hastalıklar6

Gönderen copernic 8 Nisan 2009 Çarşamba

Hipotansiyon ve Kalp

27 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Sağlıklı bir erişkinde kan basıncı 130/80 mmHg arasında­dır. Büyük tansiyon 100 mmHg’nin altına düştüğünde hipertan­siyondan söz edilir. Düşük tansiyon, kan dolaşımının vücut ge­reksinimini karşılayamadığını gösterir. İster birincil olsun ister ortostatik, her iki hipotansiyon tipi tehlikeli sonuçlar doğurmayan yapısal bozukluklardan kaynaklanır ve bu kişiler sağlıklı kabul edilirler. Hatta istatistikler düşük tansiyonluların normal kişiler­den daha uzun, tansiyonu yüksek olanlardan ise çok daha uzun yaşadığını gösterir.



İklim ve Kalp Sağlığı

6 Tem, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-İ

İklim ve kalp:

Birçok kimseler sıcak iklimin kalbe daha iyi geldiğini sanırlar. Fakat iklimin kalp damar­ları sertleşmesi üzerine hiçbir tesiri yoktur. Bunun üzerine enfarktüs geçirdim diye daha güneş­li bir yere gitmenize lüzum yoktur. Fakat diğer taraftan böyle bir seyahat sizin için çok faydalı olabilir. Ilık iklimlerde soğuk algınlığı, solunum yolu infeksiyonları daha azdır. Öksürmek her­kes için bir zorlanmadır, kalp hastası için ise daha kötüdür. Fakat sıcak iklime koşarak bun­lardan tamamen kaçınabileceğiniz de hiçbir za­man garanti değildir. Bilhassa Avrupalılar ve Türkler herhangi bir hastalık geçirdikten son­ra kaplıcalara, su kenarlarına daha fazla gider­ler. Burada insan, serbesttir, günlük meşgale­lerden uzaktır, yürüyüşler yapar, iyi uyku uyur. işte buraların iyi gelişinin en önemli sebebi budur. Daha önemlisi oraya gidince iyi olacağı­nız kanaatini beslemenizdir : ruhî. Kalb damar­larını yumuşatacak hiçbir maden, şifalı su yok­tur. Hele içmecelere katiyen gitmemelisiniz. İçmecelerin içindeki bol tuz kalbinize gayet kötü gelir. Yüksek yerlere nazaran alçak iklimler, de­niz kenarları kalb için daha iyidir. İnce hava kalbi yorar, yani kalb oksijen almak için da­ha fazla çalışır.

Uçak ile seyahat etmenizde mahsur yok­tur : arkada bakiye bir hastalık kalmamış olmak şartıyla!..



Kabızlığın Zararları Nelerdir?

6 Tem, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kabız kalmamağa çalışınız. Kabız kalmak, herkes için kötüdür. Bağırsaklarda süprüntü maddelerinin birikmesi gayrisıhhîdir ve birçok şikâyetlere sebep olur: başağrısı, halsizlik, paslı dil, ağız kokusu gibi… Kalb hastalarında kabız kalmak, bilhassa defitabiî esnasında ıkınmak son derece zararlıdır. Ikınma kalbi yorar. Alelade hallerde kabızlığı gıdanın tanzimi ile önlemek mümkündür. Bol taze meyva ve sebze yiyiniz. Yeter miktar su içmelisiniz. Sabah kahvaltısında incir yemek, akşamları üryani eriği, kaysı pestili yemek, en iyi tedbirlerdir. Akşam yatarken su içmemelidir. Gece yüznumaraya kalkmak kalbinize yük teşkil eder.



Kalb Anjini Hastalığın Seyri ve Tedavisi

17 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalb Anjini Hastalığın Seyri

Kalb anjininin seyri son derece mütehavvildir. Bâzılarında miyokart enfarktüsü teşek­kül eder ve arkasından ekseriya anjin ağrıları da kaybolur. Bâzıları bir ay bâzıları bir sene veya daha geç iyileşirler.

Tedavi:

Mâden ve bedenen istirahat şarttır. Ufak bir üzüntü, sıkıntı, hırslanma v.s. sebepler an­jin dö puvatrin nöbetlerini körükleyebilir. Has­talar bilhassa kışın fazla muztarip oldukların­dan izin alıp kışı sıcak iklimlerde geçirmeleri uygun olur.

Şişman hastaların zayıflaması çok fay­dalıdır.

Bazı hastalarda kahve içmek anjin ağrıla­rını meydana çıkartabilir veya ağrıları artıra­bilir. Bu gibi kimselerin fazla kahve içmesi doğ­ru olmaz. Fakat umumiyetle günde 2 kahvenin» zararı yoktur.

Sigara içmek de anjin ağrılarını tevlit et­tiğinden dolayı terkedilmelidir.

Yemeklerden sonra bir müddet istirahat edilmesi, tok karnına yol yürünmemesi lâzımdır Yemeklerin her seferinde az, fakat sık yenme­si tavsiye olunur.

Birçok ilâçlar vardır. Bunları hekim yerine,. hastasına göre ve nöbetleşe nöbetleşe verir. Ağrı esnasında en iyi gelen ilâç trinitrindir. Trinitrinin tesiri bir dakika zarfında başlar ve yarım saat devam eder. Dişle ezilip dil altına konmalıdır. Emilmemeli ve yutulmamalıdır. En ufak bir ağrı hisseder hissetmez trinitrin kul­lanmak lâzımdır. Üst üste üç fane alındığı hal­de ağrı geçmezse enfarktüs teşekkül etmiş ol­ması muhtemeldir. Günde 100 taneye kadar kullanılabilir. Hiçbir tehlikesi yoktur. Bazı kim­selerde hafif başağrısı, çarpıntı, başdönmesi, yüzde kırmızılık, bulantı, kusma yapabilirse de bunlarm hiçbir önemli tehlikesi yoktur.

Alkollü içkiler mutedil miktarlarda kulla­nılabilir. Eskiden alkolün kalb damarlarını ge­nişleterek tedavi yerine geçtiği sanılırdı, hal­buki hâlen alkolün daha ziyade muhiti damar­ları genişlettiği, ancak , beyindeki ağrı duyma merkezlerini uyuşturarak ferahlık temin ettiği anlaşılmış bulunuyor.

Uçakla seyahat tehlikeli sayılmaktadır. Zi­ra 3.000 metre irtifada uçmak %14 oksijen ihti­va eden bir gaz teneffüs etmek gibidir.

Anjin dö puvatrinde en iyi tedavinin ruh . sükûneti, huzur olduğu unutulmamalıdır.

Gıda meselesi çok önemlidir. Tuzu az gıda daha iyi gelir. Bu bakımdan kalb kifayetsizliği bahsinde anlatılan tuzlu gıdalardan kaçınılması şayanı tavsiyedir : Tuz, tuzlu balık, tuzlu pey­nir, tuzlu ceviz, fazla süt (sütün bir kilosunda 1,5 - 2 gram tuz vardır), tuzlu tereyağı, karbo­nat, tuzlu müshiller doğru değildir. Şayet ya­pılan kan muayenesinde kanda kolesterol mik­tarı yüksek bulunursa yağı ve kolesterolü az bir gıda tavsiye olunur : Yumurta, süt, peynir.» dondurma, yağlı etler, yağda kızarmış yemek­ler, pastalar, ceviz, beyin, böbrek, karaciğer, havyar ancak haftada bir defa ve gayet az mik­tarda yenebilir.



Kalb Dolaşımını Yeniden Düzenleyen Tabiat Anaya Yardım

19 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

a) Antikoagülanlar:

Kanın pıhtılaşmasını durduran ilâçlar:

Kalp damarlarında ikinci bir pıhtı teşekkü­lünü veya bacak damarlarında bir pıhtı teşek­külünü önlemek elimizdedir. Bu maksatla 1939'dan beri heparin adı verilen bir ilâç kullanmak­tayız. Bu ilâç önceleri öküz karaciğerinden ve­ya akciğerlerinden elde edilmekte idi. Damara şırınga edildiğinde .kanı pıhtılaşmaktan korur. Fakat tesiri kısa sürer. Sık sık yapılması Ha­zımdır. Zira tesiri dört saatte sona erer. Her heparin şırıngasından önce biraz kan alarak pıhtılaşma zamanına bakmak icap eder. Nor­malde kan 5-10 dakikada pıhtılaşırken heparin verildiğinde bu pıhtılaşma zamanının 15-25 da­kikaya çıkması beklenir. Heparinin adale içine şırınga edilip tesiri 12 saat devam edenimde var­sa da oldukça pahalıdır, her kese buna dayanamaz.

Dicumarol, kan pıhtılaşmasına karşı gelen, daha yeni ilâçtır. Daha ucuzdur ve ağızdan alı­nır. Dicumarol 1941 denberi kullanılmaktadır, Amerika’da Wis:oonsin üniversitesi kimya şu­besi şefi Dr. Kari Paul Link o bölgedeki sığırlan, kanatarak öldüren çürük tatlı yoncadaki, zararlı maddeyi aramakla meşguldü. Yıllarca. Dr. Link ve arkadaşları bozuk yoncadaki öldü­rücü maddeyi aradılar ve nihayet birkaç billur elde ettiler. Bu maddenin yoncanın güzel ko­kusunu veren madde olduğu anlaşıldı. Sonun­da ayni maddenin kanamaya da sebep olan madde olduğu keşfedildi. Bir müddet sonra ay­ni madde katrandan artifisyel olarak elde edil­di. Önceleri Dr. Link’in dikkati hasta sığırlarda iken sonradan, hekimlerin insanlardaki pıhtı­laşmaya karşı bir vasıta aradıklarını farketti. 1941 yılında ilâç sentetik olarak ucuzca elde edilmeğe başlanmıştır. Beş yıl çeşitli hastane­lerde insanlar üzerinde denendi. Bu hastanelere yatan enfarktüslü hastaların yarısına dicuma rol verildi, yarısına verilmedi. Tedavi edüenfck 1000 miyokart enfarktüsü vakası tahlil edilince dicumarol verilenlerde ölüm nisbetinin %16 ol­duğu halde dicumaral verilmiyenlerde %23 ol­duğu görüldü. Keza dicumarol alanların sekiz­de birinde, almryanlarm ise ikide birinde baş­ka kan pıhtıları da teşekkül etmekte idi. Dicu­marol verilirken de heparinde olduğu gibi her gün kanın kontrolü icap eder.

Tromexan kanın pıhtılaşmasına mani olan. ilâçların daha yenilerindendir. Tesiri dicumarol gibidir, daha çabuk başlar ve daha çabuk biter.

Kalb damarlarını genişleten ilâçlar

Miyokart enfarktüsü tedavisini kısaca an­lattıktan sonra en son şunu ilâve edeyim ki en­farktüs tedavisinde üç önemli tedbir, ilâç var­dır :1. İstirahat, 2. İstirahat ve 3. Gene istirahat.Miyokart enfarktüsü geçirmiş olanlarla has­bıhal

Enfarktüsü bir kere atlatıp da ayağa kalk­tınız mıydı gayeniz normal hayata avdet ve en büyük düşmanınız olan KORKU ile mücadeledir.. Kalb krizinden sonra işini, gücünü terkedip ya­rı sakat halde kalanların çoğunda buna sebep enfarktüs olmayıp bizzat hastaların kendi kor­kuları, kuruntularıdır. Miyokart enfarktüsüne yakalanan her 10 şahıstan sekiz, ilâ dokuzu ha­yatta kalmaktadır. en büyük tehlike ilk 2-3 hafta içindedir. Bu ilk üç haftayı sağlıkla at­latanlardan çoğu daha birçok yıllar tam bir sağlık içinde yaşarlar. Gazetelere bakmayınız, onlar ancak ölenleri yazarlar; yüzlerce, binler­ce hayatta kalanlar ve 20-25 yıl yaşıyanlardaıı bahis dahi yoktur. Enfarktüs geçirip daha 37 yıl hayatta kalanlar kaydedilmiştir. Bu hasta­lığı atlatıp da ata binen, doğuya giden, uçakla seyahat eden, denize baş aşağı atlayan, sapanı başında çift süren birçok hastalarım vardır. Si­zin de bunlardan biri olacağınıza hiç şüpheniz olmasın.

Gençlerde ilersi yaşlılardan daha iyidir. Kırk elli yaşlarında enfarktüse yakalananlarda kalbin o kısmı kuvvetli bir duvar ile örülür ve şahıs faal hayatına dönebilir. Enfarktüs kadın­larda erkeklerden daha iyi geçer.



Kalb Hastalıklarının Sebepleri Neler Olabilir?

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalb hastalıklarının sebepleri şunlar olabilir:

1. Anemi. - Kansızlık,

2. Hayvani parazitler. - Trişin, sıtma plaz-modisi, ekinokok, Riketsia, tripanozomi-yasis,

3. Arteryoskleroz. - Damar sertliği.

4. Bakteri enfeksiyonu. - Streptokoklar,, menengokoklar, gonokok (belsoğukluğu> mikrobu), pnömokok, enflüenza basili

5. Konjenital anomali. - Anadan doğma .kalb hastalığı.

6. Tansiyon yüksekliği.

7. Hipertiroidizm. - Boynun ortasındaki ti-roid bezinin fazla çalışması,

8. Hipotiroidizm. - Tiroit bezinin az çalış­ması,

9. Urlar,

10. Asabi,

11. Şeker hastalığı, damla hastalığı, şişman­lık, böbrek hastalıkları,

12. Virüsler. - Pek ufacık mikroplar,

13. Akciğer hastalıkları,

14. Vücudun başka yerlerindeki hastalıklar­dan kalkan refleksler,

15. Hâd asıl romatizma hastalığı,

16. Frengi,

17. -Bl vitamini noksanlığı,

18. Zehirli maddeler. - Fazla dijital almak, fazla kinidin, kuşpalazı mikrobunun ze­hirleri,

19. Yaralanmalar

20. Bazan hiç bir sebep bulunamaz.

Bunlar içinde en çok rasladığımız kalb has­talığı yapan sebepler :

1. Tansiyon yüksekliği,

2. Damar sertliği ve

3. Romatizma hastalığıdır.



Kalbin Atış Ritminde Görülen Düzensizlik­ler

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin atış ritminde görüten düzensizlik­lerin yani aritmilerin bir türü ekstrasistol olarak isimlendirilir. Normalde kalbin atış­larını idare eden merkez olarak bilinen si­nüs düğümünden dakikada ortalama 60-80 arası uyarı çıkar ve kalp bu uyarılara göre düzenli bir şekilde atar. Yani sistol ve diastol denilen kasılma ve gevşemeleri yapar. Eğer sinüs düğümü dışında bir odaktan ek bir uyarı çıkar da kalp bu uyarı ile erkenden kasılırsa, yani sistol hareketi yaparsa buna ekstrasistol denir. Ekstra­sistol kalbin erken bir vuruşu olduğu için bu atıştan sonra normalden daha uzun bir ara meydana gelir. Ekstrasistoller bazen düzenli olarak her iki atımdan veya üç atımdan sonra meydana gelebilir. Ekstra­sistol .nabız sayımı ve elektrokardiyogram (EKG) ile kolayca teşhis edilebilir. Ekstrasistoller bir heyecan anında, fazla çay, kahve, alkol içilmesinde, yorgunluk ve uykusuzlukta görüldüğü gibi, organik bir kalp hastalığında veya Dijital gibi kalp ilaçlarına bağlı olarak da peydana gele­bilir. Gençlerde çok kere hiçbir kalp has­talığı olmayabilir. Ancak bu gibi kimsele­rin kalplerinde mitral stenozu dikkatle aranmalıdır. Yaşlı kimselerde görülen eks-trasistollerde de koroner sklerozu ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Tedavi için ekstrasistolu olan hastalara kinidin (Natisedin) ve kinidin benzerleri (Norpace) ile bazı sedatifler (Diazem) ve trankilizanlar (Tranxilen) verilmektedir.



Kalbin Dış Zarının İltihabı

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin dıştan bir zarla çevrili olduğunu ve bu zara dış yürek zarı veya perikari dendiğini söylemiştik. İşte kalbin dış zarının iltihabına perikardii adı verilir. Perikarditler birçok çeşit olur:

Hâd Kuru Perikardîi

Perikart iltihablanmıştır, fakat kese içinde su toplanmaz. Arazları şunlardır: göğsün sol tarafında, kalb nahiyesinde devamlı bir ağrı, bu ağrı nefes alırken artar. Hararet derecesi yükselir, halsizlik, bitkinlik olabilir. Ağrı kar­nın üst kısmına, sol omuza, boyna ve sol kola intişar edebilir. Tabiî, esas perikardit sebebi ne ise arazlar da ona göre değişiklik gösterir. Sulu Perikardii

Kalbi dıştan saran zar iki yapraktan ibaret­tir, işte sulu perikarditte bu iki yaprak arasa da, yani perikart kesesinde su toplanır. Bu sa bazan cerahat, bazan ka*n ve bazan da berrak bir sıvadan ibarettir. Yine kuru perikarditte olduğu gibi göğsün sol tarafında ağrı vardır. Ateş yükselir. Akciğerlerin veya nefes borula­rının tazyiki neticesi öksürük olur. Karaciğer büyüyebilir, ayaklar şişebilir.

Yemek borusu tazyik altında kalırsa yutkunmasının güçleştiğinden şikâyet eder.

Sebepleri. Perikardit sebepleri pek çoktur, en sık görülenleri şunlardır :

1. Selim (iyi), sebebi muayyen olımyan. pe­rikardit: Grip tarzındaki bir enfeksiyon­dan bir hafta on gün sonra zuhur eder. Umumiyetle bir iki haftada geçer.

2. Hâd cerahatli perikardit: Perikart ktesesi içersinde cerahat vardır. Cerahat ya­pan mikroplar keseye akciğerden, plevra-dan geçerler veya genel bir kan zehir­lenmesi neticesi olur. Eskiden çok tehtikeli bir hastalıktı. Şimdi yeni ilâçlarla-tedavi edebilmekteyiz.

3. Romatizma perikarditi: Bilhassa çocuk­larda romatizma hastalığı esnasında gö­rülür. Aspirin tedavisi ile iki üç haftada kaybolur.

4. Tüberküloz perikarditi: Akciğer, lenf bezi veya plevra tüberkülozunun yayıl­masından olur. Sinsi başlar. Kalbin et­rafım saran zar içinde bazan iki üç kilo su toplanır. Ekseriyetle uzun sürer.

5. Üremide görülen perikardit: Böbrek hastalıklarının son safhasında görülür.

Bir de müzmin, sıkıştırıcı perikardit var­dır ki bu ekseriyetle tüberküloz perikarditi ne­ticesi olur. Yüreğin dış zarları kalınlaşır ve kal­bi, etrafındaki damarları sıkıştırmaya başlar. Karaciğer çok büyür, karında su toplar, ayaklar şişer. Bu halde ancak ameliyat ile şifa temin edilebilir.

Perikarditlerin diğer çeşitlerinde tedavi esas iltihabı husule getiren sebebe göre yapılır.



Kalbin Yapısı

23 May, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalb etten yapılmış, içi boş bir organ (uzuv)dır. Dışardan bakılınca tepesi aşağıda solda ve tabanı hafifçe sağda duran bir armuda benzer. Ortalama olarak erişkinlerde uzunluğu 12.5 san­timetre, genişliği en geniş yerinde 8.5 santimet­re ve kalınlığı da 6.2 santimetredir. Tartıbrsa ortalama ağırlığı erkeklerde 300 gram, kadınlar­da 250 gram gelir. Kalbin ağırlığı, yaşa bakmak­sızın, vücut ağırlığı ile orantılı olarak artar. Nor­mal bir kimsenin kalbi aşağı yukarı yumruğu kadardır . Kalbin etrafı iki yapraklı bir zarla sarılı­dır; bu zar kesesine Dış Yürek Zarı (perikart) denir. İM zar arasında normal kimselerde pekaz bir sıvı (mayi) bulunur. Perikardın vazifesi, kalb hareketlerini kolaylaştırmak ve kısmen de ona bir askı işini görmektir. Sağ kulakçığa iki büyük damar dökülür, bunlar Üst Ana Toplardamarı ve Alî Ana Toplardamarı’dır. Bu damarlarla sağ kulakçık boşluğu ara­sında hakikî kapaklar yoktur. Sağ karıncıktan Akciğer Atardamarı çıkar ve biraz sonra ikiye ayrılıp sağdaki sağ, soldaki de sol akciğere dâhil olur. Akciğer atardamarı ile sağ karıncık ara-. smdaki üç parçadan yapılmış kapakçıklara Ak­ciğer Atardamarının Yarımay Kapakları adı verilir. Bunlar akciğer atardamarına atılan ka-nın geriye, kalbe dönmesine engel olurlar. Sol kulakçığa dört adet Akciğer Toplardamarı dö­külür ve bunlarda kapak yoktur. Sol karıncık­tan çıkan büyük atardamara Aorta denir. Bu damar başlangıcında 3 santimetre genişliğindedir, biraz yukarı ve sağa doğru çıktıktan son­ra sola ve arkaya/kıvrılır ve sonra aşağıya inmiye başlar. Aorta ile sol karıncık arasındaki kapaklara Âorîanın Yarımay Kapakları veya sadece Aorîa Kapağı adı verilir. Aorta kapağı­nın vazifesi kanın aortadan geriye, kalbe dön­mesine engel olmaktır. İşte bütün ikuşlarm ve memelilerin kalbi bu yapılıştadır. Kalbin ön yüzü kısmen akciğerlerle örtü­lüdür. Akciğerlerle örtülü olmıyan ufak bir kısmı göğüs kemiğinin arkasında ve onun sol att: kısmında göğüs duvarı ile doğrudan doğruya temas halindedir. Kalbin ön yüzünün büyük: bir kısmı sağ karıncıktan teşekkül eder. Kalbin alt yüzü diyafragma (hicabı haciz) denen ve gö­ğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinde» ayıran bir bölme üzerinde oturur. Kalbin arka­sından yemek borusu geçer. Daima bir tek hekime bağlanınız. Keseniz müsait ise birçok hekimleri bir arada çağırınız. Ayrı ayn he­kim çağırmak kadar yanlış bir şey yoktur.



Kalori Cetveli

24 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Kalori, ısı üretiminin bir ölçüsüdür. Kilo kalori, vücudun enerji harcaması ve ihtiyacı için kullanılan bir sağlık terimidir. Besinlerin tümü önce midemizde daha sonra da ince ve kalın bağırsaklarımızda eritilerek kanımıza karışır. Sindirilmeyen ve posa haline gelen kısım da çeşitli biçimlerde bünye tarafından dışarı çıkartılır. İnsanın kanına karışan özdeklerden mineraller, madene gereksimi olan organlara ulaşarak buralarda görevlerini görürler. Bunun dışındakiler ise kanımızdaki oksijenle birleşerek yanar insana ısı ve güç sağlama görevini görür.

Günlük kalori ihtiyacı ile ilgili olarak aşağıdaki tabloyu inceleyiniz lütfen.

MEYVELER

ÜRÜNGR/BİRİMKALORİ

Elma1 Adet 80 gram60

Kayısı1 Adet 10 gram8

Muz1 Adet 40 gram100

Kiraz100 gr40

Hurma1 Adet15

İncir100 gr41

Greyfurt1 Adet 80 gram60

Portakal1 Adet 80 gram50

Kivi1 Adet34

Mandalina1 Adet50

Karpuz100 gr19

Kavun100 gr18

Şeftali1 Adet 80 gram60

Armut1 Adet 80 gram70

Erik1 Adet 8

Üzüm100 gram57

Çilek100 gram26

Ayva100 gram57

Dut100 gram93

Limon100 gram27

Vişne100 gram60

Avokado100 gram147

SEBZELER

ÜRÜNGR/BİRİMKALORİ

Domates1 Adet 50 gram14

Enginar1 Adet 50 gram10

Patlıcan1 Adet 50 gram28

Salatalık1 Adet 20 gram11

Taze Fasulye100 gr90

Brokoli100 gr35

Brüksel Lahanası100 gr35

Kabak100 gr25

Havuç100 gr35

Karnabahar100 gr32

Kereviz100 gr18

Marul100 gr11

Mantar100 gr15

Soğan100 gr14

Bezelye100 gr89

Taze Yeşil Biber100 gr15

Haşlanmış Patates100 gr100

Ispanak100 gr26

Lahana100 gr20

Bakla100 gr72

Bamya100 gr36

Börülce100 gr127

Maydonoz100 gr44

Nane100 gr65

Semizotu100 gr32

Sarmısak100 gr137

Soya Fasulyesi100 gr403

Turp100 gr19

Yer Elması100 gr75



Kalp Adalesinin Hastalanması, Miyokardit

1 Nis, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp adalesinin yani miyokardın iltihabına miyokardit denir. Kalp adalesini besleyen damarlardan birinin tıkanması sonucu o bölgede nekroz meydana gelmesi ise miyokard enfarktüsü olarak bilinen meşhur bir kalp hastalığıdır. Bakteriyel enfeksiyonların, özellikle roma­tizma, difteri ve tifo gibi hastalıkların sey­ri esnasında veya sonucunda kalpte mi­yokardit görülebilir. Bu durumda kalp bü­yür ve yorulur, atışları zayıflar, göğüste ağrı hissedilir. Miyokardın iltihabi olmayan hastalıklarına ise kardiyomiyopati adı verilmektedir. Kalpte fibröz bir gelişme söz konusudur. Bazısı doğuştan veya idyopatiktir. Bazıla­rı metabolizma bozukluğu hastalığı olarak ortava çıkar. Gebelikten sonra da kalp bü­yümesi ve yetmezliği, göğüs ağrısı, öksü­rük, hemoptizi, bulantı, kusma gibi şikâ­yetlerle kardiyomiyopati başlayabilir. Diji­tal tedavisi ile iyi sonuç alınamayan vaka­larda kortizon tedavisi uygulanır.



Kalp ağrısı

20 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Kalp ağrısı (Angina pedoris). Koroner arter hastalığının en önemli belirtisidir. Koroner arterlerdeki daraltıcı hastalık sonucu kalp kasındaki beslenme bozukluğunu gösterir. Kalp kasındaki beslenme bozukluğu sonucu ortaya çıkan bazı maddeler sinir­leri uyararak ağrının hissedilmesine sebep olurlar.

Kalp ağrısı genellikle tipik olarak % 80-90 vakada göğsün ortasında göğüs kemiğinin üzerinde veya solda kalp bölgesin­dedir. Ayrıca:

- her iki omuzda,

- her iki kolda (daha çok sol omuz ve sol kolda),

- sırtta her iki kürekkemiği arasındaki kısımda veya sol kürekkemiği altında,

- boyunda,

- çenede ve dişlerde,

- mide bölgesinde,

- sağ göğüs ve kolda olabilir.

Ağrı baskı tarzında sıkıştırıcı özelliktedir. Hasta göğsünde veya omuzlarında çok ağır bir yük hisseder. Beraberindeki kor­ku hissi, endişe ve huzursuzluk vardır. Kunt ve sıkıştırma tarzın­da bir ağrıdır. Bıçak saplanır tarzda veya iğnelenme tarzında, anî, keskin, gelip geçici bir ağrı değildir.

Eforla ve yorulmayla ortaya çıkar. Efor sırasında ortaya çı­kan ağrı istirahatle geçer. Efora devam etmekle geçmez, aksine şiddeti artar. Efora devam edilemez. Eforun derecesi damarda­ki darlık derecesiyle orantılıdır. Bazı hastalar 2-3 kat merdiven çıkmakla ağrı hisseder. Diğer bazı hastalardaysa çok kısa yürü­mekle en ufak eforla bile ağrı meydana gelebilir. Hastalığın iler­lediği durumlarda, istirahatte sırasında da ağrı görülür. Egzer­siz sırasında olabildiği gibi heyecanlanma, sinirlenmeyle kan basıncının yükselmesi ve yemek sonrası ortaya çıkabilir. Anî so­ğuk havayla temasta, rüzgâra karşı yüründüğünde meydana gelebilir.

Koroner yetersizliğinden kaynaklanan ağrı damar genişle­tici Tirinitrine ve İsordil gibi ilaçlarla kısa sürede geçer. Ağrı genellikle 3-5 dakikadır. Ancak 15-20 dakikada sürebilir. 30 da­kikayı aşan ağrılarda enfarktüs olabilir. Efor veya egzersiz so­nucunda çıkmaz. Yani bir kimse gün boyu yaptığı fizik egzer­sizden sonra evde dinlenirken prtaya çıkan ağrı, kalp ağrısı de­ğildir. Bu tip ağrılar, kas ağrılarıdır. Genellikle hanımlarda gün boyu yapılan temizliklerden sonra görülen, göğüs yerinde ve sırtta duyulan, günlerce süren ağrılar da «angina pectoris» de­ğildir.

Kalp ağrısı (angina pectoris) nefes alıp vermekle geçmez veya artmaz. Derin nefes almakla artan veya derin nefes alma­yı engelleyen bir ağrı değildir. Ağrı, sağ ve sola yatmakla göğ­sün ve sol veya sağa, öne ve arkaya yapılan hareketlerinde or­taya çıkmaz. Bu hareketlerde artmaz.

Göğsün ortasında ve sol tarafta sırtta duyalan ağrıların hepsi «angina pectoris» değildir. Bu ağrıların bir kısmında gö­ğüs boşluğundaki ve göğüs duvarındaki organlar sorumlu ola­bilir (mesela: kalp ve akciğer zarı, iltihaplanarı kaburgalar, sırt kemiklerindeki kireçlenmeler). Bu ağrılar genellikle batıcı ve kes­kindir. Devamlıdırlar, nefes alıp vermekle artarlar. Mide ağrıla­rı, yemekborusu spazmları da kalp ağrısıyla karışabilir. Bu ağ­rıların süresi daha uzundur. Yemek yemek veya süt içmekle, mi­de asidini gideren ilaçlarla geçerler.

Boyun ve sırt eklemleriyle ilişkili ağrılar da saatlerce sürer, ancak ağrı giderici ilaçlarla geçerler. Hareketlerle artarlar.

Koroner arter hastalıklarının diğer belirtileri. Koroner arter hastalığı genellikle eforla gelen tipik ağrılarla başlar. Bazen anî olarak enfarktüs meydana gelir. Çoğunlukla enfarktüsten ön­ce birtakım belirtiler olabilir. Ancak hasta bunları önemsemez ve enfarktüs durumda hastaneye müracaat eder. İlk belirti çarpıntı olabilir.

Hasta, eforla veya istirahatle gelen çarpıntı hissedebilir ve doktora müracaat edebilir. Bunların dışında eforla nefes darlığı, nadiren yorgunluk hissi de başlangıç belirtileri olabilir.

Hastalığın ilerlediği devrelerde kalp yetmezliğini gösteren belirtiler vardır. Nefes darlığı belirginleşir. Hem eforda hem de istirahatte olabilir. Vücutta, karında ve bacaklarda şişmeler meydana gelebilir.

Koroner arter hastalığı uzman hekimlerce hastanın şikâye­tinin dinlenmesi, muayene ve uygulanan testler sonucunda teş­his edilebilir. Hastalığın tedavisi ise yine uzman hekimlerce ve­rilecek ilaçlarla veya cerrahî olarak yapılır.



Kalp Ameliyatı Sonrası Ne zaman İşe Dönülür?

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı

Ne zaman Göreviniz başına dönebilirsiniz?

Vazifeleri oturak onlanlar üç ay sonra çalışmaya başlıyabilirler. Umumiyetle plân şudur: üç hafta katî yatak istirahati, dördüncü hafta yatak içinde sağa sola dönülebilir, beşinci hafta ayaklar karyoladan aşağı sarkıtılır, altıncı haf­ta yatağın yanında bir koltuğa oturabilirsiniz, yedinci hafta oda içinde serbest, sekizinci hafta ev içinde serbest, ikinci ayın sonunda sokağa çıkabilirsiniz. Bu klâsik olan sistemdir. Hâlen birçok hekimler hastalarını 2-3 haftada ayağa kaldırmaktadırlar. Hattâ ilk günlerden itibaren hastaların yatak yerine koltukta oturmalarına müsaade edilmektedir. Fakat bunun ne derece­ye kadar doğru olduğunu bize ancak zaman gös­terecektir. Bu işlerde aceleye hiç de mahal yok­tur. Enfarktüs geçirenlerin her gün öğleden son­ra 1-2 saat istirahatleri, haftada en az bir gün hiç çalışmamaları ve senede en aşağı bir ay din­lenmeleri zarurîdir. Her gün bize sorarlar : acaba şunu yapa­yım mı, acaba yaptığım şu iş benim için fazla mı? Buna vücudunuzun kendisi cevap verir. Hiçbir göğüs ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı, çok fazla yorgunluk hissetmiyorsanız mesele yoktur. Biraz da insan kendi kendisinin hekimi olmalıdır.



Kalp Bloku

3 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kulakçık ve karıncıklar arasında, kalbin ust ve alt bölümleri arasındaki sınır ile timinin yavaşlamasına veya kesilmesine blok denir Bu durumda kalbin atışları ya­vaşlar (bradıkardı) ve baş dönmesi mey­dana gelir İletim bozukluğunun derecesi­ne göre bölgesel (parsıyel) veya tam blok meydana gelebilir. Bu durumda kalbin bölümlerı, kulakçık ve karıncık birbirinden ayrı olarak çarparlar Bu şekilde meydana gelen bloklar EKG ile teşhis edilebilirler Mıyokard hastalıklarında, koroner sklero zunda, romatızmal kalp hastalıklarında, vagotonıde ve bazı ilaçlara (dıgıtal, kim­din prokaınamıd, propranolol v b ) bağlı olarak ve kanda fazla potasyum birikme­si gibi durumlarda kalp bloku meydana gelebilir Tedavi için atropin yapılır ve e ıcktro çekildikten sonra bir kalp uzmanının veıeceğı antıarıtmık ilaçlar kullanılır



Kalp Çarpıntısı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp atışlarının bir kimse tarafından rahatsız edici şekilde duyulmasına çarpıntı palpitasyon denir.Hekimler kalbin hızlı bir şekilde atmasına taşikardi, düzensizlik göstermesine ise oritmi adını verirler.Çarpıntı bir kalp hastalığı olmadan da hissedilebilir. Kansızlığı olan kimselerde aşırı beden hareketi yapan ve efor sarfeden normal insanlarda kalbin hızlı çarpması bedenin normal bir kompensasyon reaksiyonudur.

Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak üzere organizma çevreye daha çok kan pompalamak zorunda kaldığından kalp hızlı atar.

Bazı içkiler (cay, kahve, alkol v.b.) ve ilaçlar (adrenalin, efedrin, amfetamin v.b.) carpmtI nedeni olabilir.

Çarpıntı şikâyeti olan kimseler bu durumun gerçek bir kalp hastalığından, kansızlıktan veya kalp nörozundan ileri gelip gelmediğini anlamak üzere bir kalp hastalığı doktoruna muayene olmalıdırlar.



Kalp Damarının Hastalıkları

13 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Tıp dilinde «Kardiyak» sözcüğü sık sık «kalp» sözcüğü yerine bir sıfat olarak kul­lanılır. Örneğin kardiyak hastalığı, kardiyak ağrı, kardiyak kazalar gibi. «Koroner» söz­cüğü ise kalbi besleyen kan damarlarının adıdır. Ancak çok kere başka sözcüklerle birlikte kalbe ilişkin bazı hastalıkları an­latmak için kullanılır. Örneğin «Koroner skleroz». Bu , damarların sertleşmesidir. Koroner damarlarda sertleşme veya sinir­sel uyarılarda daralma yani spazm meyda­na geldiğinde koroner yetmezlikten söz edilir. Bu şekilde bir daralma angina pektoris nöbetlerine yani kalp kasımn oksijen­siz kalarak ağrımasına neden olabilir. «Ko­roner tromboz» ise kalp damarlarının tı­kanması anlamına gelir. Kalp damarlarının herhangi bir anormallik gösterdiği durum­larda da «koroner hastalıklardan söz edi­lir. Koroner tromboz’da olduğu gibi, bir damarın, kan pıhtısı tarafından tıkanması durumunda, hastaların kalbi aniden kansız kalır. Böylece bu kansız bölge çalışmasını sürdüremez ve buradaki dokular beslenemez, ölür. Kansız kalan bölgeye «enfarkt», bu şekilde birden hastalanan kimsenin ge­çirdiği olaya da «enfarktüs» denir Enfark­tüs geçiren kimse eğer hemen ölmez, yaşamaya devam ederse bir süre sonra iyi­leşme söz konusu olabilir ancak hasara uğrayan doku yerini bir nedbeye bırakır. Günümüzde hasta olan veya daralan ko-roner damarı çıkarılmakta, yerine bacak­tan alınan safen veni transplante edilmek­tedir. Bu operasyona baypas (by-pass) ameliyatı denir.



Kalp Damarının Tıkanması, Miyokard Enfarktüsü

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Enfarktüs denince kalp adalesini yani miyokardı besleyen damarın (coroner arter) bir pıhtı ile tıkanması anlaşılır. Akut miyo­kard infarktüsü denen kalp hastalığı git­tikçe sık görülmeye başlanmıştır. Günü­müzde şehirlerde yaşayan stresli, sıkıntılı bir yaşam içindeki nisbeten genç erkek­lerde enfarktüs korkusu bir psikoz şeklin­de yaygınlaşmaktadır. Hastalık kalbi bes­leyen koroner damar dallarından birinin trombozla tıkanması sonucu göğüs arka­sında hissedilen bir ağrı ile başlar. Ağrı bazen çok şiddetli duyulur, ölüm korkusu ve huzursuzluğu içinde olan hastanın ko­nuşacak hali yoktur. Ani ölümlerin çoğu bu şekilde ağır bir enfarktüs ile meydana gelen kalp hastalığı sonucudur. Bazı en­farktüs vakaları ise çok hafif seyreder, hasta ciddi bir hastalık geçirmekte oldu­ğunu bile farketmeyebilir. Şikâyetlerinin hazım bozukluğu, gaz veya adale ağrısın­dan kaynaklandığını zannederek doktora gitmeyi ihmal edenler vardır.Hastanın bu sırada ölçülecek nabız ve tansiyonunda bir değişiklik bulunmaz. Teş­his ancak elektrokardiyografi (EKG) ve bazı laboratuvar bulguları (lökositoz, sedi­mantasyonun artması, serum glutamik oksalasetik transaminaz.«SGOT»ve serum piruvik transaminaz «SGPT» laktat dehidrogenaz «LDH»ve kreatinin fosfokinaz«CPK» fermentlerinin artması v.b.) ile saptanabilir.Ağrı ile beraber bulantı, kusma, nadir ola­rak hıçkırık nöbetleri, nabızda çeşitli ritm bozuklukları görülebilir. Ağrıdan sonra has­ta birden solar, vüoudunu soğuk bir ter kaplar ve ağrı geçebilir. Enfarktüs geçiren hastalarda daha sonra çeşitli ağrılar de vam edebilir. Sol meme üstünde ve so! omuza vuran sürekli, kunt ve eforla ilgili olmayan ağrılar olabilir. Koroner damarlar­da vazomotor aktivite az olduğundan bu­rada yerleşen atherom plakları yani da­mar sertliği zaman zaman kalp anjini de­nen ağrılara neden olurlar. Koroner da­marları bu şekilde yetersiz olan kimseler­de bazen enfarktüsü andıran göğüs ağrı lan olur. Bu göğüs ağrısı yarım saatten fazla sürer ve trinitrin denilen ilaçla geç­mezse akut koroner yetersizliğinden söz edilir. Bazı virüslerin sebep olduğu akut perikardit vakalarında da miyokard infarktüsünde olduğu gibi sol omuza ve kola hat­ta epigastriurna vuran ağrılar olabilir. Ancak burada ağrı sıkıştırıcı değil, batıcı ka­rakterdedir.Koroner damarlarda sinirsel uyarılarla da­ralma olup olmadığı münakoşa konusudur. Ancak koroner anjiografilerde bu arterle­rin sık sık çap değiştirdiği görüldüğüne göre soğuğun ve streslerin kalbin yükünü artırdığı ve bu şekilde koroner spazma bağlı geçici bir iskemi yani dokuların kan­sız kaldığı kabul edilebilir. Ağır kansızlıklarda koroner damarlar ta­mamen normal olduğu halde efor sırasın­da kalp dokusuna taşınan oksijen az oldu­ğundan kalp anjini şikâyetleri meydana gelebilir. Koroner damarlarda yetersizlik doğurcn faktörler yani damarlarda sertleşme (ar-terioskleroz) meydana getiren nedenler tam olarak çözülememiştir. Ailevi faktör, şişmanlık, şeker hastalığı, yüksek tansi­yon, kanda kolesterin ve ürik asit gibi bazı metabolitlerin artması ve stress gibi etken­ler koroner sklerozuna ve sonunda miyo­kard infarktüsüne neden olmaktadır.Tedavi semptomatik olarak yapılır. Nekroz yerinde sağlam bir nedbenin yerleşmesi için üç ay gerekmektedir. Ağrıyı kesmek için morfin yapılmakta, arada oksijen koklatılmaktadır. Hasta yatakta istirahat etti­rilmektedir. Koroner hastalarına bakmak için yoğun bakım servisleri kurulmuştur. Burada hastalar aletlerle devamlı olarak kontrol altında tutulurlar.



Kalp Elektrosu

3 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Elektrokardiyografi (EKG) veya kısaca kalp elektrosu, kalbin çalışırken oluşturduğu elektrığın ölçülmesi ve yazdırılması demektır Kalbin kasılması (sıstol) ve gevşemesı (dıastol) arasında organizmadaki animal elektriğin gösterdiği değişmeyi yani aksiyon akımlarını bir galvanometre aracılığıyla gorunur hale getirmek ve bir kâğıt sent üzerine yazdırmak mümkün olmaktadır. Kalpten gelen pozitif ve negatif akımlar manyetik alanda kuvvetlendirile­rek dönen bir kâğıda aksettirilmekte ve bir trase yanı grafik elde edilmektedir.

Bu amaçla elektrokardiyografi denen ara­cın dört elektrodu hastanın kol ve bacak­larına bağlanır. 5. elektrod ise göğüs üze­rine kalbin değişken noktalarına konula­rak değişik derivasyonlarda elektro çeki­lir. EKG trasesinin üzerine çekildiği küçük kareli kâğıtta yatay çizgiler akım şiddetini (1 mm = 1/10 milivolt), dikey çizgiler ise zamanı (1 mm = 0,04 sn) gösterir.

Kısaca elektro denilen ve günümüzde cok modern çeşitleri bulunan aygıtlarla elde edilen elektrokardıyogramlar doktorlara çok değerli bilgiler vermekle beraber, kalbin fonksiyon durumunu tam olarak gösteren bir teşhis aracı değildir. EKG şeritinden ancak bir kalbin büyüyüp büyümediği, kan­sız kalıp kalmadığı, yük altında olup olma­dığı, ritm bozuklukları ve kalp bloklarının türleri anlaşılabilir. Dolaşım sistemini ve kalbin fonksiyonunu anlamak için baş­ka klinik ve labarotuvar bulguları da ge­rekmektedir

Elektrokardiyografi hasta sırtüstü hareket­siz yatarken çekildiği gibi (istirahat trasesı), bazı hastalarda efordan sonra yani hastaya pedal çevirmek veya merdiven çı­kartmak gibi yorucu hareketler yaptırıldık­tan sonra da (efor trasesi) çekilmektedir. Böylece eforun kalp adalesinde ve nabız­da meydana getirdiği değişmeler tespit edi­lebilmektedir.

Normal bir elektro trasesinde pozitif ve ne­gatif dalgalara sırasıyla P, Q, R, S, T, U adları verilmiştir. Bu dalgaların değişik derivasyonlarda ve değişik şartlarda göster­diği şekillerden kalbin durumu okunmaya ve hastalığın teşhisi konulmaya çalışıl­maktadır. Kâğıt üzerindeki bu çizgileri ya­ni grafileri ancak uzman doktorlar okuya­bilmekte ve diğer klinik bulgularla bir ara­da değerlendirebilmektedirler.



Kalp Enfarktüsünde Ruhu Dinlendirmenin Önemi

19 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Ruhî, dimağı sükûnet

Bedenî istirahat kadar ruhî sükûna da ih­tiyacınız vardır. Heyecanlandığınız, kızdığınız, hiddetlendiğiniz zamanlar vücudunuzdaki bez­ler daha fazla ifraz yapar, adaleler gerilir, kan daha süratle akmaya başlar ve bütün bunlar kimin başında patlar bilir misiniz? kalbinizin. Ha yataktan kalkıp yürümüş, koşmuşsunuz, ha heyecanlanmış, kızmışsınız arada hiç fark yok. Korku en kuvvetli damar büzücüdür. Korkunca damarlar daralır, kan basıncı artar, kalb yük al­tında kalır. Komik mecmualar, eğlenceli kitap­lar okuyabilirsiniz. Radyo açıp dinlendirici, eğ­lendirici bir müzik dinlemenizde bir mâni yok­tur. Odanıza ziyaretçi girmemelidir. Konuşmak da kalbi yorar. İçeri girenler sizi heyecanlandırabilir. En iyisi yarımıza her vakit görmeye alıştığınız, sizi heyecanlandırmayan birinin gir­mesidir.

Yürümek, koşmak, heyecanlanmakla olduğu gibi sindirim ameliyesi de kalbe ayrı bir yük yükler. Birçok kalb krizlerinin bol bir yemeği takip ettiği hepinizce malûmdur. Üç bol yemek yerine dört beş hafif yemek yimek kalbi daha az yorar. Bu sebepten dolayı yemekleriniz her seferinde az, hafif, fakat sık olmalıdır. Önceleri sulu gıda, et suyu, meyva suları, hoşaf suyu, mahaüebi veya süt yenir. Bu gıdalar size kuvvet, kudret vermekle beraber kolayca sindiri­lirler ve sindirim sistemi üzerine birden fazla yük yüklemezler.

Enfarktüs nöbeti ağır ise doktorunuz yataktan çıkıp yüz numaraya gitmenize müsaade etmez; yatağın içinde oturak kullanmanız zarureti var­dır. Bazı hastalar yatağın içinde oturağa aptest etmekten bir türlü hoşlanmazlar ve daha fazla sıkıntı duyarlar. Bu halde yatağın yanına bir oturaklı iskemle konur ve iki kişinin yardımı ile fazla ceht sarfetmeden yataktan inip iskemleye oturabilirsiniz. Çok hasta değilseniz yatakta kendiniz dişlerinizi fırçalayıp elinizi yüzünüzü. silebilirsiniz. Bir hemşire vücudunuzu kolon­yalı ılık su ile silebilir.

Oksijen vermek

Bildiğiniz gibi enfarktüsün esası oksijen­sizliktir. Bazı vakalarda kısa bir müddet için, bazılarında ise birçok günler oksijen vermek icap eder. Oksijenin kalb damarmdaki pıhtı üzerine doğrudan doğruya bir tesiri yoktur. Fakat ilâve oksijen vermekle kalbe giden azal­mış oksijen miktarı çoğalır. Oksijen fazla olun­ca kalbin de enerjisi artar. Bütün vücutta dola­şan kan içindeki oksijen miktarı da artar ve hücreler hayat kurtaran bu gazdan yeter dere­cede istifade edebilirler. Oksijen yalnız başına hiçbir ilâç olmadan da enfarktüs ağrısını geçirebilir. Derinin ma­vimtırak rengi kaybolup yerine pembe bir renk kaim olur, zorlu solunum geçer ve hasta ilâçsız olarak uyuyabilir.

Oksijen, teneffüs edilen havanın beşte bi­rini teşkil eder. Sağlıkta bu miktar mücut için kâfidir. Hastalıkta ise ilâve oksijene ihtiyaç hasıl olur. Bazan %90 kesafetinde oksijen kok­latılır. Oksijen, ya maske ile, ya kateterle bu­rundan veya, çadır içinde verilir. Amerikada lıazı hastanelerde her tarafı sıkıca kapalı oksi­jen odaları vardır, fakat bu çok pahalıya mal. olur.

Oksijenin ikinci bir kullanılış yeri de akci­ğer konjesyonudur. Enfarktüslü bir hasta sırt üstü yattığından dolayı kan akciğerlerinde top­lanır ve kanın mayi kısmı damarlardan dışarı sızarak akciğerleri doldurur, bunun neticesi olarak da akciğerdeki havaya az yer kalır. Ak­ciğer lerdeki konjesyonla mücadele için oksi­jen, özel bir maske ile kesif bir halde verilir. Nefes normal alınır, fakat nefesi dışarı verirken daha yüksek bir tazyikle verilir ki bu hal jkan mayilerinin damarlardan dışarı, akciğer içi­me sızmasına mâni olur.

Ağrıyı geçirmekŞayet enfarktüs geçirmekte iseniz çağırdığmız hekimin ilk yapacağı şey, ağrınızı tahfif etmek ve sizi sükûnete kavuşturmaktır. Bu maksatla derhal deri altından morfin ve atro­pin şırınga edilir. Morfin hem ağrıyı tahfif eder, hem de sizi sakinleştirir. Ekseri hastalar bir kalb krizi esnasında huzursuzdurlar ve de­vamlı asabî hareketleri kalblerini daimî suret­te yorar. Morfinle uyutulunca adaleler gevşer, ruh ve beden sükûnet bulur ve kalbin de yükü azalır.

Trinitrin enfarktüs krizinde tesirsizdir, hat­tâ zararlı olabilir.



Kalp Enfarktüsüne Kimler Yakalanır?

17 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Kalb enfarktüsüne kimler yakalanır, arazları nelerdir?Kaib enfarktüsü umumiyetle erkeklerde kadınlardan daha fazla görülmektedir. Blanc ve White adındaki iki Amerikalı kalb hekimi nin 200 vakalık serisinde 168 erkek (yüzde 84 ve 32 kadın (yüzde 16) bulunmakta idi. Demek ki hangi yaşta olursa olsun erkeklerde kadınlardan hemen beş defa daha sık raslanmaktadır. Hele kırk yaşının altında erkeklerde kadınlardan tam yirmi defa daha çok görülür.

Enfarktüs ileri yaş hastalığıdır. Bakın yiı Bland ve White’in 461 kalb enfarktüsü vakasında yaşa göre enfarktüs nisbetini şu örnek ne güzel gösteriyor:

Kalp enfarktüsü

Yaş Adedi Yüzde

30 dan önce 3 0,7

30—40. 16 3,5

40—50 80 17,4

50—60 169 36,6

60—70 142 30,8

70—80 47 10,2

80 inden sonra 4 0,9

461 100

Şimdiye kadar raslanan en genç kalb enfarktüsü hastası yedi buçuk yaşında idi.

Doktorlar, tüccarlar, politikacılar, avukatlar, subaylar ve iş adamlarında enfarktüs görülür. Fakat köylülerde, âmelebaşüânBda 9â raslanmaktadır. Şişmanlarda zayıflardan jlsÜiâ çoktur. Ailesinde miyökart enfarktüsü, şeker hastalığı, tansiyon yüksekliki, felç, beyin kana­ması ve safra kesesi hastalığı bulunanlarda da­ha sık görülmektedir. Fakat muhakkak irsî de­ğildir.

Şahsen benim 1953 içinde tedavi ve takip ettiğim elli kalb enfarktüsü vakasını tahlil edin-’ ce şöyle bir sonuç aldım :

50 vakanın üçü kadın (yüzde 6), kırk yedi­si (yüzde 94) erkektir. En genci 29 yaşında bir asker tabib, en yaşlısı 110 yaşında bir kadın­dı. Vakaların yirmi altısı 50 - 60 yaşlarında, onu 40 - 50 arasında idi. Yani elli hastanın yüzde 72 si 40 - 60 yaşları arasında bulunuyordu. Mesf-lek bakımından sıraya konduğunda: 17 subay, 10 tüccar, 5 memur, 3 ev kadını, 2 yüksek mü­hendis, 2.milletvekili, 2 avukat, 2 doktor, 1 ma­rangoz, 1 mimar, 1 fotoğrafçı, 1 lokantacı, 1 şpr för, 1 hâkim ve bir öğretmen vardı. Bu vakalar yalnız hususî muayenehanemin bir yıllık arşi­vine dahil olup hastanedekiler bundan hariç­tir.



Kalp Enfarktüsünün Belirtileri Nelerdir?

18 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Arazları Nelerdir?

Kalb enfarktüsünün arazlarını kısaca yaz­maktan maksadım kendinizde veya yakınlarnızdan birinde bu arazlara rastlarsanız hemen acil tedaviyi yapabilmeniz ve en yakın hekime müracaatınız içindir. Yoksa sizin kendi kendinize teşhis komanız imkânsızdır. Enfarktüsle karışan hemen 15 kadar hastalık vardır, bunu ancak anlayışlı bir hekim ayırt edebilir.

Ağrı en başlıca şikâyet sebebidir. Ağrır bir çok tipleri vardır: göğüste tazyik hiss sanki bütün kaburgalar birbirine geçiyormuş gibi bir his, yakıcı, kaynar su dökülüyormuş gibi bir ağrı. Bazı kimseler sadece göğüslerinin ortasında ufak bir sıkıntı duyarlar. Bazılarında ağrı yalnız kollarda ve bileklerdedir. Kalp enfarktüsünde ağrı tipik olarak göğüs kemiği­nin orta ve alt kısmındadır, zannedildiği gibij solda kalb nahiyesinde değil. Ağrı kollara, boyna, çenelere, sırta ve karna intişar edebilir. Sol meme hizasında veya onun dışında duyulan ağrılar için hekiminiz ekseriya başka bir sebep arar. Korkudan yatakta kıvrılıp yatanlar oldt ğu gibi ağrıyı geçiririm ümidiyle odanın içinde dönüp dolaşanlar veya ağrının şiddetinden düşüp bayılanlar da vardır. Ağrı yarım saat veya* bir iki gün devam edebilir. Ağrının sebebi kalbi etine gelen oksijenin birden azalmasıdır. Kalbi damarlarından biri tıkandığından kalbin muayyen bir parçası oksijenden mahrum kalır. Binaenaleyh ister hareket edilsin, ister hiç kımıldanmadan yatılsın ağrı bir türlü geçmez. Şayet daha önceden kalb anjini nöbetleri mevuct idiy­se hastalar yine aynı anjin nöbetinin geldiğini sanırlar, fakat bu öncekilerden farklıdır: ön­ceki nöbetler dil altına trinitrin koymak­la geçerken bu bir kaç trinitrine rağmen geç­mez; evvelkiler istirahatle 3-5 dakikada hafif­lerken bu hafiflemez. Hastalar ekseriya büyük bir korku içinde olup hemen öleceklerini sanır­lar. Yüz kül gibi soluk gri renktedir. Buz gibî terler boşanır, geğirme, kusma, gaz çıkarma ola­bilir. Hattâ ekseri bu gibi vakalar mide bozuk­luğu, apandisit, gaz sancısı zannedilir. Yanlışlık­la ameliyata gönderilen hastalar bile vardır.

Bir iki gün sonra hasta kendisine gelir, bu sefer de tansiyonu düşmeye başlar, biraz da ateşi yükselir. Miyokart einfarktüsü hiç ağrı ol­madan da sol kalb kifayetsizliği ile başlıyabilir. Bazan da o kadar hafiftir ki şahıs farkına bile varmaz, ancak sonradan alman elektrokardiyogram işi meydana çıkarır. Kalb enfarktüsünün kesin teşhisi elektrokar­diyografi ile konur.



Kalp Enfarktüsünün Tedavisi

18 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Kalp Enfarktüsünün Tedavisi Tıbbın devamlı surette hamleler yapmak­ta olduğu bir devirde yaşamaktayız. Her gün yeni bir ilâç, yeni bir tedavi usulü keşfedilmekte, icat edilmektedir. Burada sizlere anlataca­ğım bazı ilâçları, usulleri üç dört sene önce ya­zılmış olan tifo kitaplarında bulamazsınız. Belki birkaç sene sonra daha yenileri çıkacaktır. Bugünkü vasıtalarla kalp damarını tıkamış olan pıhtıyı hemencecik eritiverecek bir imkâna sahip değiliz. Keza damarlardaki sertliği de kısa zamanda tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bizim yapabildiğimiz iki şey var:

1) kalp yükünü mümkün mertebe azaltmak ve,

2) kalp dolaşımını yeniden tanzim eden, en iyi hekim olan tabiat anaya yardım etmek.

1. Kalp yükünü azaltmak.

a) yatak istirahatı:

Bütün vücutta kanı harekete getirmek, onu. her tarafa sevketmek kalbin başlıca vazifesidir. Halbuki şimdi bizzat kendini besleyen damar­lardan biri tıkanmıştır. Kalbe eskisinden daha az gıda, daha az oksijen gelmektedir. Herşeyej rağmen de kalbin vazifesine devamı mecburi­dir, zaruridir. Yaralı organların istirahatı şart­tır. Ama, gel gelelim kalbiniz birazcık, meselâ1 üç dört dakika kadar tatil yapacak olsa haliniz nice olur? Kalbi tel örgü içine alıp tesbit ede­meyiz. O, vazifesine gece gündüz devam etme-i lidir. İşte bütün bu olayları dikkat nazarına alırsak ortada yapacak bir çare kalıyor: o da yatak istirahatidir. Şayet yatağa yarı oturur 3 ziyette, arkanıza birçok yastıklar koyarak, ya­tarsanız, yemeğinizi başkası yedirir, yüzünüzü başkası silerse kalbten istenen iş de asgarî had­de inmiş olur. Unutmayınız ki vücuttaki etlerin en ufak bir hareketi daha fazla kana, oksijene, daha fazla pompaya ve daha fazla kalb çalış­masına, yorulmasına mal olur. Bundan dolayı yatakta ne kadar sakin, sessiz yatarsanız kalbi­nize de kendisini tamir etmek, yamamak için o kadar fazla fırsat vermiş olursunuz. Lâkin hiç hareket etmeden mıhlanmış gibi yatmak ancak îlk birkaç gün içindir. Bunu uzun zaman de­vam ettirmek de fayda yerine zarar verir. Ne­den mi? Bakın anlatayım : insan hiç kımıldama­dan uzun zaman yatarsa muhitte dolaşım yavaşlar. Bir ırmak gayet sakin aktığında içindeki çamurlar, taş topraklar çöker. İşte vücutta da kan akımı yavaşlayınca, bilhassa başka damarlarda da ufak tefek arıza olduğu takdirde, kan kolayca pıhtılaşıverir. Meselâ tam hareket­siz yatanlarda bacak karadamarlarında pıhtı teşekkülü çok görülmektedir. Bazan bacaklar­da husule gelen bu pıhtı (tromıboz) oradan ko­par ve gidip akciğer damarlarından birini ta­kar, buna da (amboli) demıekteyiz. İşte hem. kalbi yormamak, hem de fazla hareketsiz kal­mamak için ikisi ortası bir yol takip edilir: her gün bacaklarınızı çekip bırakırsınız, ayakların parmaklarını oynatırsınız, kollarınızı omuz oynaklarmdan itibaren hareket ettirirsiniz. Biri­sinin bacaklarınızı aşağıdan yukarı doğru sıvazlamak suretiyle masaj yapması da çok iyidir Ama tansiyonunuz çok düşmüş, ter içinde is niz, yani şok varsa her türlü hareketten kaçma­mak şarttır.

Ne kadar zaman yatakta kalmalısınız? Kalbin ne kadar zaman zarfında kendir tamir edebildiğini bize, köpeklerde yapılan de­neyler göstermiştir. İlim adamları köpekleri uyutmuşlar, sonra göğüslerini açıp kalb damarlarından birini bağlamışlardır, yani deneysel bir miyokart enfarktüsü husule getirmişlerdir. Bunu aynı zamanda meselâ 30 köpekte yapıyorlar. Sonra her gün bir köpek öldürülüp kalbi açılarak kalbteki yaranın ne dereceye kadar düzeldiği araştırılıyor. Acaba köpek kalbi ile insan kalbindeki iyileşme zamanı birbirine eşit midir? diye akla bir soru gelebilir. Nltekim bunu düşünen araştırıcılar da olmuş ve bunları enfarktüsün ilk gününde, bir hafta sonra, îkli hafta sonra, v.s. zamanlarda ölen hastaların kalbini açıp muayene etmişler ve neticede köpek kalbindeki enfarktüsün . iyileşme zamar ile insandaki enfarktüsün iyileşme zamanları arasında hemen hiç fark bulunmadığını görmüş lerdir. Bu araştırmalardan çıkan neticeye re damarının tıkanması yüzünden kandan mah­rum kalan kalb eti parçası yumuşar, gevşek bir hal alır ve bu hal hiçolmazsa iki hafta böyle devam eder. Enfarktüsün başlangıcından itibaren hiçolmazsa üç hafta geçmeden yeter derecede sağlam bir duvar örülememektedir. Bunun içindir ki enfarktüslü hastaların bilhas­sa ilk üç hafta zarfında gayet dikkatli olma­ları, yatakta mümkün mertebe sakin kımılda­madan yatmaları şarttır. Ancak üçüncü hafta­dan sonra iki tarafa dönmeye, serbest hare­ketler yapmaya müsaade edilir. Kalbte tamamıyla sert, kuvvetli bir yama teşekkülü için hemen hemen sekiz hafta geçmesi icap eder. Eskiden hastalar birkaç ay yatakta yatırılırdı, halen bazı Amerikan hekimleri iki haftada yal­taktan çıkmağa müsaade etmektedirler. Bu hususlar sizin durumunuza, göre değişir.



Kalp Hastaları Alkollü İçkiler Kullanılabilir mi?

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Alkollü içkiler kullanılabilir

Alkol de vazodilâtatördür, yani kan damar­larını genişletir. Alkolün tesiri bilhassa deri da­marları üzerinedir, işte bu sebeptendir ki içki içince yüzünüze ateş basar. İçkinin kalb damar­larını da genişletip genişletmediği meselesi mü­nakaşalıdır. Ekseri otoriteler, alkolün kalb da­marlarına fazla bir tesir yapmadığı kanaatindedirler. Kalbinizin damarı hasta diye sizi kim­se içki içmiye zorlamaz, fakat ara sıra caama. içki içmek istiyorsa buna da kimsenin mâni olmaya hakkı yoktur. Hangi içkiyi içmeli? En iyisi imbikten geç­miş içkiler ve şaraptır. Bira tuz ihtiva eder ve şişmanlatıcıdır; bu sebepten bira içmamak da­ha hayırlı olur



Kalp Hastaları Çay ve Kahve İçebilir mi?

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Eskiden kalp hastalarında çay kahve en ev­vel menedilen şeylerdi. Sebebi de bunların münebbih oluşu ve kalbi, tenbih ederek süratlendirmeleri ihtimali idi. Halbuki şimdi bunların yalnız zararsız değil, hattâ faydalı bile olabile­ceklerini biliyoruz.

Kahve vazodilâtördür, yani damar genişle­ticidir. Kalb damarlarını genişletir ve kalbin daha iyi beslenmesine yardım eder. Kahve agacı kalb ilâçlarının elde edildiği bitkilere çok yakın akrabadır. Kahve, çay, mutedil miktar­larda olmak üzere içilebilir. Herşeyin ifratının zararlı olduğu unutulmamalıdır. Meselâ yemek­lerden sonra içilen birer kahve hem hazmı ko­laylaştırır, hem de sizin kahve içmek ihtiyacını­zı yerine getirir.



Kalp Hastalarına Hangi İşler Zararlıdır?

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı

Kalp Hastalarına Hangi İşler Zararlıdır?

İstatistiklere bakılırsa miyokart enfarktü­sü geçirmiş olan hastaların yüzde ellisi tama­men eski işlerine dönerler ve hiçbir rahatsızlık: hissetmezler; %20 sinde işlerini biraz azaltmak daha sakin olmak icap eder; geri kalanlaı ise işlerini terke mecbur olurlar. İşiniz bedenen yorgunluk vermeyecek cinten ise, meselâ tezgâhtar, sekreterseniz, hiç korkmayınız. Hekimseniz hastaya gitmemek, âcil vakalara koşmamak şartıyle vazifenize devamda bir mahzur yok­tur. Öğretmenler haftadaki saatlari azaltıp işlerine devam edebilirler. Keza veznedarlar , telefon memurları işlerini yapabilirler. Ev işi daima güçlükler çıkarır. Ev kadınla­rının hemen dörtte üçü ev işlerinin çoğuna ya­pabilecek duruma girmektedirler. Şunu ilâve edeyim ki miyokart enfarktüs! geçirmiş olan 100 kişinin kalb durumu da baş ka başkadır. Binaenaleyh vazifenize devamda bir sakınca olup olmadığı, hangi işleri yapmanız, hangilerini yapmamanız icap ettiği hakkın­da ancak sizi yakinen takip eden hekiminiz ka­rar verebilir. Miyokart enfarktüsü geçirmiş olan hastalarım içinde avukatlık yapanlar, ata binenler, kürek çekenler, denize yüksekten atlayanlar, Erzurum’a, Van’a gidip alay kuman­danlığı .yapanlar vardır ve bunlar halen hayat­tadırlar.



