hastalıklar1

Gönderen copernic 8 Nisan 2009 Çarşamba

Osteoporoz - Kemiklerin Yaşlanması

11 May, 2008 Hastalıklar, Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-O

Kemiklerin, daha çok sünger kısmındaki kemik dokusunun azalmasına os­teoporoz adı verilir. Kemik çatı sürekli olarak yıkılıp yenilenen ve üzerine oturan fosfor ve kalsiyum tuzları ile sertleşen organik bir dokudur. Bu yıkılmayı yapan osteoklast’lar, dokuyu yapan ise osteoblast de­nen kemik hücreleridir. Yeni yapılan osteid dokunun azalması, ke­mik yıkımının ise artması sonucu, inorga­nik tuzların çökeceği yer de azalacağın­dan kemiklerde osteoporoz meydana ge­lir. Başlıca belirtileri bel ve kemik ağrıları­dır. Bu gibi kimselerde kemik kırıkları (collum femoris) da olabilir. Röntgen filminde özellikle omurga kemiklerinin ortası boş gibi görülür. Osteoporoz, kadınlarda menopozdan son­ra, yaşlılarda ise her iki cinste (senil os­teoporoz) uzun süre hareketsiz kalanlar­da görülen bir hastalıktır. Ayrıca uzun sü­re kortikosteroid olanlarda Cushing has­talığında, multiple miyelomda, mide ame­liyatı geçirenlerde sekonder olarak osteoporoz meydana gelebilir. Menopozdan dolayı oluşan osteoporozda östrojen tedavisi, yaşlı erkeklerde testoz-teron ve anabolizan denilen ilaçlar (Dura-bolin), Kalsiyum ve D vitamini kullanılır.



Pamfigüs

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

Deride su toplanması şeklinde görülen bir grup hastalık pamfigüs adını alır. Yeni doğan çocukların gövdelerinde ve maserasyona uygun yerlerinde, sağlam deride kırmızı lekeler üzerinde içi su dolu kabarcıklar yani bül şeklinde başlayan ti­pine pamfigüs necnatorum denir. Strepto­kok ve stafilokokların yaptığı bu hastalık­ta su dolu kabarcıklar cerahatlenerek açı­lır ve iz bırakmadan 2-3 gun içinde geçer­ler. Pamfigüs vulgaris denen şekli ise daha çok kadınlarda 40-50 yaşları arasında gö­rülür. Genellikle ağız içinde meydana ge­len bullerle başlar. Hafif ağrılı olan bu su dolu şişlikler süratle açılır ve affa benzer. Etkeninin virüs olduğu veya otoimmun bir hastalık olduğu düşünülmektedir. Deride veya mukozalarda iyileşmeyen yaralarda hemen bir deri hastalıkları uzmanına git­melidir. Teşhis ancak biopsi ile konmak­tadır. Tedavide en etkili ilaç kortizondur. Pamfigüste, deri üzerinde içi su dolu kabarcıklar vardır.



Papüllü ve Kaşıntılı Deri Hastalıklarından Liken

21 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

Liken, papul dediğimiz kabarcıkların gö­rüldüğü deri hastalıklarındandir. Özellikle 20 - 50 yaşları arasında ve daha çok er­keklerde görülür. 2 - 4 mm. büyüklüğünde kırmızı veya mor renkte, yandan ışık al­dığında parlak Wr yansıma yapan ve ele sert gelen bir kabarıklık biçimindedir. Bu papüller genişleyerek ortası çökük bir du­rum alırlar. Papüller çok değişik görüntü verebilir.

Liken plan (Lichen ruber planus) daha çok bilek ve kolların iç yüzeylerin­de, cinsel bölgede ve bacaklarda yerleşir. Gövde ve başta daha az görülür. Genel­likle çok kaşıntılı olan hastalık yavaş ve uzun seyreder. Nedeni tam bilinmemekte, psikosomatik bir hastalık olarak kabui edilmektedir. Tedavide sedatif ilaçlar, antihistamınikler, kortizon, karaciğer ekstreleri, vitaminler-faydalari verilir. Liken üzerine kaşın­tıyı alacak sulu merhemler sürülür.



Paratifo

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

Tifo dışında diğer Salmanella grubu bakterilerin yaptığı mide-barsak bozuklukları­na ve tifoya benzer belirtiler gösteren has­talıklara paratifo denir. Bu bakteriler ke­miklerde, beyin zarlarında ve başka organ­larda da yerleşebilirler. Paratıfoda hafif ateş, kusma, ishal ve hal­sizlik gibi belirtiler vardır ve hastalık bu bakterilerle bulaşmış besinlerin yenmesin­den ıkı gun sonra ortaya çıkabilir. Bu du­ruma akut besin zehirlenmesi de denir. Tedavi olarak hastaya kaybettiği su geri verilmelidir. Ayrıca Sulfaguanidin, Kloram fenikol ve Necmisin gibi ilaçlar kullanıla­bilir. Tifodan korunmak için yapılan aşılarda Pa­ratifo A ve B suşlarının antitoksinleri de vardır.



Paraziter Hastalıklar

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

insan vücudunda parazit yani asalak ola­rak yaşayan ve haslık etkeni olan pek çok mikroorganizma vardır. Bunlar, tıp di­linde protozoa adı verilen tekhucreli hay­vanlardır. Bu cumledî.n olmak üzere, Kalınbarsakta dizanteri hastalığına yol açan amipler başta gelir. Entamoeba histolitika adı da verilen bu amip kalınbarsak boş­luğunda asalak olarak yaşar ve bazı bar­sak bozukluklarına neden olurken bazı kimselerde ise hastalık yapmaz. Bu 12-15 mikron kadar küçük amip evrimi sırasında dokularda yaşayan şekillerine dönerek ba­zen karaciğere ve hatta beyne yerleşebi­lir. Amiplerin meydana getirdiği karaciğer apsesi ağır bir hastalık tablosu gösterir.

Sineklerle insana taşınan ve sıtma hasta­lığına neden olan plenmodiumlar da tek hücreli parazitlerdendi . Evrimlerini eşeyli veya eşeysiz olarak he.m sivrisinekte hem de insanın kanında sürdürürler. Plasmo-diumların 4 çeşidi vardır. Plasmodium fal-cıparum, plasmodium vivax, plasmodium ovale ve plasmodium malaria. Bunlardan plasmodium vivax, tersiyana sıtması de­nen hastalığı meydana getirir. Parazitin kanda çoğaldığı zamanlarda yani her üç günde bir ateş yükselmesi vardır. P. Falciparum’un neden olduğu sıtma şeklinde ise ateş 3 günde bir artmakta fakat daha ağır seyretmektedir. P. Malarianın neden oldu­ğu hastalıkta ise ateş 4 günde bir görül­düğünden adına kuartana sıtması denmiş­tir. Trıpanosoma cinsi parazitler de tekhücreli hayvanlardır ve flajel denilen kamçıları var­dır. Ceçe sinekleri (Glossina)’nin ısırma­sıyla insana bulaşan uyku hastalığı en cok Afrika’da görülür ve bu bakımdan hastalı­ğa Afrika tripanosomiyazı adı da verilir. Amerika’da görülen Chagas hastalığının etkeni olan triponosoma cruzi de kamçılı bir hayvandır. Yaptığı hastalığa Amerikan tripanosomiazı da denir. Bulaşma biçimi ve klinik özellikleri bakımından uyku has­talığından tamamiyle farklıdır. Tahtakuru-larının dışkılarıyla insana geçer, lenf doku­sunda, gözde, iç organlarda yerleşebilir. Amerika’da bu hastalığa doğum sırasında veya emzirme esnasında yakalananlar da görülmektedir. Dalgalı yüksek ateş, karaciğer ve dalak büyümesi gibi belirtilerle akut veya kronik seyreden vakalar vardır. Kamçılı parazitlerden Leyşmanya adı ve­rilen ve flebotom denen tatarcıklarla insa­na gecen tekhücreli hayvanların da 3 çe­şit hastalık yaptığı görülmektedir. Kala-Azar denilen hastalık Leishmania adı verilen parazitin, karaciğer, dalak, lenf dü­ğümü gibi ic organlarda birikmesi sonucu meydana gelir. Parazit,evrimini tilki, kurt gibi vahşi kemiricilerde ve köpekte tamam­lar ve tatarcıklarla insana geçer. Hastalık sıtmaya benzer bir şekilde ateş ile başlar, lenf bezleri şişer, dalak büyür. Teşhis kan muayenesi ile yapılır. Leyşmanya parazitlerinin deride yaptıkla­rı hastalıklardan birisi de, ülkemizde şark çıbanı (oriental sore) olarak bilinir. Leish­mania tropioa adındaki parazitin tatarcık­larla bulaşması ile hastalık deride şişlik şeklinde başlar. Yara daha sonra çıban halini alır ve yerinde iz bırakarak iyileşir. Leishmania Braziliensis tipindeki parazitle­rin yaptığı bir hastalık olan Espundiada ise ağız ve burun mukozasına yerleşen pa­razitler daha ağır tahribata yol acar. Kamçılı parazitlerden Giardia veya Lamblia adı verilenler barsaklarımızda giardiyaz veya lambliyaz denen hastalıkları meyda­na getirirler. Karın ağrısı, ishal şeklinde belirtiler verirse de özellikle çocuklarda görülen bu hastalık pek farkedilmez. Teş­his için parazitin dışkı muayenesinde tespit edilmesi gereklidir. Tedavide antiparaziter ilaçlardan Metronidazol kullanılmak­tadır. Özellikle cinsel organlarda ve boşaltım or­ganlarında yaşayan kamçılı parazitlerden Trikomonas vaginalis kadınlarda sık görü­len ve trikomaniyaz denilen bir hastalığın etkenidir. Badem şeklindeki parazitin boyu 10-30 mikron kadar olup cok hareketlidir. Önünde 3-5,arkasında 1 tane kamçısı var­dır. Kadınlarda idrar ederken yanma, akıntı ve kaşıntı şeklinde belirtiler veren trikomoniyaz hastalığı, aynı belirtilerle erkek­lerde de görülür. Daha çok cinsel ilişkiyle her iki cinse de bulaşabilen, hatta kız ço­cuklarında da görülen bir hastalıktır. Te­davisinde antiparaziter ilaçlardan metroni­dazol, (Flagyl), nitrimidazin (Naksojin) hem ağız yoluyla, hem de vaginal yoldan kul­lanılmaktadır. Domuzlarda yaşayan ve kirpikli tekhücrelilerden Balanîidium coli’nin insanlarda yaptığı hastalığa Balantidiyaz denir. İshal ve kabızlık şeklinde belirti veren iki tab­losu vardır. Antibiyotiklerle özellikte Terramisin ile tedavi edilir. Toksoplazma hastalığının etkeni olan To-xoplazma gondii de yaygın olarak insanlarda ve hayvanlarda yaşayan Dır parazit­tir. Kadınlarda düşük nedeni olabileceği ve doğacak çocuklarda gelişim bozukluk­larına yol açabileceği için önem kazanmış bir hastalıktır. Parazit genellikle kedi, kö­pek gibi hayvanlarda bir hücre içinde ya­şar, parazit zorunlu hücre içi asalağı oldu­ğu için hücre dışında yaşayamaz. Hasta­lık insana çiğ veya iyi pişmemiş et yemek suretiyle veya kedi dışkısıyla kirlenmiş be­sinlerdeki sporozoitlerin yenmesi suretiyle geçmektedir. Ayrıca annenin toxoplazma hastalığına ya­kalandığı gebelik dönemine göre parazit anneden fetüse geçerek onun doğuştan hastalıklı olmasına neden olabilmektedir. Tedavisi sulfamidlerle (Baotrim) yapılmak­tadır.



