serinde lökopeni vardır.

Kanın pıhtılaşması olayında rol oynayan trombositlerl kanın en ufak hücreleridir. Kemik iliğinin en küçük hücresi olan me-gakaryositlerden meydana gelir. Organiz­manın kendi kendine kanamayı durdurma­sı olayında yani hemostaz işinde görevli olan bu ufak hücrelerin domar cidarına ya­pışmak (adezyon), b:r araya gelip toplan­mak (agregasyon) ve enzim salgılamak gi­bi (sekresyon) üc önemli fonksiyonu var­dır. Bu üc fonksiyonun bozukluğuna bağlı olarak birçok hastalıklar tarif edilmiştir. Trombositlerin azalmasına trombopeni nir. Özellikle de çocuklarda genellikle üst solunum yollarının v’rütik enfeksiyonların­da akut olarak meydana gelir ve deride psteşi denilen ufak kanamalar, ekimoz şeklinde kan oturmaları, diş eti ve burun kanaması gibi belirtiler gösterir.

Esansiyel trombopenide yani werlhoffi hastalığında en sık rastlanan bulgu deri­de purpura denilen kanamalardır. Pıhtılaş­ma mekanizmasındaki bozukluğa bağlı olarak meydana gelen hemofili ise kalıtım­sal bir hastalıktır. Ayrıca kan damarları­nın cidarlarındaki bozukluklara bağlı ola­rak vasküler kanama diyatezleri dediğimiz hastalıklar mevcuttur. Bunlardan kalıtımsal olarak gecen Osler-Weber hastalığını, son­radan oluşan Henoch-Schönlein hastalığı­nı ve C vitamini eksikliğine bağlı olarak meydana gelen skorbüt hastalığını saya­biliriz. Kanın elemanlarından fibrinogenin bulun­mayışı demek olan afibrinogemi veya fibrinojen molekülünün anormal yapıda ol­ması demek olan desfibrinogemiye bağl olarak meydana gelen kanama bozukluğı hastalıkları da vardır.



Hemofili, Kanama Hastalığı

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Kanın pıhtılaşmasının geciktiği veya hiç olmadığı, sürekli kanamanın yaşamı tehdit ettiği bir hastalıktır. Normal insanlarda vücut yüzeyi yaralandığında kan akmaya başlar. Fakat 5-6 dakikada pıhtılaşarak yaranın üstünü örter. Hemofilide ise kan tamamen pıhtılaşmaz ve hasta önemsiz bir yaradan bile çok miktarda kan kaybe­debilir. Kanın pıhtılaşma yeteneğinin olma­yışı kan içinde bazı faktörlerin eksikliğine bağlıdır. Bu hastalıktan AB.D.’de 20.000 ile 40.000 insanın etkilenmesi hastalığın çokluğu hakkında bir fikir verebilir.

Hemofili, ilk olarak 11. yüzyılda bir Arap doktoru olan Ebul Kasım tarafından bulun­du ve «kanama hastalığı» olarak adlandı­rıldı. 1803'de John C. Otto bunun bir kalı­tım hastalığı olduğunu, kadınları etkileme­diğini, fakat annelerden çocuklara geçti­ğini saptadı. Taşıyıcı denilen bu kadınlar­da hastalığın hiçbir belirtisi yoktur. Ancak genler taşıyıcının oğluna geçerse, çocuk hemofiîik olacaktır ve bu hastalığı çocuk­ların getirecektir. Eğer genler kız çocu­ğuna geçerse, kız bir taşıyıcıya dönüşecek yani hastalığın hiçbir belirtisini gösterme­diği halde hastalığı ilerki nesillerine taşı­yacaktır. Ta­ze kan veya depolanmış plazma nakli pıh­tılaşma süresini normale yaklaştırabilir.

Son araştırmalarla hemofili hastalığının iki tipte olduğu anlaşılmıştır. Hemofili A’da eksik olan VI!! faktördür. Hemofili B’de ise eksik olan IX faktördür, Hastalığa bu fak­törün adı verilerek Christmas hastalığı da denmektedir.



Hemoroid, Basur Hastalığı

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-H, Sindirim Sistemi

İç ve dış hemoroidlerin oluş nedeni kesin ola­rak belli değildir. Kabız kalmak, uzun sû­re ishal olmak, devamlı oturarak çalışmak, tansiyonun yüksek olması, bu bölgenin enfeksiyonları, karaciğerin büyümesi, siroz ve kadınlarda gebelik, hazırlayıcı nedenler arasında sayılabilir. Hemoroidler ağrı, kanama ve enfeksiyona sebep olmaları bakımından önemlidirler. Kanamalar bazen barsak tümörünün var­lığını düşündürebilir. Doktora muayene olup kesin bir teşhise ulaşmak gerekir.

İç hemoroidler her defekasyonda anüsten dışarı çıkacak kadar büyük olduklarında ancak parmakla içeri sokulmak suretiyle ağrısı geçiştirilebilir. Dış hemoroidlerin üzeri deri ile örtülü olduğundan daha du­yarlıdır ve daha çok ağrı yaparlar.

Kabızlıkta hemoroidler daha fazla kananar, bu nedenle kabızlıktan kaçınılmalıdır. Tedavi için hafif vakalarda kabızlığı ön­leyecek diyet (kepek ekmeği, posa bıra­kan besinler, paraffin likit) önerilir ve dış­kıyı yumuşatacak ilaçlar (Normalaks, Li-balaks) kullanılır. İltihaplanmayı ve ağrıyı önlemek üzere bir kısmı kortizonlu çeşitli pomatlar (Hadensa, Makata, Alcos-anal, Ultraproct) vardır. Ayrıca potasyum per­manganat .banyoları, kriyoterapi, elektrokoterizasyon uygulanabilir.

Ağır vakalarda cerrahi tedaviye başvurulur. Hemoroidler içine sklerozan denilen bazı maddeler (% 5 fenol, hipertonik gli­koz sol.) zerkedilir veya ven pakeleri ame­liyatla çıkarılır yani hemoroidektomi yapı­lır.

Bu hastalıkla ilgili olarak aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz. Bu videoda hemoroid nasıl tedavi edilir, hemoroit nedir, hemoroid kimlerde görülür, hemoroid hastaları nelere dikkat etmelidir … gibi sorulara ayrıntılı cevap alabileceksiniz.



Hıçkırık

28 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Diyafragmanın istek dışı olarak birden ka­sılması ve nefes borusunun kapanması sonucu meydana gelen olaya hıçkırık (singultus) adı verilir. Arada sırada görülen bu refleks pek önemli olmamakla birlikte bazen nöbet şeklinde uzun sürebilir.

Normal olarak diyafragmanın kasılmasını sağlayan frenik sinirin anormal uyarılması hıçkırığa neden olmaktadır. Bu uyanlar, bol yemek, hava yutma (aerofaji), mide genişlemesi, akut pankreatit, kalp hasta­lıkları, toksik nedenler (üremi, gut, alkol, striknin) ve nihayet psikonörozlar şeklin­de sayılabilir. Soluk borusu kapalı iken zorlu bir soluk verme şeklinde yapılan Valsalva manevrası ile hıçkırık geçiştirilebilir. Veya bir kesekâğıdı içine solumak sure­tiyle temin edilecek yüksek CO, yoğunlu­ğu ile hıçkırık durdurulabilir. Tedavi duruma göre yapılmalıdır.



Hipertansiyon, Tansiyon Yüksekliği

29 Şub, 2008 Hastalıklar

Kan basıncının normalden yüksek bulun­duğu hallerde hipertansiyondan söz edilir. Bazı kimselerde belirli bir sebep bulun­madığı halde tansiyon yüksektir, yani esansiyel bir hipertansiyon vardır (Primer hipertansiyon). Kan basıncının yükselmesi, böbrek hastalığı, hormon bozukluğu veya gebelik toksemisi denilen bazı hastalıklar sonucu da meydana gelebilir (Sekonder hipertansiyon). Vakaların çoğu primer hi­pertansiyon şeklindedir ve bazılarının soy geçmişlerinde yani ailesinde de hipertansiyonlu kimselere rastlanır. Hipertansiyon her zaman hastalık meyda­na getirmez ve şikâyete neden olmaz. Ba­zı kimselerde şiddetli baş ağrıları ve kus­ma görülebilir. Çok kere sinirsel sebeple­re bağlı tansiyon yükselmeleri görülür ve halk arasında asabî tansiyon diye isimlen­dirilir. Gerçekten bu gibi vakalar sedatif denilen, sinir sistemini teskin eden ilaçlar­dan fayda görürler. Hipertansiyonun teda­visi özellikle sekonder tipte olanlarda ge­reklidir. Tansiyonu yükselten asıl hastalı­ğın tedavisi şeklinde yapılmalıdır.

Hipertansiyonlulara genellikle endişeden uzak kalmaları, fazla tuzlu yememeleri, şişmanlamaktan kaçınmaları tavsiye edilir. Günümüzde değişik etki gösteren çok çe­şitli tansiyon ilaçları (hipotansif ilaçlar) vardır. Kan basıncının aşırı yükselmesi ha­linde beyinde kanama veya tromboz, hemipleji, kalp yetmezliği, angina pektoris, hipertansif ensefalopati gibi komplikasyonlar görülebilir. Gelişigüzel tansiyon ilacı al­mak da doğru değildir. Çünkü ani tansiyon düşmeleri de beyin, kalp ve böbrek damar­larında istenmeyen etkiler yaratabilir



Hipofiz yetersizliği

1 Mar, 2008 Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-H

Hipofiz yetersizliğinde yani hipopitüitarizm denen durumda Simmonds hastalığından bahsedilir. Ayrıca bu hormonların her biri­nin eksikliğine çeşitli hastalıklar, sendromlar ve cücelik tarif edilmiştir. Hipo­fiz hormonlarının aşırı salgılanmaları ha­linde ise akromegali, jigantizm, Cushing sendromu vb. hastalıklar belirebilir. Hipolatamus ve hipofiz arka lop bozukluk­larında ise şekersiz diabet (diabetes insipidus) meydana gelmektedir. Tiroid bezi Bütün metabolik olayları hız­landıran, kullanılan oksijen miktarını artı­ran, tiroid hormonunu salgılayan bezdir. Lipid ve kollesterol metabolizması, zekâ­nın gelişmesi, tiroid hormonu ile yakından ilişkilidir. Az veya çok salgılanmasında çeşitli hastalıklar meydana gelir.

Paratiroid : Tiroid bezinin arkasında bir­birinden ayrı 4 ufak bez şeklinde yer al­mıştır. Kalsiyum ve fosfor metaboliz­masını düzenleyen parathormon’u salgılar. Böbreküstü bezleri: Bu bezler korteks denilen kabuk bölümünden salgılanan kortikosteroid hormonlar elektrolit ve kar­bonhidrat metabolizmasını düzenlerler. Bu bezin yetmezliğinde Addison hastalığı. (Adrenal crisis) Waterhouse-Friedrich sendromu gibi belirtiler görülür. Fazla hor­mon salgılanması halinde ise Cushing sendromu gelişir. Böbreküstü bezlerinin medulla denilen iç bölümünden ise adre­nalin ve noradrenalin adını alan iki hor­mon salgılanır. Sinir sisteminin ileti mad­delerinden olan bu hormonlar sempatik sistemin çalışmasında baş rolü oynarlar. Böbreküstü medullasından çıkan bazı tü­mörler hastada nöbet şeklinde tansiyon yükselmesine neden olurlar.

Gonadlar: Erkekte testisler, kadında ise överler kendilerine ait hormonları salgıla­yarak cinsel hayatın düzenlenmesinde rol cynarlar. Yeni bir yavrunun hayata getirilmeşini sağlamakla görevlidirler. Bu hor­monları salgılayan organların yetersizliğin­de hipogonadizm (Klinefelter sendromu), aşırı çalışmasında ise hipergonadizm söz konusudur.

=lasenta : Çocuğun rahim içinde gelişme­sini, büyümesini sağlayan bir organ olan plasentanın villuslerinden korion gonadot-ropin denen bir hormon salgılanır. Korion villüslerinin hastalıklarında (mol veya kcricnepitelycma) bu hormonun çok fazla salgılandığı idrar muayenesinden anlaşılır. Gebeliğin idrarla erken teşhisi de bu hor­monun salgılanması ile anlaşılmaktadır.

Pankreas : Pankreasın hormonları karbon­hidrat metabolizmasını düzenleyen insülin ve glukagondur. insülin eksikliğinde şe­ker hastalığının meydana geldiğini çok kimse bilir. Mide ve barsaklar: Son araştırmalarda sin­dirim sistemi fonksiyonlarını düzenleyen birçok hormon bulunmuştur. Bunlar ara-ânda gastrin, sekretin, kolesistokinin, mo-tilin vb. polipeptit yapısında olan hormon­ları sayabiliriz.



Hırsızlık Hastalığı

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

İhtiyacı olmadığı halde hastalık şeklinde görülen çalma dürtüsüne kleptomani, bu gibi kimselere de kleptoman denir Bu şekilde hırsızlık yapanlar genellikle orta yaşlı veya yaşlı kadınlardır ve çaldıkları şeyler aslında satın alabilecekleri önemsiz eşyalardır. Kleptomanları büyük mağaza­larda tek başlarına veya çeteler halinde çalışarak mal çalan adı hırsızlardan ayırmak gereklidir Bu hırsızların ancak birka­çı tedavi için psıkıyatrıste başvururlar Kleptomanı tam bir hastalık değildir, çe­şitli depresyonlarda ve semi demansta görülür Bilinçaltının çözümlenmesinde hır­sızlık dürtüsünün , mutsuzluğun bir be­lirtisi olduğu ve çok kere amacın eşinin toplumsal durumunu sarsmaya yönelik bu­lunduğu görülmüştür.



Horlama

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Genellikle uyku halinde burundan soluk alıp verme sonucu duyulan ve arka dama­ğın titreşimiyle oluşan düzensiz ve gürül­tülü sese horlama denir. Horlama, hava akımının ağız içinden geçerken bölgesel engellerle karşılaşması nedeniyle oluşur. Bademcik ve adenoid vejetasyon denen burun etleri de özellik­le çocuklarda horlamaya yol açar.

Horlama, çeşitli nedenlerle oluşabilir. Uy­ku sırasında ses tellerini tutan kaslardaki kısmî bir gevşeme, ses tellerinin de gev­şemesine neden olur. Veya derin bir uy­kuda, ya da şuur. kaybolmuş durumda sırt üstü yatıldığmda dil geriye düşer ve ha­vanın geçtiği açıklığı kısmen örter. Beyin sarsıntısı veya felç geçirenlerde de horlama aynı şekilde meydana gelmektedir.

Bazen tahriş ya da iltihaplanma nedeniy­le burunda veya burnun gerisindeki geçit­lerde sümük toplanabilir veya burun ve gırtlaktaki kaslar normal bir şişmeye uğ­rar ve havanın geçişine engel olur. Burun tıkalıysa ve dudaklar sıkıca birleşmişse nefes verirken ıslık sesi çıkar. Horlama sesi, horlayanı pek rahatsız et­mez. Horlayan kimse yon dönünce horla­ması durur. Ağzını kapamak veya alt çe­nesini yukarıya doğru itmek de bazen ya­rarlı olabilir.



İdrar Kesesi ve Hastalıkları

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-I, Sindirim Sistemi

Boşaltım sisteminin bir organı olan me­sane veya idrar torbası karnın alt bölümünde pelvis boşluğunda bulunur. Erkek­lerde mesanenin önünde pubis kemiği, ar­kasında rektum, altında prostat bezi bulu­nur. Kadında mesanenin önünde pubis ke­miği, arkasında rahim yer almıştır. Mesane böbreklerden ureterler yoluyla gelen idra­rın geçici olarak depolandığı, adaleden yapılmış torba şeklinde, genişleyebılen bir organdır. Üzeri periton denilen karın zarı ile örtülüdür. Boşken önden arkaya yassı, üçgen şeklinde, dolduğu zaman çatı kemi­ği boşluğuna, yukarıya, karna doğru taşar. İç yüzunu kaplayan mukoza özel bir örtü­cü epitel dokusundan yapılmıştır. İdrar, u-reter denilen iki boru aracılığıyla böbrek­lerden mesaneye gelir ve üretra adı verilen idrar yoluyla dışarıya atılır. İdrar torbasının iç yüzünde uç delik vardır. Bunlar her iki böbreğin süzdüğü idrarı mesaneye ileten üreterlerin açıldığı iki delik ile içerde top­lanan idrarın mesane boynu denen alt kıs­mından dışarı atılmasını sağlayan uretra deliğidir. Normalde mesane 300-400 mi. kadar id­rar alır ve idrar biriktirme kapasitesi 2-3 litreyi bulur. Ancak bazı anormal durum­larda daha da genişleyebilir. İdrar etme (miksiyon) omurilikte bulunan bir merkez­den yönetilen sinirsel bir refleksin kontrolunda olmakla beraber insan bilinçli ola­rak da bu fonksiyona katılabilmektedir. Mesanenin adale tabakası kasılınca üret ranın çevresindeki buzucu kaslar gevşe­yerek açılmakta ve idrar dışarı atılmakta­dır. Mesanşnin kasılmasında etkili olan üretrayı saran çizgili kaslar istemle hareket ettiğinden istendiğinde idrar edilebilir veya tutulabilir. Mesanenin iltihabına genel olarak sistit adı verilir İdrar ederken ağn ve yanma şeklinde şikâyete yol açar Mesanenin do­ğuştan bozukluklarında (Ektopık mesane) bazen idrar göbekten veya karın on du­varından bir yerden dışarı sızabilir İdra­rın kanlı olarak gelmesi (Hematurı) halin­de mesane içinde papıllom şeklinde selim bir tumorun veya taşın varlığı düşünülme­lidir Mesane kanserlerinde de idrar kanlı gelebilir ve enfeksiyon bulunur Mesane taslarını eritmeye yarayan etkili bir ilaç pek yoktur Ancak lıtotrıs denen aletle uretradan girilerek mesane taşlarını kırıp su ile yıkayarak dışarı çıkarmak mumkun olabilmektedir.



İdrar Yolu Hastalıkları

5 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-İ, Sindirim Sistemi

İdrar Yolu Hastalıkları-Boşaltım Sistemi Hastalıkları

İki böbrek, iki idrar borusu (üreter). idrar torbası, yani mesane ve idrar yolundan (üreîra) meydana gelen ve vücuda zararlı, yararsız veya fazla gelen maddeleri atmaya yarayan organlar boşaltım sistemini oluştururlar. Erkeklerde bu sistem içinde ayrıca prostat denen bir organ daha vardır. Boşaltım sisteminin hastalıklarında ilk belirtiler ağrı, idrar etme düzensizlikleri ve vücutta ödem dediğimiz su toplanması gibi bozukluklardır. Güç idrar etmeye ve bu esnada yanma ve ağrı duymaya tıp dilinde dizüri denir. Genellikle üretra veya mesane iltihaplarında ve prostat hastalıklarında görülen bir şikâyettir. Günlük idrar etme sayısının artmasına yani sık sık idrar etmeye pollaküri, günlük idrar miktarının artmasına poliüri, azalmasına ise oiigüri denir. Hiç idrar edememe durumunda ise anüri söz konusudur. İdrar miktarının artması böbrek taşı hastalıklarından örneğin şeker hastalığı, şekersiz diabet, aşırı su içme v.b. kaynaklanabilir. Genellikle 24 saatte iki litre olan idrar miktarı 3-5 litreyi geçebilir. Hatta 10 litreyi bulur. Bu durumda idrarın rengi soluk ve yoğunluğu normal olan 1,018 değerinden daha düşüktür. Günlük idrar miktarının yarım litrenin altına düşmesi böbrek hastalığı bakımından önemle araştırılmalıdır. Ayrıca idrarın renginin koyulaşması, yoğunluğunun ve miktarının azalması, ateşli hastalıklar, ishal, dolaşım yetmezliği, susuz kalma gibi böbrek dışı nedenlerden de olabilir. İdrarın bulanıklığı halinde mikroskop tetkiki yapılmalı, iltihap hücrelerinin bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Kavuniçi veya kırmızı idrar ilaçlara bağlı olarak meydana gelebileceği gibi, idrar yollarında bir kanamanın da belirtisi olabilir. İdrar sedimentinde alyuvarların görülmesi (hematüri) kanamaya işarettir. Siyah renkli idrar hemoliz neticesi idrarda hemoglobin bulunduğunu gösterir ki, bazı hastalıklara (Karasu humması) ve ilaçlara (kinin) bağlı olarak meydana gelebilir. Böbreğin doğuştan anomalisi (tek veya üç böbrek, çift üreter, at nalı şeklinde birleşik tek böbrek v.b.) çok kere röntgen muayeneleri sırasında teşhis edilebilir.Böbreklerde süzülen kanın bir bölümü idrar şeklinde vücuttan dışarı atılır. Böbreklerin kanı süzdüğü glomerul denilen bölümlerinin iltihabına glomeruionefrit veya kısaca akut nefrit denir. Çok kere boğaz anjini, kulak iltihabı, impetigo gibi streptokok enfeksiyonlarından sonra görülür. Hastalık, başağrısı, göz kapaklarının şişmesi, yorgunluk ve bel ağrısı şeklindeki belirtilerle kendini belli eder. Akut nefrit bazen iyileşmez, kronik glomeruionefrit şeklinde devam eder. Böbrek dokusu harap olur ve idrarda albümin görülmeye başlar.Amiloidoz, lupus, Henoch-Schönlein hastalığı gibi hastalıkların komplikasyonu olarak da kronik glomeruionefrit meydana gelebilir. Hastada hematüri ve tansiyon yükselmesi vardır. Nefrotik sendrom denen bir grup hastalıkta ise idrarla bol protein kaybı dolayısıyla dokularda su toplanması yani ödem teşekkülü ön plandadır. Ancak glomerulo-nefritlerin aksine tansiyon yükselmesi ve idrarda kan görülmez.Böbreğin bazı kalıtımsal veya metabolizma bozukluğuna bağlı hastalıkları (Sisti-noz, Low sendromu, Fanconi hastalığı gibi) da vardır.Böbreğin pelvis denen bölümünün ve bağ dokusunun iltihabına ise piyelonefrit genel adı verilir. Burada böbreğin tubulusları ve aralarındaki doku iltihaplanmıştır. Genellikle idrar yollarına giren mikropların aşağıdan yukarıya doğru yayılması bulantı, kusma gibi belirtiler görülür. Akut ve kronik şekilleri vardır.Böbrek fonksiyonlarının bozulması sonucu idrar çıkmaması (anüri) veya üre gibi maddelerin kanda birikmesi (üremi) gibi durumlarda böbrek yetmezliği söz konusudur.



İktiyoz

3 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-İ

İktiyoz, hayatın ilk yıllarında başlayan ve yaşam boyu süren, kalıtımsal ve soydan geçen yaygın bir keratozdur. Yani hasta­lıklı deri kuru, esmer, gri renkte olup üze­ri balık pulu biçiminde kabuk gibi serttir. Bazı biçimleri doğuştan vardır. İktiyosis fötalis denen türünde, çocuk sarımtırak, derin çatlaklar ve parşömen gibi kalın bir deri içinde doğar. Geniş parçalar halinde kabuklar dökülür ve bebek bir hafta için­de ölür. Sonradan olan şekli iktiyoz vulgaris, çok kere simetrik olarak diz, dirsek, gövde ve tarafları tutar. İktiyozlu deride ter ve yağ salgısı azalmıştır. Tedavi için salisilik asitli lanolin ve kakao yağı gibi pomatlar sürülür. Ağızdan yük­sek doz A vitamini ve tiroid ekstreleri ve­rilebilir.



İrin (Cerahat)

6 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-İ

Cerahat

iltihaplanma sonucu apselerde oluşan cerahat (pus), yoğun, krem gibi sarımsı bir maddedir. Halk dilinde irin denir. Akyuvarlardan ve serumdan oluşur. Rengi, iltihaplanmaya neden olan mikroorganizmalara göre sarıdan yeşile değişir.



ishal

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-İ, Sindirim Sistemi

Dışkının sulu ve sık olarak çıkmasına ishal veya diyare (diarrhea) denir. İshal durumu bir hastalık olmayıp, birçok hastalıklarda görülebilen bir belirtidir. Küçük çocukların ve süt çocuklarının özellikle yaz aylarında salgın gibi görülen ishallerinde barsaklarda yaşayan koli basillerinin hastalığa se­bep olduğu görülmüştür. İshalle berabeı kusma, ateş, havale denilen konvülsiyonlar, çocuğun birden halsiz kalmasına ne­den olur. Dışkının yeşil olması önemli değildir. Karın ağrıları ile beraber kanlı ve müküslü bir ishal, dizanteri belirtisi olabilir. Süt çocuklarında ateşsiz ve sindirim bozukluklarına bağlı ishaller sık görülür.

Köpüklü ve ekşi kokulu ishal, şeker sindi­rimi bozukluğuna bağlıdır. Dışkıda küçük ve katı beyaz parçacıkların bulunması ka­zein sindiriminin bozulduğunu, dışkının ya­pışkan ve yağlı olması yağ sindiriminin bo­zulduğunu gösterir. Kronik yağlı ishallere steatore denir ki pankreasın bozukluğunu veya barsakta bir çeşit parazit enfeksiyo­nunun (Giardiasis) bulunduğunu gösterir.

Büyüklerde en sık rastlanan ishaller gıda zehirlenmesi şeklinde yani salmonella ve shigella grubu bakterilere bulaşmış besin­lerin yenmesi ile oluşur. Bazı kimseler alerjik oldukları besinleri (keçi eti, balık, çi­lek, çikolata, çiğ veya ham meyve vb.) yedikten sonra bile ishal olabilirler. Soğuk algınlığından sonra veya heyecan, korku gibi sinirsel sebeplerle de ishal (spastik kolon) görülebilir.

İnce barsakların hastalıklarından tifoda ikinci haftada bazen kanlı olabilen ishal vardır. İshalin en korkulu ve ağır seyredeni kolera hastalığında görülür. Dışkı pirine suyu yıkantısı şeklinde tarif edilen bir su gibi ve cok fazladır. Salgınlar şeklinde gö­rülen bu hastalıkta vücudun susuz kalma­sı ölüme bile sebep olmaktadır. Yurdumuzda daha ziyade El Tor tipi kole­ra vibriyonlarının sebep olduğu parakolera şeklinde görülen hastalıkta kusma ve şid­detli ishal vardır. Amipli ve basilli dizanterilerde de ishal vardır. Önce hafif ateş ve kusma ile baş­layan dizanterilerde dışkıda kan ve müküs bulunur. Hasta günde 15-30 kere ka­rın ağrısı, tenezm yani sık sık defekasyon hissi ile tuvalete taşınır. Bir ishal karşısında asıl hastalık sebebi­ni bulmak, ince barsakların veya kalın bar­sakların hastalandığını anlamak güçtür. Ancak dışkının cok fazla sulu oluşu ve müküs bulunması, tenezm hissi,kalın bar­sakların yani kolonların hasta olduğunu gösterir. İnce barsak ishallerinde ise dışkı hem daha az sulu hem de defekasyon daha az sayıdadır. Bazı hazım bozukluklarında da fermantas­yona bağlı ishal görülür. Besinlerdeki pro­teinler bakteriler tarafından parçalandığın­dan (pütrefaksiyon), toksik parçalanma ürünleri ishale neden olurlar. Karın ağrısı, gaz şikâyeti, koyu renkli ve pis kokulu bir; dışkı vardır. Bazı kronik hastalıklarda (tüberküloz, üre­mi vb.), pellegra, anemi, hipertircidi, Crohn hastalığı, kolon kanseri ve mide ameliyatı geçirenlerde, vagotomi ameliyatı yapılan­larda da kronik ishaller vardır. Ülserli kolit denilen kalın barsak hastalığı zaman zaman ateş, kanlı ishol gibi belirti­lerle seyreden,sebebi tam olarak açıklana­mayan kronik bir hastalıktır.