Kalp Hastalıkları İle İlgili Bilgi

3 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp hastalıkları ağrı, göğüs sıkışması, çarpıntı, gaz şikâyeti, nefes darlığı, yor­gunluk duygusu ve ender olarak ateş gi­bi çeşitli belirtilerle kendini belli ederler. Bütün bu gibi şikâyetler karşısında hemen bir kalp hastalığı endişesi belirir. Kalbin çalışma kapasitesindeki azalma derecesine göre kalp hastalıkları 4 sınıfa ayrıl­maktadır. I. sınıftan olanlarda bir kalp hastalığının varlığına karşılık kendilerinin hiçbir şikâyetleri yoktur. II. sınıftan olan­larda günlük hareketler dışında fazla bir hareket veya çalışmadan sonra şikâyetler başlar. III. sınıfta bulunan hastalar günlük alışılmış hareketler sırasında bile nefes darlığı veya çarpıntı gibi şikâyetlerde bu­lunurlar. IV. sınıf kalp hastaları ise yat­tıkları yerde bile rahat olmayan, çeşitli şi­kâyetleri bulunan kimselerdir. Kalp hastalıklarında ağrı. mitral hastalığında, angına pektoriste, kalbin perikard denilen dış zarının iltihaplanmasında (perikardit) cok görülen bir belirtidir.

Kalbin büyümesi (hipertrofi) veya genişle­mesi (dilatasyon) kalbin bazı boşluklarına veya bütününe ait olabilir. Kalp kapakla­rına ait bozukluklar (mitral stenozu, triküspid stenozu), kalbin bir yük altında kaldığı hastalıklar (aort stenozu, aort koarktasyonu, hipertansiyon) veya kalp adalesinin iltihabi olmayan hastalıklarında (kardiyemiyopatiler) bu şekilde bir büyü­me meydana gelebilir. Bazı sporcularda da kalp fizyolojik olarak büyüyebilir. Kalp bü­yümesi en iyi röntgen filminde ve kalp elektrosunda (EKG) tespit edilebilir. Bazı durumlarda apeks denilen kalbin uc kıs­mının göğüs duvarına vuruşu (choc endome) gözle bile görülebilir. Kalp vuruşlarının hasta tarafından rahatsizlik hissi ile beraber duyulmasına çar­pıntı (palpitaticn) denir. Kalbin çalışma­sında hızlanma (taşikardi) veya azalma (bradikardi) kuvvetli çarpma veya ritm bo­zuklukları (aritmi) olabilir. Her çarpıntı his­si kalp hastalığının varlığını göstermez. A-teşli hastahklarda, hipertiroidi vakaların­da, korku, heyecan ve yorgunluklardan sonra da çarpıntı olabilir. Kahve, cay, tü­tün gibi içkiler ve bazı ilaçlar (adrenalin, aminofilin, efedrin, ksantin v.b.) da çar­pıntı yapabilir. Taşikardi denilen kalbin hızlı çarpma olayı nabız saymak veya kalp elektrosu ile incelenir.

Nabzın yavaşlaması yani bradikardi de vagotonik denilen kimselerde, şiddetli kolik ağrıları sırasında, bayılmalarda, miyokard infarktüsünde ve bazı kalp bloklarında gö­rülebilir. Nabzın düzensiz atması halinde yani aritmi bulunduğunda kalp elektrosu çekmek gereklidir. Ancak çocuklarda, genç­lerde görülen sinusal aritmiler fizyolojik olabilir.

Ekstrasistol denen bir düzensiz vuruş şek­li daha vardır ki heyecan anında, yorgun­luklarda, fazla cay, kahve, alkol içenlerde, ilaç (dijital) alan kimselerde görülebilir.

Ekstrasistolun bir mitral darlığına bağlı olup olmadığını anlamak için kalp elektro­su çektirmek yararlıdır.

Boyun damarlarının dolgunluğu veya dı­şarıdan görünür şekilde atması yani pulsasyon görülmesi de bazı kalp hastalıkla­rının önemli bulgularındandır

Kalbin stetoskop denilen aletle dinlenme­si veya fonokardiyografi denen aletle yazdırılmasının, doktorlara kalbin özellikle ka­pak darhklarını veya yetmezliklerini teşhis etmede yardımı büyüktür.

Kalp hastalıklarının, özellikle doğuştan yapı kusurlarının (konjenital defekt) ana­tomik teşhisinde damar içine kontrast madde verilerek çekilen röntgen filmleri yani anjiyokardiyogramların cok faydası vardır. Bu amaçla iyotlu kontrast madde damar içinde sokulan kateter denilen cok ince borular aracılığıyla verilmektedir. Bu kateterler, muayenesi yapılmak istenen kalp boşluğuna kadar sokulmakta ve sa­niyede 12 film alan makinelerle filmler çekilebilmekte, kan örnekleri alınabilmekte, hastalığın değerlendirilmesi yapılabilmek­tedir.

Son senelerde gittikçe yayılan bu ileri yöntemlerin yardımıyla birçok kalp hasta­lığının teşhis ve tedavisi mümkün olmak­ta ve acık kalp ameliyatları yapılmakta­dır.



Kalp Hastalıklarının Belirtileri Nelerdir?

3 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Vücudumuzda gerekli oksijen ve besin maddelerini taşıyan kalbimiz bu görevini yerine getiremediği zaman gerek bizzat kendisinde gerekse diğer ograniarda birtakım bozukluklar ya­par. Bunlar hastalık belirtileri olarak hastaların şikayetine sebep olur.

Genel olarak hastalarda görülen en sık şikayetler (hastalık belirtileri) şunlardır: göğüs ağrısı, nefes darlığı, çabuk yorulma, çarpıntı, öksürük, el ve ayaklarda morarma, baş ve ense ağrıla­rı, baş dönmesi, bayılma, ayaklarda ve karında şişme, halsizlik, eklem ağrıları.

Aşağıda söz edeceğimiz bu belirtiler bazen kalpte hiçbir hastalık olmadan da ortaya çıkabilir. Bunlar psikolojik nedenlere bağlıdır. Bu belirtilerin bir kalp hastalığına ait olabileceğini oku­yan bir kişi kendi kendine teşhis koymamalıdır. En kısa zamanda bir hekime başvurup gerekli kontrolünü yaptırmalıdır. Bu belirtile­rin gerçekten bir kalp hastalığına bağlı olup olmadığı uzman bi hekimin muayenesi ve kontrolleri sonucu ortaya çıkacaktır.

GÖĞÜS AĞRISI

Kalp hastalıklarının en önemli belirtilerinden biridir. Ancak göğüs ağrılarının hepsi kalp ağrısı değildir. Bu ağrılar göğüste bulunan diğer organlara da ait olabilir. Mesela (kaslar, kaburgalar ve sırt kemiklerine) göğüste, göğsün ortasında ve sol tarafta duyulan ağrıların önemli bir kısmı koroner arter hastalıklarıy­la ilgilidir. Bu ağrının özellikleri koroner arter hastalıkları bolümünde ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

Göğüste duyulan kalbe ait ağrıların bir kısmı kalp zarıyla ilişkilidir. Kalp zarının hastalıklarında hissedilir. Bu ağrı devamlı­dır. Nefes alıp vermekle, göğsün hareketleriyle artar. Genellikle ateş, nefes darlığı ve çarpıntıyla birlikte görülür. Akciğer zarı hastalıklarında da aynı tipte bir ağrı vardır.

Göğüste duyulan kalp ve damarlara ait başka bir ağrı da ana atardamar yırtılmalarında görülebilir. Bu takdirde ağrı çok şiddetlidir. Hasta damar yırtılmasını, yırtılma şeklindeki ağrıyı net bir şekilde hissedebilir. Ağrıyla birlikte hastada ayrıca ana atardamar yırtılmasını gösteren terleme, morarma ve arter basın­cında düşme, fenalık hissi, bayılma, kol ve bacaklarda morarma görülür Genellikle ölümle sonuçlanır.

Göğüste duyulan bıçak saplanır tarzdaki her ağrı damar yırtılmasını göstermez ve ayrıca ana atardamar ve dalları kolay­lıkla yırtılmaz. Genellikle yaşlı, arter basıncı yüksek ve damarla­rında hastalık olan damarların esnekliğini, kaybettiği, damar sertliği, hipertansiyon gibi hallerde görülür.

Ana akciğer damarı ve dallarının bir pıhtı sonucu tıkanmasında göğsün ortasında şiddetli bir ağrı olur. Ağrıyla beraber öksürük, kanlı balgam, terleme, çarpıntı ve morarma vardır.

NEFES DARLIĞI

Nefes darlığı hastanın güçlükle nefes alıp vermesi demektir. Solunum güçlüğüdür. Normal bir kişi alışık olmadığı veya sık sık yapmadığı bir işi ilk defa yaptığında fazla soluma ihtiyacı duya­bilir. Normalden daha derin ve sık nefes alır. Özellikle şişman­lar, yaşlılar ve günün önemli bir kısmını oturarak ve masa başın­da geçirenler ve kadınlar mevcut iş kapasiteleri arttığında fazla solunum ihtiyacı hissederler. Bu bir hastalık belirtisi değildir. Kalp hastalıklarında görülen nefes darlıkları genellikle efor­la ortaya çıkar, dinlenmeyle geçer. Gece gelen ve uykudan uyandıran nefes darlıkları olabilir. Genellikle nefes darlığıyla bir­likte çarpıntı ve öksürük görülür.

Nefes darlığı kalp hastalıklarında olduğu gibi çok çeşitli solunum sistemi hastalıklarında, kansızlıklarda, sinir sistemi hasta­lıklarında da görülebilir.

ÇARPINTI

Kalp atışlarının rahatsızlık verecek şekilde hissedilmesilmesine çarpıntı adı verilir. Kalp ritminin hızlanmasında has­ta, kalbinin kuş gibi çırptığını hisseder. Bazen de ritmin yavaş­lamasında çarpıntı hissedilebilir. Kalpte ekstrasistol denilen ek atımlar bir yuvarlanma şeklinde hissedilir.

Bazı çarpıntılar, krizler halinde gelir. Krizler kendiliğinden geçebildiği gibi, çok uzun sürebilir ve mutlak tedaviyi gerekti­rebilir. Çarpıntı hisseden hastanın kendisi veya bir yakını o sı­rada nabzı kontrol ederek dakikadaki kalp ritmini sayabilirler. Kalp ritminin sayısı ve düzenli olup olmadığı nabız kontrolüyle tespit edilebilir ve bu şekilde hekime ve tedaviye yardımcı olu­nabilir. Nabız, el bileğinin iç kısmında başparmak hizasında kolaylıkla bulunur.

15 dakika ve daha uzun süren çarpıntı hissedildiğinde en yakın hastane veya hekime başvurularak elektrokardiyografi çekilmeli ve o sırada kalp ritmi tespit edilmelidir. Çarpıntı sıra­sında fizik muayeneyle ve elektroda görülen kalp ritmi özellik­le hastalığın teşhis ve tedavisinde yararlı olacaktır.

Normalde nabız sayısı (kalp ritmi) erişkin bir insanda dakikada 60-80'dir. Heyecanla, egzersizle, hamilelikte, ateş yük­selmesinde bu sayı yükselir. Ayrıca çeşitli kalp hastalıklarında, tiroit bezinin fazla çalışmasında, iltihabî hastalıklarda, hiper­tansiyon krizlerinde, solunum sistemi hastalıklarında insan çar­pıntı hissedebilir.

Hekim kontrolü olmadan çarpıntı gidermek için alınacak i-laçlar tehlikeli olabilir. Bu ilaçlar gelişgüzel alınmamalıdır. Bazı tür çarpıntıları elerin nefes alıp içerde 8-10 saniye tutmakla, ıkın­makla, öksürükle geçebilir.

ÖKSÜRÜK

Kalp hastalıklarında görülen öksürük7eforla ve kesik kesik­tir. Hırıltılı solunum, çarpıntı ve nefes darlığı da genellikle bera­berdir. Öksürükle beraber balgam çıkarabilir. Balgam köpük şeklindedir; içinde taze kan mevcut olabilir. Geceleri uykudan uyandıran ve kalkıp oturmakla geçen öksürük, kalp yetmezliği be­lirtisi olabilir.

MORARMA (SİYANOZ)

Ağız ve dudaklar, dil, parmak uçlarının morumsu bir hal al­ması doğumsal kalp hastalıklarında ve kalp yetersizliklerinde sık görülür Kanın iyi oksijenlenmediği veya kirli kanla temiz kanın kalpteki mevcut delikler aracılığıyla birbirine karışması sonucu ortaya çıkar. Küçük bir çocukta görüldüğünde doğumsal bir kalp hastalığı aranmalıdır.

BAŞ VE ENSE AĞRILARI

Arter basıncının çok yükselmesinde veya aksine düşmesin­de baş ağrısı sıklıkla görülür. Arter basıncının anî yükselmesin­de şiddetli baş ağrısıyla birlikte bulantı da ortaya çıkar. Hiper­tansiyonu olan kişilerin genellikle sabah uyandıkları zaman baş ağrısı ve baş dönmesi şikâyetleri olur. Kalp yetersizlikleri­nin ileri devrelerinde toplardamarlarda kan birikmesine bağlı baş ağrıları vardır.

Güneş altında çok fazla kalındığında, güneş çarpmaların­da, şiddetli baş ağrısı, çarpıntı, kan basıncında düşme ve ateş yükselmesi olur.

BAŞ DÖNMESİ

Kalp hastalarının birçoğunda başta bir sersemlik, dolgun­luk hissi şeklinde baş dönmeleri olur. Genellikle bunun sebebi beyne az kan gitmesidir. Kalp hastalıklarında kullanılan ilaçlar özellikle hipertansiyonda kullanılan ilaçlar arter basıncını çok düşürdüklerinde hastalar birden ayağa kalktığında baş dönme­si hissederler.

BAYILMA (SENKOP)

Kalp hastalıklarına bağlı bayılma kısa sürelidir ve geriye dönebilir. Bazı insanlar, kan gördüklerinde veya damardan, kal­çadan iğne yapılırken, kan aldırırken veya küçük bir cerrahî mü­dahale sırasında, üzüntülü bir haber alındığında veya çok şid­detli bir ağrı sırasında hemen bayılırlar.Hastanm rengi solar, ha­fif terleme başlar, nabız yavaşlar, zayıflar ve ayakta duramaz, bayılır. Böyle bir hasta düz bir yere yatırılmalı ve ayaklar yuka­rıya kaldırılmalıdır. Bu yapıldığında hasta kısa sürede ayılır ve her şey normale döner. Bu olay, kişinin damar sisteminin aşırı hassasiyeti sonucu gelişir. Ancak yine bir hekim tarafından gö­rülmeli ve bayılma sebebi kesin olarak araştırılmalıdır.

Çeşitli kalp hastalıklarında, mesela aort damar kapağının darlığı ve yetersizliğinde, çok hızlı ve uzun süren çarpıntılardan sonra, doğumsal kalp hastalıklarında, kısa süreli bayılmalar o-labilir.

Bayılmanın en önemlisi kalp durmasından kaynaklanan ba­yılmadır. Bu durum kalpteki elektriksel uyarının çıkmaması veya iletimindeki bozukluk (blok) .sonucu gelişir. Kalpte karıncıklarda kasılma (sistol) durduğunda kan dolaşımı durur. Kan basıncı dü­şer. Gözler kararır, hasta birden fenalaşır, renk beyazlaşır. Bu sı­rada nabız yoktur. Hasta ayaktaysa yere düşer. Kalp durması 10 saniye kadar sürerse şuur kaybolur.Hastada kasılmalar, istem dı­şı kol ve bacak hareketleri başlar; idrar kaçırır; 1-1,5 dakika içinde kalp yeniden çalışmaya başlarsa renk birden düzelir. Has­tanın yüzü pembeleşir, şuur geri gelir. Hasta ayağa kalkar ve hiçbir şey olmamış gibi işine devam eder. 2 dakikayı geçen kalp durmaları müdahale edilmezse ölümle sonuçlanır. Birkaç saniye süren durmalarda ise hasta kısa bir fenalık hissi ve sendeleme geçirir, kısa sürede düzelir. Sebebi ne olursa olsun her türlü baş dönmesi, sendeleme, fenalık hissi ve bayılma şikayeti olanlar mutlaka bir hekime görünmelidir. Çoğu defa bu hastalar kısa sü­rede iyileştikleri için bu durumu önemsemezler. Genellikle yaşlı ve yüksek tansiyonu olan kişiler olduklarından bu durum arter başmandaki değişikliğe bağlanır ve hekime müracaat edilmez. Halbuki çok tehlikeli ve hayatî önemdeki bu geçici durumlar, ko­nulacak bir kalp piliyle (pace maker) düzeltilebilir.

Bayılan bir kişi görüldüğünde hasta hemen düz bir yere ya­tırılmalı ve ayakları yukarı kaldırılarak çene arkaya itilmelidir. Hemen hastanın nabzına bakılmalıdır. Nabız alınamadığı du­rumda hastanın göğsüne 1 -2 kez şiddetli bir yumruk vurulması bazen faydalı olabilir. Bu tür bir hastayı en yakın bir hastaneye götürmek daha uygundur. Ancak bu hastanın hastaneye gidin­ceye kadar kaybedilmemesi için kalp masajına ve sunî solunu­ma ihtiyacı olabilir.



Kalp Hastalıklarının Teşhisi

10 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi kalp hastalıklarının teşhisi için öncelikle bir hekimin muayenesi şarttır. Hekim, has­taların şikâyetlerini dinleyerek gerekli laboratuvar tetkiklerini yaptırır.

Elektrokardiyografi (EKG). Elektrokardiyografi, kalbin elektriksel faaliyetinin bir alet yardımıyla grafik olarak elde edil­mesidir. Elektrokardiyografide normalde görülen şekiller hasta­lık hallerinde bazı değişiklikler gösterir. Bu farklılıklara bakıla­rak EKG değerlendirilir. Özellikle kalpteki ritim ve iletim bozuk­lukları ve kalp kasının beslenme durumu hakkında fikir verir. Hastanın şikâyetinin olduğu sırada alınan EKG çok daha de; ğerli bilgiler verir.

Kan analizleri. Çeşitli kalp hastalıklarında kanda biyokim­yasal değişiklikler olur. Kanda kolesterol, lipit, trigliserit, kan şekeri, sedimantasyon hızı, ASO, C-Reaktif protein, eritrosit ve lökosit sayımları en fazla aranan kan tetkikleridir. Bunun için hastalardan aç karnına belirli miktarda toplardamardan kan alınarak laboratuvarlarda analiz yapılır.

Eforlu EKG (Stres test). Egzersiz sırasında kalbin işi artar. Nabız ve arter basıncı yükselir. Kalp kafesi normal ise bu du­rumu kolayca dengeler. Kalp adalesine özellikle beslenme bo­zukluğu varsa egzersiz yapmakla bu durum ortaya çıkarılır. Bu amaçla hastalar ya bir alet üzerinde yürüyerek (treadmill testi)

veya bisiklete bindirilerek (bisiklet ergometri) egzersiz yaptırılır. Aynı anda göğse bağlanmış elektrotlarla EKG kaydedilir ve bu durum monitörden izlenir. Kola takılan bir tansiyon aletiyle de arter basıncı kaydedilir. Egzersiz sırasında meydana gelecek EKG ritim ve arter basıncı değişiklikleri bu şekilde tespit edilir. Belirli düzene göre aletin hızı giderek artırılır ve kademeli ola­rak test sonlandırılır.

Bu test egzersiz sırasındaki kalbin performansını sapta­mak, bazı ilaçların tesirlerini görmek, koroner arter hastalığını ve eforda görülen ritim bozukluklarını tespit etmek için yapılır.

Bu testin mutlaka eğitilmiş doktor ve personel gözetiminde yapılması ve ortaya çıkacak acil durumlarda her türlü alet ve ilaçların hazır bulunması gerekir.

Holler monitoring (Ambülatuar elektrokardiyografi). Taşı­nabilir bir elektrokardiyografi ünitesidir. Hastanın göğsüne ya­pıştırılan elektrotlarla 24 saat boyunca EKG bir teybe kaydedi­lir. Kaydedilen bu EKG’ler özel bir alete konularak izlenir. Holter bağlanan hasta normal günlük aktivitesine devam eder. Bu sırada ortaya çıkacak EKG değişiklikleri anında kaydedilir.

Talyum sintigrafisi. Kalp adalesi tarafından tutulabilen radyoaktif madde (talyum) damar yoluyla verilerek bir sayaç­ta, tutup tutmamasının.tespit edilmesi esasına dayanır. Çok az miktarda verilen radyoaktif maddenin tehlikeli olduğu bugüne kadar bildirilmemiştir. ,

Kan damarlarında bir bozukluk olduğunda bu maddenin kalp kasında tutulması gecikir veya hiç tutulmaz. Sayaçta tespit edilen bu durum kalbin beslenme durumunu bize kolaylıkla gösterebilir.

Teknisyum sintigrafisi. Burada da kanda eritrositler tara­fından tutulan radyoaktif madde yine damardan verilir. Kalp boşlukları bu şekilde radyoaktif madde tutmuş kanla doldurula­rak kalbin kasılma ve gevşeme hareketlerindeki bozuklukların değerlendirilmesi sağlanır. Hasta özel bir masaya yatırılır. Kol­dan radyoaktif madde verilir. Hastanın kalbi üzerine konulan sayaçla bu maddenin kalp tarafından nasıl tutulduğu tespit ediimeye çalışılır.

Ekokardiografi (Ultrasonografi). Ses dalgalarının kalp içersine özel bir aletle verilerek ve geriye yansıması sağlanarak kalbin filminin çekilmesidir. Hastaya hiçbir riski yoktur. Kalp içi boşluklarının ve kasılmasının normal olup olmadığı, kalp ka­paklarının darlıkları, kalp zarı etrafındaki sıvı olup olmadığı tespit edilebilir.

Kalp kateterizasyonu ve anjiyografi. Kalp boşluklarında, kalp fonksiyonlarını direkt olarak incelemek için uygulanan bir teşhis yöntemidir. Özel kardiyak kateterizasyon laboratuvarla-rında, Özel yetiştirilmiş ekipler tarafından yapılır.

Kardiyak kateterizpsyon: özel bir kateterin (boru şeklinde ince bir tel) damar yoluyla kalbe kadar iletilerek kalp içi ba­sınçlarını ölçmek ve bu kateter aracılığıyla kalp boşluklarını bo­ya ile doldurarak film çekilmesidir. Boyanın kalp boşluklarına ve damarlara enjekte edilerek film çekilmesine anjiyografi de­nir. Kateter, yapılacak işleme göre geliştirilmiş muhtelif şekil ve boyutlardaki çapları 1 mm ila 4 mm olabilir. Genellikle çocuk­larda 1 -2 mm olanlar, yetişkinlerde ise 2-4 mm olanlar rutin olarak kullanılır.

Kateter, ekibin tercihine göre, dirsek çukurundaki veya bo­yundaki damarlar vasıtasıyla vücuda sokulur. Aynı anda rönt­gen aracılığıyla damar içine ilerleyişi takip edilir. İstenilen yere gelindiğinde kateter ucuna bağlanmış bir manometreyle basınç ölçülür. Aynı kateterle yine istenilen kalp boşluğunun ve dama­rın içerisine enjektörle veya basıncı ayarlanabilen bir pompay­la boya verilir ve aynı anda 35 mm’lik sinema filmi (sineanjiyografi) çekilir. Bu film banyo edildikten sonra özel aletler üze­rinde seyredilir.

Bu şekilde gerek basınç ölçümüyle ve gerekse film çekile­rek kalp boşluklarının büyüyüp büyümediği, kalp kasılmasının normal olup olmadığı, kalp kapaklarında darlık veya yetersiz­lik (geriye kaçırma) olup olmadığı, damarlardaki tıkanmalar direkt olarak görülür ve hastalık teşhis edilebilir.

Kalp kateterizasyonunun özel aletlerle donatılmış laboratuvarlarda ve özel eğitilmiş ekip tarafından yapılması gerekir (en az bir doktor, 1 -2 hemşire, bir teknisyen, bir personel). Laboratuvarda anında acil müdahale yapılabilecek özel ilaç ve gereçlerin bulunması zorunludur.

Koroner anjiyografi ise yine aynı şekilde kardiyak kateterizasyon laboratuvarında yapılır. Hem kalp içi basınçları ölçü­lür, hem de bazı kalp boşluklarının ve kalp damarlarının ana­tomik filmi çekilir. Bu şekilde damarlardaki darlıklar ve tıkan­malar yani damar hastalıkları net bir şekilde ortaya çıkarılır. Kalp kateterizasyonu ve anjiyografi laboratuvarlarda lokal anesteziyle (yerel uyuşturma) yapılır. Hastalar hiçbir ağrı duy­mazlar. Ancak boyanın vücuda verilmesiyle bir sıcaklık ve yan­ma hissi ve basınç hissederler. Koroner anjiyografide boya ve­rildiğinde göğüs ağrısı olabilir. İşlem, hastalığın çeşidine göre değişmekle beraber 20 ila 40 dakikada bitirilir. Hastalar işlem öncesinde en az 3 saat, sonrasında 2 saat aç kalmalıdır. Bu­nun nedeni boyalı madde verilmesi sırasında bulantı ve kusma­yı önlemektir. Kateterizasyon öncesinde hastaların kullandığı ilaçlarını doktorlarına söylemekte fayda vardır. İşlem koldan ya­pıldığında hastalar 3 saat sonra hastaneden taburcu edilebilir­ler, fakat 3-5 gün sonra kol çukururtdaki dikişin alınması gere­kir. Kasıktan yapıldığında dikiş yapılmaz. Damar özel bir bant­la tamponlanır. Hastaların bu nedenle en az 6-8 saat hastane­de kalmaları şarttır.

Kateterizasyon cerrahî bir girişimdir. Bu nedenle de bazı riskler taşır. Genellikle ağır kalp ve damar hastalıklarında risk daha yüksektir. Risk işleminin yapıldığı merkezin tecrübesine kullanılan katetere ve teknik malzemelere bağlı olarak değişir. Kanama, kalp ritminde bozukluklar, damarların küçük pıhtılar­la tıkanması gibi riskler olabilir. Bu riskler iyi eğitilmiş personel tarafından yapıldığında binde 1 ila 3 arasındadır. Kanama ve kalp ritmindeki bozukluklar hemen düzeltilebilir.

Perkütan translüminal koroner anjiyoplasti ve balon valvuloplasti. Son 10 yıl içerisinde tıbbın hizmetine giren ve giderek çok gelişen bir tedavi yöntemidir. Kardiyak kateterizayon laboratuvarlarında bu işlem için özel yetişmiş elemanlar ve özel ge­liştirilmiş kateter ve balonlarla yapılır.

Koroner anjiyoplasti tıkanmış veya daralmış bir koroner artere balon sokularak, bu balonun dışarıdan şişirilmesiyle da­marın açılmasıdır.

Balon valvuloplasti ise, daralmış kalp kapaklarının yine ö-zel bir kateter ve balonla açılmasıdır.



Kalp Nasıl Beslenir (Koroner dolaşımı)

23 May, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Vücutta küçük dolaşım, büyük dolaşım ol­duğu gibi bir de bunlar arasında bizzat kalbin kendi kan dolaşımı vardır. Kalbi besleyen kanı kendisine getiren damarlara koroner damarları veya taç damarları adı verilir. İki koroner atar­damarı vardır: sağ ve sol. Koroner lâtince taç kelimesinden gelir. Kalb damarlarına taç da­marları denmesinin sebebi bu damarların kalbi,, başa konan bir taç gibi sarmasmdandır. Taç atardamarları aortanın başlangıcından çıktıkları: vakit herbiri bir örgü şişi kalmlığmdadır. Sağ damar kalbin sağ, soldaki de sol kısmına gider ve vücudun diğer taraflarında olduğu gibi ko­roner damarları da gittikçe ufalan dallara, bu dallar da daha ufak dalcıklara ayrılır ve böyle­ce kalbin herbir parçası zengin bir kan dama­rı ağı ile örülmüş olur. Sağ ve sol damarların birbirleriyle irtibatı vardır. Taç atardamarları içindeki temiz kan kalbin etini, zarlarını, kapaklarını besleyip lardaki karbondioksiti ve diğer süprüntü mab-sullerini alınca taç toplardamarı adını alır ve bu pis kan sağ kulakçığa dökülür, oradan da küçük dolaşıma dahil olup temizlenmek üzere akciğer­lere gider. İşte nasıl ki en kıymetli örgenimiz kalbse bunun da en önemli parçası bu taç atardamar­larıdır. Yürürken, koşarken, heyecanlandığı­mızda vücuttaki hücreler oksijeni daha çabuk kullanır, kalbe akciğerlerden daha çok kan ge­lir, sağ kalb genişler ve daha fazla kanla dolar, kalb eti daha kuvvetle kasılır ve göğsümüzde kalbin çarpıntısını hissederiz. Şimdi kalb isti­rahat anındakinden daha kuvvet ve kudretle çalıştığından bizzat kendisinin de kana ihtiya­cı artar. Bu ihtiyacı karşılamak için kafl) damarları (koronerler) genişler, bazı istirahatte olan damarlar faaliyete geçer ve içlerinde dolaşan kan miktarı artar. Koroner damarları alelade basit tüpler değildirler. Yaşla büyürler, değişik­liklere uğrarlar. Duvarları üç tabakadan yapıl­mıştır : 1. İç tabaka. - ince ve son derecede düz­gündür. Elâstik lifler uzunlamasına seyreder, 2. Orta tabaka. - Etten yapılmıştır. Bu tabakadaki et lifleri ve elâstik lifler uzunlamasına olmayıp halka tarzındadır. Kalbin kana ihtiyacı artınca bu etler gevşer, damarın çapı artar ve içlerinden geçen kan da çoğalmış olur. 3. Dış tabaka, - kuv­vetli destek lifleri ile kılıflanmıştır. Kaibin birçok yerleri hem sağ, hem de sol taç atardamarından kan alır. Bunun gibi bir da­marın birçok ufak dalları diğer damarın dalları ile irtibattadır. Demek oluyor ki bir damardaki kan öbürüne doğru akabilmektedir. Bunun ha­yatî önemi çok fazladır. Kalb etindeki birçok kıl damarlar da içleri boş halde istirahat ederler. Bunlardan bazıları sağ ve sol taç atardamarı arasında geçit teşkil eder. Fazla hareket esna­sında kalbin kana ihtiyacı artınca esas atarda­marlar genişlediği gibi bu boş duran kıl damar­ları da faaliyete geçer ve kalbe yeter oksijen, gıda taşıyıp onun sürat ve kuvvetle pompalama işine yardım ederler. Kalb damarlarından biri tıkanacak olursa kan, o tıkanan damarın yanın­daki yedek damarlar yolu ile tıkanan damarın beslediği kalb parçasına gidebilir. Kalbiniz son derece dayanıklı bîr et parçasıdır Kalbiniz, etlerin en kuvvetli ve dayanıklısıdır. Kalb faaliyetinin vücut faaliyetine şayanı hayret derecede uyduğu, büyük bir hassasiyet­le onun ihtiyaçlarına cevap verdiği doğrudur. Fakat şayet kalbinizin işlemesi bir saat gibi nazik ve hassas olup düşme, sarsılma, hırslanma ile duruverseydi şimdi hiçbirimiz hayatta afatmaz ve insan nesli çoktan tükenmiş olurdu. Kalbimin kapağı daralmış, daman sertleş­miş v.b. deyip sakın tasalanmayınız! Unutma­yınız ki herşeye rağmen kalbiniz hâlâ o harikavî derecede elastikiyet, dayanıklılık ve çileye mu­kavemet hassalarına sahiptir.



Kalp Nasıl Çalışır

23 May, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

(Küçük dolaşım, büyük dolaşım ve koroner dolaşımı)

Nasıl ki bir ev binlerce tuğladan yapılmış­sa vücudumuz da milyonlarca hücreden yapıl­mıştır. Hücre canlı varlıkların en ufak birimi­dir (vahdetidir). Yani evi yapan tuğlalar gibi­dir. Şayet hayatın en basit şekli olan bir amip’i incelersek bunun sadece bir tek hücreden iba­ret olduğunu görürüz. Amip durgun sularda yaşar ve ihtiyacı olan oksijen ve diğer besin (gı­da) maddeleri ile doğrudan doğruya temas ha­lindedir. Binaenaleyh akciğer, kalb, kan damar­ları gibi özel organlara ihtiyacı yoktur. Halbu­ki insan vücudunu teşkil den milyarlarca hüc­reden çoğu hariçle, dış âlemle, temasta değil­dir. İşte içerde bulunan bu hücrelere gıda oksijenin özel bir sistem ile iletilmesi ve aynca da dışardan alman besin maddelerinin daha evvelden, vücuda yarıyacak, kullanılabileoek duruma getirilmeleri icap eder. Sindirim siste­mimizin ağız, mide, barsak gibi kısımları dışarı­dan alman besinin parçalanıp sulu hale gelme­sini ve kan cereyanı ile vücudun en uzak yerle­rine kadar gidebilmesini temin ederler. Vücudumuz öyle bir fabrikadır ki burada hergün birçok parçalar, hücreler eskiyip ölür, eskiyen kısımlar dışarı atılır ve yerlerine yeni­leri konur. Besin maddeleri ve oksijen enerji kaynağı oldukları gibi ayni zamanda vücudun yapı taşlarıdır da. Kan damarları fabrikadaki veya şehirdeki yollara, kan ise bu yollarda se­yahat eden nakil vasıtalarına benzetilebilir. Bü­tün bu fabrikayı faal, işler halde tutan şüphe­siz ki kalbimizdir. Tevekkeli eski Yunan heki­mi Hippocrates kalbe «Vücudun İmparatoru» adını vermemiş! Kalp, siz uyurken de çalışır. Normal erişkin kalbi istirahatte ortalama olarak bir dakikada 75 defa çarpar. Yeni doğmuş bir bebeğin kalbi dakikada 110 -150, iki yaşındaki çocukta 85 -125, dört yaşında 75 -115, altı ya­şında 60 -105, altı yaşından sonra 100 den da­ha az, 60 dan daha çok atar (E. Goldberger). Bununla beraber ayni yaştaki kimselerde dahi kalb atım sayısı arasında büyük farklar bulu­nabilir. Amerikan Kalb Cemiyetine göre bir dakikada 60-100 arasındaki kalb atımı normal sayılmalıdır. Bir erişkin kalbi günde 100.000 -150.000 defa çarpar. Her kalb atımında damarla­ra 60 - 70 santimetre küp (yarım bardak kadar) kan fırlatılır. Kalbin bir günde damarlara sev-kettiği kan miktarının 6000-9000 kilo yani on to­na yakın olduğu düşünülrse bu ufacık organın ne kadar kuvvetli, ne kadar çalışkan olduğu der­hal anlaşılır.

Gelin şimdi sizinle vücuttaki kan dolaşı­mını inceleyelim, şekil 5 den bunu takip edebi­lirsiniz. İşe sağ kulakçıktan başlıyalım. Vücudu >, dolaşıp oksijenini ve besi maddelerini hücrele­re vermiş ve onlardan karbondioksit denen ze­hirli bir gazla diğer süprüntü maddelerini yük­lenmiş olan pis kan iki büyük damarla sağ kulak­çığa dökülür. Bu, kalbe pis kanı getiren damar­lardan üsttekine Üst Ana Toplardamarı (4) denir ve bu damar baş ve kollardaki kirli kanı topla­yıp kalbe getirir. Alttaki ise Alt Ana Toplarda­marı (14) adını taşır ve vücudun alt tarafındaki, bacaklardaki kirli kanı toplayıp kalbe getirir. Barsaklardan, mideden, böbreklerden, dalaktan ve karaciğerden gelen kanlar da alt ana toplar-damarı’na dökülür. Sağ kulakçığa boşalan kan önce kendiliğin­den sağ karıncığa geçmiye başlar ve bu pgnaHa triküspit kapağı aşağı doğru inip deliği açık tu­tar. Biraz sonra sağ kulakçık kasılır (takallüs -eder) ve içindeki kanın kendiliğinden boşalma-jnış olan kısmını da sağ karıncığa atar. Sağ ka­rıncık tamamen kanla dolunca kasılmıya (ta­kallüs etmiye) başlar. Bu ecnada triküspit ka­pağı yukarı kalkıp iki boşluk arasındaki deliği kapatır ve kanın geri dönmesine engel olur. -Halbuki akciğer atardamarı ile (17) sağ karın­cık (1.6) arasındaki yarımay kapakları açılır ve pis kan akciğer atardamarı içine fırlatılmış -olur. Şimdi sağ karıncık içindeki bütün kan bo­şalınca bu sefer de yarımay kapakları kapanıp kanın geriye, sağ karıncığa gelmesini önlerler. Görülüyor ki kalbteki kapaklar kanın ileri git­mesine yol açarlar, fakat geri dönmesine mani olurlar.

Akciğer atardamarı (17) kalbten çıktıktan biraz sonra ikiye bölünür ve bir kolu sağ ak­ciğere, bir kolu da sol akciğere girer. Akciğere giren atardamar gittikçe daha ufak kollara ayrı­lır ve nihayet incecik kıl damarcıkları haline gelir. Bu incecik kıl damarları alveoi denen ha­va keseciklerinin etrafını balık ağı gibi sararlar. İşte vücutta pislenmiş olan kan bu kesecikler de dışarıdan akciğerlere giren temiz hava ile temas eder, içindeki karbondioksit dışarı atılır, temiz oksijen içeri alınır, kanın rengi pembele-şir. Temizlenip işe yarar duruma giren kan dört adet akciğer toplardamarı (19) araciyle sol ku­lakçığa dökülür. Sol kulakçıktan temiz kan sol karıncığa boşalır. Sol kulakçık kasılır ve geri­de kalan kanın hepsi sol karıncığa geçer. Biraz sonra sol karıncık kasılır, mitral kapağı kapanır kan geri gidemez, aorta kapakları ise açılır ve kan aortaya fırlatılmış olur. Aortaya geçen kan. bütün vücuda dağılır.

İşte kanın kalbten çıkıp akciğerlere gitme­sine ve oradan tekrar sol kalbe gelmesine Kü­çük Dolaşım, sol kalbten çıkan kanın bütün vü­cudu dolaşarak tekrar sağ kalbe gelmesine de Büyük Dolaşım adı verilir.

Şayet sağ kulağınızı birinin sol göğsüne da­yayıp dinlerseniz iki ses işitirsiniz, tıpta bu ses­ler Lab-Dab diye tarif edilirler. Birinci ses (Lab sesi) karıncıkların kasılmasiyle triküspit ve mit­ral kapaklarının kapanmasından, ikinci ses de (Dab sesi) yarımay kapaklarının kapanmasından husule gelir. Bazan bu seslerden ayrı olarak körük sesi, rüzgâr sesi, üfleme sesi gibi ayrı ses­ler de duyulur ki bu seslere tıp dilinde Üfürüm veya fransızca Suf 1 adı verilir. kalb kapaklarının daralması veya gevşeyip geri­ye kan sızdırması neticesi meydana gelir, fakat hiçbir kalb hastalığı bulunmadığı halde kansız­lık, humma, heyecan ve diğer birtakım sebep­lerden dolayı da kalbte üfürüm işitüebıLir. Bun­lar arasındaki tefriki ancak sizin hazık doktoru­nuz yapabilir.



Kalp Sağlığı ve Spor

6 Tem, 2008 Kalp Sağlığı

Spor

Her türlü müsabaka yasaktır. Sizin için en iyi spor, düz yolda, tok karnına olmamak ve rüzgâra karşı gitmemek şartiyle yol yürümektir. Ata da binebilirsiniz. Tenis, futbol yasaktır.



Kalp Sağlığınız İçin Sigara İçmeyiniz

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Tütün damar büzücüdür. Yâni derinizin sathına yakın ufak kan damarlarını daraltır. Lâkin sigaranın kalp damarlarına ne yaptığı, katiyetle bilinememektedir. Evvelâ şunu söyleyelim ki yapılan incelemelere göre miyokart en­farktüsü sigara içenlerde, ve içmiyenlerde ayni nispette görülmektedir. Demek ki sigara içmek kalb damarlarının sertleşmesinde rol oy­namaz. Şayet sigarayı çok fazla seviyor, onsuz yapamıyorsanız hekiminiz sizin, yemeklerden sonra olmak üzere günde 3-4 sigara içmenize müsaade edebilir. Nikotini alınmış sigara içmek daha iyidir. Bazı kimseler nikotine karşı has­sastır; sigara içince kalbleri daha çabuk atar ve kalb ağrısı hissederler. Şayet sigaraya karşı en ufak bir hassasiyet varsa tamamen terketmek zaruridir. Ne olursa olsun sigarayı tamamen terketmek en iyisidir, bunu unutmayınız.



Kalp Sağlığınız İçin Şişmanlık İyi Değildir

28 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Kalp Sağlığınız İçin Şişmanlık İyi Değildir

Enfarktüse zayıflar şişmanlardan daha iyî tahammül etmektedir. Lüzumundan fazla yağ Miyokart Enfarktüsü ve et, kalp üzerine bir yük teşkil eder. kadar şişmansa bu fazla et ve yağı için o kadar uzun damarlara ve kalbin de o’. dar fazla çalışmasına ihtiyaç vardır. Hastalanmış bir kalp bu vazifeyi ifada güçlük çeker. Şişman erkeklerde miyokart enfarktüsünden ölüm nispeti zayıflara nazaran %40 fazladır. Kadınlarda nispet, daha yüksek olup şiş­man kadınlar miyokart enfarktüsünden zayrf kadınlara nazaran %75 daha fazla ölürler. Ka­dınlar şişmanlarlarsa erkeklere nispetle haiz oldukları avantajı tamamen kaybederler. İncelemeler gösteriyor ki kalp damarı sertİeşmiş kimselerde fazla şişmanlık çok tehlikeli­dir. Her kilo alışla tehlike biraz dana artar. Hekiminizin size kilo kaybetmeniz için yaptığı ısrarları makul görüp ona yardım etmelisiniz. Kilo kaybetmek pek zor birşey değildir. Dikkatle tanzim edilen bir diyet, bu.iş için kâ­fidir. Kalbinizin damarlarında olup bitene karışmak pek elinizde değilde de iştahınızla mü­cadele etmek elinizdedir.



Kalp ve Dolaşım Sistemi Nedir? Nasıl Çalışır?

3 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Yaşam için çok önemli bir görevi üstlenmiş olan kalbimiz so göğüs boşluğunda yer alır. Ortalama ağırlığı 275-300 g olup, yumruk büyüklüğündedir. Görevi vücudumuza gerekli oksijen ve besin maddelerini taşıyan kanın dolaşımını sağlamaktır.

Kasılma ve gevşeme hareketleri yapan özel bir kas doku­sunda yapılmıştır, 3 tabakadan oluşur:

1. Perikart (dış zar)

2. Miyokart (kalp kası)

3. Endokart (iç zar)

Kalpte 4 odacık vardır. Üstte, sağ ve sol olmak üzere ilk ku­lakçık (atrium); altta ise sağ ve sol karıncıklar (vantriküller). Ku­lakçık ve karıncıklar arasında ve karıncıklardan çıkan atarda­mar ağızlarında birer kapak vardır. Kalbimizde 4 adet kapak bulunmaktadır.

Kalp kendisine gelen kanı gevşeyerek toplar ve kasılarak damarlar içine doğru pompalar. Kalbin 4 odacığmdan 2’si gev­şeme dönemindeyken diğer 2’si de kasılma dönemindedir. Ka­sılma ve gevşeme hareketleri düzenli, otomatik bir şekilde yapı­lır. Bu hareketler vücudun kan ihtiyacına göre gerektiğinde artı­rılır, gerekirse azaltılır. Kalp ve atardamar ağızlarındaki kapak­lar açılıp kapanarak kanın dolaşımına yardım ederler.

Kulakçıklara vücuttan kan getiren toplardamarlar açılır, ka­rıncıklardan ise vücuda kan götüren atardamarlar çıkar. Atardamar ve toplardamarlar dokularda ince kılcal damarlar aracılı­ğıyla ağızlaşırlar. Kalbin sağ kulakçığına üst ve alt toplardamar açılır. Üst toplardamarlar vücudun üst bölümünün (baş, boyun, göğüs ve kollar) kirli kanını toplar.

Alt ana toplardamar ise vücudun alt bölümünün (karın ve bacaklar) kirli kanını toplar. Sağ kulakçıkta toplanan bu kirli kan bir kapak aracılığıyla sağ karıncığa boşalır. SağJcarıncık bu ka­nı kasılmayla kendisinden çıkan akciğer atardamarı (pulmoner arter) aracılığıyla akciğerlere gönderir. Akciğer atardamarı ağ­zında pulmoner kapak bulunur.

merkezi sağ kulakçıktadır. Bu merkezin faaliyeti bozulduğunda başka anormal merkezler faaliyete geçmektedir. Sağ kulakçıkta bulunan merkezden çıkan elektriksel uyarılar özel iletim yollarıy­la kulakçık ve karıncıklara yayılır ve bu uyarıları alan kalp kası da kasılma ve gevşeme işlemlerini sürdürür. Kalpte uyarı çıkaran merkez, sinirsel ve hormonal merkezlerle kontrol edilir. Birtakım ilaçlar, kimyasal maddeler bu merkezin faaliyetini değiştirebilir­ler.

Doğal olarak böylesine karmaşık, inanılmaz, ama düzenli bir işlevi sürdüren kalp kasının diğer dokular gibi beslenmeye ve enerjiye ihtiyacı vardır. Kalp kası, kendi özel damarları aracılı­ğıyla beslenir. Ana atardamardan çıkan bu damarlara koroner arter adını vermekteyiz. Koroner arterler sağ ve sol olmak üze­re iki tanedir. Sol koroner arter, bir sol ana koroner arter ve iki dalı şeklindedir. Sol koroner arter kalbin daha geniş bir bölümü­nü beslediği için daha önemlidir. İki dalı, sol inen arter (LAD-Sol anterior dessinding) ve dolaşan arter (Cx Sirkumfleks) adını alır. Bu arterlerin de her birinin ayrı ayrı önemli yan dalları vardır.

İşte fonksiyonları ve yapıları kısaca özetlenen kalbimizdeki bu yapılarda örneğin kapaklarda meydana gelecek bozukluklar, daralma, iyi kapanmama gibi durumlar, koroner arter hastalığı dolayısıyla kalp kasının yeterince beslenememesi veya kalınlaş­ması, incelmesi veya başka hastalıklar dolayısıyla kalbin daha fazla yük altında kalması gibi durumlar onun fonksiyonlarını bo­zacak ve çeşitli kalp hastalıklarının ortaya çıkmasına neden ola­caktır. Bu hastalıklardan bir kısmı doğuştan itibaren vardır. Di­ğer bir kısmı ise sonradan ortaya çıkar.

Akciğerlere gelen kan kılcal damarlar aracılığıyla havayla temas ederek temizlenir. Karbon dioksit atılır. İyi oksijenlenmiş olarak akciğer toplardamarlarıma sol kulakçığa döner. Sol kulak­çık bu temiz kanı mitral kapak denilen kapak aracılığıyla sol ka­rıncığa boşaltır. Sol karıncığa boşalan bu kan, sol sarmaktan çı­kan aorta (ana atardamar) atılır ve ana atardamar ve kolları yardımıyla tüm vücuda yayılır. Sol karıncık ile ana atardamar a-rasında aort kapağı bulunur. Kan, dokularda oksijen ve besin maddaleri bıraktıktan sonra, kılcal damarlar (kapîler damarlar) ve toplardamarlar aracılığıyla sağ kalbe döner ve böylece dola­şım sağlanmış olur.

Sağlıklı erişkin kişilerde bu kan dolaşımı dakikada 60-80 defa yapılır. Günde ortalama 100 000 defa kalbimiz çarpar. Egzersiz sırasında bu sayı çoğalır. Çocuklarda 80-120/dk ara­sındadır. Kalp dakikada ortalama, m2 başına 2,5-4 litre kanı dolaşıma verir. Yani kalbimiz dakikada ortalam 4,5-6,5 litre, sa­atte 150-200 litre, günde 5 000 litre kanı pompalamaktadır. Dolaşım sistemimizin (toplardamarlar ve atardamarlar) uzunlu-ğuysa yaklaşık 12 000 mil’dir.

Kalp bu görevini kasılma (sistol) ve gevşeme (diastol) adını verdiğimiz hareketlerle ve bir emme basma tulumba gibi yapar.

Kalp kası bu işlemini otomatik olarak kendisine gelen elek­triksel uyarıyla gerçekleştirir. Ancak kalbin uyarılma işlevi belirli bir düzen içinde meydana gelir. Normalde kalbin uyarı çıkaran



KALP YETERSİZLİĞİ BULUNMAYAN KAPAK hastaliklar-nedir-tedavi-belirtileriINDA TIPBİ TEDAVİ

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Kalbin kuvveti henüz yerinde ise mitral darlığı, mitral yetmezliği, aorta darlığı, aorta yetmezliği gibi kalb kapağı hastalıklarında tıb­bî tedavi aynidir. Bu hastalıklara müptelâ kim­seler şu noktalara dikkat etmelidir :

1. Kalbinizi yorup yedek kuvvetini harcamamaya çalışınız. Kalbinizin kapakları iyi işle­mediğinden dolayı herhangibir işi yaparken kalbiniz, başka kimselerin kalbinden daha faz­la enerji sarfetmektedir. Onun için kalbe iş yükleyen aşırı faaliyetlerden kaçınınız.

2. Merdivenleri, yokuşu, acele acele çıkmayınız. Hızlı, veya koşarcasına yürümeyiniz.

3. Heyecanlardan, münakaşalardan kaçınınız.

4. Cinsî münasebet esnasında fazla oynaşmayınız.

5. Evlenmenizde mahzur olup olmadığını

veya kadın iseniz doğurup doğuramıyacağınızı ancak hekiminiz size söyliyebilir. Gebe kaldıysanız ilk üç ay içinde muhakkak hekiminizi görünüz.

6. Yemeklerinizi azar azar, fakat sık sık yiyiniz. Bir defada midenizi şişirmeyiniz. Öğle yemeğinden sonra 1-2 saat kadar yatıp istirahat etmeyi âdet edininiz, uyumanız şart değildir.

7. Kalbinizin kuvveti yerinde dahi olsa tuzu az kullanarak kendinizi tuzsuz yemeklerin lezzetine alıştırınız.

8. Düz yolda, rüzgâra karşı olmamak ve tok olmamak şartiyle yürümeniz mahzurlu değil,

hattâ faydalı olabilir.

9. Diş çıkartmadan önce penisilin yaptı­rınız.

Kalbinizde herhangibir hastalık var, fakat kalbin kuvveti henüz yerinde olup vazifesini başarabilmekte ise buna kömpanşe, şayet kalbin yedek kuvveti kal­mamış veya azalmış olup vazifesini hakkiyle yapamıyor­sa dekompanse’dir, yani kalb kifayetsizliği yardır de­nir. Dekompanse kalb hastalıklarında nefes darlığı mevcuttur.



Kalp Romatizması

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Hemen ikiyüz yıldanberi romatizma ile kalb hastalığı arasında bir münasebet bulunduğu bilinmektedir. Kuşpalazı, dizanteri, boğmaca vesair çocukluk hastalıkları kontrol altına ahnalıdan beri romatizma yegâne çocukluk düş­manlarından biri olarak kalmış bulunuyor. Ro­matizma yalnız çocukluk hastalığı değildir, gençler de onun pençesine düşebilir. Bilhassa mikrobun yayılmasına müsait kışla, okul gibi yerlerde yaşıyanlar arasında romatizma salgın halini alabilir. Nitekim Amerikan Ordusunda romatizma son savaş esnasında büyük bir me­sele teşkil etmiştir.



Kolesterolün Damar Sertleşmesi Yaptığına Nasıl Hükmediyoruz?

17 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Kolesterolün damar sertleşmesi yaptığına nasıl hükmediyoruz?

Vücudun neresinde damarlar sertleşmişse onun duvarında bol miktarda kolesterol bulu­nur. Damarları sertleşmiş, miyokart enfarktüsü geçirmiş kimselerin çoğunun kanında kolesterol miktarının artmış olduğu görülmektedir. Şeker hastalığı, tiroidin az işlemesi, bazı böbrek has­talıklarına müptelâ hastaların kanındaki koleterol miktarı çok yüksektir ve bu gibi hastalar­da damar sertliği daha fazla husule gelir. De­neysel olarak hayvanlara, bilhassa piliçlere, fazla yağlı, kolesterollü gıda verilirse hayvan­ların damarlarının sertleştiği görülmektedir. İş­te bu sebeplerden dolayıdır ki birçok kalb he­kimleri kalb hastalarına, yağdan kolesteroldan fakir bir gıda tavsiye etmektedirler. Birçok meşhur kalb hekimleri de koleste­rol teorisinin tamamen aleyhindedirler. Bunlara göre kolesterol birikmesi damar sertleşmesi­nin sebebi değil, fakat neticesidir.

Bildiğimiz birşey varsa o da damar sertleş­mesi ile kolesterolün birarada bulunuşudur, ama bunun hangisi evvel, hangisi sonra geliyor katî bilinmiyor. Esasen kolesterolün kandaki miktarının normal olarak ne kadar olması ge­rektiği hususunda da bir fikir birliği yoktur. Bazı şahıslarda kan kolesterolü normalin üç misli olduğu halde hiçbir damar sertliği belirti­si göstermezler. Halbuki bazı hayvanların ka­nında hiç kolesterol bulunmaz, buna rağmen da­marlarında sertleşme (arteryoskleroz) husule gelebilmektedir. Meselâ Eskimolarm gıdasını başlıca yağlar ve eft teşkil eder, buna, rağmen kanlarındaki kolesterol miktarı fazla değildir ve damar sertleşmesine hiçbir istidat göster­mezler. Yakın bir zamanda ilmin bu meseleyi de halledeceği ve damar sertliğinin hakiki sebebi­nin meydana çıkacağı muhakkaktır. Sigara içmenin ve alkollü içkiler kullan­manın damar sertliği yaptığı fikri doğru değil­dir. Fakat ikisinin de kimseye faydalı olmadığı unutulmamalıdır.



Kolestrol

12 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kolesterol, vücutta yüzlerce kimyasal mad­denin temeli olan bir yağ ürünüdür. Hay­van eti, krema, tereyağ ve yumurtada bü­yük miktarlarda bulunur. Kanda yüksek düzeye ulaşırsa damar sertliği veya arteryoskleroz diye bilinen hastalığa neden olur. Bu hastalık, atardamarların iç duvar­larında kalın ve pürüzlü kolesterol plak­ları oluşturur. Atardamarda dolaşım ya: vaşlar. Bazen bu plaktan bir parça kopa­rak kan damarı yoluyla sürüklenir, herhan­gi bir yerde damarı tam olarak tıkar. Ko­lesterol plağı, kalbi besleyen damarlarda gelişirse, dolaşım zayıflar. Buna koroner yetersizliği denir. Daha ilerde damarı tam olarak tıkarsa, koroner tromboz adını alır ve infarktüs denilen durumu yaratabilir. Kandaki kolesterol seviyesinin yükselmesi ile koroner yetmezlik hecmeleri arasında kesin bir ilişki olduğunu ileri sürenler var­dır. Bazı kalp uzmanları yağ ve kolesterolden yoksun besinlerle koroner kalp hastalıkla­rının önleneceğini savunurken, diğerleri ise vücudun kolesterolü ile bu hastalığın gelişebileceğini ileri sürmüşlerdir. Kolesterolün damar sertliği yapmasında bazı faktörler geçerlidir. Vücudun koleste­rolü metabolize edebilme yeteneği, kan­daki diğer maddeler ile örneğin, protein ve fosfatlar ile arasındaki oranı, koleste­rol molekülünün çapı ve sayısı, kanda do­laşan kolesterolün kullanılabilme yeteneği bu faktörler arasındadır. Bazı kolesterol moleküllerinin azalması ile vücutta kullanımları arasında kesin bir iliş­ki oiduğunu ileri sürenler de vardır.



Korener Kalp Hastalıkları

12 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Koroner arterler kalbimizi besleyen ve ona fonksiyonlarını yapabilmesi için gerekli oksijen ve besin maddelerini taşıyan kan damarlarıdır. Bu damarların duvarında meydana gelecek bir zedelenme; pıhtı, yağ ve kireç birikmesi damar çapını daral­tır ve damar içerisinden yeterli kan geçemez. Bu damarın bes­lediği kalp kasıysa iye beslenemediği için zayıf düşer veya ölür. işte koroner arterlerin bir veya birkaçında daralma veya tıkan­ma sonucunda ortaya çıkan hastalıklara koroner arter hastalık­ları adını vermekteyiz.

Koroner arter hastalıkları bugün tüm dünyada ölüm neden­lerinin başında gelmektedir.

Vücuttaki diğer atardamarlar gibi koroner arterlerin iç yü­zeyinde endotel denilen bir zar, bunun dışında kas lifleri bulu­nur. Normalde damarlar elastiktir. Sinirsel ve hormonal meka­nizmalarla bu damarlar bükülüp gerektiğinde de genişleyebil-mektedir. Koroner arterlerin hastalıklarında damarın bir bölü­mü veya bütününde duvar kalınlaşır, damar elastikiyetini kay­beder. İç zarda meydana gelecek bir zedelenme buraya pıhtı­ların birikmesine ve damarın daralmasına veya tıkanmasına sebep olur.

Koroner arterlerde daralma veya tıkanma meydana geti­ren en önemli hastalıklardan biri arteryosklerozdur. Halk ara­sında damar sertliği olarak bilinir. Bundan başka koroner arterler iltihabî hastalıklar sırasında iltihaplanabilir. Ayrıca nadiren vücudun başka bölümlerinden kopup gelen bir pıhtı da koroner arterleri tıkayarak fonksiyonlarını bozabilir.

Arteryoskleroz sinsi bir damar hastalığıdır. Çocukluk dev­resinde başlayarak ilerler. Belirtileri ise genellikle orta ve ileri yaşlarda ortaya çıkar. Arteryosklerozda damar cidarında ate-rom adı verilen bir plak oluşur. Aterom plağı lipit (yağ), kan pıh­tısı, kireç ve bağ dokusundan yapılmıştır. Lipit, pıhtı ve kireç yu­mağı anormal bir şekilde damar duvarına yapışmakta ve da­mar cidarını kalınlaştırarak lümenin daralmasına ve tıkanması­na sebep olmaktadır. Şimdiye kadar birçok teori önü sürülmesi­ne rağmen damar cidarında aterom plağının nasıl oluştuğu he­nüz kesin olarak aydınlatılamamıştır. İlk olarak damarın iç yü zeyinde bir zedelenme, harabiyet ve parçalanma olmaktadır. Damar yüzeyinin yaralanmasına ise damar içindeki basınç de­ğişiklikleri, yüksek kan basıncı, sigara içimi, hiperkolesterolemi veya hiperlipidemi, bazı kimyasal maddeler, damar duvarının sinirsel ve hormonal faktörlerle şiddetli kasılması, iltihabî hasta­lıklar, bağışıklık sistemindeki bozukluklar sebep olmaktadır. Ze­delenmiş yüzeye ise pıhtıların ve bağdokusunun oturmasıyia hastalık başlamaktadır.



Koroner Arter Hastalığının Belirtileri

15 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Koroner arterlerdeki lezyonun şiddetine göre hastalığın derecesi de değişmektedir. Damar lümeni % 20-30-40 oranın­da daralsa hiçbir belirti vermeyebilir. Ancak damardaki lezyon belirli bir dereceyi aştığında, % 50 ve daha fazla olduğunda beslediği kalp dokusunda iskemi (beslenme bozukluğu) denilen durum ortaya çıkar. Bu klinik duruma koroner yetersizliği denil­mektedir. Burada koroner arter belirli bir oranda daralmıştır.

Kalbin ihtiyacına göre beslenme bazen yeterli bazen ise yeter­sizdir, istirahat sırasında kalbe yeterli kan geldiği için hasta hiç­bir sıkıntı hissetmez. Ancak kalbi yoracak hareketlerde, fiziksel eforlar, heyecan ve sinirlenmeyle kalbin işi artar. Bu sırada ge­len kan yetmeyeceği için koroner yetersizliğinin belirtileri orta­ya çıkar.

Kalp kasının harcadığı enerji ile kendisine gelen kandaki oksijen ve besin maddelerinin dengede olması gerekir. Eğer ge­len oksijen ve besin miktarı ihtiyacı karşılarsa denge sağlanır. Dengenin karşılanmadığı durumlarda beslenme bozukluğu kalp kasının zayıflamasına sebep olur. Bunun karşıtı, kalp kasının ih­tiyacı artarsa bazen koroner arterler normal olsa bile kalbin işinin çok artması kalp kaslarının yorgunluğuna sebep olur ve hastada birtakım şikâyetler ortaya çıkar.

Kalp damarının tamamen tıkanmasında ise kalp kasının öl­mesi, enfarktüs denilen olay meydana gelir.

Bu şekilde koroner yetersizliği veya enfarktüslerin sonucun­da kalp kası gücünü kaybeder ve yetersizliğe düşer ve buna bağlı şikâyetler ortaya çıkar.

Tabiî olarak hastalığın ve hastanın şikâyetlerinin derecesi beslenme bozukluğu olan kalp kasının miktarıyla orantılıdır. Kü­çük bir damarın daralması veya tıkanması daha az şikâyetlere sebep olurken, büyük ve önemli bir damarın daralma veya tı­kanmasında kalpte daha önemli fonksiyon bozulması meydana getirecektir. Ancak bir de normalde var olup işlemeyen kollateral dediğimiz yan damarlar vardır. Bunlar bir damar tıkandığı zaman diğer damardan kan alarak kalbi besleyen doğal bay­paslardır.

Organizma kendini korumak İçin bu yeni damardan kan alır. Bu şekilde büyük bir damar tıkanmasına rağmen hastalar­da önemli bir enfarktüs ve kalp yetmezliği görülmeyebilir. Bu koruyucu yan damarlar ileri yaşlarda oluşmaktadır. Bu nedenle gençlerde ve kollateral damarları gelişmemiş olanlarda enfark­tüs daha tehlikeli olmaktadır.



Koroner Arter Hastalığının Çeşitleri

20 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Koroner arterlerde herhangi bir hastalık olduğunda bu durum, 3 şekilde ortaya çıkar:

1. Kalp ağrısı (angina pectoris)

2. Miyokart enfarktüsü

3. Koroner yetersizliği veya enfarktüsler sonucu kalp kası­nın bozularak kalp yetersizliğinin ortaya çıkması.

Kalp ağrısı yani angina pectoris daha önce ayrıntılı bir şe­kilde anlatıldığı gibi koroner yetersizliğinde göğüste hissedilen ağrıdır. Gerek göğüs ağrısı sırasında gerekse ağrısız dönemde yapılacak muayene ve tetkiklerde ortaya çıkarılır ve tedavisi yapılır. Hekimin vereceği ilaçlar dikkat ve özenle kullanılmalı­dır; muntazam kontroller yaptırmak yanında hastaların bu ha­zırlayıcı faktörleri düzeltmelerinde ve ortadan kaldırmasında büyük yararlar olacaktır.