Parazitlere Etkili Bir ilaç-DDT

9 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-P

Çeşitli parazitlerle savaş için kullanılan Diphenyl Dichlor Trichlorethan adındaki kimyasal madde, baş harflerinden oluşan kısa adıyla DDT olarak bilinir. İnsanlarda bitlenmeye karşı talk pudrası ile karıştırılarak kullanılır. Özellikle tarımda, bitki ve hayvanlardaki haşarata karşı 1940'larda başarı ile kullanılmış antiparaziter bir ilaçtır. Ancak suda erimeyen bir toz olan DDT, haşarat öldürücü etkisi (acaracide) yanında çevre kirlenmesi yönünden olumsuz etkisi nedeniyle günümüzde hemen hemen terkedilmiş bir tarım koruma ilacıdır.



Parkinson Hastalığı

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

İstirahat halinde bile vücudun birçok kı­sımlarının, özellikle kol ve bacakların tit­remesi ve kas zafiyeti olarak tanımlanan bir hastalıktır. Hastalık 60 yaşın üzerindeki yaşlı kimselerde ekstrapiamidal sinir sis­temi hastalığı olarak görülebilir. Daha en­der olarak ensefalit gibi beyin iltihaplan­ması veya benzer hastalıklar da Parkinson’a neden olabilir. Parkinson genellikle bir kol veya bacağı, daha sonra hastalığa tutulan tarafın tutul­mamış olan bacak veya kolunu tutar. Yüz, mimiklerini kaybederek zamanla sabit bir ifade alır. Kol ve bacakların tutulmasın­dan sonra gövde kaslarının tutulması so­nucu vücut hafif öne eğilmiş bir pozisyon alır. Parkinsonlunun adımları kısa ve hız­lıdır. Hastalığın son devrelerinde hasta ha­reket edemez, bilinci yerinde olmakla be­raber konuşup yazamaz.

Parkinsonun tedavisi genellikle sınırlı olup, belirtilerin ortadan kaldırılması, rahat bir yaşam düzeninin muhafaza edilmesi ve hastalığın ilerlemesini önlemekten ibaret­tir. Adalelerdeki katılığı yanı rijıdıteyı ön­lemek için bazı ilaçlar verilir. Bu ilaçlar arasında dopaminerjik sisteme etkili olanlar Levodopa (Larodopa) Carbidopa (Mado-par), Amantadin veya kolinerjık sisteme etkili olanlar (Akineton), antihıstamınikler (Systral-C) ve antidepresanlar (Laroxyl) çok kullanılmaktadır. Banyolar ve masajlar kaslardaki gerginliği önler ve hastayı ra­hatlatır.



Parmak Emme

13 May, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-P

Sağlıklı bir bebekte parmak emme, ola­ğan bir alışkanlık ise, normaldir ve önemsenmemelıdır Çocuk, zamanın geçmesi için eğlenceli bir şey keşfetmiştir. Bazı ya­zarlara göre devamlı parmak emme, dişle­rin malformasyonuna yani bozuk olarak çıkmasına yol açabilir. Devamlı parmak emen çocuğun bu alış­kanlığının önlenmesi kolay değildir. Parmaklara acı şeylerin sürülmesi veya ele eldiven giydirilmesi başarılı metodlar de­ğildir ve tavsiye olunmaz Alışkanlığın kay­nağı, ruhsal bozukluklar veya endişe duy­gusunun bazı çeşitlerini yansıtabilir ve bunların kaynağının bulunması ve tedavisi gerekir. Çocukların parmak emme alışkanlıklarının giderilmesinde, katı davranışlar içine girmemelidir.



Pıhtılaşmayı önleyen İlaçlar-Antikoagulan İlaçlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-P

Antikoagulan İlaçlar

Kanın pıhtılaşması dediğimiz ve ilk bakışta çok basit gibi görünen olay aslında birçok faktörlerin etkisinde oluşur. Yaşamamız için hayati önemi olan kanın damar içinde pıhtılaşmadan akması, damarın örselenmesi ve kesilmesi halinde ise pıhtılaşarak kanamayı kendiliğinden durdurması gerekmektedir.Bazı kalp ve damar hastalıklarında bu fonksiyonlar bozulmakta ve kan damar içinde pıhtılaşma eğilimi göstermektedir. Bu gibi hastalıklarda kullanılan ve kanın pıhtılaşmasını önleyen ilaçlara antikoagulan ilaçlar denir.

Normalde kanda bulunan protrombin bir enzim aracılığıyla trombine çevrilmekte, trombin de fibronejen adındaki maddeyi fibrin haline dönüştürmekte ve pıhtı oluşmaktadır. Pıhtılaşma olayı yalnız bu maddelerin birbirlerine etki yapmaları ile değil, ayrıca içinde kalsiyum iyonunun da bulunduğu 10-12 kadar faktörün işe karışması ile meydana gelmektedir. Gene normalde kanda bulunan fibrinolizin fermenti kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşmasını sağlamaktadır. Bu ilaçların bir bölümü protrombin yapımını önlemek,bir kısmı trombini eritmek suretiyle kanın pıhtılaşmasını engellemektedirler.Protrombin yapımını önleyen ilaçlar kumarın türevleri (Tromexan VVarfarin Dicuma-rol v.b.) veya indandion türevleri (Pindione) olarak bilinir ve ağızdan kullanılırlar. Teşekkül etmiş olan trombine tesir ederek onu eriten antikoagulan ilaçların başında ise Heparin “gelir. Damardan ve kalçadan yapılan preparatları vardır. Etkisi derhal görülür ve çabuk geçer. Tedavi sırasında kanın pıhtılaşma zamanını, yani, protrombin zamanını sık sık kontrol etmek ve ilacın dozunu ona göre ayarlamak gerekmektedir.



Psikolojik Etkili İlaçlar,Bulantıyı Kesen İlaçlar,Antidepresanlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-P

Antidepresanlar

Sinir sistemini uyaran veya bir hastalık şeklinde meydano gelen ruhsal çöküntüyü, bunaltıyı yani depresyonu ortadan kaldıran ilaçlara genel olarak antidepresan adı verilir. Sinir sistemindeki iletim maddelerinden o-lan adrenalinin dokularda oluşmasında ve parçalanmasında rol oynayan bazı fermentler (monoaminooksidaz, kısaca MAO) vardır. Bu fermentlerin yapımını engelleyen ilaçlar organizmada tıpkı amfetamin-ler gibi otonom sinir sisteminde uyarıcı bir etki yaparlar. Ayrıca değişik etki mekanizmaları ile depresyonu ortadan kaldıran trisiklik ve tetrasiklik yapıda çeşitli antidepresan ilaçlar (Tofranil, Triptilin, Lu-diomil, İnsidon v.b.) sinir ve akıl hastalıkları uzmanı olan doktorlar tarafından yazılmakta, dikkatli ve kontrollü bir şekilde bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır.



Reflü

12 Ağu, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Reflünün sözcük manası geriye kaçış demektir. Gastroözofageal reflüde; mideden yemek borusuna kaçış olur. Çocuklarda da çoklukla karşılaşılan bir problemdir ve biz burada daha çok yetişkin hastalarla yönelik bilgiler vereceğiz.

Reflü hastalığı, Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinde çağın en fazla görülen hastalığı olarak kabul edilmekte ve Türkiye’deki bilinme düzeyi maalesef oldukça düşüktür. Yapılan bir araştırmaya göre “reflü” sözcüğünü duyulma oranının % 0.3 olduğu anlaşılmıştır. Hastalık görülme sıklığıysa Türkiyede de diğer ülkelere eşit olarak yetişkinler arasında %20 oranındadır; diğer bir deyişle her beş yetişkinden birisinde reflü hastalığı mevcuttur.

Özellikle son senelerde radyo, televizyon ve gazetelerin yoğun ilgisi sonucu bu hastalık biraz daha fazla duyulmaya başlandı. Her yeni duyulan hastalığın 3 zamanlı bir akışı vardır; önceleri bunu kimse bilmez. Aradan zaman geçtikçe hastalık ismi yayılmaya başlar ve yaygınlığı ile doğru orantılı olarak doğru - yanlış teşhisler de artar. En sonunda ülkemize ait bilimsel verilerin de ortaya koyulmasıyla gerçek sıklık, tanı ve tedavi yaklaşımları yerleşir.

Reflü şu anda yavaş yavaş ikinci aşamaya geçiyor, tanınma ve öneminin anlaşılması aşamasında. Şimdiden yanlış yere reflü teşhisi koyulmuş ya da başta kanser olmak üzere kulaktan dolma yanlış bilgilerle panikleyerek yardım arayanlar çoğalmaya başladı. Genelsaglikbilgileri.com’da bu konuyu ayrıntılı bir şekilde incelemeyeceğiz.

Hastalığın ülkemizdeki durumu ile ilgili maalesef yeterli veri yoktur. Yapılan bir araştırmada toplam üç buçuk milyon yemek borusu-mide hastalık reçetesinden sadece yüzde 1.8'inin yemek borusu hastalığı grubu içerisine koyulmuştur.

Her basamaktaki hekimin mide yakınmaları ile başvuran hastalarına kısaca:

“göğüs kemiğinizin arkasında yanma veya rahatsızlık hisseder misiniz?”

“ağzınıza acı-ekşi su veya yedikleriniz gelir mi?” sorularını sorması tanıyı koyduracaktır. Bu soruları rutine sokan bir hekimin GÖRH tanısındaki artışlar şaşırtıcı oranlara ulaşacaktır.

Gastroözofageal Reflü Nedir?

Reflü tanım olarak mide içeriğinin bir zorlama olmaksızın yemek borusuna geçmesi ve yakınmalara ya da yemek borusu alt ucunda lezyonlara, hasara (ülser vs gibi) neden olmasıdır.

Reflü bulgularını klasik bulgular ve yemek borusu dışında yarattığı problemler biçiminde kendi içinde bölümlere ayırabiliriz

Klasik bulgular:

1)Göğüste yanma: Maalesef kesin bir türkçe karşılığı olmayan bu yakınma bazen direkt göğüs kemiği arkasında, bazen de mideden göğüse yayılan bir yanma duygusu biçiminde adlandırılır. Asıl problem yemek borusu kaynaklı yanmanın kalp yanmasından ayrılmasıdır. Özellikle yemek yedikten birkaç saat sonra bazen de gece uykudan uyandıracak şiddette oluşur.

2)Ağıza acı-ekşi su, yemeklerin gelmesi (regürjitasyon): Çoğunlukla ağır bir yemeği izleyerek ortaya çıkar. Kimi zaman göğüste yanmayla beraber kimi zaman da tek başına ortaya çıkabilir. Gece boğulmaları tanımlayan hastalarda özellikle önem taşır.



Romatizma, Akut Romatizma

1 Şub, 2008 Hastalıklar

Akut Romatizma

Streptekckların neden olduğu farenjit, bademcik iltihabı (anjin) gibi üst solunum yolları enfeksiyonlarından sonra, 1-2 hafta içinde görülen ateşli bir hastalıktır. Genellikle 20 yaşından önce akut olarak başlayan bu hastalık, yakınmaların en çok eklemlerde ağrı şeklinde olmasına karşın eklem hastalığı olmayıp bir bağdokusu hastalığıdır

Eklemlerden birinin şişkinliği, ağrısı ve kızarıklığı geçerken diğeri şişmeye başlar. Bu şekilde birkaç eklemde birden başlayan poliartrit yakınmalar, hastayı doktora gitmeye ve mafsallarından şikâyete neden olur. Fakat eklemlerde cerahatlenme yoktur. Aslında arada ataklar gösteren kronik bir hastalıktır. Bu nedenle romatizma intanı adı verilmiştir.