İshalin tedavisi asıl hastalığın teşhisi ile başlar. İlk yapılacak şey perhiz ve kaybe­dilen suyu organizmaya geri vermektir. Da­ha sonra ishali kesmek üzere barsak antibiotikleri (Ampisilin, kloromisetin, sulfadiazin, sulfaguanidin, süksinil sulfatiazol, neo-misin vb.) ve antidiareik denilen ilaçlar kullanılmaktadır. Astranjan denilen muko­zayı büzücü bazı ilaçlar (Bizmut, tannin vb.) barsak hareketlerini azaltacak antispazmodik denen ilaçlar (Opium tentürü, difenoksilat, loperamid vb.) doktorlar tarafın­dan ishalli hastalara verilmektedir.



Kabakulak

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Parotis denilen kulakaltı tükürük bezlerinin virütik hastalığına kabakulak veya parotitis epidemika adı verilir. Hastalık bazen salgın halinde görüldüğünden bu isim ve­rilmiştir. Bildirilmesi mecburi hastalıklar­dandır. Etkeni olan mikrovirüsün kuluçka devresi 2-3 haftadır. Okul çağındaki ço­cuklarda çok görülmekle beraber kaba­kulak hastalığına yetişkinlerde de rastla­nır. Orşit, poliartrit gibi komplikasyonlar yapmasından ötürü önemli bir hastalık sa­yılır. Hastalık önce kulakaltı tükürük bezinin ağ­rılı bir şişliği, halsizlik ve ateş ile başlar. Şişkinlikten iki gün önce ve bir hafta son­ra boğazdan alınan tükürükte virüs tespit edilebilir ve bu dönemde hastalık bulaşı­cıdır, hastayı ayrı tutmalıdır. Virüsün er­keklerde testisleri veya kadında överleri tutup orşit veya ovarit yapması en sık görülen (% 20) ve çekinilen komplikas-yonlarıdır. Ovarit veya orşit geçirenlerin bir kısmı kısır kalabilmektedir. Büyüklerin istirahat etmesi faydalıdır. Ayrıca virüsün beyne yerleşerek menenjit veya ansefalit, pankreasta pankreatit, kalpte miyokardit. böbrekte nefrit yaptığı da görülmüştür. Testis iltihabı belirince kortikosteroidler yapılmalı ve torbalar suspansuvar ile as­kıya alınmalı, soğuk kompres uygulanma­lıdır. Kabakulak ömür boyu bağışıklık ka­zandırır. Korunmak için yani pasif bağı­şıklık kazanmak için kabakulak geçirmiş­lerden elde edilen hiperimmun gamma globulin şeklindeki aşıyı yapmak gereklidir. Ayrıca kızamık ve kızamıkçıkla beraber karma aşı (MMR vaccine) yapılabilir. Ka­bakulak hastalığının özel bir tedavisi yok­tur. Antibiyotik ancak sekonder enfeksi­yonlardan korunmak içindir. Ağrı için As­pirin, Novalgin gibi ilaçlar alınabilir.



Kabızlığa Karşı Kullanılan İlaçlar

21 Mar, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sindirim Sistemi

Bağırsak içindeki dışkıyı yumuşatarak veya hareketlerini arttırarak dışarıya çıkmayı kolaylaştıran ilaçlara laksatif (muleyyın) veya purgatıf (mushil) adı verilir. Laksatiflerin etki mekanizmaları birbirin­den farklı olduğu halde sonuç olarak ka­bızlığa karşı gelen ilaçlar şeklinde bilinir ve halk tarafından çok yaygın olarak kul­lanılır. Barsakta su emerek şişen ve bir kitle oluşturarak perıstaltızmı artıran laksatıfler (hidrolik kolloıdler) arasında deniz yo­sunlarından elde edilen ağar, silium to­humu (Psyllıum seeds), metil selluloz sa­yılabilir. Dışkıya tıpkı detenanlar gibi yüzey aktif etki göstererek onu yumuşatan ve yağla­yan maddeler arasında sıvı parafın (sokol montoluıol) bitkisel yağlar (pamukyağı, zeytınyağ, glıserınlı fitiller (Mıcrolax, Lıbalaks) ve macunlar Dıoktıl sodyum sulfosuksınat (Normolaks Laksadıf) gibi ilaçlar sayılabilir Macun ve fitil şeklinde olan ilaçlar makattan kullanılırlar ve etkilerini çabuk gösterirler

Magnezyum sülfat (Epsom tuzu), Sodyum sülfat veya İngiliz tuzu (Glauber tuzu), Karlsbad tuzu, magnezyum oksit (Mılk of Magnesıe) gibi barsakta emilmeyen tuz­ların da mushıi etkisinden yararlanılır. Ancak bu tur mushıllerde bulunan sod-y.m ve maqnezyumun fazla alınmasının barsaklardan emilmesi halinde tehlikeli olabıleceği bilinmelidir Sodyumun fazla alınmış olması kalp yetersizliği olanlarda, magnezyum ise böbrek hastalığı olanlarda sakıncalıdır. Kalınbarsak mukozasına kimyasal etki yaparak barsak hareketlerini artıran lak­satıfler memleketimizde en çok kullanılan laksatıflerdir. Bu tur intan veya stımulan katartık denen mushıl ilaçların başında hıntyağı (huıle de nane) diğer adıyla castor oıl gelir Ağızdan bir kasık ac karnına bir bardak meyva suyu içinde alınır

Sinameki yaprağı (Senna follıum) ıcmde bulunan senna glıkozıülerınden hazırlanan ilaçlar (Pursennıd) da laksatıf veya mus­il olarak çok alınmaktadır. Halk arasında Kaskara sagrada, Ravend hulasası, sarısabır (Aloe), siyah akçaağaç kabuğu (Frangulın) fenolftaleyn (Laksa-fenol) bısacodly (Dulcolax) şeklinde bili­nen laksatıfler de ülkemizde çok yaygın olarak kullanılır



Kabızlığın Zararları Nelerdir?

6 Tem, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kabız kalmamağa çalışınız. Kabız kalmak, herkes için kötüdür. Bağırsaklarda süprüntü maddelerinin birikmesi gayrisıhhîdir ve birçok şikâyetlere sebep olur: başağrısı, halsizlik, paslı dil, ağız kokusu gibi… Kalb hastalarında kabız kalmak, bilhassa defitabiî esnasında ıkınmak son derece zararlıdır. Ikınma kalbi yorar. Alelade hallerde kabızlığı gıdanın tanzimi ile önlemek mümkündür. Bol taze meyva ve sebze yiyiniz. Yeter miktar su içmelisiniz. Sabah kahvaltısında incir yemek, akşamları üryani eriği, kaysı pestili yemek, en iyi tedbirlerdir. Akşam yatarken su içmemelidir. Gece yüznumaraya kalkmak kalbinize yük teşkil eder.



Kabızlık

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sağlıklı Beslenme, Sindirim Sistemi

Dışkılamanın yani defekasyonun üç gün­den daha seyrek veya normalden da­ha katı olarak yapılması halinde kabızlık­tan yani konstipasyondan söz edilir. Baş­ka bir deyişle ağızdan aldığımız besinle­rin 24-48 saat içinde barsakları terketmemesi ve gecikmesi halinde barsak tem­belliği var demektir. Mutlak kabızlık (orga­nik kabızlık) bağırsak tıkanması sonucu meydana gelir ki, bazı hastalıkların (ileus, kolon kanseri, konjenital megakolon yani Hirschsprung hastalığı vb.) teşhis belirtisi olarak çok önemlidir. Kabızlık çok kimsede barsakların çalış­masının bozukluğu sonucu görülür. Buna sebep çok kere kötü alışkanlık ve ıkınma yetersizliğidir. Yani alınan besinlerin barsaklardan geçişi normaldir. Besin artıkla­rı dışkı şeklinde ortalama 18 saat sonra barsağın son bölümüne yani rektuma ulaşmaktadır. Ancak dışkılama refleksi geç uyandığından, çeşitli nedenlerle tuvalete gitmeyi ihmal eden kimse rektumunu boşaltamamaktadır.

Uzun süren kabızlık dışkıda toksik mad­delerin etkisiyle başağrısına, sindirim bo­zukluğuna, zayıflamaya ve rengin solmasına neden olur. Rektumda uzun süre ka­lan dışkı sertleşir, fekalom denen taş şek­lini alarak barsakta tıkanmalanna sebep olabilir. Yanlış beslenme,yani uzun süre et, pirinç, unlu gıdalar gibi az posa bırakan şeyler yenince de kabızlık meydana gelir. Bol ye­şil sebze, meyve, sulu ve sellülozlu yani kepekli bir diyet ise kabızlığa engel ol­maktadır. Bazı kimselerin kullandıkları ilaçlar da (morfin, kodein, antikolinerjikler) kabızlığa neden olabilirler. Ülserli kimselerin aldık­ları ilaçlar da kabızlığa yol açabildiğinden beraberinde laksatif denilen dışkıyı yumu­şatıcı ilaçlar da alınmalıdır. Ara sıra her­hangi bir müshili kullanmakta sakınca yok­tur, aneak alışkanlık haline getirilmemeli­dir. Asabi kimselerde nörovejetatif sistem bozukluğu sonucu ishal meydana geldiği gibi kabızlık da (spastik kabız) oluşabilir. Bazı ateşli hastalıkların seyri esnasında (tifo, menenjit, ensefalit vb.) safranın barsağa akamadığı hallerde (safra kesesi ve karaciğer hastalıklarında) akut apandi­sitte ve peritonitte de kabızlık vardır. Ameliyatlardan sonra görülen kabızlık hem anestezik maddelerin etkisine hem de po­tasyum kaybına bağlı olduğu için bu tür kabızlık potasyum vermekle düzeltilebilir ve fazla analjezik yapmamakla önlenebi­lir. Kabızlığın tedavisinde önoe dışkılamanın bir refleks ve alışkanlık meselesi olduğu­nu unutmamalıdır. Daha sonra diyetin uy­gun bir şekle dönüştürülmesine çalışılma­lıdır. Genellikle fazla su ve barsakta po­sa bırakacak yiyecekler yemeli ve gerekir­se laksatif denilen müshil ilaçlan alınma­lıdır.



Kala-azar

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kala-azar, Leishmania Donovani adı veri­len tekhücreli parazitin neden olduğu bir tropikal bölge hastalığıdır. Batı Afrika’da, Orta ve Güney Amerika’da, Hindistan, Çin ve Sudan’da çok görülür. Yurdumuzun Marmara ve Ege bölgelerinde de görül­mektedir. Hastalığın etkeni olan parazit, tatarcıkla­rın (flebotom) ısırması ile insana geçmek­tedir. Kuluçka devri çok defa 1-4 aydır. Hastalık genellikle sinsi başlar ve kronik seyreder. Ateş 40°yi bulur. Dalak ve kara­ciğer gittikçe büyür. Karın ağrıları, bulan­tı, ishal, geçe terlemeleri, bacaklarda ödem, dişeti kanamaları, derinin esmerleş­mesi, kansızlık gibi bulgular sık görülür. Karnın şişmesine karşılık göğüs, kol ve bacaklarda ileri derecede zayıflama var­dır. Bazen yüksek ateş, titreme, kusma ve ishal ile başlayıp 1-2 hafta içinde ölü­me götüren akut vakalara da rastlanır.

Tedavi edilmeyen vakaların % 95'i ilk 2-3 yıl .içinde ölümle sonuçlanır. Tedavide Lo-midin kullanılır. Bunun yanında hastaya proteinden zengin diyetle beslenmesi için vitamin, demir, karaciğer ekstresi içeren ilaçlar verilir ve gerekirse kan transfüzyonu yapılır.

Hastalığın etkeni olan paraziti taşıyan ta­tarcık en çok köpeklerin üzerinde yaşadı­ğı için korunmada dikkat edilecek yol tatarakla savaş ve bunları taşıyan hayvan­ların kontrol altına alınması şeklinde ol­malıdır.



Kalbin Atış Ritminde Görülen Düzensizlik­ler

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin atış ritminde görüten düzensizlik­lerin yani aritmilerin bir türü ekstrasistol olarak isimlendirilir. Normalde kalbin atış­larını idare eden merkez olarak bilinen si­nüs düğümünden dakikada ortalama 60-80 arası uyarı çıkar ve kalp bu uyarılara göre düzenli bir şekilde atar. Yani sistol ve diastol denilen kasılma ve gevşemeleri yapar. Eğer sinüs düğümü dışında bir odaktan ek bir uyarı çıkar da kalp bu uyarı ile erkenden kasılırsa, yani sistol hareketi yaparsa buna ekstrasistol denir. Ekstra­sistol kalbin erken bir vuruşu olduğu için bu atıştan sonra normalden daha uzun bir ara meydana gelir. Ekstrasistoller bazen düzenli olarak her iki atımdan veya üç atımdan sonra meydana gelebilir. Ekstra­sistol .nabız sayımı ve elektrokardiyogram (EKG) ile kolayca teşhis edilebilir. Ekstrasistoller bir heyecan anında, fazla çay, kahve, alkol içilmesinde, yorgunluk ve uykusuzlukta görüldüğü gibi, organik bir kalp hastalığında veya Dijital gibi kalp ilaçlarına bağlı olarak da peydana gele­bilir. Gençlerde çok kere hiçbir kalp has­talığı olmayabilir. Ancak bu gibi kimsele­rin kalplerinde mitral stenozu dikkatle aranmalıdır. Yaşlı kimselerde görülen eks-trasistollerde de koroner sklerozu ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Tedavi için ekstrasistolu olan hastalara kinidin (Natisedin) ve kinidin benzerleri (Norpace) ile bazı sedatifler (Diazem) ve trankilizanlar (Tranxilen) verilmektedir.



Kalbin İç Zarının İltihabı,Endokardit

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin iç tabakası olan endokardın, daha doğrusu kalp kapakçıklarının iltihabına endokardit denir. Çeşitli mikroorganizma­lar, streptokokus viridans, stafilokokus aureus, pnömokok, menengokok, gonokok ve bazı funguslar kalp kapakçılarına yer­leşerek bu hastalığa sebep olurlar. Endokardit sağlam kimselerde görüldüğü gibi, çocuklukta ateşli romatizma geçirmiş veya doğuştan kalp afeti bulunan kimse­lerde birden ateşli bir hastalık olarak baş­lar. Akut endokardit denilen bu hastalıkta genel durum birden bozulur, ateş tek be­lirti olarak bulunur. Bazen hastalık daha yavaş ve uzun sürer. Dinlemeyle kalp ka­paklarında üfürüm (sufl) vardır. Haftalar geçtikçe dalak büyür, parmak uçları Hippokrat parmağı denilen çomak şeklini alır, deride kırmızı, ağrılı şişlikler yani Osler nodülleri belirir. Çeşitli organlarda küçük embolilere bağlı belirtiler görülür. Glome-rulcnefrit denilen böbrek iltihabı sık rast­lanan bir komplikasyondur ve buna bağlı olarak idrarda kan yani hematüri tespit edilir. Hastalığın bu şekilde uzun süren ti­pine endokarditis lenta adı verilir.Kalp ameliyatı geçirmiş olanlarda, özellik­le suni kapak yani prostetik valv takılmış kimselerde de endokardit çok görülmek­tedir.Teşhis için hemokültür yapılır. Yani has­tadan kan alınır ve etken olan mikrop üre­tilmeye çalışılır.Tedaviye yüksek doz antibiyotik (penisilin) ile başlanır. Ateşin ve sedimantasyonun düşmesi teşhisi doğrular.



Kalın Bağırsağın Genişlemesi, Delikokolon, megakolon

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sindirim Sistemi

Doğuştan veya sonradan çalışma bozuk­luğu sonucu kalın barsağın genişleme­sine tıp dilinde megakolon denir.

Çocuklarda doğuştan olan konjenital megakolona Hirschprung hastalığı adı verilir. Yenidoğan bebeğin normal dışkılama yapmama­sı, karnının şişmesi karşısında bu hastalık akla gelebilir. Sebebi barsakta peristaltizm hareketlerini sağlayacak sinir ganglionlarının yokluğudur. Tedavisi ancak çalışma­yan barsak bölümünün cerrahi olarak çı­karılması ile yapılabilir. Sonradan barsak tembelliğiyle oluşan me­gakolon ise kabızlık şikayetleriyle başlar. Sedanter hayat yaşayanlarda, posasız gı­dalarla beslenenlerde, karın kaslarının ıkınma için yetersiz kaldığı kimselerde (şişmanlık, gebelik) ve çeşitli nedenlerle rahat defekasyon yapamayanlarda (disk hernisi, anal fissür vb.) görülür. Günlerce kabız kalan hastanın kalın barsağında dışkı birikimi, katılaşan.fekalom denen taş gibi bir durum alır, dışarı çıkarılamaz. Lavman ile boşaltılan barsaklar röntgen filminde genişlemiş olarak görülür.



Kalınbarsak İltihabı

12 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sindirim Sistemi

İnce barsağın bitiminden son barsağa ka­dar, tüm kalın barsağın ya da bir kısmının iltihaplanmasına kolit adı verilir. Çeşitli formları vardır. Basit kolit, kalın barsağın akut tahrişi veya iltihabıdır ve ishale se­bebiyet verir. Mükoz kolit, kalın barsak mukozasının il­tihabıdır. Şiddetli ağrı, kabızlık ve ishal nö­betleri ile seyreder. Psikosomatik ve kro­nik bir hastalıktır. Diğer bir tür ise, genellikle sinirsel neden­lerle meydana gelen ve kalın barsak mu­kozasında ülserlere neden olan, ülseratif kolittir. Belirtileri, kanlı dışkılama ve ateş yükselmesidir. Ağrı yoktur. Hafif olaylar tam olarak iyileşebilseler bile ileride tek­rarlayabilir, bazen de kronikleşirler. Kalın barsak boydan boya ülserlerle dolar. Bu devrede barsak delinmesi, kanserleşme, beslenme bozuklukları ve barsak tıkanma­sı gibi ölüme yol açan sonuçlar ortaya çı­kar. Ülseratif kolit tedavisi, dikkatli bir tıbbi ba­kımı gerektirir. Hasta yatak istirahatine alınır, uygun perhiz ile beslenir ve yatış­tırıcı ilaçlar verilir. İnfeksiyon bakımından devamlı kontrol edilir, mümkünse kan ak­tarılır. Tedavi amacıyla kortizon veya ACTH kullanılabiif Genellikle kalın bar­sağın cerrahi olarak çıkarılması önerilir. Ruhsal nedenlere bağlı olduğu kabul edi­len hastalığın tedavisinde psikoterapinin de.önemli bir yeri vardır.



Kalp Çarpıntısı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp atışlarının bir kimse tarafından rahatsız edici şekilde duyulmasına çarpıntı palpitasyon denir.Hekimler kalbin hızlı bir şekilde atmasına taşikardi, düzensizlik göstermesine ise oritmi adını verirler.Çarpıntı bir kalp hastalığı olmadan da hissedilebilir. Kansızlığı olan kimselerde aşırı beden hareketi yapan ve efor sarfeden normal insanlarda kalbin hızlı çarpması bedenin normal bir kompensasyon reaksiyonudur.

Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak üzere organizma çevreye daha çok kan pompalamak zorunda kaldığından kalp hızlı atar.

Bazı içkiler (cay, kahve, alkol v.b.) ve ilaçlar (adrenalin, efedrin, amfetamin v.b.) carpmtI nedeni olabilir.

Çarpıntı şikâyeti olan kimseler bu durumun gerçek bir kalp hastalığından, kansızlıktan veya kalp nörozundan ileri gelip gelmediğini anlamak üzere bir kalp hastalığı doktoruna muayene olmalıdırlar.



Kalp Damarının Tıkanması, Miyokard Enfarktüsü

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Enfarktüs denince kalp adalesini yani miyokardı besleyen damarın (coroner arter) bir pıhtı ile tıkanması anlaşılır. Akut miyo­kard infarktüsü denen kalp hastalığı git­tikçe sık görülmeye başlanmıştır. Günü­müzde şehirlerde yaşayan stresli, sıkıntılı bir yaşam içindeki nisbeten genç erkek­lerde enfarktüs korkusu bir psikoz şeklin­de yaygınlaşmaktadır. Hastalık kalbi bes­leyen koroner damar dallarından birinin trombozla tıkanması sonucu göğüs arka­sında hissedilen bir ağrı ile başlar. Ağrı bazen çok şiddetli duyulur, ölüm korkusu ve huzursuzluğu içinde olan hastanın ko­nuşacak hali yoktur. Ani ölümlerin çoğu bu şekilde ağır bir enfarktüs ile meydana gelen kalp hastalığı sonucudur. Bazı en­farktüs vakaları ise çok hafif seyreder, hasta ciddi bir hastalık geçirmekte oldu­ğunu bile farketmeyebilir. Şikâyetlerinin hazım bozukluğu, gaz veya adale ağrısın­dan kaynaklandığını zannederek doktora gitmeyi ihmal edenler vardır.Hastanın bu sırada ölçülecek nabız ve tansiyonunda bir değişiklik bulunmaz. Teş­his ancak elektrokardiyografi (EKG) ve bazı laboratuvar bulguları (lökositoz, sedi­mantasyonun artması, serum glutamik oksalasetik transaminaz.«SGOT»ve serum piruvik transaminaz «SGPT» laktat dehidrogenaz «LDH»ve kreatinin fosfokinaz«CPK» fermentlerinin artması v.b.) ile saptanabilir.Ağrı ile beraber bulantı, kusma, nadir ola­rak hıçkırık nöbetleri, nabızda çeşitli ritm bozuklukları görülebilir. Ağrıdan sonra has­ta birden solar, vüoudunu soğuk bir ter kaplar ve ağrı geçebilir. Enfarktüs geçiren hastalarda daha sonra çeşitli ağrılar de vam edebilir. Sol meme üstünde ve so! omuza vuran sürekli, kunt ve eforla ilgili olmayan ağrılar olabilir. Koroner damarlar­da vazomotor aktivite az olduğundan bu­rada yerleşen atherom plakları yani da­mar sertliği zaman zaman kalp anjini de­nen ağrılara neden olurlar. Koroner da­marları bu şekilde yetersiz olan kimseler­de bazen enfarktüsü andıran göğüs ağrı lan olur. Bu göğüs ağrısı yarım saatten fazla sürer ve trinitrin denilen ilaçla geç­mezse akut koroner yetersizliğinden söz edilir. Bazı virüslerin sebep olduğu akut perikardit vakalarında da miyokard infarktüsünde olduğu gibi sol omuza ve kola hat­ta epigastriurna vuran ağrılar olabilir. Ancak burada ağrı sıkıştırıcı değil, batıcı ka­rakterdedir.Koroner damarlarda sinirsel uyarılarla da­ralma olup olmadığı münakoşa konusudur. Ancak koroner anjiografilerde bu arterle­rin sık sık çap değiştirdiği görüldüğüne göre soğuğun ve streslerin kalbin yükünü artırdığı ve bu şekilde koroner spazma bağlı geçici bir iskemi yani dokuların kan­sız kaldığı kabul edilebilir. Ağır kansızlıklarda koroner damarlar ta­mamen normal olduğu halde efor sırasın­da kalp dokusuna taşınan oksijen az oldu­ğundan kalp anjini şikâyetleri meydana gelebilir. Koroner damarlarda yetersizlik doğurcn faktörler yani damarlarda sertleşme (ar-terioskleroz) meydana getiren nedenler tam olarak çözülememiştir. Ailevi faktör, şişmanlık, şeker hastalığı, yüksek tansi­yon, kanda kolesterin ve ürik asit gibi bazı metabolitlerin artması ve stress gibi etken­ler koroner sklerozuna ve sonunda miyo­kard infarktüsüne neden olmaktadır.Tedavi semptomatik olarak yapılır. Nekroz yerinde sağlam bir nedbenin yerleşmesi için üç ay gerekmektedir. Ağrıyı kesmek için morfin yapılmakta, arada oksijen koklatılmaktadır. Hasta yatakta istirahat etti­rilmektedir. Koroner hastalarına bakmak için yoğun bakım servisleri kurulmuştur. Burada hastalar aletlerle devamlı olarak kontrol altında tutulurlar.



KALP YETERSİZLİĞİ BULUNMAYAN KAPAK hastaliklar-nedir-tedavi-belirtileriINDA TIPBİ TEDAVİ

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Kalbin kuvveti henüz yerinde ise mitral darlığı, mitral yetmezliği, aorta darlığı, aorta yetmezliği gibi kalb kapağı hastalıklarında tıb­bî tedavi aynidir. Bu hastalıklara müptelâ kim­seler şu noktalara dikkat etmelidir :

1. Kalbinizi yorup yedek kuvvetini harcamamaya çalışınız. Kalbinizin kapakları iyi işle­mediğinden dolayı herhangibir işi yaparken kalbiniz, başka kimselerin kalbinden daha faz­la enerji sarfetmektedir. Onun için kalbe iş yükleyen aşırı faaliyetlerden kaçınınız.

2. Merdivenleri, yokuşu, acele acele çıkmayınız. Hızlı, veya koşarcasına yürümeyiniz.

3. Heyecanlardan, münakaşalardan kaçınınız.

4. Cinsî münasebet esnasında fazla oynaşmayınız.

5. Evlenmenizde mahzur olup olmadığını

veya kadın iseniz doğurup doğuramıyacağınızı ancak hekiminiz size söyliyebilir. Gebe kaldıysanız ilk üç ay içinde muhakkak hekiminizi görünüz.

6. Yemeklerinizi azar azar, fakat sık sık yiyiniz. Bir defada midenizi şişirmeyiniz. Öğle yemeğinden sonra 1-2 saat kadar yatıp istirahat etmeyi âdet edininiz, uyumanız şart değildir.

7. Kalbinizin kuvveti yerinde dahi olsa tuzu az kullanarak kendinizi tuzsuz yemeklerin lezzetine alıştırınız.

8. Düz yolda, rüzgâra karşı olmamak ve tok olmamak şartiyle yürümeniz mahzurlu değil,

hattâ faydalı olabilir.

9. Diş çıkartmadan önce penisilin yaptı­rınız.

Kalbinizde herhangibir hastalık var, fakat kalbin kuvveti henüz yerinde olup vazifesini başarabilmekte ise buna kömpanşe, şayet kalbin yedek kuvveti kal­mamış veya azalmış olup vazifesini hakkiyle yapamıyor­sa dekompanse’dir, yani kalb kifayetsizliği yardır de­nir. Dekompanse kalb hastalıklarında nefes darlığı mevcuttur.