Koroner arter hastalığı çoğu defa miyokart enfarktüsüyle de karşımıza çıkabilir. Miyokart enfarktüsü, bir koroner arterin tıkanması sonucu o damarın beslediği kalp kasındaki çürümeye (ölüme) denir. Miyorkart enfarktüsünün sebebi çoğunlukla koro­ner arter hastalığıdır. % 5 vakada da damarlarda hastalık ol­madan kalp kapağı hastalıkları, kalbin iltihabî hastalıkları sonu­cu gelişen küçük pıhtıların koroner arterleri tıkamasına bağlıdır. Bazı vakalarda da damarlardaki spazm, damarı tamamen tıka­yarak enfarktüse sebep olur. Miyokart enfarktüsünün belirtileri tıkanan arterin büyüklü­ğüne kalbin daha önceki durumuna ve diğer damarların duru­muna bağlıdır. Genelde miyokart enfarktüsünün anî olarak baş­ladığı düşünülür. Halbuki vakaların çoğunda çok bir süre önce öncü birtakım belirtiler bulunur. Bunlar göğüs ağrıları, yorgun­luk, efora tahammülsüzlük, bitkinlik, hazımsızlık gibi belirtiler­dir. Bu gibi şikâyetler çoğu defa önemsenmez. Bazen hasta bu tür müphem şikâyetlerle hekime başvurduğunda hastalık tespit edilmeyebilir. Şikâyetlerin devamı halinde yeniden hekim kon­trolünde gidilmeli ve gerekirse birtakım testler uygulanmalıdır.

Miyokart enfarktüsünün en belirgin belirtisi göğüs ağrısıdır. Koroner yetersizliği ağrısına benzer. Ancak çok daha uzun­dur ve şiddetlidir. Ağrıyla beraber terleme, korku hissi, sıkıntı, bulantı görülebilir. Bazı vakalarda hastalarda enfarktüs, kalp yetersizliği şeklinde ortaya çıkabilir. Hastalarda şiddetli ağrı ve ritm bozuklukları nedeniyle şok görülebilir.

Miyokart enfarktüsünde ilk dakikalar çok önemlidir. İlk sa­atlerde (6-24-48 saat) görülen ritim bozuklukları anında teda­vi edilmediğinde ölümle sonuçlanacaktır. Bu nedenle hastalığın tedavisi hastanede ve özel koroner bakım ünitelerinde yapıl­malıdır. Her an acil müdahale yapılabilecek özel eğitilmiş per­sonel ve özel alet ve gereçlerin bulunduğu bu ünitelerde yapı­lan bakım ve modern ilaçların tedavide kullanılmasıyla ölümler azaltılmıştır. Koroner bakım ünitelerinde bakım oranı % 7-12 arasındadır.

Son zamanlarda daha yaygın olarak kullanılmakta olan pıhtı eritici ilaçlarla bu oranlar giderek azalmaktadır. Ancak bu ilaçların kullanılması ve etkili olabilmesi için hastaların enfark­tüs ağrısı başladıktan ilk 4-6 saat içersinde hastaneye gelmele­ri gerekmektedir. Daha geç gelen hastalar bu şanslarını kaybet­mektedirler. Üstelik bu ilaçlar çok pahalıdır ve yurtdışından ge­tirilmektedir.

Miyokart enfarktüsünde ilk saatlerde kalp durması çok sık görülen bir durumdur. Kalp durmasından birkaç saniye sonra solunum durması ortaya çıkar. 4 dakika sonra beyinde değişiklikler olur. Beyin fonksiyonları tamamen kaybolur. Kalp çalışsa bile beyin fonksi­yonları geri gelmez. Bu nedenle ilk 3 dakika içinde müdahale edilmesi şarttır. Bu hastalar görüldüğünde mümkün olduğunca çabuk ve süratli bir şekilde en yakın hastaneye ulaştırılmalıdır. Bu tür hastalarda hiç vakit kaybetmeden acil olarak yapılacak bir canlandırma işlemi hastaneye varmadan hastaların hayatta kalmasını sağlayacaktır.

Miyokart enfarktüsünün tedavisi hastanede koroner bakım ünitelerinde ilgili uzman hekimlerce yapılır. Tedavi çürümüş (nekroze olmuş) kalp kasının ortaya çıkardığı kötü durumların düzeltilmesi şeklinde veya biraz önce de söylediğimiz gibi ilk saatlerde hastalara verilecek pıhtı eritici ilaçlarla tıkanmış olan damarı açmaya yöneliktir. Tedavinin diğer yönü ise bu hastala­rı ve kalplerini, anî gelen bu yeni duruma adapte etmektir.

Fonksiyonunu kaybetmiş kas dokusunun iyileşmesi genel­likle 2-3 ayda tamamlanmaktadır. Bu yüzden hastalar en az 3 ay aktif hayatlarına dönemezler.

Miyokart enfarktüs geçirmiş ve geçirmekte olan kişiler ken­dilerini büyük bir depresyona ve üzüntüye kaptırarak kalplerin­de meydana gelen bu bozukluğun hiç düzelmeyeceğini ve ken­dilerinin de bir daha aktif hayata dönemeyeceklerini, bir işe ya­ramayacaklarını sanırlar. Bu sebeple de aktivitelerini kaybeder­ler ve hayata küsüp kendi kabuklarına çekilmeyi düşünürler.

Bu hastaların yeniden aktif hayata dönmelerini ve uyumla­rını sağlamak için kendilerine rehabilitasyon uygulanmalıdır. Kardiyak rehabilitasyon belirli programlar içerisinde hastanede yatış esnasında ve taburcu olduktan sonra özel eğitilmiş perso­nel yardımıyla yapıldığında daha iyi neticeler alınmaktadır. İyi uygulanmış rehabilitasyonla miyokart enfarktüsü geçirmiş kişile­rin % 60'ının eski işlerine dönebildiği, % 90'ının ise normal ak­tif yaşamlarını sürdürebildikleri görülmüştür.

Miyokart enfarktüsü geçirmekte olan kişiler hastanede daha ilk günlerden itibaren aktif hale getirilmelidirler. Kalbi yor­mayacak şekilde yapılacak ufak hareketler daha çabuk adap­tasyonu sağlar ve birtakım kötü neticeleri önler. Hastane içeri­sinde hekimin önereceği tavsiyelere riayet edilmelidir. Doktor­dan izin almadan yapılacak hareketler kalbe zarar verebilir.

Normal bir seyir gösteren hastaların hastaneden çıktıktan sonra her gün giyinerek dışarıya çıkmaları ve belirli mesafeleri yürümeleri uygun olur. Ancak bu yürüyüşlerde yorgunluk hisse-dilmemelidir. Yokuş yukarı yürümemeli, merdiven çıkılmamalı-dır. Yürüyüşler sırasında hava çok sıcak ve soğuk olmamalıdır. Rüzgâra karşı asla yürünmemelidir. Yazın, sabahın ve akşamın erken saatleri yürüyüşler için en uygun vakitlerdir. Kışın ise gü­nün sıcak saatleri tercih edilmelidir.

Yemek yedikten sonra veya herhangi bir iş yapıldıktan son­ra yürünmemelidir. Bir müddet dinlenilmelidir. Günlük yürüyüş­ler 500 metre ve günde 2 kezle başlanarak artırılmalı ve günde 1 ila 3 km yol yürünmelidir.

Bu tür hastalar ağır kaldırmamalıdır. Çocuk, bavul veya paket taşımak, ağır eşyaları çekmek, itmek, sıkışmış bir tencere kapağı veya kavanoz kapağı açmak, dışkılama sırasında ıkın­mak sakıncalıdır. Ağır temizlik işleri, toprakla uğraşmak, oto-mobil-bisiklet kullanmak, yüzmek ilk üç ayda yapılmamalıdır.

Bu tür hastalar evde günde bir öğün yemek pişirebilir, ya­taklarını düzeltebilir ve bulaşık yıkayabilirler. Birinci aydan iti­baren cinsel ilişkilere başlanabilir. Ancak yorgun ve eşe kızgın olunduğunda, yemek ve alkollü içkilerden sonra, odanın çok sı­cak veya soğuk olması hallerinde cinsel ilişkide bulunulmamalıdır. Bu münasebet sırasında göğüste baskı hissi ve nefes darlığı hissedildiğinde durmak gereklidir ve ikinci denemeden önce doktora danışarak yardımcı ilaçlar alınmalıdır.

Enfarktüs geçirdikten 2,5 ila 3 ay sonra hekime danışarak otomobil kullanılabilir ve yüzmeye başlanabilir, hatta dansa bile gidilebilir.

Koroner arter hastalığı olan hastalar enfarktüs geçirmiş olsun olmasın bu hastalığı hazırlayıcı risk faktörlerine dikkat et­melidirler. Arter basıncı yüksek olanlar uygun tedaviye devam etmelidirler. Sigara kesinlikle bırakılmalıdır.

Diyetten bol kalorili ve kolestrollü yiyecekler, katı yağlar, hayvansal ve yemeklik yağlar, margarinler kaldırılmalıdır. Mısı­rözü, ayçiçek ve zeytinyağı tercih edilmelidir.

Koyun, kuzu, domuz etleri, sakatat, salam, sosik ve sucuk yok denecek kadar az yenmelidir. Beyin, kakao, çikolatalı ve kremalı yiyecekler, yumurta sarısı (haftada 2 taneden fazla), yağlı peynirler yenmemelidir. Balık, tavuk, eti, dana, eti, sebze­ler, salata, meyveler yenebilir.



Koroner Kalp Hastalıklarında Risk Faktörleri

15 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Yapılan çeşitli araştırmalar koroner arter hastalıklarının birtakım hazırlayıcı faktörlerin varlığında daha çok görüldüğü ortaya çıkmıştır. Bu hastalığın bilhassa kan yağ seviyesi (koles­terol ve lipit) yüksek, sigara içenlerde ve kan basıncı yüksek olanlarda, genç erkeklerde, ailevî yatkınlığı olanlarda, şeker has­talarında, şişmanlarda daha çok meydana geldiği yapılan bir­çok araştırmayla ispatlanmıştır.

Hastalığın meydana gelmesini hazırlayan bu faktörlere risk faktörleri adı verilmektedir. Bu faktörleri önem sırasına göre şöyle sıralayabiliriz:

hiperkolesterolemi hiperlipidemi (kandaki yağların nor­mal seviyenin üzerine çıkması)

- hipertansiyon (kan basıncının yüksekliği)

- sigara

- şeker hastalığı

- diğer faktörler (şişmanlık, fiziksel aktivite, stres ve genetik faktörler

Yukarıda saydığımız bu risk faktörlerinin varlığında koroner arter hastalığına yakalanma oranı daha fazladır. Risk fak­törlerinin azaltılmasıyla hastalıkların azaldığı ve hastalığın ge­rileyebileceği birçok hayvan deneylerinde gösterilmiştir.



KORONER YETMEZLİĞİ (KALP DAMARLARININ SERTLEŞMESİ)

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Kalp damarlarının sertleşmesi ( KORONER YETMEZLİĞİ):

Kalbi besleyen damarlara koroner damar­ları veya taç damarları dendiğini daha evvel söylemiştik. Normal hallerde bu koroner da­marlar elâstikîdir, yumuşaktır. Heyecanla, yol yürümek, yokuş çıkmakla vücudun kana ihti­yacı arttığı vakit kalb de bu ihtiyacı karşıla­mak üzere fazla çarpar, kuvvetli atar ve vücu­da giden kan miktarı artar. Lâkin kalbin de eti vardır, binaenaleyh kendisi fazla çalıştığında bizzat kalb etinin de kana ihtiyacı artar. İşte bu fazla kanı temin için kalb damarları (koronerler) genişler, istirahatte iken kapalı duran kalb damarları açılır ve kalb etine istirahattekinden fazla kan gelir. Şayet herhangibir sebep­le bu kalb damarları sertleşir, daralırlarsa icab ettiği vakit (yol yürürken, yokuş çıkarken, ko­şarken) genişleyip kalbin muhtaç olduğu fazla kanı temin edemezler. Yani kalb damarları kifayet etmemektedir, işte bu hale koroner yetmezliği denir. Koroner yetmedi­ğinde, kalbin kana ihtiyacı ile kendisine gelen kan miktarı arasında nispetsizlik vardır.

Pratik hayatta koroner yetmezliğinin eıt sık görülen sebebi, kan damarlarının arteryoskleroz neticesi sertleşip daralmasıdır.

Hastalık tablosu

Koroner yetmezliği veya anjin dö puvatrinin en karakteristik arazı ağrıdır. Ağrı, her hastada çeşitli şekillerde olabilir : yakıcı, par­çalayıcı, delici, ezici. Bazılarında kalb menge­ne arasında sıkıştırlıyormuş gibi, bir his var­dır. Bir kısım hastalar da ağrıdan katiyen bah­setmezler, sadece göğüste bir sıkıntı, gaz hissi vardır. Bazan bu hisler ile birlikte geğirme, gaz çıkarma, ekşime olduğundan kimi hastalar bu­nu mideye, gaza atfederler. Halbuki bunlar se­bep değil, neticedir. Sıkıntının yeri göğsün tam ortası veya onun biraz sol tarafı olup oradan sol omuza, sol kolun iç kısmına intişar eder. Bazan boyna, dişlere, boğaza kadar çıkar. Has­talarımdan birinde kalb ağrısı sadece alt çene­ye inhisar etmekte olup diş rahatsızlığına atfe­dilerek bütün dişleri çekilmişti. Diğer bir has­tamda kalb ağrısı sadece sağ omuzda, diğer bi­rinde bademciklerde idi.

Sol kol uyuşur, karıncalanır ve hissizleşebilir. Nöbet bittikten sonra da bu uyuşukluk de­vam edebilir. Göğüs ağrısı ile birlikte ekseriya şiddetli bir ter boşanır, yüzün rengi solar, ba-zan salya bollaşır. Ağrı birkaç dakika, veya en fazla 15 dakika devam eder. Nöbetten sonra bol idrar gelebilir.

Kalb ağrısı nöbetleri ekseriya şu işleri ya­parken gelir : yol yürürken, bilhassa yemekten sonra yol yürünürse, yokuş yukarı çıkılırsa ve­ya rüzgâra karşı yürünürse. Korku, hiddet, büyük aptest ederken ıkınmak. Bazan uyur­ken. Sigara içmek, nadiren kahve içmek de kalb ağrısı husule getirebilir. Nöbetler üst üste gün­de birçok defalar gelebildiği gibi senede ancak 1-2 defa da gelebilir.

Kalp damarlarmda herhangibir hastalık bulunup bulunmadığını en emin surette tesbit eden âlet elektrokardiyograftır. Fakat nöbet haricinde, istirahat esnasında elektrokardiyogram tamamiyle normal olabilir. Bu sebepten ötürü hastaya muayyen bir hareket yaptırılıp arkasından hemen elektrokardiyogram çekmek icabeder. Bu hususta Gülhane Hastanesi 2 nci Dahiliye Kliniğinde Master’in iki basamak tes­ti denen hususi bir merdiven testi yapılmakta . Bu test yaşa, kiloya ve cinse göre ayarlanır. Eskiden yaptırılan 20 defa diz çökmek usu­lü artık tarihe karışmıştır. Master testi Türkiye’de ilk defa kliniğimizde tatbike başlanılmış ve 120 vakaya ait neticeler 1953 yılında yayınlan­mıştır. Ayrıca balistokardiograf denen bir alet­le de kalb damarlarının durumu tesbit edile­bilir. Bu alet de Türkiye’de ilk defa Gülhane 2 nci Dahiliye Kliniğinde kullanılmıştır. 1953 e kadar 300 ü mütecaviz vakada balistokardiogram çekmiş ve sonuçlarını tıbbî mecmualarda yayınlamış bulunuyoruz.



MİTRAL DARLIĞI İLE İLGİLİ BİLGİ

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Bu hastalık pratik tababet hayatında gayet ..sık rasladığımız bir kalb arızasıdır. Daha önce anlatıldığı gibi kalbin sol kulakçığı ile sol ka­rıncığı arasındaki deliğe mitral deliği denir. Mitral deliğinde iki parçadan mürekkep bir ka­pak vardır ki bu kapağın adı da mitral kapağı­dır. Bu kapağın vazifesi sol karıncık takallüs ettiği (kasıldığı) zaman kanın geriye, sol kulak­çığa gitmemesini temin etmektir. Bazan roma­tizma bu kapağı hastalandırır ve kapak gittikçe daralmıya başlar. Kapak daralmca sol kulak­çıktaki kanın hepsi sol karıncığa geçemez. Sol kulakçık bakiye kanla dolup şişer, büyür ve kan akciğerlerde toplanmıya başlar. Kalb bu darlığı yenmek, içindeki kanı boşaltmak için kuvvetle, şiddetle kasılır ve hastalar bu sebepten dolayı çarpıntıdan şikâyet ederler. İleri atılamıyan kan akciğerlerde toplanınca hasta da öksürme­ğe başlar ve nefesi daralır. Öksürük, bütün ilâç­lara karşı gelir, bir türlü geçmez. Hastalık daha fazla ilerlerse kan akciğerlerden sonra karaci­ğerde toplanır. Karaciğer şişer. Şahıs, karın ağ­rısından, iştahsızlıktan ve hazımsızlıktan şikâ­yetçidir. Nihayet yine tedavi edilmezse nefes darlığı iyice artar, ayaklar şişer, idrar azalır, gece uykuları kaçar. Yani sağ kalb kifayetsizli­ği teşekkül eder.

Bu hastalığın diğer ihiilâlları nelerdir?

Sol kulakçık fazla büyüyüp nefes boruları­nı tazyik eder ve bir türlü durdurulamryan ök­sürük başgösterir; yemek borusuna tazyik eder, yutma güçlüğü olur; sinirler gerilir, ses kısık­lığı olur. Sol kulakçık içinde sıkışıp kalan kan, olduğu yerde pıhtılaşır Ve günün birinde bu pıhtılardan biri yerinden koparak başka bir da­marı tıkayabilir. Neticede felç teşekkül eder. Bazan kalbin intizamı bozulur, fibrilasyon de­diğimiz hal husule gelebilir, kalb atımları ga­yet süratli (dakikada 140-150 arasında) ve ta­mamen intizamsızdır. Görülüyor ki mitral darlığının muhtelif ihtilâtlarla birlikte olan şekilleri vardır. Kimi­sinde bu ihtilâtlar hiç husule gelmez, kimisinde de hastalığın farkına ancak herhangibir ihtiiâttan sonra varılır. Bazı kimselerin tüberkü­loz sanılıp sanatoryoma yollandığı da vardır, zira hasta öksürür, balgam çıkarır ve bazan da balgamı kanlıdır. Bu kan ufak pıhtı parça­cıklarının (amboli) kalbten çıkıp akciğer da­marlarım tıkamasından ileri gelir.



Mitral Darlığının Sebebi nedir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Mitral Darlığının Sebebi nedir?Mitral darlığının sebebi romatizmadır. Ana­dan doğma mitral darlığı olduğu da söylenmek­te ise de münakaşalıdır. Hastalığın tanı arazları romatizma geçtik­ten 5-15 sene sonra meydana çıkar.



Mitral Darlığının Tedavisi

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Mitral Darlığının Tedavisi

Hastalığın mahiyetinden anlaşılacağı gibi elimizde gidip de daralmış olan deliği açacak, bir ilâç yoktur. Ancak kalb kifayetsizliği varsa, kalb kifayetsizliği bahsinde anlatılan, tedavi yapılır. Kalb kifayetsizliği yoksa kalb kifayet­sizliği bulunmıyan kalb kapağı hastalıklarında, tıbbî tedavi bahsinde anlatılan tedavi tatbik edilir. Fibrilasyon varsa, fibrilasyon tedavi edi­lir; dijital verilir. Mitral darlığının asıl tedavisi ameliyatla­dır. Göğüsten kalbin içine girip bıçakla daral­mış olan kapak genişletilir. Tehlikesi çok azdır.. Türkiye’de ilk defa 1952 yılında Gülhane Askerî Tıp Akademesinde hastalarımdan birine Dr. Orhan Bumin tarafından tatbik edilmiş ve ame­liyat muvaffakiyetle neticelenmiştir. Yalnız her vakada ameliyat yapılamaz. Ameliyat içm bazı şartlar vardır : meselâ darlık ile birlikte yetmezlik de varsa ameliyat yapılmaz, hasta çok yaşlı veya çok gençse yapılmaz, birlikte aorta kapağı hastalığı varsa yine ameliyat yap­mak doğru değildir.



MİTRAL KAPAĞI YETMEZLİĞİ

11 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Mitral darlığının aksine olarak bu hastalık­ta mitral kapağı, sol karıncık takallüs ettiğinde-deliği tam kapayamaz ve kanın bir kısmı aor-taya gideceğine, geriye sol kulakçığa avdet eder. Sol kulakçık v© sol karıncık genişler, bü­yür. Hastalarda mitral darlığında bahsedilen, şikâyetler zuhur eder.



MİTRAL KAPAĞI YETMEZLİĞİNİN SEBEBİ

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Sebep, hemen daima romatizmadır.

Mitral yetmezliği hiç ilerlemeden olduğu gibi kalabilir ve bazan hasta farkına dahi var­maz. Bazan da ilerler ve kalb kifayetsizliğine doğru gider; o vakit karaciğer büyür, ayaklar şişJer ve sağ kalb kifayetsizliği bölümünde an­latılacak olan arazlar meydana çıkar.

Mitral yetmezliğinin en korkulan ihtilâtı habis andokardit’tir. Bazan herhangibir ame­liyat veya diş çektirmeği müteakip hastanın ateşi yükselir, bir türlü de düşmez, hekim da 46 lağı büyük bulur ve idrarda kan hücreleri mevcuttur. Buna endokardilis lenta adı verilir..



MİTRAL KAPAĞI YETMEZLİĞİNİN TEDAVİSİ

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Tedavi

İhtilât yoksa kalb kifayetsizliği bulunnu-yan kapak hastalıkları bahsinde anlatılan ted­birlere başvurulur. Esas tedavi ameliyatladır. Kalbin dış zarınr dan bir parça alıp gevşek olan kapaklar tamir edilebilmektedir. Fakat henüz bu ameliyat Tür­kiye’de yapılamamaktdır. Kalb damarlarını genişleten ve kalb etinin iyi bes­lenmesine yarıyan en iyi ilâç kahkahadır. Hem de be­dava!



MİYOKART ENFARKTÜSÜ NEDİR

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

MİYOKART ENFARKTÜSÜ

Nedir?; Yeni bir hastalık mıdur? Artmakta mıdır?

Miyokart enfarktüsü kalb damarlarından bi­bisinin birden tıkanması ile meydana çıkan bir hastalık tablosudur. Kalbin koroner veya taç da­marı denen iki atardamarı vardır ve kalb eti bu damarların getirdiği kanla beslenir. Bu da­marlar sertleşir, elastikiyetlerini kaybederler, içleri dümdüz iken pürtüklü olur ve günün bi­rinde ufacık bir pıhtı parçası ile tıkamverirler. Bu ufak pıhtı parçasına hekimlik dilinde tromboz adı verilir. Damarlarının biri tıkanmış olan kalb, daha az kanla, eskisi gibi iyi çalışamaz, işliyemez olur. Tıkanan damar dalı büyükse, kalb etinin o dal taraf nidan beslenen kısmı harap olur. Çok şükür kalb her türlü makinadan çok daha üstündür. Başka damarlar bu tıkanan damarın ödevini üzerine alırlar. Daha kriz ânında kalb kendi kendini tamire ve yeni du­ruma uydurmaya başlar. Siz yatakta sırtüstü yatıp hazin hazin düşünürken kalbiniz de inşa­at işine başlamıştır bile. İşte miyokart enfark­tüsü geçirmiş olan siz ve sizin gibi daha binler­cesi bu sayede hayatta kalıp yıllarca mesut bir ömür sürebilmektedir.

Eskiden miyokart enfarktüsünün gayet kö­tü bir şöhreti vardı, zira hasta her hangi bir kalb krizinden vefat ederse adına miyokart en­farktüsü denir, hayatta kalırsa gaz, hazımsızlık, soğuk algınlığı gibi adlar takılırdı. Bundan kırk yıl önce Amerika’da Chicago’da Dr. James Harrick kalb damarı tıkanmasının muhakkak kötü; sonlanması icap etmediğini bütün dünyaya ya­yınladı. Nitekim yapılan otopsilerde (ölülerin içini açıp muayene etmek usulü) kalbde eski­den geçirilmiş miyokart enfarktüsünün izleri­ne raslanıyor, fakat şahıs onunla hiç ilgisi olmayan başka bir hastalıktan ölmüş bulunuyor­du. Kalbdeki tamir işi o derecede güzel, mahirane olabilir ki, hasta yıllarca bir daha hiç kal­binden şikâyet etmez. Demek oluyor ki, bu has­talığın da hafif, gayet hafif şekilleri vardır. Bir şahıs birçok defalar enfarktüs geçirebilir.

Miyokari enfarktüsü yeni bir hastalık mi­dir?

Babanız, belki bu hastalık ismini hiç duy­mamıştır. Sizin de işitmemiş olmanız veya son bir’ kaç yıl içinde akrabalarınızdan, ahbapları­nızdan birinin hastalanması dolayısiyle kulağı­nıza böyle bir şeyin çalınmış olması da muhte­meldir. Miyokart enfarktüsü ancak yirmi yıl önce resmî ölüm sebepleri arasında yer almış bulunuyor. Fakat bugün gazete okuyan herkes az çok hastalığı hiç olmazsa bir defa duymuş­tur. Aoaba yeni bir hastalık mıdır?

Hastalıklarımızın çoğu eskidir, belki de in­sanlık kadar eski. Romatizma hastalığının iz­lerine son nefesini bundan 25.000 yıl önce almış bulunan mağara adamlarının kemiklerinde rastlanmaktadır. Fakat kalb, böbrek, akciğer gibi yumuşak organların o zamandan bu zama­na kadar çürümeden kalması imkânsızdır. Bun­dan ötürü o devirdeki insanlarda da miyokart Enfarktüsünün bulunup bulunmadığını bilemi­yoruz. Ama neden olmasın? Hattâ insanların aslını teşkil ettikleri söylenen şebeklerde bile miyokart enfarktüsünün bulunması muhtemel­dir. Zira bütün sıcak kanlıların damarlarında akan kan pıhtılaşabilmek vasfını haizdir. Şayet öyle olmasaydı en ufak bir kanama ölümle sonlanırdı. Demek oluyor ki, miyo’kart enfark­tüsü yeni bir hastalık değildir. Biz hastalığı ye­ni tanıyoruz.

Mîyokari enfarktüsü vakaları artmakla midir?

Buna katî cevap vermek güçtür, çünkü ne kadar kimsenin miyokart enfarktüsü geçirdiği­ni bilmek imkânsızdır. Hafif vakalar teşhis edil­meden, hattâ hiç bir tedaviye tabi tutulmadan iyileşmektedirler. Bünâ rağmen otopsi incele­meleri hastalığın eskisine nisbetle gittikçe art­makta olduğunu göstermektedir. Acaba neden?

Bazılarına göre, modern hayatın süratli, yorucu, heyecanlı oluşu kalbi zorlamaktadır. Es­kiden uçak yoktu, tren yoktu, otmobiller bu ka­dar, fazla değildi. Hayat daha sade, daha basit ve daha heyecansız idi. Kalb de bu kadar faz­la zorlamalara maruz kalmıyordu. Lâkin şöyle bir bitarafane düşünürsek acaba geçmiş zaman­larda hayat şartları daha mı az yorucu, daha mı sakin idi? Hiç de değil. Bilâkis bugün orta­lama bir vatandaş eskisinden daha fazla emni­yet, huzur, sükûn içinde, daha sıhhatli ve kor­kulardan daha uzakta bulunmaktadır.

Şayet miyokart enfarktüsü, kanser gibi hastalıklar bugün eskisinden daha fazla görül­mekte ise, bunun sebebi bizim bizden önceki nesillerden daha fazla yaşamamızdadır. Orta yaş ve ileri yaş hastalığı olan enfarktüs ve kan­ser bu yaşlara kadar hayatta kalan kimselerin

sayısı artığından dolayı.fazlalaşmaktadır. Artdc eskisi gibi zatürrieden, kuşpalazmdan, kolera­dan, tifodan ve daha bunlara benzer birçok kor­kunç enfeksiyon hastalıklarından kolay kolay ölünmüyor. Eskiden penisilin, aureomyein, kloromisötin, streptomisin yoktu. Zatürriede kinin, kalsiyum zerkleri yapar, kâfurlu yağlarla kal­bi ayakta tutmaya çalışırdık. Bugün penisilin, işi 48 saatte kökünden hallediveriyor. Tifodan ödümüz patlardı. Perhiz, perhiz, kâfurlu yağ­lar, sirkeli sular ve bol bol Tanrıya duadan başka yapılacak birşey yoktu. Bugün kloromisetin sayesinde 3-4 gün içinde ateş düşüyor. Eskisi gibi perhiz de yaptırmıyoruz, bol bol süt, yoğurt, ekmek, yumurta, hattâ et veriyoruz. Artık kolera, çiçek salgınları ortadan kalkmış­tır. Kırk yıl önce vereme «Beyaz Taun» den­mekte idi. Zira başlıca ölüm sebebini teşkil ediyordu. Halen hayat şartlarının düzelmesiy-* le vereme yakalanma nisbeti azaldığı gibi, ölüm nisbeti de çok düşmüş bulunmaktadır. Şeker hastalığında eskisi gibi sıkı perhizler yaptırmiryoruz. Komada bulunan şeker hastaları bile insulin sayesinde yeniden hayata kavuşabilmek­tedirler. Ameliyatlarda ölüm nisbeti çok azal­mıştır. Artık hekimler kanamadan ürkmüyorlar. İstediğimiz kadar kan nakli yapıyoruz. Ameli­yatların süratle bitmesine lüzum yoktur. Modern anestezi (bayıltma) usulleriyle hasta is­tendiği kadar, tehlikesizce baygın halde tutu­labiliyor. Hattâ kalbin dahi içine girip bazı da­ralmış kısımlar kesilebilmekte, bazı damarlar birbirleriyle birleştirilmektedir. Görülüyor ki, hayatı terke sebep teşkil eden birçok âmiller ar­tık ortadan kaldırılmıştır. Amerika’da 1911 de ortalama hayat süresi 46 yıl 8 ay iken, 1950 de bu rakam 63 yıl 3 aya çıkmıştır. Halen bir sürü hastalıkları mağlûp etmekle beraber, ortada in­sanları yere seren ve hayata « Ah ne güzelsin, biraz dur, akma!» dediği anda gözlerini kapa­mağa mecbur eden iki sebep ortada kalmıştır ki, bunlar : 1. kanser ve 2. yıpranma hastalıklarıdır. İşte yıpranma hastalıklarına damar sertliği, kalb ajini, tansiyon yüksekliği ve miyokart en­farktüsü dahil bulunmaktadır.

Miyokart einfarktüsünün zamanımızda çok fazlalaşmış olmasının bir sebebi ortalama hayat süresinin artması olduğu gibi, diğer sebebi de hekimlerin bu hastalığı daha iyi tanımış olmala­rı ve ellerindeki teşhis koyabilme vasıtalarının daha mükemmel oluşudur. Sebebi nedir? Damar sertleşmesi neden ölür?

Kalb enfarktüsününe yakalananların he­men %97 sinde kalb damarlarında sertleşme vardır. Damar sertleşmesi (arteryoskleroz) bir yıpranma, yaşlılık hastalığıdır. Nasıl ki su bo­rularının içi paslanırsa, zamanla kireç toplan­ması olursa yaş ilerledikçe kalbi besliyan atar­damarların da iç zarı düzgünlüğünü, parlaklığı­nı kaybeder ve’ daralır. Sertleşmiş, arteryoskleroza uğramış bir kalb damarının (koroner da­marının) iç tabakasına bakılırsa orada burada yağ toplantıları ve kolesterol denen bir madde­nin birikintileri görülür. Bu kumlu satıhta ufa­cık abseler teşekkül eder, abseler damar içine açılır ve yerlerinde ufacık nedbeler kalır. Bizzat kalb damarlarını besliyen ufacık damarcıklar­dan bazıları da çatlamıştır ve damarın duvarı içine de kanama olmuştur. Böylece damarın içi dümdüz, tertemiz iken kıvrımlı, büklümlü, gi­rintili çıkıntılı olur ve akan kan bir çok engel­leri yenmiye çalışır. İşte bu daralmış borudan, birçok taşlar, çakıllar içinden geçen kan tortu­laşmaya, pıhtı yapmıya gayet müsait bir du­rum almış olur. Tromboz dediğimiz pıhtı par­çası hemen birkaç dakika içerisinde teşekkül edebilirse de damar sertleşmesi gayet yavaş olur ve yıllarca önce başlar. Daha yirmi yaşın­daki sağlam kimselerin kalb damarlarına bakı­lırsa içlerinde, bilhassa soldakinıde tek tük yağ parçacıklarının birikmiye başladığı görülür. Hele kırkından sonra hem sağ, hem de sol kalb damarlarında sertleşme bulunur. Fakat bu sert leşme ekseri kimselerde hiçbir şikâyeti veya hayatî arızayı mucip olmaz. Ellisinde yağ biri­kintileri o kadar artar ki damarların çapı ol­dukça daralır ve kan akımına engel olur. Bu se­bepten dolayı ellisinden sonra kalbi lüzumun­dan fazla çalıştırmamak, yormamak şarttır.

İşte içinde yağ damlacıkları birikmiş, çapı daralmış kal’b damarcıklarından biri günün bi­rinde bir pıhtı parçasiyle tamamen tıkanıverir. Kalbi besliyen koroner dediğimiz damarlardan birinin tıkanmasına koroner tıkanması veya; koroner tromiozu, bu damarın beslediği kalb eti kısmının hayatiyetini kaybetmesine de miyokart enfarktüsü (kalb enfarktüsü) demek­teyiz.



Nitrit ve Nitratlar

10 Nis, 2008 Kalp Sağlığı

Nitrit ve nitrat denilen bazı organik ve inorganik maddeler özellikle kan damar­larında meydana getirdikleri genişleme (vazodilatasyon) nedeniyle kalp hastalıkla­rında kullanılırlar. Bunlar arasında amil nitrit (Nitrite d’amyle) sıvı halinde kırılıp koklanan ufak ampuller içinde bulunur. Kalp anjini geçiren hasta­ların yanlarında devamlı olarak bulundur­dukları bir ilaçtır.

Gliseril trinitrat (Trinitrin) ağızda emilmek üzere hazırlanan tabletler şeklinde satılır. Kalp krizlerinde en sık kullanılan bir ilaç olarak bilinir. isosorbid dinitrat (Sorbid, İsoket) ve pentaeritntol tetranitrat (Danitrin), enfarktüs geçiren hastaların ve kalp angini bulunan kimselerin yanlarından ayırmadıkları hayat kurtarıcı ilaçlardandır.



Ortostatik Hipotansiyon

27 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Ayağa kalkınca kanın aşağı hücum etmesi ve vücudun üst yarısındaki kanın azalması atardamar basıncının düşmesine ve kanın bacaklarda göllenmesine neden olur. Bu durumda vücu­dun üst yarısının, özellikle beynin kansız kalmasını önleyecek bir mekanizma devreye girer. Küçük damarlar büzülerek kanın yer­çekimi nedeniyle aşağıda birikmesini önler. Atardamar basıncı­nın, normal değerlerde tutulması ve dolaşımda dengeyi sağla­mak için kalp atışları hızlanır. Bu önlem yetersiz kalırsa kişi aya­ğa kalkınca fenalaşır, rengi solar, terlemeye başlar ve gözleri ka­rarır. Beyindeki görme merkezinin bulunduğu artkafa lobunun kabuk bölgesi oksijen yetersizliğine en duyarlı bölgelerden biri olduğundan, göz kararması ilk ortaya çıkan belirtilerden biridir. Ayrıca baş dönmesi, halsizlik ve bazen bayılma görülür.

Bu belirtilerin başlıca nedeni çevrel damarların büzülmesirideki yetersizlik sonucunda tansiyonun düşmesiyle beyne yeterli kan gidememesidir. Bu olay tehlikeli olmasa da önüne geçile­mez. Düşük tansiyonlu kişiler yavaş hareketlerle ayağa kalkarak vücutlarına uyum sağlaması için yeterli zamanı vermelidir.

Bayılan veya bayılmak üzere olan hastayı başı vücudundan aşağı gelecek biçimde yatırmak yeterlidir. Böylece beyne yete­rince kan gider ve hasta kısa sürede kendine gelir.



Pıhtılaşmayı önleyen İlaçlar-Antikoagulan İlaçlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-P

Antikoagulan İlaçlar

Kanın pıhtılaşması dediğimiz ve ilk bakışta çok basit gibi görünen olay aslında birçok faktörlerin etkisinde oluşur. Yaşamamız için hayati önemi olan kanın damar içinde pıhtılaşmadan akması, damarın örselenmesi ve kesilmesi halinde ise pıhtılaşarak kanamayı kendiliğinden durdurması gerekmektedir.Bazı kalp ve damar hastalıklarında bu fonksiyonlar bozulmakta ve kan damar içinde pıhtılaşma eğilimi göstermektedir. Bu gibi hastalıklarda kullanılan ve kanın pıhtılaşmasını önleyen ilaçlara antikoagulan ilaçlar denir.

Normalde kanda bulunan protrombin bir enzim aracılığıyla trombine çevrilmekte, trombin de fibronejen adındaki maddeyi fibrin haline dönüştürmekte ve pıhtı oluşmaktadır. Pıhtılaşma olayı yalnız bu maddelerin birbirlerine etki yapmaları ile değil, ayrıca içinde kalsiyum iyonunun da bulunduğu 10-12 kadar faktörün işe karışması ile meydana gelmektedir. Gene normalde kanda bulunan fibrinolizin fermenti kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşmasını sağlamaktadır. Bu ilaçların bir bölümü protrombin yapımını önlemek,bir kısmı trombini eritmek suretiyle kanın pıhtılaşmasını engellemektedirler.Protrombin yapımını önleyen ilaçlar kumarın türevleri (Tromexan VVarfarin Dicuma-rol v.b.) veya indandion türevleri (Pindione) olarak bilinir ve ağızdan kullanılırlar. Teşekkül etmiş olan trombine tesir ederek onu eriten antikoagulan ilaçların başında ise Heparin “gelir. Damardan ve kalçadan yapılan preparatları vardır. Etkisi derhal görülür ve çabuk geçer. Tedavi sırasında kanın pıhtılaşma zamanını, yani, protrombin zamanını sık sık kontrol etmek ve ilacın dozunu ona göre ayarlamak gerekmektedir.



Romatizmal Kalp Hastalıkları

28 Oca, 2009 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Romatizmal hastalıklar vücudun bağdokusunu (kolajen doku) tutan iltihapî hastalıklardır. Bu grup hastalıkların bir kıs­mının sebebi bugün iyice bilinmektedir. Diğer bir kısmının se­bebi ise henüz tam aydınlanamamıştır.

Bu hastalıkların en gürültülü belirtileri genellikle eklemleri tutar ve eskiden bir eklem hastalığı olarak kabul edilmiştir. Hal­buki bütün vücudun bağdokusunu (kalp, beyin, akciğer, eklem gibi organlarda tutabilen sistemik bir hastalıktır.

Romatizmal hastalıklardan başlıcaları şunlardır:

- Romatizmal ateş (akut eklem romatizması)

- Ankilozan spondilit

- Reiter hastalığı

- Romatoit artrit

- Vaskulitis sendromları

- Kronik eritemli lupus

- Poliarteritis nodosa

- Kwasaki hastalığı

- İlerleyici sistemik skleroz polimiyositis

- Dermatomiyositis.

Romatizmal kalp hastalığı denildiğinde ise akut romatiz­mal ateş sırasında görülen hastalıklar kastedilmektedir.

Bu hastalıkta kalp özellikle hastalığa iştirak eder, buna karşılık diğer romatizmal hastalıklarda kalp belirtileri ikincil plandadır ve bu hastalıklar genellikle çok daha nadir görülen hastalıklardır.



Sosyal hayat ve kalp sağlığı

6 Tem, 2008 Kalp Sağlığı

Sosyal hayatınız ve kalp sağlığı

Genellikle şayet şifa tam gerçekleştiyse daha önceki temkinli davranışınızı, eskisine oranla daha mutedil bir tarzda olmak üzere takip edebilirsiniz: spor, seyahat gibi. Fakat arkada ye kaldıysa, yol yürürken nefes darlığı veya göğsünüze ağrılar geliyorsa biraz dikkatli olmanız şarttır. Günlük hayat çok fazla yorgunluk hissediyorsanız gece yatınız, böylece kalb ve damarlara dinlemeleri için daha uzun bir zaman ayrılmış olur. Biraz kendi kendinizin hekimi olmalısınız. Günlük meşgalenizde yorgunluk hissetmezseniz geceleri eğlenmenizde mahzur yoktur. Öğle yemeğin­den sonra biraz yatıp istirahat etmek herhalde faydalı olur. Neşeli, şen, şakrak arkadaşlar seçi­niz. Hastalığınızdan kimseye bahsetmeyiniz. Daima iyi olduğunuzu, kendinizi herzamankinde«s. iyi hissettiğinizi herkese duyurunuz.

Otomobil kullanmak

Otomobil kullanmak sizi yormuyorsa veyau kullanırken göğsünüze ağrı gelmiyorsa arabam sürmenizde hiçbir mahzur yoktur. Fakat oto­mobil kullanmayı denemeden önce aradan üç ay geçmesini bekleyiniz.

Otomobil ile uzun yolculuğa çıkacaksannr muhakkak yanınızda araba kullanmasını bilen, yollarda size yardım edecek birisi bulunmalıdır. Arabada eşyalar varsa onları arabaya koymağa veya arabadan çıkarmağa siz yardım etmeyiniz, o işi bırakın başkası yapsın, daha iyi. Araba kullanmanın hem bedenî, hem de ruhî tehlike­leri vardır. Şayet sinirli iseniz önünüzdeki ara­baya boyuna korna çalar veya arkadan size korna çalana küfrederseniz aman araba kullan­ım ayın!.



Teşhircilik, Eksibizyonizm

18 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-T

Eksibizyonizm genellikle erkek cinsiyet organlarının, örneğin penisin ereksiyon ha­linde açıkça gösterilmesine denir. Issız yerlerde, genel tuvaletlerde veya pence­reden dışarıya doğru organlarını açan er­keğin gösteriden cinsel heyecan duyması için bunu gören kadınların şaşkınlığa düş­mesi hatta korkması gerekmektedir. Eksi-bisyonist olan kimse ender olarak cinsi bir saldırıda bulunur. Bu hastalık ergenlik döneminde zayıf olan cinsel içgüdünün ar­tırılması için bir yöntem olarak başlar. Çok kere hastanın eşinin gebeliği sırasın­da, birikmiş saldırganlık duyguları şeklin­de belirir ve eşi tarafından cinsel yönden istekleri karşılanmaması üzerine bir alışkanlık haline gelebilir.



Uzağı Görüp Yakını Görememe Hastalığı, Hipermetrop

29 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H, Sağlık Sözlüğü-U

Yakını görememe hastalığına hipermetrop ve gözünde böyle bir kusuru olan kişiye de hipermetrop denir.

Gözün kırılma kusurlarından olan bu has­talıkta görüntü, göz dibinde retinanın ar­kasına düşmektedir. Ancak genç yaştaki bir hipermetrop uyum yaparak görüntünün net olmasını sağlayabilir. Fakat yaş iler­ledikçe uyum gücü azalır ve evvelce has­tanın farkedemediği gibi hipermetrop yani latent hipermetropi belirli olmaya başlar.

Doktorlar, bir kimsenin yaşına bakmaksın zın, gerçek hipermetropisini öğrenmek için, atropin cinsinden bir ilaçla göz uyumunu felce uğratıp ortadan kaldırdıktan sonra kırma kusurunu ölçer ve gözlük reçetesi verirler

Hipermetroplarda retinanın arkasına dü­şen görüntüyü öne getirmek için yakınsak denilen ince kenarlı mercekleri bulunan gözlük kullanılır.



Yarım Görme

28 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Görme yollarında meydana gelen bir has­talık nedeni ile yarım görmeye hemianopsi denir. Görme alanı ya da alanlarının 1/4 bölümünün kaybına ise kuadronopsi adı verilir. Her iki görme alanının da aynı yöndeki kaybına homonim hemianopsi, görme alan­larının karşıt yöndeki yarılarının kaybına ise heteronim hemianopsi denir. Bu deği­şik görme kalıplarına göre doktorlar has­talığın yerini belirleyebilirler. Retinada algılanmış bulunan ışık izlenimi­ni beynin görme merkezine ileten sinir yol­ları optik kiyasma denen yerde kısmen ke­sişirler. Bir kısım sinir lifleri sağ taraftan sol tarafa, diğer bir kısım ise sol taraftan sağ tarafa geçmekte, böylece her iki gözü ilgilendiren görme kayıpları meydana gel­mektedir.



ABREAKSİYON

8 May, 2008 Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Psikiyatride bir tek­nik. Doktor, hastanın tamamen veya kıs­men bilinçaltına ittiği bir olayın ayrıntı­larını bilinç üstüne çıkartır. Bu yöntem, genellikle hafif bir anestezik maddenin yardımıyla —örneğin, ancak uyuşturucu dozda verilen pentotal’le— uygulanabi­lir. Abreaksiyon sırasında hasta çok he­yecanlanabilir; çünkü bilinçaltına ittiği olayın kuvvetli etkisini yeniden duymak­tadır.



ABULİA

8 May, 2008 Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

İradesizlik anlamında bir ke­limedir. Tıpta bir çeşit ruh hastalığını tanımlamak amacıyla kullanılır. Burada kişi, bir konuda karar verme ve kararlı davranma yeteneklerini yitirir. Abulia, çoğu sinirsel hastalıklarda karşımıza çı­kabilen bir durumdur.



Abulia

30 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

İradenin azalmasına hipobuli, kaybolması na ise abulia denir. Birçok nevrozlarda rastlanan bir durumdur. Bu gibi durumlarda hasta, karar verme ve eyleme geçme yeteneklerini yitirir.



A.C.T.H.

8 May, 2008 Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Adrenokortikotop (adrenocor-ticotrophic) hormonunun kısaltılmış adı­dır. Bu hormonun diğer adı kortikotropin (corticotrophin)âıv. Hipofiz bezinin bir iç salgısı olup, böbreküstü bezlerinin korteks (kabuk) kısmını uyarmakta ve birçok etkisi arasında en önemlisi, kor­tizon hormonu salgısını kamçılamaktır. ACTH ilk olarak 1933 yılında izole edil­di, ama tıpta etkili kullanılışı 1949 yı­lından sonra olmuştur. Romatoid artritte faydalı olduğu görülmekle birlikte gü­nümüzde bu hormon, tedavide çok kul­lanılmaz



Adams-Stokes Sendromu

30 Oca, 2008 Kalp Sağlığı, Ruh Sağlığı

Kalp atışlarını sağlayan sinir iletim sisteminin birden bozulması (kalp bloku) sonucu bilinç kaybı kalp durması ve yüz renginin solması, vücudun kasılması şeklinde beliren duruma Adams-Stckes sendromu denir.

Kalp atışlarının bir iki dakika sonra yeniden başlaması üzerine hastanın rengi ve bilinci yerine gelir. Adams-Stokes nöbetleri esnasında beyine az kan gittiği için bu durumlarda sara nöbetleri de ortaya çıkabilir.

Adams-Stokes sendromuna cok kere kalp enfarktüsü veya ventrikül fibrilasyonu neden olur.

Tedavi için suni solunum ve kalp masajı uygulamak veya kalbin yeniden atışlarını sağlayacak ilaçlar (adrenalin) yapmak gerekir. Tekrarlayan nöbetlerde kalbin düzenli bir şekilde devamlı çalışmasını temin edecek Pacemaker denen aygıt kullanılır.



Addison Hastalığı

30 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Addison hastalığı böbrek üstü bezinin yetmezliği veya körelmesi sonucu meydana çıkar. İlk kez Addison adlı doktor tarafından bulunduğu için onun adını almıştır. Bu hastalıkta böbreküstü bezinin salgıladığı glikokortikoid ve mineralokortikoid adı verilen hormonların salgılanması azalmıştır. Bazı hastalarda tüberküloz hastalığı neden olarak gösterilmiştir. Tümörler veya ağır kanamalar da hastalığa neden olabilir.

Belirtileri halsizlik, tansiyon düşüklüğü, iştahsızlık, bulantı, kusma ishal, kan şekerinin azalması, derideki renk değişikliği v.b. dir. Mukozalarda dudak ve yanakların ic yüzlerinde koyu renkli lekelerin görülmesi hastalığın karakteristik bulgularıdır.

Hastalığı tam olarak teşhis edebilmek için doktorlar hastalık şüphe ettikleri kimselere kısaca ACTH denen adrenokortikotrop hormonu yaparak böbreküstü bezinde yetersizlik olup olmadığını saptayabilirler. Yapılan bu denemeye Thorn testi denir.

Tedavi için eksik olan hormon preparatla-rı «hidrokortizon» verilir. Hastaya proteini ve karbonhidratı bol ve tuzlu bir diyet önerilir. Kortizonun bulunuşuna kadar öldürücü olan bu hastalık günümüzde artık tedavi edilebilmektedir.



Adet Görmeme

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Hormonlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Görmeme

Kadınların fizyolojik olarak hemen her ay düzenli şekilde gördükleri aybaşı kanamasının olmayışına amenore veya âdet görmeme denir.

Kız çocukları ergenlik çağına gelinceye kadar âdet görmezler. İlk âdet (menarche) iklime ve bünyeye göre değişmek üzere

10-14 yaşlarında başlar ve âdetten kesilmeye yani menopoza (menopause) kadar düzenli bir şekilde devam eder. Kadınlar 47-50 yaşlarindan sonra da bu sebeple normal olarak âdet görmezler.

Kadınların gençlik ve olgunluk çağlarında âdet görmemeleri halinde ilk akla gelen ihtimal gebeliktir. Gebelik süresince kadınlar 9-10 ay âdet görmezler. Loğusalık döneminde hormonal ilişkiler nedeniyle de bir süre âdet görülmeyebilir ki buna laktasyon menoresi, halk dilinde ise süt koruması denir.

Bunun dışında bütün amenoreler herhangi bir organik veya hormonal hastalık sebebi olarak veya alınan ilaçlara bağlı olarak meydana gelmiş olabilir. Teşhis ve tedavi edilmek üzere kadın hastalıkları uzmanına gitmek doğru olur.

Aybaşı, Menstruasyon ya da Regl Kanaması



Adrenalin ve Noradrenalin

31 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Böbreküstü bezinin medullası tarafından salgılanan hormona adrenalin veya epinefrin adı verilir. İlk defa 1901 yılında Takamine tarafından elde edilen bu hormcn, organizmada sempatik sinir sisteminin kimyasal ileticisi olarak bulunur ve görev yapar.

1948'de Ahlquist’in yaptığı çalışmalardan sonra Adrenalin ve Noradrenalin gibi maddelerin hormonal etkilerini, dokularda bulunan ve reseptör denilen alıcılara bağlamak suretiyle yaptığı gösterilmiştir. Sempatik sistemde yer alan sinirlerin uyarılması ile salgılanan bu hrormonların etkileriyle meselâ gözbebekleri büyür, akciğerdeki bronşlar genişler, kalp ve nabız hızlı atmaya başlar, karaciğerdeki glikojenin glikoza dönüşümü, damarların kasılması ve kanın adalelere gönderilmesi sağlanır.

Adrenalin ve benzeri ilaçlara adrenerjik droglar veya kimyasal yapılarını belirten bir deyimle katekolaminler de denir. Sentetik olarak yapılan çeşitli adrenerjik ilaçlar (Levophed, Sympatol, Alupent), hekimlikte astım krizlerinde bronşları genişletmek için veya düşmüş tansiyonu yükseltmek için kullanılmaktadır.

Adrenalin ayrıca bazı lokal anestezi ilaçlarının özellikle diş çekimi sırasında kullanılan uyuşturucu ilaçların içine, (Xylocaine adrenalin % 2) damarları kasarak kanamayı azaltmak amacıyla da konmaktadır.

Böbreküstü bezinin Aşırı Çalışması



Adrenogenital Sendrom

31 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Adrenogenital sendrom böbreküstü bezi­nin aşırı hormon salgılaması sonucu mey­dana gelen bir sendromdur. Bazen doğuştan vardır ve çocuk geliştikçe farkedilir. Yeni doğan kız çocuklarında dış cinsel or­ganlarda erkekleşme görülür. Klitoris, pe­nis gibi büyüktür, kıllanma da barizdir. Bu durumda yalancı iki cinslilik (pseudo her-mafroditizm) söz konusudur. ErKek çocuk­lar ise penisleri iri olarak doğarlar. Bun­lar, herkül tipli iri ve erken büyüyen ço­cuklardır.Tedavi için kortikosteroid hormon yapılır. Bazan bu sendrom bir tümör nedeni ile ergenlik çağında da görülebilir. Şişmanlık ve hipertansiyon bulguları vardır, fakat za­manı geldiği halde ergenlik başlamaz. Bu­nun tedavisinde ise kortikosteroid yarar sağlamaz, tümörü çıkarmak gerekir.ACTH, Beyinden Salgılanan Bir Hormon



Adrenokortikotrop Hormon

31 Oca, 2008 Genel Sağlık, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Beyinde hipofiz adı verilen iç salgı bezinin ön lobundan salgılanan hormonlardan birisi de adrenokortikotrop hormondur. Böbreküstü bezinin hormon salgılamasını uyardığı için bu isim verilmiştir. Kısaca ACTH veya Kcrtikotropin diye de bilinen bu hormon 39 aminoasitten yapılmış bir proteindir.

Hipcfizden ACTH’ın salgılanmasını da yöneten beyindeki hipotalamus denen bölgedir. Son araştırmalar hipotalamustan releasing hormon denen birçok faktörün salgılandığını göstermiştir. Bu özel faktörlere açığa çıkardıkları hormonların isimleri verilmekte, örneğin kortikotrop releosing faktör (CRF) denmektedir.

ACTH salgılanması ile böbreküstü bezinden birçok steroid hormon kana geçmekte ve görevlerini yapmaktadır. Bunlar glikokcrtikoid ve mineralokortikoid diye iki büyük bölümde toplanır, glikoz ve mineral metabolizmasını düzenlerler.

Sentetik olarak yapılan ACTH ilaç claıak böbreküstü bezinin yetmezliğinde ve bazı romatizmal hastalıklarda antiemflamatuvar olarak kullanılmaktadır.



Ağız ve Ağız Hastalıkları

31 Oca, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Sindirim borusunun ilk boşluğu olan ağız, mukoza dediğimiz ince bir epitel tabakası ile kaplıdır. Mandibula denilen alt çene kemiği ve maksilla denilen üst çene kemiği üzerinde sıralanmış dişler ve yanak ile çevrili olan ağız boşluğu önde dudaklarla kapanır, arkada sindirim ve solunum borusuna açılır. Ağzın içinde birçok kasların birleşmesinden oluşan, çiğneme ve konuşma işlevinde yardımcı, cok hareketli bir organımız olan dil bulunur. Yediğimiz ve içtiklerimizden zevk almamızı sağlayan tat alma duyusunun organı olarak dil bu işlevini üzerinde bulunan tat alma tomurcukları aracılığıyla yapar, besin ve cisimlerden aldığı kimyasal değişiklikleri beyine iletir. Bu tomurcuklar başlıca 4 temel tadı (tatlı, ekşi, acı, tuzlu) ve dokunma duyusunu hissederler. İnce tat farklılıklarında koku alma duyusunun da ortak rolü vardır.

Dilin kuruması ve paslanması (kızıl, tifo, pnömoni gibi) bazı ateşli hastalıklarda, dizanteride, üremide, akut karaciğer hastalıklarında görülür ve teşhiste hekime yardımcı belirtilerin başında gelir. Ağız kokusu (halitosis) denilen, çevreyi ve kişiyi rahatsız eden koku da bazı hastalıkların (asidoz, üremi ve karaciğer koması) belirtisi olabileceği gibi, ağız bakımı ve sağlığına önem vermeyen kişilerde dişeti iltihaplarından (piyore) veya çürük dişlerden de ileri gelebilir.

Dil üzerinde ortaya çıkan ve aft denilen herpetik yaralarla dil iltihapları dilde ağrılı yanma duyusuna (glossodynia) neden ola-

bilir ve hastanın nekime baş vurmasını gerektirir, Bozuk dişler, protezler, bazı enfeksiyon etkenleri (virüsler, mantarlar) ve beslenme bozuklukları da dil iltihabına yol açabilir.



Ağız Yaraları

31 Oca, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Ağız mukozasının iltihaplanmasına genel olarak stomatit, dilin iltihaplanmasına ise glossit adı verilir. Ağız içinde bulunan mikroplar ve mantarlar bir denge halindedirler. Bu dengeyi bozan ve enfeksiyon etkeni olan bakteriler, virüsler ve mantarlar ağızda ülser meydana getirebilirler. Ayrıca bazı kan hastalıklarında ve tedavi için kullanılan ilaçlara bağlı olarak da ağızda yaralar görülür. Ağızdaki dişler ve takma dişler de mukozayı tahriş edebilir Ağız içinde en çok görülen yaraların bir çeşidi, ağrılı olduğu için konuşmayı güçleştiren aftöz stomatit ve herpes (uçuk) denilen, bazen tek veya 2-3 tane bulunabilen 3-5 mm. çapında oval veya yuvarlak, kenarları belirgin kabarcıklardır. Bunların etkeni virüs olduğu için tam bir tedavisi yoktur. Antibiotik ve antimikotik (Tetrasik-lin, Misteklin), ayrıca kortizon, B vitamini kompleksi ve C vitamini verilebilir.

Mantarların neden olduğu ağız yaralarına halk dilinde pamukçuk, tıp dilinde moni-liasis veya müge denir. Bu durum, çocuklarda daha çok görülür. Tedavisinde, antimikotik denilen ilaçlar (Nystatin) veya jansiyan moru (violet de gentiane), metilen mavisi (blue de methylen) gibi eriyikler uygulanabilir.Dilde yaralara frengide, tüberkülozda, difteri ve lösemide rastlanır. Ağız yaraları yanı sıra dilin iltihaplanması ve ağrıması demir eksikliğinden ileri gelen kansızlıklarda, şeker hastalığında görülür. Dilde beyaz ve çatlaklı bir kalınlaşma kanser öncesi bir hastalık sayılan lökoplaziyi akla getirebilir. Ayrıca diltn ön kenarlarında sert bir yüzey üzerinde acılan yaralar dil kanserinin başlangıcı olabileceğinden vakit geçirmeden bir doktora başvurmak gerekmektedir.



Ağrı Nedir?

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Ağrı

Vücudumuzun biyolojik bütünlüğünü sağlayan sinir sistemindeki otonom sinir liflerinin organizmadaki tahriş veya bozuklukları, zamanında merkeze bildirmek amacı ile yerdiği işaret, beyinde ağrı dediğimiz bir duygu biçiminde algılanır. Ağrı duygusu beden fonksiyonlarının düzeltilmesi için bir alarm işareti gibi görev yapar. Dokunma duyusundan ayrıdır. Bu iletim, ancak sinir sisteminde bir bozukluk olmadığı zaman ve bilinç tam yerindeyken ağrı duygusu şeklinde hissedilir. Bilincin kaybolduğu genel anestezi ve iletimin kesildiği lokal anestezide ağrı duyulmaz. Organların duyarlığı da farklıdır. İç organlar, karaciğer, beyin, kaslar, ağrı duyulmadan kesilebilirler. Fakat deri, plevra ve periton gibi zarlar ağrı konusunda çok duyarlıdır. Bu nedenle ağrının incelenmesi, deney hayvanlarında güç olmaktadır. Hasta olan organdan, otonom sinir lifleri ile iletilen uyarılar önce orta şiddette ve yeri iyi belirlenemeyen ağrıların duyulmasına neden olur. Daha sonra somatik ağrı döneminde merkezi sinir sisteminin duyu sinirleri ile iletilen ağrı, medula spinalise giren otonom liflerle karışarak derinin belirli bir bölgesinde refleks olarak duyulur. Her organın deride karşılığı olan hiperestezik bölgelerin (boas noktası) bulunması akupunktur tekniği ile hastaların teşhis ve tedavisinde rol oynamaktadır.



Akciğer Kanseri

23 Oca, 2009 Hastalıklar, Sigaranın Zararları

Akciğer Kanseri Nedir?

Çok sık görülen akciğer kanserleri 2 geniş kategoriye ayrılabilir:

1-Küçük hücreli dışı kanser: skuamöz hücreli kanser, (en sık); adenokarsinoma ve large cell karsinoma

2-Küçük Hücreli kanser

• Diğer akciğer habis tümörleri i çok sayıda fakat nadirdir (lenfoma: blastoma. sarkom.vs).

Görülme sıkılığı: Her yıl 175.000 yeni vaka ,100.000 70 kişi.

Yaş: 50-70 yaş

Cinsiyet: Erkek > Kadın

AKCİĞER KANSERİNİN BELİRTİLERİ VE BULGULARI

• Öksürük

• Nefes darlığı

• Kanlı balgam

• Egzersiz kısıtlaması

• Göğüste ağrı

• Ses kısıklığı

• Hırıltılı solunum

• Kol ve omuz ağrısı

• Yutma güçlüğü

• Kemik ağrısı

• Kilo kaybı

• Kansızlık

AKCİĞER KANSERİNİN NEDENLERİ

• Sigara (% 90 dan daha fazla)

• Asbeste maruz kalma

• Halojen eterler

• İnorganik arsenik

• Radyoizotoplar

• Hava kirliliği

• Diğer metaller

AKCİĞER KANSERİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?

• Tam kan sayımı

• Sodyum,potasyum,kalsiyum ve karaciğer enzim anormalliklerini araştırmak icap eder.

• Pıhtılaşma etkenleri ve testleri yapılmalıdır.

AKCİĞER KANSERİNİN TEDAVİSİ

• Küçük Hücreli Akciğer Kanserine karşın Işın tedavisi ve kemoterapi uygulanır.

• Küçük Hücre Dışı Akciğer kanserinde önce hastalığın evrelemesi ve yayılma durumu tespit edilir. Daha sonra cerrahi tedavi veya ışın-kemoterapi yapılır.

• İmmunoterapi

• Gereğinde ağrı tedavisi



Akıl ve Ruh Hastalıkları

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Akıl ve ruh hastalığı denince kişinin kalıtımı, çevresi ve geçirdiği ağır hastalıkların etkisinde akıl yeteneklerinin çeşitli şekillerde gösterdiği uyum bozuklukları anlaşılır. Ruhsal hastalıkların nedenleri hakkında fazla bilgimiz yoktur. Ayrıca fiziksel hastalıklarda olduğu gibi hastanın kişiliği de hastalığın şeklini ve klinik tabloyu belirlemede önemli bir etkendir.

Psikozlar ve belli başlı bütün psikiyatrik hastalıklar sinir sistemini meydana getiren sinir hücrelerinin normal fonksiyonlarındaki bozuklukla ilgilidir. Birçok akıl hastalığında genetik, biyokimyasal bozukluk saptanmıştır. Normal metabolizma faaliyetleri için gerekli olan vitaminler-faydalariin, bu arada özellikle B vitamininin yetersizliği mental anormalliklere yol açar. Beyin korteksinin işlevindeki bozukluk çok kere buradaki sinir hücrelerinin amino asit ve protein yapımlarındaki aksaklıklardan veya anatomik bozukluklardan ileri gelmektedir.

Ayrıca otonom, yani kendi kendine çalışmayı sağlayan hormonal fonksiyonların düzensizliği de orta beyindeki merkezler arasındaki dengenin bozulmasına ve psikosomatik denilen birçok hastalıkların oluşmasına neden olmaktadır.

Akıl ve ruh hastalıkları genel olarak iki büyük gruba ayrılırlar.

Psikoz : Psikoz şiddetli seyreden, belirgin derecede bozuk bir davranışa yol açan, normal hayatın bir belirtisi veya abartılmış şekli olarak açıklanamayan ve hastanın sezgisini kaybettiği bir akıl hastalığıdır. Bu öğelerin eksik veya az belirgin olduğu durumlarda ise psikonevroz terimi kullanılır.