Hastalığın akut döneminde ateş, terleme. çarpıntı, halsizlik görülür. Latcrctuvar bulgularında kanın çökme hızında (sedimantasyon) ve akyuvarlarda artış, alyuvarlarda azalma yani kansızlık, antistreptolizin-0 (ASO) titrasyonunda yükselme görülür.

Özellikle çocuklarda hastalığın en önemli yerleşme yeri kalptir. İlk nöbetlerde romatizmanın kalbi tutma oranı % 50'dir. İlerki nöbetlerde kardit denilen kalp iltihabı oranı artar. Ayrıca köre (Sydenham koresi } hastalığın bir tekrarlama belirtisi olarak görülür. Yani çocukta tikler, sıçrama, hayal görme gibi yakınmalar (halusinasyon) başlar.Tedavide antibiotikler (penisilin),antiflcjistik ilaçlar (salisilatlar, aspirin v.b.)ve kortikosteroidler uygulanır.



Romatizma Nasıl Tedavi edilir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Romatizma Nasıl Tedavi edilir?

Romatizma tedavisine yatak istirahati ile başlanır. İstirahat çocuğa tabiî bir kudret ve­rir ve hastalığı ila mücadelede kuvvetli bulu­nur. İlk nöbet ekseriya birkaç haftada veya ay­da nihayet bulur. Fakat çocuk hiçbirşeyden şi­kâyet etmese bile hekim hastalığın artık faal devreyi atlattığını söylemeden yatak istirahatine son verilmemelidir.. İşte ana babanın te­davide en büyük yardımı burada dokunur. Kü­çük bir hastayı yatakta tutmak kolay değildir. Onu eğlendirmek, meşgul etmek icap feder. Romatizma sinsi bir hastalıktır. Haricen geçti nılır, halbuki o, kalbi kemirmekte devam et­mektedir. En iyi romatizma ilâcı günde 6-10 ta­ne aspirindir. Cortisone, ACTH gibi yeni ilâç­lar ancak hekim kontrolü altında kullanılabilir.



Romatizma Nöbeti veya Nüküsleri Nasıl Ön­lenebilir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Romatizma nöbeti veya nüküsleri nasıl ön­lenebilir?

Romatizmayı vbya nüksünü önlemek de­mek streptokok mikrobu ile mücadele demektir. Anjin başlar başlamaz hekim lüzum gördü­ğü takdirde derhal penisilin yapmak icap eder. Romatizma geçiren kimseler 18 yaşının altında iseler 18 yaşma kadar, veya 18 yaşının üstünde iseler 5 stene müddetle her gün sülfonamid veya penisilin içmeleri lâzımdır. Zira romatizma en çok 18 yaşının altında olanlarda, veya ilk beş sene zarfında nükseder. Her gün az miktarda ilâç almakla streptokok mikrobu­nun vücutta faaliyeti ve dolayısı ile romatizma nüksü bir dereceye kadar önlenebilmektedi

Not: Bacak damarlarında sertleşme varsa sakın bir tek sigara dahi içme! Ya bacağım, ya sigara…



Romatizmal Kalp Hastalıkları

28 Oca, 2009 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Romatizmal hastalıklar vücudun bağdokusunu (kolajen doku) tutan iltihapî hastalıklardır. Bu grup hastalıkların bir kıs­mının sebebi bugün iyice bilinmektedir. Diğer bir kısmının se­bebi ise henüz tam aydınlanamamıştır.

Bu hastalıkların en gürültülü belirtileri genellikle eklemleri tutar ve eskiden bir eklem hastalığı olarak kabul edilmiştir. Hal­buki bütün vücudun bağdokusunu (kalp, beyin, akciğer, eklem gibi organlarda tutabilen sistemik bir hastalıktır.

Romatizmal hastalıklardan başlıcaları şunlardır:

- Romatizmal ateş (akut eklem romatizması)

- Ankilozan spondilit

- Reiter hastalığı

- Romatoit artrit

- Vaskulitis sendromları

- Kronik eritemli lupus

- Poliarteritis nodosa

- Kwasaki hastalığı

- İlerleyici sistemik skleroz polimiyositis

- Dermatomiyositis.

Romatizmal kalp hastalığı denildiğinde ise akut romatiz­mal ateş sırasında görülen hastalıklar kastedilmektedir.

Bu hastalıkta kalp özellikle hastalığa iştirak eder, buna karşılık diğer romatizmal hastalıklarda kalp belirtileri ikincil plandadır ve bu hastalıklar genellikle çok daha nadir görülen hastalıklardır.



Romatizmanın sebebi nedir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Romatizmanın sebebi nedir?

Romatizmanın esas sebebi, yüzde yüz kati­yetle bilinmemektedir. İlmî araştırmalar vaka­ların yüzde doksanının bir streptokok enfeksiyonunu müteakip husule geldiğini göstermiştir. Streptokok, zincir tarzında bir mikroptur, ba­demcik iltihabı, kızıl, yılancık ve sinüzit sebe­bi de ayni mikroptur. Mikrop doğrudan doğruya gidip oynak yer­lerinde oturmaz. Önce bir anjin, kızıl veya yı­lancık, veya üst solunum yollarında herhangi-bir iltihap geçirilir. Hastalık tamamen iyi olur. Aradan 2-3 haftalık bir devre geçer. Bu dev­rede vücut hazırlanır ve arkasından romatiz­ma belirir.



Safra Kesesi İltihabı

12 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Safra kesesinin iltihabına kolesistit denir. Normalde mikrop bulunmayan safra ke­sesi, özellikle bağırsaklarda yaşayan koli basillerine maruz kalması sonucu iltihap­lanır. Ender olarak tifo veya paratifo bak­terileri de buraya yerleşebilir. Akut kolesistitin başlıca belirtileri, sağ ta­rafta kaburgalar altında ağrı ve hassasi­yet, aynı bölgede kasılma, ateş, bulantı, hafif sarılık şeklindedir. Genellikle yağlı ve yumurtalı yiyeceklerden sonra ağrı ar­tar. Bu ağrı sırta yayılır. İltihap nedeniyle meydana gelen ödem so­nucu kesenin duvarı iyi beslenemez ve nekroze olur. Neticede safra kesesi delinir. Çok tehlikeli olan bu durum bazen kesenin cmentum denilen barsak örtüsü ile sarılır ve daha fazla etrafa yayılması önlenmiş olur. İltihabın böyle lokal kalma­sına ve sert bir kitle haline gelmesine tıp dilinde plastron denir. Bu tip hastaların tedavisinin ilaç veya ameliyatla yapılması arasında doktorlar bazı kere anlaşmazlığa düşebilirler. Ancak her zaman olduğu gibi öncelikle ilaçla tedavi olanağı araştırılmalıdır. Buna konservatif tedavi denir. Hasta kesin yatak istirahatine alınmalı, yağsız ve yumurtasız diyet uygulanarak antibiyotik (ampisillin, kloramfenikol, tetrasiklin v.b.) tedavisine baş­lanmalıdır. Devamlı olarak kan muayenesi yapılmalı, lökosit sayılmalıdır. Eğer ilk 12-24 saatte, ateşi düşer, nabız yavaşlar ve lökosit sayısında azalma ile birlikte diğer belirtiler iyiye doğru giderse tedaviye de­vam edilir. Ancak 24-38 saat geçmesine rağmen belirtiler ilerliyorsa ameliyat ge­reklidir. Hasta doktora geldiğinde kese de­linmiş ve plastron teşekkül etmişse hemen ameliyata alınmaz. Belli bir süre tedaviden sonra ameliyat edilir. Ancak bazı vakalar­da kese yeni delinmiş olduğundan dok­torlar peritoniti önlemek için derhal ame­liyat etmeyi daha doğru bulabilirler.



Sakinleştirici İlaç-Benzodiazepinler

4 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-S

Sakinleştirici ilaç-Benzodiazepinler

Benzodiazepinler sedatif denen teskin edici ilaçlardır.İnsanların günlük hayatlarında karşılaştıkları güçlüklerin, üzüntülerin ve sıkıntıların neden olduğu sinirlilik ve hiddet gibi reaksiyonları önlemek üzere kullanılan ilaçların başında gelirler.

Minör trankilizan denen bu gruptaki ilaçların sedatif etkileri yanında iskelet adalelerini gevşetici ve hafif uyku verici tesirleri de vardır. Yüksek dozda ve uzun süre kullananlarda deri döküntüsü, purpura, mide barsak bozukluğu ve ilaca alışkanlık görülebilir. Kısa, orta ve uzun tesirli benzodiazepinler arasında Diazepam (Diazem), Oxazepan (Serapax), Chlordiazepoxid (üb-rium), Medazepam. (Nobrium), Nitrazepam (Mogadon) gibi günümüzde çok kullanılan ilaçları sayabiliriz.



Şarbon

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şarbon, atlarda ve diğer evcil hayvanlarda görülen ve bu hayvanlardan insanlara da geçebi­len çok ağır bir enfeksiyon hastalığıdır. Et­keni Bacillus anthracis adı verilen bir çeşit mikrop­tur. Köylülerde çalışanlarda, deri ve yün ticaretiyle uğ­raşan tüccarlarda ve kasaplarda hastalık çoğunlukla vücudun el ve yüz gibi açık kısımla­rında iki üç günlük bir enkübasyonun akabinde kaşıntılı kırmızı bir leke biçiminde ortaya çıkar. Bu leke iki gün içerisinde kanlı, yaralı bir çıban olarak kendini gösterir. Üzerinde siyah bir kabuk kısım, etrafında içi su dolu veziküller meydana gelir. Ka­buk düşünce altında derin bir yara ortaya çıkar. Şarbonda ateş her zaman yoktur, fakat lenf ganglionları şiş ve ağrılıdır. Ayrıca hastalıklı hayvanların mikroplu etlerinin yenmesiyle de şarbonun insanlarda pnömoni ya da gastroenterit biçiminde hasta­lık yapması da ihitimal dahilindedir. Şarbon teşhis edilemediğinde veya ihmal edildiğinde septisemi ile insanı öldürebilir. Hastalıktan korunmak için aşılanmak ve hayvanlarla uğraşanların koruyucu elbise ve eldiven giymeleri gerekmektedir. Mik­robun eski hayvan postundan bile, deri çatlakları yoluyla insana geçebileceği unutulmamalıdır. Tedavi yüksek doz antibiotik ve sulfamid ile yapılmaktadır.



Şark Çıbanı

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Cildin parazitli hastalıklarından olan şark çıbanı ülkemizde genellikle güneydoğu Anadolu’da görülür. Leishamania tropica denilen bir para­zitin neden olduğu hastalık insandan insana çoğunlukla gece uçan bir çeşit sinek aracılığı ile ya da direkt temasla bulaşır. Bu hastalık çocuklarda daha çok olmak üzere her yaş ve cinste görülebilir. Şark çıbanı hastalığının kuluçka dönemi, iki haftayla iki ay arasında değişir ve yerleşme çoğunlukla yüzde meydana gelir. İlk olarak hafif çıkıntılı, kır­mızı, kaşıntılı küçük bir sivilce biçimindeyken fındık büyüklüğünde çıban biçimini alır. Daha sonra ortası çökük bir yara mey­dana gelir. Normal seyrini tamamlayan hastalık genellikle bir yıl sürer, devamlı bir bağışıklık ve yara yerinde yuvarlak bir iz bırakarak geçer. Bu nedenle yıl çıbanı adı da verilir. Tedavi için antimuan bileşikleri kalçadan, atebrin ve emetin çıbanın etrafına lokal olarak uygulanır. Ayrıca kriyoterapi ve elektrokoagulasyon uygulana­bilir.