Kan Basıncsnın Yükselmesine Neden Oian Bir Hastalık,Feokromositom

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F, Sağlık Sözlüğü-K

Feokromositom böbreküstü bezinin dışında yer alan ve tansiyon yükselmesi yapan bir tümördür. Tümör de­vamlı olarak adrenalin salgıladığından kan basıncı yüksek bulunur. Tansiyon yüksek­liği bazı hastalarda krizler şeklinde görü­lür ve bazı ilaçların alınma­sından sonra başlayabilir. Baş ağrısı, kusma, nefes darlığı gibi belirtiler de vardır. Acil tedavi için damara phentolamin (Re-gitine) yapılır. Kesin bir tedavi için tümö­rün, cerrahi yoldan çıkarılması gerekir.



Kan Basma

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Dolaşım sisteminin merkezi olan kalp büyük bir güçle kasılarak karın damarlar içinde dolaşmasını sağlamaktadır. Kalp tarafından pompalanan kan esnek olan atardamar duvarlarını germekte yani bir basınç yapmakta ve kanı ileriye doğru it­mektedir. Tansiyon denilen bu kan basın­cı dalgalar halinde (nabız dalgaları) bü­tün vücuda yayılır. Damarlar daralıp genişleyebilme yetenekleri sayesinde organlara taşınan kan miktarını ayarlayabilirler. Bu düzenleme sinir sisteminin ve hor­monların da rol oynadığı karmaşık bir me­kanizma ile sağlanmaktadır. Kan basıncı toplardamarlarda ve kılcaldamarlarda düşük, atardamarlarda ise yüksektir Büyük dolaşımda, akciğer dolaşımındakinden ya­ni küçük dolaşımdakinden çok daha yük­sektir. Kan basıncı denince esas olarak kol atardamarında (arterıa brakıalıs) ölçülen kan basıncı anlaşılır. Kalbin kanı pom­paladığı sıradaki basınç yanı sıstolık ba­sınç tansiyonun ust hududunu (buyuk tansiyon), kalbin dinlendiği sırada olculer basınç ise alt hududunu yanı dıastolık ba sıncı (kuçuk tansiyon) gösterir Sıstolıl kan basıncının derecesi esas olarak atar damar duvarının esnekliğine bağlı oldu ğundan yaşlandıkça ve damar sertleştik­çe (arterıoskleroz) artar Dıastolık basmç ise buyuk olçude çevredeki dirence bağ­lıdır Kan basıncı sfıgmometer denj-ten monometrelerle yanı tansiyon aleti ile ve mılımetre/cıva (mm/Hg ) cinsinden ol çulur Normalde kan basıncı sıstolde 120 dıastolde 80 kadardır Sıstolık basıncır artması halinde hipertansiyondan, azalma sı halinde ise hipotansiyondan soz edilir



Kan Beni, Kan Uru

27 Şub, 2008 Estetik ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kan damarlarının bir tümör gibi büyüyerek genişlemesine yani hiperplazisine anjiyom veya hemanjiyom (Hemangiomes) denir. Deride, iç organlarda, özellikle beyinde ve çok kere doğuştan bulunan bu malformasyonlar bazen tehlikeli bir şekilde kanayabilirler. Deri ve derialtında bulunan heftnanjiyomlar doğum lekesi (şarap lekesi) veya kan beni olarak bilinir. Anjiyomlar habis tümör veya kanser değildirler, ancak bazen estetik bozukluk yaratabilirler. Yüzeysel veya derin olarak bulunabilen anjiyomlar çeşitli sendromların ve hastalıkların belir­tisi olabilirler. Ufak anjiyomlar elektrikle koterize edile­rek yani yakılarak yok edilebilirler. Büyük­leri ise ancak estetik bir ameliyatla genel anestezi altında çıkarılabilir. Bazı anjiyomlara ise sklerozan ilaçlar enjekte edilebi­lir, ayrıca kriyoterapi veya radyoterapi uy­gulanabilir.



Kan Şekerinin Düşmesi

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kandaki şeker miktarının normal değeri elan % 100 mg. dan aşağı düşmesi halin­de hipoglisemiden söz edilir.

Çok kere şeker hastalarının tedavisi için kullanılan insulin ve benzeri ilaçların faz­la gelmssi halinde veya yeterli miktarda karbonhidrat alınmadığında hipoglisemi krizi görülebilir. Çarpıntı, aşırı terleme, ellerde titreme, açlık duygusu ve eksitabilite denen bir he­yecan hali vardır. Bu durum önlenmeye­cek olursa önce baygınlık, bilinç kaybı ve sonunda hipoglisemi koması meydana gelir. Ayrıca Addison hastalığında, miksödemde, pankreas tümörlerinde ve insuline hassas kimselerde de hipoglisemi görülebilir. Hastaya ağızdan şeker veya damardan glikoz serumu vermek gerektir. Bazan ad­renalin de yapılabilir.



Kan Tükürme ve Kan Kusma

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Solunum sisteminden yani akciğerlerden, bronşlardan, trakeadan ve gırtlaktan gelen kanın ağızdan çıkışına hemoptizi veya kan tükürme denir. Mideden gelen veya kusu­lan kana ise hematemez denir. İkincisi mide suyu ile karıştığından hem daha faz­la miktarda, hem de sindirilmiş olduğun­dan koyu renkte yani kahve telvesi görü nümündedir. Hemoptizi şikâyeti olan hastanın önce ağız, burun ve geniz bölgesi (rinofarinks) herhangi bir travma veya yabancı bir ci­sim bakımından tetkik edilmelidir. Daha sonra akciğer tüberkülozu, bronşektazL amfizem, pnömoni, akciğer apsesi veya kanseri ve kalp hastalığı bakımından araş­tırılmalıdır. Bu amaçla röntgen filmi çektirmeli ve balgam muayenesi yaptırılmalıdır. Ayrıca ba­zı kan hastalıklarında (purpura, pernisiyöz anemi, lösemi), vitamin eksikliğine bogh kanama diyatezlerinde (C vitamini ve K vi­tamini), kızamıkta ve yüksek tansiyonda da hemoptizi meydana gelebileceği bilinmektedir. Bazı genç kadınlarda âdet günlerinde hemoptizi görülebilir. Hematemez şikâyetinde bulunan hastada kan ya mideden (gastrit) veya ducder ülserinden gelmiş olabilir. Bu arada kan barsaklarda sindirilerek dışarıya çıkaca­ğından dışkı kanla karışık siyah bir renk alır ki buna tıp dilinde melena denir. Henatemez ve melena yapabilen hastalıkla­rın başında peptik ülser gelmektedir. Mide veya onikiparmak barsağındaki yaranın bir kan damarına ulaşması ve onu zedele­mesi sonucu fazla miktarda bir kanama yani hematemez görülür. Ayrıca karaciğer sirozunda ve ozofagus (yemek borusu) va­rislerinin yırtılmasında da kanama olabilir Bazı ilaçlar (aspirin, kortizon, fenilbuta-zon. oksifenbutazon ve antikoagulan ilaç­lar vb.), ateşli hastalıklar (kızamık, kızıl, cicek vb.) mide ve barsak kanamasına yol açabilirler. Bazı mide-barsak kanamaları çok tehlikeli atabileceğinden bu gibi kanama belirtileri görüldüğünde hemen doktora başvurup tetkik yaptırmalıdır. Acil durumlarda ise hastaneye kaldırılıp kan vermek ve cer­rahi bir müdahalede bulunmak suretiyle hastayı kurtarmak mümkün olabilir.



Kanama ve Nedenleri

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bir kan damarının kesilmesı veya kopma­sı sonucu meydana gelen kan akması olayına kanama denir Kolay pıhtılaşmayan kanamalar, kanama bozuk­luğunun işaretidir Böyle durumlarda ka­nın trombosıt sayısı yetersiz olabiliri Ge­nellikle kanın her milimetre kubunde 200 bin trombosıt vardır ve 50 000 tanesi pıh­tılaşma için yeterlidir. Çeşitli pıhtılaşma bozukluğu nedeniyle bazı kimselerde ka­namaya eğilim fazladır Bunlarda ufak bir darbe ile deride morarma yanı ekimoz meydana gelir Özellikle diş etlerinde, çekilmış dişlerin boşluklarında, burun ve bazen iç organlarda kolayca kanama olabilir. Böyle belirtilen olanlar ameliyat edilme­den önce mutlaka kan muayenesi yaptırmalılar. Normal olarak aerıae kesııme sonucu meydana gelen kanamayı buyuk bir zorlukla karşılaşmadan durdurabiliriz Sargı bezinden kalınca bir bandaj yeterli olabilir Bir atardamarın kesilmesi gıoı önemli durumlarda sıkı bir saıgı gereklidir Bir dışın çeKiimesmden sonraki aşırı kanama dış boşluğuna tampon yapılması ve pıhtı­laşmayı kolaylaştıracak ilaçlarla durdurulabılır

Burun kanamasında, Durnu kanayan kim­se yüzükoyun yatırılmalı, ayrıca burun de­liğine tampon yapılmalıdır Elektrokoîer veya gümüş nitrat kalernı ile kanama aurdurulaoılır K vitamini, C vitamini ve hemostatık denen kan durdurucu ilaçlar uy­gulanır

Sık sık burnu kanayan bir insan mutlaka doktora görünmeli, kanamanın bir Kan hastalığından mı, yoksa burundaki bir ze­delenmeden mi meydana gerdiğini öğren­meli ve ona göre tedavi olmalıdır.



Kanser Çeşitleri ve Teşhis Yolları

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Habis urlar çıktıkları dokulara göre, kan­ser, sarkom, koryonepitelyoma, Hodgkin, habis lenfoma, kan kanseri gibi isimler alırlar. Organ bakımından en çok görülen tumörler sırasıyla akciğer kanseri, barsak ve rektum kanseri, meme kanseri, uterus (rahim) kanseri, prostat kanseri, mesane ve böbrek kanseri, lemfoma ve lö­semidir. Hastalık bazen ufak bir yara veya şişlik şeklinde gorulur. Bazen fonksiyonel bir bozukluk şeklinde, ağrı, kanama veya akıntı şeklinde de başlayabilir. Deri ve me­me kanserleri, ilk belirtileri kolayca görülebileceğinden erken hissedilir ve teşhis edilirler. Kadın genital organlarının, mide, bar­sak ve karaciğer gibi iç organların en-doskobik metot iie gözlenmesi için ba­zı araçlar geliştirilmiştir. Akciğerler bronkoskop, mide gastroskop denen araçlar­la gözlenir ve gerekirse hastalıklı veya şüpheli görülen yerlerden parça alınabi­lir. Akciğerlerde ve iç organlarda meyda­na gelen tumcral büyümeler, radyolojik metot ile yani röntgen ışınları ile filmi alınarak görünür hale getirilebilirler. Has­talıklı dokudan çok ufak bir parça alıp mikroskop altında kanseri aramaya biyop­si metodu denir. Bazen organ veya doku­nun salgısını ve dökülen hücrelerini gene mikroskop altında yayıp incelemek yolu yani smear metodu (papanicolaou) er­ken teşhise varmak için kullanılır. Akciğer kanserinin erken teşhisi için balgamda, mide kanseri için mide suyunda ve kadın­ların kollum (rahim ağzı) kanserinde vajinal akıntıda bu metot uygulanabilir. Kan kanserlerinde kanın ve şekilli elemanları­nın mikroskobik incelenmesi hastalığın er­ken teşhisini ve seyrini takip etmek ola­nağını verebilmektedir.

İnsanların ölüm nedenleri arasında bugün için kalp hastalıklarından sonra ikinci sı­rayı alan bu hastalıktan korunmak için tek çarenin erken teşhis olduğu ve bu sayede birçok insanın kanseri yendiği u-nutulmamalıdır. Aşağıda sıralanan belirtiler (semptomlar) hissedildiğinde veya görüldüğünde hemen bir doktor kontrolüne baş vurulmalıdır. Ağız: Birkaç günden fazla şurup de iyileş­meyen herhangi bir ağız yarası doktora bildirilmelidir.

Gırtlak: Bir haftadan fazla suren ses kı­sıklığından kuşkulanmalıdır. Ses tellerini incelemeye tabi tutan doktor, tahriş, ilti­hap ve tümör arasında ayırıcı bir teşhise varacaktır.

Akciğer: Uzun süren öksürük, hafif ateş fazla balgam çıkarmak, yan ağrısı gibi se­bepler bir enfeksiyonda husule gelebilir. Tedavi ile geçmeyen hastalığın teşhisinin radyolopk inceleme ile kesinleştirilmesi gerekir.

Mide: Mide kanseri seyrek olarak ağrı ya­par. İlk belirtileri iştah kaybı, ishal, bü­yük abdestte siyahlıkların görülmesi, kusma veya yutarken zorluk çekmektir. Radyolojik veya endoskopik metotlar kul­lanılarak erken teşhise varılabilir.

Meme : Kadın veya erkekte bir hafta için­de kaybolmayan ağrı, şişkinlik, meme uç­larında çekilme, çukurlaşma, kanlı veya kansız herhangi bir akıntının mutlaka u zerinde durulması gerekir Eğer doktor bir şişliğin alınmasını veya biyopsi yapılmûss-nı isterse bu tetkiki geciktirmeden yaptır­malıdır Çunku kesin teşhis ancak mıkroskopık incelemeyle yapılabilir

Genıtal organlar Uzun sureli, düzensiz veya anormal kanamalar, ele gelen şiş­likler, özellikle 35 yasından sonra görül­düğünde daima muayeneyi gerektirir Âdet kesiminden sonra, yanı menopozda meydana gelebilecek her turlu akıntı veya ka­nama smear metodu ile tetkik edilmeli, ge­rekirse biyopsi yapılmalıdır Papanıcolaou testi özellikle kollum kanserinin erken teş­hisinde bir tarama metodu olarak çok yaygınlaşmıştır Kollum ve vaıen cidarın­dan sıyırma yoluyla alınan hücreler bir cam üzerine yayılır, tespit edilir ve boyan­dıktan sonra mikroskop altında incelenir Rahim kanserlerini teşhis etmek için endometrıum biyopsisi yanı probe (kuretaı) mutlaka yapılmalıdır. Kan Halsizlik, ateş kansızlık, lenf bezlerinin şişmesı gibi hallerde lösemi denen kan kanserinden veya Hodgkın denen di­ğer habis bir hastalıktan şüphe edilebilir



Kanser

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kanser normal hücrelerin olgunlaşma, bö­lünme, çoğalma özelliklerinde ve diğer fonksiyonlarmdaki bütünlüğün ve prog­ramlanmanın kaybolması ile beliren bir hastalıktır. Vücudumuzun hemen her or­ganında meydana gelebilir. Sonuç olarak genellikle tümör dediğimiz bir hücre ço­ğalması, normal yapıdan ayrılan ve kom­şu dokulara doğru ilerleyen bir gelişme (ınvazyon), kan ve lenf yoluyla daha uzak başka organlara giderek orada yerleşme (metastaz) görülür. Kanser hücrelerinin yayılması, çevredeki sinirleri etkileyip ağ­rı verebilir. Kan damarları yırtılıp kanama­lara neden olabilir, akciğer, safra kesesi, mide, bağırsak, böbrek gibi içi boş organ­lar basınç altında kalma ve tıkanma belir­tisi ile görevlerini yapamaz duruma gele­bilirler. Hızlı bir büyüme ve çoğalma gösteren hüc­reler ur (tümör) diye bilinen bir birikime yol açarlarsa da her ur kötü huylu (ha­bis) veya kanser değildir. Fibrom denilen bağ dokusu tümörleri, lipom denilen yağ dokusu tümörleri iyi huylu (selim) dediği­miz tümörleri meydana getirir. Bunlar ya­yılma ve metastaz göstermezler. Kanserin nedeni henüz tam olarak bilin­memekte, üç grup faktörün kanser yapıcı olduğu kabul edilmektedir. Bunlar iyonlaş­tırıcı ışınlar, bazı kimyasal maddeler ve bazı virüslerdir. Kanserin, kalıtım ve ba­ğışıklık (immünite) ile ilgili olduğu da söy­lenmektedir. Bazı araştırıcılara göre insan­larda doğuştan normal, hücreler bulun­makta ve çeşitli etkenlerle anarşik faali­yete geçinceye kadar uykuda kalmakta­dırlar. Kimi araştırmacılara göre ise belli hücre gruplarının devamlı olarak tahriş edılmesi kanser değişimlerine yol açabilmektedir. (Tahriş teorisi). Baca temizleyenlerde görülen deri kanseri, pipo içen­lerde dudak kanseri, sigara içenlerde ak­ciğer kanseri yaygındır. Başta cinsiyet hormonları olmak üzere bir­çok kimyasal maddeler, özellikle meme ve üreme organlarında kanser gelişimine ne­den olabilirler. Kadın hormonlarından östrojen meme kanserinin büyümesine se­bep olduğu halde, erkeklerde görülen prostat kanserinin büyümesini önlemek için kullanılmaktadır. Aynı şekilde erkek hormonu testosteron kadınların meme kanserini yavaşlatıcı, prostat kanserini ise hızlandırıcı bir etki yapmaktadır.

Fiziksel etkenler arasında her çeşit iyon­laştırıcı ışınları (Güneş, röntgen, gama, be­ta ışınları) kanserin gelişmesine yol aç­mak bakımından tehlikeli sayabiliriz.

Ancak elektron mikroskopları altında gö­rülebilecek kadar ufak canlı varlıklar oian virüs ve virüs benzeri maddelerin kanse­re yol açabildiği yönünde bazı kanıtlar vardır. Farelerde anne sütünden geçen bir faktörün başka farelerde kansere yol a-çabildiği görülmüş, göğüs kanserinden a-lınan hücreleri civciv embriyonunun bulun­duğu yumurta sarısında büyütmek müm­kün olabilmiştir. Günümüzde gönüllü in­sanlar üzerinde yapılan deneylerde ölü kanser hücreleri aşılanmakta, bağışıklık yönünden araştırmalar sürdürülmektedir.

Kalıtımın da kanserin gelişmesinde rolü olduğu, hücre kromozomlarının anormal­likler gösterdiği bilinmektedir. Fakat bu değişikliğin kanserin nedeni mi, sonucu mu olduğu henüz çözülememiştir.



Kansızlık, Anemi

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-K

Kanın renkli maddesi olan hemoglobinin miktarı veya eritrositlerin sayısında mey­dana gelen azalma kansızlık (anemi) ola­rak bilinir. Hemoglobin, kanda % 16 ora­nında bulunur, yapı taşlarından biri de de­mirdir. Hemoglobin kemik iliğinde oluşur, asıl görevi oksijeni atardamar yoluyla vü­cudun hücrelerine taşımak olan kırmızı renkli bir maddedir. Kansızlıklar oluş nedenine göre demir ek­sikliğine bağlı anemiler, kan kaybına bağ­lı anemiler, B1 vitamini veya folik asit ek­sikliğine bağlı anemiler, kemik iliği yeter­sizliğine bağlı aplastı. anemiler, kan hüc­relerinin parçalanması sonucu meydana gelen sekonder anemiler yani hemolitik anemiler gibi çeşitlere ayrılır.

Kansız olan bir kimse soluk ve yor­gun görünüştedir. Çarpıntı, baş dönmesi ve halsizlik hisseder. Teşhis parmak uçun­dan alınan kanın sayımı ve hemoglobin ta­yini ile yapılır. Normalde milimetre küpte 4,5-5 milyon olan eritrosit yani alyuvar sa­yısı ile % 16 olan hemoglobin değeri düş­müştür. Alyuvarların hacminin toplam kan hacmine olan oranını gösteren hemotokrit değeri de % 42-47 olan normal değerin­den daha az bulunur. Bir iç kanamadan sonra oluşan kansızlık­larda vücut kanın eski hacmini korumak için kana yeni sıvılar katar. Kan, bu şe­kilde sulandığından ve hemoglobinin total kan hacmine olan oranı düştüğünden kan­sızlık görülür. Kanın normale dönmesi için vücudun yeterli kırmızı kan hücrelerini yapması zaman alır.

Kansızlığın tedavisi nedene bağlı olarak yapılmalıdır. Bir yaralanma veya kanama­ya bağlı akut vakalarda damarlarda dola­şan kan birden azaldığından şok dedığîmiz tablo meydana geleceğinden derhal kanamayı durduracak önlemler alınmalı ve hastaya kan verilmelidir. Kan gelinceye kadar onun yerini tutacak ve damarları boş bırakmayacak plazma, dekstroz, dek-stran gibi solüsyonlar damardan verilme­lidir.

Kronik kanamalar, bağırsaklarda demir emilmesinin bozulması veya demir ihtiya­cının artması (gebelik) gibi durumlarda meydana gelen anemilerde demir tedavisi yapılır. Eritrosit yapımı bozukluklarında meydana gelen kansızlıklarda (megalob-lastik makrositik anemiler) genellikle B 12 vitamini eksikliği (pernisiyöz anemi) ve­ya folik asit eksikliği görüldüğünden de­mirli ve folik asitli ve B 12 vitaminli pre-paratlar verilir. Demir preparatı alan kim­selerde dışkının siyah renkli olabileceği unutulmamalıdır. Aplastik ve diğer habis hastalıklara bağlı anemilerde asıl hastalı­ğın tedavisi ile birlikte kan aktarımı ve ke­mik iliği transplantasyonları yapılır.



Kansızlık Çeşitleri

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kansızlık birçok nedenlerden meydana gelen bir durumdur Belirtileri genellikle aynıdır ama hastalığın ve kansızlık derecesıne göre değişir Yorgunluk, zayıflık, bas dönmesi kulak çınlaması, gözlerde le­keler solgunluk ve baş ağrıları en çok görülen belirtilerdir. Eğer kanama ilerlemışse nefes darlığı, nabzın süratlenmesi, zayıfla­ması ve nihayet koma hali görülür.

Oluş nedenlerine göre üç tip kansızlık sa­yılabilir: Birinci tip kansızlık kan yapımı­nın azalması sonucu meydana gelen kan­sızlıklardır: İkinci tipte kan kaybı söz konusudur: Üçüncü tip kansızlıkta ise alyu­varların yıkımında artma vardır

Kan yapımının azalmasına bağlı anemiler:

Bu tip kansızlıklar içinde en çok görülen demır eksikliklerine bağlı kansızlıklardır Demir vücudumuzda toplam 4 gram ka­dardır Bunun 2,5 gramı kanda hemoglobi­ne bağlı olarak, 1 gramı depo demiri olarak, 0,5 gramı da myoglobın olarak dokularda ve ayrıca bazı enzimlerde bulunur

Kadınlarda adet kanaması esnasında, ge­belikte, süt verme esnasında ve çocukluk çağında demir ihtiyacı normalin birkaç katına çıkar Demir eksikliğinin nedenleri arasında, kanamaları, barsak parazitle­rini ve özellikle Anadolu’da görülen top­rak ve kıl yeme alışkanlıklarını sayabiliriz

Demir eksikliğine bağlı kansızlıklarda te­davi için ağızdan demirli ilaçlar tablet ve­ya şurup şeklinde verilir. Bu arada dışkı­nın siyah renk almasının demirden olabi­leceği de unutulmamalıdır

Megaloblastik anemiler: Karaciğer hasta­lıkları, tıroıd bezi yetersizliği, tüberküloz, Hodkgın hastalığı ve alyuvarların yıkımı­nın arttığı (hemolıtık anemi) durumların­da bu tıp kansızlık vardır Ortak neden, folık asit ve B 12 vitamini eksikliğidir Al­yuvarlar normalden daha büyüktür ama oluş hızları çok düşüktür Pernısyoz ane­mi denen kansızlık çeşidi en onemlısıdır. Bu hastalıkta midenin salgıladığı entren-sek faktör adında bir madde eksiktir. Bu­na bağlı olarak da B 12 vitamini sindirilemez. Erken teşhis ve tedavi edilmezse si­nir sistemi bozukluklarına neden olabilir. Teşhiste halsizlik, çabuk yorulma, nefes darlığı, ellerde uyuşma, dilde yanma ve atrofi gibi belirtiler önemlidir. Dil kırmızı ve kaygan bir görünüm alır.

Tedavide B 12 vitamini ile beraber folik asit verilmelidir.

Kronik enfeksiyon anemisi: Çeşitli neden­lerden ötürü kemik iliği yetersizliğine bağ­lı olarak meydana gelen kansızlıklardır. Verem gibi kronik enfeksiyonlar, lösemi­ler, zehirli maddeler ve bazı ilaçlar (Kloramfenikol, sulfamidler, hydantoin, butazolidin ve altın tuzları) tiroid yetmezliği, kronik böbrek hastalığı ve aplastik anemi sayılabilir. Bu gibi durumlarda önemli olan kansızlığa neden olan hastalığı tedavi et­mektir.

Kalıtımsal Sferositoz hastalığı : Diğer adıyla Ailevi hemofilik sarılık, alyuvarların şeker tüketme yeteneğindeki anormallik­ten ileri gelir ve kalıtımsal olarak sonraki kuşaklara geçer. Küre şeklini alan alyu­varların yaşam süresi çok kısadır. Dalak bu anormal biçimli alyuvarları yutar ve orada yok eder. Bu nedenle dalak çıka­rılması, yani splenektomi ameliyatı yapı­lır. Dalak çıkarılmasından sonra da, alyu­varların şeker üretiminde bozukluk görü­lebilir ama yaşam süreleri normaldir.

Akdeniz Kansızlığı: Talasemi ya da Cooley kansızlığı adı verilen bu hastalık da bir başka kalıtımsal alyuvar bozukluğudur.

Bu hastalık daha çok Yunanlılarda ve İtal­yanlarda görülür. Hemoglobin üretememe yüzünden ortaya çıkar. İlk evreleri demir eksikliğinden doğan kansızlığa benzer. İle­ri evrelerde hemolitik bir kansızlık ve so­nunda sarılık görülür. Dalak ve böbrek bü­yür. Etkili olabilecek tek tedavi kan nakli­dir.

Orak hücreli anemiler: Bir başka kalıtım­sal kan hastalığı olan orak hücreli kan­sızlıkta ise alyuvarlardaki hemoglobin bileşimi normalden farklıdır (S hemoglobi­ni). Bu nedenle alyuvarlar orak ya da ya­rım ay biçimini alır. Alyuvarların yaşam sü­resi çok kısadır ve hasta kansızdır. Bu hastalık daha çok zencilerde görülür. Be­lirtilerini göstermediği kimselerde bu hastalık genlerde saklı kalır. Bu hastaların kat nmda anormal hücre oluşumu vardır fa­kat kansızlık yapacak kadar çok değildir.

Bu durumda olan kişiler taşıyıcıdırlar. Eğer hastalık taşıyıcı bir kadınla, bir erkek evlenirse, çocuklarında çok şiddetli bir orak hücreli anemi ortaya çıkar. Bu has­talık için öne sürülen üre ve siyanat te­davileri henüz deneme devresindedir. Kan tranfüzyonları ile hayatın devamı sağ­lanabilmektedir.