Nevroz : Sosyal uyum ve özellikle kişiler arası ilişkilerin bozukluğundan ötürü ortaya çıkan belirtilerdir. Nevroz veya psikonevrozların psikozlardan farkları arasında

duygusal yaşantı ve davranışın nitelik bakımından normalden farklı oluşu başta gelir. Ayrıca nevrozlarda gerçeklikle ilişki bozulmamıştır ve genellikle sezgi mevcuttur. Psikonevrozların klasik olarak dört şekli vardır. Bunlar Histeri, Nevrasteni, Psikasteni ve Sıkıntı nevrozu isimleri altında incelenir.

Akıl hastaları psikiyatrist denilen uzman doktorların kullanabilecekleri bazı etkili ilaçlarla ve psikoterapi, davranış tedavisi, elektroşok gibi yöntemlerle tedavi edilebilmektedir.



Akondroplazi

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Gövde, normal olduğu halde başın daha büyük, kol ve bacakların ise çok kısa olduğu bir şekline akondroplazi denir. Kalıtımsal bir bozukluk olup her iki cinste de görülür. Nedeni belli değildir ve tedavisi yoktur. Akondroplazili cüceler hipozif bezinin bozukluğu ve büyüme hormonlarının yetersiz salgılanması sonucu oluşan, baş, gövde, kol ve bacakların orantılı olarak küçük kalmış olduğu cücelerden (parmak çocuk) farklıdır.Akondroplazili yani uzun kemiklerinde kıkırdakların kemiğe dönüşmesinde bozukluk olan bu tip cücelerin çoğu doğumdan kısa bir süre sonra ölürler. Yaşayan cücelerin ise hormonal sistemlerinde bir bozukluk yoktur, zekâları da normaldir. Oldukça sağlıklı geçen hayatlarını genellikle sirklerde çalışarak sürdürürler.



Akromegali

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Akromegali

Akromegali hipofizde meydana gelen bir tümörün neden olduğu hormonal bir hastalıktır. Gelişmesi tamamlanmış bir kişide tümörün fazladan salgıladığı gelişme hormonunun etkisiyle iskeletin uç kısımlarının yeniden büyümeye başlaması şeklinde görülür. Burun, çene, kulaklar, el ve ayaklar büyümeye, göğüs kafesi genişlemeye başlar. Alt çene öne doğru çıkar (prognatis-mus), eklem ağrıları, özellikle baş ağrısı, halsizlik ve terleme başgösterir. Hipofizde büyümesi artan tümör diğer hipofizer hormonların salgılanışını azaltır. Buna bağlı olarak cinsel organlarda gerileme (atrofi), âdetlerde kesilme (amenore), cinsel istekte (libido) azalma görülür. Buna karşılık hipertansiyon ve bazal metabolizmada artış vardır. Bazı akromegalilerde şeker hastalığı başlar.

Tedavi için tümörü çıkarmak veya derin ışık tedavisi uygulamak gerekmektedir. Bu amaçla Cobalt veya Ytrium-90 kullanılmaktadır. Ayrıca hormon salgısını azaltmak için Klorpromazin (Largactil) ve Medrok-siprogesteron (Depo-Provera) gibi ilaçlar uygulanır.



Aktınomikoz

1 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aktınomikoz

Normalde ağzımızda bulunabilen ve anaerob denilen yani havasız yaşayabilen bir mantarın yaptığı hastalığa aktınomikoz adı verilmektedir.Hastalık, çenede hafif ağrılı sert bir şişlikle başlar, sonra yumuşayarak bir kaç yerden açılır. Akıntıda, sarı tanecikler içinde mantarın iplik şeklindeki filamanları görülür.Tedavi edilmezse, akciğerlere, karında apandiks’e yayılabilir. Tedavide, damar yoluyla günde 12 milyon penisilin uygulanmaktadır.



Akupunktur (İğneyle Tedavi Yöntemi)

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

İğneyle Tedavi Yöntemi, Akupunktur

Japonlar tedavinin amacına göre değişen altın, platin, gümüş ve krom iğneler kullanmaktadırlar.

Çin’deki akupunktur tedavisinin felsefi esaslarına göre, yaratıcı bir güç olan Tao insanı meydana getirirken, onu Çhi ile donatmıştır. Çhi enerjisinin idaresi de Yin ve Yang denilen birbirinden ayrılmayan iki zıt olguya bırakılmıştır. Yang erkeği, olumluyu, ışığı, yazı, ateşi temsil ettiği halde, Yin kadını, olumsuzu, karanlığı, kışı, suyu ifade etmektedir. Organizmada da bu zıtlıklar mevcuttur ve Yang ile Yin’in dengelenmesi sonucu insan sağlıklı yaşar. Bu inanışa göre, Yin-Yang dengesinin bozulmasıyla birçok hastalıklar meydana gelir.

Son yıllarda bu tedavi yönteminin fizyolojik esaslarını açıklamak için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

İnsanın embriyolojik gelişmesi esnasında önce üç tabaka oluşmakta, daha sonra bütün organ taslakları farklılaşarak gelişmektedir. Embriyonun ektoderm denilen dış tabakasından oluşan deri üzerinde. dünya üzerinde varsayılan meridyenlere benzer biçimlerde akupunktur çizgileri bulunmaktadır. Bu meridyenler ve bazı noktalar da endoderm ve

Eski Çin’de uygulanan iğne tedavisi yani akupunktur, 17. yüzyridan sonra batıda da tanınmaya başkmşbr. Böylece deri üzerinde yer alan ve iç organlarla veya bazı fonksiyon merkezleriyle iletişim halinde bulunan akupunktur noktalarının uyarılması ile bu fonksiyonları etkilemek mümkün olabilmektedir.

Son senelerde akupunktur anestezisine de önem verilmiş, bu yöntemle ağrısız bazı operasyonlar uygulanmaya başlanmıştır.

Batı ülkelerinde akupunktur ilk olarak, artrit, gut ve mide-barsak kanalındaki cğ-rıların giderilmesi amacıyla uygulanmıştır. Çünkü, akupunktur özellikle ağrı iletimini etkilemektedir. Bu etkisini nasıl gösterdiği ise, tam olarak bilinememektedir.

Aspirin veya ağrı giderici maddelerin etki biçimleri nasıl teori safhasında ise, akupunkturun, etkisini nasıl gösterdiği de tam olarak bilinmemektedir.

Akupunkturun bazı enfeksiyon hastalıklarında da tedavi edici etkisi görülmüştür. Bu etkisinin spesifik olmayan bazı vira! enfeksiyonlarda hücrelerde interferon oluşumunu artırmak suretiyle meydana gelebileceği ileri sürülmektedir.



Albümin

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Proteinler, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Albümin

Kan plazmasının veya serumunun en önemli bölümünü oluşturan albumin, dokuların temel maddelerindendir. Berrak, koyu kıvamda, suda çözünebilen, ısı ile pıhtılaşan bir protein türüdür, akında çok bol bulunur. Yumurta Aminoasitlerin birleşmesiyle meydana gelir ve kan ile tüm vücuda yayılır. Daha sonra böbreklerde absorbe edilerek geri alınır, idrar ile atılması önlenir. Böbrek bozukluğunda idrarda görünmesine albümi-nüri denir ki birçok hastalıkların belirtisidir. Albüminin insan serum albumini adı altında ticari olarak satılan preparatları, şok tedavisinde veya kan proteinlerinin yetersizliğinde kullanılır.



Albüminuri

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Albüminuri

Albüminüri, böbreklerden geri alındığı için normalde çıkmaması gereken albüminin idrarda görülmesi halidir. Bu olaya daha doğru bir deyimle proteinüri de denilmektedir. Böbrek bozukluğunun en erken belirtilerinden biridir. Ayrıca yüksek protein içeren perhiz uygulamaları, bazı ilaçların alınması veya ağır egzersizlerden sonra protein harabiyeti sonucu ortaya çıkabileceği de saptanmıştır.

Çok kolay yöntemlerle, örneğin idrarı bir deney tüpü içinde ısıtarak, idrarda protein bulunup bulunmadığı anlaşılabilir.Doktorlar böbrek hastalıklarını teşhis etmek, gebelikte böbrek fonksiyonlarını kontrol etmek, gebelik toksemisinin varlığını anlamak için sık sık idrarda protein kontroluna gerek duyarlar.



Alerji

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Alerji

Herhangi bir maddeye karşı duyarlı olan alerji denir. Bu durum ilk önceleri aşırı kişinin o maddeye karşı gösterdiği tepkiye duyarlılık olarak adlandırılıyordu. Fakat şimdi en sık kullanılan terim alerjidir. Alerji, insanların karşılaştıkları rahatsızlıkların en yaygınıdır. Alerjinin çeşitli nedenleri olabilir. Alerjik belirtiler, solunan maddelerden (toz, çiçek tozu ve hayvan tüyü), yenen ve içilen maddelerden (besin maddeleri), dokunulan maddelerden (sabun, yün ve kozmetikler), böcek ısırmaları ve enjeksiyondan dolayı ortaya çıkarlar. Güneş ışığı ya da sıcak ve soğuk, bakteriler, mikroorganizmalar ve barsaklardaki diğer parazitler alerjik tepkileri şiddetlendirirler.Alerji meydana getiren madde vücuda girdiği zaman organizma, virüsler veya bakteriler tarafından hücuma uğradığında gösterdiği tepkinin aynısını gösterir. Vücut daha sonraki saldırıları etkisizleştirmek için antikorlar oluşturur. Vücudun ürettiği bu antikorlar doku yüzeylerine yapışırlar ve alerji yapan madde vücuda yeniden girdiği zaman dokudan ayrılıp alerjik maddelere saldırırlar. Bu clay sonucu, hafif bir doku zedelenmesi meydana gelir; bu da, kan dolaşımı yoluyla deriye ve mukoza zarlarına taşınan alerjik belirtilere neden Alerjik bir tepkinin oluşması için iki şart gereklidir. 1 - Kişi, öncelikle belirli bir maddeye karşı duyarlılık kazanmalıdır; çoğu kez, bu duyarlılığın farkında olmayabilir. 2 - Daha sonra, o belirli madde ile yeniden karşılaşmalıdır. Ki, alerjik belirtiler meydana gelsin. Eğer derinin yalnızca küçük bir bölümü o belirli maddeye maruz kalmışsa tepki bölgesel olur, eğer madde bütün bir sisteme dağılmışsa, tepki de genelleşir. Vücudun bir bölümü diğer bir bölümünden daha büyük bir tepki gösterebilir. Çünkü o bölümdeki dokular daha duyarlıdır. Belirli bir maddeye karşı duyarlılığın neden bazı insanlarda görüldüğü ve diğerlerinde görülmediği son derece karmaşık ve bütünüyle anlaşılmamış bir konudur. Büyük bir olasılıkla, bu mesele bireysel yapı veya fonksiyonel yetersizlikle ilgilidir. Alerjinin kalıtımsal olduğu dkı iddia edilmektedir. Böbreküstü bezlerinin alerjik tepkilere katkıda bulunduğu, zamanda duygusal nedenlerin de ilgili olduğu görülmektedir.Alerjiler çok çeşitli belirtilere neden olurlar. Bu belirtilerin birçoğu aynı znmanda diğer hastalıkların da tipik özelikleri olduğundan, tedavide, teşhisin kesinlikte konmuş olması gereklidir. Alerjik bir hastalık olan saman nezlesi, gözleri, yukarı solunum yolunu yani burun mukozalarını. Astım ise genel olarak solunum sisteminin aşağı bölümünü etkiler. Bazı alerjiler, sindirim bozuklukları. siddetli başağrıları, baş dönmesi ve bulantı yapar. Bazen, kurdeşende, egzamada ve eritemde olduğu gibi deri değişiklikleri de alerjinin başlıca belirtisidir.Besin alerjileri nispeten daha nadirdir ve hemen her zaman besindeki protein tarafından oluşturulur. Alerjik tepkilere en sık neden olan besinler süt, yumurta, kabuklu deniz hayvanları, armut, fasulye v.bdır. Bu gibi yiyecekler deride kurdeşen denilen bir belirtiye neden olurlar.Çocuklarda, süt, yumurta, yumurta akı, mı-ST, yulaf, buğday ve arpa en sık alerji yaratan besinlerdir ve ağır egzemaya bile yol açarlar. Kimyasal maddelerin büyük bir çoğunluğu alerjide etken olabilirler. Bu gibi durumlarda deri değişikliğinden başka kramplar, kulakların çınlaması, bulantı, boğazın şişmesi (larinks ödemi), kol ve bacak ağrısı ve ateş görülebilir. Kadınlar, yüz pudrasına ve diğer kozmetiklere karşı alerjik olabilirler. İnsanların duyarlı olabilecekleri maddelerin sayısı çoktur ve alerjiye neden olan maddeyi bulmak genellikle zordur. Bir alerjiyi tedavi etmek için doktor, hastanın özgeçmişini, alerjinin ortaya ilk çıkışını, ne zaman tekrarladığını, mesleğini, beslenmesini, kozmetik ve giyim alışkanlıklarını ve diğer birçok küçük ayrıntıyı öğrenir. Alerjiyi hangi maddenin veya maddelerin ortaya çıkardığını belirlemek için test yapılır. Küçük gazlı bezler, içlerinde kuşkulanılan maddelerin bulunduğu değişik eriyiklere batırttır ve hastanın kolunun ön tarafına veya kol üzerine yapılan ufak sıyrıklara sürülür. Her iki testte de derinin gösterdiği tepki izlenir. Bu tepkiler kızarıklık, kabarcık oluşması veya kaşınma şeklinde olabilir ve alerjiye neden olan mcddenin izde edildiğini gösterir. Tedavinin aslı alerjiye neden olan maddeyi saptamak ve daha sonra da bu maddeden mümkün olduğunca uzak kalmak şeklinde özetlenebilir.Alerjiler genellikle organik olduğu kadar duygusal faktörlerle de ilgili ise de, bunun tam tersi de olabilir. Alerji daha önceden var olmayan gerilimler yaratabilir. Doktor, bu duygusal faktörlerin hastanın durumu üzerindeki etkilerini araştırmalıdır. Kimi zaman psikolojik sorunlar açığa çıkmadan ve tunların tedavisi yapılmadan başarıya ulaşılamaz.Alerjik belirtilere karşı genellikle antihis-taminikler, adrenalin ve efedrin gibi ilaçlar kullanılır. Ancak bunlar hastalığı tedavi etmezler. Ağır vakalarda ACTH ve kortizon gibi hormonal maddeler uygulanır.



Alkol

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Alkol

Alkol, kimyadaki adı ile etil alkol, renksiz, yanıcı, berrak bir sıvıdır. Pis bir kokusu ve tadı vardır. Şeker kamışından, tahıl ya da nişastalı maddelerin mayalandırılması ile imbikten çekilerek elde edilir veya yapay olarak hazırlanabilir. Rakı, viski, oin, rom, bira ve konyak en çok kullanılan alkollü içkilerdir. Ufak dozlardaki alkol, içki olarak alındığında, insanı sakinleştirir, öfari iyilik duygusu ve neşe yaratır. deki kan damarlarını açar ve la akan ılık kanı deri yüzeyine rır. Böylecee bu olay sonunda kan serinler ve vücut ısısı düşer, dah fazla miktarda alındığında nir sistemini yorar ve davranıştan eden beyin ,korteksi üzerinde uyuşturucu bir etki (inhibisyon) yaratır. Eğer tir içki içtikten sonra açılıyor, normalde daha serbest konuşuyor ve hareket sağlıyor, bu genellikle bağlı olduğu kıstttopa kilerin kalkmış olmasındandır.

Alkol vücutta yakılır fakat çok az bir sin değeri vardır. Vücudun alkol için bir mekanizması yoktur. Fazla da alkol mideyi tahriş eder ve gastrite yol açabilir. Sürekli olarak içki içmek karaciğeri, böbrekleri ve vûcattaki diğer organları da olumsuz etkileyebilir.

Fazla ve uzun süre alkol alanlarda alkole karşı bir direnç meydana geldiğinden, cy~ nı sarhoşluk duygusunu elde etmek için daha fazla içmek gereksinimi duyufcar Böylece alışkanlık veyc tolerans denilen durum meydana gelir. Alkol, merkezî sinir sistemi üzerinde çöküntüye neden olduğundan bütün bir sistem dengesini kaybeder. Kasların ve sinirlerin koordinasyonu bozulur, dil peltekleşir, yürüyüş ve denge duygusu uyumsuzlaşır, muhakeme yeteneğini sinir sistemi yıpranır ve zamanla gelişen kişilik bölünmesi ortaya çıkar.

Eğer alkolizm devam ederse, hayal görmeler, yani halüsinasyonlar başlar. Kişi genellikle, zaman ve çevre duygularını kaybettiği korkunç hayaller içinde çırpınır. Bu hezeyanlar sırasında, birçok alkolik, gördükleri hayallerden kurtulmak için kendilerini tehlikeli şekilde yaralamışlardır. Bu durum üç ile yedi gün süresince devam eder ve tedaviyi gerektirir. Daha sonra, alkolik genellikle eski haline döner. Eğer hastaneye kaldırılmaz ve tedavi edilmezse, kriz ölümle sonuçlanabilir.

İyileştirilmeyi isteyen alkolik, hastane tedavisi görmelidir. Fiziksel etkenler, s-kc-lizmin önemli bir kısmını oluşturur ve bu durumlarda psikolojik olduğu kadar t;oo tedavi de uygulanır. İç salgı bezler hormonların, metabolizmanın ve rejimlerinin alkolizm üzerindeki etkileri araştırılmaktadır.

Trankilizan dediğimiz sakinleştirici rece* da yararlı olur. Antabus adı verilen cc kimi zaman alkoliği içkiye şartlamak için kullanılır. İyileşmenin ilk aşamalarından sonra, alkolik, psikiyatrik tedaviye cevap verebilir. Alkolizm kurbanlarının bir arada oturup konuştukları grup tedavisiyle yararlı sonuçlara ulaşılmıştır.

Ülkemizde alkolizm ile savaşan kurum Yeşilay’dır, ABD’de ise alkoliklere yardım etmek amacıyla ortaya çıkmış kuruluştorın en tanınmışı, alkolizmi yenmiş ve diğer insanların da aynı şeyi yapabilmelerini amaçlayan bir grup kadın ve erkekten oluşan Alkolikler Birliği’dir. Bu kuruluştaki kişilerin kendi deneylerinden elde ettikleriyle, alkoliklere gösterdikleri anlayış ve karşılıklı yardım çabası alkolizmin tedavisinde etkin olmaktadır.



Amnezi - Hafıza Kaybı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-H

Amnezi

Amnezi, hafıza kaybı demektir. Özellikle de sözcüklerin temsil ettiği fikirleri tanıma ve anımsama yeteneğinin kaybolmasıdır.

Amnezinin belirtileri çeşitli ve değişiktir. Yakın geçmişi unutma biçiminde ortaya çıkan amnezi (anterograd amnezi), ağır bir şokun veya travmanın hemen ardından uğranan hafıza kaybıdır, işitsel amnezi (audi-tory amnezi) konuşulan kelimeyi farket-me yeteneğinin kaybolmasıdır. Oldukça eski zamanlara kadar uzanan hafıza kaybında yani retrograd amnezide, geçmişteki bütün olayların anısı, çok kere bir kazpdan sonra meydana gelmiş olan olaylar hafızadan silinir. Bu olaya travma sonrası amnezi de denir. Bu amnezinin devamlılık süresi değişiktir, şokun veya yaralanmanın derecesini saptamak için bir ölçü olarak kullanılır. Tam hafıza kaybında bile, yazmak, yürümek ve okumak gibi bazı alışkanlıklar yitirilmez.Hafıza kaybı kısmî, yani seslerle, isimlerle veya renklerle ilgili olabildiği gibi, bütün belleğin kaybolmasıyla tam amnezi şeklinde de görülebilir. Bu durumda genellikle aniden oluşan bir duygusal çelişki söz konusu olabilir ve çelişki çözümlendiği zaman hafıza yeniden geri gelmeye başlar. Doktorlar bu gibi durumlarda, hafıza kaybının gerçekten oluştuğunu mu yoksa hastanın hafıza kaybını taklit mi ettiğini anlamakta güçlük çekerler.. Eğer bir kişi kesinlikle herhangi bir şey hatırlamayı reddediyorsa, teşhis koymak güçtür. Her seferinde hafızanın kaybına 5 kere yakalanmış kimselere rastlanmıştır.

Kimi zaman adını ve adresini hatırlamayan insanlardan söz edildiğini de duyarız. Psikiyatrisler bu kimselerin son derece çapraşık, güç birtakım durumların üstesinden gelecek güce sahip olmadıklarından tek çözümü kişiliklerini reddetmekte bulduklarını söylerler. Hastaların kişiliklerini reddederek bu durumdan bilinçaltı bir davranışla kurtulmayı amaçladıklarını savunurlar.



Anabol izanlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Proteinler, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Anabol izanlar

Erkeklik hormonuna benzeyen ve protein metabolizmasına olumlu etki yaparak insanı güçlendiren maddelere anoboizan denir. Androjen hormonunun benzeri olarak yapılan bu sentetik steroid maddeler, metabolizmada azot bilançosunu etkileyerek protein ve doku yapımını artırmaktadırlar. Erkek çocukların ergenlik devresinde gelişip kuvvetlenmesi, kız çocuklarından daha yapılı olması salgılanan erkeklik hormonunun androjen etkisi yanında anabolizan etkisinin de varlığından ileri gelmektedir. Erkekleştirici yönü yani androjen etkisi nisbeten az olan anabolizan ilaçlar (Oranabol, Durabolin, Dianabol v.b.) ağır hastalıkların nekahat dönemlerinde, iştahsızlıklarda ve gelişme gecikmelerinde cılız çocuklara verilebilir. Ancak bu ilaçların gelişme çağındaki çocuklarda iskelet kemiklerinin olgunlaşmasını hızlandırarak epifizlerin erkenden kapanmasına ve boyun kısa kalmasına neden olabileceği düşünülmelidir.

Sporculara anabolizan ilaç yapmak doping sayıldığından verilmesi yasaktır. Ancak sporcuların, özellikle erkek görünüşlü kadın atletlerin bir süre anabolizan kullandıkları söylenebilir. Bu ilaçlar kadınlarda ses değişikliği, kıllanma ve kanama bozukluğu yapabilir.



Anaflaksi - Ağrı Kesici İlaçlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Analjezikler - Ağrı Kesici İlaçlar

Şikâyetlerin ne zaman başladığı, neler clduğu, nasıl geliştiği, daha önce bir hastalık geçirip geçirmediği, ailesinde bir hastalık olup olmadığı, beden fonksiyonları, alışkanlıkları v.b. hasta ve hastalığı hakkında bilgi edinirler. Bazı hastalar şikâyetlerini kendilerine göre yorumlar ve olmayacak ayrıntılara bağlayabilirler. Doktorun görevi anamnez alırken elde ettiği bilgileri değerlendirme ve ona göre hastaya sorular sorarak hastalığın hikâyesini gerçeğe en uygun şekilde öğrenebilmektir. Doktorluk sanatı anamnez ile başlar denebilir.

Ağrı duygusunu kaldıran fakat bilinç bozukluğu yapmayan ilaçlara analjezik denmektedir. Bunlar, bakteriyel veya viral enfeksiyonlarda yükselmiş olan ateşi düşürdükleri için antipiretik analjezik adını da alırlar. Ayrıca romatoid artrit gibi hastalıklarda enflamasyonu azaltan bazı organik asitler de antiemflamatuar veya antifilojistik ilaçlar olarak birçok adale ve mafsal hastalıklarında kullanılmaktadır.

Analjezik ilaçların başında salisilatlar (Aspirin), Parasetamol (Panadol), Aminopirin (Piramidon), Dipiron (Novalgin), Fenasetin, Fenazon v.b. ilaçlar gelmektedir. Fenilbutazon (Butazolidin), Oksifenbuta-zon (Tanderil), İndometasin (Endol), İbup-rofen (Brufen), Ketoprofen (Ketofen), Dik-lofenak (Voltaren) gibi ilaçlar antiemflamatuar olarak kullanılırlar.Bütün bu ilaçlar cok kimsede mide-barsak bozukluğuna, ülseri olanlarda ise kanamaya neden olabileceğinden doktor kontrolünde kullanılmalı, gelişigüzel alınmamalıdır.



Anjiografi - Damar Röntgeni

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Anjiografi - Damar Röntgeni

Damarların içine radyo-opak bir madde enjekte ederek onları röntgen filimlerinde görünür hale getirme yöntemine anjiografi denir.

Kontrast maddenin arterlere zerkedilerek resimlerinin alınmasına arteriografi, ven-lere zerkedilerek onların görünür hole getirilmesine de venografi veya flebcgrafi denir.

Kalbin ve büyük damarların bu şekilde filminin çekilmesi yani anjiokardiografi, kalp hastalıklarının ve anatomik bozuklukların teşhisinde çok önemli bir yöntemdir.

Son senelerde sineanjiokardiografi denen bir teknikle kalbin ve damarların görüntüsü radyoskopi ekranına düşürülmekte ve resimleri çekilmektedir.



Ankilostomiaz-Kancalı Kurt Hastalığı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Bağırsak boşluğunda yaşayan ve oradan dokulara da geçerek hastalıklara neden olan yuvarlak kurtlardan Ankilostoma duo-denale veya Necator Amerieanus’un yol açtığı hastalığa ankilostomiaz adı verilir. Parazit oniki parmak barsağında kan emerek yaşadığı için çok zararlıdır. Kansızlık ve karın ağrısına neden olur. Coouklarda gelişme bozukluğuna yol açabilir. Dışkı ile toprağa geçen kurt yumurtaları deriden vücudumuza girerek dolaşım yoluyla akoiğere, bronşlara ve özafagus yoluyla barsaklara geçerek yerleşir. Özellikte Karadeniz bölgesinde yaygın bir hastalıktır. Hastalık, dışkı muayenesinde kurtların görülmesiyle teşhis edilir. Temizliğe dikkat etmek ve halkı bu konuda uyarmak suretiyle bu hastalıktan korunmak ve yayılmasını önlemek mümkündür. Tedavide anti-helmintik denilen ilaçlar (Combatrin, Verme». Ankilostin) kullanılır ve kansızlığa karşı antianemik denilen demirli, kan ya-ç«c» ilaçlar verilir. virüsünün neden olduğu ansefalit ise öldürücüdür. Bu hastalığa bakteriye rastlanmadığı göz önünde tutularak, cerahatli menenjitten ayırmak için aseptik menenjit adı da verilir. Teşhis için alınan beyin omurilik sıvısında, glikoz, normal hücreler yani lenfositler ve albuminin artmış olduğu görülür.

Lenfositler çok arttığı için lenfositik korio-menenjit adı verilen bir viral menenjit tipi daha vardır ki, grip gibi, salgın olarak görülür. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, ateş, ense sertliği gibi menenjit belirtileri hafif olarak vardır. Hastalık genellikle 1-2 haftada semptomatik tedavi ile iyileşir.

Tedavide antiviral (Vira - A) ve ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar kullanılır. Komada gibi baygın yatan hastalar hastanede bakıma alınır, kas kasılmaları şeklinde görülen konvülsiycnlarm hastaya zarar vermemesine çalışılır.



Antibiotikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Antibiotikler

Bazr mantarların canlılıklarını sürdürmek için salgıladıkları ve çevrelerindeki başka mikroorganizmaların yaşamasını engelleyen maddelere genel olarak antibiotik denir.

Alexander Fleming tarafından 1928'de Pe-nicillium notatum adındaki bir peynir küfünden elde edilen ve Penisilin adı verilerek üretilen ilk antibiotikten sonra, 1935'de Domagk tarafından sulfonamidler ve daha sonraları birçok ve çeşitli antibiotik bulunmuştur. Hastalık yapan mikroplara karşı etkili bu biyolojik maddelerin Yapılarını inceleyerek formüllerini bulan kimyagerler onları sentetik olarak bol miktarda üretmeyi ve tedavi alanına sokmayı başarmışlardır.

Antibiotikler, bakterileri çeşitli yollardan (Tasara uğratıp zayıflattıktan sonra ya üremelerini durdurmak suretiyle etkisiz kılarlar {bakteriostatik tesir) veya onları tamamen öldürerek (bakterisid tesir) ortadan taMmrtar. Antibiotiklerin etkiledikleri mikroorganizmaların az veya çek çeşitli oluşlarına göre değişen etki alanları yani spekırumtarı vardır. Antibakteriyel spektrum, herhangi bir antibiotiğin tesir ettiği mikropların sınıflarını ve cinslerini göstermek için kullanılan ve ilaç açıklamalarında, yani prospektüslerinde yer alan bir terimdir.

Mkroskop altında, boyanarak teşhis edilmeye çalışılan mikroplar, Gram boyası ile boyanan ve boyanmayanlar olarak veya daha başka özellikleri ile çeşitli sınıflara ayrılmışlardır: Geniş spektrumlu antibiotik. Gram ( + ) veya Gram (-) birçok mikroba tesir edip onların gelişmesini durduran veya tamamen yok eden geniş etkili ilaç an-gelmektedir. Mikroorganizmalar da bizim onları yok etmek üzere kullandığımız antibiotiklere karşı direnç kazanırlar veya salgıladıkları fermentlerle antibiotiği etkisiz kılabilirler. Örneğin Penisiline karşı penisilinaze diye isimlendirilen fermenti salgılayarak yaşamlarını sürdüren mikrop nesilleri türemiştir.

Antibiotiklerin en önemli yan etkileri,diğer ilaçlarda olduğu gibi aşırı duyarlık nedeni ile meydana gelen alerji ve anaflaktik şoktur. Ayrıca barsaklarımızda mevcut zararsız bakterileri yani barsak florasını öldürdüklerinden buradaki mikroorganizmalar arasındaki dengenin bozulmasına bağlı olarak ishale ve vitamin eksikliğine sebep olabilirler. Devamlı ve yüksek dozda kullanılan antibiotik, azot birikimi ve idrar tutukluğu sonucu böbrek yetmezliğine ve üremiye yol açabilir. Antibiotikler ağızdan verilebildiği gibi/doğrudan damara veya kalça adalesine şırınga edilebilirler. Kana geçtikten sonra birkaç saat içinde vücuttan atıldığı için ilaçların belirli aralıklarla devamlı alınması gerekmektedir. Mide asidi ile bozulmayacak antibiotikler ağızdan verilebilir. Ayrıca deri hastalıklarında lokal olarak pomat veya toz halinde kullanılır.



Aortun Daralması-Aort Koarktasyonu

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aort Koarktasyonu-Aortun Damarının Daralması

Kalpten çıkan büyük atardamarın yani aortun çıkış kanalının embriyolojik gelişim esnasında daralmaşıyla ortaya çıkan duruma aort koarktasyonu denir. Kolda ölçülen kan basıncının yüksek, a-yaklarda ölçülenin ise düşük bulunması şeklinde bir belirti vardır. Aort yayındaki daralmadan ötürü ayaklara az kan gideceğinden yürürken baldırda ağrı duyulabilir. Darlık fazla değilse hastayı rahatsız etmez ve tedaviye gerek kalmaz. Ender vakalarda ve aşırı darlıklarda ameliyat gerekebilir.



Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

Anevrizma kan damarlarının kese yapacak şekilde genişlemesi demektir. Kalpten çıkan ve aort adı verilen atardamarın herhangi bir bölümünde en çok damar sertleşmesi yani arterioskleroz ve frengi sebebi ile görülür. Elastik liflerde bozukluk sonucu damar duvarının direnci zayıflar ve giderek genişler. Uzun zaman belirtisi görülmez, çoğu kez, röntgen filminde teşhis edilir. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü, nefes darlığı, sırt, bel ağrıları ve kalbin üzerindeki bölgede ağrılar meydana gelir. Aort anevrizmasının en korkulan komplikasyonu damarın birden yırtılmasıdır. Bu gibi Yırtılması halinde ağır durumlarda bazen operasyona çabuk mutlaka operasyon gerekir, karar verilerek hasta kurtarılabilir.



Apandisit

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

İnce barsakların kalın barsağa açıldığı çekum bölgesinde kalın barsağın bir uzantısı olan apandisin iltihaplanmasına apandisit adı verilir. En çok çocuklarda ve gençlerde görülürse de her yaşta, hatta yaşlılarda bile meydana gelebilir. Hastalık, karında, göbek ve epigastrium bölgesinde ağrı ve bazan kusma ile başlar. Daha sonra peritonun da iltihaplanması ile sağ kasıkta, apandisit noktasında duyulan ağrı ile beraber o noktaya dokunulduğunda bir kasılma meydana gelir. Ateş ve kanda iltihap hücrelerinin artması gibi bulgular, teşhise yardımcı olur. Özellikle makattan alınan rektal ateş yükselmesi erken bir belirtidir. Genellikle böyle birden başlayan had apandisitte kabızlık görülür. Kronik apandisit deyimi yerine sık sık tekrarlayan apandisit terimi daha uygun bulunmaktadır. Apandisit tedavi edilmezse apse ve delinme yani perforasyon sonucu o bölgede plastron denilen iltihabî bir kitle oluşur. Bu durumda perfore apandisit’ten söz edilebilir. Neticede yaygın bir karın zarı iltihabı yani peritonit ve şok meydana gelir.

Tedavi için antibiotik (penisilin, streptomisin) yapılmaya başlanmalıdır. Kusma yoksa ağızdan veya makattan kloramfenikol, neo-misin gibi antibiotikler uygulanır. İlk gün ağızdan bir şey verilmez. Damardan glikoz serumları gibi besleyici sıvılar verilir süt, yoğurt, çorba, komposto gibi sulu gıdalara izin verilir. Antibiotik tedavisinde ilk 48 saatten sonra apseleşme ve delinme belirtileri görülmezse tedaviye bir hafta kadar devam edilir. Kriz atlatıldıktan sonra 1-2 hafta içinde olayın iyice soğuduğuna kanaat getirilirse ameliyata karar verilir. İltihaplı apendiksin çıkarılması ameliyesine apendektomi denmektedir.Cok kere akut safhada apse ve delinme meydana £ gelmeden operasyon yapılmakla ve tehlikeli durumlar önlenebilmektedir.



Artroz Hastalığı

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Artroz

eklem kemiklerinin yapısında dejenerasyon ile seyreden genellikle iltihaplı olmayan kronik hastalıklara osteoarthritis veya artroz denir. Hastalık her eklemde meydana gelebilirse de daha çok diz, kalça ve el parmakları eklemlerinde ve bel kemiğinde görülebilir. Eklemlerde şekil bozukluğuna sebebiyet verdiğinden hastalığa arthritis deformans adı da verilmektedir. Eklem kıkırdağında ve kemikte harabiyet ve osteofit denilen çıkıntıların meydana gelmesi karakteristik belirtilerdir. Kopan kıkırdak parçaları eklem içinde oynayan ve eklem hareketleri sırasında ses /apan eklem farelerini meydana getirebilir.Kalça ekleminde oluşan hastalığa koksar-troz, dizde oluşana ise gonartroz adı verilir. Yapısal eklem bozuklukları (konjenital kalça çıkığı gibi), bazı kırıklar, iltihaplı artritler (gut, romatoid artrit, septik artrit gibi), metabolik ve endokrin bozukluklar da osteoartroz yapabilir. Çocukların uyluk kemiğinin kalça kısmında meydana gelen Perthes-Calve hastalığı, kalça tüberkülozu (koksalji) ile karışan bir artroz şeklidir.Kıkırdak harabiyetinin eklem aralığını daraltması, kemiği kalınlaştırması gibi ileri safhaya vardığı durumlarda tedavi pek yarar sağlamaz. Bu nedenle, tedaviye erken başlamak gereklidir.

Yaşlılık sonucu meydana gelen artrozların veya sonradan travmalara bağlı olarak meydana gelen sekonder artrozların tedavisinde ağrı kesiciler (aspirin, paraseta-mol), antiflojistikler (indometasin) ve kor-tikosteroidler (kortizon) kullanılmaktadır.



Aşırı Derecede Zayıflık

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-A

Kronik ateşli bir hastalığın veya hormonal bozukluğun sonucu meydana gelen ileri derecede zayıflık haline kaşeksi denir.

Hormonal sebebe bağlı kaşeksiler içinde genellikle bir doğumdan sonra hipofiz ön lobunun atrofiye uğramasına bağlı olarak meydana gelen Simmond kaşeksisi ender bir hastalıktır. Proteinsiz gıda ile beslenen veya iyi gıda alamayan kimselerde büyü­menin geri kalması, karaciğerin büyüme­si, ishal gibi belirtilerle ortaya çıkan Kwashiorkor sendromunda da kaşeksi ön plan­dadır.

Habis tümörler de hastayı ölüme doğru götürürken kaşeksi denecek bir zayıflama hali meydana getirebilirler.

Bunlardan başka şeker hastalığında, uremide, hipertiroidide ve psikojenik sebebe bağlı anorexia nervosa denen inatçı iş­tahsızlık hallerinde de zayıflama aşırı de­recede olabilir.



Astım

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Astım-Bronşiyal Astım

Allerjik, mekanik veya iltihaplı nedenlerle bronşların daralması ya da tıkanması sonucu nöbet tarzında gelen nefes alma güçlüğüne bronşiyal astım denir.

Kalp hastalarında görülen astım nöbetlerinden ayrı bir hastalıktır.Alerjik astımda allerjenler ya dışardan solunum ya da kan yoluyla gelmektedir. Nöbet sırasında dokularda antikor-antijen birleşmesi sonucu meydana çıkan bazı alerjik maddeler (asetilkolin, histamin, serotonin) bronşların cidarındaki düz kasların kasılmasına neden olmaktadır. Daralma nedeni ile havanın bronştara girişi ve özellikle çıkışı güçleşmekte, solunum esnasında düdük gibi ötme sesi (wheezing) duyulmaktadır.

mardan adrenalin verilebilir. Bronş salgısının sulandırılması için mükolitik ilaçlar ve öksürükle atılmasını kolaylaştırmak için ekspektoran denilen balgam söktürücü öksürük şurupları kullanılmaktadır. Ayrıca alerji kaynağını bulup ortadan kaldırmaya veya hastanın duyarlılığının azaltılmasına çalışılır. Organizmayı allerjene bağışık kılmak için alerjik kimselere özel hazırlanmış aşılar yapılmasına hiposansibilizasyon veya desansibilizasyon denir.



B vitaminler-faydalarii

4 Şub, 2008 Proteinler, Sağlık Sözlüğü-B

Suda eriyen ve vitamin karakterinde olan olarak çalışan koenzimlerin yapılarında bazı maddeler B grubu vitaminler-faydalarii adını alırlar ve hücre metabolizmasında önemli yerleri vardır. B grubu vitaminler-faydalarii arasında Biotin, folik asit, nikotinik asit, pantotenik asit gibi vitaminler-faydalari bulunmakta ve B vitamini karışımı adı ile anılmaktadır



B1 Vitamini

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Proteinler, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

B1 Vitamini

Aneurine veya Thiamine adını alır. B grubu vitaminler-faydalaridendir. Beslenme bozukluklarına bağlı olarak yeterli vitamin alınamadığında veya ateşli hastalıklarda, gebelikte, hipertiroidi gibi vakalarda eksikliği görülür. B1 vitamini karbonhidrat metabolizmasında rol alan bir enzimin yapısına girdiğinden, eksikliğinde kanda piruvik asit artar. Beriberi denilen hastalık meydana gelir. Ayrıca her tip sinir iltihabında (nevrit, polinevrit) ve sinir ağrılarında (nevralji) B1 vitamini kullanılmaktadır.



Bağımlılık

1 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sigaranın Zararları

İlaçlardan başka, keyif verici madde olarak kullanılan sigara, kahve ve hafif alkollü içkiler de bu alışkanlığın içine sokulduğunda, tutku yaratan tehlikeli ilaçlan, hallüsinojen de­nilen bazı kimyasal maddeleri ve bunlar içinde asıl alışkanlık (bağımlılık) yapanla­rı ayırmak çok güçleşmektedir. Alışkanlık, eski deyimi ile iptila sözcüğü­nün anlamı ve sınıflandırılması üzerinde, hekimler, sosyologlar ve hukukçular henüz anlaşmaya varamamışlardır. İlaçların ve keyif veren maddelerin gereksiz kulla­nılmasına basit alışkanlık, tiryakilik (habituation) denir. (Alkol, sigara, çay tir­yakisi gibi.) Denenmiş ve zevk verdiği gö­rülmüş bazı ajanların istekten de fazla düşkünlükle kullanılmasına tutku veya ip­tila (addiction) diyerek basit alışkanlıktan ayırmak yararlıdır. Gene de bu terimlerin tanımlanmasında ortaya çıkan güçlükler­den ötürü çeşitli alışkanlık tipleri yani ba­ğımlılıklar tarif edilmiştir. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) söz konusu drogları or­ganizmanın bu maddelere gösterdiği ruh­sal tepkilere göre sınıflamış ve 7 türlü ba­ğımlılık (dependence) sıralamıştır.

1 - Morfin türü bağımlılık (morfinman).

2 - Barbitürat (uyku ilacı) bağımlılığı.

3- Alkol türü bağımlılık (alkolik).

4- Kokain türü bağımlılık (kokainman).

5- Esrar türü bağımlılık (esrarkeş).

6 - Amfetamin türü bağımlılık.

7 - Hallüsinojen maddelere olan bağımlı­lık.

İlacın kötüye kullanılması (drog abuse) ve­ya ilaç bağımlılığı söz konusu olduğu za­man, genellikle bunları kullanan kimsele­rin zihinsel durumunda keyif verici nitelikte bir değişiklik yaratma özelliğine sahip maddeler anlaşılır. Bu ilaçlar genellikle üç grupta bulunurlar.

1 — İlk gruptakiler bilinç üzerinde depresan etki yapan ilaçlardır. Bunlar arasında narkotik analjezikler (afyonlu ve benzeri ilaçlar), barbitüratlar (uyku ilaçları) ve sedatifler yer alır.

2 — İkinci grupta olanlar uyarıcı (stimülan) etkisi ön planda olan ilaçlardır. Bun­ların arasında amfetamin ve benzeri ilaç­larla kokain sayılabilir.

3 — Üçüncü grup ise hallüsinojenik etki­si olan yani sinir fonksiyonlarını bozarak akut beyin sendromu veya toksik psikoz dediğimiz durumu meydana getiren, insa­na hayaller gösteren bazı kimyasal mad­delerdir. Bunlara psychedelic droglar denir ve en yaygın türü liserjik asit dietilamid (LSD), psilosibin. meskalin, dimetil triptamin (DMT), ditran, esrar (marihuana-haşiş-cannabis) ‘dir. Hallüsinojenleri kul­lananlarda aşırı sevine, anksiete, dehşet, sebepsiz korku ve hatta depresyon gibi emosyonel değişimler daha belirgindir. Görme, duyma ve dokunma duygularında bozukluk vardır. Çoğu zaman evrenle me­tafizik bir birleşme duygusu olarak nite­lendirilen semavi bir ilhamdan söz edilir.

Şizofreniklerde görülen yoğun pslkotik eksitasyonlar, durgun ruh hali, uzun sü­reli anksiete reaksiyonları ve dış dünya gerçeklerinden tamamen uzaklaşma (derealizasyon), benlik gerçeğinde değişme (depersonalizasyon) bunlarda çok görülür.

İlaca karşı bağımlılık (dependence), ilaç ile canlı organizmanın karşılıklı etkilerinden doğan psişik ve fizik temellere dayanan bir durumdur. İlaç insanda öyle psişik etki­ler ıyaratır ki o duyguyu tekrar yaşamak ve yokluğunun yol açtığı rahatsızlığı gider­mek amacıyla zaman zaman veya sürekli olarak o ilacı kullanmak için insan şiddetli bir istek duymaya başlar. İlacın yokluğun­da ortaya çıkan belirtiler ise yokluk belir­tileri (abstinans sendromu) olarak tanım­lanır. Yokluk belirtilerinin fiziksel temelle­re dayandığı konusunda görüş birliğine va­rılmıştır. Ayrıca psikolojik bağımlılık, hid­det, sıkıntı, üzüntü gibi, genel hoşnutsuz­luk gibi ruh hallerinden de kaçmanın bir ihtiyaç haline geldiğini anlatmaktadır. Bir ilaca bağımlı olan kimsenin dünyası, artık bu ilacın kullanılması etrafında dönecek kadar daralmış ve altüst olmuştur, zamanını bu maddeye karşı bağı artırıcı ve kendinde büyük sosyal lere yol açan, kendi gibi ilaç tutkunlc arasında geçirir. Onların ilaç kul dayanan ortak değer Yargılarını Hem toplumun onu reddetmesinden. de varolmayı bütünüyle ilaç kullanır bir tutmasından ötürü toplumdan kaçar herkesten ayrı ve güç bir yaşantıyı benimser.

Uyuşturucu maddeye bağımlılığın tanısına yardımcı olan belirtiler arasında eni izleri, enjeksiyon ülserleri ve zaman ilacın yokluğunda ortaya çıkanlar sayılabilir.



Bağırsak Tıkanmaları

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Barsak Tıkanmaları

Barsak tıkanmasına genel olarak ileus adı verilir ve değişik şekillerde meydana gelir. İnce ve kalın barsakların iç içe geçerek tıkanmasına invagination, bir fıtık kesesi içinde boğulmasına etranglement denir. Barsakların bu şekillerde veya tümörle tıkanmasına mekanik ileus adı verilir. Barsakların bir engel olmadığı halde çalışmasının durması sonucu dışkının ve barsak gazlarının dışarı çıkamaması halinde ise paralitik ileus söz konusudur.Barsak tıkanması her yaşta görülür. Genellikle birden akut abdomen denen tabloyla başlar. Kolik şeklinde şiddetli bir ağrı göbek çevresinde yerleşir. İnce barsak tıkanmalarında kusma, erken bir belirtidir. Kalın barsak tıkanmalarında geç olarak başlar ve daha sonraları dışkı şeklinde ya-ni fekaloid kusmalar görülür. Kusmalar

sebebi ile su ve elektrolit kaybı vardır. Başlangıçta gözle bile görülebilen kasılma ve gevşeme hareketleri paralitik ileus başlayınca tamamen durur. Mide genişlemesini tıptaki deyimiyle dilatasyonu önlemek için tıkanmanın üst kısmında biriken sıvının burundan sokulan mide sondası ile çekilmesi ve damardan su ve elektrolit (24 saatte 3-4 litre) verilmesi gerekir.Kusmaların süregelmesi ve makattan gaz çıkarılmaması halinde barsak tıkanmasından şüphe edilmeli ve derhal bir operatöre başvurmalıdır. Muayenede karın şiş ve gergindir. Doktorların muayene usulleri ile karna parmakla vurulduğunda davul gibi ses duyulur.Teşhisi doğrulamak için çekilecek röntgen filminde barsaklardaki su-hava seviyesi görülebilir.Tedavi vakit geçirmeden derhal ameliyat suretiyle yapılır.



Bakteriler

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Hastalıkların Nedeni Olabilen Mikroplar-Bakteriler

Canlılar dünyasının ancak mikroskop ile görülebilecek kadar ufak canlıları biz insanlar için hastalık yapıcı etkenlerdir. Hastalık etkeni olan bu ufak yaratıklar bitkiler âlemi ile hayvanlar âleminin ilk sıralarını meydana getirirler ve genel olarak mikrop adını alırlar. Bakteriyoloji adını verdiğimiz bilim dalı, bakterileri, mantarları ve virüsleri kendi inceleme alanına almıştır. Bakteriler bitkiler ve hayvanlar dünyası arasında bir sınır oluştururlar. Mantarlar (funguslar) ise, bitkiler âleminden sayılır. Virüsler ise en küçük mikroplar olarak bilinir. Riketsiyalar bakterilerle cansız dünyanın kimyasal kristalleri arasında yer alan, ancak canlı hücre içinde yaşayabilen varlıklardır.Bakteriler biçim olarak çok değişiktirler. Çomak biçiminde olanlara basil, yuvarlak olanlara koküs, ip gibi ince kıvrımlı olanlara spiral adı verilir.



Barsak Paraziti Hastalıkları

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sindirim Sistemi

Barsak Paraziti Hastalıkları

Barsakta yaşayan parazitler nedeniyle ortaya çıkan hastalıklara barsak parazitosu denir. Sarsaklara dışarıdan gelip yerleşen, yumurtlayan, evrimlerini vücut içinde ve dışında tamamlayarak yaşamlarını sürdüren birçok parazit insanda kronik (devamlı) karın ağrılarına neden olabilirler.Yuvarlak kurt veya yassı şerit biçiminde, büyük veya çok ufak olan bu çeşitli parazitlerin teşhisi dışkı muayenesi ile yapılabilir. Kanda eozinofili bulunur. Dışkıda parazit yumurtası görülmeyen şüpheli vakalarda antihelmintik denen ilaçlarla deneme tedavisi yapılabilir.



Barsak Tıkanmaları

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sindirim Sistemi

Barsak Tıkanmaları

Barsak tıkanmasına genel olarak Meus adı verilir ve değişik şekillerde meydana gelir. İnce ve kalın barsakların iç içe geçerek tıkanmasına invagination, bir fıtık kesesi içinde boğulmasına étranglement denir. Barsakların bu şekillerde veya tümörle tıkanmasına mekanik ileus adı verilir. Sarsakların bir engel olmadığı halde çalışmasının durması sonucu dışkının ve barsak gazlarının dışarı çıkamaması halinde ise paralitik ileus söz konusudur.

Barsak tıkanması her yaşta görülür. Genellikle birden akut abdomen denen tabloyla başlar. Kolik şeklinde şiddetli bir ağrı göbek çevresinde yerleşir. İnce barsak tıkanmalarında kusma, erken bir belirtidir. Kalın barsak tıkanmalarında geç olarak başlar ve daha sonraları dışkı şeklinde yani fekaloid kusmalar görülür. Kusmalar sebebi ile su ve elektrolit kaybı vardır. Başlangıçta gözle bile görülebilen kasılma ve gevşeme hareketleri paralitik ileus başlayınca tamamen durur. Mide genişlemesini tıptaki deyimiyle dilatasyonu önlemek için tıkanmanın üst kısmında biriken sıvının burundan sokulan mide sondası ile çekilmesi ve damardan su ve elektrolit (24 saatte 3-4 litre) verilmesi gerekir. Kusmaların süregelmesl ve makattan gaz çıkarılmaması halinde barsak tıkanmasından şüphe edilmeli ve derhal bir operatöre başvurmalıdır. Muayenede karın şiş ve gergindir. Doktorların muayene usulleri ile karna parmakla vurulduğunda davul gibi ses duyulur. Teşhisi doğrulamak için çekilecek röntgen filminde barsaklardaki su-hava seviyesi görülebilir.Tedavi vakit geçirmeden derhal ameliyat suretiyle yapılır.



Bartholin Bezi ve Hastalıkları

4 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Bartholin Bezi ve Hastalıkları

Bartholin bezi kadın cinsiyet organlarından vaginanın her iki yanında küçük dudakların (labium minüs) arkasında yer alan bir çift bezdir. Salgıları ufak bir kanalla döl yolunun ağzına açıldığından vestibuler gland aa denen bu bezler, adını Danimarkalı anotomist Bartholin’den almıştır. Bartholin bezlerinin salgısı cinsel faaliyet esnasında görülür. 30 yaşından sonra geriler ve kururlar. Normalde bu bezler görülmez ve elle hissedilmezler, ancak büyüyüp kist halini aldığında veya iltihaplandığında şişerek dışarıdan farkedilebilirler.

Ook kere streptokok, stafilokok, gonokok ve koli basillerinin enfeksiyonu ile kanalın tıkanması Bartholin bezinde apse veya kist oluşmasına sebep olur. Hastada labiumlar-

da cok kere tek taraflı bir şişlik, ağrı. emsi temas güçlüğü (disparanui) vardır, ateş de olabilir. Bu iltihaba bartholinit denir. Antibiotik tedavisi ile bazen kızarıklık ve şişlik giderilebilir. Ağır. vakalarda, özellikle belsoğukluğu (gonokok) enfeksiyonlarında apse teşekkül eder. Bu devrede tedavi için şişliğin cerrahi olarak açılması ve boşaltılması gereklidir. Bazen Bartholin apsesi kendiliğinden patlayabilir ve cerahat akınca ağrı kendiliğinden geçer. Kronik iltihaplar kanalın tıkanmasına ve Bartholin bezinin kist haline dönüşmesine neden olur. Bu gibi hastalar zaman zaman şişlikten ve kızarıklıktan şikâyet ederler. Bartholin kistlerinin cerrahi olarak çıkarılmaları veya marsupiyalize edilerek tedavi edilmeleri gereklidir.



Baş Ağrısı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Baş Ağrısı

Baş ağrısı tamamen kişiye bağlı sübjektif bir duygu olarak hemen herkesin karşılaştığı bir şikâyet konusudur. Bazen kafa derisinde yüzeysel olarak şiddetli ve yanıcı ağrı şeklinde, bazen daha derinde kunt ağrı halinde duyulur. Kusma ile birlikte olan baş ağrıları hemen daima kafa içindeki bir rahatsızlığa bağlıdır. Hastaya çığlık attıracak kadar şiddetli olanlar beyin zarları ile ilgili hastalıklarda görülür. Zonklayıcı tipte başağrıları ise damarlarla ilgilidir.Bir kafa travmasından sonra meydana gelen ağrılarda beyin zarları içine kan toplanması (Subdurai hematom) ihtimalini düşünmelidir. Ayrıca ense kaslarının gerginliğinin artması sonucu ara sıra gelen veya hiddetlenince ortaya çıkan ruhsal kökenli başağrıları da vardır. Strese bağlı bu tür ağrılar kas gevşetici yani mi-yorelaksan denilen ilaçlarla iyileşebilir.



Baş dönmesiyle Beliren iç kulak Hastalığı

31 Mar, 2008 Sağlık Sözlüğü-B, kulak burun boğaz

İç kulaktaki labirentin bir hastalığıdır. Baş dönmesi, kulak uğultusu, kulakta dolgun­luk hissi ve işitme kaybı ile karakterizedir. Henüz nedeni hakkında tam bir bilgi edinilememiştir. Çoğunlukla 40 yaşının üzerindeki kimse­lerde görülür ve krizler şeklinde ortaya çıkar. Hasta, tamamen sıhhatte iken bir­denbire başlayan baş dönmesi, şahsı oturma veya yatmaya zorlar ve hatta düş­mesine sebep olabilir. Hastada şuur kaybı olmaz. Bulantı, kusma ve hasta kulakta işitme kaybı görülür. Baş hareketleri ile belirtiler şiddetlenir. Nistagmus ortaya çı­kar ve hasta, nistagmusun olduğu yöne yatar. Krizler arasındaki sakin devrede belirtiler çok çeşitli olabilir. Kulak zarı normaldir. Her krizden sonra işitme kaybı gittikçe artar. Tedavisi, genel olarak tıbbi ve cerrahi ol­mak üzere ikiye ayrılır. Öncş tıbbi tedavi denenir. Eğer krizler sık geliyor ve baş dönmeleri nedeniyle normal yaşantısı sık lıkla aksıyor ise, ayrıca işitmesi bozulmuş­sa cerrahi girişime karar verilir.



Bazal Metabolizma

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Bazal Metabolizma

Metabolizma, organizmanın yaşama, büyüme, olgunlaşma ve üremesi için gerekli enerji ve maddeyi sağlayan olayların bütünüdür. Anabolizma ve katabolizma diye iki bölümden oluşur. Anabolizma, küçük moleküllerin büyük moleküller haline getirilmesidir ve enerji gerektirir. Katabolizma ise büyük moleküllerin, küçük moleküllere parçalanması işlemidir ve tam tersine enerji açığa çıkarır.

Bazal metabolizma (Basal metabolism) ise, dinlenme esnasında vücuttaki kimyasal değişimlerin ve tüketilen enerjinin vücut yüzeyi birimine düşen miktarıdır. Normal bazal metabolizma hız’ı, belirli yaş ve cinsler için sabittir. 20-50 yaş arasındaki normal bir erkeğin bazal metabolizması, vücut yüzeyinin her metrekaresi için 30-40 kalori veya yaklaşık her kg. ağırlığı için bir kaloridir. Eğer kişi sağlıklı ise bu rakamlar değişmez.Bazal metabolizma, sabah uyanır uyanmaz, dinlenmiş vaziyette ve herhangi bir şey yemeden önce ölçülür. Bazal metabolizması ölçülecek kimse hava miktarını ölçen bir araçtan nefes alıp verir. Böylece ne kadar oksijen kullandığı tesbit edilir ve alınan sonuç ile bazal metabolizma ortaya çıkarılır. Standart ortalamadan +7 sapmalar genellikle normal kabul edilir. Çocuklarda bazal metabolizmanın da yüksek çıkması normaldir. Korku, öfke gibi sinirsel hallerde veya hipertiroidi gibi ger-

çek hastalıklarda da bazal metabolizma normalden yüksektir.

Kanda proteine bağlı iyod (PBI) miktarının ölçülmesi, bazal metabolizma hızını tayin eden diğer bir yöntemdir.

Uyku esnasında veya beslenme yetersizliklerinde bazal metabolizma normalden düşüktür. Keza anemik kimselerde, bazı sinir hastalıklarında veya tiroid yetersizliklerinde (Miksödem) bazal metabolizma hızı düşer.

Hipofiz ve böbreküstü bezleri, bazal metabolizmayı etkiler. Bu salgı bezlerinin az çalışmaları bazal metabolizmayı düşürür, aşırı çalışmaları ise yükseltir.Gebe kadınlarda doğumdan evvelki son 2-3 ayda ise çocuk ve annenin metabolizmaları birleşmiş vaziyette tesbit edilir.Zihni egzersizler, bazal metabolizmayı pek etkilemez. Şazal metabolizmayı en fazla etkileyen fizik egzersizlerdir.



Besinler-Temel Gıda Maddeleri

4 Şub, 2008 Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-T, Sağlıklı Beslenme, vitaminler-faydalari

Vücudumuzun yapısını, gelişmesini ve enerjisini sağlamak üzere dışardan aldığımız maddelere besin denir. Temel besin maddeleri proteinler, yağlar, karbonhidratlar, mineraller (tuzlar) ve su olmak üzere bölümlere ayrılır. Bunlardan proteinler yapı maddesi olarak bilinir, özellikle büyüme döneminde çok gereklidir. Ancak büyüklerin de her gün belirli bir miktar yapı maddesine ihtiyacı vardır. Beden hücreleri sürekli olarak ölür ve bunları oluşturan unsurlar parçalandıkları için bunların yenilenmesi gerekir. Yağlar ve karbonhidratlar organizmanın çalışması için gereken enerjiyi temin ettiklerinden yakıta benzetilebilirler.Sağlıklı besin, bize yeterli yakıtı yapıcı maddeleri gerekli miktar, biçim ve ilişki içinde sağlayan besin demektir. Tek bir besin bütün bu gerekenleri yerine getiremez. Çeşitlendirilmiş bir beslenme rejimi sağlıklı gıdanın güvencesidir. Çünkü ancak bu şekilde birinde ortaya çıkan bir yetersizlik, diğerindeki bir fazlalık ile giderilecektir. Besinlerimiz içinde önemsiz gibi görülen minerallerin de beden yapısında ve işleyişinde su kadar önemli olduğu unutulmamalıdır. Yediğimiz besinler sindirim sırasında ufak parçalara ayrılır ve kana karışırlar. Proteinlerin aminoasitlerine, yağların yağ asitlerine ve gliserine, karbonhidratların mono-sakkaritlere parçalanması ve tekrardan bedenimiz için gerekli karmaşık yapı maddelerini oluşturmak üzere birleşmesine ve bu arada enerji sağlamasına metabolizma denir. Bu metabolizma denen olay sayesinde şekerler ve yağlar beslenme rejimi içinde birbirinin yerini alabilir, vücudumuz onları yeniden yapabilir. Bazı maddeler vardır ki bunları organizma üretmediği için yediğimiz yiyeceklerde bulunması gereklidir. Bunlar arasında aminoasitleri, vitaminler-faydalarii ve mineralleri (çeşitli tuzlar, elementler) sayabiliriz. Herhangi bir besinin bir yemekte yetersiz olmasının zararı yoktur. Vücudumuzun hem belirli bir tampon kapasitesi ve hem de besinleri yağ ve şeker olarak depo etme yeteneği vardır. Sağlıklı bir kişi uzun sûre yeni bir yakıt ikmali olmadan bu depolardan yararlanarak canlı kalabilir. Gerekli besin maddelerinde yetersizlik kendine özgü belirtiler gösteren çeşitli hastalıklara neden olur. Besinlerin bir de gıda değeri vardır ki o da içlerinde bulunan temel besin maddelerinin miktarına ve cinslerine bağlıdır. Besinlerin yakıt olarak değeri metabolizma sırasında harcanan enerji olarak ifade edilir. Bunun için kullanılan birim kaloridir. Enerji birimi olarak 1 kilo kalori veya kısaca kalori 4180 jül eder. Dinlenme Talinde iken gereken enerji veya kalori miktarı günde 2000-2600 kilokaloridir. Belirli bir yiyeceğin sağladığı enerjiyi kalori atarak hesaplamak için Atwater rakamlarını bilmek ve kullanmak yeterlidir.



Beslenme Bozukluğu

5 Şub, 2008 Sağlık Sözlüğü-B, Sağlıklı Beslenme

Bedenimizin çocukluktan başlayarak büyüyüp gelişmesi yeterli ve dengeli beslenme ile sağlanır. Besinsiz kalmak, yanlış alışkanlıklar, bilgisizlik ve dinsel inanışlar nedeni ile yeterli miktarda kaloriyi temin edecek protein, karbonhidrat, yağ ve vitaminler-faydalarii alamayan kimselerde beslenme bozuklukları gelişebilir.

Yaş, cins ve boya göre hesaplanmış ideal kilosundan % 50-60 kadar düşük olan kimselerde zayıflıktan veya kaşeksiden söz edilir. Bu kimselerde protein azlığına yani hipoproteinemiye bağlı olarak ödem denilen şişlikler de meydana gelmişse Kwashiorkor sendromu yani çok kötü bir beslenme bozukluğu söz konusudur. Bunlarda ayrıca vitamin eksikliğine bağlı deri hastalıkları, pigmantasyon bozuklukları, ağız yaraları, kusma, ishal, kaslarda erime gibi belirtileri de görülür. Bazı genç kadınlarda ruhsal etkilerle baş gösteren anoreksi nervosa denilen aşırı iştahsızlık hali, beslenme bozukluğu sonucu hastayı kaşeksiye götürebilir. Hastalar iştahsızlık nedeniyle bütün besinleri reddettikleri gibi kusma ve ishalle de kilo kaybederler. Bu gibi kadınlarda hormonal bozukluk sonucu ovulasyon ve âdet görülmez.

Kronik alkolizm de beslenme bozukluğu, karaciğerde yağlanma ve kaşeksi meydana getirebilir. Kontrol altına alınmamış şeker hastaları ve daha ender görülen metabolizma hastalıklarında da zayıflama vardır.

Hipertiroid yani tiroid bezinin fazla çalıştığı kimselerde de bol yemek yenmesine rağmen metabolizmanın çok fazla olması nedeniyle zayıflama görülür. Bazı ilaçlar (Dijital ve amfetamin cinsi İlaçlar) iştah keserek zayıflamaya yol açar.

vitaminler-faydalariin eksik alınmasına bağlı avitaminozlarda yani karans hastalıklarında da zayıflama olur. Tedavi nedene göre yapılır. Anabolizan ve iştah ilaçları yardımıyla özellikle esansryel aminoasitleri içeren proteinler, süt, yumurta, peynir, et verilmelidir. Bazı hastalara burundan mideye sokulan bir tüple (nazogastrik tüp), sulu gıdalar vererek beslemek berekir.