Şeker Hastalığı

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şeker hastalığı sonu­cu kanda şekerin artması ve idrarla atıl­ması biçiminde belirti veren bir çeşit hastalıktır. Kalıtımla ancak resesif olarak geçen ailevi bir hastalık olarak kabul edilebilir. Şişman­lık, yaşlılık, gebelik, bazı enfeksiyonlar şeker hastalığının meydana gelmesini hızlandırır. Yetişkinlerde görülen bu has­talık kimi zaman çok erken çocuk denecek yaşta dahi başlaya­bilir. Bu tür şeker hastalığına jüvenil diabet adı verilir. Pankreas bezinin Langerhans adacıklarının insülin yapmayışı neticesinde bu çocuklarda şeker hastalığı erkenden görülmektedir.

Hastalığın belirtisi kanda glikozun artması , idrarda glikozun bulunması, çok idrara çıkmak , çok fazla su içmek ve çok yemek biçiminde özetlenebilir. Cok kimsede hastalık gizli bir şekilde yani latent diabet şeklinde bulunur. İdrar ve kanlarında şeker seviyesi normal olan bu kimselerde hastalık ancak şeker yükleme testi ile ortaya çıkarılabilir. Şeker hastalığına yatkın olan kimselere prediabetik denir. Şeker hastalarına yar­dım etmek ve hastalığı erken teşhis etmek için kurulmuş Türk Diabetıkler Cemiyetinin dispanserleri bu gibi prediabetiklerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Yaraların geç kapanması, sık sık tekrar­layan çıbanlar, üreme organlarında kaşın­tı, geceleri gelen bacak krampları, el ve ayaklarda karıncalanma, uyuşma, şeker hastalığının erken belirtilerindendir. Diya­bet bu devirde bir damar hastalığı şeklin­de belirtiler verir. Tedavi çok kere diyetle birlikte antidiyabetik denilen ve ağızdan alınan ilaçlarla yapılır. Jüvenil diyabetten yani asıl sebe­bin insülin eksikliğine bağlı olduğu daha ağır vakalarda insülin enjeksiyonu gerekir. Pankreas bezinin çıkarılmış olduğu köpek­lerde şeker hastalığının meydana geldiği evvelce biliniyordu. Ancak insülinin Langerhans adacıklarının fi hücrelerinden sal­gılandığı 1922 yıllarında Banting ve Best adındaki araştırıcılar tarafından bulunmuş­tur. İnsülin karaciğerdeki şeker metaboliz­masını düzenlemekte ve kandaki glikozun belirli bir düzeyde kalmasını (% 100 mg.) sağlamaktadır. İnsülin salgılanmadığında kanda şeker seviyesi artmakta yani hiperglisemi meydana gelmektedir. Kanda şekerin ve keton cisimlerinin artması, diabet komasına neden olmaktadır. Hiperglisemiye bağlı diabet komasında kan basıncı düşer, nabız süratli fakat za­yıf olarak atar, solunum derinleşir, bulantı, kusma, karında ağrı ve uyuklama görülür. Ağızda aseton kokusu vardır, deri kurudur. Langerhans adacıklarının a hücrelerinden İse glukagon adı verilen bir polipeptid salgılanmaktadır. Glukagonun fizyolojik gö­revi ise aminoasitlerden glikojen yapımını, artırmak yani kan şekerini yükseltmektir. Kan şekerinin düşmesi ise hipoglisemi ko­ması denen durumu meydana getirir. Yük­sek doz insülin almak, bir öğün yemek ye­memek veya aşırı eksersiz yapmaktan son ra kan şekeri düşebilir. Hastada huzursuz­luk, çarpıntı, soğuk terleme, bayılma ve açlık duygusu vardır. Tedavide insülinden başka ağızdan kulla­nılan oral hipoglisemik ajan denilen ilaçlar (Diabines. Minidiab, Glucophage, Diamicron vb.) verilmektedir.

Şeker Hastalığı için çok daha ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki videoyu sonuna kadar izleyin:



Şekersiz Diyabet Hastalığı

15 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-Ş

Diyabetes İnsipidus-Şekersiz Diyabet

Diabetes insipidus veya şekersiz diyabet, antidiüretik hormon (ADH) noksanlığına bağlı horrnonal bir hastalıktır. Şeker has­talığına benzediği fakat şeker metaboliz­ması ile ilgisi olmadığı için bu isim veril­miştir.Vakaların bir kısmı ailevidir ve dominant olarak geçer. Bazı kimselerde ise hastalık hipotalamus veya hipofiz arka lobunun bilinen veya bilinmeyen nedenlerle tahribi sonucu yeter miktarda ADH hormonu sal­gılamaması ile ortaya çıkar. Hastada cck fazla su içme (polidipsi) ve günde 4 litre­den fazla idrar çıkarma (poliüri) gibi şi­kâyetler karakteristiktir. Çok su içilmese bile poliüri devam eder ve idrarın yoğun­luğu 1,005'in altındadır. Bazı kimselerde ise (psikojenik polidipsi) sürekli ve çok su içme sonucu ADH salgılanması azalmış ve şekersiz diyabete benzer bir tab’c cr-toya çıkmış olabilir. Ayrıca böbreklerin bu hormona cevap verrr.eyişinin nedeni ile de renal şekersiz diyabet (nsfrcjenik diabetes insipidus) meydana gelebilir. Bu hastalar­da büyüme ve gelişme yavaşlar ve zekâ geriliği görülebilir.Şekersiz diyabet bazı kafa travmalarında, kırıklarında ve hipofiz tümörlerinde veya bazı enfeksiyonlardan (ansefalit, menenjit) sonra organik bir bozukluk sonucu oluşa­bilir. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, kusma, görme bozukluğu gibi başka belirtiler de vardır. Ağır vakalar ölümle sonuçlanır.Tedavi için hipofiz arka lob ekstreleri (Pitressin) enjekte edilir. Toz haline geti­rilmiş, burundan enfiye gibi kullanılan preparatlar da vardır. Ayrıca diüretik denilen ilaçlarla (Esidrex, Renese) ve klorpropa-mid (Diabines) gibi diyabet ilaçları ile id­rar miktarı azaltılabilir. Ancak bu arada fazla tuz da yenmemelidir



Şekersiz Diyabetin İlacı-Antidiüretik Hormon

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-Ş

Antidiüretik Hormon

Hipofiz arka Icbundan salgılanan iki hormondan biri olan antidiüretik hormon (ADH) böbreklerde süzülen kanın idrar şekline dönmesinde rol oynamaktadır. Bu hormon damarları büzücü yani vasokonstriktör etkisi nedeniyle vasopressin adını da almaktadır. Antidiüretik hormon eksikliğinde, diabetes insipidus denen şekersiz diabet hastalığı meydana gelir. Hasta bol miktarda idrar çıkarır fakat şeker hastalığında olduğu gibi idrarda şeker bulunmaz. Şekersiz diabetin tedavisinde vasopressin (Pit-ressin) uygulanır.



Selim Tümörleri

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Küçük toplu iğne başı büyüklüğünde, sert, beyaz inci tanesi gibi olan tümörler (milium), kıl köklerinde sebum ihtiva eden ve kist sebace denen ufak tümörler, ter bezlerinin kistik gelişmesi ile meydana gelen hidradenom, içlerinde saç, kıl, sebum, hatta kıkırdak ve kemik bulunan kist dermoidler, kolesterinin cilt altında depolanması sonucu oluşan son tümörler (Ksantom), derinin bağ dokusundan çıkan dermaya yapışık sert tümörler fibramlar, kas liflerinden kaynaklanan leiomyomlar, yağ dokusunun tümörleri lipom, genellikle ameliyat veya travmalardan sonra dikiş yerlerinde pembe veya beyaz, hudutları net, fibroz keloid (Cheloide) dokusu denen tümörler, belli başlı selim tümörlerdir.

Derinin selim (benign) tümörlerinin başında doğuştan mevcut deri kusurları şeklindeki benleri (Nevus) sayabiliriz. Basit renkli ben (Lentigo)’den başka tümöral gelişmesi daha belirli olan çeşitli benler vardır. Bunların arasında neuro-fibromatosis denilen Reoklinghausen hastalığının derideki belirtileri sayılabilir. Bu hastalıkta, genellikle göz kapakları, boyun ve cinsel bölgelerde normal deri renginde veya pembe, yumuşak, kısmen saplı benler (naevus mollusoum) görülür. Gene deri ve derialtı kan damarlarının doğuştan hiperplazisi yani aşırı derecede hücre teşekkül etmesi şeklindeki damar urları yani kan benleri (Hemangiom) ayrı bir grup meydana getirirler. Deri ve mukozaların lenf damarlarının genişlemesi sonucu sonradan meydana gelen tümörleri de lenfangiyom adını alır. Derinin çeşitli katlarından kaynaklanan, bilinmeyen bir sebeple gelişme gösteren, iltihabı olmayan ve kan ve lenf yoluyla yayılmayan selim tümörleri de çeşitlidir.



Şişmanlık ve genital organlarda gelişme eksikliği

24 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şişmanlık ve genital organlarda gelişme eksikliği şeklinde görülen bu hastalığa Fröhlich sendromu (Adipczogenital distrofi) denir. Özellikle kalçalarda, karında, kaba etler­de, bacakların üst kısmında ve meme böl­gesinde yağ toplanması vardır. Testisler ve penis küçüktür. Hastalığa bazen hipofizdeki bir tümör neden olabilir. Bazı has­talarda baş ağrısı, görme bozukluğu ve çok idrar etme (diabstes insipidus) şikâ­yetleri bulunur.



Şişmanlık

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Vücudumuzdaki yağ dokusunun, bunun sonucu olarak da ağırlığın artması, şişmanlık yani obeziie; adını verdiğimiz hali ortaya çıkarır. Şiş­manlık, alınan kalorinin harcanan kaloriden daha faz­la olması durumunda meydana gelmektedir. Karbonhidrat ve protein adı verilen gıdaların depolanması sınırlı olduğundan yakılamayan besinlerin fazlası yağ biçiminde gittikçe artan yağ hücrelerinde toplanmakta olarak adlandırılan hali oluşturur. En mühim yağ deposu derialtı dokusudur. Bağırsakları örten ve bağırsakları karın duvarına asılı tutan zarlarda yani omentumda böb­rek ve kalp çevresinde de yağ birikir. Re­fah içindeki toplumlarda bol yiyecek bulan, rahat bir yaşam süren, konfor sayesinde az enerji harcayan insanları şişmanlık tehlikesi beklemektedir. Şişmanlığın aile­vi ve kalıtsal olduğunu iddia edenler oldu­ğu gibi, ailevi kötü bir alışkanlık sonucu meydana geldiğini öne sürenler de vardır. Bazı kimselerin ise fazla kalori aldıkları ve aşırı aktiviteleri bulunmadığı halde bir tür­lü şişmanlayamadıkları görülmektedir. Şişmanlığın psikojenik nedene bağlı ola­bileceği yani psikojenik pisboğazlık sonu­cu meydana gelebileceği de kabul edil­mektedir. Aşırı ve bol yemek yiyenlerde insulin sal­gısı artmakta ve yağ depolanması da faz­lalaşmaktadır. Şişmanlarda insuline karşı bir direnç belirmekte ve sonuç olarak kan­da insulin oranı artmaktadır. Organik nedenli şişmanlıkların ise, hor-monal hastalıklara bağlı olmak üzere mey­dana gelmesi çok nadirdir. Beyinde hipotalamus tümörüne veya bi­linmeyen lezyonlarma bağlı Fröhlich sendromu bunlardan biridir. Erkek çocuklarda şişmanlıkla be­raber cinsel organlarda atrofi, zekâ geri­liği, görme bozukluğu vardır. Cushing sendromu denilen diğer bir or­ganik şişmanlıkta ise hipofiz ön lobunda veya böbreküstü bezinde bir tümör söz konusudur. Yüz, aydede gibi yuvarlaklaşır, karında, uyluklarda, kollarda yağ birikir. Tansiyon ve şeker yükselir, kadınlarda kıllanma vardır. Menopozdan sonra kadın­larda görülen şişmanlığın nedeni östrojen denilen hormonun azalmasından ziya­de aktivitenin azalmasına bağlıdır. Şişmanlıkların çoğunda sebep, aşırı beslenmedir. Pankreas ve böbreküstü bezinin aşın çalışması sonucu bir fasit daire oluşur ve şişmanlık daha da artar. Şişmanlıkların bir kısmı, hipofiz, tiroid ve cinsiyet hormonlarının bozukluğuna bağlıdır.