Apîastik Anemi: Alyuvarların kemik ili­ğinde üretilememe hastalığıdır. Arsenik ve benzin gibi zehirli maddelere maruz kal­ma ve yüksek oranda radyasyondan etki­lenme sonucu oluşabilir. Akyuvarlar ve trombositler de azalabilir. Polisitemi.- Alyuvarların anormal şekilde artmasıdır. Bu hastalığın polisitemi vera diye bilinen bir çeşidinde ise, kanın her türlü hücrelerinde artış görülür. Kan sayı­mı milimetre küpte 7-10 milyon arasında­dır. Kan hacmi, normal miktarı olan 5 lit­reden 10 litreye yükselmiştir. Polisitemili bir insanın derisi genellikle kırmızıdır. Da­lak büyür ve kan basıncında artış görüle­bilir. Semptomların nedeni çoğalan kanın, kan damarlarında normal hızla akmama-sıdır. Kanın damarlarda aniden pıhtılaş­ması, çok sık görülen bir durumdur. Te­davi, kan akıtma yolu ile yapılabilir. Kanı normal hacmine getirmek için çok mik­tarda kan alınmalıdır. Bu hastalığın teda­visinde radyoaktif maddelerin kullanımı önem kazanmıştır. Radyoaktif fosfor ke­mik iliğinde alyuvar oluşumunu engelleye­rek alyuvar miktarını düşürebilir. Bu te­davi yöntemi, hastanın iznine bağlıdır. Po­lisitemi vera’nın tedavisinde en önemli faktör, kanın hacmini aynı düzeyde tut­mak açısından doktor-hasta ilişkisinin kı­sa aralıklarla sürdürülmesidir. Hastalığın nedeni henüz bilinmemektedir. Yüksek bölgelerde yaşayan insanlarda ya da kalp ve damar hastalarında da polisitemi görü­lebilir. Bu gibi durumlarda polisiteminin nedeni oksijen yetersizliğidir.

Yeni doğan bebeklerde görülen kansızlık :

Eritroblastosis fetalis denilen bu hasta­lıkta annenin kanı Rh negatif, babanın ka­nı Rh pozitiftir. Böyle evlenmelerde doğa­cak çocuğun kanı Rh pozitif olursa anne gebeyken, çocuğun kanındaki hücrelerden bir kısmı annenin kan dolaşımına geçer ve annenin bu kana karşı duyarlı hale gel­mesine neden olur. İkinci gebelikte yeni­den Rh pozitif kan annenin kan dolaşımı­na girdiğinde önceden oluşmuş güçlü an­tikorlar, bunları yok etmek için bebeğin kan dolaşımına girerler ve alyuvarlara za­rar verirler. Zarar gören alyuvarların ya­şam süresi kısadır. Hızla yok olurlarken, parçalanan hemoglobinden çıkan bilirubin maddesi birikmeye başlar. Böylece bebek sanlığa yakalanmış ve kansız kalmış olur.

Yeni doğmuş bebekteki bilirubin maddesi omurilik sıvısına geçerek beyne ulaşabi­lir. Bu yolla çok tehlikeli, tedavisi olanaksız bir biçimde beynin bazı merkezlerinin tahrip olmasına neden olur. Buna kernikterus denir. Nüfusun % 15'inde Rh nega­tif kan bulunduğu gibi her gebe olan Rh negatifli kadının bebeğinin hemolitik has­talığa yakalanması şart değildir. Bazen er­keğin kanı da Rh negatif olabilir. Bu du­rumda bebeğin kanı Rh pozitif olmaz. Ge­belik esnasında her bebeğin kanı annenin dolaşım sistemine geçmez, bu nadiren o-lan bir durumdur. Doktor, anne ile babanın kan gruplarını saptar ve gebelik süresince annenin kanındaki anti Rh antikorunun dü­zeyini indirekt Coombs testi ile araştırır.

Eğer çocuklarda eritroblatosis fetalis gö­rülürse, kandaki bilirubini ve tehlikeli an­tikorları dışarıya atmak için çocuğun ka­nı tamamiyle değiştirilir (Exchange tran-fussion).

Hastalığın şiddeti her vakada farklı oldu­ğu için, her çocuğa böyle bir tedavi gerek­meyebilir. ABO kan gruplarına bağlı olarak ortaya çıkan hemolitik hastalıklar da var­dır. Yeni doğan çocukların uzayan sarılık­larında ABO uyuşmazlığını gözönünde bu­lundurmalıdır.



Karaciğer

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Karaciğer (Hepar) karın boşluğunda, sağ­da, diyafragmaya bağlarıyla asılı duran 1500 g. kadar ağırlığında, vücudun en bü­yük organıdır. Metabolizmanın birçok kar­maşık işlevleri karaciğer tarafından yerine getirilmektedir. Organizma, karaciğer ol­madan yaşayamaz. Karaciğer hücreleri yani hepatositler şeker, yağ, protein gi­bi maddelerin vücudumuzda yapılmasını, yakılmasını.depo edilmesini ve dengeli ola­rak dağılmasını sağlarlar.

Safra ve üre gibi maddelerin yapımı, serum-albumin sentezi, pıhtılaşma faktörle­rinin yapımı, ilaçların ve yabancı maddele­rin parçalanması ve zararsız hale getiril­mesi (detoksifiye edilmesi) bazı vitamin­lerin depo edilmesi, hep karaciğerin görevleri arasındadır. Karaciğer kan bakımından da zengin bir organdır. Kanın bütün hac­minin % 10'u burada bulunur. Karaciğer ekstreleri (Liver extract) genellikle kan­sızlığın tedavisinde çok kullanılmaktadır.



Karaciğerin Büyümesi

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Karaciğer normalde kaburgaların altını pek geçmez. Kaburgalar altında hissedil­mesi, karaciğer büyüklüğü yani hepato­megali belirtisi olarak önem kazanır. Ka­raciğeri büyüten hastalıklar arasında konjestif kalp hastalıkları, (sağ kalp yetmez­liği), infeksiyonlar (Viral hepatit, bruselloz, Kötaazar, Weil hastalığı, tüberküloz, fren­gi) ve infiltratif hastalıklar (sirozlar, schistcsomiasis v.b.), kistik hastalıklar (kist hidatik) ve tümörol hastalıklar (karaciğer kanseri ve metastazik kanserler) sayıl­maktadır.

Karaciğer hastalıklarının genel belirtilerin­den birisi de sarılık (ikter) dediğimiz du­rumdur. Deride veya ilk defa göz akların­da bir sarılık belirdiğinde hemen doktora başvurmalı ve karaciğer fonksiyon testle­riyle kan ve idrar muayeneleri yaptırılma­lıdır.



Karantina

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış insanların ya da hayvanların hareket özgürlükle­rinin o hastalığın kuluçka dönemine eşit bir zaman için kısıtlanmasına karantina denir. Karantina (Ûuarantine) sözcüğü İtalyanca kırk sözcüğünden gelmektedir. Ortaçağlarda vebanın yayılmasını önlemek için gemiler limana girmeden önce kırk gün bekletildiğinden bu isim verilmiştir. Günümüzde çoğu devletler, mikrop taşı­yan hayvan ve insanın ülkeye girmemesi için sürekli alarm halindedirler. Uzay yol­culuklarının başlamasından sonra, uzay­dan dönen astronotların da karantinaya alınmasına, böylece bilinmeyen enfeksi­yon etkenlerinin yeryüzüne bulaşmasını önlemeye dikkat edilmektedir. Hasta olan kimseler, karantinaya alınmaz­lar, tecrit edilirler. Örneğin kızıla yakalan­mış bir çocuk tecrit edilir, ailesi de ka­rantinaya alınır. Her bulaşıcı hastalığın, belirli bir tecrit ve karantina dönemi var­dır.



Karasu Humması

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

En fazla Kafkas ırkından olanlarda görülen tropikal bir hastalıktır. Etkeni, kan hücre­lerine yerleşen ve plasmodium falciparum çenen kucuk sıtma parazitleridir. Başlıca belirtileri düzensiz ateş, titreme, kusma, sarılık ve nefes alma güçlüğüdür. Nefrit denilen böbrek iltihabına yol acar ve kısa surede hastayı öldürür. Habis tersiana ma­laryası denen ağır sıtma hastalığının seyrinde görülür. Ayrıca tedavi amacıyla kul­lanılan kinin gibi ilaçların meydana geti­rebileceği ağır hemoliz sonucu da oluşa­bilir.



Karbonmonoksit Zehirlenmesi

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Karbonmonoksit zehirlenmesi, esneme, baş ağrısı, mide bulantısı, baş dönmesi, sersemlik, kulak çınlaması ve karın ağrıları gibi erken belirtiler verir. Bu belirtileri iz­leyen sürede, solunum yavaşlar ve biline kaybolur. Zehirlenmiş kişi derhal açık havaya çıkar­tılmalı ve sıcak bir yere yatırılmalıdır. En kısa sürede bir doktor çağrılmalı, müm­künse hastaya saf oksijen veya oksijen-karbondioksit karışımı koklatılmalıdır. Has­tanın solunumu yavaşlamış veya durmuş ise derhal yapay solunuma geçilmelidir.

Ağır bir zehirlenme söz konusu ise, hemen hastaneye kaldırılmalı ve kan verilmelidir. Zehirlenme sinir hücrelerini etkileyecek derecede ise, beyinde işitme, görme, ko­nuşma, bellek bozukluklarına neden olan geçici veya kalıcı sekeller ortaya çıkar.

Karbonmonoksit renk ve koku vermediğin­den, zehirlenme genellikle sinsi olun. Bu nedenle cok dikkat edilmeli, kapalı yerde, karbonmonoksit çıkaran maddeler yakıl­mamalı, garajlarda araba çalıştırmamalıdır. Zehirlenmiş kişi derhal acık havaya çıkar­tılmalı ve sıcak bir yere yatırılmalıdır. En kısa sürede bir doktor çağrılmalı, müm­künse hastaya saf oksijen veya oksijen-karbondioksit karışımı koklatılmalıdır. Has­tanın solunumu yavaşlamış veya durmuş ise derhal yapay solunuma geçilmelidir.

Ağır bir zehirlenme söz konusu ise, hemen hastaneye kaldırılmalı ve kan verilmelidir. Zehirlenme sinir hücrelerini etkileyecek derecede ise, beyinde işitme, görme, ko­nuşma, bellek bozukluklarına neden olan geçici veya kalıcı sekeller ortaya çıkar.

Karbonmonoksit renk ve koku vermediğin­den, zehirlenme genellikle sinsi olun. Bu nedenle cok dikkat edilmeli, kapalı yerde, karbonmonoksit çıkaran maddeler yakıl­mamalı, garajlarda araba çalıştırmamalıdır.



Kardiyak Astım

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bir kalp hastalığına bağlı olarak (sol kalp yetmezliği, mitral darlığı), genellikle gece gelen nefes darlığı ve öksürük nöbetleri­ne kardiyak astım denir. Hastalık bronşiyal astıma benzer. Gece uykusundan ağır bir nefes darlığı ile uyanan hasta, hava açlığı dolayısıyla pencereye koşar. Kuru bir öksürük ve yüzde morarma vardır, ne­fes vermekte güçlük çeker. Her iki astım nöbeti bazen birbirine benzediğinden ko­lay ayrılamaz. Ayrım yapılamayınca da morfin yapılmaz. Çünkü kardiyak astımlı­ya iyi gelen bu ilaç, bronşiyal astımlıyı da­ha kötü yapar. Damara yapılan diüretik ilaçlar (Aminofilin) ve kalp güçlendirici ilaçlar (Cedilanid) her iki tip astıma da faydalıdır. Kardiyak astmanın daha ağır tablosu akut akciğer ödemi dediğimiz en ağır solunum güçlüğünü yaratan durum­dur. Hasta oturur durumda yani (ortopnö) durumunda bile zor nefes alır. Şiddetli ök­sürük, bol köpüklü ve bazen pembe yani kanlı balgam ve ateş yükselmesi görülür. Doktor tarafından gerekli görülen tedavi­ye başlanmalıdır.



Karın Ağrıları

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

İnsanların karın bölgesinde duydukları ani ve şiddetli karın ağrıları (akut ağrılar) ol­duğu gibi yerleşmiş devamlı karın ağrıları (kronik ağrılar) da vardır. Doktorun karşı­laştığı en zor durumlardan biri de bu ağ­rılar karşısında doğru bir karar verebil­mek ve gereksiz yere hastayı ameliyata göndermemektır. Ayrıca geciktirilmiş bir operasyon kararı ile hastanın hayatını teh­likeye sokmaktan da kaçınmak zorunda­dır. Çok kere aşırı yemek, fazla baharatlı ve­ya sindirimi zor besinler, barsaklarda bi­riken gaz, normal kimselerde bile fonksi­yonel karın ağrılarına neden olur. Mide, barsak safra kesesi delinmeleri, ıleus denilen barsak tıkanmaları, akut apandisit, dış gebelik ve dalak yırtılması, över kisti torsiyonu gibi vakalarda karında ani ve şiddetli ağrılar, doktora cok kere bıçak saplanması şeklinde tarif edilir Bu gibi vakalar teşhis edildiğinde hastayı te­davi etmek için operasyon gereklidir. Ba­zen şiddetli karın ağrısına neden olan olay, karın dışı bir organa ait ağrının bu­rada duyulması şeklindedir. (Akciğer ve miyokard infarktüsleri, akut romatizma, kurşun zehirlenmesi v.b.). İç organların kolik tarzındaki ağrıları çok kere operasyor gerekmeden tıbbi olarak ilaçla tedavi edi­lebilirler.

Kronik karın ağrıları, duyuldukları karın bölgesine göre teşhis edilirler. Gastrit, ül­ser, kronik pankreatit, safra kesesi gibi hastalıklarda ağrı epigastrium denilen karnın üst bölgesinde hissedilir. Kadın cinsel organlarına ve mesaneye ait ağrı­lar hipogastrium denen karnın alt bölge­sinde yerleşir ve kasıklara doğru yayılır­lar.



Karın Ağrısı (Akut Karın Ağrısı)

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-K

Akut Karın Ağrısı

Karında birden şiddetli ağrı yapan hastalıklar genellikle cerrahi girişimi gerektirirler. Bu ağrı bazan o kadar şiddetli olur ki hasta olduğu yerde kıpırdamadan kalır, hatta kollaps denilen bir baygınlık durumuna bile girebilir. Karın içindeki çeşitli organlarda meydana gelen herhangi bir hastalık otonom sinirler aracılığıyla genellikle orta çizgide yaygın bir ağrı şeklinde duyulur. Daha sonra iltihap organı saran peritona doğru yayılınca ağrının yeri daha belirli olmaya başlar. İltihap karın duvarını örten peritona atlayınca ağrının şiddeti de artar. Hasta şiddetli ve batıcı ağrı sebebi ile hareket edemez, öksüremez ve derin soluk alamaz.

Karın tahta gibi sert ve çökük bir durum alır.



Karında Su Toplanması

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bazı hastalıklarda karında periton boşlu­ğunda serbest su toplanır, buna tıp dilin­de asit (ascite) denir. Sıvı ile dolmuş olan hastanın karnı şişliği ile belli olur, ayrıca parmak üzerine diğer elin parmaklarıyla vurmak suretiyle yapılan muayenede (perküsyon), matite denen değişik bir ses alınır. Halbuki karın­da normal olarak barsaklardaki gaz do­layısıyla timpanizm denen bir ses vardır. Karında toplanan asitlere yoğunluklarına ve içinde bulunan albumin miktarına göre isim verilir. Yoğunluğu 1,016'dan düşük % 3 gr. dan az albümin bulunan asitlere transüda, daha yoğun ve proteini çok olanlara ise eksüda denir. Asit sıvısı içinde kan, cerahat, yağ veya habis tümör hüc­releri de bulunabilir. Parasentez denilen bir usul ile yani ponksiyon iğnesi ile ka­rından alınan asit muayene edilir ve ona gere hastalık teşhis edilmeye çalışılır. Sağ kalp yetersizliğinde, perikarditlerde, nefrotik sendromda, karaciğer sirozunda karında transüda şeklinde asit meydana gelebilir. Peritonit tüberkülozda, peritonun kanser hücreleri ile buloştrğı tümör vakalarında, Meigs sendromunda karında eksüda şek­linde ve bazen de yağlı bir asit (asit şilö) bulunabilir.



Kas Hastalıkları

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Birçok vakalarda kasları etkileyen hasta­lıklar, kasların hareket ve duyusunu kont­rol eden sinirlerin yaralanmasından mey­dana gelir. Kaslar bazen fiziksel aktivitey le yaralanabilir. Örneğin bir kas lifi, an, bir sıçrama, keskin bir vuruş veya ani bir gerilmeyle zedelenebilir. Kasları kemikle­re bağlayan tendonlar burkulabilir. Uyluk ve bacağın arkasındaki kaslar, koşma ve­ya diğer atletik sporları yaparken ayak veya bacağın ani dönüşüyle yırtılabilirler. Kasın veya tendonun koptuğu noktada ani ve şiddetli bir ağrı, yaralanmanın ilk belirtisi olarak meydana gelir. Bunu kas zafiyeti izler ve sıklıkla kas lifleri arasın­da toplanan ve pıhtılaşan kan yani nema-tom, ağrıya sebep olur. Böyle yaralanmaların tedavisinde, yaranın şiddeti ve tabiatı, hastanın yaşı ve genel durumu, önemli faktörlerdir. Kas ve ten-donların ağır yaralandığı bazı olayların te­davisi ancak ameliyatla yapılabilir. Teşhis konur konmaz yapılacak başarılı bir ame­liyatla ve kas iyileşinceye kadar hareket­siz kalınması ile iyi bir sonuç alınabilir. Kasın eski yeteneğine kavuşması için ma­saj ve hareket egzersizlerinin yavaş ya­vaş yapılması gereklidir.

Kaslar mikropların yayılmasına bağlı ola­rak iltihaplanabilir. Kasın iltihaplanmasına miyosit denir. Adalede cerahatin apse şeklinde toplanması halinde ise apsenin boşaltılması gerekir. Trişinosis, kaslarda iltihaplanma şeklinde belirti veren bir has­talıktır. Etkeni olan trişin bir parazittir ve sindirim kanalı yoluyla vücuda girer. Kas dokuları arasına yerleşerek burada büyür ve miyosite neden olur.

Poliomiyelit denen çocuk felcinde sinir hücrelerinin yıkımı kas hareketlerinin azal­masına, beslenememesine ve giderek atrofisine neden olur. Böyle kasların kullanı­lamaz durumda bulunması karakteristiktir. Gene kasların çalışamaz durumda olması ve kuvvet kaybı muskular distrofi olarak bilinen bir grup kas hastalığında da görülür. Bu durumların kaynağı çok çeşit­lidir ve çoğu zaman da bilinmez. Tipik bir hastalık da doğumda normal olarak görü­len bir çocuğun 4 veya 5 yaşlarında ba­caklarının tam olarak tutmamasıyla baş­lar. Sırt kasları zayıflar, böylece çocuk dik olarak oturamaz ve yatar pozisyondan ayağa güçlükle kalkar. Bazı vakalarda kas­ların tümü kullanılamaz hale gelir. Kas za­fiyeti ilerlerken, herhangi bir doku kaybı meydana gelmeyebilir. Kaslar daha da za­yıflar, buna karşılık güçlü kaslar çekilir ve vücut bükülür, çarpılır.

Fibrozit olarak isimlendirilen kas romatiz­masında ise bağ dokusunda iltihap vardır. Yaygın vücut ağrılarına rağmen laboratu-var bulguları normaldir. Ancak bazı nokta­lar (uyarılma noktaları) basıldığında du­yarlık gösterir.

Kas tümörüne myom denir. Adale tümör­leri erken teşhis edildiğinde ameliyatla miyom çıkartılabilir. Kaslarda oluşan herhan­gi bir şişlik karşısında ihmal etmemeli, bir doktor tarafından muayene olunmalıdır. İhmal edilmiş tümörlerin zamanla dejene­re olup çürümeleri veya kötü bir karakter kazanmaları, sarkoma dönüşmeleri müm­kün görülmektedir.



Kaşıntı

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

İnsanı rahatsız eden, hatta uykudan bile uyandırabilen, deriyi el veya tırnakla kazı­mak isteğine kaşıntı veya tıp dilinde pru­ritus denir. Çoğu kez deri hastalıklarına bağlı olarak meydana gelen kaşıntılarda deride lezyon denilen bir dış belirti var­dır. Bazı deri hastalıklarında ise kaşıntı olmaz. Kaşıntılı deri hastalıklarının başın­da uyuz parazitinin yaptığı ve en çok par­mak araları, bileğin ön yüzü ve karında siilon şeklinde izleri görülen bulaşıcı has­talık gelir. Bitlenmede de en çok omuz­larda olmak üzere gece günaüz kaşıntı vardır. Alerjik kaşıntılar toksik dermit, kontakt dermit veya ürtiker gibi deri belirtisi mey­dana getirirler. Barsak parazitleri özellikle çocuklarda burun kaşıntısı yapar. Hodgkin hastalığında, kan kanserlerinde ve bazı mantar hastalıklarında da başlangıçta ka­şıntı vardır. Urtiker (kurdeşen), kaşıntı yapan alerjik deri hastalıklarının tipik belirtisidir. Bir bakteriye, yiyeceğe, ilaca, sıcak veya so­ğuğa alerjisi olanlarda görülür. Bölgesel olarak kızartı, kabarıklık ve kaşıntı vardır. Strofulus, Nenen planus, psoriasis gibi de­ri hastalıkları da kaşıntılı olarak seyrederler. Deride belirti olmadan meydana gelen endojen kaşıntılar en çok üremi, diyabet, ikter gibi hastalıklarda görülmektedir. Lokal kaşıntılar anüste, vulvada, kulakta, gözde, burunda çeşitli nedenlerden (kir, akıntı, iltihap, nörodermatit, parazit) mey­dana gelmektedir. Psikojenik sebeple de kaşıntı olur ve kaşındıkça lokal nöroder­matit ve ödem gelişir.

Tedavi nedene göre yapılır. Endojen ka­şıntılarda en çok antihistaminikii ilaçlar kullanılmaktadır.



Kayıtsızlık Hali-Duyarsızlık,Apati

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-K

Scrrolde insanlarda bir ilgi ve duygu uyandıran durumlara karşı beliren kayıtsızlık haline apati denir. Apati birçok psikiyatrik hastalıkların ortak belirtisidir. He-heftreniklerde bu halin nedeni iç dünyaya kapanmış olmalarıdır. Şizofrenlerde ise duygu körlenmesi önemli bir apati nedenidir.Apatiye şiddetli depresyonlarda da sık rastlanır. Hastadaki enerji ve zevk alma duygusunun kaybolması ve umutsuz bir gelecek düşüncesi vardır. Akıl hastanelerinde, hapishanelerde veya başka kurumlarda uzun süre kalanlarda da şaşırtıcı derecede bir apati görülebilir. Hasta gitgide dış dünyadaki olaylara karşı kayıtsızlaşır. Tedavi sosyal ortamın değiştirilmesi ve hastanın bu değişikliğe katılması ile sağlanır.



Kekemelik

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Sesin irade dışı olarak tekrarı, uzatılması veya kesilmesi şeklinde beliren konuşma bozukluğuna kekemelik denir. Erkek ço­cuklarda kızlardan daha fazla görülür. Va­kaların yarısı 5 yaşından önce başgösterir. Kekemeliğin nedenleri tam bilinme­mekle beraber, psikiyatrik bozukluklar ve­ya yapısal kusurlar söz konusu olabilir. Çok kere kekeleyen çocukların zekâ bakı­mından diğerlerinden daha geri olduklarını gösteren belirtiler vardır. Ayrıca bu çocukların anne ve babalarının aşırı de­recede hırslı ve titiz oldukları da dikkati çekmektedir. Kekelemeye sesin oluşmasını engelleyen nefes verişler yol açar. Konuşma hareket­lerini sağlayan kaslar birdenbire kasılır, yüz ise hemen hemen her zaman buruştu­rulur. Bazı hastalar kekeleme krizinden sonra normal olarak konuşmaya devam edebilirler. Özel yöntemlerle uygulanan konuşma te­davisi ile kekemeliğin düzeltilmesi müm­kün olmaktadır.



Kelliğe Neden Olan Mantar Hastalığı

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Favus, insandan inscna direkt veya indi-rekt olarak bulaşan, özellikle çocukluk ve gençlik çağında görülen ve ergenlik ça­ğından sonra da devam eden bir mantar hastalığıdır. Etkeni olan Achorion schönleini en çok saçlı deride yerleşen bir man­tardır. Tırnak ve deride de görülebilir.Hastalık yerleştiği yere göre isimler alır. Saçlı deride görüldüğünde favus kapilliti veya kellik; yüz, el, kol derisinde favus kor-poris, tırnaklarda yerleştiğinde onikomikozis adı verilir. Saçlı deride görülen favus kapillitide, yu­varlak, muntazam, 3-15 mm. çapında, 1-2 mm. yüksekliğinde, merkezinde saç bulu­nan, kükürt sarısı renginde, gevrek, özel kokulu, çanak şeklinde lezyonlar vardır. Sonra buraları kabuklanır ve kabuk dökül­dükten sonra yerinde parlak bir sikatris dokusu yeni iz bırakır. Sikaîris teşekkül eden hasta kısımlarda bir daha saç çık­maz.

Hastalığın tedavisi antifungal denilen ilaç­larla (Griseofulvin) yapılır.