Beyin Röntgeni - Ansefalografi

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Beynin ve boşluklarının görünür hale getirilmesine yani beynin röntgeninin çskil-mesine ansefalografi denir. Bu amaçla belkemiği iğnesiyle omurilik kanalına bir miktar hava verilir. Anatomik olarak beyin içindeki boşluklar omurilik kanalının bir devamı olduğu için bu yolla verilen hava yukarıya çıkarak beynin karıncıklarına (ventrikül) ulaşır. Çekilen röntgen filmleri bu boşlukların şekillerini gösterir. Beyin tümörleri, hidrosefali, beyin dokusunun azalması v.b. çeşitli hastalıklar ansefalografi ile teşhis edilebilmektedir. Nabız Düzenleyici İlâçlar Merkezi sinir sisteminin virüslerden ileri gelen hastalıklarına ansefalit adı verilir. Hastalık şiddetli baş ağrısı, ense sertliği »e aleş gibi belirtilerle başlar. Bu hastalı-ğc neden olan virüsler, kabakulak, herpes enfluenza, enfeksiyoz hepatit ve iz menonükleoz virüsleridir. Kuduz Kalp hastalıklarında damarlardaki nabız düzensizlikleri ritm bozukluğu anlamına gelen aritmi deyimi ile ifade edilmektedir. Doktorlar çeşitli hastalıklarda değişik aritmileri (paroksimal atrial taşikardi, atrial fibrilasyon, atrial flctter, vantriküler taşikardi v.b.) nabız sayısına veya elektrokar-diagram kâğıtlarına bakarak saptayabilirler. Kalp kasının uyarılma eşiğini yükseltip, kasılma gücünü azaltarak etki yapan ilaçlara antiaritmik adı verilir. Çinkona (cinchona) ağacının kabuklarından elde edilen kinin sıtmanın ilacı olarak bilinir. Kininin bir türevi olan kinidin (Nati-sedin) ise kalp çarpıntısının ilacı olarak tanınmıştır. Antiaritmik ilaç olarak kini-dinden başka prokainamid (Pronestyl), li-dokain (Aritmal), disopyramide (Norpace) ajmalin (Gilurytmal) gibi ilaçlar ve adrenerjik blokaj yapan birçok ilaç (Dideral, Vis-ken, Trasicor) kalbin ritm bozukluklarında kullanılmaktadır.



Böbreküstü Bezinin Hormonları

13 Mar, 2008 Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-B

Böbreküstü korteksinden salgılanan hor­monlar mineralkortikoid, glükortikoid. aldosteron ve cinsiyet hormonları gibi çok çeşitlidir. Mineralkortikoidler su ve tuz me­tabolizmasının, glükokortikoidler ise kar­bonhidrat metabolizmasının düzenlenme­sinde rol oynarlar. Kortizon böbreküstü bezleri tarafından sal­gılanan, oldukça karmaşık yapılı kimyasal bir madde, yani bir kortikoiddir. Romatizmal ateş, romatoid artrit ve polıartrit gi­bi kollajen doku hastalıklarında ve bronşial astım gibi alerjik hastalıklarda tedavi ama­cı ile kullanılmaktadır. Kortizon derivesi olan hidrokortizon adlı madde, özellikle deri ve eklem içi uygula­malarında kortizondan daha etkili olmak­tadır. Ancak bu ilaçların tedavi edici nite­likleri zayıftır. Sadece kişinin o andaki be­lirtilerini ve şikâyetlerini kaldırarak geçici bir rahatlama sağlar. Bugün kortizondan çok daha etkili ve yan etkileri azaltılmış yeni, kortizon türevleri bulunmuştur. Prednison ve Prednisolon, Kortizol ve kortikotropin gibi örneklerini sa­yabileceğimiz bu ilaçlar vücudun sutuz dengesini kortizon kadar bozmamaktadır. Kortizon sindirim kanalından çok çabuk emilir ve vücutta hidrokortizona dönüşe­rek tabii hormon gibi etki gösterir. ACTH (adrenokortikotropin hormon) veya korti­kotropin adlı hormon böbreküstü bezine uyarıcı etki yaparak hidrokortizon salgılanmasını sağlar. Böbreküstü bezi ile hipofiz bu olayda beraber çalışırlar. Kanda kortizon artarsa hipofize baskı yaparak ACTH salgılanmasını durdurur. Böylece kortizon salgısı azalır. Gerektiğinde tam tersi olur ve ACTH salgılanmaya başlar. Tıpta buna feed back mekanizması adı verilir. Kortizon ancak doktor kontrolü altında kullanılabilecek iki tarafı keskin bir bıçak gibi etkili ve tehlikeli bir ilaçtır. Kortikosteroid alanların enfeksiyonlara karşı dirençleri azaldığından eskiden ge­çirilmiş bazı hastalıklar (Akciğer tüberkü­lozu, histoplazmoz, blastomikoz vb.) alev­lenebilir ve bu arada fırsat düşkünü man­tarların yaptığı enfeksiyonlar da sık görü­lür.



Böbreküstü Bezinin Salgıladığı Hormon, Hidrokortizon

28 Şub, 2008 Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-H

Böbreküstü bezinin korteks kısmından sal­gılanan tabii glukokortikoid hormonlar için­de Compound E’ye kortizon, compound F’ye ise hidrokortizon adı verilir. Bu hor­monların organizmada özellikle ara meta­bolizmada önemli rolleri vardır. Protein­den glikoz yapımını uyarırlar. İmmünolojik reaksiyonlarda rol oynayan bazı protein­lerin yapımını azalttıkları için alerji ye ilti­hap olaylarında olumlu etkileri vardır. Hidrokortizon sentetik olarak da yapılmış­tır. Addison hastalığında, Cushing sendromunda, birçok alerjik ve enflamatuvar has­talıkta (romatizma) ve şoklarda başarı ile kullanılmaktadır.



Boğulma ve Soluksuz Kalma-Asfiksi

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Boğulma veya Soluksuz Kalma-Asfiksi

Solunum ve kalp hareketlerinin durmasıyla ortaya çıkan duruma asfiksi denir. En sık rastlanan asfiksi nedeni suda boğulmadır. İnsanın akciğerleri ancak havada gaz şeklinde bulunan oksijeni alacak şekilde yapılmış olduğundan suda boğulur. Çünkü suda çözünmüş oksijeni alıp kullanamaz. Akciğerlere suyun kaçması halinde alve-ollerin hava ile irtibatı kesilir.Hava yollarını tıkayan yabancı cisimler ve bazı hastalıklar da asfiksiye sebep olabilir. Difteri (Croup), larenks ödemi, solunum yolunun tümörleri ve astım bu hastalıklar arasında sayılabilir. Gaz zehirlenmeleri de asfiksi nedenidir. Özellikle iyi yanmayan sobalardan, açık kalan gaz ocaklarından çıkan karbon mo-noksit (CO) gazı ile zehirlenmeler© sık rastlanır.Asfiksi olayında kandaki oksijen yetersiz kaldığından ilk belirti olarak nabız ve solunum süratlenir, temiz hava ihtiyacı artar. Daha sonra kan basıncı artar ve başın çatlayacakmış gibi ağrımasına neden olur. Deride kan damarlarındaki oksijen azlığına bağlı olarak siyanoz denilen morarma başlar. Daha sonra soluk alamama, bilinç kaybı ve kasılmalarla (konvülsiyon) ölüm meydana gelir.Tedavi asfiksi nedenine göre yapılır. Kalp atışlarının devamı ve bol oksijen verilmesi ilk yapılacak yardımdır. Suni solunum ve kalp masajı hayat kurtaracak girişimler o-larak hemen herkesin öğrenmesi ve uygulaması gereken ilk yardım tedbirleridir.



Boğulma

5 Şub, 2008 Sağlık Sözlüğü-B, İlk Yardım

Boğulma

Suda boğulma (Drovvning), deniz, nehir veya tatlı su havuzlarında suyun akciğerlere girmesi sonucu bir insanın havasız kalması demektir. Boğulan kimse eğer denizden erken çıkarılırsa baş aşağı yere uzatılıp suyun dışarı akıtılması sağlanabilir. Tatlı suda boğulanlarda veya fazla vakit geçirildiğinde suyun hepsi alveollere geçtiğinden boşaltılmaya uğraşılmaz. Boğulan kimseye bundan sonra yapılacak yardım kalp masajı ve yapay solunum uygulamaktır. Eğer yarım saatten az bir zaman suda kalmışsa ve onbeş dakika içinde solunuma başlatılabilirse o şahsı kurtarmak mümkün olabilir. Aksi halde akciğer ödemi ve kalp durması sonucu ölüm kaçınılmaz olur. Boğulma dediğimiz olay solunum yolunun çeşitli nedenlerle tıkanması veya akciğerlerin havasız kalması yani asfiksi sonucu da meydana gelebilir. Doğum sırasında çocuğun ciğerleri havasızdır, yani çocuk as-fiktik doğar ve ilk ağlamasıyla akciğerleri bir balon gibi şişer. Yeni aoğanın asfiksisi de dokulara oksijenin gidip gitmemesine bağlı olarak mavi asfiksi (blue asfiksi) veya beyaz asfiksi (asfiksi pallida) şeklinde olur. Yanmamış kömürden veya havagazından çıkan zehirli gazların özellikle karbon mo-noksitin solunması suretiyle de boğulma (suffooation) meydana gelebilir. Böyle bir durumla karşılaşan kimseyi derhal açık havaya çıkarmalı ve yapay solunum yapmalıdır.Ayrıca ölüm cezasına çarptırılan suçluların asılmak suretiyle öldürülmeleri demek olan idam (strangulation) da bir çeşit boğulma sonucu meydana gelen bir durumdur.



Boyun ve Boyun Tutulmaları

5 Şub, 2008 Hormonlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Boyun ve Boyun Tutulmaları

Baş ile gövdenin birleştiği vücut bölümüne boyun denir. Boyun, önde soluk borusu ile arkada yemek borusunun içinden geçtiği ve yedi boyun omuru ile oldukça hareketli bir organımızdır.

Bu bölümde yer alan tiroid bezi önde trakea denen nefes borusunu bir at nalı gibi sarmıştır. Boyunda ayrıca başa ve beyine giden ve oralardan gelen büyük kan damarları, sinirler, omuriliğin boyun bölümü ve kaslar yer almıştır. Öndeki başlıca kas sterno-mastoid kas olup, kulak arkasındaki mastoid çıkıntıdan göğüs kemiği olan sternuma ve köprücük kemiğinin iç ucuna uzanır. Bu kasın altından halk arasında şah damarı diye bilinen karotis atardamarı ve ic juguter toplardamarları geçmektedir. Boyun tutulması, soğuk havalarda, şiddetli bir rüzgâra veya hava cereyanına yakalanan kimselerde geçici olarak meydana gelebilir. Bu gibi boyun tutulmalarına sıcak tatbik etmek ve salisilat, aspirin gibi ilaçlarla kısa zamanda iyileşmesini sağlamak mümkündür.Ancak adalenin fibrozis şeklinde sertleştiği konjenital tortikolis vakalarında tedavi sadece ameliyatla yapılabilir.



Bulantı ve kusmaya karşı kullanılan ilaçlar-Antiemetikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B

Antiemetikler

Bulantı ve kusmaya karşı kullanılan ilaçlara antiemetik adı verilir. Mide ve barsak içeriğinin refleks şeklinde boşalması diye tarif edilen kusma, çeşitli nedenlerden meydana gelir. Mide-barsak bozukluğu, zehirlenmeler, gebelik ve bazı kalp hastalıklarına bağlı olarak kusmalar görülür. Uçak, deniz veya /.tobjis yolculuklarında görülen taşıt tutmasının en rahatsız edici belirtisi de yine bulantı ve kusmadır. Bazı beyin tümörlerinde ise bulantısız kusma meydana gelir. Bütün bu hastalıklarda teşhis konduktan sonra, bazı zehirlenmelerde mide içindekileri boşaltmak için hastayı kusturmak gerekebilir. Bu durumda medulladaki kusma merkezini uyandıracak ilaçlar,örneğin Apo-morfin deri altina yapılır. Veya hastaya lokal emetik denen ilaçlar (Bakır sülfat, çinko sülfat, ipeka kökü v.b.) içirilir. Hastalığa göre tedavi yapılırken bulantıyı azaltmak amacıyla çeşitli ilaçlar verilebilir. Bunların arasında atropin, klorpromazin (Lar-gactil), antihistaminikler (Dramamine, Pos-tadoxine) vitamin B6 (Adervit), Trimetoben-zamid (Emedur) gibi ilaçlar kullanılmaktadır.



Bunama

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B

Zekâ, duygu ve iradeyle ilgili beyin fonk­siyonlarının gerilemesine bunama veya demans denir. Bunama genellikle sinsi bir şekilde başlar, ilerler ve geriye dönüş pek olmaz. Başlıca özellikleri zekâ gerilemesi, bellek bozukluğu ve ileri geri anlamsız ko­nuşma, başkalarının hisleriyle düşüncele­rine ilgisizlik, bazen de idrar ve dışkıyı tutamamak gibi belirtilerdir. Bu nedenle ikin­ci çocukluk diye de tanımlanır. Başlangıç­ta duygusal yaşama, hiddet, sinirlilik ve dengesizlik hâkimdir. Bunayan bir kimse zamanı ve yerleri hatırlayamaz, zaman zaman öfkelenmeler ve cinsel taşkınlıklarla ailesini maddi ve ma­nevi sıkıntıya sokabilir. Bunaklarda soyul­ma, zehirlenme veya işkence görme sap­lantılarına sık rastlanır ve hastanın misil­lemeye girişmesine yol açabilir. Paranoid tipte psikozların yanı sıra intihar veya in­tihar girişimleri görülebilir.



Burun ve Burun Hastalıkları

6 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B

Burun ve Burun Hastalıkları

Burun koku alma organımızdır. Bu görevinden başka solunum yolunun üst ucunu meydana getirmesi ile solunum fonksiyonunda da rol alır.Burun içinde septum denen bir bölme ve dış duvarlardan içe doğru raf şeklinde uzanan 3 çift konka, burun boşluğunu 6 dehliz haline getirmiştir. Kemik ve kıkırdaktan oluşan burun boşluğu mukoza denilen bîr zarla döşenmiştir. Burnun alt kısmındaki sosunum mukozası pembe renklidir, üzerinde hareketli sil denen tüyler vardır. Burun zarının iltihaplanmasına rinitîs denir. Nezle olduğumuz zaman burnun akmasının sebebi bu iltihaptır. Burnun üst kısmındaki koku mukozası ise, sarı renklidir, burada siller yoktur, koku hücreleri bulunur.

Burun ve çevresinde yer alan paranasal sinüs denilen hava boşluklarının bir görevi de havanın ısıtılması ve nemlendirilmesidir. Yabancı cisimlerin burundan atılması için meydana geten reflekse aksırık denir. Burun bölmesinin çarpıklığına tıp dilinde deviasyon denir. Deviasyoniar, burun içindeki polipler ve konka hipertrofileri bazan burun tıkanıklığına sebep olabildiğinden ameliyatı gerektirebilir. Ayrıca burun fonksiyonunu korumak ve düzeltmek, görünümünü korumak ve düzeltmek amacıyla burun ameliyatları uygulanmaktadır. Bu tip burun plastiği ameliyatları yani rinoplasti günümüzde çok yapılmaktadır.



C Vitamini

6 Şub, 2008 Sağlık Sözlüğü-C, Sağlıklı Beslenme, vitaminler-faydalari

C Vitamini

C vitamini veya Askorbik asit en çok limon, portakal, domates, marul gibi taze ve yaş sebzelerde bulunan suda eriyen vitaminler-faydalaridendir. Pişirme sırasında etkisini kaybeder. Bedenimizde birçok fonksiyonlarda enzimler gibi rol oynar. Eksikliğinde kılcal kan damarlarında meydana gelen bozukluk sonucu kapiller tipte kanamalar meydana gelir. Kılcal damarlarrn geçirgenliği yani permeabilitesi bozulduğundan ufak darbelerden sonra bile dokularda kanama görülür.

C vitamini eksikliğinde skorbüt (Scurvy) bir hastalığa eskiden özellikle uzun denizde kalan gemicilerde çok rastlanır.Cünkü denizciler taze sebze yerine hep konserve yemek zorunda kalırlardı. Belirtileri diş etlerinde ve bazı iç organlarda kanama, deri altında çürükler kemik zarı altında kanamalar sonucu ve bacaklarda beliren ağrılar şekinde görülür

Aynca C vitamininin dokuların yenilenmesinde ve organizrnanın enfeksiyonlara karşı savaşında rol oynadığı kabul edilmektedir. Günlük C vitamini ihtiyacı 60 mg. kadardır ve normal besin alan kimselerde eksiklik belirtisi görülmez, enfeksiyonlarda beden savunmasını artırmak bazı kan ve damar hastalıklarında kopiller geçirgenliğini azaltmak ve kanamayı önlemek amacı ile C vitamini kullanılmaktadır.



Çekum

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

İncebarsağın kalınbarsakla birleştiği bölümün altında kalınbarsak barsak kısmına körbarsak veya cekum (caecum) denir. Çekumdan ayrılan parmak şeklindeki barsak çıkıntısı ise apendiks olarak bilinir. Bu bölgenin hastalıkları arasında apendiksin (apandisit) ve cekum kanseri önemlidir.



Çene ve Çene Hastalıkları

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Ağızdaki dişlerin yer aldığı kemiklerin oluşturduğu yüz bölümüne çene adı verilir. Ûst çene maksilla denen iki elmacık kemiğinin birleşmesinden yapılmıştır ve hare­ketsizdir. Alt çene ise mandibula denen tek bir kemikten ibaret olup kulağın hemen önündeki şakak kemiğine oynak bir eklem ile bağlı olduğundan hareketlidir. Bu ek­lem özelliği itibariyle aşağı ve yukarı ha­reket ettiği gibi ileri geri ve her iki yana da oynayabilir. Böylece alt çeneye bağlı kas­lar dişlerin çiğneme, ezme gibi hareketle­ri yapmasını ve ağzımıza aldığımız besinleri öğütmesini sağlar Alt çene kemiğinin oynak başı ile şakak kemiği (temporal ke­mik) arasındaki eklemde bulunan kıkırdak disk bu eklemin hareketini kolaylaştırır. Çene kemikleri üzerinde üstte ve altta 16 olmak üzere 32 diş bulunur ve normalde üst çenede bulunan dişler alt çenedekilerin hafif üstüne taşarlar. Alt çenenin öne taş­ması halinde prognatismus denen durum meydana gelir. Ayrıca çene kemiğinin ufak kalması veya çarpık gelişmesi sonucu çe­şitli anormallikler tespit edilebilir.

Eklem bağlarında bir bozukluk veya çene­ye gelen sert darbeler çene çıkığına neden olabilir. Bu durumda hasta ağzını kapata­maz. Çene çıkıkları daima öne doğru oldu­ğundan bunu düzeltmek için hastanın önünde durmalı ve başparmakları arka dişler üzerine ve diğer parmakları da çene ucu­nun altına yerteştirmelidir. Bu durumda başparmaklar aşağı doğru, diğer parmaklar da yukarı doğru bastırırsa, kasların alt cene başını eklem yuvasının içine çekme­lerine yardım edilmiş ve çenenin yerine oturması sağlanmış olur.

Dişlerde ve çenede meydana gelen bozuk­luklar cene cerrahisi ve ortodonti bölüm­lerinin müşterek çalışması ile operasyon­la ve protezlerle düzeltilebilirler.



Çiçek Hastalığı

8 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Çiçek hastalığı (small pox) (variola) deride çukurlaşmış yara izleri bırakarak iyileşen, bulaşıcı, infeksiyöz hastalığıdır. Etkeni olan çiçek virüsünün iki tipi vardır. Variola majör ve variola minör adı verilen bu iki tip hastalıklar birbirine çok benzer, ancak ilkinde ölüm oranı daha fazladır. Hasta kimselerin burun ve boğaz akıntılarında deri kabarcıklarında, çiçek hastalığının iyileşmesiyle dökülen yara kabuklarında, idrar ve dışkısında hastalık etkeni olan virüs bulubur. Hastalık, bu kaynakların herhangi birinden yayılır ve bağışıklığı olmayan kimselere kolayca ve hızla bulaşır. Eskiden geniş kitlelere yayılırken zamanımızda aşılama ve hijyenik şartların iyileşmesiyle olay sayısı azalmış, hatta hastalık yok edilmiş sayılır.



Çıkıklar

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Herhangi bir eklemde, oynak yüzlerin birbirine olan bağlantılarını yitirmesine ve normal olmayan yeni bir durum almasına çıkık (luksasyon) adı verilir. Çarpma, düşme veya herhangi bir darbe sonucu eklem kapsülünün bir yerinden yırtılması ile çıkık meydana gelebilir. Böylece kemiklerin oynak yüzlerinden biri eklem boşluğunun dışına çıkabilmektedir. Ancak doğuştan meydana gelen çıkıklarda kapsülün yırtılmadan, gevşeyip bollaşmasıyla da çıkıklar meydana gelebilmektedir. Bazı kırık olaylarında da sonradan yapılacak anormal hareketler sonucu çıkıklar oluşabilir. Çıkık meydana gelen eklemde kemiklerin pasif hareketleri ortadan kalkmakta, adelelerin aktif hareketleri de oynak çalışmadığından yapılamamaktadır.Çıkığın derecesine göre tam çıkık veya yarı çıkık (subluxatio) deyimleri kullanılabilir. Bazı çıkıklar sağlam eklemlerde herhangi bir zorlama (travma) sonucu meydana geldiği halde bazen hiçbir zorlama olmadan kendiliğinden de çıkık meydana gelebilir. Bunlara patolojik veya spontan çıkıklar denir. Bu gibi olaylarda, oynaklarda doğuştan veya sonradan olma bazı kusurların varlığı (artritis deformans, osteomiyelit, kemik tüberkülozu v.b.) eklemde kolayca bir çıkığa neden olmaktadır. Bazı kemiklerde ilk çıkıktan sonra basit bir nedenle tekrarlayan, alışkanlık haline gelen çıkıklar oluşur. Bunlara çıkık alışkanlığı veya habitüel luksasyon denir.Çıkıklar genellikle organın çevre kısmındaki kemiğin adı ile isimlendirilirler, örneğin dirsek oynağfının çıkığında ön kol çıkığından söz edilir.Çıkıklar bir güç etkisiyle oluştuğu halde çıkığı hazırlayan bazı faktörler de önemlidir. Çok hareketli olan, dış etkenlerle fazla karşılaşan ve oynak yüzleri arasındaki nisbetsizlik nedeniyle bazı eklemlerde çıkık daha fazla görülür. Gerçekten de bütün çıkıkların %50’sini omuz çıkıkları oluşturur. Ondan sonra dirsek çıkıkları, el ve parmak çıkıkları gelir

Çıkık meydana gelen eklemde kendiliğinden beliren ağrılar ve oynak bağlarının yırtılmasından meydana gelen kanama nedeni ile eklem çevresine kan oturması yani hematom görülür. Hasta bazı hareketleri yapamaz hale gelir. Ayrıca kırıklardan farklı olarak çıkıklarda tabii olmayan bir tutukluk (fiksasyon) vardır. Oynak bağlantısının bozulması nedeniyle durum ve şekil bozukluğu yani dislokasyon ve deformite belirtileri doktorlara çıkığın teşhisinde yardımcı olur. Olayın meydana geliş biçimini dinleyen, göz ve elle muayene eden bir doktor, çıkığı teşhis edebilir. Ayrıca röntgen filmi çekilerek durum daha kesin bir şekilde saptandıktan sonra bazı manevralarla çıkan kemikler eski yerlerine konur. Bu işleme repozisyon denir. Bu gibi manevralarda esas olan prensip çıkığın oluşunda geçen aşamaları, ters yönde taklit etmektir. Bu amaçla anestezi altında önce adaleler gevşek bir duruma getirilir ve kemikler karşı yönlerden çekilmek, yani ekstansiyon yapılarak oynak yüzlerinin karşılıklı gelerek çıkığın yerine yerleşmesi sağlanır. Ortopedik yöntemlerle düzeltilemeyen bazı çıkıkları, cerrahlar operasyonla düzeltmek zorunda kalabilirler.Yerine getirilemeyen eski çıkıklarda zamanla aynı yerde yeni bir oynak (neoart-hrosis) meydana gelebilir. Ancak hareket yeteneği azdır ve bu gibi olaylarda operasyon gerektir.



Çil

8 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Çil (efelid) daha çok sarışın ve kızıl kimselerde, bazen ikinci çocukluk çağı da denen yaşlarda beliren, yüz ve el sırtları ile kollarda görülen sarı sincabi veya kahverengi ufak lekelerdir. Melanin pigmenti toplanması sonucu, çiller, yazın güneş altında çoğalır, kışın azalır. Dejenere olmayan bu lekelere estetik amaç ile soldurma veya soyma tedavileri uygulanabilir.



Cinsel Bozukluklar,Seksüel Uygunsuzluklar,Sapıklıklar

8 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-S

Seksüel Uygunsuzluklar, Sapıklıklar, Cinsel Bozukluklar

Cinsel arzu, tıp dilindeki deyimiyle libido orgazmla doyuma ulaşma ve zaman zaman duyulan bir cinsel heyecan özlemidir. Cinsel içgüdünün doğrudan doğruya bir belirtisidir. Bazen anormal veya aşırı cinsel arzular mevcuttur. Aşırı cinsel arzu duyan kişiler günde iki, üç orgazm ile tatmin olurlar (hiperseksüalite). Çok kere beyin hasarı, akıl geriliği veya psikopatiden ötürü cinsel arzunun artması görülebilir. Bu gibi durumlarda erkekler için Satiriasis, kadıniar için Nemfomani terimleri kullanılır.

Cinsel bozukluğu olan kimselerin çok az bir bölümi tedavi için doktora müracaat ederler. Hasta suçluluk duygusu içinde zamanla bu derdini çözebileceğini ümit eder veya homoseksüellerin çoğunda olduğu gibi halinden memnundur. Birçok olayda hasta evlidir, iyi bir baba veya annedir, toplumda sevilen bir insandır. Cinsel sapıklığını bazı dönemlerde gizlice sürdürür. Karısı gebe iken ve ilgisinin azaldı-ğını duyduğu zaman veya bütün hayatı boyunca kontrol ettiği gizli bir isteği içki veya duygusal bir bozukluk nedeni ile engelleyemediği zaman başvurabilir.

Cinsel isteklerle ilgili aşırı bir davranış yüzünden tutuklanan kişi için psikiyatrik muayene gereklidir. Suçun duygusal bir bozukluk yahut bunama başlangıcı veya bir akıl hastalığı sonucu olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Cinsel fonksiyon bozukluklarının başında hastanın kendini veya eşini tatmin edemediği iktidarsızlık (empotans), cinsi temasın ağrılı olması (dispareunie) veya cinsel isteğin olmayışı yani soğukluk (frigidite) dediğimiz durumlar gelir.

Karşılıklı iki cins arasında geçen ve koitus denen cinsi temasla sonuçlanan sevişme şekilleri normal cinsi davranışlardır. Cinsel sapıklıklarda ise ya obje bakımından ya da hedef bakımından normalden sapma vardır.

Kişinin cinsel heyecan yaratmak amacıyla kendi dış genital organlarını uyarması yani mastürbasyon (onanizm) yapması, kendi cinsinden bir kimse ile temas kurması (homoseksüalite), hayvanlarla temas kurması (bestialite), duygusal nitelik taşımayan canlı veya cansız bir nesne ile cinsel uyarıma ulaşmaktan hoşlanması (fetişizm), cinsel organları gözlemek, halk deyimiyle röntgencilik yapmak (skoptofili), cinsel temas için anüs yolunu kullanmak (sodomi), cinsiyet organlarını açıp göstermek (eksibizyonizm), acı vererek cinsel orgazma varmak (sadizm) veya acı çekerek, aşağılanarak, kırbaçlanarak zevke ulaşmak (mazohizm) gibi davranışlar değişik sapıklık örnekleridir. Bu bozuklukların nedeni ile ilgili bilgiler çok sınırlıdır.

Psikodinamik açıdan normal cinsel olgunlaşma seyrinde bir gecikme yahut cinsel gelişmedeki bir sapmadan ileri geldikleri düşünülmektedir. Çocuğunun üzerine düşen otoriter bir anne, zayıf yahut sert bir baba gibi faktörlerin çocukta cinsel gelişme eksikliğine yo! açtığı ileri sürülmüştür. Bazı homoseksüalite olaylarında yapılan genetik incelemeler kromozomlara bağlı bir bozukluğu işaret etmektedir. Cinsel sapıklarda hormon tedavisi ile libidonun azaltılmasına çalışılır. Östrojen hormon yapılarak erkek hormonunun çalışması dengelenir.



Cinsel Eğitim

8 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Çocuk Sağlığı

Cinsel Eğitim

Her ne kadar yetişkinlerden farklı şekilde ve anlamda da olsa, çocuk ilk yaşlarda vücudu ve karşı cins hakkında merak duyar. Çocuk, üç - dört yaşlarında kendisi ve nereden geldiği hakkındaki soruları korkmadan ve çekinmeden sormaya başlayacaktır. Bu sorular onun merakını giderecek ve yeterli bilgiyi verecek şekilde doğru olarak yanıtlanmalıdır. Bu ilk dönemlerde genellikle bir veya iki özetleyici açıklama yeterli olacaktır.Cinsiyet tabiatın devamlılığında temel unsuru meydana getirir. Çocuğun bu konuda merak duyması çok doğaldır. Gelişiminin ilk beş veya altı yılında olan bir çocuğun cinsiyet yönünden davranışları, bazı psikologları cinsiyetin bütün hayatın biçimlenmesinde ve gelişiminde en önemli faktörlerden biri olduğu sonuouna götürmüştür. Bu davranış hayatın gelişimi ile şekillenmeye başlar, yaşadığı her olay çocukta izler bırakır. Bunun için bazı otoriteler, cinsel eğitimin evde ve doğumdan ibaren başladığını kabul ederler.Anne ve babalar cinsiyet hakkında nasıl davranırlarsa onların birbirlerine karşı ta-wrian nasılsa, çocuğa da öyle yansır. Eğer anne. cinsiyetin tiksindirici, tehlikeli ve do-|un yapmak için katlanılan bir külfet olduğu duygusu ile hareket ederse, belki de çocuğun geleceğindeki sıkıntılı problemlerdi tohumlarını ekmiş olacaktır. Örneğin, karısını aşağılayan bir baba, cinsiyet koausunda. çocukta yıllarca süren gizli iç çatışmalara yol açabilecek bir davranışa neden olabilir.çocuk çok küçükten kadın ve erkek arasndaki farkları seslerinden, görünüşlerin babasının sakalından, elbiselerinden ve babanın ev içi işlevlerindeki farklısından hisseder. Doğruluk, sevgi ve samimiyetin olduğu bir evde, çocuk, bu farklılıklar ve cinsel konular hakkında sorular sormakta kendisini özgür hisseder. Eğer

baba utangaç ve bağnaz ise veya cinsellik ile ilgili konuları dokunulmaz yani tabu olararak nitelemişse, çocuk da cinsiyeti ve

cinsel organlarını utanılacak ve iğrenç organlar olarak tanıyabilir. Zamanla çocuk, cinsiyeti, hayatın devamının doğal bir seyri yerine ‘kirli’ bir olay olarak düşünür.Ana babaların, çocuklarının sorularını cevaplamada karşılaştıkları en önemli zorluklardan biri de konuşurken kullanacakları doğru terimlerin eksikliğidir. Çocuk genellikle diğer çocuklardan cinsiyet hakkında bir şeyler kaptığında, kelimeleri hoş olmayan kalıplarla karışmış bir biçimde öğrenir. Anne ve babalar bunu önlemek isterler, fakat genellikle doğru kelimeleri ve yaklaşımları bilmemeleri onları engeller. Doğru deyimlerin bilinmesi, ana ve babayı soruları anında, bir imaya ve de utanmaya yer vermeden basitçe cevaplayabilir hale getirecektir. Cinsiyet doğadaki her canlıda, bitkilerde, kuşlarda, hayvan hayatında vardır. Biyolojinin temelini kavramak, ana - babalara sadece terimleri değil fakat konuya yaklaşım şeklini de öğretebilir.

Cinsel öğretimde bilimsel dil kullanılabilir. Fakat bu, özellikle ilk yıllarda adeta bir sanattır. Çocuğa o sorana kadar bu konularda bir şey anlatılmamalıdır, gerçi sorduğunda gerçek söylenmelidir ama hepsini bir seferde anlatmaya gerek yoktur. 4-5 yaşlarında bir çocuk genellikle ayrıntılı bir açıklamayı istemez ve ayrıntıları kavrayamaz. Ona anlatılacak gerçek, onun anlayabileceği gibi olmalıdır. Böylece kendi vücudunun nasıl annesinin vücudunda (içinde) olduğunu soran 5 yaşında bir çocuğa babasının, annesini sevmesinin bunun nedeni olduğunu söylemek yeterli olacaktır.Çocuğa ilk yıllardaki bir açıklamada (ergenlik çağında daha ayrıntılı) ne anlatılmalıdır? Cinsiyet hayatın bir parçasıdır ve bunun öğretiminde zaten duyarlı olan çocuğa gereksiz vurgulamalar yapılmamalıdır.

Eğer çocuğa ilk yıllarda basit ve gerçek cevaplar verilirse, çocuk ergenlik çağında karşılaşacağı problemlere daha iyi hazırlanmış olacaktır. Gelişen bir genç kızı ve delikanlı kendilerinde meydana gelen değişimin doğurduğu telaş ve korkuya karşı önceden aydınlanmış olur. Böylece herkeste beliren ve soyun devamı için gerekli olan doğal cinsiyet dürtüsünü anlamakta güçlük çekmez.

Böylelikle de, çocuk, ergenlikteki değişimleri korkusuzca, utanmadan ve ürkmeden kabullenmeye hazırlanmış olur. Kızlar, erkeklerden daha erken gelişirler, âdet kanamaları başlamadan önce, onları buna hazırlamak gerekecektir. Hazırlıklı olmayanlar için bu olay ürkütücü olabilir. Aynı şekilde erkek çocuklarda geceleri meni akıntısı başlaması da korkutucu ve iğrendirici olabilir.

Başlangıçtan beri çocuğa bir cinsiyet eğitimi vermek isteyen anne ve babalar için bunun en uygun yolunun ne olduğu çözümlenmiş değildir. Bu konuda bazı kitaplar gösterilebilir ve örnekler verilebilir. Ana ve babanın cinsiyet hakkındaki davranışlarını uygun bir şekilde yerine getirmelerinin çocuğun gelişimi üzerinde çok önemli olduğu bilimsel açıdan da kabul edilmiş bir gerçektir.Çocukların cinsel konularda soracakları soruları onun anlayacağı şekilde yanıtlaman, hiçbir zaman tersleyip ayıplamamalıdır.



Çocuk Bakımı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Çocuk Sağlığı

Çocuk Bakımı

Yeni doğan bir bebeğin aileye ne tür sorumluluklar getireceği bilinmez. Anne ve baba altından kalkamayacakları bir sorunla karşı karşıya kaldıklarını düşünürler. Bu yanlış bir düşüncedir.Evvelce çocuk bakımı konusunda kesin reçeteler vermeye alışık olan çocuk doktorları, günümüzde, her bebeğin boyca, kiloca, renkçe v.b. yönlerden farklı birer yaratık olduğunu düşünmekte ve hoşlandıkları şeyler, duyguları, uyku alışkanlıkları, büyüme biçimleri, huylan bakımından da farklı olan bebeklerin katı bir anlayış içinde büyütülmemeleri gerektiğini savunmaktadırlar.

Her bebek, ayrı bir insan olarak ele alınıp ona göre yetiştirilmelidir. Ama her zaman ne yapılması gerektiğini hep doktorunuzdan beklememelisiniz. O size genel olarak izleyeceğiniz yol konusunda birtakım şeyler söyleyebilirse de, bunları kendi bebeğinize uygulayacak olan sizlersiniz. Bu yüzden anne ve baba, kendi yargılarına güvenmek zorundadırlar. Teorik bilgi her zaman pratik deneyimin yerini tutamaz.

Benek doğuşta ortalama 3,5 kilogram kadar ağırlıktadır. Kızlar 250 gram kadar hafif olurlar. Beş kiloya kadar doğabilmektedir. İki kilo beş yüz daha az doğan bebekler erken doğmuş sayılırlar ve bu özel bakıma alınırlar. Çoğu beş-altıncı ayda kilolarının iki katına çıkarlar. Doğuşta boy 48 ilâ 53 santimetre arasındadır. Bir yaşına bastığında bebeğin boyu daha uzamış olur. Doğuşta baş ile göğüs çevresi eşittir. Sonra baş hızla büyür ve bir yaşına bastığında cevresi 4 santime yakın artış gösterir.Kafatası kemikleri yumuşaktır ve çocuk bir yaşına kadar tek bir tarafa uzun süre yatmamalıdır. Bir emzirmede soluna, ötekinde sağına yatırılmalı, hem yüzüstü, hem de sırtüstü yatmaya alıştırılmalıdır. Kafatasında iki yumuşak bölge olan bıngıldaklar, kemiklerin kaynaşmadıkları bölgelerdir. Başın arka kısmındaki bıngıldak dördüncü ayda, öndeki bıngıldak ise onsekizinci ayda kapanır. Bıngıldaklara özel bir bakım gerekmezse de, buraları ellemek, bastırmak doğru değildir.

Yürüme : Bazı çocuklar yedinci ayda emeklemeye başlar. Bazıları, emeklemek için onuncu, hatta onbirinci ayı bekler. Birinci yılın sonunda, çocuk kolayca ayakları üzerinde dikilebilmeli ve tutunarak yürüyebilmelidir. Elinden tutulursa genellikle onikinci ayda yürür. Yardım edilmemesi halinde yürüme normal olarak oniki ile on altıncı aylar arasında başlar. Tabii, bazıları daha hızlı gelişir ama, çocukların yüzde 4O’ı bir yaşında, yüzde 6O’ı da on dört ayda yürüyebilir. Şişman veya hastalık geçiren çocukların yürümeleri iki yaşına kadar gecikebilir. Bazen kaygan bir zemin, tıkış tıkış bir oda ya da sıkan bir ayakkabı, çocuğu yürümekten alıkoyabilir. Kaslarda hastalık, raşitizm veya sinirlerde hasar sözkonusu olabilirse de bunlar çok seyrek görülen şeylerdir. Yürümeye isteksiz çocuğu anne-baba sabırla karşılamalı ve o yürümeye hazır olmadan zorlamaya gitmemelidir. Yeni yürümeye başlayan başka çocukların yanına koymak da, çocuğu yürümeye teşvik edici bir unsurdur.

Görme ve İşitme : Doğduktan sonra bebekler ışık ile karanlığı ayırdedebilirler ama, iki haftaya kadar dikkatlerini bir eşya üzerinde toplayamazlar. Genellikle dört hafta sonra bir şeye bakabilir ve iki aylıkken hareket halindeki bir eşyayı gözleriyle izleyebilirler. İlk aylarda gözünü bir noktada toplamakta güçlük çekeceğinden çocuk şaşı bakıyor sanılabilir. Bu durum kısa zamanda kaybolur, endişelenmeye gerek yoktur.

Doğuştan kısa süre sonra bebekler gürültü ve sesleri tanırlar ama bir sesi diğerinden ayırdetmesi için iki-üç ay geçmesi gerekir. İki-üç aylık bebekler müzik dinlemekten hoşlanırlar ve bazen bu durumda ağlamayı bile keserler.

Tad alma : Bebeklerin gelişkin bir tad alma duyguları yoktur. Ancak tatlı ve ekşi besinleri birbirinden ayırt edebilirler.



Çölyak Hastalığı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlıklı Beslenme, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

Çocuklarda barsaklarda yiyeceklerin, özellikle yağların emilememesi sonucu meydana gelen hastalığa çölyak (Coeliaç) veya selyak hastalığı denir. Hastalık ailevidir ve sebebi buğday, arpa, yulaf ve çavdarda bulunan glüten ve gliadin adındaki proteine olan duyarlılıktır. Sonuç olarak yağ asitlerinin sindirimi bozulmuştur.Sağlıklı bebeklerin 6-9 ayları arasında unlu gıdalarla beslendiklerinde kilo kaybettikleri, huzursuzlaştıkları, açık renkli, pis kokulu yağlı bir dışkı (steatore) çıkardıkları görülmüştür. Bir süre sonra mide şişmeye başlar, kol ve bacaklar aşırı derecede zayıflar, çocukta kötü beslenmeyle ilgili hastalıklar (anemi, raşitizm v.b.) meydana gelebilir.

Tedavide glutensiz beslenme önemlidir. Bu amaçla bazı ülkelerde glutensiz (mısır veya pirinçten yapılmış) özel un ve ekmekler satılmaktadır. Ayrıca anemi için B12 vitamini verilir.



Cücelik ve Çeşitleri

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C

Yaşına göre benzerlerinden kısa olan veya erişkinlerde boyu 1 metreyi geçmeyene cüce denir. Çocuklar bazen 16 yaşına kadar büyümede gecikme gösterebilirler Ayrıca bazı hastalıkların örneğin diyabet, konjenital kalp hastalıkları ve böbrek hastalıklarının seyrinde de büyüme ve gelişme kusurlarına rastlanabilir. Cüceliğin değişik tipte olanları vardır. Sık görülen prımordial cücelik denen şeklinde bebek daha doğarken küçüktür. Baş, gövde, kol ve bacakların birbirine oranı normaldir. Boy kısalığı çocuğun yaşıtlarından geri kalması ile belli olur. Kemik yaşı normaldir. Cinsel gelişmesi tamdır. Bazı olaylarda doğuştan kalp hastalıkları, zekâ geriliği bulunabilir. Cüceliğin nedeni belli değildir ve büyüme hormonları bu vakalarda etkisizdir.Hipofizer veya pituiter cücelik denen şekilde ise, beyinde hipofizin eozinofil hücrelerinin eksikliği söz konusudur. Uzun kemiklerin epifizlerinin kapanmaları gecikir ve çocuk 3 yaşına geldiğinde cüceliği fark edilir. Baş büyük, burun kökü çöküktür. Büyüme hormonu (Grovvth hormon) bir nedenle salgılanmamaktadır. Bazı vakalarda diğer hormonların eksikliğinin beraber görülmesi (hipoglisemi ve hipotiroidi bulguları) ile cüceliğin hipofizer kökenli olduğu anlaşılır. Erken ve doğru teşhis edilecek olursa büyüme hormonu (Asellacrin) verilerek cüceliğin önlenmesi mümkün olabilir.

Fröhlich sendromu, şişmanlık, boy kısalığı ve seksüel gerilikle ortaya çıkan ve beyin tabanında bir kistin neden olduğu ender görülen bir hastalıktır. Bu belirtilere ek olarak zekâ geriliği, göz bozukluğu (retinitis pigmentosa) ve parmak yapışıklığı belirtileri (sindaktili) gösteren Lourence-Moon-Biedl sendromu ise herediter otosomal bir hastalıktır.

Akondroplazi denilen kalıtımsal diğer bir cücelikte ise gövde normal büyüklükte olmakla beraber kol ve bacak kemikleri kısadır. Hastalık kıkırdakların kemikleşme-sindeki anomali sonucunda oluşur. Sırtta kifoz denilen kamburluk, bel bölgesinde ise içe doğru eğriliğin artması yani lordoz vardır. Eklem bağlarının gevşekliği nedeniyle tipik ördek yürüyüşü görülür. Doğuştan tiroid hormonunun eksikliği de kretenizm denilen cüceliğe neden olmaktadır. Baş, vücuda oranla iri, kol ve bacaklar kısa ve kaba yapılıdır. Dil büyük, ağıza sığmaz gibi, saçlar kalın, seyrek, deri soğuk ve kurudur. Tiroid hormonları ile yapılacak erken tedaviye rağmen zekâ geriliğini düzeltmek her zaman mümkün olmaz.

D vitamini eksikliğine bağlı raşitizm hastalığında, ender bir hastalık olan ve mavi sklera, sağırlık, kendiliğinden kemik kırılması gibi belirtilerle teşhis edilen osteo-genesis imperfektada ve glikojen metabolizma bozukluğu sonucu oluşan Von Gierke hastalığında da boy kısalığı belirgindir.



D Vitamini

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlıklı Beslenme, vitaminler-faydalari, Çocuk Sağlığı

D vitamini, bedenimizdeki provitamin denen bazı maddelerden (ergosterol) güneş ışınları etkisiyle oluşan bir vitamindir. Deride meydana gelir ve karaciğerde depolanır. Yağda eriyen bir vitamin olarak ayrıca balıkycğında, süt ve sütten yapılcn besinlerde bulunur. Kemiklerin gelişmesinde kalsiyum ve fosfor elementleri kadar gerekli olan bir vitamindir. Eksikliğinde çocuklarda raşitizm, büyüklerde ise osteo-malasi denen kemik hastalıkları meydana gelir.Çocuklarda, gebelerde ve çocuklarını emziren annelerde D vitamini ihtiyacı günde 400 ünite kadardır. Ancak fazla miktarda D vitamini almak da doğru değildir. D hi-pervitaminczu belirtileri görülebilir. İştahsızlık, bulantı, kusma, karin ağrısı ve kabızlık oluşabilir.D vitamini de tek bir vitamin değildir. Dt , D, ve Di vitaminler-faydalarii bulunmuştur. D vitamini preparatları en çok süt çccukiarına yapılmaktadır. Ayrıca D vitamini bazı romatizma ve cilt hastalıklarında kullanılmaktadır.



Damak ve Bozuklukları

9 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Ağzın tavanı olan damak üst çene kemiklerinin uzantılarının arkada birleşmesi ile meydana gelmiştir. Önde sert damak (Palatum durum) dediğimiz kısım kemikten, arkadaki yumuşak damak (Palatum mclle) ise kaslardan meydana gelir ve küçük dil (uvulo) denilen ufak bir çıkıntı ile uzanır. Damağın üzeri ağız mukozası ile örtülüyor. Yumuşak damak ağız ile yutağı birerinden ayırır. Yutkunduğumuz zaman yükselir ve nefes borusunu kapatır.Damak kemiklerinin doğuşta tam birleşmesi yarık damak denilen kusuru meydana getirir. Dudakların da tam birleşmediği yarık damak kusuru ile beraber görüldüğünde kurt ağzı denilen durum meydana gelir. Böyle bir doğuştan kusurluluk hali çocuğun hem beslenmesini hem de konuşmasını güçleştirir. Tedavisi ancak ameliyatla mümkündür.



Demir

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Proteinler, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Demir vücudumuzdaki kanın rengini veren hemoglobinde ve ayrıca kimyasal oksidasyon olaylarında rol alan bazı fermentlerde (sitokron fermentleri) bulunan bir elementtir. Demirin büyük bir kısmı hemoglobinde (% 70), ufak bir kısmı adalelerdeki miyoglobinde (% 3) bağlı olarak bulunur. Günlük demir kaybı 1 mg. kadardır. Kadınların aybaşı kanamalarında ise toplam demir kaybı 20-330 mg’a ulaşır. Özellikle gebelikte annelerin demir ihtiyacı çok artar. Demir eksikliği, kanamalarda, gebelikte, bazı mide ameliyatlarından sonra ve besenme bozukluklarında görülür ve sonuç olarak anemi dediğimiz bir çeşit kansızlık meydana gelir. Gıdalarda demir bulunduğu halde emilme bozukluğu ve mide asidinin eksikliği v.b. nedenlerle de kansızlık oluşabilir.

İki değerli demir yani ferro bileşikleri, üç değerli yani ferri bileşiklerine oranla daha kolay emildiğinden demir tedavisinde ferro sülfat (ferro gradumet), ferro fumcrat (fermasol), ferro tcrtrat (ferro bifacton) v.b. şeklinde ve ağızdan verilmektedir.

Demirli şuruplar veya tabletleri alan kimselerin dışkılarının siyaha boyanacağını bilmeleri faydalıdır.

Emilme bozukluğu bulunan ve ağızdan demir alamayanlar için parenteral yani iğne şeklinde verilmek üzere hazırlanmış preparatlar (İron-Dextan, İron-Sorbitex) da vardır. Fazla miktarda demir alınırsa mide krampı, ishal gibi yan tesirleri görülebilir. Demir zehirlenmesinde ise şeleyting ajanlar (Desferal) kullanılır.



Depresyon-Melankoli

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-M

Hippokrat’ın M.Ö. 4. yüzyılda tanımladığı dört delilik tipinden biri olan melankoli deyimi artık kullanılmamakta, yerini depresyona bırakmış bulunmaktadır. Depresyon terimi ruhsal bir durumu, bir sendromu ve bir hastalığı yani melankoliyi tanımlamak üzere üç anlamda kullanılmaktadır. Depresyon ruhsal bir durum olarak insan yaşamının bir parçasıdır, günlük sıkıntılar, hayal kırıklıklarına karşı bir tepki olarak gelişir. Depressif psikoz hastalığı ise manikdepressif psikoz adı ile akıl hastanelerinde yatan hastaların % 35-40'ında görülür. Bunlara psikotik yahut endojen depresyon da denir.

Nörotik yahut reaktif depresyonda ise klinik tablo melankoliden daha az belirgindir, Çok kere önemli bir kayıp veya hayal kırıklığından (terfi edememe, bir nişanın bo-ılmcsi gibi) sonra başlar ve tatminsizlik ortamında gelişir. Başlangıç çok kere sinsidir. Bazen karamsar dönemler arasında tek tuk normale yakın «iyi günler» olur. Ağlama tipik bir belirtidir. Genellikle kendine acıma, suçluluk duygusundan daha belirgindir ve hasta sonunda kliniğe yatırılmadan önce çok kere intihar girişiminde bulunur ama ölüm genellikle önlenir.

Depresyonların bütün çeşitlerine kadınlarda erkeklere oranla iki kere daha fazla rastlanır, Parkinsonizrn, serebral arterioskleroz başlangıcı, teşhis edilmemiş gizli tümörlerin mevcudiyeti gibi durumlarda bu hastalık belirtilerinin yanı sıra, depresyon da görülür. Bu nedenle bütün yaşlılarda görülen depresyonlarda fizik muayene şarttır.

Son yıllarda biokimya araştırmaları çeşitli endokrin bozukluklarının yani beyindeki katekoiamin metabolizmasındaki değişmelerin, depresyona yol açtığını göstermiştir. Etkili antidepresan ilaçların (Amitriptiiin, İmipramin) bulunmasıyla depresyonların tedavisi mümkün olabilmektedir.



Devlik ve Çeşitleri, Aşırı Uzun Boylu Olmak

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hormonlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Hipofiz bezinin tümörlerinde meydana gelen gelişme hormonunun gereğinden çok üretilmesine bağlı olan büyümelere devlik veya jigantizm denir. Bu şekilde bir hastalık sonucu 2 metreden 2,5 metreye kadar üzün boylu insanlar meydana gelir. Boyun uzaması, normalde uzun kemiklerdeki epifiz denen kemik uçlarının büyüme devresindeki çalışması sonucudur. Bu gelişme ergenlik çağının sonunda yani 20 yaş dolaylarında durur. Ergenlik çağından sonra meydana gelen tümörler ise aneak vücudun el, cyak, çene gibi uç kısımlarının uzaması şeklinde görülen Akromegali denen durumu meydana getirir. Jigantizmde görme bozuklukları, cinsel yetersizlik, şekersiz diabet (diabetes insipi-dus) gibi başka belirtiler de crtaya çıkar. Bu gibi devler göründükleri kadar güçlü değildirler.Bu gibi tümörler görme sinirine basınç yaparak körlüğe sebep olabilirler. Körlüğe engel olmak üzere bu tür tümörler beyin cerrahları tarafından ameliyatla çıkarılmaktadır.



Dil ve Hastalıkları, Dil Yarası

14 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Boğazın tabanına bağlı olarak hareket edebilen, adeleden oiuşmuş bir organdır. En önemli görevleri, çiğnemeye yardımcı olmak, besini yutmak, tad almak ve konuş­ma fonksiyonunu sağlamaktır. Tad alma kabarcıkları, dilin her iki yanın­da bulunur. Bunlara papilla da denir. Di­lin üzerinde, ağzın bitiştiği yerde ve gırt­lakta da bulunurlar. Ince bir zar, dilin alt yüzeyini, ağzın tabanına bağlar. Frenilum da denen bu bağ bazen çok kısa olur ve çocuğun peltek konuşmasına yol acar. Basit bir operasyonla bu durum küçük yaşlarda giderilebilir.

Normal olarak dilin rengi pembemsi beyaz, nemli ve temizdir. Dilin kuru olması, koyu renk alması, üzerinde tüy bulunması, has­talık belirtisi sayılır, insanı rahatsız eden şikâyetlerden biri de dildeki yanma ve acı duygusudur.

Kızıl hastalığında, dil şişer, üzerinde kü­çük kabarcıklar belirir ve parlak, kırmızı bir renk alır. Bu görünüm çileğe benzedi­ğinden çilek dili adı verilir.

Dilin mikropla, mantarlar ve virüslerle eh-fekte olmasına veya sivri ve çarpık dişler yüzünden iltihaplanmasına glossit denir. -

Dil yanması çoğunlukla sindirim sistemin­deki bozuklukla ilgilidir. Bu durumda, sin­dirim sistemi şikâyetlerini gözden geçir­mek üzere doktora gitmek faydalıdır.

Bazı vakalarda dildeki yanmanın ve yara­ların, dişlere dolgu yapılması sonucu or­taya çıktığı anlaşılmıştır. Dolgu yerindeki elektrik potansiyelinin farklı olması bu du­rumu doğurur.

Bazen dilin yüzeyi, düzgünlüğünü yitirip girinti çıkıntılarla dolabilir. Bu duruma coğrafya dili denir. Bulaşıcı değildir. Ba­sit antiseptiklerle, ağız yıkamayla, vitamin bakımından zengin, demir ve karaciğer gi­bi kansızlığa karşı maddeler içeren besin ve ilaçlarla tedavi edilebilir. Papillaların aşırı uzayarak küçük siyah kıllar şeklini almasına siyah kıllı dil (Lingua nigra pilosa) denmektedir. Sebep olarak bazı mantarlar, mikroplar ve antibiotikler gösterilmektedir.



Diş Bakımı

15 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Diş Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Ağız temiz­liği ve diş bakımı küçük yaşta edinilecek alışkanlıkla kolay çözülebilecek bir sağlık sorunudur.

Dişlerin çürümesine yol açacak şekerli yi­yeceklerden kaçınmak, mevcut bakterile­rin cinsini ve sayısını azaltmak için bunların üreyebileceği girinti ve çıkıntıları te­miz tutmak, ağız dokularının sağlıklı kal­masını temin etmek gereklidir.

Ağızdaki dolgu, kron, protez kenarları, kroşeler, protez plakları arada kontrol et­tirilmelidir. Dişlerin dizisi ne kador sıkışık ve düzensizse o nisbette bakım gerektirir. Ağız ve diş bakımını sağlayacak temizlik araçları arasında diş fırçası, ipek ipliği, karbcn asidi ve oksijenle işleyen temizle­me aletleri, spray ve nihcyet su, diş tozu, diş patı ve ağız suları sayılabilir.

Dişlerin fırçalanması ilk olarak ağızda mey­dana gelen fena kokuyu (halitosis) gider­meye, dişter arasında sıkışıp kalan artık-Icrı yok etmeye yarar.

Bir diş fırçasının ağzın anatomik durumu­na uyacak şekil ve büyüklükte seçilmesi, kendisinin de temizlenebilen, hatta dezenfekte edilebilen yapıda olması gereklidir. Fırça başı ne kadar küçük olursa ağız boşluğunu ve dişlerin arkasını, girilmesi güç olan yerlerini o kadar iyi temizler ve dişeti masajını o kadar iyi yapar. Ayrıca dişlerde meydana getireceği aşındırma o kadar az olur. Dişleri yukardan aşağı ve aşağıdan yukarı hareketlerle diş aralıkla­rına iyice ulaşacak şekilde fırçalamahdır. Arada sırada dişetlerine parmakla masaj yapıp ovmak yararlıdır.

Diş çürümesinin zararı yalnız dişlere do­kunmaz. Çürüklerin ve diş apselerinin ba­rındırdığı mikrcp odaklorı birçok hastalık­ların kayncğını teşkil edebilir. Fokal en­feksiyon odakları denilen mikrop yuvaları­nın vorlığı (çürük diş, bademcik iltihabı vb.) romatizmal hastalıkların, kalp roma­tizmasının nedeni olarak sayılmaktadır.Zamanla kaybedilen dişlerin yerine sağlık ve estetik acıdan gerekli yapay dişlerin takılması, diş protezlerinin yapılmasa diş doktorlarının başlıca görevleri arasına gir­miş bulunmaktadır.



Diş

15 Şub, 2008 Ağız Sağlığı, Diş Sağlığı, Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Ağızda bulunan dişlerin görevi besinleri koparmak ve öğütmektir. Gelişmiş bir insanda 32 diş bulunur. Dişin görevlerine ve biçimlerine göre değişik adlar verilmiştir. Önde kesici dişler (incisi-vus) (1,2), onların yanında köpek dişi (caninus) (3), yanlara doğru küçük azı dişleri (premoler) (4,5) ve arkada büyük azı dişleri (moler) (6,7,8) yer almaktadır. Kesici dişler isminden de anlaşıldığı gibi üst kısmındaki kesici kenarları karşılıklı gelerek besinleri keser. Köpek dişlerinin sivri olan üst kısmında bulunan tüberküller besinleri parçalamaya yarar. Azı diş­lerinin geniş olan üst bölümleri yani çiğ­neme yüzeyleri besinlerin öğütülmesi için uygun bir yapıdadır.

Bir dişin ağız boşluğunda dişetinden dışarda kalan kısmına kron, çene içinde gö­mülü olan kısmına kök ve bu ikisinin bir­leştiği kısmına da dişin boynu (köle) denir. Kesiciler, köpek dişi ve genellikle birinci küçük azılarda dişin bir kökü vardır. İkin­ci küçük azılarda diş genellikle iki kök­lüdür. Üst çene azı dişleri ise üo köklü­dürler. Her dişin ana kitlesini oluşturan kısmına dentin adı verilir. Dentin kronda, mine denilen bir tabaka ile, kökte ise sement ile kaplıdır. Dişin görünen kısmını örten mine (substan-tia adamantinea) tabakası kronu değişik kalınlıkta kaplamıştır. Kesici kenara doğ­ru 2,5 mm. ye kadar kalınlaşan mine ta­bakası boyun bölgesine doğru gittikçe incelir.

Her diş kökü çene kemiğinde alveol denen kendine özel bir boşluğa girmektedir. Di­şin kök kısmındaki dentin tabakasını al­veol içinde saran ve onu sımsıkı tutan maddeye ise sement denir. Kök sementi dişin kemiğe en fazla benzeyen dokusu­dur. Mine sınırından apeks’e kadar bütün kökü örter. Sement kendisi ile çene ke­miği arasında bulunan bir zar (periyodont) yoluyla diş kökünü kemiğe yapıştırır. Al-veolün kemik duvarında bulunan gayet kü­çük delikler (beslenme delikleri) dişin bes­lenmesini sağlar.

Dentin (substantia eburnea) tabakası kim­yasal yapısı, fiziksel sertliği ve biyolojik özelliği bakımından kemiğe çok benzer, an­cak mine kadar sert değildir. Dentin odon-toblast adı verilen özel hücrelerden yapıl­mıştır, ana maddesi bol fibril ihtiva eder. Genç insanlarda hafif şeffaf olcn dentin, yaşlandıkça kanalcıkların boşluklarındaki kireçli maddeler çökmesiyle tamamen şef­faf (transparan) bir dentin durumuna geçer. Süt dişleri zamanla dökülür, yeri­ne kalıcı dişler çıkmaya başlar. Mavi-beyaz renkteki süt dişleri, sarımtırak renkteki kalıcı dişlere nazaran genel ola­rak daha küçüktürler. Süt dişlerinde mine boyun hizasında tümsek meydana getir­miştir, zamanı geldikçe de sallanarak dü­şerler. Kalıcı dişler 5-20 yaşlar arasında çıkar. Önce azı dişleri çıkar, arada düş­memiş süt dişleri vardır. Daha sonra 12 yaşlarında M-7 çıkar. Dişlerin çıkış sıra­sı şematik olarak gösterilmiştir. En son çıkan, arkadaki en ufak azı dişi akıl dişi veya yirmi yaş dişi diye bilinir.



Dışkı ve İdrar Kaçırma, Altına Etme

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sindirim Sistemi, Çocuk Sağlığı

Normal olorak vücuttan atılması refleksler­le düzenlenen ve kısmen irademize bağlı olan dışkılama ve idrar etme fonksiyonla­rını kontrol edememeye enkontinans de­nir. İdrar enkontinansı, istek dışı ve idrar hissi olmadan idrar kaçırmaktır. Hakiki enkontinansta mesane dolu olmadan da, idrar devamlı damlalar halinde akar. Stres en­kontinans denen durumda öksürme, aksır­ma, gülme ve hafif hareketler yapma gibi az bir efor esnasında, az veya çok mik­tarda idrar kaçırılır. Paradoks enkontinans denen durumda ise hasta mesanesi dolu iken idrar kaçırır.

Feçes enkontinansı denen dışkı kaçırma durumu anüsün çevresinde yer alan anal sfinkter kasların yetersizliğinde ortaya çı­kar. Hasta, dışkısını tutamaz. Gerek efor halinde iken gerekse yatarken veya otu­rurken dışkı kaçırır. Bu durum genellikle felçlilerde görülür.



Diz ve Menisküs Hastalığı

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-M

Vücudumuzda uyluk kemiği ile bacak (ti-bia) kemiklerinin birlikte meydana getirdi­ği ekleme diz eklemi denir. Çok kuvvetli ve sağlam bağlardan yapılmış olmasına karşılık taşıdığı yükün fazlalığı ve çalış­ması esnasında uğradığı gerilimlerin çok­luğu sebebi ile özellikle sporcularda önem­li tehlikelerle karşılaşan bir eklemdir. Diz de dirsek gibi tek eksenli bir eklemdir.

Femur ile tibia arasında sağ ve solda iki yarım ay şeklinde menisk denen bir kıkır­dak bulunur. Eklem bir kapsül ile çevril­miş iç ve dış kapsül ligamentleri ve çap­raz ligament denen bağlarla kuvvetlendi­rilmiştir. Diz tam açıkken bu çapraz bağ­lar en gergin durumda bulunurlar. Önde patella bağı denen bağ, kalçanın dört başlı kasının diz önünden geçen ve tibia’ya yapışan kirişidir. Patella denilen diz kapağı kemiği ise bu kiriş içinde yer alan susamsı (sesamoid) bir kemiktir. Bu kiriş dizin bükülme halinde iken gerilir.

Diz eklemini yapan elemanlar arasında en çok zedelenen menisk denilen yarım ay şeklindeki iç ve dış kıkırdak disklerdir. Genellikle bu kıkırdak disklerin kapsülleri yırtılır ve ince olan orta parçaları eklem içine uzanarak onu düz tutulamcyacak şe­kilde kenetleyebilir. Halk arasında menis­küs denilen hastalık yük altında kalan di­zin bükülmesi sonucu oluşan disk yırtıl-masıdır. Ağrı, şişlik ve hareketin kısıtlı ol­ması gibi belirtileri vardır. Tedavi için is­tirahat, anestezi altında eklemin yerine getirilmesi, baskı bandajı faydalıdır. Yırtık fazla ise veya tekrar meydana geliyorsa, kıkırdağın ameliyatla alınması (menisküs ameliyatı) gerekebilir



Dizanteri

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sindirim Sistemi

Dizanteri bir kalınbarsak hastalığıdır. Ka­lın barsakta ülserasyonlar, ishal ve sürekli defekasyon yani aptese çıkma isteği (te-nesmus) ve ateş ile gelişir. Kiyoshi Shiga’nın adı verilen çeşitli Shigella bakterileri veya amip adı verilen tek hücreli hayvan­lar tarafından meydana getirilen bir en­feksiyon hastalığıdır. Birden başlayan ishal, önce basit bir bar­sak bozukluğu sanılır. Daha sonra hafif ateş ve kusma görülür ve 1-2 gün içinde belirtiler şiddetlenir. Ağız kuruluğu ve dilin paslı bir görünümü vardır. Karın ağrısı, dışkıda kan ve müküs denilen sümüksü madde görülür ve günde 15-30 kez dışarı Cikılabilir. Bu hastalığı yapan mikrobun basil veya parazit oluşuna göre ismi değiş­mekte ve belirtileri de biraz ayrımlı olmak­tadır. Basillerin neden ciduğu hastalığa basilli dizanteri, öbürüne amipli dizanteri denir.Tedavi, teşhise göre, barsak antibiotikleri veya antiprotozoer ilaçlar vermek suretiy­le yapılır



Doğum Kontrolü

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

İstedikleri zaman ve istedikleri çocuğA sahip olabilmeleri için istenmeyen gebelikleri önlemeye doğum kontrolü veya aile planlaması denir.Doğum kontrolünü sağlamak amacıyla rahime yerleştirilen engelleyiciler arasında bakır veya gümüş tel ile sarılmış olanları vardır. Uygun vakalarda doktorlar tarafından anesteziye gerek kalmadan tehlikesizce ra­him içine takılmaktadır. En uygun zaman kanamanın henüz kesildiği yani âdetin 5-6. günleridir.