Şistozomiaz

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şistozomiaz ya da başka ismiyle bilharziasis bağırsak ya da mesane damarlarında yerle­şen kancalı kurtların oluşturduğu paraziter has­talığa verilen addır. Etkeni olan trematod cinsi parazitler birkaç tür olarak insan­da hastalık meydana getirir. Parazitin ara hayva­nı sümüklü böceklerdir. Bu böceklerde ya­şayan parazitin yavruları yani serkaryalar tatlı suda yaşarlar ve suya giren insanların derisinden bulaşarak kan dolaşımına karışırlar. 3 ay içerisinde erişkin hale gelen parazitler barsaklarda veya mesanede yerleşerek intestinal şistozomiazını veya mesane şistozomiazını meydana getirirler. Hastada ateş, iştahsızlık, ürtiker, karaci­ğer ve hatta dalak büyümesi olabilir. Me­saneyi tutan hastalık türünde idrar zorluğu görü!ür. Hastalık ortaşarkta yaygın yani andemik olarak bulunur. Hastalıktan korunmak için bu bölgelerde tatlı sulara çıplak olarak girmekten sakınmalıdır, sular filtre edilip kaynatılmalıdır, çünkü suyun klorlanması serkaryaları öldürmeye yetmez.

Tedavi için antimuanlı bileşikler (Fuadin, Astiban), Niridazol (Ambilhar) gibi ilaçlar ağızdan tablet şeklinde kullanılır.



Şizofreni

19 May, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şizofreni gerçek hayatla bağlantının koptuğu, kişiliğin devamlı ya da geçici bir süre bozul­duğu, algılama kusurlarının görüldüğü bir grup ruhsal hastalık belirtilerinin genel ismidir. Şizo dağılmak demektir, freni ise akıl anlamına gelir. Böylece şizofreni tkelimesi aklın gerçeklerden uzaklaşması, dağılması manasına gelir. Oldukça sık rastlanan, bu hastalığın bir diğer ismi de erken bunamadır. Hasta gerçek yani dış dünyayı kabullenmeyerek kendi yarattığı iç dün­yasında yaşar. Hal ve hareketleri kendi hayal dünyasıyla alakalı olduğu için dışarıdan yo­rumlanması oldukça zordur. Konuşması bozuk ola­bilir ve söyledikleri herkesçe algılanmaz. Gerçeği normal bir şekilde algılayamaz. Kendisine yabancı ge­len bazı yaşantılar geçirir. Düşünce duygu, içgüdü ve hareket bozulur. Çok defa hastalık yeniler ve her defasında mes­leklerine geri döndürülebilenler yüzde yirmi beşi geç­mez. Hastalığın sebebi bugün maalesef bilinmemekte, konuyla ilgili olarak çok farklı düşünceler ileri sürülmektedir. Soydan geç­me bir etkenin varlığı kabul edilmekteyse de nasıl geçtiği açıklanamamaktadır. Organik etkenlerden şizofreni ile ilgili bir­çok biokimyasal anomaliler bildirilmiştir. Liserjik asit ve meskalin gibi ilaçların, bun­ları kullanan insanlarda şizofrenik hastalar ile ortak özellikler gösteren bazı psikolojik durumlar meydana getirdiği görülmüştür. Ancak psikiyatrik hastalıkların insanlara mahsus olması nedeniyle bu ilaçlarla yapı­lacak hayvan deneylerinin sonuçları insan davranışları ile karşılaştırılıp açıklanama­mıştır. Şizofreni hastalığını 19.yüzyılın sonunda Kraepelin erken bunama olarak tarif eder­ken, yetişkinlerde görülen üç ayrı psikiyat­rik tabloyu yani hebefreni, katatoni ve paranoik bunamayı bir araya getiriyordu

Kraepelin’e göre bu ruhsal hastalıkların hepsinde aynı temel belirti yani duyarsız­lık hali vardır ve bu durumlar aynı insanda birlikte veya art arda görülür. Hepsi bunamaya benzer bir sonuca ulaşır. Yani ruhsal fonksiyonların dağılıp çözülmesi ile sonuçlanır.

Hebefreni: En sık rastlanan şizofreni tiple­rinden biridir.

Şizofreni, daha çok halüsinasyonlarla kendini gösterir.

1 — En bilineni, hastanın birtakım sesler duyduğunu sandığı işitme halüsinasyonudur.

2 — Bazen şizofrenik vaka, çok anormal tepkilerde bulunur. Çok üzgün ve umutsuz olduğu bir anda, aniden gülmeye başlar.

3 — Katatoni, az görülen bir belirtidir. Hasta, kendi iç dünyasına dönerek çevresinde olanlarla hiç ilgilenmez.

4 — Şizofreniklerdeki isteksizlik ve uyumsuzluk, onları toplumda işsizler ordusuna iter.



Soğuk Algınlığı ve Tedavisi

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Soğuk alma, üşütme sonucu üst solunum yollarında, nezle, boğaz ağrısı, kırıklık ve ürpermeyi izleyen ateş yükselmesi gibi be. lirtilerle herkeste ve sık görülen bir has­talıktır. Halk arasında yanlış olarak grip diye isimlendirilen soğuk algınlığı, basit ve 2-3 günde iyileşen bir hastalıktır. Bu has­talığı oluşturan 200 kadar çeşitli virüs var­dır. Bahar aylarında ufak salgınlara bile neden olabilir. Bu zamanlarda kalabalık­lardan sakınmalıdır. Koruyucu olarak aşı yapılabilir, C vitamini alınabilir. Aşı olarak influenza virüsüne karşı hazırlanmış bivalan aşılar bulunmaktadır. Viral enfeksiyon­lara karşı direnç sağlamak için vücudun meydana getirdiği ve interferon adı veri­len proteinler henüz tedavi alanına girme­miştir. Antibiotikler virüslere karşı etkili olmadığından soğuk algınlığında kullanmak doğ­ru değildir. Burun akıntısı fazla olanlarda antihistaminikli burun damlaları (Triaminic) ve drajeler, ateş ve öksürüğe karşı ami-nopirin, fenasetin, kodein (Coryban-D, Cor-sal, llvico) kafein ve antihistaminikli ilaç­lar alınmalı ve istirahat etmelidir



Şok: Dolaşım Yetmezliği, Kollaps

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Dolaşımın birden iflas etmesine şok ya da kollaps adı verilir. Kalbin, damarlara pompala­dığı kanın azalması ve bunun sonucu olarak da çevresel kan dola­şımındaki yanlış dağılım neticesinde şok tablo­su meydana gelir. Vücudun temel işlevleri görülmez ve organizma kendi olanaklarıyla bu durumdan kurtulmaya çalışır. Bunu başaramayan hasta, birkaç saat içinde hayatını kaybeder. Şok ağır bir kanama, yaralanma,ani bir hastalık, kaza, yanık ve ruhsal bunalım gibi durumlarda ortaya çıkabilir. Doktor­ların karşılaştıkları en zor ve tehlikeli tablolardan biridir. Çünkü derhal şokun ne­denini bulup tedaviye başlamak zorunda­dırlar. Şek genellikle kan kaybı sonucu damar­ların kansız kalmasıyla meydana gelir. Tansiyon düşer. Yüzeydeki damarlar ge­nişlemiştir. Hasta soluk, cildi nisbeten sı­caktır. Nabız ağır ya da yavaş atmaya baş­lar. Bulantı ve kusma görülebilir. Beyne giden kanın azalması beyin fonksiyonla­rında yetersizlikler ortaya çıkarabileceğin­den şok geçirenin başını alçak bir yerde tutmalı, ayaklarını yukarı kaldırmalıdır. Hastayı rahat ve sıcak tutmalıdır. Bu tip şoklara tedavi kan vermek suretiyle yapı­lır. Kan gelinceye kadar serum vererek damarları doldurmak, kollapstan kurtar­mak yararlıdır. Kanama olmadan da yani kan hacmi azal-madığı halde çevrede ince damarlarda göl-lenen kan, kalbe geri dönmediğinde peri-ferik şok denilen durum ortaya çıkar. Bu tip şoklara nörojenik şok da denmektedir. Çünkü damar tonüsü tamamen kaybol­muştur. Geniş sempatektomi ameliyatla­rında, büyük psişik darbelerden sonra ve ya şiddetli ağrılarda, yahut spinal aneste­zi esnasında meydana gelebilir. Bu tip şoklarda kanama şoklarının aksine damarlardan serum verilse bile kan basın­cı yükseltilemez. Ancak damar kasıcı vazokonstriktör ilaçlar (Noradrenalin, Dopa-min, Sempatol gibi) aracılığıyla basınç yük­seltilerek şok hali düzeltilebilir. Diğer bir şok şekli ise ağır yanıklarda, en­feksiyonlardan veya bir operasyondan son­ra görülen septik şok veya endotoksin şokudur. Dokuların yaralanıp parçalanma­sıyla veya bakterilerin endotoksinlerinin etkisi ile bir saat içinde veya daha sonra görülür. Böyle bir şok içinde olan kimse solgun, halsiz ve bitkin bir durumdadır. Bilinci, yerinde ise, susuzluktan şikâyetçi­dir. Hasta soğuk bir şekilde terler, nabzı hızlı, fakat zayıftır. Sık sık ve sathi nefes alır, tansiyonu düşük, ateşi yüksektir. Yanıklardan sonra meydana gelen böyle şoklarda hastaya eğer bilinci yerindeyse dokularının kaybettiği tuzlu sıvıları karşı­laması için doktor gelene kadar bir mik­tar tuz veya soda, su ile beraber verilme­lidir.