Kemiklerin Yumuşamasına Neden Olan Hastalık

3 May, 2008 Hastalıklar, Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-K

Kemiklerin sağlamlığını sağlayan, kalsi­yum (Ca) ve fosfor (P) elementleridir. Bun­ların barsaktan emilmesini ve kemiklere oturmasını ise D vitamini sağlar. Vücutta D vitamininin çeşitli nedenlerle yokluğu ha­linde ise kalsiyum ve fosforun kemiklere oturamaması nedeniyle kemikler yumuşar. Erişkinlerde görülen bu tabloya osteoma­lasi, çocuklarda ise raşitizm denir D vi­tamini eksikliği birçok sebepten ilen ge­lebilir Besinlerle yeterince D vitamini alı­namaması (Beslenme bozukluğu, sürekli olarak belirli besinlerle beslenme sonucu) bir avıtammoz halı görülebilir Sindirim sis­teminin çeşitli hastalıkları nedeniyle kalsi­yum ve fosforun emılememesı veya mide, barsak ameliyatlarından sonra emılım ortamının ortadan kalkması da osteomalo sıye yol açabilir Ayrıca D vitamini meta­bolizmasındaki bozukluğa bağlı olarak da bu kemik hastalığı ortaya çıkar. Bazı nadir böbrek yetmezliği vakalarında ise vücutta D vitaminine karşı direnç oluş­makta ve bu nedenle D vitamini etkili ola­mamaktadır. Osteomalasının vücutta meydana getirdi­ği tablo raşitizme benzer Vücut ağırlığı nı taşıyan ayaklarda şekil bozuklukları, eğilmeler meydana gelir Butun kemiklerde yaygın ağrı ve hassasiyet vardır Hastanın kasları zayıf ve güçsüzdür Şiddetli ağrıla­ra neden olan kırılmalar veya çatlamalar meydana gelebilir Tedavide beslenme düzenlenmeli, kalsi­yum ve D vitamininden zengin yiyecekler yenmelidir Başlıca kalsiyum kaynakları sut ve sütten yapılan yiyeceklerdir Tere­yağı, yumurta ve balıkyağı ise D vitami­ninden zengin besinlerdir Sindirim siste­minde D vitamini ve kalsiyum emılımını bo­zan hastalıklarda ise bu hastalıkların dü­zeltilmesi gerekir



Keratoz Hakkında Bilgi

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Derideki korneum tabakasının artmasına keratoz denir. Deri, kuru sert, kirli beyaz, sarımtırak renkte, az veya çok çıkıntılıdır. Bu keratozik değişiklik derinin bir bölümünde bölgesel ya da tüm vucudu kapla­yacak biçimde yaygın olabilir. Iktiyoz (ıchtıyosıs) denilen yaygın keratoz ya doğuştan veya yasamın ilk yıllarında başlayan ailevi bir hastalıktır Deri esmer gri renkte olup üzerı balık pulu tarzında kabuklarla örtülüdür Keratosıs pılarıs denilen hastalık ise daha çok 3-14 yaşlarında kızlarda görülen ve ergenlik çağı ile artan bir den hastalığı­dır Özellikle kol ve bacakların dış yüzle­ri ile kalçalarda yerleşir Kıl keseciklerine yerleşmiş çok sayıda beyaz veya kırmızı renkte çıkıntılar, deriye rende manzarası vermiştir Tedavide asit salısılıklı pomat­lar ile A ve C vitaminler-faydalarii önerilmektedir Bölgesel olarak meydana gelen keratozlar arasında yaşlı kimselerin sırt ve göğüsleri ile daha nadir olarak yüzlerinde meydana gelen siğilleri (verruaa senılıs) sayabiliriz. Bu gibi siğiller elektroketer ile yakılarak tedavi edilebilirler. Ayakkabı vurmasına bağlı olarak meyda­na gelen nasır (oor) da duz veya çıkıntı­lı, sarımtırak, ağrılı kuçuk hiperkeratozlardır Tedavisi için yumuşatıcı sıcak su ban­yosundan sonra asit salısılık solüsyonları (Santa nasır ilacı) surulur veya özel plas­terler yapıştırılır Nasırdan korunmak ıcın dar ve sıkı ayakkabı giymekten kaçınma­lıdır.



Kıkırdak Hastalıkları

7 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kıkırdak, kemiklerin birbirine eklemlendi­ği yerlerde bulunur. Son derece düzgün, elastik ve sertliğiyle belirlenen, beyaz, ya­rı geçirgen, bağlayıcı bir dokudur. Omurgada, omurlar arasında kıkırdaktan yapılı yuvarlak diskler vardır. Bunlar omurganın maruz kaldığı gerilimlerde sarsın­tıyı bir tampon gibi azaltır ve gerilmeye karşı da omurganın esnekliğini sağlarlar. Bu disklerin yerinden oynaması disk kay­ması dediğimiz hastalığa neden olabilir. Bacak, kol ve parmakların oynak eklemle­rini örten kıkırdaklar bu organların sessiz ve rahat hareket etmelerini sağlarlar. Bur­nun ucunda, gözkapaklarında, kulaklarda ve soluk borusunda da kıkırdak vardır.

Birçok romatizmal kemik hastalıklarında kıkırdak dokusu da hastalığa katılır. Bazı kemik hastalıklarında kemiklerin epifiz adı verilen buyume noktalarında meydana ge­len bozukluk nedeniyle büyüme durur ve cücelik meydana gelir, Akondroplazi deni­len bu kıkırdak hastalığının tedavisi yoktur. Kondrodisplazi (Marfan sendromu) denen diğer bir kalıtımsal bağdokusu has­talığında ise tersine, uzun kemikler ileri derecede uzar. On yaşından evvel teşhis edilecek olursa bu gibi kız çocuklarında östrojenler kullanılarak erken bir puberte meydana getirilir. Böylece boy uzaması durdurulabilir.

Kıkırdak dokusu örselenip parçalanabilir ve eklem çevresinde sinovya dediğimiz kı­lıf içine eklem boşluğuna düşebilir. Bazen kıkırdak dokusu kireçlenir yani kalsifikasyona uğrayarak osteokondrom dediğimiz hastalığı meydana getirir. Tümöral bir ge­lişme olan kondrosarkomdan ayırt edil­mesi ancak uzman doktorların muayene­leri ile mümkün olabilir.



Kıl Dönmesi

25 Tem, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kıl dönmesi ifade ettiği mana bakımından derinin dermis tabakasında meydana gelen kılın ilerlediği yolu şaşırarak ciltten dışarı çıkamayarak deri altında uzaması halidir. Bu tarz kıl dönmesi kılın olduğu ve kökünden çekildiği vücudun her bölgesinde meydana gelebilir. .Bu çeşit kıl dönmesi daha çok batık veya kıl batması olarak izah edilir..

Kıl dönmesi rahatsızlığı terimi geleneksel olarak kuyruk sokumunda meydana gelen kıl yumağı için kullanılmaktadır. Fakat bu anlayış kesinlikle eski ve yanlış bilgilerden kalan bir addır ve yeni bir ad bulunmadığından hastalığı tam tarif etmemesine karşın bugün hala kullanılmaya devam etmektedir.

Eski görüşte bu hastalığın doğumsal kaynaklı bir kist olduğu düşünülüyordu bu sebeple KİST DERMOİD SAKRAL olarak adlandırılıyordu. Yeni görüşe göre bir kist değil bir sinüs olduğuna karar verilmiştir ve PİLONİDAL SİNÜS adı kullanılmaktadır.

Çoğunlukla 15-25 yaş grubunda oluşur daha kıllı olmaları nedeniyle erkeklerde 10 kat daha çok oluşur. Toplumda görülme oranı % 1 civarındadır. 30 yaşından sonra kuyruk sokumu bölgesinin deriyi kalınlaştığı için hastalık başlamaz,bu yaşta görülen olaylarda sorunun daha önceden var olduğu ancak tedavinin ertenlediği düşünülür.



Kıllanma İle İlgili Bilgi

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Vücutta kıl fazlalığına hipertrikoz (Hypert-richosis) adı verilir. Fazla kıllılık erkekler için çoğunlukla dert değildir, fakat bir ka­dın için ciddi bir sorun olabilir. Kadınların özellikle alt ve üst çenelerindeki fazla kıl çıkmasının iç salgı bezleriyle ilgili olduğu bilinmektedir. Bezlerin aşırı çalışması kıl­ların aşırı büyümesine yol açabilir. Kadın­larda kılların aşırı büyümesi, menopozu geçtikten sonra olur. Aşırı kıllılığın gideril­mesinde 3 farklı yol bilinmektedir. En gü­venlisi ve genellikle en çok önerileni elek­trik iğnesi kullanılarak yapılan epilasyon-dur. Bu yöntem hem doktor hem de tedavi altındaki kadın için sabır ister. Epilasyon iğnesi kıl köküne sokulur ve kısa bir an için hafif akım verilir. Bir tedavide yalnız 10-15 kıl giderilebilir. Üst dudakta 1200-1500 kılolabileceğinden çok zaman gerekir. En iyi operatörlerin yaptığı epilasyonda bile kıl­ların % 10-50'ye kadar değişen bir miktarı (kıl bezlerini tahrip etmekte kullanılan âkı­mın etkinliğine bağlı olarak) yeniden çıkar.

Aşırı kıllanmanın röntgen ışınları ile gide­rilmesinin tehlikeleri vardır. Sonuçları be­lirsiz ve tehlikesi çok büyük olan bu yön­tem istisnai durumlar dışında kullanılma­malıdır. Kılları yok edecek kadar x ışını do­zu aynı zamanda ciltte kalıcı yaralara yol açabilir.

Aşırı kıilanmadan kurtulmanın geçici çare­leri ise tıraş etmek, sünger taşı ile ovuş­turmak, tüy döküoü merhem kullanmak, ağda yapmak ve diğer yöntemlerdir. Hid­rojen peroksit de bazen tüyleri ağartmak için kullanılır.



Kimler Romatizmaya Yakalanır?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sağlık Sözlüğü-R

Kimler romatizmaya yakalanır?

Hâd “romatizma umumiyetle 5-15 yaşları arasında bulunan çocuklarda görülür. 25 yaşını geçkin kimselerde ilk defa olarak romatizma görülmesi nadirdir. Erişkinlerdeki romatizma çok defa çocuklukta geçirilen romatizmanın nüksüdür. A hemolitik streptokok enfeksiyonu geçi­ren (meselâ boğaz anjini) çocukların ancak %3 ünde romatizma husule gelir. Demek ki hu­susî bir istidat bulunması şarttır. Daha önce romatizma geçirmiş olanlar anjin, kızıl, v.s. gi­bi streptokok enfeksiyonuna yakalanırlarsa şahsın 50 sinde romatizma nükseder. Romatiz­ma bulaşıcı değildir, fakat romatizmaya sebep olan mikrop bulaşıcıdır (-sâridir). Bazı hekimler romatizma husulünde irsiyetin rolü olduğuna inanmaktadırlar. Anası ba­bası romatizma geçirmişse çocukta da olması muhtemeldir. Romatizma geçiren çocukların %50 sinden fazlasında devamlı bir kalb hastalığı baki kalır. H’omaiizma nasıl teşhis edilir? Halk arasında, eskiden her ateşe sıtma den­diği gibi, her ağrıya da romatizma denip geçi­lir. Hakikaten romatizmanın hemen yirmi-beşten fazla çeşidi vardır. Lâkin esas kalbe vu­ranı, kalb hastalığı yapanı, başlı basma bir tip­tir ki biz buna hâd asıl romatizma hastalığı di­yoruz. Romatizmanın şayanı itimat bir tek ara­zı yoktur. Birçok arazlar bir araya gelir. Umu­miyetle oynak yerleri şişer, kızarır, ağrır, ateş yükselir. Ağrı bir oynaktan ötekine atlar. Çocuk çok fazla terler. Romatizma kalbin dış zarını, iç zarını veya ‘etini hastalandırır. Dış zarında perikardit ya­par, etinde miyokardit husule getirir, iç zarının iltihabına ise andokardit denir. Bazan kalbteki arıza, romatizma gaçirildikten 10-15 sene sonra meydana çıkar. Hattâ hasta ve etrafındakiler böyle bir romatizma geçirildiğini unutmuşlar­dır bile. Bazan da ufak bir anjinden sonra kalb-romatizması husule gelir. Şahıs bunun farkına bile varmaz. İlerde kendisini muayene eden. hekim, kalbinin hasta olduğundan bahsedince hayretler içinde kalır ve (Ama ben romatizma geçirmedim ki) der. Romatizma kalb kapakları­nı ya daraltır veya onları aşındırarak bollaştı-rır. En çok âfete uğrıyan kapaklar mitral ve aorta kapaklarıdır. . İlerde bu kapakların has­talıkları ayrıca anlatılacaktır.



Kısırlık

7 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Döl verme yani çocuk yapma yeteneğinin olmayışına kısırlık veya sterilite, bu gibi kimselere de kısır veya interfil denir Bü­tün memelilerde olduğu gibi insanda da cinsiyet özelliği iki ayrı bireyde yani erkek ve kadında gamet denilen cinsiyet hucrelerinde toplanmıştır. Bu hücreler kadında yumurtalıklarda (över) erkekte ise husye­lerde (testıs) yapılmaktadır. Ancak bu ıkı tip cinsiyet hücresinin veya tohumunun birleşmesi yeni bir insan yavrusunu mey­dana getirebilmektedir. Çocuk yapmak istedıklerı ve hiçbir korunma önlemi alma­dıkları halde normal evliliklerini yaşayan çiftlerin ıkı sene içinde çocukları olma­dığında eşlerden birinde veya her ikisinde birden kısırlık olabileceği düşünülmekte­dir Memleketimizde bu ölçülere göre kısırlık oranı ortalama %12-15 civarında bulunmaktadır. Evlendiklerinden beri hiç çocuğu olma­yanların kısırlık durumuna prımer sterılıte, bir veya daha fazla çocuğa sahip olduk­tan sonra, istediği halde tekrar çocukları olmayanların durumuna ise sekonder ste­rılıte denir. Kısırlık erkeklerde sanıldığından daha az değildir. Araştırılması kolay olduğundan doktora başvuran evli çiftlerde kısırlık muayenelerine önce erkeklerden başla­mak doğrudur.

Kısırlık sebepleri genital organ hastalık­larından, hormonal sebeplerden ve yumur­tanın yani tohumun bozukluğundan veya hiç olmayışından kaynaklanabilir. Kısırlık sorununda cinsel birleşme yani koitus şekilleri, zamanı ve cinsiyet organ­larının anatomik ve fizyolojik durumları da dikkate alınması gereken faktörlerdir. Yumurtlama (ovulasyon) zamanına rastla­mayan birleşmelerin veya içinde tohum hücreleri bulunmayan erkek menisinin fiz­yolojik olarak verimli olamayacağı açıktır. Aynı şekilde ovulasyonsuz âdet gören bir kadının (anovulatuvar siklüs) da çocuğu­nun olması beklenemez.

Kadınlarda yumurtlamanın mevcut olup olmadığını ve buna bağlı olarak endomet-riumunda hormonal değişmelerin meyda­na gelip gelmediğini anlamak için probe kürtaj, bazal temperatür grafiği, vaginal smear gibi birçok yöntemler kullanılmak tadır. Ayrıoa idrarla yapılacak hormon analizleri de ovulasyon zamanını tayin edebilmektedir. Rahim ağzında bulunan ve servikal müküs denen tıkacın hormonal ve biyolojik yapısı da kısırlık sorununda önemlidir. Cinsel temastan sonra yapılan bazı mua­yenelerde (post-koital test) bu tıkacın spermlerin rahim içine girmesine yardımcı olup olmadığı da araştırılır. Kısırlık sebeplerinden biri de geçirilmiş bir hastalık (kabakulak, tüberküloz, salpenjit, peritonit v.b.) nedeniyle yumurtalık yolla­rının yani tubaların tıkanmış olmasıdır.

Bunu anlamak için vaginadan rahim içine şırınga edilen rudyoopak madde ile uterusun ve tubaların röntgen filmini çekmek yani histerosalpengografi yapmak gerek­lidir. Son zamanlarda karın içindeki or­ganları, yumurtalıkları, tubaları ve diğer oluşumları görmek için endoskopik yön­temler geliştirilmiştir. Yumurtalıkların bü­yük ve kistik bir durum alması, az âdet görme (oligomenore veya amenore) ve kıllanma (hirsutismus) gibi belirtilerle ta­rif edilen Stein-Leventhal sendromunda da kısırlık görülmektedir.

Erkeklerin geçirdiği bazı hastalıklar (tü­berküloz, orşit, varikosel v.b.) sonucu kı­sır kalmış olmaları mümkündür. Erkekle­rin bir boşalımda çıkardıkları meninin laboratuvar tetkiki ile elde edilen değerlen­dirmeye spermogram denir. Kısırlık bakı­mından erkek spermlerinin sayısı, hare­ketliliği ve şekilleri önemli olduğu gibi, cinsiyet organının da cinsel birleşmeyi sürdürecek yetenekte olması yani sert­leşmesi (ereksiyon) gereklidir. İktidarsız­lık (impotans) erkeklerde başlıca kısırlık sebebidir. Bu gibi vakalarda kocanın sper­minin anneye verilmesi demek olan artifisiyel inseminasyon yöntemine başvuru­labilir. Sperm sayısı az olan oligospermi vakaları bazı hormonlarla tedavi edile­bilirler. Kadınlarda kısırlığın tedavisi için önce her yönden araştırma yapılıp asıl sebebin bulunmaya çalışılması gerekir. Bu tetkik­ler arasında beyin grafısi, probe kürtaj hısterosalpengografi, hormon analizleri v.b. sayılabilir. Ovulasyon görülmeyen va­kalarda ovulasyonu uyarıcı ilaçlar (Klomifem, Fertodur, Sitimovul v.b.) kullanılır. Yumurtalık yollarının tıkalı olduğu vaka­larda tubaları açmak için hidro tubasyon yapılabilir. Yani uterus içine kollumdan ilaçlı su sıkarak basınç ile tıkanıklığın açıl­ması sağlanabilir. Ayrıca Steın-Leventhal sendromunda över rezeksiyonu ameliyat, tuba tıkanıklıkların­da tuba plastiği ameliyatları (salpingolizis, anastomoz, komual emplantasyon vb. yapılabilir.



Kızamık

10 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Kızamık (Rubeola) çok bulaşıcı ve salgın­lar yapan bir enfeksiyon hastalığıdır. Morbillı rougeole veya measles gibi isimler de verilen hastalığın etkeni kızamık virüsüdür. Virüsün kuluçka devresi ıkı haftadır. Has­talık kuçuk çocuklarda nezle şeklinde yanı burun akması, hapşırık, göz yaşarması, öksürük ile başlar. Baş ağrısı, ateş yük­selmesi ve ağız içinde koplık lekeler de­nilen, etrafı kırmızı, ortası beyaz sivilcele­rin görülmesi ile teşhis konur. Daha sonra 3-4 gun içerisinde kulak arkasında, boyun­da, alında başlayan deri döküntüleri sü­ratle yüze, kol ve bacaklara, butun vücuda yayılır. Başlangıçta birbirinden ayrı olan kırmızı lekeler birleşir, sivilce haline ge­len döküntü zamanla solar, yerinde bir hafta kadar kalan kahverengi lekeler bı­rakır. Lenf bezleri genellikle şişer. Kızamığın en sık görülen komplıkasyonu yukarı solunum yolları enfeksiyonu (bronsıt, bronkopnomonı) orta kulak iltihabı (otıtıs medıa) ve gözde kornea ulseras-yonlarıdır Kızamık enfeksiyonu beyne yer­leştiğinde oldurucu ansefalıte sebep ola­bilir. Vırus enfeksiyonu olduğu için kızamığın özel bir tedavisi yoktur Hastalığın en bu­laşıcı olduğu devre ilk ıkı gun içinde yanı nezle devri olduğundan, dokuntu başladık­tan sonra çocuğu ayırmanın anlamı yok­tur Ancak çocuğu sıcak tutmak, istirahat ettirmek faydalıdır Zayıf düşen organiz­mayı, ust solunum yollarının bakterıyel enfeksiyonlarından korumak için antıbıotık yapılabilir Hastalık geçirildikten sonra omur boyu bağışıklık oluşur

Kızamıktan korunmak, hastalığa karşı ak­tif bağışıklık kazanmak için butun sağlıklı bebekleri en uygun olan zamanda yanı 15 aylıkken aşılamalıdır. Inaktıve edilmiş yanı olu vırus’e hazırlan­mış aşıların koruyuculuğu az olduğu için bugün kullanılmamaktadır Sürekli bağı­şıklık kazanmak için uygun doku kulturun de üretilmiş canlı fakat zayıflatılmış vırus aşısı (Meruvaux) yapılmalıdır

Aşılanmamış çocukları salgınlar sırasın­da hastalıktan korumak, pasif bir bağışık­lık sağlamak için kilo başına 0,04 mi gam­ma globulın (ISG) ve ayrıca aşı yapılma­lıdır Aşının bir komplıkasyonu olmadığı gibi, ust üste aşılanmanın da bir sakıncası yoktur Aşıdan sonraki 5-10 günlerde ateş ve hafif bir dokuntu belırebılır.



Kızamıkçık

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kızamığa benzediği ve 3 gun surduğu için kızamıkçık (Rubella) (German Measles) adı verilen, virutık, dokuntulu ve bulaşıcı bir hastalıktır. Kızamıkçık salgını 3-4 yıl aralıklarla, ge­nellikle bahar başlangıcında kızamıkla bir­likte ortaya çıkar Kızamıkçık her yaşta in­sanda gorulur, fakat bebeklerde ve 4 ya­şının altındaki çocuklarda olağan değildir. Genellikle daha buyuk çocuklarda ve yeni yetişkinlerde sık sık ortaya çıkar Gebe­likte kızamıkçığa yakalanmak doğacak ço­cuğun sakatlanmasına neden olabilece­ğinden tehlikeli sayılır. Kızamıkçık, kızamık gibi genellikle tükürükle etrafa saçılan mikroplarla (damlacık enfeksiyonu) ve doğrudan temasla geçer Kuluçka donemi 14-19 gun kadardır De­ride kızıllıklar başlamadan önce, bulaşıcı donem genellikle 1 veya 2 gundur

Gençlerde ilk belirtiler hafif ateş yüksel­mesi, burun akıntısı ve boğaz ağrısı şek­lindedir Yetişkinlerde ise başağrısı, hal­sizlik, kırıklık, hafif ateş, boğaz ağrısı, baştaki ve boyundaki lenf bezlerinin şiş­mesi (adenomegalı) ile birlikte ortaya çı­kabilir Genellikle kızarıklıklar şeklindeki döküntüler hasta tarafından farkedılen ilk belirtilerdir 24 veya 48 saat içinde yüzde, başta, saç diplerinde, kulakların arkasın­da görünürler ve butun vücuda yayılırlar. Bu kırmızı lekeler kızıldakilere benzerler ve kızamıktakinden daha kırmızıdırlar. Kı­zamıkçıkta koplik lekeleri görülmez. Ka­şıntı önce hafiftir, sonra kırmızı noktala­rın çevresinde şiddetlenir. Kırmızı lekeler 3 gün kadar devam eder ve kabuklanarak kurur. Kaşınmaya karşı Sipraktin, Prakten gibi ilaçlar verilir.

Genel tedavisi kızamıktaki gibidir. Hasta, ateşi normale dönene ve kırmızılıklar kay­bolana kadar yatakta kalmalıdır. Teşhis edilinceye kadar artık bulaşma olasılığı kalmadığından tecrit gerekmez. Kızamık­çık tehlikeli değildir, ancak bakteriyel en­feksiyonlar işe karışınca penisilin yapıla­bilir. Kızamıkçığın bir kere geçirilmesi bağışık­lık kazandırır. Hastanın yatağı, çamaşır­ları dezenfekte edilmeli ve hasta odası havalandırılmalıdır. Kızamıkçık olan ço­cuklar, hastalığın ilk belirtisinden sonra 3 hafta süre ile okuldan uzak tutulmalıdır. Gebe kadınların kızamıkçığa yakalanması önlenmelidir. Kızamıkçık geçirmemiş ve aşılanmamış bir gebenin kızamıkçık sal­gınında gamma globülin yapılmak sure­tiyle korunması mümkündür, fakat gamma globülin fetüsü koruyamaz.

Kızamıkçık, gebe kadında ilk üç ay içinde fetüsün ölümüne veya sakat doğmasına neden olabilir. Fetüste görülebilecek ano­maliler, göz bozuklukları, (katarakt, glo­kom vb.), kalp hastalıkları (Fallot tetralojisi, kalpte delik bulunması), sinir sistemi bozuklukları (zekâ geriliği, mikrosefalı’, ensefalit, spastik felç), kan bozuklukları (trombositopeni, purpura) gibi çok çeşit­lidir. Bu anomalilerin görülme olasılığı ge­beliğin ilk ayında %50, ikinci ayında %30, üçüncü ayda %10, dördüncü ayda %5dir.

Yeni doğan bebek virüs taşıyabileceğin-, den diğer bebekleri korumak için tecrit edilmesi doğru olur.



Kızıl Hastalığı

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kızıl (Scarlet Fever) deride kırmızı kabar­cıkların oluşmasıyla beliren, akut, bulaşıcı, döküntülü bir hastalıktır. Etkeni A grubu hemolitik streptokok denen mikroplar ve onların toksinleridir. Beş ile altı yaş ara­sındaki çocuklarda, çoğunlukla sonbahar ve kış mevsimlerinde görülür. Bir yaşından küçük çocuklar, ender olarak bu hastalığa yakalanabilirler. Belki de bu durum, on­ların kanında annelerinden aldıkları, ko­runmayı sağlayan bağışıklık cisimlerinin yani antikorların bulunmasından kaynak­lanır. Hastalığın kuluçka devresi yaklaşık olarak 3-5 gündür. Hastalıklı kimseyle ilişkide bu­lunduktan 1-2 gün sonra şiddetli boğaz ağrısı (tonsillit, farenjit), bulantı, kusma ve titreme gibi belirtilerle başlar. Nabız yükselir, ateş 40C°’a çıkar ve çocukta şid­detli başağrısı görülebilir. Çene altı lenf bezlerinin şiştiği görülmüştür. Döküntüler çoğunlukla göğüste ve boyun­da görülen, sonradan da bütün vücuda yayılan, küçük, parlak, kırmızı noktacık­lardır. Lekelerin çokluğu ve sıklığı sanki kırmızı mürekkep sürülmüş gibi bir görün­tü verir. Lekelerin, yüzden çok vücudu et­kilemesine rağmen yüksek ateş nedeniyle lekeler yüzde de görülür. Ancak kızamık-takinin aksine ağız çevresinde leke bulun­maz. Bu durum, ikküç gün sürebileceği gi­bi,cildin normal rengini yeniden kazanması bir hafta ya da daha fazla sürebilir. Kızılın görülmesinden on gün ya da iki hafta son­ra, deri soyulmaya başlar. Elde ya da ayakta deri soyulmaya başlar veya kabuk halinde düşer. Dişler, tırnaklar ve zaman zaman da saç gibi, vücudun bütün kısım­ları bundan etkilenir. Dil, kırmızı-beyaz be­nekli ve şiştir. Bu duruma ağaç çileği dili denir.

Kızıl, damlacık enfeksiyonu ile ya da has­talıklı kişinin salgılarıyla doğrudan temas yoluyla geçer. Hastanın burnundan ya da boğazından gelen salgıları taşımadıktan sonra, soyulan deri zararsızdır. Kızıl, öteki döküntülü hastalıklara kıyasla genellikle hafif bir enfeksiyon şeklinde seyrederse de, tehlikeli komplikasyonlara yol açabilir. Hastalığın erken komplikas-yonları sinüzit, orta kulak iltihabı, periton-silerapse, pnömoni, ampiyem, perikardit, artrit ve menenjittir. Hastalığı geçirdikten 2-3 hafta sonra görülen böbrek hastalığı (akut glomerulonefrit) veya akut romatiz­ma ise streptokoklara karşı aşırı bir du­yarlık sonucu meydana gelmiş gec komp-likasyonlardır.