Takvim metodu ovulasyonun olduğu yani kadının yumurtladığı günlerde cinsi birleş­meden uzak kalmaktan ibarettir. Kadının âdetinin başladığı günden itibaren sayıldı­ğında 14. veya 15. günler yumurtalıkların karın boşluğuna yumurta bıraktığı günler­dir. Bu günlerden iki gün evveli ve iki gün sonrası tehlikeli sayılır. Çünkü canlı kala­bilen ovum ve sperm bu günlerde birbirle­rini kolayca bulabilirler. Ovulasyon günü her kadına göre değişir. Bunu anlamak için de bazal temperatür denen bir ölçüden yararlanılır. Beden derecesi ile her sabah alınan beden ısısı devamlı olarak bir takvime. kaydedilir. Beden ısısının hafif bir yükselme yaptığı gün (çoğunlukla âdetin 15. ve 16. günlerine rastlar) kadının yu­murtladığı gündür. Bu metodla korunmak mümkün ise de çok emin değildir.

Vaginal yoldan kullanılan gebeliği önleyici fitiller, tabletler ve jellere genel olarak va­ginal kontraseptiv denir. Agen, Speton, Lorophyn v.b. gibi isimler alan bu ilaçların içinde spermi öldürecek veya hare­ketlerini engelleyecek kimyasal bileşikler vardır. Kullanılmaları hiçbir zaman sakın­calı değildir. Ancak bu metot ile iyi ve doğru kullanıldığında % 85 oranında bir ko­runma sağlanabilir.

Erkeklerin kullanabileceği prezervatiflere halk arasında kaput (condom) denmekte­dir. Delinmediği ve crgazmı azaltmadığı takdirde emin bir korunma aracıdır. Ka­dınların buna benzer, lastikten veya plas­tikten yapılmış diyafram denen kapaklar kullanmaları mümkündür.

Ağızdan alınan gebelikten korunma hap­larına genellikle oral kontraseptiv adı ve­rilir. Bu hapların içindeki hormon cinsi ilaç­lar kadınlarda yumurtlamayı hormonal yol­lardan geçici olarak durdurmak şeklinde etki yaparlar.

maktan korumak ve çocuğun çıkışını ko laylaştırmak için çıkımı genişletmek ge­rekmektedir. Bu amaçla perine adaleleri­nin lokal veya genel anestezi altında ke­silmesi demek olan epizyotomi yapılır. Doğum kliniklerinde yapılan doğumlarda pelvis tabanı dokularını korumak, ilerde sistosel, rektosel ve prolapsus gibi hasta­lıkların oluşmasını önlemek amacıyla do­ğumlarda epizyotomi cok yaygın olarak kullanılmaktadır.



Doğum ve Doğum Sancısı

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Kadının uterus adını alan cinsiyet organı içinde büyüyen çocuğun günü geldiğinde uterus adalesinin çalışmaya başlamasıyla doğum kanalından dışarıya atılmasına nor­mal doğum denir. Rahim içindeyken 12. haftaya kadar embriyo, daha sonra fetüs adını alan çocuğun 28. haftadan evvel dı­şa atılmasına ise düşük (abortus) adı ve­rilir. Ufak veya gününden evvel doğan ço­cuklara prematüre ve bu doğum olayına ise genel olarak erken doğum denir. Har doğum olayında doğacak çocuk bir obje olarak kabul edilebilir. Bu canlı var­lığın rahim içinden başlayan yumuşak bir doğum kanalından ve pelvis kemiklerinin oluşturduğu bir çatıdan geçerek dışarı çık­ması gerekmektedir. Yumuşak doğum yo­lunu ise uterusun alt bölümü, kollum, va-gina ve vulva dediğimiz organlar meyda­na getirir. Havsala veya pelvis dediğimiz çatı yapısı ise kalça kemiklerinin yani kok­sa, sakrum ve koksiks kemiklerinin birleş­mesi ile meydana gelmiştir. Çatısı dar olan yani kemik pelvisi çocuğun başının geç­mesine elverişli olmayan kadınlar normal yolddn doğuramayacaklarından sezaryen operasyonu ile doğum yapmalarına önce­den korar verilmektedir. Kemik pelvisin öl­çüleri doğum kanalının girişinde önden arkaya 11 cm. (Kcnjugata vera obstetrika), pelvis çıkımında ise 9 çm.’lik iki darlık gös­termektedir. Ancak normalde doğum obje­si bu yolu gayet iyi bilmekte ve gerekli bükülmeleri (fleksiyon, defleksiyon), kıv­rılmaları, dönmeleri (rotasyon) zamanında yaperak dışarıya çıkabilmektedir. Coouğu doğum kanalında iten güç bir motora ben­zetilebilir. Doğum ağrıları denen olay as­lında bu motorun çalışmasının anne tara­fından hissedilmesi, doğumu izleyen dok­tor tarafından ise kasılma yani uterus kontraksiyonları şeklinde görülmesidir.

İtici, ıkıntılı ağrılar 2-3 dakikada bir gelmeye başlar ve 60-70 saniye kadar sürer. Çocuk perine-den sıyrılıp çıktıktan sonra plasenta ile olan bağlantısını sürdüren göbek kordonu kesilir. Yenidoğan adını alan çocuk ilk ağ­layışı ile solunuma ve hayata başlar, cn-cak anne için doğum olayı henüz tamam­lanmış sayılmaz.Doğumun üçüncü devresi yani halâs dev­resi plasentanın çıkışına kadar devam eder. Son bir ıkıntı ile uterus içinde yapış­tığı yerden ayrılan plasenta doktorun da yardımıyla dışarıya çıkar. Bu devreye kur­tuluş anlamına gelen halâs denmesi çok doğrudur. Çünkü dcğum yaptıktan sonra plasentanın tam ayrılmayarak kanamaya başlaması veya deha kötüsü rahim adale­si içine girerek sıkıco yapışmış plasenta­nın (plasenta acreta) mevcudiyeti halinde bazan anneyi kurtarmak için ameliyat bi­le gerekebilir. Bu durumda ya steril ko­şullarda rahim içine girilerek plasenta ve kotiledonları elle çıkarılır yani elle halâs yapılır veya anneyi kurtarmak için histerektomi ameliyatı yapılır. Doğum esnasında anneye yardım etmek, ağrıların düzenli şekilde devam etmesini sağlamak için kullanılan bazı ilaçlar var­dır. Bunların bir kısmı ağrı ilaçlarıdır. Synpitan, Pituitrin Hypophysin adı altında, uterus kasılmalarını artırmak için kullanılır.Naegeli kaidesine göre, 280 günlük gebe­lik süresi bittiği halde doğum olmamışsa surmaturasyondan bahsedilir. Plasenta ge­rekli beslenmeyi yapamayacağı için bazen çocuk bu gecikmelerde karın içinde öle­bilir. Bu gibi gecikmelerde doktorlar do­ğum ağrılarını başlatmak için ağrı kürü metodunu kullanırlar. Genellikle serum içi­ne konacak ağrı ilaçları damardan çok ufak dozlarda vermek suretiyle uygulanır.Eskiden doğum ağrılarını başlatmak için kullanılan kinin, toksik tesirleri nedeni ile artık terkedilmiştir.

Doğum süresi içinde kullanılan antispazmodik dediğimiz kas gevşetici bazı ilaçlar (Buscopan), kollumun açılmasında yardım­cı olmaktadır.

Ayrıca doğum sonu kanamalarında uterusu sıkıştırarak kanamayı durduran ilaçlar (Ergo alkaloidleri, Methergin v.b.) de kul­lanılmaktadır.

Bebek, dünyaya gelirken 3 engeli aşmaktadır, çocuğun etrafını saran su kesesi, uterus ağzı ve perine adaleleri görülüyor Doğumun başlangıcında su kesesi henüz yırtılmamıştır. Rahim içi basıncının artması ve doğumun ilerlemesiyle rahim ağzı açılmaktadır. 3 Rahim ağzı (kollum) açılmış, baş vaginada ilerlemiş ve perine adalelerinin arasından dışarıya çıkmaktadır.



Doğuştan Frengi-Kalıtsal Frengi

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Frengi hastalığının anne karnında iken ço­cuğa plasentadan geçebildiği görülebil­mektedir. Duruma göre bazen fetüs düşer veya ölü olarak doğabilir. Bu sebeple dü­şük veya ölü doğum yapan anneler frengi hastalığı yönünden araştırılırlar. Frengili her annenin çocuğunun mutlaka frengili olması gerekmez. Çocuk ortalama % 50 oranında frengili doğar. Doğumdan 4 yaşı­na kadar olan çocuklarda görülen konjenital frengi belirtileri (syphilis congenita praecox) nin mevcudiyeti plasentanın bü­yük olması, çocuğun iri kafalı (hidrosefali), veya küçük kafalı (mikrosefalı) olması v.b. hastalığın ihtimali belirtileridir. Bu durum­da göbek kordonundan kan alınarak mik­rop aranır. Daha sonra çocuğun derisinde makûl denilen lekelerin veya bül şeklinde su toplamış kabarcıkların bulunması gibi belirtilerin yani pemphigus denen hastalı­ğın olup olmadığı araştırılır. Çocukta er­ken frengi belirtilerinden dalak büyüklüğü kanlı burun akıntısı, kol kemiklerinde şiş­me, göz bozuklukları (iritis, iridosiklitis), orta kulak hastalıkları v.b. sayılabilir. Bazen frenginin 2. ve 3. devre belirtileri çocuklarda 4 yaşından sonra başlar (syphilis congenital tarda). Özellikle diş­lerde üst kesicilerin kısa ve serbest uçlarının yarımay şeklinde olması yani Hutchinson dişleri karakteristiktir. Kulakta çınlama, işitme bozukluğu, eklemlerde su toplaması (hidrartroz) gibi belirtiler gö­rülür.

Tedavi penisilinle yapılır. Tetrasiklin (Dok-silisin) de kullanılabilir.



Düşük Yapmak

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

28. haftadan önce gebeliğin son bulmasına düşük, tıp dilinde abortus denir. Gebe bir kadında önce hafif olan ağrı daha sonra şiddetlenir ve gebelik son bulabilir. Düşüklerin nedenleri arasında yumurta ve fetüs bozukluklarını, yapı bozukluklarını,annenin hastalandığında aldığı bazı ilaçları ve psikolojik bozuklukkın sayabiliriz. Septik abortus düşük­lerde ateş, idrar tutulması, kansızlık, bit­kinlik gittikçe artar. Annenin bir an evvel hastaneye kaldırılıp tıbbi ve cerrahi teda­viyle, kurtarılması zorunludur.Aile planlaması gereği her annenin istediği kadar çocuğa sahip olması için başvu­rulan gebeliği önleme çareleri yetersiz kalınca veya annenin gebeliğe olanak vermeyen bir hastalığı (kalp hastalığı, böbrek hastalığı veya bilinmeden alınan bazı ilaçlar) varsa, gebeliğe tıbbî bir yaklaşımla son vermek gerekir. Bu amaçla yapılan operasyena ise tıbbi tahliye denmektedir. Cocuk sahibi olmak istediği halde normal doğum yapamayan, çocuklarını hep düşüren kadınlar da vardır. İstendiği halde bir biri ardına kendiliğinden üç düşük yapılmış ise abortus habitualis’den söz edilir,Nedenleri değişik ve çeşitli elan bu olayların tedavisi için doktora başvurmak gerekmektedir.



Eklampsi, Gebelik Zehirlenmesi

18 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-G

Eklampsi gebelikte meydana gelen, bilinç kaybı ve kasılmalarla başlayan ve koma ile sonuçlanan bir çeşit gebelik zehirlen­mesidir. Halk arasında eklampsiye havale hastalığı da denmektedir. Hastalık genellikle preeklampsi denilen bir zeminde ve ilk gebeliklerde görülür. Annenin ve bebeğin hayatını tehlikeye so­kan bir hastalıktır. Daha ziyade ikinci, üçüncü gebeliklerde görülenler, kronik nefrit gibi bazı böbrek hastalıklarından kaynaklanır. Preeklampsi denilen hastalık gebeliğin 24. haftasından sonra kan basıncının yüksel­mesi (hipertansiyon), ayaklarda ve vücut­ta fazla su toplanması (ödem) ve idrarda clbümin bulunması (proteinüri) gibi üç ana belirti ile başlar. Gebeliklerin % 5'inde gö­rülen bir komplikasyondur. Aslında damar­larda ve böbreklerde meydana gelen bir bozuklak sonucu ortaya çıkar. Gebeliğin 2. yarısında tansiyon yükselmesi 140 mm Hg.’nin üstüne çıktığında preeklampsi bakımından diğer incelemeler yapılmalı, idrarda albümin aranmalıaır. Gebelerin ay­lık kontrollerde 2 kilodan fazla artmış ol­maları, ödemin başladığının bir işareti gi­bi sayılmalıdır. Ancak sıcak havalarda ve uzun süre ayakta kalmak nedeniyle ayak­larda görülen şişmeler normal kabul edile­bilir. İdrar muayenelerinde 24 saatlik id­rarda % 0,5 gr.’dan fâzla albümin bulun­ması hastalığın bir belirtisidir. Ağır gebelik zehirlenmelerinde hafif bulanık görmeden körlüğe kadar varan görme bozuklukları vardır. Precklampsi her za­man eklampsiye dönüşmez. Erken teşhis ve tedavi ile hastalık önlenebilir. Eklampside yani havale hastalığında bir­birini izleyen üç dönem vardır. İlk devre­de hasta sakindir, beş ağrısından ve göz önünde sinek uçuşmasından şikâyet eder. Bakışları donuklaşır, yüz gerilir ve birden bilinç bulanır. İkinci dönemde çene kilitle­nir, solunum durur, tüm vücut kasılır. Daha sonra kesik, sıçrayıcı, klonik denilen kasılmalar ve hırıltılı bir solunum başlar. Bu devrede gebenin çenesini açık tutacak kaşık gibi bir cismin ağza sokul­ması, dilin yaralanmasını önlemek ve so­lunumu ferahlatmak bakımından faydalıdır. Eklampsi nöbetinin en sonunda, koma de­diğimiz hastanın uyuduğu dönem başlar. Gebenin her zaman komaya girmesi şart değildir. Bilinç bir sure sonra açılır ve ge­nellikle hasta, olanları hatırlayamaz; am­nezi dediğimiz durum meydana gelmiştir. Eklampsi krizleri doğum olana kadar bazen birkaç defa tekrarlayabilir. Doğumdan scnra ise eklampsi nöbeti daha seyrek görülür. Eklampsi hem anns, hem de çocuk için ölüm nedeni olabilecek bir hastalıktır. Ağır şekillerinde anne için ölüm oranı % 8-24 arasında, çocuk için ise % 30-50 arasında değişir.Korunmak için doğum öncesi kontrollerin­de doktorların uyarılarına dikkat edilmeli­dir. Az tuzlu, düşük kalorili, proteinden zengin, karbonhidrat ve yağdan fakir bir beslenme şeklinde özetlenebilecek bir re­jim uygulanmalıdır. Preeklampsi tedavisinde tansiyon ve diüretik ilaçlar kullanılabilir. Gebe yakından ve sık sık kontrol edilir. Ağır hastalar, kliniğe yatırılmalıdır. Magnezyum sülfat, barbituratlar, sedatifler, tansiyon düşürücü ilaç­lar kullanılır. Eskiden çok kullanılan mor­fin, kloral hidrat, paraldehit gibi ilaçlar ar­tık pek kullanılmamaktadır.



Ekzoftalmi-Patlak Göz Hastalığı

19 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-P

Orbita adını verdiğimiz göz çukuru kafa­tası iskeletinde kemikten yapılmış konik bir boşluk şeklindedir ve içinde yağ doku­su ile çevrili damarlar, sinirler ve göz kü­resi bulunur. Gözün ileri doğru çıkmış gibi göründüğü yalancı ekzoftalmi miyop göz­ler için söz konusu olabilir. Gerçek ekzoftalmide ise göz küresi göz kapaklarının dışına taşmaktadır. Ekzoftalmiye neden olan hastalıkların ba­şında Basedovv hastalığı gelir. Tiroid hor­monunun fazla çalışması sonucu meydana gelen bu hastalıkta ekzoftalmi en karak­teristik belirtidir. Ayrıca orbitanın iltihabı hastalıklarında ve tümörlerinde de ekzof­talmi oluşabilir. Tedavi nedene göre yapılır.



Ezilme Sendromu-Crush Sendromu

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-E

Böbrek yetersizliği sonucu tansiyon düşmesi, idrarın azalması veya tamamen kesilmesi (anüri) şeklinde meydana gelen duruma Crush sendromu denir. II. Dünya Savaşında bombardımanlardan sonra yıkılan binalar altında kalan kimselerde görüldüğü için ezilme sendromu anlamına bu isim verilmiştir. Ezilen adalelerden çıkan ve endotoksin denilen bazı maddelerin böbrek dokusunda nekroza sebep olduğu düşünülmüştür. Aslında Crush sendromunun nedeni cerrahi bir şoktur ve birçok endotoksinler, septik şoklar, barsak delinmeleri, böbrek tubuluslarında tıkanmaya ve akut böbrek yetmezliğine sebep olmaktadır.



Fenotiyazinler, Yatırıcı, Sinir İlacı

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-F

Fenotiyazin adı veriîen bileşik ve türevleri uyku ilacı ve nöroleptik olarak kullanılan ilaçların başında gelmektedir. Ruhsal bozukluklar üzerinde yatıştırıcı et­ki gösteren bu ilaçlan ruh hekimleri daha yüksek dozda olmak üzere taşkınlık ve saldırganlık gösteren akıl hastalarında (şi­zofreni, manik-depressif psikoz) başarı ile kullanmaktadırlar. Anestezide narkotik olarak kullanılan ilaç­ların etkisini artırmak, bulantıyı önlemek için de kullanılırlar. En sık görüien yan et­kisi tansiyon düşüklüğü yapmaları ve ekstrapiramidal belirtiler fataksi» tremor, par-, kinsonizm, tortikolis v.b.) göstermeleridir. Klorpromazin (Largactil), Promazin (Spa-rine), Thioridazin (Meüerü), Fiupiienozin {Moditen} en çok kuilansion fenotiyazin grubu ilaçlardır.



Gebelikte Beslenme

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G, Sağlıklı Beslenme, Çocuk Sağlığı

Annenin beslenmesi yetersizse, çocuğun büyümesi için gerekil olan besin, annenin dokuları ve organları tarafından karşılanamaz. Annenin gıdası büyüyen çocuğun gereksinimlerine göre düzenlenmelidir. Anne için yararlı genel şudur: Her zaman yediği besinleri yemelidir ama buna ek olarak yeterli süt ve eskisinden daha fazla meyve ve sebze yemelidir. Aldığı vitaminler-faydalarie, kalsiyum, demir, iyot gibi mineral tuzlara dikkat etmelidir. Süt ve süt ürünleri gerekli kal­siyumu karşılar ama bazen ek olarak kal­siyum vermek gerekebilir.

Demir, alyuvarların oluşması için zorunlu­dur. Çoğu bebeğin kansız doğması, gebe annelerin diyetinde demirin az olduğunu ortaya koymaktadır. Anne adayları, için­de demir bulunan yiyeceklerden fazla milktarda yemeli ve eğer gerekirse doktorum önerdiği miktarda ek olarak demir preparatları almalıdırlar: Mineral tuzlar içinde iyotun önemi büyük­tür. Eğer yeterli iyot alınmazsa, bu hem annenin hem de doğacak bebeğin tiroid bezini etkiler. Annenin bu dönemde daha çok proteine ihtiyacı vardır. İçinde, tiamin, riboflavin, niasin gibi vitaminler-faydalarii de bulunduran et, balık, kümes hayvanları ve yumurta önemli birer protein kaynağıdırlar. Yağlar kısmen tereyağı, krema ve peynir şeklinde diyette yer almalıdır. Gebenin A vitamini ihtiyacı bu gıdalarla karşılanabilir. Şeker, baklagiller, ekmek ve patates enerji sağlamak için gereklidir. Fakat yağlar, şe­ker ve nişasta çok miktarda kalori içerdiğinden ve gebeyi şişmanlattığından faz­la yenmemelidir. Kızartma ve yağlı yiye­ceklerden, ağır soslardan mayonezler, pastalar ve tatlılardan kaçınılmalıdır. A ve D vitamini taşıyan balıkyağı alınmalı­dır. Taze sebze ve meyveler, özellikle tu­runçgiller ve domates A, B, C vitaminler-faydalarii içerir. Sigara günde beş veya altı tane içilebilir, ama alkol alınmamalıdır. Son araştırma­lar sigara içen annelerin bebeklerinin nor­malden daha ufak geliştiğini göstermiştir. Eğer uykusuzluk yapmıyorsa gebelik dö­neminde çay ve kahve içmeye devam edi­lebilir. Gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkan bulan­tı ve kusmalar üç öğün yemek yerine iki buçuk saat ara ile sık yemek sayesinde önlenebilir. B,, vitamini bulunduran bazı ilaçlar (Adervit, Benexol v.b.) antiemettk denilen ilaçlar (Emedur, Postadoxin) sü­rekli bulantıyı önleyebilir. Gebeler özellikle doğuma yakın aylarda rahat giysiler giymelidir. Kan damarlarını sıkan ve varise yol açan lastik jartiyerler kullanmamaya özen göstermelidir. Eğer mümkünse gebeler yürüyüş yapıp açık ha­vada güneşlenmelidirler. Gebenin ruhsal durumunun, çocuğun fi­ziksel durumunu etkilememesine rağmen, hem kendisi, hem de bebeği için sinirlen­mekten, yorgunluktan, fazla duygusal re­aksiyonlardan uzak kalması gerekmekte­dir.

Gebeliğin son haftalarında kontroller da­ha önemlidir. Lohusalık için annenin du­rumu, tekrar gözden geçirilir. Bu arada bebek o denli büyümüştür ki, rahim içinde artık hareket edip dönemez. Bebek başı aşağıda olarak doğum duruşunu almıştır. Doktor bebeğin doğumda geçeceği yolun uygun olup olmadığını araştırır ve sezar­yene gerek olup olmadığına karar verir. İlkdoğumlardaki ayak veya makat gelişle­rinde çocuğun sağlığı açısından sezaryen yapılması daha uygun görülmektedir.

Anne adayının izlemesi gereken sağlık ku­ralları vardır. Ama bu,sosyal faaliyetlerini engellemez. Gebelik kadının çekiciliğini kay betmesine neden olmamalıdır. Ayakta dur­mayı ve yürümeyi zorlaştıran ve bel ağrı­sına neden olan yüksek topuklu ayakka­bılar yerine, kısa topuklu ayakkabılar giy­mek daha doğrudur. Bazı gebelere, karın kaslarına yardımcı bir gebelik korsesi tav­siye edilebilir. Bu korse, esnemeyen bir kumaştan yapılmalı ve vücuda iyi oturma­lıdır. Göğsü içine alıp kaldıran, meme baş­larını içeri çökertmeyen sutyenler tercih edilmelidir. Gebelerin her zaman, özellikle son hafta­larda iyi havalandırılmış bir odada uyuma­ya, dinlenmeye gereksinimleri vardır. İkin­di uykuları yararlıdır. Uyuyamasa bile, yat­mak faydalıdır, dinlenmeyi sağlar. Dinlen-mektergüçlük çekiyorsa, doktor ilaçla ra­hatlamasını sağlayabilir. Gebelik sırasında doğumdan önce, kolostrum adı verilen bir sıvı meme uçlarında belirebilir. Tahriş etmesini önlemek için bu sıvı, sabunlu ılık suyla silinmelidir. Gebe daha gebeliğin ilk devresinde diş­çiye gitmeli ve diş sağlığı için doktorun öğütlerini yerine getirmelidir. Gebelik esnasında banyo yapmaya devam edilebilir. Anoak duş almak ya da sün­gerle yıkanmak, banyo teknesine su dol­durarak yıkanmaktan daha emniyetlidir. Soğuk ya da ılık suyu tercih edenler için bile suyun derecesi 75-85°C arasında ol­malıdır. Sıcak hamama gitmek tehlikeli olabilir. Gebe kadının doğuma hazırlanması için beden hareketleri (jimnastik) yapması fay­dalıdır. Derin nefes almayı sağlar, akci­ğerlere ve kana daha çok oksijen gelir ve dokulara dağılır. Ama, bu egzersizler asla yorucu olmamalıdır. Kötü havalar hariç yürüyüş iyi bir spordur. Yavaş yürünmeli ve kalabalıktan kaçınılmalıdır. Her gün ortalama 2 km. yürünmelidir. Güneş fay­dalıdır, ancak güneşte çok kalınması sa­kıncalıdır. İnsanı çok yoran hareketler ve zıplamak, gerinmek, uzanmak gibi tehlikeli olabile­cek hareketler yapılmamalıdır. Kısmen za­rarlı hareketler ise koşu, tenis, yüzme, pa­ten, kayak, ata binmedir. Gebeliğin ilk dev­relerinde dans edilebilir ama çarpışma, düşme olabilecek kalabalık dans pistlerinden, diskolardan kaçınılmalıdır. Eğer anne odayı araba kullanmayı sevi­yorsa, bozuk yollardan kaçınarak, kısa yol­culuklar yapabilir. Eğer mümkünse, son aylarda yolculuk göze alınmamalıdır.



Gece Körlüğü

25 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Retinadaki pigment bozukluğu nedeni ile gece veya alaca karanlıkta görememeye gece körlüğü (Hemeralopi) denir. Hastalık A vitamini eksikliğine bağlı olarak mey­dana gelir. Retinada çomak hücrelerinde bulunan ve görme fonksiyonu ile ilgili olan rodopsin A vitamininden yapılmaktadır. A vitamini olmayınca rodopsin eksikliği gö­rülmekte ve sonuç olarak karanlıkta gör­me adaptasyonu bozulmaktadır



Gıda Zehirlenmesi

5 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-G

Gıda Zehirlenmesi - Botulismus

Botulismus ender görülen bir çeşit gıda zehirlenmesidir. Bozuk etlere ve sebze konservelerine yerleşen Clostridium botulinum adındaki bir bakterinin meydana getirdiği toksinlerin sinir sistemini etkilemesi ve diyafragmanın paralizisi ile sonuçlanan bir hastalıktır.

Bulantı, kusma, başdönmesi ve bazen ishal ile başlar. Çok defa geçici bir iyilik döneminden sonra, toksinin merkezi sinir sistemine yerleşmesi sonucu hastalık belirtileri kendini gösterir. Gözbebeklerinde genişleme, gözkapaklarında ve adalelerinde felçler, körlük, konuşma ve görme bozuklukları vardır. Bilinç cok defa acıktır. Olayların % 20’sinde ölüm kalp veya solunum felci ile olur.Tedavi için hasta hemen hastaneye kaldırılmalı, midesi yıkanmalı ve polivalent antitoksin uygulanmalı, damardan serum verilmelidir. Ayrıca Guanidin adındaki ilaç uygulanabilir.Hastalıktan korunmak için konserve yiyeceklerin yeniden kaynatılmadan yenmemesi önerilir.



Gırtlak

21 Mar, 2008 Sağlık Sözlüğü-G, kulak burun boğaz

Larenks, tiroid, krikoid, arıtenoid ve epiglot adı verilen kıkırdaklardan yapılı, üst ve alt uçları açık bir borudur Geniş ucu yu­karda yutağa açılır ve alt ucu ise soluk borusu (trakea) ile devam eder. Ses telleri bu anatomik bölgede bulunur. Ses tellerinin hemen üstünde mukozanın teşkil ettiği ıkına bir kısım vardır ki yalan­cı ses teli adını alır. Bu iki ses teli arasın­daki girintiye larenks karıncığı adı verilir. Tüm bu kıkırdak iskelet, birtakım kas gruplarıyla boyundaki yerine tutturulmuş­tur İç yüzünü solunum mukozası döşer. Damarları, tiroid bezinin damarlarından sinirleri ise vagustan gelir. Larenksm, korunma, solunum ve konuşma gibi 3 önemli fonksiyonu vardır Alt solu­num yollarına havadan başka herhangi bir yabancı cismin girmesini engeller. Bunu, bir sfınkter gibi çalışarak sağlar Ayrıca ses telleri adı verilen kıkırdak kıvrımları­nın, nefes verirken uygun bir şekilde ka­panması ve açılması ile konuşmayı temin eder.

Larenksm iltihabına larenpt denir Larenks kıkırdağını örten zarın apsesi (perıkondrıt), allerıık ödem, boğazın akut enfeksiyonları, yaralar, yabancı cisimler, solunan sıvıların buharları ve gazların tahrişi ile larenkste tıkanma meydana gelebilir Bu durumda soluk alma guçluğu (dıspne) renk solması, huzursuzluk ve daha sonra da morarma (sıyanoz) görülür. Larenks tıkanıklığı bazen o kadar ilen de­recede olur ki kışının hayatını kurtarmak için soluk borusunun larenksm altından hemen açılması yanı trakeotomı ameliyatı yapmak gerekebilir. Larenksm ses tellerinin hastalık, tumor ve­ya felç sonucu zedelenmesi ses kısıklığına neden olabilir Her ıkı ses telinin felcinde soluk alma ilen derecede güçleştiğinden gene ameliyat yapılarak solunumu kolay­laştırmak gerekir.



Göz Bankası

26 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Organ Nakli, Sağlık Sözlüğü-G

Gözün kornea tabakasının gereğinde kul­lanılabilmesi amacıyla uygun şartlar altın­da saklandığı ve depo edildiği yerlere göz bankası denir. Herhangi bir sebeple korneası kesifleşerek görme bozukluğu meydana gelmiş has­talarda keratoplasti ameliyatı yapılır. Ke-ratoplasti kesif korneanın yani saydamlığını kaybetmiş göz ön tabakasının ölü gö­zünden alınan saydam kornea ile değiş­tirilmesidir. Yani bir organ nakli ameliya­tıdır. Kornea tabakası ölü doğmuş bebek ve yeni ölmüş yetişkinlerden sağlanır. Bugün birçok kişi, görmesini, ileri bir teknik ge­rektiren bu tür ameliyatlara borçludur.



GÖZ RAHATSIZLIKLARI ve NEDENLERİ

7 Oca, 2009 Göz Sağlığı

Göz fazla okuma ve seyretme sonucu yorululup ağrı yapabilir. Ancak göz ağrısı genellikle bazı hastalıklarında habercisi olablir örnek vericek olursak göz tansiyonu gibi.

Göz tansiyonunun çeşitleri vardır. Orta yaşlarda sık sık gözlük değiştirme ihitiyacı ve bununla beraber baş ağrısıda görülürse ilk olarak akla göz tansiyonu gelmelidir. Hastada işıklı yerlerden karanlık yerlere geçerken adaptasyon eksikliği yaşanır veya ampullerin etrafında dönen daireler görebilir.

Tedavisi genellikle göz damlalarıdır. İleri büyüklükte göz tansiyonunda cerrahi girişim gerekir.



Göz Tansiyonu Hastalığı, Glokom

25 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Göz küresi içindeki basıncın artmasına ve buna bağlı bozuklukların bulunmasına glokom denir. Göz küresi elastik bir yapıda olmadığından özellikle içi sıvı ile dolu olan ön kamaranın hacminin artması, göz içi basıncını doğrudan doğruya etkiler. Oluş sebeplerine göre basit glokom, dar açılı glokom, ikincil glokom ve doğuştan glokom olmak üzere dört çeşit glokom vardır. Basit glokom genellikle 40 yaşın üstündekilerde kalıtımsal bir hastalık olarak görülür. Başlangıçta tek taraflıdır ve uzun yıl­lar fazla bir şikâyete yol açmaz. Sonraları görüş azalır. Göz dibi muayenesinde papillada çukurlaşma ve atrofi vardır. Tedavi edilmezlerse optik sinir atrofisi sonuou bu kimseler kör olabilirler. Teşhis için yapılan muayenede iris ile kor­nea arasındaki açının açık olduğu görü­lür. Sohlemm kanalı skleroze olup tıkan­mış, kamara sıvısının dışarı çıkışı güçleşti­ğinden göz içi basındı 25-40 mm Hg. ye yükselmiştir. Sıvının dışarı akışını kolaylaştıracak ilaç­lar (Pilokarpin, Eserine) veya kamara sı­vısının debisini azaltacak ilaçlar (Diamox) kullanılır. Tıbbi tedavi ile düşürülemeyem basınç fistülizan ameliyatlarla düşürülmeye çalışılır. Dar açılı glokomda yapı itibariyle iris ile kornea arasındaki açı 20° den küçük olduğundan fizyolojik şartlarda veya bazı ilaçların etkisi ile ani olarak kapanabilir. Hasta, akut glokom da denilen bu durum­da şiddetli baş ve göz ağrısından şikâyet­çidir. Bu arada mide bulantısı ve kusma da olabilir. Görme azalır, ışıklar etrafında renkli halkalar görme şeklinde şikâyetler tipiktir. Göz içi basıncı 70-80 mm Hg. ye kadar yükselebilir. Konjonktivalarda derin kanlanma, kornealarda bulanıklık vardır. Tedavide pilokorpin kullanılır. Yarar sağ­lanamazsa, derhal ameliyat edilmelidir. İkincil glokom denen hastalık bir göz has­talığı sonucu veya bazı ilaçlardan sonra meydana gelir. Ayrıoa travmalardan sonra da oluşabilir.

Doğuştan glokoma büftalmi denir. Çocuk­larda ışıktan kaçma ve göz yaşarması şek­lindeki belirtilerle anlaşılabilir. Tıbbi teda­vi yarar sağlamaz, ameliyat edilmesi ge­rekir.



Göz Zarının İltihabı

12 Mar, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

Göz yuvarlağının on yuzu ile goz kapak­larının arka yüzünü örten, onları goz yu­varlağına bağlayan ince zara konıonktiva denir. Konjonktiva kendi salgısı ve göz yaşı yardımıyla daima ıslak ve nemlidir. Bazan bu sekresyon kurur, çapaklanma dediğimiz durumu meydana getirir. Konjonktivanın iltihabına ise konionktıvıt adı verilir. Bazı meslek sahiplerinde gözde kanlanma yani konıonktivada hiperemı olabılir Dış etkenlere açık olan göz, tahrişlerle sık sık ve kolayca kızarabıiır Güneş, yapay ışın veya uzun zaman ateş karşı­sında kalanlarda, toz ve rüzgâra karşı du­ranlarda, alkoliklerde ve kırılma kusuru olanlarda her zaman kanlanma görülebi­lir. Bunlara konjonktivit denmez. Bazen bir darbe sonucu veya gözün diğer taba­kalarının iltihabında (akut iritis, akut glo­kom) da konjonktivada kanlanma olur. Akut kataral konjonktivit denen göz nezle­sinin etkeni bir basildir. Tedavisinde çin­ko sulfatlı ve sulfamidli göz damlaları kul­lanılır. Yeni doğan çocuklarda 3. günden sonra görülen pürülan konjonktivit, annenin do­ğum kanalındaki mikroplardan meydana gelebilen ve körlüğe bile neden olabilen tehlikeli bir gonokok enfeksiyonudur. Çocuklan bu hastalıktan korumak için yeni doğanların gözlerine gumuş nitrat solüs­yonu damlatılması yöntemi (Crede me­todu), yıllardan beri doğum kliniklerinde uygulanmaktadır. Purulan konjonktivitin tedavisi için penisilinli ve sulfamidli ilaçlar kullanılır. Yetiş­kinlerde daha başka mikropların, virüsle­rin neden olduğu değişik konjonktivitler vardır ve bunlar ancak göz doktorlarınca teşhis ve tedavi edilebilirler.



Göz

26 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

İnsanın en önemli duyu organı sayılan gözler, görme fonksiyonunun dış dünyaya açılan penceresi gibidir. Bir fotoğraf makinası gibi çalışarak çevreden aldığı izle­nimleri göz siniri ile beyne ileterek uzayı ve cisimleri üc “boyutlu ve renkli olarak görmeyi ” sağlarlar.Göz yuvarlağı yaklaşık 2,5 cm. çapında, küre şeklinde bir organdır, üzerine yapışık, dört tane düz, iki tane de eğik kas yardı­mıyla orbita denilen göz çukurunun için­de her yöne hareket edebilir. Göz küresinin dış tabakası sert bağ doku­sundan oluşmuştur ve arkada beyaz opak sert tabaka (sklera), önde ise saydam ta­baka (kornea) adını alır. Korneanın eğriliği, skleranındakinden fazla olduğundan biraz çıkıntılıdır. Gözün orta tabakası olan damar tabaka arkada koroid veya uvea adını alır. Da­mar tabaka önde kirpiksi eisim (kerpus silyare) ve iris şeklinde değişmeye uğrar. Gözümüzün rengini meydana getiren bu renkli iris tabakasının ortasında siyah ola­rak görülen delik yani gözbebeği tıp dilin­de pupilla adını alır. Onun arkasında ise göz merceği (lens) bulunmaktadır. Lens, içinde kas lifleri bulunan kirpiksi cisme aşıcı bağlarla bağlıdır. Lensin önünde bu­lunan bölge ön kamara, arkası ise arka kamara adını alır ve içlerinde bir sıvı bu­lunur. Gözün iç tabakası ağ tabaka, görme sini­rinin bir uzantısı şeklinde olup retina adını alır. Retinanın iç yüzünde iki önemli yapı vardır. Birincisi göz sinirinin göze girdiği 1,5 mm. çapındaki dairesel alandır ki pa­pilla adını alır.

Papilla soluk pembe reküdir ve burada gör­me izlenimini alan hücre bulunmadığından bu noktada görüntü teşekkül* etmez. Bu nedenle retinanın bu bölümüne kör nokta denir. Tıp dilinde kör noktaya skotum adı verilir. İkincisi,tam arka kutupta sarı nok­ta veya sarı leke (makula lutea) ise gör­menin en keskin olduğu 2-3 mm. yatay ve 1-1,5 mm. dikey eksenli bir alandır. Retinanın ic yüzü göz küresinin içini doldu­ran jöle kıvamında camsı cisim (korpus vitreum)’e yaslanmıştır. Retinada koni ve basil adını alan, ışığa duyarlı iki çeşit al­gılayıcı hücreler (reseptör) vardır. Bu hüc­reler ışıkla kinyasal clcrak değişebilen pig­mentleri içerirler. Küçük çubuk biçiminde olan ve basiller denen hücreler karanlıkta görmeyi sağlarlar. Konik şekilde olan hüc­reler ise yalnız mavi, kırmızı, yeşil renk­lere duyarlı olduklarından beyin hücrele­rinden gelen farklı uyarılardan fcir renk iz­lenimini oluşturarak renkli görmemizi sağ­larlar. İki gözle birlikte bakmamız (binokular gör­me) sayesindedir ki dünyayı üç boyutlu yani stereoskopik görürüz. Böylece iki gö­ze ait kör noktalar kompoze edilmekte ve derinlik hissi alınabilmektedir. Toz hastalıklarının teşhisi için birçok araçlar kullanılmaktadır. Oftalmometre de­nilen araçla kornea eksenlerinin kırıcılık dereceleri diyoptri cinsinden ölçülür. Orta­sı delik düz bir ayna ile hastanın yanından gelen ışık demeti tam karşıdan hastanın gözüne yöneltilir ve aynanın ortasındaki delikten göz incelenir. Skiyaskopi denilen yöntemle gözün kırılma kusurları, oftalmos­kop denen araçla göz dibi muayeneleri yapılır, toncmetre denen araçla göziçi ba­sıncı, perimetre denen araçla da .görme alanı ölçülür.



Gözkapağı Hastalıkları

26 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Gözkapağının serbest kenarının ve kirpik diplerinin kronik iltihabına blefarit denir. Çeşitli mikroplar, parazitler, kötü sağlık koşulları, duman ve tozlar, hatta düzeltil­meyen kırılma kusurları blefarit yapabilir. Hasta kaşıntı, göz yaşarması ve ışıktan kaçmak (fotofobi) gibi şikâyetlerde bulu­nur. Gözkapağındaki bezlerin, Zeiss ve Meibomius bezlerinin cerahatli iltihabına arpa­cık (Hordeolum) denir. Kapakta şişlik, kızartı ve ağrı vardır. Şişlik genellikle bir hafta içinde patlayarak dağılır. Tedavi an­tiseptikti göz banyoları ile sıcak pansı-manlardan sonra antibiotikli pomat sürmek suretiyle yapılır. İnatçı vakalarda stafilokok aşısı tavsiye edilir. Gözkapağının içindeki Meibomius bezle­rinin kronik iltihabından sonra ağrısız sert bir şişlik şeklinde kalmasına şalazyon (Chalazion) adı verilir. Sıcak pansımanla ve zamanla geçmeyen bu kistik teşekkül­ler cerrahi olarak çıkartılmaktadır. Gözkapağının hareketinin azalması ve düşmesine ptosis denir. Myasteni gravis denen hastalıkta veya felç vakalarında gö­rülür. Tedavisi hastalığa göre yapılır. Kapağın serbest kenarının ve kirpiklerin içe dönmesine entropium, dışa dönmesine ise ektropmm denmektedir. Gözkapağın­daki nedbe veya felç gibi sebeplerden mey­dana gelen bu gibi durumlarda kirpiklerin korneayı dürtmesi sonucu ağrı, göz su­lanması ve kanlanma gibi belirtiler vardır. Gözün saydam tabakasının (kornea) ve konjunktivanın kurumasını önleyen, te­mizlenmesini sağlayan gözyaşı, gözyaşı bezlerinden (glandula lacrimalis) salgılanır. Gözyaşı kanalı arkada burun içine acıtır. Tıkanması bazı rahatsızlıklara ne­den olur ve bir sonda ile açılmak zorunda kalınabilir. Ağlamak bu salgının ruhsal ola­rak artmasıdır. Bazen iritasyon ve hastalık nedeni ile de gözyaşı artar veya azalır. Hemofilide, vazomotor bozukluklarında ve menstruasyon sırasında bazen kanlı göz­yaşı görülebilir.



Gözkapağı İltihabı

5 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-G

Blefarit - Gözkapağı İltihabı

Gözkapaklarının ve kirpik diplerinin iltihaplanmasına genel olarak blefarit denir. Genellikle stafilokok türünden mikropların, toz ve toprakla bulaşması sonucu göz kapaklarının kenarları kızarır ve kirpikler civarında kabuk bağlayan ufak yaralar meydana gelir.



Gözlük

26 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

Görme bozukluklarını düzeltmek için mer­cek denen camlardan yapılmış alete göz­lük denir. Gözlüklerde cam yerine sente­tik veya plastik maddeden yapılmış mer­cekler de kullanılmaktadır. Gözlük kullanılmasını gerektiren kırılma (refraksiyon) kusurları miyopi, hipermetropi, astigmatizm ve presbiyopi olmak üzere dört çeşittir. Çocuklarda bazı şaşı­lıkların düzeltilmesinde de gözlük kullanıl­maktadır. Miyopi uzağı görememe şeklinde beliren bir göz hastalığıdır ve genellikle ilkokul çocuklarında okula gittikleri sırada fark edilir. Bu hastalıkta görüntüyü tam reti­naya düşürebilmek için içbükey yani ırak­sak merceklerden yapılmış gözlükler kulla­nılır. Halk arasında böyle gözlüklere uzak gözlüğü denmektedir. Hipermetropi denen göz bozukluğunda ise gözün ışınları kırabilme gücü azaldığından yakındaki cisimlerin görüntüsü retina ar­kasında odaklaşır. Bu hastalar uzağı nor­mal olarak gördükleri halde yakını göre­mezler. Hipermetropi tesbit edildiğinde hastaya dışbükey yani yakınsak mercek­lerden yapılmış gözlükler verilir. Halk ara­sında bunlara yakın gözlüğü adı verilir. Astigmatizm ise kornea veya göz merceği­nin (lens) tam küresel bir eğrilikte olmayı­şından kaynaklanan bir kırılma kusurudur. Kornea meridvenleri arasındaki eğrilik fark­ları fizyolojik boyutları aştığında astigmatizma meydana gelir. Dikey ve yatay ek­senlerden gelen ışınlar bu asimetri yü­zünden tek bir noktada odaklaşamazlar, bulanık bir görüntü verirler. Burada hem uzak, hem de yakın görme bozulmuştur. Astigmatik göz kusurunu düzeltmek için silindirik merceklerden yapılmış gözlükler kullanılmaktadır. Silindirik merceğin bir yüzü düz, diğer yüzeyi ise bu yüzeyle dik acı yapan bir düzeyde bükülmüştür. Miyop ve hipermetroplarda astigmatizm beraber bulunabilir.

Presbiyopi yaşlılık sonucu gözün yakın ci­simler için uyum yapamamasından kay­naklanan bir kırılma kusurudur. 45 yaşını aşan hemen herkeste görülebilir. Bu du­rumda dışbükey yani yakınsak mercekler den yapılmış gözlükler kullanılır. Hem ya­kın hem de uzak gözlük kullananlar için çift odaklı (bifokal) gözlükler yapılmakta­dır.

Bazı hastalıklarda kromatik denilen renkli camdan yapılmış gözlükler de tavsiye edil­mektedir.

Son senelerde çerçeve içinde gözlük şek­linde kullanıİGn mercekler, yerlerini kontakt lens denilen ve kornea üzerine yer­leştirilen merceklere bırakır gibi olmuştur.

Bütün kırılma kusurlarında kullanılacak gözlükler reçete ile alınmalıdır. Göz dok­torları muayeneleri sonucu buldukları ku­surların cinsini ve derecesini reçetelerinde belirtirler. Daha sonra şahsın yüz ve göz şekline uyan bir çerçeveye gözlük teknis­yenleri tarafından reçetedeki gözlük nu­marasına göre merceklerv takılır.



Gözün Kırılma Kusurları

26 Şub, 2008 Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Göz küresinin önünde bulunan kornea de­diğimiz saydam tabaka ve gözbebeğinin arkasındaki göz merceği dış çevreden ge­len ışınları kırarak retinaya iletirler. Nor­mal bir gözde (emetrop göz) ışınlar göz küresinin kırıcı yüzeylerinde ve mercek­lerinde kırılıp göz bebeğinden geçtikten sonra arkada retinada sarı nokta dediği­miz bir yerde birleşerek görüntüyü net olarak verirler. Göz yapısının ve lens deni­len göz merceğinin bozuklukları bazı kırıl­ma (refraksiyon) kusurlarına neden olmak­tadır.

Optikte merceklerin kırma güçleri diyoptri ile ölçülür. Gözün toplam kırma gücü ise 60 diyoptri dolaylarındadır. Bazen gözün kırma gücündeki bozulma nedeni ile göz­den giren ışınlar retinanın önünde veya ge­risinde odaklaşırlar ve görme olayı normal olmaz. Kırma kusuru gösteren bu gözlere ametrop göz denir. Bunlar miyop, hiper­metrop veya astigmat dediğimiz gözlerdir. Emetrop gözün değişik uzaklıktaki cisim­leri net olarak retinaya düşürmek için kır­ma gücünü değiştirmesine uyum denir. Göz uyumu, reflekslerle yönetilen bir olay­dır. Beyin korteksinden serilen emirle mer­cek adalesi (siliyer adale) kasılarak lensin ön yüzünün eğriliğini artırmakta ve görün­tüyü retinada netleştirmektedir; Bu arada ışığın az veya çok oluşuna göre gözbebe­ği (iris) de açılmakta (midriyasiz) veya ka­panmakta (miosis), böylece uyuma yar­dımcı olmaktadır.



Gözyaşı Kesesinin İltihabı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Göz Sağlığı, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-G

Göz çukurunun iç köşesinde yer alan gözyaşı kesesinin iltihaplanmasına dakriyosistit denir. Glandula lakrimalis denen gözyaşı bezinin salgıladığı gözyaşı, konjonktivanın ve korneanın bütün yüzeyini ıslattıktan sonra gözün iç köşesinde toplanır ve göz kapaklarının kenarında bulunan gözyaşı noktalarından (puneta lacrimale) gözyaşı kesesinin içine girer.Gözyaşı kesesi burun köküne doğru 15 mm. uzunluğunda ve 3 mm. çapında bir kanal (nasolacrimalis) ile devam eder. Gözyaşı böylece burun salgısına karışır. Konjonktiva ve burun enfeksiyonlarının bu bölgeye yayılması sonucu akut dakriyosistit denilen hastalık meydana gelir. Gözyaşı kesesinde şişme, kızarıklık ve ağrı vardır. Gözyaşı kesesinin ve kanalının tıkanması kızarıklık ve ağrı olmadan da kesenin kronik iltihaplanmasına yol açabilir.Tedavi hasta olan göze sıcak ve ıslak pansuman uygulamak ve antibiyotikli pomatlar sürmek veya ağızdan antibiyotik almak suretiyle yapılır.



Grip

26 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-G

Grip birkaç günde iyileşen,virütik bir solu­num yolları enfeksiyonudur. Etkeni olan influenza virüsünün A, B ve C tipi olmak üzere üç cinsi vardır. Bütün dünyaya yayı­lan ve büyük salgınlar yapan genellikle A grubundaki virüslerdir. Her üç virüs tipi de hastalık geçirenlerde 2-3 sene süren bağışıklık meydana getirir. Ancak A tipi ile gribe yakalanan kimsede sadece A tipine karşı bağışıklık meydana gelir. Bu kimse­ler, diğer B ve C tipleri ile gene hasta ola­bilirler. Hastada ateş, kırıklık, adale ağrısı, hafif nezle hali vardır. Boğazda yanma ve ağrı hissedilir. Teşhis için boğaz yıkantı suyundan veya balgamdan virüsü üretmek gerekmektedir.

Kalp hastalarında, akciğerleri zayıf olanlarda ve gebelerde virüsler akciğer iltiha­bına, yani grip pnömonisine neden olabi­lir. Ateş yükselir, nefes darlığı, siyanoz ve kanlı balgam görülür. Grip hastalığından sonra virüslere bakterilerin de katılması ile lober pnömoni meydana çıkabilir. Bu durumda antibiotikler yararlı olacağından verilmelidir. Korunma için çeşitli grip aşıları ileri sü­rülmüştür, ama polivalan aşıların değen yoktur. Son yıllarda Amantadin adında ağızdan verilen bir ilaç (symmetrel) koru­yucu olarak kullanılmaktadır.

Gripte tedavi amacıyla eskiden beri aspi­rin, piramidon gibi antipiretik ilaçlar uy­gulanmaktadır. Ancak son zamanlarda as­pirinin virüsü antikorlara karşı dirençli kıl­dığı ve hastalığı uzattığı söylenmektedir. Novalgin, Kodein ve antihistaminikli grip ilaçları da kullanılabilir. Soğuk algınlığı şeklinde başlayan hastalık bazen yüksek ateşle seyreder



Güneş Yanığı

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-G

Güneşte uzun süre kalma sonucu deri üze­rinde meydana gelen yanığa güneş yanığı denir. Ultraviyole ışınları (morötesi ışın­lar) deride mevcut ergosterolün D vitami­nine çevrilmesine yardımcı olduğu için şüphesiz güneşte kalmak, başka bir deyim­le güneş banyosu yapmak faydalıdır. Böy­lece deri bronz rengi alır ve insana sağlıklı bir görünüm kazandırır. Sarışınla­rın ve kızıl saçlıların güneş ışınlarına kar­şı çok duyarlı bir derileri vardır. Ayrıca değişik bölgelerin duyarlılığı arasında da fark bulunur.

Güneş ışınları deride önce eritem denen bir kızarıklık meydana getirirler, buna 1, derece yanık denir. İnsan yanmadan bronz-laşmak isterse yczın ilk gün 15 dakikadan fazla şiddetli güneş altında kalmamalı, bu süreyi diğer günlerde yavaş yavaş uzat­malıdır. Güneş,derinin üst tabakasında bir kalınlaşmaya ve pigment miktarında artı­şa neden olduğu için insan zamanla daha uzun süre güneşte kalabilir. Beyaz veya henüz kızarmış bir deri üzeri­ne ışınların etkisi yeterinden fazla devam ederse deride su kabarcıkları oluşur ve so­nunda deri soyulur ki 2. derece yanık mey­dana gelmiş demektir. Güneş yanığından korunmak için bazı yağlar ve kremler kul­lanmak faydalıdır. Bu krem ve yağlar ul­traviyole ışınlarını kısmen emdiği için gü­neşin zararlı etkisini azaltabilir.

Güneş yanığı meydana geldiğinde scğuk su kompresleri acıyı hafifletebilir. Hafif talk pudrası rahatsızlığı azaltabilir. 1. ve 2. derece yanıklarda Bepcnthen kremleri sürmek faydalıdır. .Su kabarcıklarını patlat­mak ve derileri soymak zararlı olabilir.



Gürültü

27 Şub, 2008 Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-G

Ses, titreşim enerjisinin bir şekli olarak işitme organımız tarafından duyulur. Sesi oluşturan titreşimler genellikle hava tara­fından kulağa iletilir. Ayrıca kafa kemik leri aracılığıyla da iç kulağa gönderilir. Müzikal denilen ses, tam bir düzen için­de tekrarlayan titreşimlere bağlı olarak meydana gelir. Gürültü denen seste ise titreşim yapan impulslar karışıktır. Gerek ses dalgalarının yüksekliği ve gerekse yo­ğunluğu ve onların sıklığı kulakta gürül­tülü bir sesin oluşmasına da neden olurlar. Yüksek frekanslı sesler düşük frekanslı seslerden daha fazla rahatsız ediei ve za­rar vericidir. Gürültü, zihni toplayamamaya, sinirliliğe, yorgunluğa, sindirim rahatsızlıklarına, ku­lakta kalıcı bozukluğa veya geçici sağırlı­ğa neden olabilir. Endüstriel sağırlığı öbür sağırlık tiplerinden ayırmak gerekir. Çünkü endüstriel sağırlık, maruz kalınan titreşim alanlarında meydana gelir, diğer titreşim­lerde ise işitme normaldir. Kan basıncının yükselmesi, baş ağrısı, baş dönmesi, işitme güçlükleri yine aşırı gürül­tüye maruz kalan kimselerde görülür. Si­nirlendirici seslere tekrar tekrar maruz kal­ma, sinir sisteminin bir tepkisi olarak ya­kınmalara neden olabilir. Genellikle kent yaşamında trafiğin yoğun olduğu merkez­lerde araçların motor ve klakson sesleri, uçak alanlarında jet motorlarının sesleri insanın ruh sağlığını bozan belirli etken­lerdir. Gürültü önee kişinin ruhsal yapısını sar­sar, sinirlerini yıpratır. Daha sonra vücut­ta yapısal bozukluklara yol açar. Halihazırda titreşime ve gürültüye karşı yapılmış araçlar vardır. Hava yoluyla ile­tilen gürültüler, mum, sünger, pamuk, las­tik gibi dış kulak yoluna yerleştirilerek kul­lanılabilen, bu iş için yapılmış kulak tıkaçlarıyla azaltılabilir.

Kemik yoluyla iletilen gürültü ve titreşim­ler, yumuşak örtülü başlıkların kullanımıy­la, yerlerin üzerine platformlar veya keçe. lastik paspasların monte edilmesiyle önle­nebilir.



Hafıza

27 Şub, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-H

Geçmiş yaşantıları zihinde saklama ve ge­reğinde bütünüyle veya parça parça bi­linçli olarak hatırlama yeteneğine hafıza veya bellek denir. İnsanın doğumdan sonra içinde yaşadığı çevreden aldığı tüm uyanlar merkezi si­nir sisteminde yani beyinde birtakım izler (engram) bırakır. İnsanda belleğin geliş­mesi bu ilk izlenimlerden, anılardan baş­lar. Bir olayın, kişinin ya da nesnenin bel­lekte yer etmesi, istenildiği zaman anımsanması için önce duyumlar yoluyla ya­lın bilinç durumunun oluşturulması, başka bir deyimle, algılanması gerekir. Birkaç defa yenilenen olaylar, görülen insanlar veya nesneler istendiğinde bellekte yeni­den canlandırılabilir. Buna anımsama di­yoruz, iyi öğrenilmiş, sık sık tekrarlanmış, bellekte iz bırakmış duygu, düşünce ve davranışlar alışkanlıklarımızı oluşturur. Bellek, insanın bütün ruhsal davranışların­da ve hareketlerinde bağlantıyı, bütünlüğü ve sürekliliği sağlayan bir yeteneğidir. Çe­şitli nedenlerle bellek bozulduğunda o ki­şinin kimliği silinir, davranışları da bozu­lur.

Hayatımız boyunca öğrendiklerimizin bir bölümünü yaşam boyu belleğimizde canlı tutmamıza, kolayca hatırlamamıza karşılık birçoğunu anımsayamaz, başka bir de­yimle unuturuz. Unutma, öğrenmenin tersi elan tir bellek işlevidir. Çeşitli ruhsal has­talıklarda unutkanlık bir belirti olarak or­taya çıkar ve teşhise yardımcı olur. An­cak günlük yaşantımız içinde sık görülen unutkanlıklar her zaman bir hastalığa bağ­lanmaz. Bedensel ve ruhsal yorgunluklar sonucu olabilir.

Bellek bozuklukları birkaç şekilde tanımla­nabilir. Anımsama yeteneğinin bozulması sonucu belleğin bir bölümünün ya da tü­münün kaybolmasına amnezi yani bellek kaybı, gerçek olmayan bir anının gerçek­miş gibi bilinç alanına gelmesine paramnezi yani bellek sapması, anıların hızlı ola­rak bilinç alanına gelmesine ve kolay ha­tırlanmasına hipermnezi yani bellek artma­sı denir.

Bazen de unutkanlık ruhsal bir savunma mekanizmasının belirtisidir. Hatırlandığın­da, kişiye endişe, korku ve sıkıntı veren anılar bilinçaltına itilir ve unutulur.

Bellek bozukluğu en çok ihtiyarlarda beyin damarlarının sertleşmesi, bakteriyel ya da toksinlerle zehirlenme sonucu beyinde ya­pısal bozuklukların ortaya çıkması ile gö­rülür. (Frengi, karbonmonoksit ve alkol ze­hirlenmesi gibi). Nöroz dediğimiz hasta­lıklarda ise, yanlış algılama sonucu paramnezi dediğimiz bellek bozukluğu meydana gelir. Bazı histeri olaylarında bilinçaltı bir bozukluk sonucu kişi istemediklerini ve hatta zor bir durumdaysa kendi kimliğini bile unutur, kısmi veya tam bir amnezi meydana gelebilir.

Kafa travmaları sonucu ortaya çıkan ve olayın meydana geldiği ana kadar geçen zamana ait belleğin kaybolduğu vakalar­da ise retrograd amnezi’den söz edilir. Belleğin yer yer kaybı, hastalık ya da elek­troşok tedavisi sonucu görülebilir. Bu du­rum, genellikle geçicidir. Yıkıma uğrayan beyin hücreleri yenilenemez fakat bazı or­ganik bellek bozukluklarının ilerlemesi yüksek doz B vitamini ve pyrithion (Encep-habol) ile önlenebilir



Halüsinasyon, Sanrı, Yanlış Algılama

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Duyu organlarını uyaran stimuluslar yo­luyla cisimleri veya olayları anlar, tanır ve öğreniriz. Dıştan bir uyaran olmadan mey­dana gelen yanlış algılamaya halüsinas­yon veya sanrı denir. Şizofrenide en çok görülen halüsinasyon «sesler» dir. Bu ses­ler hastaya hitap edebilir, onunla ilgili sözler söyleyebilir, düşüncelerini yansıta­bilir veya belli belirsiz mırıldanmalar biçi­minde olabilir. İç veya dış kaynaklı olabi­lir ve hasta bunların gerçek olduğundan emindir. Halüsinasyonlar yalnız işitme du­yusu ile olmaz. Görme ve dokunma, tad ve koku organlarının algılama bozukluğuna bağlı halüsinasyonlar da vardır. Halüsinas­yonlar duygu organlarına gelen uyarmaları yanlış yorumlamak demek olan illüzyon­lardan farklıdır. Algı yetersizliğinde örne­ğin karanlıkta bir ağacın hayvana benzetil­mesi, tiyatroda duygusal yanılgı yaratmak için illüzyonistlerin ışık oyunları ile sağla­dıkları gösteriler, birer illüzyondur.

Normal kimseler de özellikle uykuya da­larken kapı zili, yanık kokusu duyabilirler. Alkol, afyon türevleri, barbitürat ve amfetamin gibi ilaçlardan başka, halüsinojen dediğimiz maddeleri içeren bazı bitkiler de vardır. Bütün bu maddeler algı bozuklu­ğuna neden olmaları yanı sıra benlik ger­çekliğinde değişme (depersonalizasyon), ortam gerçekliğinde değişme (derealizasyon) meydana getirebilmektedirler. Halüsinojenik maddeler psikozlara benzer durumlar oluşturduklarından deneysel amaçlarla kullanılmaktadır. Triptamin gru­bundan liserjik asit (LSD), büfotenin, psilosibin, harmin, ibogain, Fenitetilamin gru­bundan meskalin (peyotl) ve diğer çeşitli gruplardan ditran, kannabisin (marihuana) ve sernil gibi psikomimetik droglar sayılır.



Hastalık Kuşkusu ve Korkusu

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Hıpokondri terimi, aslında kaburgalar altın­daki karın bölgesi demek olan hipokondr sözcüğünden türetilmiştir ve değişik, fa­kat birbirine ilişkin durumları tanımlamak icın kullanılır. Hasta olduklarına inanarak ya da inanma­yarak bundan şüphelensin veya şüphelen­mesinler sürekli olarak sağlıkları ile ilgi­lenen kişilere hipokondriak denir. Bu kim­seler karakter özelliği olarak laksatif, tonik ve vitamin gibi ilaçları çok kullanırlar. Dok­torların herhangi bir şikâyet için ne ka­dar önemsiz olursa olsun hemen reçete yazmaları hipokondriakların ilaca düşkün­lüklerini artırır. Ayrıca hiçbir kanıt olmadığı halde önemli bir hastalığa yakalanacağından korkanlara da hipokondriak denir. Anksiete yani hid­det ve huzursuzluk hallerinde ya da dep­resyonda ve bazen şizofrenideki belirtiler hipokondriakların hastalık korkularını artı­rır. Örneğin çarpıntısı olan bir hasta ken­disinde kalp yetersizliği olduğundan endi­şelenir. Üçüncü anlamda hipokondriak deyimi or­ganik bir temele dayanmayan birçok inat­çı ve tekrarlayıcı şikâyetleri olanları tanım­lamak için kullanılır.

Hipokondri genellikle histerik özellikleri olan kadınlarda görülür. Bu hipokondriak belirtiler yoluyla hasta, yatalak rolünü kolayca oynayabilir. Kendilerine ilgi ve anla­yış gösterilmesini veya bazı zorunluluklar­dan kaçmayı sağladığından bu tip hipokondriaklar, tedaviye direnç gösterirler.



Hemoglobin, Kanın Boya Maddesi

28 Şub, 2008 Proteinler, Sağlık Sözlüğü-H

Hemoglobin, alyuvarlara kırmızı rengini veren hematin ile globinin bileşiminden oluşan bir proteindir. Hemoglobin, hücrelerden aldığı kartondicksidi de akciğerlere iletir. He­moglobinin yapısında demir de vardır. Bu nedenle demir eksikliğinde kansızlık mey­dana gelmektedir. Normalde kanda 14-18 gr/100 mi. hemoglobin bulunur. İdrarda hemoglobin normal olarak yoktur. Bazı has­talıklarda, yanıklarda, soğukta idrarda gö­rüldüğünde hemoglobinüri söz konusudur. Hemoglobin miktarını ölçmek için çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Kırmızı kan hücrelerindeki hemoglobin yüzdesi ve kanda­ki hemoglobin miktarı kanın bileşiminin normal olup olmadığını anlamak için ölçü­lür. Normalden az bulunması kansızlığın çeşitli türlerini belirler. Sarılık hastalığın­da kırmızı hücrelerin yıkıma uğraması söz konusudur. İdrarda hemoglobinin parça­lanma ürünlerinden bilirubinin bulunması teşhise yardımcı olur.