Solucan ve Kurt Hastalıktarı

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

İnsanlarda parazit olarak yaşayan ve has­talık etkeni olan çokhücreli hayvanların bir sınıfını oluşturan nematodlar halk arasında solucan veya yuvarlak kurt olarak bilinir. Solucan veya kurtlar ve sebep oldukları hastalık­lar çok çeşitlidirler. İğnekurdu hastalığının etkeni, yaklaşık 1 cm. uzunluğunda, bağırsaklarda yaşayan bir parazittir. Halk arasında kıl kurdu olarak da bilinir. Tıp dilindeki adı Enterobius vermicularis veya oksiyür’dür. Yaptığı hasta­lığa da oksiyüraz denir. Çocuklarda % 60-90 oranında görülen yaygın bir hastalık­tır. Anüs bölgesinde kaşıntı ile kendisini belli eder veya dışkıda parazitin kendisi­nin veya yumurtalarının görülmesiyle teş­his edilir. Tedavisi antihelmintik ilaçlardan pirivinium pamoat veya piperazinlerle yapılır. Korunmak için tuvaletten sonra ellerin sabunla iyi yıkan­ması, tırnakların fırçalanması ve temizliğe çok dikkat edilmesi gereklidir. Solucan hastalığının etkeni Ascaris lumbricoides,5-6 mm. çapındai 20-25 cm. uzun­luğunda, yuvarlak bir kurttur, toprak solu­canına benzer. Yaptığı hastalığa askariyaz adı verilir. Çok yaygın bir hastalık olup çocuklarda daha fazla görülmektedir. Bağırsaklarda hayatını sürdüren Ankilostoma doudonale ismini alan parazit insanlarda kancalı kurt hastalığını, Strongyloides stercoralis adındaki yuvarlak bir kurt da iplik soluca­nı hastalığım yapmaktadır. Tüm memelilerde çoğunlukla domuzlarda yaşayan bir parazit olan Trichinella spirclis sosis, jambon gibi pişirilmeden yenen etlerle insana bulaşan trişin hastalığının etkenidir. Trişin 3-4 mm. uzunluğunda, be­yaz renkli bir kurttur. Evrimini tamamla­mak için hayvan ve insan barsağında yaşar. Dişilerin doğurduğu kurtçuklar lenf yoluyla kana, oradan da çizgili kaslara ge­lip yerleşir, kist biçimine dönerek yıllarca orada kalabilir. Hastalıktan korunmak için domuz etinden yapılmış besinler özellikle çiğ olarak yenilmemelidir. İnsanlarda filarya hastalıklarının etkenle­rinden biri olan Vvuchereria bancrofti, çok ince, 4-10 cm. uzunluğunda, ip şeklindeki beyaz kurtlardandır. Bir kısmı lenf sistemi­ne girerek yerleşir, zaman zaman kana ge­çerler. Hastalık sivrisineklerle (culex, ae-des) insandan insana bulaşmaktadır. Deriye yerleşen filaryalardan Loa loa adı verilen bir cinsi Afrika’da çok görülür. Af­rika göz solucanı hastalığını meydana ge­tirir. Onchocerca volvulus adındaki filaryalar körlüğe yol açabilir. Onkoserka hastalığı­nın etkeni olarak tropikal Afrika ve Orta Amerika ülkelerinde görülür ve sineklerle bulaşır. Drancunculus medinensis adındaki filar­yalar Medine solucanı hastalığını yaparlar. Erişkin kurtlar 30 cm. boyunda ve 1 mm. enindedir. Deride yaşarlar. Bu kurtlar yu­murtalarını deriye bırakırlar ve buradan derinin suyla teması sırasında suya geçen mikrofilaryalar sudaki siklops türü küçük kabuklular tarafından yutulur. Hastalık bu küçük kabukluları taşıyan suların içilmesi ile insanlara bulaşır. Midede ölen kabuk­luların içindeki mikrofilaryalar serbest ka- larak vücuda dağılır ve deriye yerleşirler. Hastalığın kesin bir tedavisi yoktur,ancak derideki yaralarda görülen kurtçuk ilkel bir yöntemle yavaşça çekilip bir çöpe sarıl­mak suretiyle çıkartabilmektedir. İnsanda ve diğer memelilerde kelebek hastalıklarına neden olan parazitlere kele­bek (Dyostoma) genel adı verilir. Bunlar değişik boylarda,yaprak biçiminde yassı kurtlardır. İnsanda yerleşme bölgeleri ve parazitin türüne göre farklı hastalıklar meydana getirmektedirler. Fasciolopsis buski, insanda onikiparmak barsağına yerleşerek barsak kelebek has­talığını yapar. Teşhis için dışkıda parazitin yumurtası aranır, tedavide heksil rezorsinol (Caprokol) etkilidir. Paragonimus vvestermani, insanda akci­ğerlere yerleşen ve daha çok bronşlarda apse oluşması ve kan tükürme yani hemoptizi gibi belirtilerle seyreden paraziter bir hastalıktır. Buna akciğer kelebek has­talığı da denir. Tedavisinde bithionalı (Bis-tin, Actamer) etkilidir. Fasciola hepatica insanda safra yolları ve karaciğer hastalıklarına neden olan bir pa­razittir. En çok koyun karaciğerinde mev­cut olan parazitin metpserkaryalarının ya­ni kistlerinin yenmesi ile insana geçer ve fasciolasis denen karaciğer kelebek has­talığım (liver fluke) meydana getirir. İshal veya kabızlık şeklinde barsak bozukluğu, karın ağrısı, halsizlik, ateş, cilt döküntü­leri gibi belirtiler mevcuttur. Kanda eozinofil denen hücrelerin artması hastalık için karakteristik bir bulgu sayılabilir. Tedavide emetin kullanılmaktadır.



Solucan ve Kurt İlaçları-Antihelmintikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-S, Sindirim Sistemi

Antihelmintikler

İnsan barsağında yaşayan çeşitli parazitleri; yuvarlak kurtları, kancalı kurtları, so^ lucanları, şeritleri yani helmintleri yok etmek için kullanılan ilaçlara antihelmintikler denir. Helmintlerin yaptığı enfeksiyonlara karşı kullanılan ilaçların çoğu zehirli ve belirli

parazitler için özel olduğundan önce paraziti teşhis etmek doğru olur. Dışkı muayenesi ile parazitin kendisi veya yumurtaları teşhis edilmeli,sonra o parazit için en uygun ilaç seçilmelidir. Bu ilaçlar arasında en fazla kullanılan pi-perazinler (Askaripar, Vermisit, Nemocide) clup yuvarlak kurtlara karşı etkilidir. Bephenium (Nekafor) kancalı kurtlara, Thiabendazol (Bendazol) ve Mebendazol (Vermox) trişinlere, Pyrvinium (Primon) ok-siyûrlere, Tetramisol (Ketrax) yuvarlak kurtlara, Niclosamid (Yomesan) yassı kurtlara yani şeritlere karşı başarı ile kullanılan ilaçlardır.



Solunum Sistemi ve Hastalıktarı

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Başlıca görevi vücudumuzun ihtiyacı olan oksijeni kan aracılığıyla dokulara iletmek olan solunum sistemi burun , gırtlak (larenks), soluk borusu (trakea), bronşlar ve akciğerlerden oluşur. Solunum sistemi hastalıklarına ait belirtiler boyunda morarma yani siyanoz, nefes darlığı, Öksürük, balgam çıkarma, kan tü­kürme (hemoptizi), ses kısıklığı v.b. sayı­labilir. Göğüs boşluğunu dolduran akciğerlere ve kalbe ait şikâyetleri değerlendirmek için doktorların eskiden beri kullandıkları mua­yene usulleri ise gözlem (inspeksiyon), el­le muayene (palpasyon ve perküsyon) ve dinleme (oskültasyon) günümüzde de öne­mini korumaktadır. Çok kere bu yöntem­leri sırasıyla uygulamak suretiyle en ufak ayrıntılar gözden kaçmamakta, derideki ve derialtındaki değişmeleri, büyümeleri elle yoklamak, göğüs kafesinin ses değişim­lerini elle vurarak (perküsyon) veya kulak­la dinleyerek ayırıcı teşhis yapmak müm­kün olabilmektedir. Radyolojik tetkiklerin henüz bilinmediği devirlerde Laennec’in keşfetmiş olduğu stetoskop denen bir alet­le dinleyen eski hekimler çok çeşitli has­talıkları birbirinden ayırabilecek yeteneğe sahip olmak zorundaydılar. Günümüzde radyolojik ve tomografik incelemelerin ge­lişmesi, laboratuvar bulgularının artması hekimlere yardımcı olmaktadır. Öksürük, solunum yollarının açık tutulmamasını sağlayan koruyucu bir refleks olayı olarak kabul edilmektedir. Solunum yolları­nı uyaran toz, duman, gaz, küçük yabancı cisimler öksürüğe neden olabildiği gibi so­lunum mukozasının ödemi ve iltihabı da öksürüğe yol açar. Akut yani birden başlayan öksürük, bron­şit, pnömoni, farenjit, larenjit gibi iltihabi hastalıkların en önemli belirtisidir. Bu has­talıkların tedavi edilemediği veya uzadığı hallerde kronik bir öksürük yerleşir. Ço­cukların boğmaca öksürüğü tipiktir. Öksü­rük nöbeti başlayınca çocuk arka arkaya öksürür, bu sırada yüzü kızarır, gözleri bo­ğulur gibi dışarı fırlar, daha sonra derin bir soluk alırken öter gibi ses çıkarır. Kro­nik öksürük akciğer tüberkülozu, akciğer apsesi, plörezi, bronşektazi, bronş kanseri, pnömokonyoz gibi hastalıkları akla getire­bilir. Sol kalp yetmezliğinde ve mitral dar­lığında bronşit sanılan öksürükler olabile­ceğinden uzun süren öksürük karşısında mutlaka bir doktora gitmeli, gerekli görü­len tetkikleri yaptırmalıdır. Solunum yolundan gelen kan yani hemop-tizi bir travma veya yabancı cismin yara­laması ile meydana gelebileceği gibi bronş veya akciğer hastalıklarının sonucu da oluşabilir. Bazı kalp hastalıklarında (mitral stenozu, sol kalp yetersizliği, aort anevrizması) ve kanama diyatezlerinde (Osler hastalığı, skorbüt, allerjik purpura) trombositopenilerde, pıhtılaşma bozukluk­larında (hemofili) da hemoptizi görülebilir. Larenkste meydana gelen nezle şeklinde iltihaplar, difteri, ödem (glottis ödemi) gibi hastalıklar disfoni (dysphonia) denen ses kısıklığına neden olurlar. Akciğerlerin üst yüzünü örten, viseral plev­ra denen akciğer zarı ile göğüs boşluğu­nun iç yüzünü kaplayan paryetal plevra arasında bir boşluk vardır. Çeşitli neden­lerle plevra boşluğuna sıvı toplanabilir. Bu durumda plörezi veya eski deyimiyle zatülcenp söz konusudur. Plöreziye yol açan hastalıkların başında tüberküloz mik­robunun neden olduğu tüberküloz plörezi gelir. Pnömonide, septisemilerde (kızıl, boğmaca, brusella, tifo), romatoid artritte, peryodik hastalıkta (Ailevi Akdeniz hasta­lığı) da plörezi gelişebilir. Paryetal plevra sinir uçları yönünden zengin olduğu için iltihaplandığında göğüs ve sırt ağrılarına (point de cote) sebep olabilmektedir. Bazı kalp hastalıklarında, miksödemde, nefrotik sendromda, över fibromunda (Meigs sendromu) plevra boşluğunda transüda şeklinde su toplanabilir. Plevra boşluğunda toplanan sıvı plevra ponksiyonu denen bir yöntemle çekilerek tetkik edilir. Bu sıvı, transüda (hidrotoraks) veya eksüda karak­terinde az veya çok yoğun bir su görünü­münde olduğu gibi cerahatli veya kanlı da olabilir. Plevrada cerahat bulunmasına ampiyem, kan bulunmasına hemotoraks de­nir. Bazı akciğer tümörlerinde ise plevrada yağlı bir sıvı (chylothorax) oluşabilir. Akut ve kronik akciğer hastalıklarında (kronik bronşit, amfizem, astma v.b.) alveollere yeteri kadar hava girip temizlenemediğinden siyanoz denilen morarma hal’ ve dispne denilen soluk alıp-verme güçlüğü meydana gelebilir. Bu gibi belirtiler karşı­sında bir iç hastalıkları doktoruna görün­mek gereklidir.