Birçok kişi hayatlarında daha önce hafif bir şekilde kızıl geçirmişlerdir. Ancak has­talığa yanlış teşhis konulmuş ya da hiç farkedilmemiştir, ama kişi bağışıklık ka­zanmıştır. Bu da kızılın neden öteki has­talıklardan daha hafif olarak kabul edil­diğinin bir kanıtıdır. Hastalığı çok hafif bile olsa bir defa geçirmek insana hayat boyu bağışıklık kazandırır. Streptokok toksininin bir miktarı kızıl ge-çir-memiş bir kişiye enjekte edilirse, deride bir kırmızılık (eritem) meydana gelir. Bu teste Dick testi denir. Hastalığa bağışık­lığı olmayan kimselerde ise eritem olmaz, yani Dick testi negatiftir. Dick testi pozitif olanlara koruyucu olarak kızıl aşısı yapı­labilir. Kızılın yayılmasını önlemede en et­kili yol, özellikle burundan, boğazdan ya da kulaklardan gelen akıntının aktif oldu­ğu devrelerde, hastalıklı kişilerle temas edilmemesidir. Ateş devam ettiği sürece hafif bir diyet önerilir. Hastaya ateş düştükten sonra, deride soyulma başlayıncaya kadar sulu besinler verilmeli, daha sonra, vitamin, mi­neral ve protein bakımından zengin besin­ler, süt ve yeşil sebzeler diyete eklenme­lidir. Hastalığın tedavisi anitibiotik (peni­silin) ile yapılır. Genellikle hastanın soğuk­tan korunarak, yatakta en az üç hafta kal­ması sağlanır. Derinin dökülmesi arasında ılık suyla sünger banyosu yaptırılabilir. Boğaz ağrısını geçirmek için ateş düşürü­cü ve ağrı kesiciler (Aspirin, piramıdon) ve” boğaz antisepsisi için gargara yararlı ola­bilir. Hastaya bakan kişi mikroplara sürekli maruz kalacağından kızıl geçirmiş biri ol­ması tercih edilir.

Penisilinin bulunuşundan sonra kızılın teh­likesi azalmıştır.



Kalp Romatizması

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Hemen ikiyüz yıldanberi romatizma ile kalb hastalığı arasında bir münasebet bulunduğu bilinmektedir. Kuşpalazı, dizanteri, boğmaca vesair çocukluk hastalıkları kontrol altına ahnalıdan beri romatizma yegâne çocukluk düş­manlarından biri olarak kalmış bulunuyor. Ro­matizma yalnız çocukluk hastalığı değildir, gençler de onun pençesine düşebilir. Bilhassa mikrobun yayılmasına müsait kışla, okul gibi yerlerde yaşıyanlar arasında romatizma salgın halini alabilir. Nitekim Amerikan Ordusunda romatizma son savaş esnasında büyük bir me­sele teşkil etmiştir.



Kolera

12 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kolera, fazla sayıda ishal ve kusma ile çok miktarda sıvı ve elektrolit kaybedilme­sine sebep olan bir ince barsak hastalı­ğıdır.

XIX. yüzyılda Hindistan’da Bengal’de gö­rülen hastalık ticaret yollarıyla yayılmış, 1817'de Japonya’da, 1826'da Moskova’da, 1831'de Berlin’de, Paris’te ve Londra’da salgınlar yapmıştır. Daha sonra Londra’dan göçmenlerle Kanada’ya ulaşan salgınlar birçok insanın ölümüne neden olmuştur. Örnek vermek için 1892'de Hamburg’da çıkan bir salgında 17.000 kişinin hastalan­dığını ve yarısının öldüğünü söylemeliyiz. Klasik koleranın etkeni, Vibrio cholerae (Vibrio comma) adı verilen, virgü! şeklin­de, hareketli, gram negatif bir bakteridir. Kolera vibriyonu asitlere, ısıya ve kuru­luğa çok hassastır. Çeşitli eşya ve besin­ler üzerinde birkaç gün canlı kalabilir.

Kolera etkeni, ağız yoluyla bulaşır. Kuluç­ka devri birkaç saatten 1 haftaya kadar değişir. Genellikle 5 saat ile 3 gün ara­sında kabul edilir. Hastalık, kuluçka dev­rini takiben ani ishal ve kusmalarla baş­lar. İshal sırasında karın ağrısı yoktur, dış­kı adeta boşalır tarzda çıkar. Pirinç suyu gibi bulanık olan dışkının içinde pirinç ta­neleri şeklinde taneler (flakonlar) vardır. Ağır vakalarda hasta günde 15-20 litre arasında su kaybeder. Koltuk altı ısısı 32-35°C’ye düşerken, makattan alınan rek-tal ısı 38-39°C’ye çıkar. Dehidratasyon ya­ni su kaybı nedeniyle dil kurur, gözler çukura kaçar, yüz kederli ve endişeli bir hal alır. Eller, fazla su kaybı nedeniyle «çamaşırcı eli» tabir edilen şekilde buru­şur. Fazla su kaybetmiş hastalarda en çok bal­dırlarda, daha sonra ön kolda ve karın kaslarında kramplar meydana gelir. Ko­leraya yakalanmış gebe kadınların hemen yarısında düşük olur. Hastalarda ses kı­sıklığı, kulak çınlaması ve işitme bozuklu­ğu, reflekslerin azalması görülür. Bilhassa göz refleksleri kaybolur, pupillalar genişler ve göz kapakları tam olarak kapanmaz.

Bu belirtilerin görüldüğü safhaya stadium algidum adı verilir ve genellikle 3-5 gün sürer. Koleradan ölümlerin 2/3'ü bu saf­hada olur. Bu safhayı geçirenler, yavaş yavaş iyileşme dönemine girerler. Kolera mikrobu alan herkes hastalanmaz. Ağız yoluyla alınan vibriyonlar midede asit etkisi ile ölebilirler. Bazı kimseler ise in-feksiyondan sonra dışkıları ile vibriyon çı­karırlar, fakat hastalık belirtileri göster­mezler, yani porton olurlar. Bazı kimselerde kolera, günde 2-3 defa az şekilli veya sulu dışkı ile kendini belli eden, hafif bir has­talık şeklinde seyreder. Buna «kolera di-yaresi» denir. Ağır vakaiardaki belirtilerin, 2-3 gün içinde iyileşmesi halinde «kolerin» den bahsedilir. Kolera vibriyonları portör, hasta ve nekahatte olanların dışkıları ile atılır ve kolera hastalığı bu vibriyonların ağız yoluy­la alınması ile bulaşır. Vibriyon için tek kaynak insandır. Hastalardı ve portörlerin çıkardığı vibriyonların suya karışması pek çok kimsenin hastalanmasına ve geniş salgınlara sebep olur. Salgınlar bilhassa yaz aylarında meydana gelir. Koleradan korunmak için hastaların en yakın sağlık kuruluşuna ihbar edilmesi ve dışarıyla temasının kesilmesi lazımdır. Şüpheli şahıslarda portör kontrolü yapmak gerekir. Hasta ile temas edenler veya ko­lera bulunan bir yerden gelenler 5 gün karantinaya alınırlar. Dezenfekte edilmiş bol su temini, düzgün kanalizasyon tesi­satı en önemli hususlardır. Kanalizasyon bulunmayan yerlerde talimata uygun hela çukurları açılması lazımdır. Kolera vakaları görülen bir bölgede, so­kakta her türlü yiyecek ve içeceğin açıkta satılması, lokantada soğuk içecek ve ye­mek servisi yasaklanır. Çiğ yenen meyve ve sebzeler önemli bir infeksiyon kayna­ğıdır.

Koleraya karşı birçok aşılar vardır. Fakat diğer aşılarda olduğu gibi salgınlar olma­dığında yaygın bir kullanımı yoktur.



Konuşma Bozuklukları

13 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Konuşma insanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları bir dizi sesin ağızdan düzgün şekilde çıkarılmasıdır. Başka bir deyişle insanların duruş şekli ve mimik­lerinin yanı sıra fikir, bilgi ve düşüncelerini başkalarına anlatmaya da konuşma denir. Konuşma ile görevli organlar beyin, gırt­lak, ağız ve burun boşluklarıdır. İnsan sesi hayvanların çoğunda olduğu gibi nefes veriş sırasında akciğerlerden çıkmakta olan hava, gırtlaktaki ses telleri arasın­dan geçerken meydana getirilmektedir.

Gırtlağın içindeki boşluk iki tarafta altlı üstlü iki çift ses teli ile daraltılmıştır, Üst­teki ses telleri içinde musculus vocalts de­nen ses kasları vardır. İnsanlar beyindeki konuşma merkezinden gelen emirlerle bu tellerin gerilimini düzenlemek yeteneğine sahiptir. Konuşma fonksiyonunda yardım­cı olan yutak, ağız ve burun gibi organlar sesin konuşma şekline dönüşmesini sağ­larlar. Çocukların çıkardığı anlamsız ses­ler birinci yılın sonunda anadilindeki ses­lere benzemeye başlarlar. Çocuklar ilk beş yıl içinde iyi bir şekilde konuşmayı, hece­leri düzgün bir şekilde bağlamayı yani artikülasyonu öğrenirler. Çocukluktaki ko­nuşma bozuklukları, ses ve artikülasyon kusurları ile santral dil bozuklukları şek­linde görülür.

Ağız, damak ve dil anormalliklerinden ve bu organları işleten merkezlerin hastalık­larından kaynaklanan artikülasyon bozuk­luklarına dizartri adı verilir. Kekeleme gibi bazı artikülasyon bozuklukları yapısal, ya da nöromüsküler kusurlar olmaksızın da gelişebilir.

Eğer ses burun yoluyla çıkıyorsa burun sesi olarak adlandırılır ve hımhım konuş­madan söz edilir.

En sık rastlanan ses bozuklukları ses kı­sıklığı yani disfoni ya da sesin tamamen kaybolması demek olan afonidir. Ses tel­lerinin ve gırtlağın şeklinin, iltihap (larenjit) veya tümoral gelişme (nodul veya gırt­lak kanseri) bozulması sonucu meydana gelebilir. Ayrıca ses tellerinin iritasyonu veya vagus sinirinin felci de ses bozuklu­ğuna yol açabilir.



Köpek Kisti

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kist hitatik asıl kaynağı köpekler olan ekinokok parazitinin (Taenia echinococus) insanda yaptığı kistik bir hastalık olup en çok karaciğerde görülür. Ev köpeği, kurt veya tilki gibi hayvanların barsağında ya­şayan yassı solucan ve yumurtaları dışkı ile dışarıya atılır. Bu dışkı ile bulaşmış su veya yiyeceklerin koyun veya insan tara­fından yenmesiyle de solucanın embriyon­ları ara konağa geçmiş ve evrimlerini sür­dürmüş olurlar. Barsaktan dolaşıma geçen embriyonlar karaciğere gelip yerleşir veya buradan da akciğere veya beyne geçebi­lirler. Bu organlarda solucan, kist haline geçer. Kistlerin içinde bir sıvı ve iç cida­rında zamanla büyüyüp serbest hale ge­çen yavru hücreler vardır. Bu keselere kist hidatik adı verilir. Her bir yavru hücrenin dokulara gidip kist hidatik yapma yetene­ği vardır. Bu kistlerin bulunduğu dışkının köpek tarafından yenmesiyle solucan ha­yat evrimini tamamlamış olur.

Karaciğerde yerleşen hidatik kistler yavaş buyurk ve geç belirti verirler. Zamanla karaciğerlerin altına doğru büyüyen kist karında bir şişlik meydana getirir. Kompleman birleşmesi testi (Casoni reaksiyo­nu) yapılarak hastalık teşhis edilebilir. Ay­rıca kanda eozinofillerin artması da tipik bir belirtidir.

Hastalığın belirtileri kistlerin bulunduğu yere göre değişir. Çok kere kaşıntı, urtiker gibi alerjik belirtiler, hafif bir sarılık ve karında ağrısız bir büyüme vardır. Röntgen filminde ve son zamanlarda yapılan sintigrafilerle (scanning) kist cidarları belirgin olarak görülebilir.

Beyinde oluşan kistlerepilepsiye veya fel­ce neden olabilirler. Akciğer kist hidatiği hemoptizi yapabilir. Kistler seyrek olarak kendiliğinden patlar ve içlerindeki sıvı anafilaktik şoka sebep olabilir.

Tedavi, kistlerin ameliyatla ve patlatılma­dan bütünüyle çıkarılması şeklinde yapıl­dığında başarılıdır.



KORONER YETMEZLİĞİ (KALP DAMARLARININ SERTLEŞMESİ)

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Kalp damarlarının sertleşmesi ( KORONER YETMEZLİĞİ):

Kalbi besleyen damarlara koroner damar­ları veya taç damarları dendiğini daha evvel söylemiştik. Normal hallerde bu koroner da­marlar elâstikîdir, yumuşaktır. Heyecanla, yol yürümek, yokuş çıkmakla vücudun kana ihti­yacı arttığı vakit kalb de bu ihtiyacı karşıla­mak üzere fazla çarpar, kuvvetli atar ve vücu­da giden kan miktarı artar. Lâkin kalbin de eti vardır, binaenaleyh kendisi fazla çalıştığında bizzat kalb etinin de kana ihtiyacı artar. İşte bu fazla kanı temin için kalb damarları (koronerler) genişler, istirahatte iken kapalı duran kalb damarları açılır ve kalb etine istirahattekinden fazla kan gelir. Şayet herhangibir sebep­le bu kalb damarları sertleşir, daralırlarsa icab ettiği vakit (yol yürürken, yokuş çıkarken, ko­şarken) genişleyip kalbin muhtaç olduğu fazla kanı temin edemezler. Yani kalb damarları kifayet etmemektedir, işte bu hale koroner yetmezliği denir. Koroner yetmedi­ğinde, kalbin kana ihtiyacı ile kendisine gelen kan miktarı arasında nispetsizlik vardır.

Pratik hayatta koroner yetmezliğinin eıt sık görülen sebebi, kan damarlarının arteryoskleroz neticesi sertleşip daralmasıdır.

Hastalık tablosu

Koroner yetmezliği veya anjin dö puvatrinin en karakteristik arazı ağrıdır. Ağrı, her hastada çeşitli şekillerde olabilir : yakıcı, par­çalayıcı, delici, ezici. Bazılarında kalb menge­ne arasında sıkıştırlıyormuş gibi, bir his var­dır. Bir kısım hastalar da ağrıdan katiyen bah­setmezler, sadece göğüste bir sıkıntı, gaz hissi vardır. Bazan bu hisler ile birlikte geğirme, gaz çıkarma, ekşime olduğundan kimi hastalar bu­nu mideye, gaza atfederler. Halbuki bunlar se­bep değil, neticedir. Sıkıntının yeri göğsün tam ortası veya onun biraz sol tarafı olup oradan sol omuza, sol kolun iç kısmına intişar eder. Bazan boyna, dişlere, boğaza kadar çıkar. Has­talarımdan birinde kalb ağrısı sadece alt çene­ye inhisar etmekte olup diş rahatsızlığına atfe­dilerek bütün dişleri çekilmişti. Diğer bir has­tamda kalb ağrısı sadece sağ omuzda, diğer bi­rinde bademciklerde idi.

Sol kol uyuşur, karıncalanır ve hissizleşebilir. Nöbet bittikten sonra da bu uyuşukluk de­vam edebilir. Göğüs ağrısı ile birlikte ekseriya şiddetli bir ter boşanır, yüzün rengi solar, ba-zan salya bollaşır. Ağrı birkaç dakika, veya en fazla 15 dakika devam eder. Nöbetten sonra bol idrar gelebilir.

Kalb ağrısı nöbetleri ekseriya şu işleri ya­parken gelir : yol yürürken, bilhassa yemekten sonra yol yürünürse, yokuş yukarı çıkılırsa ve­ya rüzgâra karşı yürünürse. Korku, hiddet, büyük aptest ederken ıkınmak. Bazan uyur­ken. Sigara içmek, nadiren kahve içmek de kalb ağrısı husule getirebilir. Nöbetler üst üste gün­de birçok defalar gelebildiği gibi senede ancak 1-2 defa da gelebilir.

Kalp damarlarmda herhangibir hastalık bulunup bulunmadığını en emin surette tesbit eden âlet elektrokardiyograftır. Fakat nöbet haricinde, istirahat esnasında elektrokardiyogram tamamiyle normal olabilir. Bu sebepten ötürü hastaya muayyen bir hareket yaptırılıp arkasından hemen elektrokardiyogram çekmek icabeder. Bu hususta Gülhane Hastanesi 2 nci Dahiliye Kliniğinde Master’in iki basamak tes­ti denen hususi bir merdiven testi yapılmakta . Bu test yaşa, kiloya ve cinse göre ayarlanır. Eskiden yaptırılan 20 defa diz çökmek usu­lü artık tarihe karışmıştır. Master testi Türkiye’de ilk defa kliniğimizde tatbike başlanılmış ve 120 vakaya ait neticeler 1953 yılında yayınlan­mıştır. Ayrıca balistokardiograf denen bir alet­le de kalb damarlarının durumu tesbit edile­bilir. Bu alet de Türkiye’de ilk defa Gülhane 2 nci Dahiliye Kliniğinde kullanılmıştır. 1953 e kadar 300 ü mütecaviz vakada balistokardiogram çekmiş ve sonuçlarını tıbbî mecmualarda yayınlamış bulunuyoruz.



Kötü Bir Deri Hastalığı

18 Mar, 2008 Hastalıklar

Kseroderma pigmentosum doğuştan ve ailevi olarak görülen bir deri hastalığıdır. Hastalık ilk yaşlarda yüz, el ve el sırtı gibi vücudun güneş etkisinde kalan kısımların­da yanık gibi başlar. Kırmızı lekeler çil le­kesine dönüşür ve zamanla deri, kuru, ka­buklu ve damarlı bir hal alır. Ayrıca deri elemanlarının hacimce veya sayıca azal­ması demek olan atrofi vardır. Beyaz atrofik lekeler derinin parşömen gibi incelmiş ve büzülmüş olmasındandır. Bu zemin üze­rinde hiperkeratoz sonucu meydana gelen siğil gibi oluşumlar daha sonra ülserle-şirler. Prekanseröz yani kansere hazırlayıcı has­talıklardan sayılan kseroderma pigmento­sum (xeroderma pigmentosum) genellikle, 10 yaşları dolaylarında kansere veya melanom, sarkom denilen tümörlere dönü­şür. Tedavi için cerrahi yoldan çıkarılmasına çalışılır. Radyoterapi ve elektrokoagulas-yon gibi uygulamalar da yapılmaktadır.



Kramp

18 Mar, 2008 Hastalıklar, Ortapedi

Bir veya bir grup kasın ani ve istemsiz ola­rak kasılmasına kramp adı verilir. Daha ziyade baldır adalelerinde görülür. Bacak .çeriye doğru bükülür, düzgün kuvvetli bir masaj yapılırsa kas gevşer. Özellikle anemik kızlarda yeter derecede kanın gitmemesi nedeniyle gece uykuda bacaklara kramp girer.

Kız, yataktan kal­kıp oturduğu zaman ağrının ve krampın kaybolduğu dikkati çeker. Ağrılı seyreden mide kramplarına da olduk­ça sık rastlanır. Dışarıdan mide gazını giderici ilaçlar ile yardım edilebilir. Bir çay kaşığı karbonatın bir miktar soda ile karıştırılarak içilmesi veya sade su, soda gibi içecekler de yarar­lıdır. Apandisit denen hastalık hemen daima karın krampları ile gelişir. Bu tür bir kramp uzun sürerse derhal bir doktora danışılma­lıdır. Kadınlarda âdet günlerinde rahim kramp­ları olabilir. Karnın alt bölgesine sıcak uy­gulamalar bu gibi kramplarda oldukça ya­rarlıdır.



Kuduz

20 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kuduz (Rabies) her yolla vücuda girebilen bir virüs ile oluşan, bulaşıcı, akut bir hay­van hastalığıdır. Hastalıklı hayvanın öteki hayvanları ya da insanları ısırması sonucu bulaşır. Köpek hem bu hastalığa en çok yakalanan hem de bu hastalığı insanlara en çok taşıyan hayvandır. Kuduz hastalığının köpekte ilk belirtileri huysuzluk, yutkunmada zorluk ve felçtir. Köpeğin ağzı açıktır ve bu da salya ak­masına neden olur. Kuduzun son devrele­rinde köpek ulumaya, koşmaya, atlayıp sıçramaya ve ısırmaya başlar. Sonunda felç gelir ve köpek ölür. Hastalık son aşa­maya çok ender olarak ulaşır. Çünkü ku­duz köpek hemen teşhis edilir ve öldü­rülür.

Kuduz hastalığını yapan virüs daha bu hastalığın belirtileri görülmeden çok önce hayvanın salyasında belirir. Bu virüs bir hayvanın ısırması ya da başka bir yolla insan vücuduna girdiğinde sinir sistemi yoluyla ilerler. Sonra merkezi sinir siste­mine yani omurilik ve beyne ulaşır. Yüz­deki dudak ve ellerdeki ısırıklar virüsün girdiği yerin beyne daha yakın olması ne­deniyle daha tehlikelidir. Her köpek ısırmasında kuduz olma ola­sılığı göz önüne alınarak mümkünse hay­van 10 gün süreyle göz altında bulundu­rulmalı ve kuduz belirtileri aranmalıdır. İlk yardım olarak, köpeğin ısırdığı yer he­men sıcak sabunlu suyla yıkanmalıdır. Sonra ısırık yerleri ve derin yaralan ucunda kör bir iğne bulunan şırınga ile temizlen­meli ve derhal kuduz hastanesine baş­vurmalıdır. Eğer ısırıklar yüzde ve eldeyse doktor kuduz virüsünün hemen beyne ve sinir sistemine ulaşmasını önlemek için hastaya kuduz serumu (serum antirabi-cum) yapar. Bu, hastalığın kuluçka süresi­ni uzatmaya yarar. Daha sonra aktif bağı­şıklık sağlamak üzere kuduz aşısı (vacci-nun rabicum) yapılır. Aşıya duyarlık bu­lunması veya yüzde ısırıklar olması halinde ve kuduz hayvanla bir arada olan ama hastalık bulaşıp bulaşmadığı anlaşılama­yan küçük çocuklara da aşı uygulanır.

Eğer ısıran hayvan 7 gün sonra hâlâ sağ­lıklı ise doktor uyguladığı tedaviyi durdu­rur. Kuduz hastalığı çoğunlukla mikrobu aldıktan 20 ile 90 gün içinde başlar. Belir­tileri, huysuzluk, korku, hiddet ve ışınlan yerin yanmasıdır.

Hastalık başladığında sesteki hafif boğuk-luk, yutkunma ve nefes almaya yarayan kaslarda spazm olması nedeniyle boğulma hissine yol açar. Hastalığa yakalanmış olan insan yutkunmayla ortaya çıkan acı nedenıyle su içmeyi reddeder. Bu belirti se­bebi ile sudan korkmak anlamına hastalı­ğa hidrofobi de denir. Hastalık ilerledikten sonra olum kaçınılmazdır. Kuduran kimse 2 ila 10 gun içinde ölür. Kuduzu önlemek için en iyi yol butun köpek yavrularını doğduktan hemen sonra kuduza karşı aşılamaktır. Çoğu toplumların ve kentlerin bu konuda kesin kuralları var­dır. Bunlardan bin de köpeklere tasma ta­kılması, sahipsiz köpeklerin başıboş dolaş­malarına engel olunmasıdır



Kuluçka Devresi

20 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Mikropla bulaşan hastalıklarda mikrobun bedenimize girmesi ile hastalık belirtileri­nin görülmeye başlaması arasında geçen devreye kuluçka veya enkübasyon devresi adı verilir. Her bulaşıcı hastalık mikrobu için belirli bir kuluçka devresi vardır. Bu süre uzun veya kısa olabilir. Hem hastalığı teşhis etmek hem de hastayı çevresinden ayırmak yani karantinaya almak için her hastalık için belli olan kuluçka devresinin bilinme­sinde fayda vardır. Difteri (2-5 gün), kızıl (3-5 gün), basilli di­zanteri (1-7 gün), Deng (paçavra hastalığı) (1-3 gün), grip, veba, kolera, lenfositli me­nenjit (1-3 gün) menengokoksik menenjit (1-10 gün), lekeli humma (tifüs) (8-12 gün), sarı humma (3-6 gün) gibi hastalıklarda bu devre kısa, 7 gün kadardır. Çiçek (8-12 gün), su çiçeği (14-18 gün), kızamık (10-11 gün), tifo (7-21), epidemik ensefalit (4-15 gün), boğmaca (7-21 gün) gibi hastalıklarda kuluçka devresi iki haf­ta kadar sürebilir.

Kızamıkçık (10-22 gün), kabakulak (17-21 gün), çoouk felci (9-13 gün) virüs hepatiti, serum hepatiti gibi hastalıklarda ise üç hafta veya daha uzun sürebilir. Kuduzda ortalama 50-60 gündür. Ayrıca mikroplu hastalıkların bir de bulaş­ma devreleri vardır. Çiçek hastalığında kabuklar yok olana kadar hastalık bulaşıcılığını sürdürür. Karantina şarttır. Kıza­mıkçıkta döküntünün başlamasından son­ra bir hafta, kızamıkta ise 1-2 hafta, boğ­macada ise 3 hafta kadardır ve bu süre içinde çocuklar okula gönderilmemelidir.

Bulaşid devre difteride ağız veya burun­dan alınan akıntılarda kültür negatif olana kadar yani mikrop üremesi duruncaya ka­dar, kabakulakta ise lenf bezlerinin şişliği geçene kadar en az 9 gün sürer.



Lösemi

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-L, Çocuk Sağlığı

Lösemi, kandaki akyuvarların kontrolsuz ve anormal çoğalması şeklinde beliren ha­bis bir kan hastalığıdır Halk arasında kan kanseri diye de bilinir Sebebi tam olarak oılınememekte, bazı teoriler ileri sürülmek­tedir Bir çeşit tavuk lösemisinin virüsler­le geçtiği gösterildikten sonra insan löse­misinde de virüslerin rolü araştırılmış fa­kat kesin bir sonuca varılamamıştır Rad­yasyonun lösemi yapıcı etkisi gerek insan.larda yapılan gözlemler. (1945'de Hiroşima ve Nagazakı üzerine atılan atom bombası­nın etkileri) ve gerek hayvan deneyleri ile gösterilmiştir Ayrıca bazı kimyasal mad­delerin (Benzol, ksılol, toluol) de kemik ılığı ıçm zehirleyici olduğu söylenebilir Çunku bu maddelerle çalışan işçilerde yüksek oranda lösemi ve aplastik anemi görülmektedir.Lösemi hastalığı kanda anormal olarak çoğalan lösemik hücrelerin tipine göre lenfoid lösemi, myeloid lösemi vb. değişik isimler alır. Ayrıca hastalığın birden ve hızlı olarak başlayan yani akut şekilleri ile uzun süren yani kronik şekilleri birbi­rinden ayrılır. Akut lösemide kansızlığa bağlı şikâyetler, halsizlik, çabuk yorulma, nefes darlığı gibi belirtiler ön plandadır. Vücut savunmasında önemli rolleri olan lökositlerin eksikliğine bağlı olarak sık sık görülen inatçı enfeksiyonlar lösemi bakı­mından araştırılmalıdır. Ağızda ve boğazda ülserasyonlar vardır. Gene kan hücreleri­nin hastalığına bağlı olarak kanamaya eğilim fazladır. Deride ekimoz denilen kır­mızı - mor lekeler görülür. Dişetlerinde, burunda, gözde ve iç organlarda kanama olabilir. Çocuklarda kemik ağrıları, lenf bezlerinde şişme (adenomegali), dalakta büyüme, lösemilerde görülen belirtilerden­dir. Teşhis kan muayenesi ile konur. Hastaların çoğunda akyuvarların sayısı çok artmıştır.