Ayrıca hemoglobinin yapısındaki bozukluk­lar, yani anormal hemoglobinlerin varlığı doğuştan bazı kan hastalıklarına (Talase-mi, orak hücreli anemi) neden olmaktadır. Sonradan meydana gelen hemoglobin bo­zukluklarında ise porfirin denilen bir mad­de idrarla bol miktarda atılır ki, bu duru­ma porfirinüri denir. Kurşun zehirlenmesi, kanser, Hodgkin hastalığı, sistemik infek-siyonlar, malarya, ilerlemiş karaciğer has­talığı, pernisiyöz anemi ye hemolitik anemi gibi durumlarda porfirinüri görülür.

Hemoglobinin yapı elemanı olan porfirinin doğuştan bir hastalık olarak idrarda görülmesi ise porfiria denen hastalığı mey­dana getirir. Bu hastalıkta kclik tarzında zaman zaman gelen karın ağrıları ve bazı sinir bozuklukları vb. gibi belirtiler vardır. Krizler sebepsiz başlayabileceği gibi bazı ilaçlar da (Barbituratlar, östrojenler, ergo bileşikleri ve sulfonarnidler) krizlere neden olabilir.



Hipnoz

29 Şub, 2008 Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-H

Hipnoz veya ipnoz bir insanı yarı bilinçli bir durumda kendinden geçirmek (trans hali), telkine daha uygun kılmak demektir. Hipnozu bir tedavi aracı olarak (hipnoterapi) ilk kullanan Anton Mesmer olduğu için bu olaya mesmerizm, hayvansal man­yetizma, odil gücü, yaratılmış uyurgezerlik (somnambulizm) adları da verilmiştir.

insanlar çok eskiden beri kişileri etkilemek, çevresini gücü altına almak için bu yön­temi kullanmışlardır. Hipnoz bir insanda doğuştan mevcut telkine yatkınlığı artır­mak demektir. Öyle ki ipnoz yapılan kim­se açıklıkla trans haline sokulmakta, ip­notizmayı yapanla o kişi arasında ilişki ku­rulmakta, uyutulmuş kişide ipnoz durumu­na özgü haller görülmektedir. Mesela bazı vücut bölümleri hissizleşmekte, unutulmuş anılar canlanmaktadır. Ancak derin translı ipnotizma çek az insanda yaratılabilir.

Hipnotizmanın aslı, beynin bir bölümünün tekdüze bir şekilde uyarılması veya inhibisyen yaratılması ya da uyutulmasıdır.

Braid hipnotizmayı parlak bir ışığa devamlı bakmakla sağlanacak bir uyku hali şek­linde tarif etmiştir. Hipnoz bir tedavi ara­cı olarak uygulanırken, hekim hastayı ha­zırlamalı, onu hipnoz ile ilgili söylenti ve tiyatrolardaki gösterilerin yarattığı yersizkorkulardan kurtarmalıdır. Hipnozda; kullanılan telkin yöntemleri, hekimin kişiliği­nin gücü, hastanın işbirliği ve telkine yat­kınlığı önem taşımaktadır. Bütün vakalar­da hastanın gittikçe daha çok gevşediği] ve bir uyku haline geçtiği ve hipnoza yat­kın kişilerin, birkaç seanstan sonra uyku yani hipnoz durumuna geçtikleri görülmek­tedir.

Hipnoz değişik amaçlarla tıpta kullanıl­maktadır. Örneğin ağrısız doğum yaptır­mak, ilaçla uyutmadan bozı ameliyatları gerçekleştirmek, hipnoanalizde formel psi­koterapi uygulamak ve bazı alışkanlıklar­dan kurtarmak amacıyla kullanılmaktadır.

Hipnotizmaya saygı uyandıran ve onu ba­şarı ile kullanan doktorlar arasında Braid, Elliotson ve yurdumuzda da rahmetli Dr. Hüsnü Öztürk sayılabilir. Hindistan’da ça­lışan Esdaile adlı askeri bir yargıç hipnoz yoluyla ameliyat yapmaktaydı. Hipnozun sakıncaları güvenilir olmaması (herkes hipnotize edilemez), hipnotizmayı yapan ki­şiler arasında transfer denilen ve hasta­nın hipnotizmayı yapana aşırı bağlılığı di­ye nitelendirilebilen bir ilişkinin belirmesi, bazen de kişiye garip telkinlerin yapılabil­mesidir. Ayrıca birçok hekimin mizacı hip-noterapi için uygun değildir. Bu nedenlerle günümüzde psikoterapi için yapılacak hipnoterapide thiopenton (penthotal) denen ilaç kullanılmaktadır. Damardan verilen bu ilaçla hastada bir gevşeme ve yarı uyku hali meydana gelmektedir.



Hipofiz yetersizliği

1 Mar, 2008 Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-H

Hipofiz yetersizliğinde yani hipopitüitarizm denen durumda Simmonds hastalığından bahsedilir. Ayrıca bu hormonların her biri­nin eksikliğine çeşitli hastalıklar, sendromlar ve cücelik tarif edilmiştir. Hipo­fiz hormonlarının aşırı salgılanmaları ha­linde ise akromegali, jigantizm, Cushing sendromu vb. hastalıklar belirebilir. Hipolatamus ve hipofiz arka lop bozukluk­larında ise şekersiz diabet (diabetes insipidus) meydana gelmektedir. Tiroid bezi Bütün metabolik olayları hız­landıran, kullanılan oksijen miktarını artı­ran, tiroid hormonunu salgılayan bezdir. Lipid ve kollesterol metabolizması, zekâ­nın gelişmesi, tiroid hormonu ile yakından ilişkilidir. Az veya çok salgılanmasında çeşitli hastalıklar meydana gelir.

Paratiroid : Tiroid bezinin arkasında bir­birinden ayrı 4 ufak bez şeklinde yer al­mıştır. Kalsiyum ve fosfor metaboliz­masını düzenleyen parathormon’u salgılar. Böbreküstü bezleri: Bu bezler korteks denilen kabuk bölümünden salgılanan kortikosteroid hormonlar elektrolit ve kar­bonhidrat metabolizmasını düzenlerler. Bu bezin yetmezliğinde Addison hastalığı. (Adrenal crisis) Waterhouse-Friedrich sendromu gibi belirtiler görülür. Fazla hor­mon salgılanması halinde ise Cushing sendromu gelişir. Böbreküstü bezlerinin medulla denilen iç bölümünden ise adre­nalin ve noradrenalin adını alan iki hor­mon salgılanır. Sinir sisteminin ileti mad­delerinden olan bu hormonlar sempatik sistemin çalışmasında baş rolü oynarlar. Böbreküstü medullasından çıkan bazı tü­mörler hastada nöbet şeklinde tansiyon yükselmesine neden olurlar.

Gonadlar: Erkekte testisler, kadında ise överler kendilerine ait hormonları salgıla­yarak cinsel hayatın düzenlenmesinde rol cynarlar. Yeni bir yavrunun hayata getirilmeşini sağlamakla görevlidirler. Bu hor­monları salgılayan organların yetersizliğin­de hipogonadizm (Klinefelter sendromu), aşırı çalışmasında ise hipergonadizm söz konusudur.

=lasenta : Çocuğun rahim içinde gelişme­sini, büyümesini sağlayan bir organ olan plasentanın villuslerinden korion gonadot-ropin denen bir hormon salgılanır. Korion villüslerinin hastalıklarında (mol veya kcricnepitelycma) bu hormonun çok fazla salgılandığı idrar muayenesinden anlaşılır. Gebeliğin idrarla erken teşhisi de bu hor­monun salgılanması ile anlaşılmaktadır.

Pankreas : Pankreasın hormonları karbon­hidrat metabolizmasını düzenleyen insülin ve glukagondur. insülin eksikliğinde şe­ker hastalığının meydana geldiğini çok kimse bilir. Mide ve barsaklar: Son araştırmalarda sin­dirim sistemi fonksiyonlarını düzenleyen birçok hormon bulunmuştur. Bunlar ara-ânda gastrin, sekretin, kolesistokinin, mo-tilin vb. polipeptit yapısında olan hormon­ları sayabiliriz.



Hırsızlık Hastalığı

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

İhtiyacı olmadığı halde hastalık şeklinde görülen çalma dürtüsüne kleptomani, bu gibi kimselere de kleptoman denir Bu şekilde hırsızlık yapanlar genellikle orta yaşlı veya yaşlı kadınlardır ve çaldıkları şeyler aslında satın alabilecekleri önemsiz eşyalardır. Kleptomanları büyük mağaza­larda tek başlarına veya çeteler halinde çalışarak mal çalan adı hırsızlardan ayırmak gereklidir Bu hırsızların ancak birka­çı tedavi için psıkıyatrıste başvururlar Kleptomanı tam bir hastalık değildir, çe­şitli depresyonlarda ve semi demansta görülür Bilinçaltının çözümlenmesinde hır­sızlık dürtüsünün , mutsuzluğun bir be­lirtisi olduğu ve çok kere amacın eşinin toplumsal durumunu sarsmaya yönelik bu­lunduğu görülmüştür.



Histeri

29 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Histeri ilk defa Hipokrat tarafından orta­ya atılmış ve kadınlarda daha çok meyda­na geldiği için döl yatağı ile ilgili görülen bazı ruhsal ve fiziksel değişmeleri ifade etmek için kullanılmıştır. Histeri Yunanca rahim yani dölyatağı anlamına gelmek­tedir. Freud ise histerinin sebebinin rahim olmadığını, akli sorunlar olduğunu düşün­müş ve o zamandan beri ancak belli bir tip insanı tanımlamak için histerik deyimi kullanılmıştır. Üzerinde çok tartışılan ve çok belirsiz bir kavram olması nedeniyle artık psikiyatride ender olarak kullanılmak­tadır.

Histeride bellek, biline, zekâ, hareket ve algı bozuklukları cok çeşitlidir. Kişisel olaylara ilişkin olarak yarım hatırlama (am­nezi) veya kimliğini unutma, evden veya iş­ten ayrılıp bilinçsiz olarak dolaşma (füg), kaslarda paralizi, kısmen yürüyememe, tremor, konuşamama (disfoni) gibi hareket bozukluğu, genellikle deride duyu kaybı veya körlük ve sağırlık gibi algı bozukluk­ları histeride görülen belirtilerdir.

Dikkat çekme isteği, canlılık, egoistlik, ba­ğımlılık ve aşırı duygusal tepki eğilimi gi­bi karakter özellikleri histerik tiplerde çok görülür.



Hormon Nedir?

29 Şub, 2008 Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-H

İç salgı bezleri denen organlarda yayılan ve gittikleri yerlerde bi­yolojik etki gösteren maddelere hormon denir. Tesir ettikleri organların hücrelerin­de (target organ) katalizör gibi rol oynayarak bazı fonksiyonların yapılmasını ve­ya devam etmesini sağlarlar. Bu bakımdan eksiklik belirtileri sonucu bezi hastalıklar (şeker hastalığı, miksödem, konjenital cü­celik, kısırlık v.b.) meydena geldiği gibi fonksiyon bozuklukları da oluşmak­tadır. Hormonların etki mekanizmaları tam ola­rak bilinmemekte, ancak teori değerinde bazı fikirlerle açıklanmaya çalışılmakta­dır. Hipotala salgılanan ve birçok hormonların iç salgı bezlerinde yapılmasını ve kana ka­rışmasını sağlayan hormonlara ise onları serbest hale getirdikleri için releasing fak­törü adı verilmektedir. Günümüzde hipofizden salgılanan bütün hormonlara ait releasing faktörler bulunmuştur. Hormonlara benzer sentetik madde­ler : Organizmada yapılmadıkları halde te­davide kullanılan, hormon etkisine sahip bazı maddeler vardır. İç salgı bezlerinin hastalıklarında veya hormonal sebebe bağlı olmayan bazı hasta­lıkların tedavisinde bu tür sentetik bileşik­ler, hormonlar veya karşıt hormonlar kul­lanılmaktadır.



İdrar Yolu Hastalıkları

5 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-İ, Sindirim Sistemi

İdrar Yolu Hastalıkları-Boşaltım Sistemi Hastalıkları

İki böbrek, iki idrar borusu (üreter). idrar torbası, yani mesane ve idrar yolundan (üreîra) meydana gelen ve vücuda zararlı, yararsız veya fazla gelen maddeleri atmaya yarayan organlar boşaltım sistemini oluştururlar. Erkeklerde bu sistem içinde ayrıca prostat denen bir organ daha vardır. Boşaltım sisteminin hastalıklarında ilk belirtiler ağrı, idrar etme düzensizlikleri ve vücutta ödem dediğimiz su toplanması gibi bozukluklardır. Güç idrar etmeye ve bu esnada yanma ve ağrı duymaya tıp dilinde dizüri denir. Genellikle üretra veya mesane iltihaplarında ve prostat hastalıklarında görülen bir şikâyettir. Günlük idrar etme sayısının artmasına yani sık sık idrar etmeye pollaküri, günlük idrar miktarının artmasına poliüri, azalmasına ise oiigüri denir. Hiç idrar edememe durumunda ise anüri söz konusudur. İdrar miktarının artması böbrek taşı hastalıklarından örneğin şeker hastalığı, şekersiz diabet, aşırı su içme v.b. kaynaklanabilir. Genellikle 24 saatte iki litre olan idrar miktarı 3-5 litreyi geçebilir. Hatta 10 litreyi bulur. Bu durumda idrarın rengi soluk ve yoğunluğu normal olan 1,018 değerinden daha düşüktür. Günlük idrar miktarının yarım litrenin altına düşmesi böbrek hastalığı bakımından önemle araştırılmalıdır. Ayrıca idrarın renginin koyulaşması, yoğunluğunun ve miktarının azalması, ateşli hastalıklar, ishal, dolaşım yetmezliği, susuz kalma gibi böbrek dışı nedenlerden de olabilir. İdrarın bulanıklığı halinde mikroskop tetkiki yapılmalı, iltihap hücrelerinin bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Kavuniçi veya kırmızı idrar ilaçlara bağlı olarak meydana gelebileceği gibi, idrar yollarında bir kanamanın da belirtisi olabilir. İdrar sedimentinde alyuvarların görülmesi (hematüri) kanamaya işarettir. Siyah renkli idrar hemoliz neticesi idrarda hemoglobin bulunduğunu gösterir ki, bazı hastalıklara (Karasu humması) ve ilaçlara (kinin) bağlı olarak meydana gelebilir. Böbreğin doğuştan anomalisi (tek veya üç böbrek, çift üreter, at nalı şeklinde birleşik tek böbrek v.b.) çok kere röntgen muayeneleri sırasında teşhis edilebilir.Böbreklerde süzülen kanın bir bölümü idrar şeklinde vücuttan dışarı atılır. Böbreklerin kanı süzdüğü glomerul denilen bölümlerinin iltihabına glomeruionefrit veya kısaca akut nefrit denir. Çok kere boğaz anjini, kulak iltihabı, impetigo gibi streptokok enfeksiyonlarından sonra görülür. Hastalık, başağrısı, göz kapaklarının şişmesi, yorgunluk ve bel ağrısı şeklindeki belirtilerle kendini belli eder. Akut nefrit bazen iyileşmez, kronik glomeruionefrit şeklinde devam eder. Böbrek dokusu harap olur ve idrarda albümin görülmeye başlar.Amiloidoz, lupus, Henoch-Schönlein hastalığı gibi hastalıkların komplikasyonu olarak da kronik glomeruionefrit meydana gelebilir. Hastada hematüri ve tansiyon yükselmesi vardır. Nefrotik sendrom denen bir grup hastalıkta ise idrarla bol protein kaybı dolayısıyla dokularda su toplanması yani ödem teşekkülü ön plandadır. Ancak glomerulo-nefritlerin aksine tansiyon yükselmesi ve idrarda kan görülmez.Böbreğin bazı kalıtımsal veya metabolizma bozukluğuna bağlı hastalıkları (Sisti-noz, Low sendromu, Fanconi hastalığı gibi) da vardır.Böbreğin pelvis denen bölümünün ve bağ dokusunun iltihabına ise piyelonefrit genel adı verilir. Burada böbreğin tubulusları ve aralarındaki doku iltihaplanmıştır. Genellikle idrar yollarına giren mikropların aşağıdan yukarıya doğru yayılması bulantı, kusma gibi belirtiler görülür. Akut ve kronik şekilleri vardır.Böbrek fonksiyonlarının bozulması sonucu idrar çıkmaması (anüri) veya üre gibi maddelerin kanda birikmesi (üremi) gibi durumlarda böbrek yetmezliği söz konusudur.



İlk Yardım Nasıl Yapılmalıdır?

1 Mar, 2008 Sağlık Sözlüğü-İ, İlk Yardım

Günlük hayatta karşılaşılan çeşitli yaralanmalar, yanıklar karşısında hayat kurtarıcı önemi olan kuralları herkesin bilmesi gerekir. İlk yardımda aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir.

1 - Kazaya uğrayan veya hastalanan kimseye ilk yardım bulunduğu yerde yapıl­malıdır. Ancak kaza yerinde yangın, gaz sızması, infilak veya yıkılma tehlikesi var­sa kazaya uğrayan buradan uzaklaştırıl­malıdır.

2 - Kazaya uğrayan veya boğulan kimse nefes alamıyorsa suni solunuma başlamak, tıkanmışsa hava yolunu açmak, yaralan­ma yerinde fazla bir kanaması varsa bu­nu durdurmak ve bayılmışsa uygun bir bi­çimde yatırmak, başını aşağıda tutmak ge­reklidir. ,

3- Ağır yaralı veya baygın bir kimsenin beynine kan gitmesi için ayakları yükseğe kaldırılmalı, baş aşağıda tutulacak şekil­de yatırılmalıdır. Hastayı siken veya soluk almasını önleyen kemer, askı, kravat, kor­se gibi elbise kısımları gevşetilmelidir.

4 - Şok halinde baygın yatan hastayı sıcak tutmak için üstüne palto, battaniye gibi şeyler örtülmelidir.

Kanama Şiddetli kanamalarda yapılacak ilk iş, bu kanamayı durdurmak için basınç uygulamak yani kanayan yere tampon yapmaktır. Bu basınç doğrudan parmakla veya dahc iyisi temiz bir mendil veya sar­gı bezi ile aralıksız on dakika yapılmalıdır. Basınç kanamayı durdurduğu veya büyük ölçüde azatttrğı gibi, bu sürede kanın pıh­tılaşması da kanamanın durmasında etkili olur.

Yanık : Elbise için için yanıyorsa hemen çıkarmalıdır. Ancak alev halinde ise ya­nan kısım üstte kalacak şekilde yanan kimseyi yere yatırmak, üzerine halı, bat­taniye, palto, yastık gibi kalın bir örtü ör­terek aıevi söndürmek, yanmayı durdur­mak için bu eşyalara hafif hafif vurmak gereklidir. Hastayı hiçbir zaman yerde yuvarlamamalıdır. Derinin yanmış olan kısmı derhal soğuk suyla serinletilmelidir. Deri­de su kabarcıkları meydana gelmişse bun­lar patlatılmamalı, üzerine uygunsuz şey­ler sürmemelidir. Ağır yanıklarda su kay­bını önlemek için hastaya su verilmelidir. Kırık ve çıkık Kaza geçiren bir kimse ağrı duyuyorsa ve ağrı bu organı oynat-



İyileşme Dönemi

9 Nis, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-İ

Geçirilen hastalık, ameliyat veya kazadan sonra insanın yavaş yavaş iyileşme dönemine nekahat devri denir.

Nekahat döneminin iyi bir şekilde geçiri­lebilmesi için, hastanın diytine çok dikkat etmesi ve gerekli gıdayı tam olarak alma­sı lazımdır. Örneğin ameliyat yarasının ka­panması için bol miktarda C vitaminine ih­tiyacı vardır. Cerrahi operasyonlardan son­ra kan kaybına bağlı olarak hastalarda anemi olabilir. Bu nedenle böyle hastalara demirli yiyecekler yedirilmelidir. Keza, vü­cudun kendini toplaması ve yarayı onarabilmesi için proteinli gıdalar da gereklidir. Sindirim sistemi, gerek ameliyat esnasın­daki narkoz, gerekse ameliyat öncesi ha­zırlıklar nedeniyle bir sure tembelleşirler. Bu nedenle hastaya ilk günlerde sulu ve sindirimi cok kolay gıdalar yedirilmelidir. Barsak infeksıyonları veya ishallerden son­ra hastaya sulu gıdalar, çorba, meyve su­yu, çay ve bol su verilmelidir. Daha sonra yumurta, kızarmış ekmek, süt ve püreye geçilmeli ve normal diyet tatbik edilmelidir.

Eskiden hastalara uzun süre yatak istirahati öneriliyordu. Günümüzde ise hasta ne kadar erken ayağa kalkar ve dolaşmaya başlarsa nekahatin o kadar hızlı seyrettiği ve iyileşmenin daha çabuk olduğu dikkati çekmektedir. Aynı zamanda tehlike yara­tacak kan pıhtılarının oluşması da engel­lenmekte ve hastaya zindelik kazandırıl­maktadır. Buna rağmen hasta kendini aya­ğa kalkamayacak derecede rahatsız hissedıyorsa, hareketi önermeden önce mut­laka bir muayeneden geçirmek lazımdır

Kalp, böbrek ve diğer hayatı organların hastalıklarında, ayrıca ınfeksıyon hastalık­larında fazla hareket yaptırmak zararlı ola­bilir. Bu nedenle bu kimselerin güneşte,açık ve temiz havanın bol olduğu yerlerde oturmasına izin verilmelidir. Ziyaretçilerin kalabalık olmamasına, uzun sure hastanın yanında kalmamasına ve hastanın morali­ni bozmamasına kesinlikle dikkat edilme­lidir. Bulaşıcı hastalığı olan ziyaretçiler hastanın yanına sokulmamalıdırlar.

Nekahat döneminde, özellikle sabahları olmak üzere her gun hastanın ateşi ölçül­melidir. Hasta kalkıp gezebiliyorsa, duş ve­ya banyo almalı eğer kalkamıyorsa, bir kişinin yardımıyla vücudu her gun bir sünger ile temizlenmelidir. Banya yaptığı zaman odanın ısısı artırılmalı, banyodan sonra çarşaf değiştirilmeli, yatak rahat, yumu­şak, deriyi tahriş etmeyecek kalitede ol­malıdır.

Uzun sure yatan bir hastayı ilk defa ayağa kaldırırken bazı noktalara dikkat etmek la­zımdır. Önce hasta yavaş yavaş yatakta oturur vaziyete getirilir Birkaç dakika bu şekilde bekletildikten sonra bacakları aşa­ğı sarkıtılıp yatağın kenarına oturtulur Ön­ce bu hareketler yaptırılır, sonra bir kişinin yardımıyla koluna girilir kaldırılır, birkaç adım attırılır, yatağa veya başka bir koltu­ğa oturtulur. Böylece eksersızler gittikçe artırılır. Bu hareketler esnasında baş dön­mesi olursa, daha sonra tekrarlamak üze­re hasta yatağına yatırılır.

Yatan hastaların diğer önemli bir şikâyeti ise kabızlıktır. Hastaya hafif müshil ilaçlan verilerek bu durumun önlenmesine çalışı­lır. Yatarken meydana gelen barsak gazla­rının giderilmesinin en iyi yolu ise kalkıp dolaşmaktır. Şayet bu şekilde de geçmi­yorsa makattan rektal tüp denen lastik bir boru sokularak, gazların daha kolay çık­ması sağlanır. Ayrıca barsak hareketlerini artıracak ilaçlar (Prostigmin, Bepanthen vb.) uygulanır.



Kabızlık

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sağlıklı Beslenme, Sindirim Sistemi

Dışkılamanın yani defekasyonun üç gün­den daha seyrek veya normalden da­ha katı olarak yapılması halinde kabızlık­tan yani konstipasyondan söz edilir. Baş­ka bir deyişle ağızdan aldığımız besinle­rin 24-48 saat içinde barsakları terketmemesi ve gecikmesi halinde barsak tem­belliği var demektir. Mutlak kabızlık (orga­nik kabızlık) bağırsak tıkanması sonucu meydana gelir ki, bazı hastalıkların (ileus, kolon kanseri, konjenital megakolon yani Hirschsprung hastalığı vb.) teşhis belirtisi olarak çok önemlidir. Kabızlık çok kimsede barsakların çalış­masının bozukluğu sonucu görülür. Buna sebep çok kere kötü alışkanlık ve ıkınma yetersizliğidir. Yani alınan besinlerin barsaklardan geçişi normaldir. Besin artıkla­rı dışkı şeklinde ortalama 18 saat sonra barsağın son bölümüne yani rektuma ulaşmaktadır. Ancak dışkılama refleksi geç uyandığından, çeşitli nedenlerle tuvalete gitmeyi ihmal eden kimse rektumunu boşaltamamaktadır.

Uzun süren kabızlık dışkıda toksik mad­delerin etkisiyle başağrısına, sindirim bo­zukluğuna, zayıflamaya ve rengin solmasına neden olur. Rektumda uzun süre ka­lan dışkı sertleşir, fekalom denen taş şek­lini alarak barsakta tıkanmalanna sebep olabilir. Yanlış beslenme,yani uzun süre et, pirinç, unlu gıdalar gibi az posa bırakan şeyler yenince de kabızlık meydana gelir. Bol ye­şil sebze, meyve, sulu ve sellülozlu yani kepekli bir diyet ise kabızlığa engel ol­maktadır. Bazı kimselerin kullandıkları ilaçlar da (morfin, kodein, antikolinerjikler) kabızlığa neden olabilirler. Ülserli kimselerin aldık­ları ilaçlar da kabızlığa yol açabildiğinden beraberinde laksatif denilen dışkıyı yumu­şatıcı ilaçlar da alınmalıdır. Ara sıra her­hangi bir müshili kullanmakta sakınca yok­tur, aneak alışkanlık haline getirilmemeli­dir. Asabi kimselerde nörovejetatif sistem bozukluğu sonucu ishal meydana geldiği gibi kabızlık da (spastik kabız) oluşabilir. Bazı ateşli hastalıkların seyri esnasında (tifo, menenjit, ensefalit vb.) safranın barsağa akamadığı hallerde (safra kesesi ve karaciğer hastalıklarında) akut apandi­sitte ve peritonitte de kabızlık vardır. Ameliyatlardan sonra görülen kabızlık hem anestezik maddelerin etkisine hem de po­tasyum kaybına bağlı olduğu için bu tür kabızlık potasyum vermekle düzeltilebilir ve fazla analjezik yapmamakla önlenebi­lir. Kabızlığın tedavisinde önoe dışkılamanın bir refleks ve alışkanlık meselesi olduğu­nu unutmamalıdır. Daha sonra diyetin uy­gun bir şekle dönüştürülmesine çalışılma­lıdır. Genellikle fazla su ve barsakta po­sa bırakacak yiyecekler yemeli ve gerekir­se laksatif denilen müshil ilaçlan alınma­lıdır.



Kalbin Atış Ritminde Görülen Düzensizlik­ler

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin atış ritminde görüten düzensizlik­lerin yani aritmilerin bir türü ekstrasistol olarak isimlendirilir. Normalde kalbin atış­larını idare eden merkez olarak bilinen si­nüs düğümünden dakikada ortalama 60-80 arası uyarı çıkar ve kalp bu uyarılara göre düzenli bir şekilde atar. Yani sistol ve diastol denilen kasılma ve gevşemeleri yapar. Eğer sinüs düğümü dışında bir odaktan ek bir uyarı çıkar da kalp bu uyarı ile erkenden kasılırsa, yani sistol hareketi yaparsa buna ekstrasistol denir. Ekstra­sistol kalbin erken bir vuruşu olduğu için bu atıştan sonra normalden daha uzun bir ara meydana gelir. Ekstrasistoller bazen düzenli olarak her iki atımdan veya üç atımdan sonra meydana gelebilir. Ekstra­sistol .nabız sayımı ve elektrokardiyogram (EKG) ile kolayca teşhis edilebilir. Ekstrasistoller bir heyecan anında, fazla çay, kahve, alkol içilmesinde, yorgunluk ve uykusuzlukta görüldüğü gibi, organik bir kalp hastalığında veya Dijital gibi kalp ilaçlarına bağlı olarak da peydana gele­bilir. Gençlerde çok kere hiçbir kalp has­talığı olmayabilir. Ancak bu gibi kimsele­rin kalplerinde mitral stenozu dikkatle aranmalıdır. Yaşlı kimselerde görülen eks-trasistollerde de koroner sklerozu ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Tedavi için ekstrasistolu olan hastalara kinidin (Natisedin) ve kinidin benzerleri (Norpace) ile bazı sedatifler (Diazem) ve trankilizanlar (Tranxilen) verilmektedir.



Kalp Çarpıntısı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp atışlarının bir kimse tarafından rahatsız edici şekilde duyulmasına çarpıntı palpitasyon denir.Hekimler kalbin hızlı bir şekilde atmasına taşikardi, düzensizlik göstermesine ise oritmi adını verirler.Çarpıntı bir kalp hastalığı olmadan da hissedilebilir. Kansızlığı olan kimselerde aşırı beden hareketi yapan ve efor sarfeden normal insanlarda kalbin hızlı çarpması bedenin normal bir kompensasyon reaksiyonudur.

Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak üzere organizma çevreye daha çok kan pompalamak zorunda kaldığından kalp hızlı atar.

Bazı içkiler (cay, kahve, alkol v.b.) ve ilaçlar (adrenalin, efedrin, amfetamin v.b.) carpmtI nedeni olabilir.

Çarpıntı şikâyeti olan kimseler bu durumun gerçek bir kalp hastalığından, kansızlıktan veya kalp nörozundan ileri gelip gelmediğini anlamak üzere bir kalp hastalığı doktoruna muayene olmalıdırlar.



Kalp Hastaları Alkollü İçkiler Kullanılabilir mi?

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Alkollü içkiler kullanılabilir

Alkol de vazodilâtatördür, yani kan damar­larını genişletir. Alkolün tesiri bilhassa deri da­marları üzerinedir, işte bu sebeptendir ki içki içince yüzünüze ateş basar. İçkinin kalb damar­larını da genişletip genişletmediği meselesi mü­nakaşalıdır. Ekseri otoriteler, alkolün kalb da­marlarına fazla bir tesir yapmadığı kanaatindedirler. Kalbinizin damarı hasta diye sizi kim­se içki içmiye zorlamaz, fakat ara sıra caama. içki içmek istiyorsa buna da kimsenin mâni olmaya hakkı yoktur. Hangi içkiyi içmeli? En iyisi imbikten geç­miş içkiler ve şaraptır. Bira tuz ihtiva eder ve şişmanlatıcıdır; bu sebepten bira içmamak da­ha hayırlı olur



Kalp Hastaları Çay ve Kahve İçebilir mi?

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Eskiden kalp hastalarında çay kahve en ev­vel menedilen şeylerdi. Sebebi de bunların münebbih oluşu ve kalbi, tenbih ederek süratlendirmeleri ihtimali idi. Halbuki şimdi bunların yalnız zararsız değil, hattâ faydalı bile olabile­ceklerini biliyoruz.

Kahve vazodilâtördür, yani damar genişle­ticidir. Kalb damarlarını genişletir ve kalbin daha iyi beslenmesine yardım eder. Kahve agacı kalb ilâçlarının elde edildiği bitkilere çok yakın akrabadır. Kahve, çay, mutedil miktar­larda olmak üzere içilebilir. Herşeyin ifratının zararlı olduğu unutulmamalıdır. Meselâ yemek­lerden sonra içilen birer kahve hem hazmı ko­laylaştırır, hem de sizin kahve içmek ihtiyacını­zı yerine getirir.



Kalp Sağlığınız İçin Sigara İçmeyiniz

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Tütün damar büzücüdür. Yâni derinizin sathına yakın ufak kan damarlarını daraltır. Lâkin sigaranın kalp damarlarına ne yaptığı, katiyetle bilinememektedir. Evvelâ şunu söyleyelim ki yapılan incelemelere göre miyokart en­farktüsü sigara içenlerde, ve içmiyenlerde ayni nispette görülmektedir. Demek ki sigara içmek kalb damarlarının sertleşmesinde rol oy­namaz. Şayet sigarayı çok fazla seviyor, onsuz yapamıyorsanız hekiminiz sizin, yemeklerden sonra olmak üzere günde 3-4 sigara içmenize müsaade edebilir. Nikotini alınmış sigara içmek daha iyidir. Bazı kimseler nikotine karşı has­sastır; sigara içince kalbleri daha çabuk atar ve kalb ağrısı hissederler. Şayet sigaraya karşı en ufak bir hassasiyet varsa tamamen terketmek zaruridir. Ne olursa olsun sigarayı tamamen terketmek en iyisidir, bunu unutmayınız.



Kalp Sağlığınız İçin Şişmanlık İyi Değildir

28 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Kalp Sağlığınız İçin Şişmanlık İyi Değildir

Enfarktüse zayıflar şişmanlardan daha iyî tahammül etmektedir. Lüzumundan fazla yağ Miyokart Enfarktüsü ve et, kalp üzerine bir yük teşkil eder. kadar şişmansa bu fazla et ve yağı için o kadar uzun damarlara ve kalbin de o’. dar fazla çalışmasına ihtiyaç vardır. Hastalanmış bir kalp bu vazifeyi ifada güçlük çeker. Şişman erkeklerde miyokart enfarktüsünden ölüm nispeti zayıflara nazaran %40 fazladır. Kadınlarda nispet, daha yüksek olup şiş­man kadınlar miyokart enfarktüsünden zayrf kadınlara nazaran %75 daha fazla ölürler. Ka­dınlar şişmanlarlarsa erkeklere nispetle haiz oldukları avantajı tamamen kaybederler. İncelemeler gösteriyor ki kalp damarı sertİeşmiş kimselerde fazla şişmanlık çok tehlikeli­dir. Her kilo alışla tehlike biraz dana artar. Hekiminizin size kilo kaybetmeniz için yaptığı ısrarları makul görüp ona yardım etmelisiniz. Kilo kaybetmek pek zor birşey değildir. Dikkatle tanzim edilen bir diyet, bu.iş için kâ­fidir. Kalbinizin damarlarında olup bitene karışmak pek elinizde değilde de iştahınızla mü­cadele etmek elinizdedir.



Kanda Savunma Göreviyle İlgili Protein Türü

24 Şub, 2008 Proteinler, Sağlık Sözlüğü-K

Gamma Globulin:

Kanda bulunan proteinlerin ufak molekül­lerden yapılanlarına albumin, iri moleküllü olanlarına ise globulin denir. Albumin yu­murta akı maddesi olarak bilinir ve çok kere protein ile eş anlamda kullanılır. Elektrik akımı geçirilerek yapılan ayırma, işleminde globulinler de alfa, beta ve gam­ma globulin olarak üç tipe ayrılırlar. Alfa globulinler çok hızlı, beta globulinler orta ve gamma globulinler ise en az hareketli­dirler. Gamma globulinlerin molekül ağırlı­ğı çok yüksek olup vücudumuzda savun­ma görevi yapan antikorların çoğu bu grup proteinlerden oluşmuştur. Yani organiz­manın bağışıklık olayında rol oynayan maddeler bu gamma globulinlerden yapıl­mıştır. Öir enfeksiyon geçirerek hastalığa yakalanan kimselerin vücudunda bu hastalığa karşı oluşan gamma globulinler o kimsenin kanından ayrılarak daha sonra başka bir insanda posif bir bağışıklık sağ­lamak için kullanılmaktadır.

Hastalığa bağışıklık kazanmış yani immun insanların kan plazmalarından elde edilen, konsantrasyon ve stabilizasyon ile hazır­lanan bu gamma globulinler, kızamık, kı­zamıkçık, poliomiyelit. viral hepatit, tetanus, kabakulak, boğmaca v.b. hastalıklar­da kullanılmaktadır. Kocaları ile aralarında Rh sistemi bakımından kan uyuşmazlığı olan kadınlara doğumdan sonra yapılan Rhesogam aşısı da özel olarak hazırlan­mış bir gamma globulin say:!:r.



Karakter

5 Mar, 2008 Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Eskiden beri beden ve ruhsal yapılar arasındaki ilgiye dikkat eden araştırmacı­lar insanları bazı tiplere ayırmışlardır. Kretschmer 1921 ‘de yazdığı Fizik ve Ka­rakter adlı eserinde birtakım akıl hastalık­ları ile beden yapısı arasındaki ilişkiyi ta­nımlamıştır. Kretschmer’in tasnifine göre insanlar yapı itibariyle astenik, piknik, at­letik ve displastik olmak üzere dört tipe ayrılabilir. lk iki tipte yani astenik ve piknik beden Karasu humması (Black water fever) en yapılarına uyan sizotimik ve siklotimik ruh yapıları özellikle önemlidir. Şizotimikler çekingen, soğuk, beklenmedik şekilde re­aksiyon veren ve sosyal temasları bakı­mından zayıf olan insanlardır. Buna mu­kabil siklotimik mizaçlılar bazen neşeli davranışları bakımından dış dünyaya dö­nük, bazen de durgun, kederli ve mahzun görünüşlü insanlardır. Bazı hastalıkların belirli kimseleri ve karakter tiplerini seçti­ği görüşü eskiden beri kabul edilmektey­di. Bu görüş psikosomatik hastalıklar için de geçerlidir.



Katarakt

6 Mar, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

Goz merceğinin saydamlığının kayboldu­ğu donuk beyaz bulanıklık gösterdiği bir durumdur. Göz merceğinin bulanıklığı art­tıkça görme olayı güçleşir ve sonunda yok olur. Katarakt doğuştan olabileceği gibi gençlerde bir kaza sonucunda da meydana gelebilir (travmatik katarakt). Bununla birlikte katarakt çoğu zaman el­li ile yetmiş yaş arasında gorulur ve nede­ni merceğin dokularının zamanla bozulmasıdır (senıl katarakt) Bir ölçüde bu bo­zulma kalıtsal olabilir. Başlangıçta hasta­lık kendini bir gözde gösterirse de çoğu kimsede otekı gözde de bir sure sonra or­taya çıkar Bu durum yavaş yavaş ilerle­yen bir karakter gösterir ve gozun görme yeteneğini yitirmesi ıkı yıl sürer. Kataraktın ilk belirtileri goz kapaklarının kızarması, gurtduzlerı başlayan ve nedeni belirlenemeyen başağrıları, gozun önünde devamlı olarak küçük benekler gözükmesi ve zamanla iyi seçememektır Bu gibi belırtiler gecikmeden bir goz mütehassısı­na başvurmayı gerektirir Sık sık gozluk değiştirerek geçici görme sağlanabilir. Katarakt gençlerde şeker hastalığına bağ­lı olarak da meydana gelebilir (diyabet ka­taraktı) Mereek bazen sadece ortasında yoğunluk gösterir ki buna nukleus kata­raktı denir Merkezde başlayan yoğunluk zamanla butun merceğin donuklaşması ile sonuçlandığında total katarakt denilen du­rum meydana gelir

Hekimlerin bu konudaki genel düşüncesi en iyi yolun ameliyat olduğudur Böyle bir ameliyat yuz hastanın doksan yedisinde net goruntu sağlar Nısbeten kolay olan ameliyatta alınan bulanıklaşmış goz mer­ceği yerine, hastaya yakınsak mercekli özel gözlükler verilir



Kayıtsızlık Hali-Duyarsızlık,Apati

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-K

Scrrolde insanlarda bir ilgi ve duygu uyandıran durumlara karşı beliren kayıtsızlık haline apati denir. Apati birçok psikiyatrik hastalıkların ortak belirtisidir. He-heftreniklerde bu halin nedeni iç dünyaya kapanmış olmalarıdır. Şizofrenlerde ise duygu körlenmesi önemli bir apati nedenidir.Apatiye şiddetli depresyonlarda da sık rastlanır. Hastadaki enerji ve zevk alma duygusunun kaybolması ve umutsuz bir gelecek düşüncesi vardır. Akıl hastanelerinde, hapishanelerde veya başka kurumlarda uzun süre kalanlarda da şaşırtıcı derecede bir apati görülebilir. Hasta gitgide dış dünyadaki olaylara karşı kayıtsızlaşır. Tedavi sosyal ortamın değiştirilmesi ve hastanın bu değişikliğe katılması ile sağlanır.



Kekemelik

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Sesin irade dışı olarak tekrarı, uzatılması veya kesilmesi şeklinde beliren konuşma bozukluğuna kekemelik denir. Erkek ço­cuklarda kızlardan daha fazla görülür. Va­kaların yarısı 5 yaşından önce başgösterir. Kekemeliğin nedenleri tam bilinme­mekle beraber, psikiyatrik bozukluklar ve­ya yapısal kusurlar söz konusu olabilir. Çok kere kekeleyen çocukların zekâ bakı­mından diğerlerinden daha geri olduklarını gösteren belirtiler vardır. Ayrıca bu çocukların anne ve babalarının aşırı de­recede hırslı ve titiz oldukları da dikkati çekmektedir. Kekelemeye sesin oluşmasını engelleyen nefes verişler yol açar. Konuşma hareket­lerini sağlayan kaslar birdenbire kasılır, yüz ise hemen hemen her zaman buruştu­rulur. Bazı hastalar kekeleme krizinden sonra normal olarak konuşmaya devam edebilirler. Özel yöntemlerle uygulanan konuşma te­davisi ile kekemeliğin düzeltilmesi müm­kün olmaktadır.



Kemiklerin Yumuşamasına Neden Olan Hastalık

3 May, 2008 Hastalıklar, Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-K

Kemiklerin sağlamlığını sağlayan, kalsi­yum (Ca) ve fosfor (P) elementleridir. Bun­ların barsaktan emilmesini ve kemiklere oturmasını ise D vitamini sağlar. Vücutta D vitamininin çeşitli nedenlerle yokluğu ha­linde ise kalsiyum ve fosforun kemiklere oturamaması nedeniyle kemikler yumuşar. Erişkinlerde görülen bu tabloya osteoma­lasi, çocuklarda ise raşitizm denir D vi­tamini eksikliği birçok sebepten ilen ge­lebilir Besinlerle yeterince D vitamini alı­namaması (Beslenme bozukluğu, sürekli olarak belirli besinlerle beslenme sonucu) bir avıtammoz halı görülebilir Sindirim sis­teminin çeşitli hastalıkları nedeniyle kalsi­yum ve fosforun emılememesı veya mide, barsak ameliyatlarından sonra emılım ortamının ortadan kalkması da osteomalo sıye yol açabilir Ayrıca D vitamini meta­bolizmasındaki bozukluğa bağlı olarak da bu kemik hastalığı ortaya çıkar. Bazı nadir böbrek yetmezliği vakalarında ise vücutta D vitaminine karşı direnç oluş­makta ve bu nedenle D vitamini etkili ola­mamaktadır. Osteomalasının vücutta meydana getirdi­ği tablo raşitizme benzer Vücut ağırlığı nı taşıyan ayaklarda şekil bozuklukları, eğilmeler meydana gelir Butun kemiklerde yaygın ağrı ve hassasiyet vardır Hastanın kasları zayıf ve güçsüzdür Şiddetli ağrıla­ra neden olan kırılmalar veya çatlamalar meydana gelebilir Tedavide beslenme düzenlenmeli, kalsi­yum ve D vitamininden zengin yiyecekler yenmelidir Başlıca kalsiyum kaynakları sut ve sütten yapılan yiyeceklerdir Tere­yağı, yumurta ve balıkyağı ise D vitami­ninden zengin besinlerdir Sindirim siste­minde D vitamini ve kalsiyum emılımını bo­zan hastalıklarda ise bu hastalıkların dü­zeltilmesi gerekir



Kısırlık

7 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Döl verme yani çocuk yapma yeteneğinin olmayışına kısırlık veya sterilite, bu gibi kimselere de kısır veya interfil denir Bü­tün memelilerde olduğu gibi insanda da cinsiyet özelliği iki ayrı bireyde yani erkek ve kadında gamet denilen cinsiyet hucrelerinde toplanmıştır. Bu hücreler kadında yumurtalıklarda (över) erkekte ise husye­lerde (testıs) yapılmaktadır. Ancak bu ıkı tip cinsiyet hücresinin veya tohumunun birleşmesi yeni bir insan yavrusunu mey­dana getirebilmektedir. Çocuk yapmak istedıklerı ve hiçbir korunma önlemi alma­dıkları halde normal evliliklerini yaşayan çiftlerin ıkı sene içinde çocukları olma­dığında eşlerden birinde veya her ikisinde birden kısırlık olabileceği düşünülmekte­dir Memleketimizde bu ölçülere göre kısırlık oranı ortalama %12-15 civarında bulunmaktadır. Evlendiklerinden beri hiç çocuğu olma­yanların kısırlık durumuna prımer sterılıte, bir veya daha fazla çocuğa sahip olduk­tan sonra, istediği halde tekrar çocukları olmayanların durumuna ise sekonder ste­rılıte denir. Kısırlık erkeklerde sanıldığından daha az değildir. Araştırılması kolay olduğundan doktora başvuran evli çiftlerde kısırlık muayenelerine önce erkeklerden başla­mak doğrudur.

Kısırlık sebepleri genital organ hastalık­larından, hormonal sebeplerden ve yumur­tanın yani tohumun bozukluğundan veya hiç olmayışından kaynaklanabilir. Kısırlık sorununda cinsel birleşme yani koitus şekilleri, zamanı ve cinsiyet organ­larının anatomik ve fizyolojik durumları da dikkate alınması gereken faktörlerdir. Yumurtlama (ovulasyon) zamanına rastla­mayan birleşmelerin veya içinde tohum hücreleri bulunmayan erkek menisinin fiz­yolojik olarak verimli olamayacağı açıktır. Aynı şekilde ovulasyonsuz âdet gören bir kadının (anovulatuvar siklüs) da çocuğu­nun olması beklenemez.

Kadınlarda yumurtlamanın mevcut olup olmadığını ve buna bağlı olarak endomet-riumunda hormonal değişmelerin meyda­na gelip gelmediğini anlamak için probe kürtaj, bazal temperatür grafiği, vaginal smear gibi birçok yöntemler kullanılmak tadır. Ayrıoa idrarla yapılacak hormon analizleri de ovulasyon zamanını tayin edebilmektedir. Rahim ağzında bulunan ve servikal müküs denen tıkacın hormonal ve biyolojik yapısı da kısırlık sorununda önemlidir. Cinsel temastan sonra yapılan bazı mua­yenelerde (post-koital test) bu tıkacın spermlerin rahim içine girmesine yardımcı olup olmadığı da araştırılır. Kısırlık sebeplerinden biri de geçirilmiş bir hastalık (kabakulak, tüberküloz, salpenjit, peritonit v.b.) nedeniyle yumurtalık yolla­rının yani tubaların tıkanmış olmasıdır.

Bunu anlamak için vaginadan rahim içine şırınga edilen rudyoopak madde ile uterusun ve tubaların röntgen filmini çekmek yani histerosalpengografi yapmak gerek­lidir. Son zamanlarda karın içindeki or­ganları, yumurtalıkları, tubaları ve diğer oluşumları görmek için endoskopik yön­temler geliştirilmiştir. Yumurtalıkların bü­yük ve kistik bir durum alması, az âdet görme (oligomenore veya amenore) ve kıllanma (hirsutismus) gibi belirtilerle ta­rif edilen Stein-Leventhal sendromunda da kısırlık görülmektedir.

Erkeklerin geçirdiği bazı hastalıklar (tü­berküloz, orşit, varikosel v.b.) sonucu kı­sır kalmış olmaları mümkündür. Erkekle­rin bir boşalımda çıkardıkları meninin laboratuvar tetkiki ile elde edilen değerlen­dirmeye spermogram denir. Kısırlık bakı­mından erkek spermlerinin sayısı, hare­ketliliği ve şekilleri önemli olduğu gibi, cinsiyet organının da cinsel birleşmeyi sürdürecek yetenekte olması yani sert­leşmesi (ereksiyon) gereklidir. İktidarsız­lık (impotans) erkeklerde başlıca kısırlık sebebidir. Bu gibi vakalarda kocanın sper­minin anneye verilmesi demek olan artifisiyel inseminasyon yöntemine başvuru­labilir. Sperm sayısı az olan oligospermi vakaları bazı hormonlarla tedavi edile­bilirler. Kadınlarda kısırlığın tedavisi için önce her yönden araştırma yapılıp asıl sebebin bulunmaya çalışılması gerekir. Bu tetkik­ler arasında beyin grafısi, probe kürtaj hısterosalpengografi, hormon analizleri v.b. sayılabilir. Ovulasyon görülmeyen va­kalarda ovulasyonu uyarıcı ilaçlar (Klomifem, Fertodur, Sitimovul v.b.) kullanılır. Yumurtalık yollarının tıkalı olduğu vaka­larda tubaları açmak için hidro tubasyon yapılabilir. Yani uterus içine kollumdan ilaçlı su sıkarak basınç ile tıkanıklığın açıl­ması sağlanabilir. Ayrıca Steın-Leventhal sendromunda över rezeksiyonu ameliyat, tuba tıkanıklıkların­da tuba plastiği ameliyatları (salpingolizis, anastomoz, komual emplantasyon vb. yapılabilir.



Kontakt Lens İle İlgili Bilgi

13 Mar, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kırılma kusurunu düzeltmek amacıyla doğ­rudan göz küresinin üzerine uygulanan ufak merceklere kontakt lens denir. Kon­takt lensler polymacon denilen sentetik bir maddeden yapılmaktadır. Kontakt lenslerin iyi yönleri bu mercek­lerin nemli havalarda buğulanmaması, spora elverişli olmaları, bazı görme bo­zukluklarında adi mercekten üstün olma­ları ve şahsın görünümünde gözlük çerçe­vesi gibi bir değişiklik yapmamalarıdır. Kontakt lenslerin kötü yönleri ise uygula­ma ve çıkartılmasındaki zorluk, gözü tah­riş edebilmeleri ve bütün görme kusurla­rında elverişli olmamalarıdır. Mesela bifokal kontakt lens yapılamaz. Ayrıca kontakt lensler basit gözlüklerden daha pahalıdır. Göz doktorlarının tavsiyelerine uymak ve ona göre seçim yapmak en doğrusudur.



Korku

13 Mar, 2008 Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Bilinçli olarak tanınan dış tehlike kaynak­larına karşı gösterilen emosyonel tepkiye korku denir. Günlük hayatımızda huzursuzluk ve ürkme halinden dehşet duygusuna kadar sübjektif olarak değişen korku de­receleri yaşarız. Korkunun bedensel veya fizyolojik belirti­leri ise otonom sinir sisteminde ve iç salgı bezlerinde meydana gelen değişmelerdir. Korkunun arkasından yapılan kan muaye­nelerinde serumda bazı maddelerin (adre­nalin, kortizol gibi) artmış olduğu görülür. Deri damarlarının büzülmesi kılların dikil­mesi (urperme), kan dolaşımının artması, nabzın hızlanması, terleme ve titreme (tremor) insanda görülen tipik korku belirti­lendi.

Anksiete veya huzursuzluk denilen halde ise korku kaynağı bilinmediği halde psiko­lojik bir gerginlik vardır. Psikolojik bozuk­luklar arasında hastalık derecesine varan korkuya ise fobi adı verilir. Fobileri olan insanlar bazı durumlara, kimselere veya nesnelere özel bir anlam verirler ve bun­larla karşılaştıkları zaman korku duyarlar.

Ruh hastalıkları arasmda çeşitli fobik reaksiyonlar (agorafobi, klaustrofobi vb.) var­dır.

Yabancılardan korkmak, (ksenofobi), sos­yal korku şekli, kedi, köpek, fare, örümcek ve yılan korkusu özel korku biçimleridir.



Körlük

18 Mar, 2008 Göz Sağlığı

Çeşitli nedenlerle görmenin azalmasına veya yok olmasına körluk denir. Görme ba­zen ancak ışığı farketme derecesine düş­müştür Bu duruma tıp dilinde ambliyopi denir. Tam körlükte ise hasta ışığı dahi göremez, görme sıfırdır. Görmeyen kimse­lere âmâ, gözeri açık olduğu halde gör­meyenlere bakar kör (amaroz) denir. Ya­salara göre ise kör bir insan ‘gözle görme­nin gerektirdiği herhangi bir işi yapama­yacak kişi’ olarak tanımlanır. Görme keskinliğini ölçmek içm üzerinde çeşitli büyüklükte harfler ve sayılar bulu­nan bir tablo (optotip) kullanılır. Okuma yazması olmayanlarda görme derecesini ölçmek için bir kenarı eksik halkalar veya E harfine benzeyen işaretlerden yararlanı­lır Görme yolundaki organlarda sırasıyla göz, optik sinirler, beyindeki bağlantılar (op­tik chıasma) ve beyin kabuğundaki görme merkezlerinde herhangi bir anormallik, yaralanma veya hastalık (glokom, kata­rakt) körlüğe yol açabilir. Bazı hastalarda çok kere ansızın meydana gelen histerik körlük de vardır. Histerik ambliyopiyi anla­mak için kırmızı ve yeşil camlı gözlükler kullanılır. Körlerin eğitimi için kâğıt üzerine kabart­ma noktalarla işaretlerden yapılmış özel bir alfabe, yani Braille alfabesi kullanıl­maktadır. Körlerin eğitimi için doğrudan beyne bağlanacak elektronik aletlerin kul­lanılma imkânları üzerinde çalışılmaktadır



Kornea ve Hastalıkları

13 Mar, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Göz küresinin ön kısmında sklera denilen göz akı tabakasının ön açıklığına saat ca­mı gibi yerleşen saydam tabaka, kornea adını alır. Eğriliği skleranınkinden fazla olduğundan dışarıya doğru kabarıktır. Kı­rıcılığı 41-43 dioptridir. Bu saydam tabaka aslında 5 tabakadan yapılmıştır, kan ve lenf damarları yoktur. Sinirleri fazladır. Beslenmesi göz akı ile birleştiği çevredeki (limbus) kılcal damarlarından, göz kapalı iken gozkapaklarının arasındaki konjonktivadan olur. Kornea çok duyarlıdır, korun­masını kendi antikorları ve refleksleriyle yapar. Korneanın doğuştan hastalıkları arasında normalden büyük veya küçük olması, eğ­riliğinin az veya çok olması gibi durumları sayabiliriz. Korneanın eğriliğinin az olması hipermetropiye, öne eğriliğinin fazla olma­sı ise miyopiye sebep olmaktadır. Kornea­nın porselen gibi beyaz oluşu, sklerokornea genellikle glokom ile beraber görülen bir” doku anomalisidir. Kornea hastalıklarında en önemli belirti ağrıdır. Ağrı’ ile hemen her zaman epifora denen göz yaşarması vardır. Işıktan rahat­sız olma yani fotofobi şikâyetleri de bulu­nur. Korneanın iltihaplanmasına keratit de­nir. Yüz felçlerinde, ekzoftalmilerde veya göz kapaklarının uzun süre açık kaldığı koma vakalarında korneanın kuruması ile keraKornea ve Hastalıkları, Gözün Saydam Tabakası, gözün kornea tabakası, kornea nedir, kornea hastalığı hakkında bilgi, kornea hastalığı ile ilgili bilgi » Hakkında Bilgi, NedirKornea ve Hastalıkları, 13 Mar, 2008,Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K, Göz küresinin ön kısmında sklera denilen göz akı tabakasının ön açıklığına saat ca­mı gibi yerleşen saydam tabaka, kornea adını alır. Eğriliği skleranınkinden fazla olduğundan dışarıya doğru kabarıktır. Kı­rıcılığı 41-43 dioptridr meydana gelebilir. Bu iltihaplan­ma ulkus simpleks, ulkus serpens gibi ya­ralarda yüzeyseldir. Derin iltihaplanma, Yengide meydana gelir, intertisyel keratit ‘enılen bu durumda kornea önce bulanır, sonra damarlar teşekkül eder. Korneada görülen mantar ve virüs enfeksiyonlarına herpetik keratit denir. İyi beslenmeyen, özellikle A vitamininden yoksun yiyecek alan küçük çocuklarda görülen bir kornea hastalığı da keratomalasidir. Tedavisi için vitamin verilir. Bazı kornea hastalıklarında meydana gelen beyaz kesif lekelere lökom veya nefelyon denir. Görmeyi etkileyen bu lekeler cerrahi teda. vi ile giderilebilir. Keratoplasti denilen ope­rasyonlarla kesifleşerek bozulan kornea, ölü gözünden alınan saydam kornea ile de­ğiştirilir. Bu tedavi yöntemine kornea nakli ameliyatı da denir.



Kramp

18 Mar, 2008 Hastalıklar, Ortapedi

Bir veya bir grup kasın ani ve istemsiz ola­rak kasılmasına kramp adı verilir. Daha ziyade baldır adalelerinde görülür. Bacak .çeriye doğru bükülür, düzgün kuvvetli bir masaj yapılırsa kas gevşer. Özellikle anemik kızlarda yeter derecede kanın gitmemesi nedeniyle gece uykuda bacaklara kramp girer.

Kız, yataktan kal­kıp oturduğu zaman ağrının ve krampın kaybolduğu dikkati çeker. Ağrılı seyreden mide kramplarına da olduk­ça sık rastlanır. Dışarıdan mide gazını giderici ilaçlar ile yardım edilebilir. Bir çay kaşığı karbonatın bir miktar soda ile karıştırılarak içilmesi veya sade su, soda gibi içecekler de yarar­lıdır. Apandisit denen hastalık hemen daima karın krampları ile gelişir. Bu tür bir kramp uzun sürerse derhal bir doktora danışılma­lıdır. Kadınlarda âdet günlerinde rahim kramp­ları olabilir. Karnın alt bölgesine sıcak uy­gulamalar bu gibi kramplarda oldukça ya­rarlıdır.



Manik Depressif Psikoz

22 Mar, 2008 Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Duygusal bozukluklar arasında en kesin tanımlanmış bir hastalık olarak yer alan manik depressif psikoz mani ve depresyon (melankoli) denilen iki ayrı ve zıt tipte be­lirir. Depressif safhanın diğer depresyon­lardan ayırdedilmesini sağlayan belirli bir­kaç karakteristiği vardır. Depresyon bir­den başgosterir ve hızla derinleşir. Nor­mal bir keder durumuna hiç benzemez.

Norotik depresyonlarda olduğu gibi bir günden öbürüne değişmez, ama kesin bir günlük değişkenlik göstererek akşama doğ­ru biraz düzelebilir. Konuşma, hareket ve konsantrasyon eksikliği, en sevdiği uğraş­lara karşı bile ilgisizlik vardır. Hasta iş­tahını kaybeder, kilosu hızla düşer. Cinsel arzusu azalır, özellikle gecenin ikinci yarı­sında uyuma güçlüğü çeker. Suçluluk duy­guları sık görülür ve çok kere uzun za­man önce işlenmiş önemsiz suçlar üzerin­de yoğunlaşır. Hayatın yaşanmaya değer olmadığını hissettirecek kadar derinleşen depresyon hastayı intihar teşebbüsüne itebilir. Yargı yeteneği bozulur, hasta oldu­ğuna inanmaz ve durumunun kendi güç­süzlüğü veya akılsızlığından ileri geldiğini düşünür. Hastalığın manik safhası ise birçok ba­kımlardan depresif safhanın ters görüntü­südür. Hasta neşelidir. Hayal kırıklığı ve başarısızlıklara karşı kayıtsızdır. Normal­den çok fazla enerjisi vardır ve yapacak çok şeyi olduğundan gecenin yarısını uyu­madan geçirir. Fazla girişkendir, çok az tanıdığı kimselere müstehcen sözler söy­leyerek çevresini rahatsız edebilir. Bazen bu neşeli durumun yerini öfke alır, hatta sinirlilik hali neşeden daha belirgindir.

Durmaksızın ve acele acele konuşur, tu­tarlı bir düşünce silsilesi sürdüremez, fikir kaçışları vardır. Özbeğeni artar ve üs­tünlük iddiaları gelişebilir. Bu hastalıkta mani ve depresyon peş peşe veya aynı zamanda görülebilir. Çok kere neşe durumu sırasında hasta kısa ağlama nöbetleri geçirir ve intihar olaylarına da sık rastlanır. Hastalığın süresi ve seyri çok değişir. Kro­nik depresyonlara, hatta kronik maniye sık rastlanmakla birlikte olayların çoğu te­daviyle veya tedavisiz tamamen iyileşir ve hastalık yeniden tekrarlasa da, şizofreni­deki gibi bir bozukluk bırakmaz.

Manik - depressif hastalıkta genetik fak­törlerin rolü vardır. Hastaların % 15'inde ebeveynin, kardeş ve çocukların da etki­lendiği görülmüştür. Beyinde ve hipotala-musta katekolamin denen bir maddenin dağılması normalden farklı bulunmuştur. Tedavide depresyon safhasında antidep-ressan denen ilaçlar, (Tofranil, Laroxyl, Ludiomil vb.) mani döneminde ise lityum tuzları (Litinat) kullanılmaktadır.



Mide Ameliyatı, gastrektomi

24 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-M

Mide ülseri veya kanseri vakalarında ya­pılan mideyi tamamen veya kısmen çıkar­ma ameliyatına gastrektomi denir. Mide rezeksiyonu da denen bu ameliyatlarda bı­rakılan mide parçasının onikiparmak barsağı ile devamlılığı sağlanmalıdır. Bu bağ­lanma işleminin yani anastomozun yapılış şekline göre Billroth I veya II ameliyatın­dan söz edilir.

Bazı mide ülserlerinde ise gastrektomi ameliyatı yerine midenin daha kolay boşal­masını temin amacıyla mide kapısı denen pilorun genişletilmesi yani piloroplasti ameliyatı deha uygun bulunur.

Bazı hastalarda mide, jejunum denen bar­sak kısım ile ağızlaştırıldıktan yani anas-tomoz yapıldıktan sonra ayrıca mide siniri­nin (vagus) kesilmesi ameliyatı (vagotomi) da beraberce yapılır. Buna Dragstedt ame­liyatı denir. Vagotomi ile beraber piloro­plasti yapılması (Weineberg ameliyatı) da operatörlerin günümüzde cok kullandıkları ameliyatlardandır.



Mide Asidini Azaltan İlaçlar - Antiasitler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-M

Antiasitler

Midede sindirim fonksiyonu için gerekli olan asit klorhidrik normalden fazla salgılandığında hiperasidite söz konusudur. Ülser veya gastrit gibi hastalıklarda mide sekresyonunun ve asidinin fazlalaşması şikâyetlerin artmasına neden olmaktadır. Mide asidini bağlayarak onu azaltan ilaçlara antasid adı verilmektedir. Bunların içinde etkisini çabuk gösterdiği en çok sodyum bikarbonat kullanılmaktadır. Ancak bu ilaç fazla alındığında iştah kaybına, halsizliğe ve daha sonra yeniden bir asit salgısına neden olabilir. Alüminyum hidroksit je! (Amphojel), magnezyum hidroksit (Phillips milk of magne-sie), dihidroksi alüminyum sodyum karbonat (Dank, Kompensan) ve daha birçok antiasit ilaç mide hastalıklarında uygulanmaktadır.



Miyopun Nedenleri

1 Nis, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Miyopinin nedeni olarak genetik etkenler kabul edilmektedir. Hastalar uzağı net gör­memekten şikâyetle doktora başvururlar. Miyopi derecesi skiyaskopi yöntemi ile saptanır. Tedavi için göz doktoruna baş vurmalıdır. Miyop olanlara, önde oluşan görüntüyü geriye, retina üzerine düşürmek amacıyla ıraksak denilen kalın kenarlı mercekleri bulunan gözlük verilir



Nefes Borusu

9 Nis, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Ağız ve gırtlaktan akciğerlere kadar uza­nan yaklaşık olarak 11,5 cm. uzunluğunda kıkırdak dokudan yapılmış nefes borusu­na, tıp dilinde trakea adı verilir. Solunum sisteminin diğer bölümlerini etkileyen has­talıklar, nefes borusunu da etkiler. Nefes veya soluk borusu da denen trakeanın il­tihaplanmasına trakeit denir. Hastalık kuru bir öksürükle başlar. Çoğunlukla bu öksürük göğüs kemiğinin ardında ve kısmen boynun alt bölgelerinde ağrı yapar. İltihap­lanma önlenmez ve gittikçe ilerlerse, ök­sürük sırasında balgam da gelebilir. Eğer iltihap steptokok cinsi mikroplar tarafın­dan oluşturulmuşsa balgamda cerahat de görülebilir.