Spastik Kolon

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S, Sindirim Sistemi

İnce ya da kalın bağırsaklarm çalışması sinir sisteminin denetiminde olduğu için stres, sıkıntı, üzüntülü haller para­sempatik duyarlığı çok fazla olan kişilerde spastik kolon adı verilen bağırsak bozukluğuna sebep olur. Hem ince hem de kalın barsaklarda mu­koza salgısı artmış peristaltizm azalmış ya da artmış olabilir. Ya­ni kimiz zaman ishal, kimi zaman da ağrılı bir kabızlık meydana gelir. Dizanteri hastalığından sonra da geriye bu gibi bozukluklar kalabilir. Spastik kolona, barsak duyarlığı sendro­mu da denmekte ve bu gibi şikâyetleri olan hastalara streslerden uzak kalmaları öne­rilmektedir. Tedavide ayrıca antikolinerjik ve trankilizanlı ilaçlar kullanılmaktadır. teşhis edildikten sonra uygulanacak antispazmodik denilen ilaçlarla ortadan kal­dırılabilir.



Spazm Çözücü İlaçlar-Antispazmodikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-S

Spazm Çözücü İlaçlar

Antispazmodikler

Bazı hastalıklarda düz adalelerin kasılmasına yani spazmına bağlı olarak ya devamlı veya arcda bir bıçak saplanır gibi, kclik tarzında ağrılar meydana gelir. Sinir sisteminin parasempatik dediğimiz bölümünün ileti aracı yani mediatörü olan o~stilkclin düz adalelerde ve glandlarda kesici bir etki yapar. Asetilkclinin bu etkisini ortadan kaldıran ilaçlara da antikoli-nerjik veya spazmı çözdükleri için de anti-scazmedik adı verilir.Bu ilaçların başında Belladona bitkisinden elde edilen atropin gelir. Atropin düz adale spazmını çözer, bronşları genişletir, ek-?ckrin bezlerinin sekresycnunu azaltır, kalbin atış hızını düşürür. Operasyonlaraan ence bulantı ve kusmayı azaltmak için atropin uygulanır. Gene bir olkaloid elan papaverin,mide-bcrsak ve damar düz adalesinde gevşeme yaptığı için birçok hastalıklarda antispazmodik olarak kullanılmaktadır. Bitkilerden elde edilen ve alka-loid denen bu maddelerin benzerleri yapay olarak üretilmiştir. Hiyosin (Buskcpan),homatropin, propantelin (Pro-Banthine, Bantinova), hekscsiklium (Tral), disiklomin (Bentil) gibi ilaçlar sindirim sisteminin spazmlı ve ağrılı hastalıklarında çok kullanılırlar.



Spazm

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Adalenin istek dışı ani kasılmasına spazm adı verilir. Sebebi çoğunlukla, sinir hüc­relerinin tahribi veya adaledeki kas hüc­relerinin iltihaplanmasıdır. Eğer kasılma ve gevşeme devamlı oluyorsa, buna klonik spazm adı verilir. Sara ya da epilepsi adı verilen hastalık nöbetinde vücut umumiyetle bir spazm geçirir. Sarada, spazmlar vücudun tüm kaslarında ani olarak meydana gelir. Bir saniyeden daha az veya dakikalarca sü­rer. Çocuklarda ve bebeklerde görülebilir. Kolların ve gövdenin kasılması ve gevşe­mesi en çok görülen şeklidir. Bazen bu spazmlar seri halde meydana gelebilir. İskelet adalesinde çok kere çalışma esna­sında görülen ve kramp adı verilen kasıl­ma da bir spazmdır. Hemen hemen herkes yaşamı süresince adale spazmı geçirir. Yüzerken vücudun aniden üşüyüp titreme­si ya da vücudun herhangi bir yerinde ye­terli kan dolaşımı olmaması sonucu da istemsiz kasılmalar görülür. Sinir sistemin­deki bozukluklar, örneğin omuriliğin iç kıs­mındaki sinir hücrelerinin harabiyeti, on­ların yönettiği kasların kasılmasına veya felç olmasına yol açabilir.

İç organların düz adalelerinde çeşitli has­talıkların bir belirtisi olarak meydana gelen ağrılı spazmlara ise kolik denir. Böbrek taşlarının idrar yollarında yaptığı tahrişe böbrek koliği, safra taşlarının neden oldu­ğu şiddetli ağrılara da safra koliği denir. Adate spazmı görüldüğünde, nedeninin bu. lunması için doktor muayenesi gereklidir.



Striknin Zehirlenmesi

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Striknin, Hindistan’da yetişen kargabüken (strychnos nux vomica) ağacının tohumla­rından elde edilen bir alkaloiddir. Striknin zehirlenmesinde tetanozda olduğu gibi adale krampları, olunum güçlüğü, morarma, boğulma hissi vardır, bilinç yerindedir. Yanlışlıkla 50 mg.’dan fazla striknin alı­nacak olursa kasılma ve konvülsiyonlar artarak ölüm meydana gelir. Hastaya oksijen koklatılır, ancak kustur­mak için apomorfin yapılmaz. Zamanında farkedilirse (15 dakika içinde) midenin yıkanması faydalı olabilir. Striknin zehirlenmesinin panzehiri (antidotu) uyku ilaçları (barbitüratlar), adale gevsetici ilaçlar (mepr nesin)dir. Teskin edici ilaçlardan biri (dem) hemen da­mardan yapılmalıdır.



Suçiçeği

18 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S, Çocuk Sağlığı

Suçiçeği hastalığı çocukluk döneminin, en çok rastlanan, akut, bulaşıcı bir has­talığıdır. Vücudun farklı yerlerinde, bir­birini takip eden ufak, içi berrak sıvıyla dolu döküntüler ile belirgindir. Suçiçeği , kış ve baharda 5-6 yaş döneminde ve has­sas olan çocuklarda meydana gelir. Bu hastalık 20 yaşın üze­rinde çok az görülür. Hayat boyu bağışıklık sağlar. Suçiçeğinin etkeni, varicelle olarak adlandırılan bir çeşit virüstür. İnfeksiyon hastanın ağzında, burnunda ve deri döküntülerinde bulunan virüsün havaya yayılması neticesinde bulaşır. Bulaşma dönemi döküntülerden iki gün ön­ce başlar ve takriben 14 gün devam eder. İnfeksiyon, hafif ateş, baş ağrısı, kırgınlık ve ilgisizlik gibi belirtilerle baş gösterir. 1 ya da 2 gün sonra sırt ve göğüste toplu iğne başı büyüklüğünde kırmızı lekeler meydana gelir birkaç saat içinde bu kırmızı lekele­rin ortasında berrak sıvı ile dolu kabarcık­lar gelişir. Bunlar üç dört gün sürer. Le­keler yüz, kafa, el ve ayaklara yayılır. Ka­barcıklar içindeki berrak sıvı, daha sonra yeşile dönüşür ve kabuk bağlar.Daha sonra kabuklar 5-20 gün içinde soyulur. Bundan sonraki dönem ka­şıntılı dönemdir. Bu dönemde infeksiyonun yayılmasını engellemek için çocuğun kaşınmasını önlemek gerektir. Suçiçeği hafif geçer ve özel bir tedaviye ihtiyaç göstermez. Ancak kaşıntı çok şid­detliyse, bu durumda doktor tavsiyesine göre kalamin losyonu veya diğer antihistaminik ilaçlar verilebilir. Çocuğun el tırnakları çok kısa kesilmeli, devamlı olarak sabun ve alkolle fırçalan­malıdır. Ateş uzun sürerse hasta, yatakta kalmalı ve dışarıyla ilgisi kesilmelidir. Ay­rıca diğer çocukları hastanın yanına sok-mamalı ve evdeki çocukları da uzaklaştırmalıdır. Diğer viral hastalıklarda olduğu gibi vücut direnci bu hastalıkta da düşüktür ve bu nedenle çocuk muhtemel tehlikelerden özellikle diğer infeksiyonlardan korunma­lıdır. Kabuklar düştükten sonra yara yeri temiz kalmalı ve tahriş edilmemelidir. Eğer ka­buklar zorla kaldırılırsa yerinde kalıcı izler bırakır.



Sünnet Derisinin İltihabı, Penis İltihabı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-S

Erkek cinsiyet organı olan penisin üzerini örten derinin yani sünnet derisinin iltihabına balanitis denir. Enfeksiyonun derecesine ve sünnet derisinin darlığına (fimozis) göre şiş, ödemli ve ağrılı seyreder. Sünnet olmayanlarda daha çok görülür.

Tedavide antiseptik solüsyonlar (Burow solüsyonu), kortizonlu pomatlar, antibiotikler, mantar enfeksiyonlarına karşı antimikotik ilaçlar (Tinactin, Nistatin v.b.) yararlıdır.



Sünnet Dersinin Darlığı, preputium

23 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Erkek cinsiyet organı olan penisin üzerin­de bulunan sünnet derisi (preputium) ağ­zının darlığına ve yapışıklığına fimozis de­nir. Çok kere penis başının (glans) iltihabı yani balanis ile beraber meydana gelir. Küçük çocuklarda idrar etme güçlüğü do­ğurduğundan çocuğun büyümesini bekle­meden sünnet ameliyatı (circumcision) yapmayı gerektirebilir. Bazı vakalarda fi­mozis, uretra ağzının (mea urinaria) darlığı ile beraber bulunur. Gene sünnetsiz kimselerde sünnet derisi­nin geri çekilmesi fakat tekrar ileriye itilmemesi sonucu parafimozis denen durum meydana gelir. Penis başında kan dolgunluğu ve şişliği vardır, lokal anestezi ile ve operasyonla düzeltilir.



Tansiyon Neden Yükselir?

10 Ağu, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Tansiyon nasıl ve neden yükselir?

Vücudumuzdaki damarlar şu kısımlardan yapılmıştır :

1, Atardamarlar. - Büyük, duvarları kalın damarlar olup kalbten çıkan kam vücudun muh­telif kısımlarına taşırlar.

2. Arterioller (ufak atardamarlar). - Atar­damarların en ufak dallarına arteriol denir. Bunlar çıplak gözle görülmezler. Duvarları et­ten yapılmış olduğundan büzüşüp daralabilir veya genişliyebilirler.

3. Kapiller (kıl damarları.) - Ufak damarlar en sonunda ufacık, kıl gibi kollara ayrılırlar. Burada kan artık nabazan etmez. kularla besleyici maddelerin mübadelesi ve rüntü maddelerinin alınması bu kıl damarlara vasıtasiyle olur.

4. Toplardamarlar. - Kanı kalbe geri getiren karakandamarlarıdır. İçlerinde pis »kan vardır. Elin üzerinde gördüğünüz mavi damarlar banlardır. Şimdi şu tarifden anlaşılacağı veçhile kalb bir pompadır, atardamarlar bu pompadan çı­kan hortum, arterioller hortumun ucundaki musluk veya fiskiye ve kıl damarları da fîskiyeden dışarı akan ince su demetidir. Şimdi luğu kıstığımızı f arzedelim ne olur:

a. tan dışarı akan su miktarı azalır,

b. Hartan içindeki tazyik artar. Şayet pompa daha fazla çalıştırılırsa hem hortumun içindeki tazyik da­ha fazla artar, hem de fıskiyeden dışarı çıkan su miktarı, musluk açık olduğu gibi normal kalır.