Madura Ayağı - Maduromikoz Denen Mantar Hastalığı

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Madura Ayağı

Madura ayağı veya maduromikoz (Myce-toma) en çok Hindistan’da görülen tro­pikal bir hastalıktır. Etken olarak çeşitli mantarlar (aktinomiçes, nokardia) göste­rilebilir. Ayakta bir şişlik şeklinde başlar, gittikçe yayılır, abseleşır. Mantar yumuşak dokulardan başka kemigği de harap eder, deride delikler meydana gelir. İyi tedavi edilrnediği takdirde ayağın kesilmesi (omputasyon) gerekebilir.

Tedavide sulfonlar (Avlosulfon), atımıkotikler (Griseofulvin) ve antibiyotikler (pe­nisilin, tetrasiklin) kullanılmaktadır



Mantar Enfeksiyonları-Candida Albicans

6 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-M

Candida Albicans

Sistemik mantar enfeksiyonlarına neden olabilen bir mantardır. Geniş etkili antibiotikler birçok mikropları öldürdüğü halde bu mantarlara zarar vermez, aksine çoğalmalarına neden olabilir.İnsanlarda ağızda tükürükte, vajinada, dışkıda bulunan candida albicans’ın çoğalarak yaptığı hastalığa moniliasis denir.Deri ve mukozada candida enfeksiyonları pek tehlikeli olmadıkları halde kalpte, beyinde, kemikte yerleşen mantarların yaptığı moniliasis hastalığı daha tehlikelidir. Tedavide amphotericin-B kullanılır.



Mantar Hastalığı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Yüzeysel mantarlardan Trikofiton mentagrafitin özellikle ayak parmaklarında yaptığı hastalığa atlet ayağı denir. Çok kere ayağın 3. ve 4. parmaklar arasındaki nemli deride bir infiltrasyon şeklinde görülür. Deri yumuşar ve zamanla masere olarak soyulur. Enfeksiyon zamanla parmak yüzeylerine doğru da yayılır. Bu mantar hastalığından korunmak için ayaklar temiz ve kuru tutulmalı, ıslak kalmaması için pudralanmalıdır. Tedayi için antimikotik denilen ilaçlar hem lokal olarak deriye tatbik edilir, hem de ağızdan kullanılabilir.



Mantar Hastalıkları

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Derinin yüzeysel olarak bazı mantarlarla bulaşması sonucunda meydana gelen hastalıklara derinin mantar hastalıkları veya tıp dilinde epidermomikoz denir. Bir mantar türü olan mierosperum furfur’un vücudumuzda meydana getirdiği kronik seyirii hastalığa Ptyriasis versicolor adı verilir. Mantar genellikle göğüs ve sırtta sütlü kahve renginde lekeler şeklinde belirir. Epidermophytia inguinalis’in kasıklarda, perinede, torbalarda egzama şeklinde yaptığı hastalığa da Eczema Margine de Hebra denir. Microsporum audouni’nin genellikle saçlı deride yaptığı mikozlara da genel olarak Miorosporie adı verilir. Özellikle çocuklarda görülen bu mantar hastalığı çok bulaşıcıdır. Okullarda herhangi bir vaka görüldüğünde hastalığın bulaşmaması için önlemler alınmalıdır. Trikcfiton denilen mantarların sebep olduğu birçok değişik lezyon ve hastalık vardır. Bunlar arasında saçlı deride saçkıranı meydanagetirenTrichophytie capitis.yinebir mantar türü olan Trichcphytie Scnönleini temriyeyi yapan Triohophytie çorporis, sa kalda sikosis yapan Trichophytie sycosis en çok görülenlerdir. Tedavi, genellikle karbonatlı su, jansiyan moru, metilen mavisi gibi solüsyonların atuşmanları ve mantarları yok edici diğer antimi-kotik (Nystatin, Canesten, Amphotericin-B v.b.) ilaçlarla yapılmaktadır.



Mantar Zehirlenmesi

30 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Besin olarak yenen bazı mantarlar, bitki­ler âleminin basidiomycetous grubundan canlı varlıklardır. Mantar zehirlenmesi, bunların zehirli tiplerinin yenmesiyle mey­dana gelir. Özellikle Amanita phalloides Amanita muscaria, Amanita vera, bilinen en zehirli mantarlardır. En önemli zehirleri muscarindir. Zaman zaman da, daha önce tanımlanmamış olan bazı mantar tipleri­nin de zehirli etkilere sahip oldukları bil­dirilmektedir. Bazı vakalarda, mantar zehirlenmesi belir­tileri, mantarın yenmesinden 6-14 saat sonra görülür. Zehirlenmelerde ağır karın ağrıları, kusma, sulu ishal, aşırı bir susuzluk vardır. Deri zamanla mavi renk alır. Yerinde duramama, devamlı hareketlilik, nabzın yavaşlaması, görme bozuklukları, gözbebeğinin küçülmesi, zehirlenmenin di­ğer belirtileridir. Kas kasılmalarını kollaps yani dolaşım sisteminin iflası izler ve zehirlenme ölüm­le sonuçlanır. Bütün bu belirtiler zehirin sindirim sistemini, karaciğeri ve sinir sis­temini etkilemesi sonucu ortaya çıkar. Mantar zehirlenmesinin erken saptanması halinde tedaviye midenin hemen yıkanma­sı ve barsakların boşaltılması ile başlama, lıdır. Böylece zehirin sindirilerek kana ka­rışması önlenebilir. Zehirin kana karışma­sı halinde ise deri altından atropin yapılır. Atropin,muskarin zehiri için iyi bir antidottur.



Mantarlar ve Mantar Hastalıktarı Mikotik Hastalıklar

30 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Mantarlar bitkiler âleminin klorofilden yoksun tek veya çok hücreli canlılarıdır. Bir hücreli mantarlar (sporlar ve mayalar) mikroplara benzerler, ancak çevrelerinde sellüloz zardan oluşan kalın bir zarın bu­lunması ile onlardan ayrılırlar. Mantarla­rın bitkisel yapılan tal denilen liflerden oluşmuştur. Üremeleri bazılarımda eşeyli sporlarla, bazılarında ise eşeysiz sporlar­la olur. Lifleri bölmelere ayrılmamış olan basit yapılı mantarlardan (miksomiçetler, fikomiçetler, zigomiçetler) başka lifleri bölmelere ayrılmış, üreme organları iyi ge­lişmiş yüksek yapılı mantarlar (basidiomi-çetler, askomiçetler, adelomiçetler ve aktinomiçetler) de vardır, insanlarda parazit olarak bulunan ve has­talık yapan mantarlar veya başka bir de­yimle mikozlar mikroskobik olanlardır. İn­sanda asalak yaşayan doksana yakın tür­de mantar sayılmıştır. Bunların bir kısmı saprofit olarak yaşarlar yani hastalık yap­mazlar.

Mantarların, deri, tırnak, kıl ve saçları et kileyerek meydana getirdikleri hastalıklar yüzeysel mantar hastalıkları genel adı al­tında toplanırlar (dermatofit, pitriyazis, versikolor, kandida hastalıkları). Bazı man­tarlar deri altında toplanıp kronik iltihap­lara ve miçetom denilen yalancı mantar urlarına neden olurlar. Bedenin ayak, diz, göğüs, kasık gibi çeşitli bölgelerinde has­talık yaparlar. Bu mantarlardan Madurella myecetomi’nin özellikle ayaklarda meyda­na getirdiği şişlikler madura ayağı diye bilinen kronik bir hastalığı meydana geti­rir. Büyük ölçüde şişmiş ve içi düğümler­le dolu, yüzeyi fistullerle kaplı madura ayağından tanecikli bir irin yanı cerahat akar. Tedavisi geciken olaylarda ayağı kes­mek gerekebilir

Sporotrıchum schenkıı adındaki mantarın lenf sistemine yerleşerek meydana getir­diği hastalığa sporotrıkum cladosponum türünden mantarların den altında sığıl seklinde meydana getirdiği hastalığa da kromoblastom adı verilir. Mantarların iç organlarda meydana getir­diği hastalıklar derin mantar hastalıkları adı altında toplanırlar Bunların arasında Aspergıllus fumıgatus’un sebep olduğu kuf mantarı hastalığının, Cryptococcus neoformans’ın sebep olduğu krıptokok hastalıklarını, Hıstoplasma capsulatum’un gribe benzer şekilde meydana getirdiği hıstoplazma hastalığını akciğerlerde yer­leşen oradan den ve mukozalara yayıla­rak Blastomyces dermatıdıs mantarının oluşturduğu blastomıçes hastalıklarını, Cocçıdıoıdes ımmıtıs’ın etken olduğu koksıdıyoıdes hastalığını sayabiliriz Bütun bu mantar hastalıklarının teşhis edilebilmesi için şüphe edilen lezyondan alınan örnek lerde mantarların görülmesi gerekmekte dır Mantarların üretilme ortamı olan şa bouraud besıyerıne diğer bakterilerin ure meşine engel olmak için antıbıotık kon­muştur Böylece çeşitli mantar türleri üre­tilerek eınslerı ayırt edilir Bazı mantar hastalıklarının teşhisinde ise deney hay­vanları kullanılır

Mantar hastalıklarının tedavisinde antımıkotik denilen ilaçlar kullanılır Mantarlara da etkili olan Nıstatın, Pımafusın Amfote-rısın gibi antımıkotık antıbıotıkler bulun­muştur



Mavi Hastalığa Neden Olan Kalp Anomalisi,Fallot Tetralojisi

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F, Sağlık Sözlüğü-M

Doğuştan kalpte mevcut bazı gelişim ku­surları Fallot tetralojisi adı ile anılır ve be­beklerin mavi hastalık diye bilinen hastalı­ğına neden olur. Embriyolojik gelişme esnasında kalbin sağ ve sol karıncıklarını ayıran duvarda (interventriküler septum) mevcut olan deliğin kapanmamış olması Fallot tetralojisinin dört belirtisinden biri­dir. Ayrıca akciğere giden atardamarda (Arteria pulmonalis) bir daralma, sağ ka­rıncıkta aşırı gelişme ve aortun kalbin sağ tarafına doğru yer değiştirmesi gibi belir­tiler vardır. Bu gelişim anormallikleri ile yani Fallot tetralojisi ile doğan bebeklerde kanın oksijenlenmesi iyi olmaz. Akciğerle­re gidecek kanın bir bölümü ‘kalpteki de­likten doğruca sol karıncığa geçer, yani oksijenlenmeden genel dolaşıma katılır.

Bu bebekler devamlı .olarak veya biraz yorulduklarında hemen morarırlar. El par­maklarının uçları şişer ve yuvarlaklaşır. Büyüyünce, bebeğin en ufak bir hareketle bile yorulup nefessiz kaldığı, dinlenmek için cömeldiği görülür. Halk arasında mavi hastalık diye bilinen bu vakalar kendi ö-iBİliklerine göre değerlendirilmelidir.

Doğuştan bu tür kalp hastalığı bulunan ve moraran bebeklerin tedavisi günümüzde cerrahi olarak yapılmaktadır.



Menenjit, Beyin Zarı İltihabı

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Menenjit, belli bir hastalık değildir, menenj denilen beyin zarının iltihaplanması­nın genel adıdır. Menenjite neden olan de­ğişik virüsler varsa da genellikle pnömokok, stafılokok veya streptokok gibi mik­roorganizmalar menenjitin başlıca nedeni­dir. Serebrospinal humma da denilen salgın menenjit, adına menengekok denen bir mikrobun yol açtığı bir menenjit türüdür. Bu hastalık seyrek vakalar halinde görüldüğü gibi salgın biçiminde de yayılabilir. Salgın menenjit bu hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ya da hapşırması yoluyla saçılan mikroplu zerreciklerle temas edilmesiyle (damlacık enfeksiyonu biçiminde yayıl­maktadır. Kesin teşhis ancak lomber pönksionla alınan beyin-omurilik sıvısında cerahat hücrelerinin bulunması ile konur (Puruient menenjit). Daha çok çocukları ve gençleri yakalayan bu hastalık kış aylarında ve ilk­baharda daha çok görülür. Epidemik me­nenjite aşırı kalabalık ve sağlığa aykırı yerleşmelerde rastlanır. Kuluçka dönemi, yanı mikrobun vücuda girmesinden, belir­tilerin görülmesi için geçen zaman 3-7 gündür.. Menenjitin başlangıcı, anidir ve birçok bakımdan normal üşütmeye, soğuk algınlığına benzer. Ateş, üşüme, başağrısı, boyunda, kol ve bacaklarda ağrı, kusma ve halsizlik vardır. Boyunda peteşiler gö­rülür. Menenjitin en karakteristik belirti­lerinden biri boyun tutulması yani ense sertliğidir. Otuzaltı saat içinde başlar ve başın hareketleri son derece ağrı verici olur. Doktorlar bu bulguya (Kernig belir­tisi) derler. Menen|ite yakalanan kişi gü­rültü ve ışıktan etkilenir, yüzü solgundur veya morarmıştır. Tedavide kemoterapötıkler, özellikle sulfamidli ilaçlar ve penisilin kullanılarak bu hastalıktan olum oram büyük ölçüde azal­tılmıştır. Bu yüzden menenjitten geçmişte olduğu kadar korkulmamaktadır. Tüberkü­loz ve hemofılus enfluenza mikroplarının neden olduğu menenjitler de bu isimlerle anılır ve beyın-omurilîk sıvısının incelen­mesi sonucunda ayırıcı teşhis ve tedavi yapılır.



Metabolizma Hastalıkları

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M, Sindirim Sistemi

Besinlerin organizma için gerekli enerjiyi sağlamak üzere sindirim sisteminde par­çalanarak yıkılmaları, emilmeleri, bazıları­nın yeniden yapılmaları, depo edilmeleri metabolizma dediğimiz olaylar zinciri için de oluşur. Sindirim sisteminde başlayan ve hücre düzeyinde devam eden bu biokimyasal olaylar halkasında bozukluk, re­aksiyonların yavaşlaması, hızlanması, ara maddelerin oluşmaması, fermentlerin ve hormonların salgılanmasındaki değişmeler metabolizma hastalıklarını meydana geti­rirler.

Lipid metabolizması bozuklukları:

Yağ dediğimiz besin maddesi vücudumuz­da bağırsaklardan emildikten sonra lenf do­laşımına ve kana geçer. Kan serumundaki yağlara serum lipidleri denir ve bunlar trigliserid, kolesterol ve yağ asitleri isimleri altında değişik kimyasal yapılar olarak bu­lunurlar.

Kanda kolesterinin arttığı esansiyel hiper-kolesterolemi denilen ailevi hastalıkta er­ken bir kalp yetmezliği, damar sertliği, göz kapaklarının etrafında san plaklar (ksan-talesma) gibi belirtiler görülür, ledavide yağlardan .özellikle doymuş yağ asitlerin­den fakir bir diyet uygulanır. Derialtı yağ dokusunda oluşan ve yağ tu-möru denilen lipomların meydana gelişleri yağ metabolizmasının bozukluğunun bir belirtisi olabilir. Menopoza girmiş bazı ka­dınlarda derialtı lipomları ve yağ tabaka­ları ağrı yapabilir. Bu duruma, adipozitas doloroza adı verilir. Rejim ile zayıflatmak mümkün olmayan vakalarda, operasyon gerekebilir. Yağ dokusunun iltihaplanması ve dejenere olması halinde VVeber-Chris-tion hastalığı söz konusudur.

Protein metabolizması bozuklukları:Kan proteinlerinin yapı bozuklukları veya eksiklikleri birçok hastalıklarda görülen belirtileri meydana getirirler. Kanda büyük protein moleküllerinin bulunduğu Walden-strom hastalığında, (makrogloblunemi) halsizlik, kilo kaybı, nefes darlığı, kana­maya meyil ve görme bozukluğu gibi be­lirtiler vardır.

Antikor eksikliği sendromu denilen ve lenfoid dokuda antikor yapımının durması so­nucu hastalıklara, özellikle mikroplu has­talıklara karşı direncin azalması gibi du­rumlarda kanda gamma globulin denilen protein ya çok azalmıştır veya hiç yoktur.

Bu duruma agammaglobulinemi denir. Doğuştan veya sonradan oluşan hastalık­larda multiple myelom ve lösemi görülür.

Tedavide antibıotikler ve gamma globulin preparatları kullanılır.Çeşitli dokularda (karaciğer, böbrek, ada­le, dalak, v.b.) protein ve mukopolisakkarit karışımı bir madde olan amiloid birik­mesinden meydana gelen hastalığa ise amiloidoz denir. Değişik biçimlerde görülen bir metabolizma hastalığıdır.

Karbonhidrat metabolizma bozuklukları :Karbonhidratların özellikle glikoz metabo­lizması bozukluğu sonucu meydana gelen hastalıkta kan şekeri artmış, hiperglisemi meydana gelmiştir. Şeker hastalığı (diabetes mellitus), insulin adı verilen bir hor­monun eksikliği ve şeker metabolizması bozukluğu sonucu meydana gelmektedir.

Karbonhidrat metabolizmasının doğuştan bozuk işlemesi sonucu, şekerin karaciğer­de depolanma şekli olan glikojenin artma­sına, glikojenoz veya glikojen depo hasta­lıkları denir.

Von Gierke ‘hastalığı (Hepatorenal gliko­jenoz) özellikle glikoz 6-fosfat enzimi ek­sikliğinde karaciğerde depo glikojen mik­tarının artmasına yol açan kalıtımsal bir metabolizma hastalığıdır. Sonuç olarak karbonhidratlar glikoza çevrilemediğinden kan şekeri azalmakta (hipoglisemi), iştah­sızlık, kilo kaybı ve konvulsiyonlar görül­mektedir. Süt çocuğunda karaciğerin, böb­reklerin büyümüş olması dikkati çeker. Te­davisi yüz güldürücü değildir. (Galaktozemi, fruktozuri, pentozüri gibi) başka gliko-jenozlar da görülmektedir.

Hemakromatoz vücutta fazla miktarda de­mir toplanması sonucu karaciğer sirozu, şeker hastalığı ve deride renk artışı ile karakterize kronik bir hastalıktır. Bu şe­kilde oluşan şeker hastalığına derinin ren­ginden ötürü tunç diyabeti adı da verilir. Konjenital veya doğumdan sonra meydana gelir. Porfirya değişik şekillerde görülen (eritro-poetik, hepatik v.b.) ve porfirin metaboliz­ması bozukluğuna bağlı kalıtımsal bir has­talıktır. En az 5 ayrı tipi vardır. Deride kah­verengi lekeler ve egzama gibi belirtiler. ışığa karşı duyarlılık (fotosensitivite) kolik tarzında meydana gelen karın ağrıları, baş-ağrısı, kusma, nevrasteni, delirium ve hat­ta komaya kadar giden sinir sistemi be­lirtileri görülebilir. Bu kimseler barbitürat denilen uyku ilaçları ve anastezide kulla­nılan bazı narkotik maddelere karşı aşırı duyarlık gösterir ve hastalıkları nöbet şek­linde birden ortaya çıkabilir. Teşhis idrar­da porfirin görülmesi ile konur. Bazı va­kaların tedavisinde adenosin fosfat kul­lanılmaktadır.

Familyal periyodik paralizi, gövde, kol ve bacak adalelerinde zaman zaman gevşek felçler şeklinde beliren 10-20 yaşları ara­sında görülen kalıtımsal bir sendromdur.

Daha çok hücre içinde bulunan potasyum iyonunun hüere dışına kaçması sonucu meydana geldiği düşünülmekte ve tedavi­de potasyum tuzları kullanılmaktadır



Mide Ameliyatı, gastrektomi

24 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-M

Mide ülseri veya kanseri vakalarında ya­pılan mideyi tamamen veya kısmen çıkar­ma ameliyatına gastrektomi denir. Mide rezeksiyonu da denen bu ameliyatlarda bı­rakılan mide parçasının onikiparmak barsağı ile devamlılığı sağlanmalıdır. Bu bağ­lanma işleminin yani anastomozun yapılış şekline göre Billroth I veya II ameliyatın­dan söz edilir.

Bazı mide ülserlerinde ise gastrektomi ameliyatı yerine midenin daha kolay boşal­masını temin amacıyla mide kapısı denen pilorun genişletilmesi yani piloroplasti ameliyatı deha uygun bulunur.

Bazı hastalarda mide, jejunum denen bar­sak kısım ile ağızlaştırıldıktan yani anas-tomoz yapıldıktan sonra ayrıca mide siniri­nin (vagus) kesilmesi ameliyatı (vagotomi) da beraberce yapılır. Buna Dragstedt ame­liyatı denir. Vagotomi ile beraber piloro­plasti yapılması (Weineberg ameliyatı) da operatörlerin günümüzde cok kullandıkları ameliyatlardandır.



Mide Asidini Azaltan İlaçlar - Antiasitler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-M

Antiasitler

Midede sindirim fonksiyonu için gerekli olan asit klorhidrik normalden fazla salgılandığında hiperasidite söz konusudur. Ülser veya gastrit gibi hastalıklarda mide sekresyonunun ve asidinin fazlalaşması şikâyetlerin artmasına neden olmaktadır. Mide asidini bağlayarak onu azaltan ilaçlara antasid adı verilmektedir. Bunların içinde etkisini çabuk gösterdiği en çok sodyum bikarbonat kullanılmaktadır. Ancak bu ilaç fazla alındığında iştah kaybına, halsizliğe ve daha sonra yeniden bir asit salgısına neden olabilir. Alüminyum hidroksit je! (Amphojel), magnezyum hidroksit (Phillips milk of magne-sie), dihidroksi alüminyum sodyum karbonat (Dank, Kompensan) ve daha birçok antiasit ilaç mide hastalıklarında uygulanmaktadır.



Migren

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Genellikle başın bir yarısında başlayan, nöbetler halinde gelen şiddetli baş ağrılarına migren denir. Yarım başağrısı biçiminde de adlandırılır. Ağrı kafatasının be­lirli bir tarafında duyulan sıkışma hissiyle başlar. Bazen yüz ve ellerde garip duyular, geçici halsizlik, konuşma bozukluğu veya felç görülebilir. Has­ta kişi gözünde şimşekler çaktığını, gözünde yıldızlar uçuştuğundan şikayet eder. Migren, yaklaşık yarım saat sürer. Bu evrede kafatası dışındaki damarlar büzüşmüş, içindekiler ise geniş­lemişlerdir. Damarların genişlemesiyle ka­fa içinde ödemin belirmesinin, nöbetlerin asıl sebebi olduğu söylenmektedir.



MİTRAL DARLIĞI İLE İLGİLİ BİLGİ

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Bu hastalık pratik tababet hayatında gayet ..sık rasladığımız bir kalb arızasıdır. Daha önce anlatıldığı gibi kalbin sol kulakçığı ile sol ka­rıncığı arasındaki deliğe mitral deliği denir. Mitral deliğinde iki parçadan mürekkep bir ka­pak vardır ki bu kapağın adı da mitral kapağı­dır. Bu kapağın vazifesi sol karıncık takallüs ettiği (kasıldığı) zaman kanın geriye, sol kulak­çığa gitmemesini temin etmektir. Bazan roma­tizma bu kapağı hastalandırır ve kapak gittikçe daralmıya başlar. Kapak daralmca sol kulak­çıktaki kanın hepsi sol karıncığa geçemez. Sol kulakçık bakiye kanla dolup şişer, büyür ve kan akciğerlerde toplanmıya başlar. Kalb bu darlığı yenmek, içindeki kanı boşaltmak için kuvvetle, şiddetle kasılır ve hastalar bu sebepten dolayı çarpıntıdan şikâyet ederler. İleri atılamıyan kan akciğerlerde toplanınca hasta da öksürme­ğe başlar ve nefesi daralır. Öksürük, bütün ilâç­lara karşı gelir, bir türlü geçmez. Hastalık daha fazla ilerlerse kan akciğerlerden sonra karaci­ğerde toplanır. Karaciğer şişer. Şahıs, karın ağ­rısından, iştahsızlıktan ve hazımsızlıktan şikâ­yetçidir. Nihayet yine tedavi edilmezse nefes darlığı iyice artar, ayaklar şişer, idrar azalır, gece uykuları kaçar. Yani sağ kalb kifayetsizli­ği teşekkül eder.

Bu hastalığın diğer ihiilâlları nelerdir?

Sol kulakçık fazla büyüyüp nefes boruları­nı tazyik eder ve bir türlü durdurulamryan ök­sürük başgösterir; yemek borusuna tazyik eder, yutma güçlüğü olur; sinirler gerilir, ses kısık­lığı olur. Sol kulakçık içinde sıkışıp kalan kan, olduğu yerde pıhtılaşır Ve günün birinde bu pıhtılardan biri yerinden koparak başka bir da­marı tıkayabilir. Neticede felç teşekkül eder. Bazan kalbin intizamı bozulur, fibrilasyon de­diğimiz hal husule gelebilir, kalb atımları ga­yet süratli (dakikada 140-150 arasında) ve ta­mamen intizamsızdır. Görülüyor ki mitral darlığının muhtelif ihtilâtlarla birlikte olan şekilleri vardır. Kimi­sinde bu ihtilâtlar hiç husule gelmez, kimisinde de hastalığın farkına ancak herhangibir ihtiiâttan sonra varılır. Bazı kimselerin tüberkü­loz sanılıp sanatoryoma yollandığı da vardır, zira hasta öksürür, balgam çıkarır ve bazan da balgamı kanlıdır. Bu kan ufak pıhtı parça­cıklarının (amboli) kalbten çıkıp akciğer da­marlarım tıkamasından ileri gelir.



Mitral Darlığının Sebebi nedir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Mitral Darlığının Sebebi nedir?Mitral darlığının sebebi romatizmadır. Ana­dan doğma mitral darlığı olduğu da söylenmek­te ise de münakaşalıdır. Hastalığın tanı arazları romatizma geçtik­ten 5-15 sene sonra meydana çıkar.



MİYOKART ENFARKTÜSÜ NEDİR

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

MİYOKART ENFARKTÜSÜ

Nedir?; Yeni bir hastalık mıdur? Artmakta mıdır?

Miyokart enfarktüsü kalb damarlarından bi­bisinin birden tıkanması ile meydana çıkan bir hastalık tablosudur. Kalbin koroner veya taç da­marı denen iki atardamarı vardır ve kalb eti bu damarların getirdiği kanla beslenir. Bu da­marlar sertleşir, elastikiyetlerini kaybederler, içleri dümdüz iken pürtüklü olur ve günün bi­rinde ufacık bir pıhtı parçası ile tıkamverirler. Bu ufak pıhtı parçasına hekimlik dilinde tromboz adı verilir. Damarlarının biri tıkanmış olan kalb, daha az kanla, eskisi gibi iyi çalışamaz, işliyemez olur. Tıkanan damar dalı büyükse, kalb etinin o dal taraf nidan beslenen kısmı harap olur. Çok şükür kalb her türlü makinadan çok daha üstündür. Başka damarlar bu tıkanan damarın ödevini üzerine alırlar. Daha kriz ânında kalb kendi kendini tamire ve yeni du­ruma uydurmaya başlar. Siz yatakta sırtüstü yatıp hazin hazin düşünürken kalbiniz de inşa­at işine başlamıştır bile. İşte miyokart enfark­tüsü geçirmiş olan siz ve sizin gibi daha binler­cesi bu sayede hayatta kalıp yıllarca mesut bir ömür sürebilmektedir.