Basit bir üşütme sonucu meydana gelen iltihaplanmanın tedavisi, sıcak ve sakin bir yerde yatak istirahatı ile yapılır. Hastanın soluduğu havayı nemlendirmek için oda içinde çaydanlıkla su kaynatmak yarar sağlar. Ayrıca sıcak su içine konacak ilaç­larla buğu da yapılabilir. Nefes borusunda önce nezle şeklinde baş­layan iltihaplar ihmal edilmeden tedavi edilmelidir. Aksi halde hastalık kronikleşir ve tedavisi güçleşir. Tedavide antibiotikler (penisilin, eritromisin) kullanılır. Nefes borusu, yabancı bir maddenin kaç­ması ile veya difteri gibi bir hastalık sonu­cu tıkanabilir. Bu durumda doktor çok kı­sa bir zamanda soluk borusunu açmak zo­rundadır. Traketomi denilen bir operasyon­la gırtlak delinerek hastanın nefes alması sağlanır.



Nefes Darlığı, Solunum Güçlüğü

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Soluk alıp vermenin güçlükle yapıldığı zor­lu solunuma nefes darlığı, tıptaki adı ile dispne denir. Normalde bilinçsiz ve rahat­ça yaptığımız fizyolojik bir olay huzursuz­luk içinde ve zor olarak yapılır bir hale gel­miştir. Normal solunum hareketi sinir sis­teminin bir bölümü olan bulbustaki solu­num merkezinden yönetilen bazı refleks­lerle (Hering-Breuer refleksi) düzenlenerek kendiliğinden (spontane) devam eden, ya­şam bakımından önemli bir olaydır. Soluk alma (inspırium) aktif, soluk verme (exprium) ise pasif olarak cereyan eder. Nor­malde, dakikada 14-18 defa soluk alıp ve­ririz. Yenidoğanda ise doğumla başlayan solunum dakikada 44 kadardır. Bir defada ortalama 500 cm3 hava soluruz ki buna so­lunum hacmi (tidal volum) adı verilir. Da­kika solunum hacmi, maksimal solunum kapasitesinin % 30'unu geçince (yani 50 İt.) hasta nefes darlığından şikâyet eder. Solunum yedeği azaldığından bu eksikliği gidermek için çok kere solunum hızlanır ki buna (polypnea) veya taşipne adı verilir. Bunun tersi olarak solunum sayısının daha da azalması (bradipne) üremi ve diyabet komaları ile daha ağır zehirlenme olayla­rında görülür.

İç çekme (sighing respiration) dediğimiz olayda normal solunum ritmi derin bir so­luk alma ile kesilmiştir. En çok sinirli kim­selerde görülür, dispne sayılmaz.

Solunumun yarıda kesilmesi plevra iltihap, larında, kaburga kırıklarında, kaburgalar-arası sinir ve adale ağrılarında görülür.

Hem ritm hem de solunum derinliğinin de­ğiştiği düzenli olmayan solunum (Biot so­lunumu) ve periyodik olarak solunumun derinleştiği periyodik solunum (Cheyne-S-tokes solunumu) gibi solunum biçimleri bazı hastalıkların belirtileridir. Birçok kalp hastalığında, özellikle sol kalp yetmezli­ğinde bu tip solunum şekli karakteristiktir.

Ölüme yakın hastalarda görülen gürültülü trakeal solunum (stetor) öksürük refleks­lerinin kaybolması sonuou trakeada biri­ken salgılar sonucu meydana gelir.

Üst sotunum yollarının daralma ve tıkan­malarında (angin, difteri, alerjik larenks ödemi, yabancı çişim), akciğer içi bronşla­rın daralma ve tıkanmalarında (astım bronşiale, boğmaca, akut bronşit, anfizem, atelektazi, bronş kanserleri, pnömoni, akciğer ambolisi ve infarktüsü)ve plevra hastalık­larında (plörezi, pnömotoraks) dispne mey­dana gelir.



Nezle

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Nezle burun mukozasının bakteriyel iltihabıyla ortaya çıkan bir çeşit hastalık durumudur. Burun mukozasının şişkinliği ve kızarıklığını sulu bir akıntı takip eder. Hemen akabinde burun florasını oluşturan pekçok mikrobun eklenmesiyle akıntı pürülan bir tür alır, sarıya ya da yeşil renge döner. Burunda yanma, tahriş , hapşırma, titreme ve ateş şikayetleri oluşur.

Basit nezle alerjik ve vazomotor rinitle gripin rinitinden farklı bir hastalık durumudur.

Bunun dışında birçok döküntülü hastalıkların baş­langıç dönemlerinde nezle görülür. Bazı etkelnlerle akut rinit kalıcı hale gelir. Bu faktörler içinde sinüzit, kronik bademcik, sürekli sigara ve alkol, damarları daraltıcı burun damlaları kullan­mak, sürekli toz ve dumanda kalmak sayılabilir.

Tedavi için ateş düşürücü, ağrı kesici , antihistaminikler, burun damlaları kullanılır. C vitamini faydalıdır. An­tibiyotik gerekmez, ancak bazı durumlarda hekim önerisiyle antibiyotik ilaçlar alınabilir.



Nikotin

10 Nis, 2008 Genel Sağlık, Sağlık Sözlüğü-N, Sigaranın Zararları

Nikotin, tütün bitkisinden elde edilen bir alkaloiddir. Sigarada %1-2 oranında bulunan ve sigara içme alış­kanlığını oluşturan bir bağımlılık yapan bir maddedir. Sinir sisteminde sempatik gangliyonlarda iletiyi sağlayan nikotinin sinirleri uyarıcı, barsak hareketlerini artırıcı ve idrarı azal­tıcı etkileri vardır. Sigaranın kanser yapıcı olup olmadığı, uzun zaman araştırılmıştır. Fakat sigaranın bu etkisinin nikotinden daha çok yanmamış kısımlarda oluşan diğer kanserojen maddelerden oluştuğu tahmin edilmektedir. Nikotinin damarlarda daralma, kalpte çar­pıntı yapma, tansiyonda yükselme, kanın pıhtılaşmasını artırması kalp ve damar şikâyetleri olanlar için cok fazla zararlı bir bağımlılık olduğunu gösterir. Ayrıca pankreas salgısının mide asidini azaltıcı etkisine karşı geldiği için nikotin mide asidi fazla veya ülseri olan kimseler­de de zararlıdır.

Sigara tiryakileri mümkünse sigarayı bırakmalı hiç olmazsa nikotini düşük sigaralar içmelerini öneriyoruz.



Öksürük ve Öksürük İlaçları

7 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ö, kulak burun boğaz

Nefes aldıktan sonra, alınan havanın çok kuvvetli olarak dışarı itilmesine öksürük denir. Öksürme esnasında nefes borusu­nun ağzı kapanmış vaziyettedir. Hava, ses tellerinin arasındaki boşluktan geçerken bir zorlanma ile karşı karşıya kalır ve kuv­vetli bir basınç farkı meydana gelir. Birçok hastalığın belirtisi olan öksürük, en fazla solunum yolu hastalıklarında, tahrişe bağlı olarak ortaya çıkar. Solunum yoluna kaçan yabancı bir cisim, alerjik maddeler, akciğer tümörleri veya sinirsel bazı hastalıklar, ök­sürük refleksini uyandırırlar. Esasında ök­sürüğün amacı solunum sistemini dış et­kilerden ve tahrişlerden korumaktır. Solu­num yoluna kaçan cisimleri veya bu yolu daraltan salgıları, vücut, öksürük refleksi aracılığıyla dışarı atar. Astım krizlerinde bronşlar daraldığı ve aşırı sekresyon oldu­ğu için şiddetli öksürük meydana gelir. Muayene esnasında hastanın goğsu steteskop denilen alet ile dinlenirken, solu­num yollarındaki darlığın yeri tesbıt edile­bilir Ayrıca öksürüğe neden olan bazı hal­ler radyografi çekilerek de teşhis edilebilir

Tüberküloz veya sılıkozıs gibi hastalıklar, akciğerlerde yer yer sertleşmeye ve doku bozukluğuna neden oldukları için oksuruk meydana gelir Ancak boğmaca gibi has­talıklarda ise esas belirti oksuruk olduğu halde, akciğerlerde feıyle bir durum oluş­maz Bazı vakalaraç ınfeksıyona bağlı oksuruk, hastalık tamamen iyileştikten sonra da devam edebilir Bu hallerde, has­tada oksuruk alışkanlığının gelişebileceği bir tık halını alacağı akıldan çıkarılmama­lıdır Devamlı olarak 2-3 hafta veya daha fazla suren öksürüklerde balgam tetkiki yapıla­rak ınfeksıyon kaynağı olan mikrop aranır Şayet sonuç alınamazsa radyografi çeki­lerek tumor olup olmadığı araştırılır Eğer öksürüğün nedeni bir ınfeksıyon ise antibıyogram sonucuna göre etkili bulunan antıbıotık ile tedavi edilir Ancak tam te­davi edilmeyen solunum yolu ınfeksıyonları akciğerlere zarar verebilirler öksürüğün kaynağı tumor ise bir operasyonla çı­karılması gerekir.

Basit öksürükler, ilaçla tedavi edilerek dü­zeltilebilirler Oksuruğu kesen ilaçların başında kodein, dıonın, dekstrometorfan gibi morfin türevi ilaçlar gelir Bunlar oksuruk refleksini teskin ederler Sodyum berrzoat, potasyum iyodür, gayakol, tıyokol, efedrın gibi ilaçlar oksuruğu yumuşatmak ve sök­türmek için çok kullanılır Bu tur sokturucu ilaçlara ekspektoran adı verilir Buhar ban­yoları, sıcak içecekler, solunum yollarını rahatlatıcı ve gevşetıcı etki gösterirler. Eğer öksürüğün nedeni belli bir maddeye karşı alerji ise, kışı, o maddenin bulundu­ğu ortamdan uzaklaştırılmalı ve antıhıstamınık Dıfenhıdramın, Brıstamın grubu ilaçlar verilmelidir Astımlıların öksürükle­rinde bronş açıcı ve antıastmatık denen ilaçlar faydalıdır.



Omurga Çarpıklıkları

3 May, 2008 Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-O

Omurga (belkemiği) vücudun temel direği sayılabilir. Vücudun öteki bölümlerinden kol ve bacaklar omurgaya iki yandan ek­lenmiştir Omurga kemiği önden bakıldığında hafif S harfine benzer. Başı ve vü­cudu çarpmalardan korumak için esnek bir yay şeklindedir. Arkadan bakıldığında dik ve duz görünen omurga eğer bu dikli­ğini kaybedip, sağa ve sola bir eğrilik mey­dana getirirse skolyoz ya da başka bir de­yişle kamburluk soz konusudur Bu eğrilik çoğunlukla belkemığının kendi içindeki bir bozukluktan değil de, başka bir hastalığın (çoouk felci, mıyopatı) sonucu olarak gelişir Sırt kemiği, vücudun dik durmasını sağlar Adale ve bağlardan olu­şan ve omurgaya bağlanan bir kas siste­miyle desteklenmiştir Bu kaslardaki her­hangi bir yetersizlik, omurganın eğilmesine neden olur

Skolyoz, alışkanlık sonucu kotu duruşlarda da gorulur Başlangıçta dokular etkilen­mez, sadece vücudun duruşu anormaldir Sonraları, duruş duzelmedığı takdirde, do­ku değişiklikleri başlar ve kamburluk sürekli hale gelir Çocuklarda duzgun duruş ve oturuş çok önemlidir Kalıcı bir şekil bozukluğuna ya­nı deformasyona engel olmak için, anne ve babalar çocuğun duzgun durmasına özen göstermelidirler Eğer kaslar omur­gayı dik tutacak kadar guçlu değilse, özel idman hareketlen, genellikle adalelerin ge­lişmesinde yararlı olabilir

Belkemiği eğriliği ortaya çıktığında, omur­ganın yapısal özelliği, başka organların buna uymasını önler Eğrilme yönündeki akciğer sıkışmış bir hale gelir Bir ya da daha fazla sınır, baskı altında kalır Çok kere sırt ağrıları vardır Omurganın yandan görülen S şeklindeki eğriliğinin bel bölgesinde öne doğru art­mış olması haline lordoz, sırt bölgesinde arkaya doğru artmış olması haline ise kifoz adı verilir. Lordoz, adale yetmezliği yani miyopati de­nen hastalıkta, kalça çıkığı gibi nedenler­den meydana gelir. Kifoz bazen doğuştan ya da sonradan kemik hastalıkları (raşi­tizm, mal de pot, spondilit v.b.) sonucu gelişebilir. Bütün bu çarpıklıkların düzeltilmesinde uz­man olan doktorlara yani ortopedistlere başvurmak gereklidir. Tedavide başta jimnastik hareketleri olmak üzere düzeltici askılar, korseler kullanılmakta ve gereğin­de operasyonla omurgayı düzeltmeye veya hastalığın ilerlemesini önlemeye çalışıl­maktadır.



Omurga Kırığı

3 May, 2008 Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-O

Omurgadaki herhangi bir kemiğin kırılma­sı, çok önemli sonuçlar doğurur. Çünkü omurga hem vücudun temel direğidir, hem de beyin ile vücut arasındaki iletişimi sağ­layan bir organ yani omuriliği koruyan bir organdır. W. Konrad Röntgen’in, X ışınlarını buluşun­dan önce, omurga kemiğinde kırık olup ol­madığı, vücudun bir ya da birden fazla ye­rinde görülen felçler ile anlaşılırdı. Günü­müzde röntgen filmi doktorların, daha doğ­ru ve kesin teşhis koymalarına ve bu tür kırıkların tedavilerinde daha başarılı olma­larına olanak sağlamaktadır. Omurga kemiklerinin kırılma nedeni genel­likle çok ağır bir travmadır. Omurga, sağ­lam yapıda olduğundan ve onu saran fibröz dokularla çok iyi korunduğundan, kı­rılması ancak çok şiddetli darbelere bağ­lıdır. Otomobil kazalarında, düşmelerde, çok ağır bir yükü oynatmaya ya da kaldır­maya çalışırken ya da ani atlama ve sıç­ramalar sırasında omurgada incinmeler o labilir. En tehlikeli kırılmalar, sırtın yuka­rısında, boyun bölgesinde olanlardır. Çün­kü bu bölgeden, vücudun alt tarafından gelen sinirler de geçmektedir ve bu sinir­ler vücudun butun kısımlarını da etkile­mektedir. En önemli hasar, omuriliğin ezil­mesine ve kanamasına yol açan kırıklar sonucu olmaktadır. Bazen omurga kemik­leri, kırık olmadıkları halde birbirlerinden ayrılmakta ve omurilik bu durumdan sanki kırılma olmuş gibi etkilenmektedir. Tehli­keli omurga kırıkları hastayı şok durumu­na sokabilir. Omurga kırıklarında veya zedelenmelerin­de nörolog denilen uzman doktorların te­davisi şarttır. Önce bütün kemiklerin rönt­genlerinin alınması önerilir. Kırılan kemikleri eski haline getirmek gi­bi en önemli tedaviyi bu konuda uzman­laşmış bir operatör ya da ortopedist yapmalıdır. Kırık iyileşirken ve kaynaşırken kemiklerin asıl yerlerinde durmalarını sağ­lamak için vücudu alçıya almak gereke­bilir. Boşaltım sistemiyle ilgili sinirlerde ze­delenme olması halinde, barsak ve idrar faaliyetleri bozulabilir. İdrarı boşaltmak için mesaneye sonda koymalıdır. Eğer boyun kemiğinde kırık olma ihtimali varsa, hasta mümkün olduğu kadar az oynatılmalı ve hemen doktor çağrılmalıdır. Yaralı, bir sedye üzerine yerleştirilerek doktor nezaretinde kıpırdatılmadan hasta­neye götürülmelidir. Kırık bölgesinden aşağısının duyarlılığının yok olması ve idrar ile barsak faaliyetlerinin kaybolması, omu­riliğin ağır yaralandığının veya kesildiğinin işaretidir.



Omurilik ve Hastalıkları

3 May, 2008 Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-O

Merkezi sinir sisteminin omurga kanalı içinde kalan ortalama 1 cm. kalınlığında ve 40 cm. uzunluğundaki kısmına omurilik ve­ya Medulla spinalis adı verilir. Beynin bir uzantısı olarak onun gibi üzeri meninks denilen üç katlı bir zarla örtülüdür. Omu­riliğin yan yüzlerinden ön ve arka kök şek­linde çıkan sinirler hemen birleşerek spi­nal sinir adı ile omurlararası deliklerden 31 çift olarak çıkarlar. Ön köklerde kas­lara ve diğer organlara hareket emrini ve­ren motor lifler, arka köklerde ise çevre­den gelen derin duyu, temas, ağrı, ısı his­lerini taşıyan lifler yer almaktadır. Arka köklerde görülen şişlikler omurganın iki yanında sempatik sinir sistemi adını alan sempatik düğümlerini (sempatik ganglion) meydana getirmektedir. Omurilik omurga­dan daha kısa olduğu için omuriliğin alt segmentlerınden ayrılan sinirler bir süre aşağı indikten sonra omurlararası delikten dışarı çıkarlar. Böylece omuriliğin alt kıs­mında at kuyruğu manzarasında (cauda equina) bir lif demeti meydana getirirler. Belkemiğinden beyin-omurilik sıvısı alın­mak üzere ponksiyon yapılırken iğnenin spinal sinirleri zedelememesi için seçile­cek en uygun bölge burasıdır. Omurilik en ilkel omurgalı hayvanlarda da bulunan, canlının hareketini ve bilinçsiz olarak çevreyle ilişkisini sağlayan bir or­gandır. Sinirlerin çıktığı her medulla .segmentı arka kökler vasıtasıyla dermatom adı verilen belirli bir vücut parçasının has­sasiyetiyle ilgilidir. Dermatomlar gövdede alt alta sıralanmış kuşaklar şeklinde, tıpkı zebranın vücudundaki çizgiler gibi göğsü ve karnı sararlar. Kol ve bacaklarda ise eksene paralel şeritler halindedirler.

Omuriliğin enlemesine kesitine bakıldığın­da ortada kelebek şeklinde gri bir bölgenin bulunduğu, etrafının ise beyaz bir madde ile sarılmış olduğu görülür. Gri madde mo­tor ve duygu sinir hücrelerinin bulunduğu yerlerdir. Beyaz olarak görülen bölgede ise beyin ile omurilik arasında motor ve duygu sinir hücrelerinin akson denilen uzantıları bulunmaktadır. Aksonlar nöronlar arasında karşılıklı iletimi sağlayarak hare­ketler arasında koordinasyon görevini ye­rine getirmektedirler. Refleks dediğimiz olay çevreden reseptör denilen hücrelerle alınan uyarımların duyu sinirleri ile omuriliğin arka köküne ulaşma­sı ve ön köklerden bu uyarana cevap ol­mak üzere verilen motor emirlerin hareket organına iletilmesi şeklinde meydana gel­mektedir. Günlük hayatımız, bizim farkın­da olmadığımız,sayılamayacak kadar cok reflekslerle düzenlenen çeşitli olaylarla doludur. Bu sebeple refleksler bazı hasta­lıkların teşhisine yardımcı olmak üzere nö­rolojik muayenenin önemli bir bölümünü meydana getirirler. Medulla spinalisin anatomik veya fizyolo­jik olarak kesiye uğraması (kesici ve ateş­li silahlarla yaralanma, omurga kırıkları, medulla kanamaları, omurilik iltihapları) halinde her iki bacağın birden felç olması­na parapleji denir. Bu kesilme omuriliğin üst bölümlerinde meydana gelirse bu du­rumda kollar ve bacaklar tamamen hare­ketsiz kalır ki buna da kuadrapleji denir. Omurilikte ön ve arka boynuzlarda yer alan hareket ve his sinirlerinin lezyonuna bağlı olarak bacaklarda his ve hareket ba­kımından tam ve gevşek bir felç yani flask parapleji meydana gelmiştir. Daha sonra omurilik merkezleri arasında otomatizm geri dönünce bacak adalelerinde tonus ar­tışı olacağından spastik paraplejı haline dönüşebilir. Omuriliğin ön köklerinin virütik bir hastalı­ğı olan çocuk felcinin tıptaki adı poliomiyelitis anterior akuta veya Heine-Medin hastalığıdır. Medulla spinalisin ön boynuz denen böl­gesindeki motor hücrelerin ve buradan ge­çen piramidal liflerin dejeneresansıno Charcot hastalığı veya amiyotrofik lateral skleroz adı verilir. Sebebi bilinmemektedir. Ancak sifilız hastalığında, kurşun, cıva ve alkol zehirlenmelerinde bu tip bozuklukla­rın meydana geldiği görülmektedir. Eller­deki adaleler erimeye, maymun eli man­zarası almaya başlar. Doğum sırasında meydana gelen meningoserebral kanamalar,rahim içi hayatta ge­çirilen enfeksiyonlar veya piramidal siste­min iyi gelişmemesi sonucu oluşan doğuş­tan spastik felçler de vardır. Bunlara serebral dıplejı veya Little sendromu adı ve­rilir. Bu çocukların bir kısmı ilk yaşlarda ölürler. Hastalık bazen duraklar. Zekâ ge­riliği, epilepsi ve yürüme güçlüğü bakımın­dan tedavisi güç hastalıklardandır. Omuriliğin frengisine Tabes dorsalis denir. Ağrı ile başlıyan, topuklarına basarak ken­dine özgü bir yürüyüş (ataksi) ile kendini belli eden ve felç ile sonlanan bir hasta­lıktır. Omurilik dokusu içinde boşluklar meyda­na gelmesi ile oluşan hastalığa ise siren-gomıyeli denir. Hasta, .ellerindeki adalele­rin erimesi şikâyetleri veya sinirlerinin his­setmemesi sonucu farkına varmadığı yan­ma ve yaralanmalarla doktora muracarıt eder. Hastalık yavaş seyreder ve gittikçe ilerler. Omuriliğin bazı bölgelerinin sertleşmesi sonucu meydana gelen hastalığa multiple skleroz denir. Çeşitli hareket, duygu ve refleks bozuklukları ile kendini gösteren ve nedeni bilinmeyen bir hastalıktır. Tedavisi henüz bulunamamıştır.



Organ Nakli Hakkında …

3 May, 2008 Organ Nakli, Sağlık Sözlüğü-O

Vücudumuzda görevini iyi yapamayan or­ganların başka insanlardan alınanlarla de­ğiştirilmesine organ nakli veya transplan­tasyon ameliyatı denir. Bunun en basit ve çok kullanılan şekli kan nakli (kan trans-füsyonu) olayıdır. Böbrek, kalp ve göz gibi organlar yeni ölen kimselerden alınmakta ve bu organları çı­karılan kimselere transplante edilmektedir. ChristianBarnard’ın 1967ide ilk defa ger­çekleştirdiği kalp transplantasyonu ameli­yatı cerrahide yeni ufuklar açmış ve böyle­ce birçok insan, bu tür ameliyatların değe­rini ispat edecek kadar çok yaşamışlardır. Bu ameliyatlarda teknik güçlükten daha önemlisi organizmanın yabancı organı red­detmesi ve ona karşı antikor oluşturması­dır. Kan grupları uyuşan kimseler arasında bile aşılanan organa karşı immünolojik bir savunma meydana gelmektedir. Araştırıcı­lar alıcının bağışıklık reaksiyonunu önle­mek üzere bazı ilaçlar (Imuran) bulmuşlar ve oldukça başarılı olmuşlardır. Organ nakli operasyonlarında son zaman­larda canlı organ yerine suni olanları kul­lanılmaya başlanmıştır Bu arada kan yeri­ne suni kan yapılmış ve uygulamaya geçilmiştir Ancak butun bu cerrahı basanların tarihi seyrine bakılacak olursa hastalıkların tedavisinin suni olarak değil .organizmanın kendi imkânlarını harekete geçirmek su­retiyle daha kolay başarılabileceği anlaşıl­maktadır



Osteoporoz - Kemiklerin Yaşlanması

11 May, 2008 Hastalıklar, Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-O

Kemiklerin, daha çok sünger kısmındaki kemik dokusunun azalmasına os­teoporoz adı verilir. Kemik çatı sürekli olarak yıkılıp yenilenen ve üzerine oturan fosfor ve kalsiyum tuzları ile sertleşen organik bir dokudur. Bu yıkılmayı yapan osteoklast’lar, dokuyu yapan ise osteoblast de­nen kemik hücreleridir. Yeni yapılan osteid dokunun azalması, ke­mik yıkımının ise artması sonucu, inorga­nik tuzların çökeceği yer de azalacağın­dan kemiklerde osteoporoz meydana ge­lir. Başlıca belirtileri bel ve kemik ağrıları­dır. Bu gibi kimselerde kemik kırıkları (collum femoris) da olabilir. Röntgen filminde özellikle omurga kemiklerinin ortası boş gibi görülür. Osteoporoz, kadınlarda menopozdan son­ra, yaşlılarda ise her iki cinste (senil os­teoporoz) uzun süre hareketsiz kalanlar­da görülen bir hastalıktır. Ayrıca uzun sü­re kortikosteroid olanlarda Cushing has­talığında, multiple miyelomda, mide ame­liyatı geçirenlerde sekonder olarak osteoporoz meydana gelebilir. Menopozdan dolayı oluşan osteoporozda östrojen tedavisi, yaşlı erkeklerde testoz-teron ve anabolizan denilen ilaçlar (Dura-bolin), Kalsiyum ve D vitamini kullanılır.



Östrojenler

7 May, 2008 Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-Ö

Östroıen, kadınlarda vagınanın, uterusun, tubaların ve sekonder seks karakterlerinin gelişmesini sağlayan bir hormondur Yu­murtalıklarda yapılan bu hormon hayvan­larda cstrus ya da cinsel azgınlık halini yaratan hormonun karşılığıdır Ancak in­sanlarda cinsel hayat belirli devrelerle sınırlanmamakta bu hormonun etkisiyle cin­sel organlarda peryodık ve belirli değiş­meler olmaktadır. Kadınlarda aylık sıklusun ilk yarısında overlerdekı Graaf folıkullerınden uç cins östroıen (estradıol, estrone ve estrıol) sal gılanmakta, âdetin ikinci yarısında ise progesteron adı verilen diğer bir kadın hormonunun karşısında azalmaya başlamak­tadır. Gebelik esnasında ise ostrojen hor­monu çok daha fazla ve plasenta tarafın­dan yapılmaya devam edilmektedir.

Kısrak serumundan elde edilen esterleştirilmiş östrojenlerden (konjuge östrojenler) başka sentetik olarak da yapılmış birçok cstrojen preparatı vardır. Östrojen hormonlar menopozda, senil vajinıtte, osteoporozda ve hormonal sebebe bağh kanama bozukluklarında kullanılmak­tadır. Bulantı, kusma, iştahsızlık gibi yan tesirleri vardır. Ayrıca pıhtılaşma bozuk­luğu, karaciğer hastalığı geçirenlerde, me­me kanseri ve rahim uru bulunanlarda öst-rojen kullanılması doğru değildir.



Pankreasın Salgıladığı Hormonlar

2 Mar, 2008 Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-P

Pankreas denen salgı bezi, barsaklaru çe­şitli sindirim fermentleri salgıladıktan baş­ka, iç salgı bezi olarak da çalışmakta ve hormon yapmaktadır. Pankreas dokusun­da bulunan ve Langerhans adacıkları di­ye bilinen küçük hücre grupları iki çeşit hormon yaparlar ve kana verirler. Bunlar­dan alfa denen hücrelerin salgıladığı hor­mona glukagon, beta hücrelerinin salgıla­dığı hormona ise insülin denir. İnsülin, pro­tein yapısında bir hormon olup günde 2 mg. kadar vena portaya salgılanır. İnsülin ilk defa Banting ve Best’in çalışmalarıyla köpek pankreasından elde edilmiştir. Bu iki hormonun görevi şeker metabolizması­nı düzenlemektir. Glukagon kandaki şeker miktarını yani glikozu artırır, insülin ise düşürür. Kanda şeker yükseldiğinde sal­gılanan insülin, karaciğerdeki glikojenin glikoza dönüşmesini ve kana karışmasını kısıtlamaktadır.

Ayrıca doku hücrelerinin kandaki şekeri gıda maddesi olarak alıp kullanması için de insüline ihtiyaç vardır. İnsülin yetersiz­liğinin neden olduğu şeker hastalığında (diabetes mellitus) kanda şeker fazlalığı (hiperglisemi) olmasına karşılık, doku hüc­releri kandaki glikozu yeterli derecede bir hızla ememezler. Böylece hücrelerde bes­lenme yetersizliği görülür. Bu açık, şeker metabolizmasının hızlandırılması ile kapa­tılmak istenir. Fakat bu durumda kanda keton cisimleri artar ve neticede kanın a-sitlenmesi demek olan asidoz tablosu mey­dana gelir. Langerhans adacıklarındaki beta hücrele­rinin doğuştan yetersiz kalması sonucu erken yaşlarda meydana gelen şeker has­talığına jüvenil diyabet denir. Tedavisi için hastaya insülin vermek ge­rekir. İleri yaşlarda meydana gelen şeker hastalığında ise beta hücreleri zamanla çalışmalarını azaltmışlardır. Bunlarda in­sülin eksikliği genellikle o kadar ciddi de­ğildir. Bu tür şeker hastaları çoğunlukla sıkı bir rejim ve kilonun azaltılmasıyla te­davi edilirler. Ayrıca şeker hastalarına be­ta hücrelerini daha fazla insülin üretmek için uyaran ve oral hipoglisemik ajan de­nilen bazı ilaçlar ağız yoluyla verilmekte­dir. Pankreasta meydana gelen ve insülinoma denen bazı tümörler ise fazla insülin sal­gıladıkları için kan şekerinin cok düşmesi­ne neden olurlar. Hastada açlık hissi, terleme, halsizlik, titreme ve uyuşukluk vardır. Ağır vakalarda koma meydana ge­lebilir. Tedavi amacıyla hastaya fazla mik­tarda insülin verildiğinde de bu şekilde bir hipoglisemi veya insülin koması görüle­bilir. İnsülin koması bazı psikiyatrik durum­larda tedavi amacıyla da kullanılmaktadır. İnsülin preparatları çabuk tesirli (rapid), orta tesirli (indermetiate) ve uzun tesirli (long) olmak üzere başlıca üc çeşittir. Kristalize insülin preparatlarının etkisi ça­buk görülür ve kısa sürer. NPH insülin (Neutral protamin Hagedorn) denilen preparat orta tesirlidir. Depo tesirli insülin (protamin zinc insülin) PZ1 preparatları da vardır. Şeker hastaları, doktorların düzen­ledikleri gıda rejimini uygulamalı ve gerek, fiğinde insülin preparatlarını özel cilt altı enjektörleriyle kendi kendilerine enjekte etmeyi öğrenmelidirler.



Parmak Emme

13 May, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-P

Sağlıklı bir bebekte parmak emme, ola­ğan bir alışkanlık ise, normaldir ve önemsenmemelıdır Çocuk, zamanın geçmesi için eğlenceli bir şey keşfetmiştir. Bazı ya­zarlara göre devamlı parmak emme, dişle­rin malformasyonuna yani bozuk olarak çıkmasına yol açabilir. Devamlı parmak emen çocuğun bu alış­kanlığının önlenmesi kolay değildir. Parmaklara acı şeylerin sürülmesi veya ele eldiven giydirilmesi başarılı metodlar de­ğildir ve tavsiye olunmaz Alışkanlığın kay­nağı, ruhsal bozukluklar veya endişe duy­gusunun bazı çeşitlerini yansıtabilir ve bunların kaynağının bulunması ve tedavisi gerekir. Çocukların parmak emme alışkanlıklarının giderilmesinde, katı davranışlar içine girmemelidir.



Pıhtılaşmayı önleyen İlaçlar-Antikoagulan İlaçlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-P

Antikoagulan İlaçlar

Kanın pıhtılaşması dediğimiz ve ilk bakışta çok basit gibi görünen olay aslında birçok faktörlerin etkisinde oluşur. Yaşamamız için hayati önemi olan kanın damar içinde pıhtılaşmadan akması, damarın örselenmesi ve kesilmesi halinde ise pıhtılaşarak kanamayı kendiliğinden durdurması gerekmektedir.Bazı kalp ve damar hastalıklarında bu fonksiyonlar bozulmakta ve kan damar içinde pıhtılaşma eğilimi göstermektedir. Bu gibi hastalıklarda kullanılan ve kanın pıhtılaşmasını önleyen ilaçlara antikoagulan ilaçlar denir.

Normalde kanda bulunan protrombin bir enzim aracılığıyla trombine çevrilmekte, trombin de fibronejen adındaki maddeyi fibrin haline dönüştürmekte ve pıhtı oluşmaktadır. Pıhtılaşma olayı yalnız bu maddelerin birbirlerine etki yapmaları ile değil, ayrıca içinde kalsiyum iyonunun da bulunduğu 10-12 kadar faktörün işe karışması ile meydana gelmektedir. Gene normalde kanda bulunan fibrinolizin fermenti kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşmasını sağlamaktadır. Bu ilaçların bir bölümü protrombin yapımını önlemek,bir kısmı trombini eritmek suretiyle kanın pıhtılaşmasını engellemektedirler.Protrombin yapımını önleyen ilaçlar kumarın türevleri (Tromexan VVarfarin Dicuma-rol v.b.) veya indandion türevleri (Pindione) olarak bilinir ve ağızdan kullanılırlar. Teşekkül etmiş olan trombine tesir ederek onu eriten antikoagulan ilaçların başında ise Heparin “gelir. Damardan ve kalçadan yapılan preparatları vardır. Etkisi derhal görülür ve çabuk geçer. Tedavi sırasında kanın pıhtılaşma zamanını, yani, protrombin zamanını sık sık kontrol etmek ve ilacın dozunu ona göre ayarlamak gerekmektedir.



Plasentanın Yaptığı Gonadotrop Hormon

18 Mar, 2008 Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-P

Hipofizden salgılanan ve cinsiyet organ­larının, daha doğrusu gonadların çalışma­larını düzenleyen faktörlere gonadotrop hormonlar denir. Folikül stimülan hormon (FSH), lüteinleştiren hormon (LH veya ICSH), laktojenik hormon (LTH) adını alan bu faktörler go­nadların gelişmesinde, ovulasyonun mey­dana gelmesinde ve memelerin süt salgı­lamasında önemli rol oynarlar. Hipofizden salgılanan ve serumdan eldeedilebildiği için şerik gonadotropin denen hormondan başka, gebe kadınlarda pla­sentanın yaptığı ve daha ziyade idrarda görünen bir hormon daha vardır. Plasentanın koryon villüsierinde yapılan bu hormona koryon gonadotrop hormon denir. Gebelik mahsulü rahim içinde yuvalanıncaya kadar, korpus luteum hormonu tara­fından korunur. Yuvalandıktan sonra, fetüs çevre koşullarını kendi ihtiyaçlarına göre kendisi ayarlar, yürütür ve anne organiz­masında derin ve köklü yapı ve fonksi­yon değişmeleri başlar. Bu değişmeler pla­senta hormonları yolu ile yönetilir. Koryon gonadotrop hormon da, plasentanın salgı­ladığı bu hormonlardan birisidir. Koryon gonadotrop hormon, yumurtlama­dan 10 gün sonra serum ve idrarda görün­meye başlar. Glikoprotein yapısında olan bu hormon, interstisyei hücrelerin gelişme­sine neden olur. Salgılanan hormonun bü­yük bölümü anne kanına geçer. Anne ka­nında ve idrarındaki yüksek seviyesi nede­niyle, biyolojik gebelik teşhisinde kullanı­lır. En erken olarak döllenmeden 15 gün sonra idrarla yapılan gebelik testinde (Pregnosticon testi), bu hormonun varlığı gebeliğin müsbet olduğunu gösterir. Ayrı­ca, mol gebeliği ve koryokarsinoma vaka­larında da bu hormo/i aşırı şekilde salgı­lanır ve gebelik olmadığı halde gebelik testleri sulandırılmış idrarlarda bile müs­bet çıkar.



Psikolojik Etkili İlaçlar,Bulantıyı Kesen İlaçlar,Antidepresanlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-P

Antidepresanlar

Sinir sistemini uyaran veya bir hastalık şeklinde meydano gelen ruhsal çöküntüyü, bunaltıyı yani depresyonu ortadan kaldıran ilaçlara genel olarak antidepresan adı verilir. Sinir sistemindeki iletim maddelerinden o-lan adrenalinin dokularda oluşmasında ve parçalanmasında rol oynayan bazı fermentler (monoaminooksidaz, kısaca MAO) vardır. Bu fermentlerin yapımını engelleyen ilaçlar organizmada tıpkı amfetamin-ler gibi otonom sinir sisteminde uyarıcı bir etki yaparlar. Ayrıca değişik etki mekanizmaları ile depresyonu ortadan kaldıran trisiklik ve tetrasiklik yapıda çeşitli antidepresan ilaçlar (Tofranil, Triptilin, Lu-diomil, İnsidon v.b.) sinir ve akıl hastalıkları uzmanı olan doktorlar tarafından yazılmakta, dikkatli ve kontrollü bir şekilde bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır.



Sakinleştirici İlaç-Benzodiazepinler

4 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-S

Sakinleştirici ilaç-Benzodiazepinler

Benzodiazepinler sedatif denen teskin edici ilaçlardır.İnsanların günlük hayatlarında karşılaştıkları güçlüklerin, üzüntülerin ve sıkıntıların neden olduğu sinirlilik ve hiddet gibi reaksiyonları önlemek üzere kullanılan ilaçların başında gelirler.

Minör trankilizan denen bu gruptaki ilaçların sedatif etkileri yanında iskelet adalelerini gevşetici ve hafif uyku verici tesirleri de vardır. Yüksek dozda ve uzun süre kullananlarda deri döküntüsü, purpura, mide barsak bozukluğu ve ilaca alışkanlık görülebilir. Kısa, orta ve uzun tesirli benzodiazepinler arasında Diazepam (Diazem), Oxazepan (Serapax), Chlordiazepoxid (üb-rium), Medazepam. (Nobrium), Nitrazepam (Mogadon) gibi günümüzde çok kullanılan ilaçları sayabiliriz.



Şaşılık

19 May, 2008 Göz Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Ş

İki gözümüz olmasına rağmen baktığımız maddeleri tek görürüz. Bunun sebebi görme eksenlerinin paralelliği neticesi ci­simlerin hayallerinin her iki retinada bir­birine uyarı alanlara düşmesidir. Gerçek­ten bir gözün sarı noktası diğer gözün sarı noktasına uymaktadır .Çeşitli sebeplerle gözlerin görme eksenlerinin paralelliği bozulduğunda şa­şılık dediğimiz göz hastalığı oluşur. Şaşı olan insan uzaktaki bir cis­me baktığında cismin hayali bir gözünde sarı noktada belirirken diğer gözünde sarı nokta dışında bir noktaya düşmekte ve hasta çift görmeden şikâyet et­mektedir. Hastanın çift görmemesi için kayan gözdeki görüntüyü silmesi (supresyonj veya yeni koşullara adapte etmesi (anor­mal retina uyumu) gerekmektedir. İki gözle birlikte görme alışkanlığı doğum­dan itibaren edinilmeye başlanır. Yeni doğ­muş bebekte iki göz arasında refleks bir ilişki vardır. Bebek 2-3 aylık olduğunda hareketli cisimleri gözleri ile izleyebilir. Gözlerini bir cisimden diğer bir cisme çe­virebilir ve yaklaşan bir cismi iki gözle iz­leyebilmek için içe doğru döndürebilir. Be­bek 2-3 yaşına geldiğinde bu reflekslere uyum yani akomodasyon refleksi de ek­lenir. Şaşılıklar bazen pek belli olmaz. Bun­lara gizli şaşılık (forya) denir. Ancak has­tanın bir gözü kapatıldığında ortaya çıkar. Hastaya karşıdan bakıldığında farkedilen-lere ise belirgin şaşılıklar (tropya) denir. Şaşılık bazen bir gözde içe, dışa veya di­key yönde kayma şeklinde olur. Bazı kim­selerin şaşılıkları ise uyum yaptıkları za­man daha belirgindir. Şaşılıklar çok çeşitli nedenlerden meyda­na gelebilir. Konkomitant şaşılık : 6 yaşından küçük çocuklarda ya doğuştan veya kırılma kusur­larından ya da ateşli hastalıklardan sonra beyindeki göz hareketlerini kontrol eden merkezlerin yetersizliği nedeniyle meydana gelir. Bu tip şaşılıklara non paralitik şaşı­lık denir, çünkü göz siniri felci yoktur. Kon­komitant şaşılıkların tedavisinde kırılma kusurlarının düzeltilmesi için gözlük kul­landırılır. Kayan gözde meydana gelen ve hiçbir anatomik bozukluğa bağlanamayan görme azlığı ya da görme tembelliğinin giderilmesine çalışılır. Bunun için de sağlam göz kapatılarak tembel göz açıkta bırakılır ve ona çalışma olanağı sağ­lanmış oiur. Bu tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar faydalıdır. Şaşılık dere­cesini anlamak için kullanılan bir araç olan sincptofor’la aynı zamanda çocuğa özel ekzersizler yaptırılabilir. İnkomitant şaşılık : Gözleri hareket ettiren kaslardan birinde veya birkaçında felç oluştuğunda göz sağlam olan kasların etkisiyle karşı yöne kayar, yani şaşılık mey­dana gelir. Buna paralitik şaşılık da denir. Tedavisi göz ameliyatı ile mümkün olmak­tadır.



Şekersiz Diyabetin İlacı-Antidiüretik Hormon

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-Ş

Antidiüretik Hormon

Hipofiz arka Icbundan salgılanan iki hormondan biri olan antidiüretik hormon (ADH) böbreklerde süzülen kanın idrar şekline dönmesinde rol oynamaktadır. Bu hormon damarları büzücü yani vasokonstriktör etkisi nedeniyle vasopressin adını da almaktadır. Antidiüretik hormon eksikliğinde, diabetes insipidus denen şekersiz diabet hastalığı meydana gelir. Hasta bol miktarda idrar çıkarır fakat şeker hastalığında olduğu gibi idrarda şeker bulunmaz. Şekersiz diabetin tedavisinde vasopressin (Pit-ressin) uygulanır.



Şizofreni

19 May, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şizofreni gerçek hayatla bağlantının koptuğu, kişiliğin devamlı ya da geçici bir süre bozul­duğu, algılama kusurlarının görüldüğü bir grup ruhsal hastalık belirtilerinin genel ismidir. Şizo dağılmak demektir, freni ise akıl anlamına gelir. Böylece şizofreni tkelimesi aklın gerçeklerden uzaklaşması, dağılması manasına gelir. Oldukça sık rastlanan, bu hastalığın bir diğer ismi de erken bunamadır. Hasta gerçek yani dış dünyayı kabullenmeyerek kendi yarattığı iç dün­yasında yaşar. Hal ve hareketleri kendi hayal dünyasıyla alakalı olduğu için dışarıdan yo­rumlanması oldukça zordur. Konuşması bozuk ola­bilir ve söyledikleri herkesçe algılanmaz. Gerçeği normal bir şekilde algılayamaz. Kendisine yabancı ge­len bazı yaşantılar geçirir. Düşünce duygu, içgüdü ve hareket bozulur. Çok defa hastalık yeniler ve her defasında mes­leklerine geri döndürülebilenler yüzde yirmi beşi geç­mez. Hastalığın sebebi bugün maalesef bilinmemekte, konuyla ilgili olarak çok farklı düşünceler ileri sürülmektedir. Soydan geç­me bir etkenin varlığı kabul edilmekteyse de nasıl geçtiği açıklanamamaktadır. Organik etkenlerden şizofreni ile ilgili bir­çok biokimyasal anomaliler bildirilmiştir. Liserjik asit ve meskalin gibi ilaçların, bun­ları kullanan insanlarda şizofrenik hastalar ile ortak özellikler gösteren bazı psikolojik durumlar meydana getirdiği görülmüştür. Ancak psikiyatrik hastalıkların insanlara mahsus olması nedeniyle bu ilaçlarla yapı­lacak hayvan deneylerinin sonuçları insan davranışları ile karşılaştırılıp açıklanama­mıştır. Şizofreni hastalığını 19.yüzyılın sonunda Kraepelin erken bunama olarak tarif eder­ken, yetişkinlerde görülen üç ayrı psikiyat­rik tabloyu yani hebefreni, katatoni ve paranoik bunamayı bir araya getiriyordu

Kraepelin’e göre bu ruhsal hastalıkların hepsinde aynı temel belirti yani duyarsız­lık hali vardır ve bu durumlar aynı insanda birlikte veya art arda görülür. Hepsi bunamaya benzer bir sonuca ulaşır. Yani ruhsal fonksiyonların dağılıp çözülmesi ile sonuçlanır.

Hebefreni: En sık rastlanan şizofreni tiple­rinden biridir.

Şizofreni, daha çok halüsinasyonlarla kendini gösterir.

1 — En bilineni, hastanın birtakım sesler duyduğunu sandığı işitme halüsinasyonudur.

2 — Bazen şizofrenik vaka, çok anormal tepkilerde bulunur. Çok üzgün ve umutsuz olduğu bir anda, aniden gülmeye başlar.

3 — Katatoni, az görülen bir belirtidir. Hasta, kendi iç dünyasına dönerek çevresinde olanlarla hiç ilgilenmez.

4 — Şizofreniklerdeki isteksizlik ve uyumsuzluk, onları toplumda işsizler ordusuna iter.



Soğuğun Deride Yaptığı Bozukluk-Donuk

16 Şub, 2008 Cilt Bakımı ve Güzellik, Genel Sağlık, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-S

Şiddetli soğuğun etkisi ile deri ve derialtı dokusunda meydana gelen değişikliğin yani donmanın ilk belirtisi bir kızarıklıktır. Donuk (gelure) en hafif şeklinde önce bir damar spazmı, daha sonra bir genişleme ile yani eritem ile kendini belli eder. Vazolabil dediğimiz kimselerde soğuğun et­kisi ile el ve ayak parmaklarında, burun ve kulaklarda hafif kabarık, pembe - menekşevi plaklar (engelure) oluşur. Tıp di­linde pernio denilen bu kaşıntılı durumda kişi birden sıcağa tutulursa ağrı meydana gelebilir. Donuk ileri safhada nekroza ve kangrene dönüşebilir. Bundan korunmak için soğuğa maruz kalan kimseyi yavaş yavaş ısıtmalı ve dokulara kan akımını normale döndürmek için hafif masajlar ya­pılmalıdır.



Soğuğun Tehlikeleri

15 May, 2008 Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-S

Uzay çağı ve uçakların kutup üzerinde kullanımı arttıkça, ani inişler nedeniyle, so­ğukla hazırlıksız bir şekilde karşı karşıya gelmek bu konuda bilgi edinmek ihtiyacı­nı gerektirmiştir. Soğuk ve kar kutupta başta gelen zorluk­lardır. Karların parlamalarının göz üzerin­deki sonucu kar körlüğü meydana gelebi­lir. Korunmak için kar gözlüğü kullanılma­lıdır. Eskimolar kuru bir odunu yakarak ve­ya keserek arasından bakabilecekleri bir kar maskesi yaparlar. Maske burnun üze­rindeki köprüye oturtulur ve bir telle tut­turulur. Güneşin parlak yansımalarının gö­ze gelmesini önler. Yanakların ve burnun is veya kara kalemle karartılması veya kir­li makine yağı sürülmesi de güneşin kar­dan yaptığı yansımaları azaltır. Sıkı ayakkabılar dondurucu havalarda za­rarlıdır. Ayakta yaraya yol açabilir. Bunun için soğuk ülkelerde ayakkabılar, içine çift kalın çorap giyilecek kadar büyük ve ge­niştirler. Eğer ayakkabılar yeteri kadar bü­yük değilse ayakkabı kalın bezlerle sarıl­malıdır. Ayaktaki soğuk çatlaklarında ayakkabılar ve sargılar değiştirilmeli ve ayak kürkle veya kumaşla ısınana kadar sarılmalıdır. Eller sıcak ve kuru tutulmalıdır. Kalın yün eldivenler içe ve rüzgâr kesici tek parmaklı eldivenler dışa olmak üzere çift eldiven giyilmelidir. Çıplak deriye dokundurulacak soğuk me­tal, kızgın yanma duygusunu verdiği halde deriyi dondurur. İlk yanma duygusunda vü­cudun o bölümü hızla metalden çekilmeye çalışılır ve metale yapışan deri, soyulur. Deriyi soyulmaktan kurtarmak için metal ısıtılarak deriden yavaşça ayrılmalıdır. Eskimolann beslenmesi kutba uyar. Yağ fazla kalori verdiği için, beslenmenin te­mel unsurudur. Soğuk bölgelerde konak­layan havacılar ve askerler bu şartlara uy­gun özel beslenme şekline gereksinim du­yarlar. Gerçekte bütün balıklar iyi bir ku­tup yiyeceği olacak kadar yağ içerirler. Morina balığının karaciğeri özellikle bes­leyici bir gıdadır, haşlanarak yenilebilir. Soğuğun etkisi ile deride oluşan değişik­likler derinin çatlaması ve donmasıdır. Bi­rinci derecede donukta deri beyaz ya da griye dönüşmeye başlar ve sertleşir. İkin­ci derecede donukta deri soğuk ve soluk­tur. Ovuşturma ve masajlar zararlıdır, çün­kü donmuş dokuları parçalayabilir. Yavaş yavaş ısıtıldığında deri kızarmaya başlar ve bu arada ağrı ile beraber deride yanık­larda görüldüğü gibi bül denilen su top­lanması meydana gelir. Üçüncü derecede donuklarda ise nekroz, yani gangren olu­şur.



Soydan Gelen Hastalıklar

18 Mar, 2008 Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-S

Normal insan hücresinde 23 çift kromozom 22 çift otosan, 1 çift cinsiyet) bulunur. Eğer bir insanın hücrelerinde anormal ola­rak 1 kromozom fazla bulunursa yani bir kromozom çifti yerine 3 kromozom yer al­mışsa trisomiden bahsedilir. Akıl geriliği ile beraber bulunan bazı mongolizm olay­larında (Down sendromu) böyle bir kromo­zom bozukluğu vardır. Cinsiyet kromozom­larında trisomi ile beliren hastalıklara ör­nek olarak Klinefelter senaromu gösterilir. Erkeklerde görülen bu hastalıkta cinsiyet kromozom çifti XXY şeklindedir. Memeler­de büyüme (ginekomasti), sperm noksan­lığı, zekâ geriliği, paranoid duyarlık, apati gibi belirtiler vardır. Aynen XYX sendrom-da da görülür. Bunlara süper erkek ve sü­per kadın denirse de, bu gibi kişilerin sü-perlikle ilgisi yoktur. Cinsiyet kromozomu anomalilerine çok kez kişilik bozuklukları eslik eder.



Stres

15 Oca, 2009 Ruh Sağlığı

Hiç kimse sorunsuz bir yaşam sürdürmez. Yaşamın kayıpları ve zorlukları bizi bir karmaşaya sürükleyebilir. Stres; günlük sorunlar­dan, trafik ve parasal sıkıntılara, aileden birinin ölümü ve önemli iliş­kilerde bozulma, boşanma, iş kaybı, emeklilik gibi önemli yaşam olaylarına kadar her şeyden kaynaklanabilir. Stresli yaşam olaylarıy­la karşılaşmak depresyon riskini arttırır. Günlük hayatımızın bir par­çası haline gelen, pek çok hastalık gibi depresyonun da sebeplerin­den olan stres nedir? Strese neler sebep olur ve stresten nasıl koru­nuruz? Şimdi bu sorulara cevap bulmaya çalışalım.

Stres ve Stres Kaynakları

Stresin çok çeşitli tanımları yapılmıştır. En genel anlamıyla stres kişiye güç gelen, baskı ve engellenme yaratan, çıkmaza sokan, çaresizliğe sürükleyen, acı veren, bunaltı ve üzüntü verici yaşam olaylarıdır.

Stresin olumsuz ve zararlı bir anlamda ele alındığı görülmek­tedir. Oysa stres kişiyi zora soksa da, uyumunu tehlikeye atsa da, acı ve bunaltı verse de stresle başa çıkıldığında kişiyi ileriye, mut­luluğa, başarıya götüren bir özelliğe de sahiptir. Örneğin hami­le olmak pek çok kadın için yorucu, endişe yaratıcı, hatta acı ve­rici bir durumdur. Ancak bebeğini kucağına alabilen bir annenin mutluluğu tartışılamaz. Bu tür nedenlerle bazı araştırmacılar stre­sin aslında kötü bir şey olmadığını, bundan kaçınmanın mümkün olmadığını ve stresin motivasyon, büyüme, değişim ve gelişme için şart olduğunu belirtmişlerdir. Stres kaynaklarının özellikleri ile ilgili bilgiler gözden geçirildiğinde, stres kaynaklarının üç grupta toplan­dığı görülmektedir. Bunlar:

a) Gün­lük olaylar

b) Yaşam olayları ve

c) Spesifik yaşam durumlarıdır.

Günlük olayları stres kaynağı ola­rak ele alan çalışmalarda bir sınavın kötü geçmesi, komşunun yaptığı gürül­tü nedeniyle uyuyamama, baş ağrısı, çocuğunun matematik sınavında başa­rılı olamadığını öğrenmek gibi olaylar yer almaktadır. Stres yaratan günlük olaylar genel olarak “değişme ve uyum gerektiren süresi sınırlı olaylar” olarak tanımlanmaktadır. Yaşam olaylarını belirlemeye yönelik ölçeklerde eşin ölümü, hamilelik, ekonomik durumda

önemli bir değişiklik, emekli olma,

Stresli yaşam olaylarıyla başka bir yere taşınma, çocukların ev karşılaşmak depresyon den ayrılması gibi olaylar bulunmakta riskini arttırır. Görüldüğü gibi yaşam olayları,

günlük olaylardan farklı olarak daha uzun bir sürece yayılan ve yaşam biçiminde genel değişikliklere yol açan olaylardır. Spesifik yaşam durumları yaklaşımında ise anne ba­ba ilişkilerinde sorunların yaşanması, alkol sorunu yaşanan aile or­tamı, iş yaşamında sorunların olması, menopoz döneminde olma gi­bi kronik durumlar ele alınmaktadır.



Suni Solunum

18 May, 2008 İlk Yardım

Bir kimsenin havasız kalarak boğulmasını önlemek için, çalışmayan akciğerlere dı­şardan hava göndermeye suni solunum yaptırmak veya resüsitasyon denir. Karbonmonoksit solumak, suda boğulmak, zehirlenmek, elektrik şokuna uğramak ve­ya başka nedenlerden ötürü insan hava­sız kalabilir. Gerçi suni solunum için çok modern araçlar geliştirilmiştir ama bazı acil müdahalelerin gerektiği durumlarda bir insanın elleriyle veya ağzıyla yaptıra­cağı suni solunum genellikle en uygun yol­dur. Normal bir insan, dakikada ortalama on altı ile yirmi kez nefes alır. Ancak suni solu­numda daha sık nefes alıp vermek gerek­tiği öne sürülmektedir. Çünkü bu yolla ak­ciğerlere normal solunum yoluyla içeri alıpandan çok daha az hava alınır. Bu yüzden yaptırılacak suni solunum hareketlerinin dakikada yirmi dört ile kırk arasında ol­ması gerektiği savunulmaktadır. Son zamanlara kadar, en çok kullanılan suni solunum yöntemi, bunu geliştiren he­kimin adıyla anılan Schaefer tekniğiydi. Amerikan Tıp Birliği, Amerikan Kızılhaçı ve öteki kurumlar tarafından geliştirilen bir başka yöntem de Holger metodudur. Bu yöntemlerin yerini şimdi hayat öpücüğü denilen yöntem almıştır. Holger metodu: Baygın kimse, yüzükoyun yatırılır. Eller üst üste konur, dirsekler dı­şarıya dönük durumda iken alın, hafif yana yatık bir şekilde ellerin üzerine konur. So­lunum yaptıracak kişi, hastanın başucunda dizlerinin üstüne çömelir. Hastanın dir­seklerinin yukarısından kollarını kavraya­rak onu yukarıya, kendine doğru çeker. Kolları mümkün olduğu kadar çeker, sonra yere bırakır. Bundan sonra, kürek kemik­lerinin altına ellerini koyar ve kuvvetle bas­tırır. Hastayı yukarıya çekerken de sırta bastırırken de, solunum yaptıran kişinin kolları düz olmalıdır. Bu yapay solunum hareketi, dakikada on-on iki kez tekrarlanır. Kalça kaldırma hareketi: Baygın durumda­ki hasta, yüzükoyun yere yatırılır. Solunu­mu yaptıracak kişi. hastanın üzerinde tek dizini yere koyarak, elleri ile kalçayı kav­rar ve yerden 10-15 cm. kadar yukarı doğ­ru kaldırır. Bundan sonra hastayı tekrar yere doğru bırakır. Bu hareketi dakikada on iki kez tekrarlar. Kalçanın yukarı doğ­ru kaldırılması hareketi, aktif nefes alma­ya yol açar. Bu sonucun nedeni şunlardır:

(1) Kalça yukarı doğru kaldırıldığında, mi­dedeki şeyler aşağı sarkar ve midede olu­şan boşluk, diyaframın aşağı inmesine yol açar. (2) Karın organlarının aşağı doğru elan hareketi, iç organlarla diyafram ara­sındaki bağlar nedeniyle, diyaframda da buna benzer bir şekilde tekrarlanır. (3) Kal­çayı yukarıya doğru kaldırmak omur­ganın uzamasına yol açar ve kaburgaların arasındaki boşlukların artmasını sağlar.

Kalça kaldırma sırta bastırma hareketi: Bu yöntem, daha önce tarif edilen, kalçayı kaldırma ve kürek kemiklerinin hemen al­tına, sırtın ortasına bastırma hareketinden oluşur. Eller açık bir şekilde, başparmaklar omuriliğe ikişer buçuk santim mesafede olarak sırta konur. Solunum yaptıran kişi, kalçayı kaldırınca, arkaya doğru gider, sırta bastırırken öne doğru eğilir. Her iki dev­rede de hareketin kollar yoluyla değil de omuzlardan uygulanması için kollar düz tutulmalıdır.

Kalça çevirme - sırta bastırma hareketi : Bu hareket, kalça kaldırma - sırta bastır­ma hareketinin biraz değiştirilmiş şeklidir. Kolaylık bakımından, kalça kaldırma yeri­ne, kalça çevirme hareketi konmuştur. Ha­reketi uygulayacak kişi, kalça kaldırma ha-reketindeki gibi diz çöker. Kalçayı kaldır­mak yerine, dizini destek noktası yaparak hastayı çevirmeye başlar. Hareketi uygu­layan kişi kollarını düz tutar ve kendi de hastayı yuvarladığı yöne doğru döner. Has­tanın, uygulayıcının dizinin ya da kalçası- nın üzerinde yerden kalkmasına büyük ezen gösterilmelidir. Hayat öpücüğü : Son zamanlarda, çok es­ki bir suni solunum yolu olan bu metot değer kazanmıştır. Bu yöntem, solunumu duran bebek ve çocukları hayata döndür­mek için en iyi yoldur. Hayat öpücüğü diye bilinen yöntem, sırta bastırma ve kolları kaldırma hareketinin yerini almıştır.

Hayat öpücüğünün safhaları şunlardır:

1 — Ağızdaki yabancı maddeler orta par­mak yoluyla çıkarılır ve aynı parmakla di­lin önde durması sağlanır.

2 — Çocuk yüzükoyun ve başaşağı du­ruma getirilir ve diğer elle sırtına vurulur. Bu hareket nefes borularmdaki yabancı maddelerin çıkmasına yardımcı olur.

3 — Çocuk sırtı yere gelecek şekilde yatı­rılır ve her iki elin orta parmaklarıyla alt çene tutularak ayrılır ve ağzın açık kalması sağlanır.

4 — Tek elle çene bu durumda tutulur.

5 — Sızıntı olmayacak bir şekilde çocu­ğun dudakları ve burnu üzerine ağız yer­leştirilir ve göğsün şiştiği görülünceye ka­dar içeri hava üflenir. Bu hareket yapılırSiyatik nevrit, çok çeşitli nedenlerden olu­şan ve çok çeşitli sonuçlara yol açan, ba­sit bir rahatsızlıktır. Bu yüzden baş ağrısı­na ve sırt ağrısına benzer, yani vücutta varolan daha ciddi bir rahatsızlığı maske­ler. Ancak tecrübeli bir hekim, bir siyatik nevrit vakasının asıl nedenini teşhis edebi­lir. Hastalığın tek belirtisi ağrıdır ve sinirin gerildiği durumlarda örneğin ayakta du­rurken, adım atarken, ya da düz yatarken artar. Ağrı, sinirin çıktığı omurga hizasın­dan aşağıya doğru oyluğa hatta topuğa kadar yayılabilir. Tedaviye başlamak için hastalığın nedeninin bulunması gereklidir.

Hastalık disk kaymasından ötürü başla­mışsa sert bir divanda yatak istirahati zo­runludur. Ayağa kalkmak, oturmak bile ya­sak edilmelidir. Bu pozisyonda bel omur­larının arası açılacağından kayan diskin yuvasına geri girmesi olasılığı yaratıla­bilir.

Ağrılar için analjezikler (aspirin, salisilat­lar) antiflojistikler (fenilbutazon) adale gevşetici ilaçlar (Tolserol, Gamakuil, Dorsilon, Cabral vb.) alınabilir. Dört haftada geçmeyen disk kaymalarında cerrahi teda­vi yapılması gerekebilir.

Yatak istirahati ile beraber lumbostat de­nilen özel korseler kullanılarak ayağa kalk­mak mümkün olabilir.

1 — Önce sırt yükseltilir ve ağız boşluğu temizlenir.

2 — Derin bir nefes aldıktan sonra ağız, yardım edilecek kişinin ağzına yaklaştırılır.

3 — Akciğerlere yavaşça hava püskürtülür.

4 — Göğsün şişmesi beklenir.

5 — Ağızdan hava verme işleri tamamlanır.

6 — Ağızdan hava üflenirken, burun delikleri

Morarmış olarak doğan (asfiktik) bebeklere, hayat öpücüğü şeklinde uygulanacak bir suni solumam, gerçekten çocuğu hayata döndürecek en etkili yöntemlerdendir. Solunum yolunu açık tutmak için baş arkaya itilir, ayrıca alt çene aşağıya çekilir.

kapatılır.

7 — Veya ağız kapatılarak burundan hava üflenebilir.



Sünnet Derisinin İltihabı, Penis İltihabı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-S

Erkek cinsiyet organı olan penisin üzerini örten derinin yani sünnet derisinin iltihabına balanitis denir. Enfeksiyonun derecesine ve sünnet derisinin darlığına (fimozis) göre şiş, ödemli ve ağrılı seyreder. Sünnet olmayanlarda daha çok görülür.

Tedavide antiseptik solüsyonlar (Burow solüsyonu), kortizonlu pomatlar, antibiotikler, mantar enfeksiyonlarına karşı antimikotik ilaçlar (Tinactin, Nistatin v.b.) yararlıdır.



Tehlikeli Bir Ağız Yarası - Noma

10 Nis, 2008 kulak burun boğaz

Ağızda gangren şeklinde beliren stomatite noma denir. Kala-Azar hastalığının bir komplikasyonu olarak meydana gelenleri hariç çok kere öldürücü bir hastalıktır. Beslenmesi bozuk, ileri derecede zayıf ço­cuklarda ve ender olarak görülen bir yara şeklidir. Dişeti veya yanakta siyaha yakın renkte bir ülser yani yara şeklinde başlar. Kısa zamanda etrafa yayılır, gangren ha­line döner ve dokuları tahrip eder. Ülseri yapan mikroplar arasında Vineent spiro-ketleri ve cerahat yapan streptokoklar bu­lunur.

Tedavide yüksek doz penisilin kullanılır.


0 yorum

Yorum Gönder