Eskiden miyokart enfarktüsünün gayet kö­tü bir şöhreti vardı, zira hasta her hangi bir kalb krizinden vefat ederse adına miyokart en­farktüsü denir, hayatta kalırsa gaz, hazımsızlık, soğuk algınlığı gibi adlar takılırdı. Bundan kırk yıl önce Amerika’da Chicago’da Dr. James Harrick kalb damarı tıkanmasının muhakkak kötü; sonlanması icap etmediğini bütün dünyaya ya­yınladı. Nitekim yapılan otopsilerde (ölülerin içini açıp muayene etmek usulü) kalbde eski­den geçirilmiş miyokart enfarktüsünün izleri­ne raslanıyor, fakat şahıs onunla hiç ilgisi olmayan başka bir hastalıktan ölmüş bulunuyor­du. Kalbdeki tamir işi o derecede güzel, mahirane olabilir ki, hasta yıllarca bir daha hiç kal­binden şikâyet etmez. Demek oluyor ki, bu has­talığın da hafif, gayet hafif şekilleri vardır. Bir şahıs birçok defalar enfarktüs geçirebilir.

Miyokari enfarktüsü yeni bir hastalık mi­dir?

Babanız, belki bu hastalık ismini hiç duy­mamıştır. Sizin de işitmemiş olmanız veya son bir’ kaç yıl içinde akrabalarınızdan, ahbapları­nızdan birinin hastalanması dolayısiyle kulağı­nıza böyle bir şeyin çalınmış olması da muhte­meldir. Miyokart enfarktüsü ancak yirmi yıl önce resmî ölüm sebepleri arasında yer almış bulunuyor. Fakat bugün gazete okuyan herkes az çok hastalığı hiç olmazsa bir defa duymuş­tur. Aoaba yeni bir hastalık mıdır?

Hastalıklarımızın çoğu eskidir, belki de in­sanlık kadar eski. Romatizma hastalığının iz­lerine son nefesini bundan 25.000 yıl önce almış bulunan mağara adamlarının kemiklerinde rastlanmaktadır. Fakat kalb, böbrek, akciğer gibi yumuşak organların o zamandan bu zama­na kadar çürümeden kalması imkânsızdır. Bun­dan ötürü o devirdeki insanlarda da miyokart Enfarktüsünün bulunup bulunmadığını bilemi­yoruz. Ama neden olmasın? Hattâ insanların aslını teşkil ettikleri söylenen şebeklerde bile miyokart enfarktüsünün bulunması muhtemel­dir. Zira bütün sıcak kanlıların damarlarında akan kan pıhtılaşabilmek vasfını haizdir. Şayet öyle olmasaydı en ufak bir kanama ölümle sonlanırdı. Demek oluyor ki, miyo’kart enfark­tüsü yeni bir hastalık değildir. Biz hastalığı ye­ni tanıyoruz.

Mîyokari enfarktüsü vakaları artmakla midir?

Buna katî cevap vermek güçtür, çünkü ne kadar kimsenin miyokart enfarktüsü geçirdiği­ni bilmek imkânsızdır. Hafif vakalar teşhis edil­meden, hattâ hiç bir tedaviye tabi tutulmadan iyileşmektedirler. Bünâ rağmen otopsi incele­meleri hastalığın eskisine nisbetle gittikçe art­makta olduğunu göstermektedir. Acaba neden?

Bazılarına göre, modern hayatın süratli, yorucu, heyecanlı oluşu kalbi zorlamaktadır. Es­kiden uçak yoktu, tren yoktu, otmobiller bu ka­dar, fazla değildi. Hayat daha sade, daha basit ve daha heyecansız idi. Kalb de bu kadar faz­la zorlamalara maruz kalmıyordu. Lâkin şöyle bir bitarafane düşünürsek acaba geçmiş zaman­larda hayat şartları daha mı az yorucu, daha mı sakin idi? Hiç de değil. Bilâkis bugün orta­lama bir vatandaş eskisinden daha fazla emni­yet, huzur, sükûn içinde, daha sıhhatli ve kor­kulardan daha uzakta bulunmaktadır.

Şayet miyokart enfarktüsü, kanser gibi hastalıklar bugün eskisinden daha fazla görül­mekte ise, bunun sebebi bizim bizden önceki nesillerden daha fazla yaşamamızdadır. Orta yaş ve ileri yaş hastalığı olan enfarktüs ve kan­ser bu yaşlara kadar hayatta kalan kimselerin

sayısı artığından dolayı.fazlalaşmaktadır. Artdc eskisi gibi zatürrieden, kuşpalazmdan, kolera­dan, tifodan ve daha bunlara benzer birçok kor­kunç enfeksiyon hastalıklarından kolay kolay ölünmüyor. Eskiden penisilin, aureomyein, kloromisötin, streptomisin yoktu. Zatürriede kinin, kalsiyum zerkleri yapar, kâfurlu yağlarla kal­bi ayakta tutmaya çalışırdık. Bugün penisilin, işi 48 saatte kökünden hallediveriyor. Tifodan ödümüz patlardı. Perhiz, perhiz, kâfurlu yağ­lar, sirkeli sular ve bol bol Tanrıya duadan başka yapılacak birşey yoktu. Bugün kloromisetin sayesinde 3-4 gün içinde ateş düşüyor. Eskisi gibi perhiz de yaptırmıyoruz, bol bol süt, yoğurt, ekmek, yumurta, hattâ et veriyoruz. Artık kolera, çiçek salgınları ortadan kalkmış­tır. Kırk yıl önce vereme «Beyaz Taun» den­mekte idi. Zira başlıca ölüm sebebini teşkil ediyordu. Halen hayat şartlarının düzelmesiy-* le vereme yakalanma nisbeti azaldığı gibi, ölüm nisbeti de çok düşmüş bulunmaktadır. Şeker hastalığında eskisi gibi sıkı perhizler yaptırmiryoruz. Komada bulunan şeker hastaları bile insulin sayesinde yeniden hayata kavuşabilmek­tedirler. Ameliyatlarda ölüm nisbeti çok azal­mıştır. Artık hekimler kanamadan ürkmüyorlar. İstediğimiz kadar kan nakli yapıyoruz. Ameli­yatların süratle bitmesine lüzum yoktur. Modern anestezi (bayıltma) usulleriyle hasta is­tendiği kadar, tehlikesizce baygın halde tutu­labiliyor. Hattâ kalbin dahi içine girip bazı da­ralmış kısımlar kesilebilmekte, bazı damarlar birbirleriyle birleştirilmektedir. Görülüyor ki, hayatı terke sebep teşkil eden birçok âmiller ar­tık ortadan kaldırılmıştır. Amerika’da 1911 de ortalama hayat süresi 46 yıl 8 ay iken, 1950 de bu rakam 63 yıl 3 aya çıkmıştır. Halen bir sürü hastalıkları mağlûp etmekle beraber, ortada in­sanları yere seren ve hayata « Ah ne güzelsin, biraz dur, akma!» dediği anda gözlerini kapa­mağa mecbur eden iki sebep ortada kalmıştır ki, bunlar : 1. kanser ve 2. yıpranma hastalıklarıdır. İşte yıpranma hastalıklarına damar sertliği, kalb ajini, tansiyon yüksekliği ve miyokart en­farktüsü dahil bulunmaktadır.

Miyokart einfarktüsünün zamanımızda çok fazlalaşmış olmasının bir sebebi ortalama hayat süresinin artması olduğu gibi, diğer sebebi de hekimlerin bu hastalığı daha iyi tanımış olmala­rı ve ellerindeki teşhis koyabilme vasıtalarının daha mükemmel oluşudur. Sebebi nedir? Damar sertleşmesi neden ölür?

Kalb enfarktüsününe yakalananların he­men %97 sinde kalb damarlarında sertleşme vardır. Damar sertleşmesi (arteryoskleroz) bir yıpranma, yaşlılık hastalığıdır. Nasıl ki su bo­rularının içi paslanırsa, zamanla kireç toplan­ması olursa yaş ilerledikçe kalbi besliyan atar­damarların da iç zarı düzgünlüğünü, parlaklığı­nı kaybeder ve’ daralır. Sertleşmiş, arteryoskleroza uğramış bir kalb damarının (koroner da­marının) iç tabakasına bakılırsa orada burada yağ toplantıları ve kolesterol denen bir madde­nin birikintileri görülür. Bu kumlu satıhta ufa­cık abseler teşekkül eder, abseler damar içine açılır ve yerlerinde ufacık nedbeler kalır. Bizzat kalb damarlarını besliyen ufacık damarcıklar­dan bazıları da çatlamıştır ve damarın duvarı içine de kanama olmuştur. Böylece damarın içi dümdüz, tertemiz iken kıvrımlı, büklümlü, gi­rintili çıkıntılı olur ve akan kan bir çok engel­leri yenmiye çalışır. İşte bu daralmış borudan, birçok taşlar, çakıllar içinden geçen kan tortu­laşmaya, pıhtı yapmıya gayet müsait bir du­rum almış olur. Tromboz dediğimiz pıhtı par­çası hemen birkaç dakika içerisinde teşekkül edebilirse de damar sertleşmesi gayet yavaş olur ve yıllarca önce başlar. Daha yirmi yaşın­daki sağlam kimselerin kalb damarlarına bakı­lırsa içlerinde, bilhassa soldakinıde tek tük yağ parçacıklarının birikmiye başladığı görülür. Hele kırkından sonra hem sağ, hem de sol kalb damarlarında sertleşme bulunur. Fakat bu sert leşme ekseri kimselerde hiçbir şikâyeti veya hayatî arızayı mucip olmaz. Ellisinde yağ biri­kintileri o kadar artar ki damarların çapı ol­dukça daralır ve kan akımına engel olur. Bu se­bepten dolayı ellisinden sonra kalbi lüzumun­dan fazla çalıştırmamak, yormamak şarttır.

İşte içinde yağ damlacıkları birikmiş, çapı daralmış kal’b damarcıklarından biri günün bi­rinde bir pıhtı parçasiyle tamamen tıkanıverir. Kalbi besliyen koroner dediğimiz damarlardan birinin tıkanmasına koroner tıkanması veya; koroner tromiozu, bu damarın beslediği kalb eti kısmının hayatiyetini kaybetmesine de miyokart enfarktüsü (kalb enfarktüsü) demek­teyiz.



Nefes Darlığı, Solunum Güçlüğü

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Soluk alıp vermenin güçlükle yapıldığı zor­lu solunuma nefes darlığı, tıptaki adı ile dispne denir. Normalde bilinçsiz ve rahat­ça yaptığımız fizyolojik bir olay huzursuz­luk içinde ve zor olarak yapılır bir hale gel­miştir. Normal solunum hareketi sinir sis­teminin bir bölümü olan bulbustaki solu­num merkezinden yönetilen bazı refleks­lerle (Hering-Breuer refleksi) düzenlenerek kendiliğinden (spontane) devam eden, ya­şam bakımından önemli bir olaydır. Soluk alma (inspırium) aktif, soluk verme (exprium) ise pasif olarak cereyan eder. Nor­malde, dakikada 14-18 defa soluk alıp ve­ririz. Yenidoğanda ise doğumla başlayan solunum dakikada 44 kadardır. Bir defada ortalama 500 cm3 hava soluruz ki buna so­lunum hacmi (tidal volum) adı verilir. Da­kika solunum hacmi, maksimal solunum kapasitesinin % 30'unu geçince (yani 50 İt.) hasta nefes darlığından şikâyet eder. Solunum yedeği azaldığından bu eksikliği gidermek için çok kere solunum hızlanır ki buna (polypnea) veya taşipne adı verilir. Bunun tersi olarak solunum sayısının daha da azalması (bradipne) üremi ve diyabet komaları ile daha ağır zehirlenme olayla­rında görülür.

İç çekme (sighing respiration) dediğimiz olayda normal solunum ritmi derin bir so­luk alma ile kesilmiştir. En çok sinirli kim­selerde görülür, dispne sayılmaz.

Solunumun yarıda kesilmesi plevra iltihap, larında, kaburga kırıklarında, kaburgalar-arası sinir ve adale ağrılarında görülür.

Hem ritm hem de solunum derinliğinin de­ğiştiği düzenli olmayan solunum (Biot so­lunumu) ve periyodik olarak solunumun derinleştiği periyodik solunum (Cheyne-S-tokes solunumu) gibi solunum biçimleri bazı hastalıkların belirtileridir. Birçok kalp hastalığında, özellikle sol kalp yetmezli­ğinde bu tip solunum şekli karakteristiktir.

Ölüme yakın hastalarda görülen gürültülü trakeal solunum (stetor) öksürük refleks­lerinin kaybolması sonuou trakeada biri­ken salgılar sonucu meydana gelir.

Üst sotunum yollarının daralma ve tıkan­malarında (angin, difteri, alerjik larenks ödemi, yabancı çişim), akciğer içi bronşla­rın daralma ve tıkanmalarında (astım bronşiale, boğmaca, akut bronşit, anfizem, atelektazi, bronş kanserleri, pnömoni, akciğer ambolisi ve infarktüsü)ve plevra hastalık­larında (plörezi, pnömotoraks) dispne mey­dana gelir.



Nefrit

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N

Böbreklerin iltihaplanmasına nefrit adı ve verilir. Nefrit genellikle 2 biçimde görülür. Akut nefrit adı verilen böbrek iltihabı titreme­ler, aşırı baş ve bel ağrısı, kusma, ateş gibi belirtilerle hastalık başlar. Halsizlik ve iştahsız­lıkla birlikte hastanın idrarı da bir miktar azalır. Akut böbrek iltihabı kimi bulaşıcı hastalıklardan, özellikle tifo hastalığı, kızıl, kızamık, grip, kabaku­lak diş eti iltihabı ve sinüzitlerden hemen sonra ortaya çıkabilir. Bu hastalıkların sey­ri sırsında mikropların toksinlerini ıtrah ederken böbrekler bozulabilir. Bunların dışında arse­nik, kurşun ve cıva gibi zehirli maddeler yine böbreklerde bozukluklara sebep olur­lar ve nihayetinde nefrit meydana gelir. Bu has­talığı hazırlayıcı sebeplerin içinde üşüt­menin de büyük etkisi vardır. Hastalığın tedavi edilebilmesi için böbreği istirahate bırakmak ve kanı temizleyici kimi metodlar uygulamak gerekir. Bu arada has­taya da, etsiz, tuzsuz, yağsız ve şekerli bir diyet uygulamak zorunludur.



Nezle

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Nezle burun mukozasının bakteriyel iltihabıyla ortaya çıkan bir çeşit hastalık durumudur. Burun mukozasının şişkinliği ve kızarıklığını sulu bir akıntı takip eder. Hemen akabinde burun florasını oluşturan pekçok mikrobun eklenmesiyle akıntı pürülan bir tür alır, sarıya ya da yeşil renge döner. Burunda yanma, tahriş , hapşırma, titreme ve ateş şikayetleri oluşur.

Basit nezle alerjik ve vazomotor rinitle gripin rinitinden farklı bir hastalık durumudur.

Bunun dışında birçok döküntülü hastalıkların baş­langıç dönemlerinde nezle görülür. Bazı etkelnlerle akut rinit kalıcı hale gelir. Bu faktörler içinde sinüzit, kronik bademcik, sürekli sigara ve alkol, damarları daraltıcı burun damlaları kullan­mak, sürekli toz ve dumanda kalmak sayılabilir.

Tedavi için ateş düşürücü, ağrı kesici , antihistaminikler, burun damlaları kullanılır. C vitamini faydalıdır. An­tibiyotik gerekmez, ancak bazı durumlarda hekim önerisiyle antibiyotik ilaçlar alınabilir.



Ödem

11 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü, Sağlık Sözlüğü-Ö

Dokularda hücrelerarası sıvının artmasıy­la meydana gelen şişliğe ödem (edema) adı verilir. Ödemin varlığını anlamak için doku üzerindeki deriye parmakla basılır ve ancak bir süre sonra kaybolan çökük­lük (godet) meydana getirilir. Yerel ödem­lerden başka vücudun boşluklarında su toplanacak kadar büyük genel ödemlerin meydana gelmesi halinde ise anazarkadan söz edilir Karında periton boşluğunda su toplanmasına asit (ascites), göğüste plevra boşluğunda su toplanmasına ise hidrotoraks adı verilir. Ayrıca bazı hasta­lıkların belirtisi olarak meydana gelen or­gan ödemleri örneğin akciğer ödemi, be­yin ödemi, larenks ödemi vb. ödemler de vardır.

Vücut ağırlığının % 75'ini oluşturan su, or­ganizmada hücre, hücrelerarası ve damar­larda kan plazması gibi üç bölüm arasın­da belirli bir denge içinde dağılmış olarak bulunur. Bu su ve elektrolit dengesinin bo­zulmasına neden olan bazı hastalıklarda, beslenme yetersizliği, kopiller geçirgenliği­nin bozulması, dokuların direncinin azal­ması gibi durumlarda ödem meydana gel­mektedir,

İltihaplı ödem sık görülen ve bilinen bir ödem şeklidir. İltihap meydana gelen yer­de, iltihabın dört esas belirtisi: Ağrı {do-lor), kızarıklık (rubor), ısı artışı (calor) ve şişlik (tumor) yani ödem vardır. Toplardamarlarda, dolaşımın bozulduğu -varisli organlarda, tromboflebit gibi iltiha­bı hastalıklarda da lokal ödem meydana gelir. Menopozda sabahları görülen ve hareketle bir süre sonra geçen göz kapağı ödemleri, hormona! nedene bağlıdır, tedaviyi gerek­tirmez. Yaygın ödemler ise kalp yetmezliklerinde, sirozda ve akut giomerulonefrit denen böb­rek hastalıklarında görülür. Gebelikte son üç ayda bacaklarda toplardamarların bas­kı altında olmasına bağlı olarak görülen hafif ödem fizyolojik kabul edilirse de ba­zen hipertansiyon ve albuminüri ile bera­ber gebelik toksemisinin üçlü belirtisini meydana getirebilir. Ödemlerin tedavisi doktorlar tarafından sebebe göre ve genellikle fazla suyun vü­cuttan atılmasını sağlayan diüretik dedi­ğimiz ilaçlarla dikkatli olarak yapılmalıdır.



Öksürük ve Öksürük İlaçları

7 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ö, kulak burun boğaz

Nefes aldıktan sonra, alınan havanın çok kuvvetli olarak dışarı itilmesine öksürük denir. Öksürme esnasında nefes borusu­nun ağzı kapanmış vaziyettedir. Hava, ses tellerinin arasındaki boşluktan geçerken bir zorlanma ile karşı karşıya kalır ve kuv­vetli bir basınç farkı meydana gelir. Birçok hastalığın belirtisi olan öksürük, en fazla solunum yolu hastalıklarında, tahrişe bağlı olarak ortaya çıkar. Solunum yoluna kaçan yabancı bir cisim, alerjik maddeler, akciğer tümörleri veya sinirsel bazı hastalıklar, ök­sürük refleksini uyandırırlar. Esasında ök­sürüğün amacı solunum sistemini dış et­kilerden ve tahrişlerden korumaktır. Solu­num yoluna kaçan cisimleri veya bu yolu daraltan salgıları, vücut, öksürük refleksi aracılığıyla dışarı atar. Astım krizlerinde bronşlar daraldığı ve aşırı sekresyon oldu­ğu için şiddetli öksürük meydana gelir. Muayene esnasında hastanın goğsu steteskop denilen alet ile dinlenirken, solu­num yollarındaki darlığın yeri tesbıt edile­bilir Ayrıca öksürüğe neden olan bazı hal­ler radyografi çekilerek de teşhis edilebilir

Tüberküloz veya sılıkozıs gibi hastalıklar, akciğerlerde yer yer sertleşmeye ve doku bozukluğuna neden oldukları için oksuruk meydana gelir Ancak boğmaca gibi has­talıklarda ise esas belirti oksuruk olduğu halde, akciğerlerde feıyle bir durum oluş­maz Bazı vakalaraç ınfeksıyona bağlı oksuruk, hastalık tamamen iyileştikten sonra da devam edebilir Bu hallerde, has­tada oksuruk alışkanlığının gelişebileceği bir tık halını alacağı akıldan çıkarılmama­lıdır Devamlı olarak 2-3 hafta veya daha fazla suren öksürüklerde balgam tetkiki yapıla­rak ınfeksıyon kaynağı olan mikrop aranır Şayet sonuç alınamazsa radyografi çeki­lerek tumor olup olmadığı araştırılır Eğer öksürüğün nedeni bir ınfeksıyon ise antibıyogram sonucuna göre etkili bulunan antıbıotık ile tedavi edilir Ancak tam te­davi edilmeyen solunum yolu ınfeksıyonları akciğerlere zarar verebilirler öksürüğün kaynağı tumor ise bir operasyonla çı­karılması gerekir.

Basit öksürükler, ilaçla tedavi edilerek dü­zeltilebilirler Oksuruğu kesen ilaçların başında kodein, dıonın, dekstrometorfan gibi morfin türevi ilaçlar gelir Bunlar oksuruk refleksini teskin ederler Sodyum berrzoat, potasyum iyodür, gayakol, tıyokol, efedrın gibi ilaçlar oksuruğu yumuşatmak ve sök­türmek için çok kullanılır Bu tur sokturucu ilaçlara ekspektoran adı verilir Buhar ban­yoları, sıcak içecekler, solunum yollarını rahatlatıcı ve gevşetıcı etki gösterirler. Eğer öksürüğün nedeni belli bir maddeye karşı alerji ise, kışı, o maddenin bulundu­ğu ortamdan uzaklaştırılmalı ve antıhıstamınık Dıfenhıdramın, Brıstamın grubu ilaçlar verilmelidir Astımlıların öksürükle­rinde bronş açıcı ve antıastmatık denen ilaçlar faydalıdır.



Omurga Romatizması-Bechterev Hastalığı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-O

Omurga Romatizması-BechterewHastalığı

Bechterew hastalığı romatizmal omurga hastalıklarındandır. Özellikle genç yaştaki erkeklerde, kalça ekleminden başlayan ve yukarıya doğru bütün eklemleri tutan iltihaplı kronik bir hastalıktır.Ankilozlu spondilit veya ilk tarif edenlerin adıyla Bechterew-Marie-Stümpel hastalığı da denen bu hastalıkta eklemler hareket etme yeteneğini yitirdiğinden insan yatalak olur.Tedavisi ancak antiflojistik ilaçlarla (Bu-tazoldin, Endosetin, Fenoprofen) sempto-matik olarak yapılabilir. Ağrılar geçtikten sonra eklem yapışıklığını ve sertleşmesini yani ankilozları önlemek için jimnastik ve fizik tedavi uygulanabilir.



Omuriliğin Enine Kesilmesi

5 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-O

Brown-Sequard Sendromu-Omuriliğin Enine Kesilmesi

Omurilikteki iletinin herhangi bir kaza, enfeksiyon veya kanama nedeni ile kesilmesi sonucu meydana çıkan belirtilere Brovvn -Sequard sendrcmu veya enine lezyon denir. Omurilikte sinir iletisi kesildiğinden zedelenen bölümün altında kalan beden bölgelerinde ağrı, ısı ve dokunma duyuları yok olmuştur. Adaleler felç olduğundan kol ve bacaklarda hareket kaybolur. Deri kırmızı bir renk a!ır ve hasta hiç terlemez.Bazen bir kazadan sonra gerçekte omuriliğe zarar vermeyen omurilik şoku da olabilir. Böyle bir vakada durum bir-iki saatte normale döner. Ancak omurilik bir kez zarar gördü mü bir daha düzelmez. Kaza sonucu meydana gelen bazı belirtiler kırılan bir kaburganın omuriliğe basınç yapmasından veya kanamadan ötürü meydana gelmiş olabilir. Bu tür enine lezyonlar zamanla düzelebilir.

Orta yaşlılarda çok kere solunum yollarının enfeksiyonu, kronik sinüzitler, burun Tümörleri de enine lezyonlara neden olabilirler.



Onkoloji

3 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-O

Kanserin teşhis ve tedavisi için yoğun araştırmalar sürdürülmektedir Eskiden yalnız operatörlerin hastalıklı organı veya tömörü cerrahi olarak çıkarma çabası ile yetinilirdi. Daha sonraları röntgen ve ışın te­davilerinin başlaması, radyologların da çe­şitli kanserler ve tümörlerle ilgilenmesini gerektirdi. Son senelerde immünolojik araştırmaların ilerlemesi ve kanser hücreleri ile savaşta sitostatik denilen bazı ilaçların tedavi ala­nına girmesi ile yeni bir bilim doğmuş oldu. Günümüzde kanserin, daha geniş bir de­yimle tümörlerin tıbbi tedavisini kendine çalışma sahası olarak alan bu bilim dalına onkoloji veya tümör bilim ve bu bilim ile uğraşanlara da onkolog denir. Bugün çeşitli tümörlerin ve kanserlerin te­davisi cerrahların, radyologların ve bu ye­ni bilimin uygulayıcıları olan onkologların ancak birlikte çalışmaları ile doğru bir şe­kilde tedavi edilebilmektedir.



Osteomiyelit - Kemik İliği İltihabı

11 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-O

Kemik dokusunun iltihaplanmasına os­teomiyelit denir Hastalığa en sık sebep olan mikropların başında stafılokoklar ge­lir Travmadan sonra, kemik dokusunun dısarısıyla ırtıbatlandığı açık yaralanma­larda, kırıklarda veya vücutta yer alan mikrobik bir odaktan, özellikle deride oluş­muş stafılokok mfeksıyonlarından sonra görülebilir Mikroplar en çok kemiğin dıafızınde (orta kısımlarında) yerleşirler Osteomiyelit denen hastalık başlangıç ve seyrine göre akut veya kronik olabilir Bir­den ateş ile başlayan akut vakalarda has­talık tedavi edilmeyip kronıklesırse tedavi­si oldukça guçluk arzeder Kronik osteomı çocuklarda gomien juvemi osteokondntıs (Perthe yelıt sakın seyredebilir veya zaman kemiklerde çarpılmaya neden olur man nüksedebilir Bazen bu odaktan mıkrop vücudun ve kemiğin başka bölgelerine yayılarak ikincil osteomiyelitlere yol aça­bilir. Bazı vakalarda iltihap kemik dokusunu aşındırarak deri altına oradan aa dışarıya yayılabilir.

Hastalığın başlıca belirtileri yüksek ateş, terleme ve iltihabın yerleştiği kemik bölge­sinde hissedilen ağrıdır. Kemiklerde veya yumuşak dokuda şişme olabilir. Bölgesel bir hassasiyet vardır. Osteomiyelitin tedavisinde hasta istirahate alınır. Bünyeyi kuvvetlendirmek için proteinli besinler verilir. Hastalığa neden olan mikroba en etkili antibiyotik seçile­rek tedaviye başlanır. Dokuda cerahat top­lanması tespit edilirse cerrahi olarak bo­şaltılmalıdır.

0 yorum

Yorum Gönder