İşte tansiyon yüksekliğinde durum böyledir. Ufak atardamarlar (arterioller) mıştır, kıldamarlarına az kan gider, taba da beslenemez, bunu yenmek için kalb fazla Mr tazyik altında çalışır ve daralan damarlardan normaldeki gibi yeter kan geçmiye başlar. Uzun müddet işler böylece yeni bir düzene girmiş olur. Fakat kan tazyikinin yüksek olarak sebat etmesi birçok hâdiselere sebep olabilir. Damar­lar fazla tazyik altında kalınca sertleşmiye baş­lar. Sertleşen damarlardan bâzısı tıkanır ve o damarın beslediği doku yeter kan, oksijen ala­maz. Kalb fazla yük altında kalınca yorulur, sonunda kifayetsizliğe uğrar (nefes darlığı, uy­kusuzluk). Böbrekler bozulur vazife göremez. Gözlerdeki damarların sertleşmesi görmeği bozar. Beyin damarları sertleşirse beyinde ka­nama, tıkanma yapabilir. Damar sertliğinin de­recesi ve yaygınlığı şunlara’tâbidir:

1. Tansiyon yüksekliğinin derecesi,

2. Tansiyon yüksek­liğinin ne zamandanberi devam ettiği,

3. Damar­ların bu yüksek tazyike mukavemet kabiliyeti.

Tansiyon yüksekliğinin kabaca dört dev­resi vardır :

1. Prehipertansiyon (tansiyon yüksekliğin­den önceki) devre. - Bakarsınız tansiyon kızma, heyecanlanma, yorulma ile çok yükselir. Fa­kat umumiyetle normaldir. Bu gibi kimselerin hemen %75 inde sonradan tansiyon devamlı su­rette yüksek kalır.

2. Oynak tansiyon devresi. - Tansiyon her zaman için on dördün üstünde olmakla beraber bir seviyede durmaz, bir gün 15, öbür gün 20 dir …Nadiren 12-13 e bile iner.

3. Sabit Tansiyon devresi. - Tansiyon artık bir seviyede sabit kalır. Bir türlü aşağı inmez.

4. İhtilât devresi. -Başlıca üç yerde ihtilâl görülür : a. Kalbte. Böbreklerde, c. Beyinde.



Tekrarlayan Ateş

23 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Kimi spiroket türü bakterilerin sebep ol­duğu enfeksiyon rahatsızlığına tekrarlayan ateş adı verilir. Bu hastalığa yakalanan kişilerde yüksek ateş görülür. Borrelia recurrentis adı verilen spiroketlerin, bit, kene ve kimi zaman da tahta piresinin ısırmasıyla insana bulaştığı bilinmektedir. Umumiyetle tekrarlayan ateş ilk olarak titremeyle başlar, akabinde de humma denilen rahatsızlık başlar ve ateş 41°C’ye kadar yükselebilir. Ateş bu seviyede günlerce kalabilir, baş ağrısı ve kırıklık da bu hastalık esnasında görülebilir. Kriz esnasında vücudun aniden güçten düşme tehli­kesi de yok değildir. 1-2 gün sonra hasta iyi­leşir fakat hastalık bir hafta sonra yeniden tekrar­lar. Bu sebeple, tekrarlayan, gelip geçen ateş anlamına relapsing fever adı verilmiştir. Fetris recurentis’in tedavisi için, özellikle ateş esnasında, yatakta dinlenme tavsiye edilir.



Terbezi Hastalıktarı

23 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Terbezlerinin hastalıklarına genel olarak hidroz adı verilir. Terbezlerinin fonksiyonel bozuklukları olarak en sık görülen belirtiye fazla terleme tıptaki adı ile hiperhidroz denir. Ateşli has­talıklar, hemipleji, nevrasteni, nevrit gibi sinir hastalıklarında ve tireotoksikozda gö­rülür. Tedavi asıl hastalığa yöneliktir. Bazı kimselerde el ve ayaklarda, koltuk altında fazla miktarda kokulu terleme (Bromidroz) veya renkli terleme (Kromiriroz) meydana gelir. Tedavi olarak antikolinerjik ve astranjan ilaçlar, permanganat banyoları öne­rilir. Bazen derideki bir hastalık nedeni ile ter. bezlerinde ve kanallarında organik bir bo­zukluk vardır. Bunlardan en sık görüleni halk arasında isilik diye bilinen, tıptaki adı ile miliaria cristallina denen içi su top­lamış, küçük topluiğne başı büyüklüğündedir.



Teşhircilik, Eksibizyonizm

18 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-T

Eksibizyonizm genellikle erkek cinsiyet organlarının, örneğin penisin ereksiyon ha­linde açıkça gösterilmesine denir. Issız yerlerde, genel tuvaletlerde veya pence­reden dışarıya doğru organlarını açan er­keğin gösteriden cinsel heyecan duyması için bunu gören kadınların şaşkınlığa düş­mesi hatta korkması gerekmektedir. Eksi-bisyonist olan kimse ender olarak cinsi bir saldırıda bulunur. Bu hastalık ergenlik döneminde zayıf olan cinsel içgüdünün ar­tırılması için bir yöntem olarak başlar. Çok kere hastanın eşinin gebeliği sırasın­da, birikmiş saldırganlık duyguları şeklin­de belirir ve eşi tarafından cinsel yönden istekleri karşılanmaması üzerine bir alışkanlık haline gelebilir.



Testis İltihabı - Orşit

3 May, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Erkek genital organlarından olan testisler halk arasındaki deyimiyle husyeler skrotum denen bir torba içinde bulunurlar. Gö­revi yumurta yani sperm yapmak olan cin­siyet bezinin yani testislerin iltihaplanma­sına orşit denir. Skrotumda ağırlık hissi, ağrı ve şişmeyle karakterize bir durumdur. Çeşitli infeksiyöz etkenler, bu arada fren­gi, belsoğukluğu ve verem orşite neden olabilirler. Özellikle 15-25 yaş arası genç er­keklerde görülen kabakulak infeksıyonları önlem alınmadığı takdirde testislere yayılır ve orşite neden olabilir. Eğer ilk 36 saat içinde kalçadan kabakulak serumu yapılacak olursa mikrobun testislere ya­yılması önlenebilir. Ayrıca bu gibi şahısla­ra hastalığın başlangıcından itibaren antibiotik verilerek orşitin önlenmesine ça­lışılmalıdır.

Tedavi için ağrıyı azaltan ilaçlar, bazen kortizon ve antıbiotikler önerilir.



Testislerin Torbaya İnmemiş Olması

18 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar

Erkek çocuklarda yumurtalıkların yani tes­tislerin torbalara tam iniş yapmamasına, skrotum içinde bulunmayışına kriptorşizm, (cryptorchism) yanlış iniş yapmasına ise ektopia testis denir. Embriyolojik gelişme esnasında karın için­de böbreklere yakın bir yerde bulunan yu­murtalıklar doğuma yakın olarak skrotum denen deri torbaların içine iner. İnişini tam yapmamış testis iyi gelişmez. Bu gelişme kusuru tek veya çift taraflı olabilir. Bir yaşına geldiği halde torbalara girme­yen, kasık kanalında kalan testislerin daha sonra girmesini beklemek doğru değildir. Ergenlik çağına geldiğinde farkedilen bu hastalık kısırlık nedeni olabilir. Daha önce farkedilen kriptorşizmin tedavisi hormonla (gonadotrop hormon) veya erken yaşta operasyonla yapılabilir. Ameliyat 5 yaşından önce yapılır, çok kez fıtık kasığı da bera­ber bulunan bu vakaların tedavisi olumlu, sonuç verir.



Tifoya Benzeyen Bağırsak Hastalığı : Paratifo

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P, Sağlık Sözlüğü-T

Tifo dışında diğer Salmanella grubu bak tenlerin yaptığı mide-barsak bozuklukları­na ve tifoya benzer belirtiler gösteren has­talıklara paratifo denir. Bu bakteriler ke­miklerde, beyin zarlarında ve başka organ­larda da yerleşebilirler. Paratıfoda hafif ateş, kusma, ishal ve hal­sizlik gibi belirtiler vardır ve hastalık bu bakterilerle bulaşmış besinlerin yenmesin­den ıkı gun sonra ortaya çıkabilir. Bu du­ruma akut besin zehirlenmesi de denir. Tedavi olarak hastaya kaybettiği su geri verilmelidir. Ayrıca Sulfaguanidin, Kloram fenikol ve Necmisin gibi ilaçlar kullanıla­bilir. Tifodan korunmak için yapılan aşılarda Pa­ratifo A ve B suşlarının antitoksinleri de vardır.



Tiroid Bezinin Az Çalışmasından Doğan Durum

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Tiroid bezinin az ya da hiç çalışmaması neticesinde hipotiroidi halinde ortaya çıkan hastalığa miksödem adı verilir.

Doğuştan meydana gelen hipotiroidlerde zekâ geriliği ön planda olduğu halde jüvenil hipotiroid de ve daha çok yetişkinlerde görülen tiroid bezinin yetmez­liğinde zekâ normaldir. Bazal metabolizma azalmış durumdadır: Hasta kişinin cildinde kuruluk,sesin kabalaşması,üşüme, saç­ların dökülmesi ya da tez yorulma gibi şi­kâyetleri vardır. Vücudun seröz boşlukla­rında su toplanması, ellerde ve ayaklarda sert ödem meydana gelmesi sebebiyle hastalığa miksödem adı verilmiştir. Ağır vakalarda infeksiyon veya anestezi gibi sebeplerle kişi komaya girebilir. Hipofiz bezinden kaynaklanan sekonder miksödemler de vardır. Daha çok bayanlarda bir doğumdan sonra ortaya çıkan Sheehan sendromu olaylarında hipotiroidi bulgula­rından başka amenore ve böbreküstü bezi yetersizliği de bulunur. Miksödem tedavisinde domuz ve sığır tiroidlerinden elde edilen tiroid preparatları ya da sentetik ilaçlar kullanılmaktadır.



Toksoplazmozisin İlacı-Daraprim

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-T

Daraprim, toksoplazmosis denen paraziter bir hastalığın tedavisinde kullanılan, kimya adı pyrimethamin olan süifamid cinsi bir ilaçtır. Daraprim, trimethoprim adındaki bir benzeri ilaç gibi diğer sülfamidlerle birlikte bruselloz, kolera ve sıtma gibi hastalıkların, özellikle kadınlarda düşük nedeni olan loksoplazmosis hastalığının tedavisinde ağızdan verilmektedir.



Uçuk, Herpes

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H, Sağlık Sözlüğü-U

Herpes, virüs denilen ufak canlıların deri­de meydana getirdiği içi sıvı dolu küçük kesecikler yani veziküllerdir. Tıp dilinde herpes sirnpleks, halk deyimiyle uçuk di­ye bilinir. En çok ağız ve dudaklar ile cinsel bölge­lerde meydana gelirler. Veziküllerin çıka­cağı yerlerde yanma, batma gibi hisler du­yulur ve kırmızı, hafif şiş bir zeminde yu­varlak, içi saydam sıvı dolu kesecikler be­lirir. Daha sonra içindeki sıvı bulanıklaşır ve üzeri esmer bir kabuk ile örtülür. Kabuk birkaç gün içinde düşer ve 1-2 haf­ta içinde tamamen kaybolur. Herpes bazı enfeksiyon hastalıklarında, aşı ve enjeksiyonlardan sonra meydana gelebileceği gibi korku ve heyecan anla­rında, aybaşı halinde de görülebilir. Ka­dınlarda gebeliğin 3-6. aylarında görülen ve doğumdan sonra kaybolan şekline her­pes gestationis denir. Şiddetli kaşıntı ve sivilcenin bütün şekilleri mevcuttur. Kan­da eozincfili vardır. Anne için zararsız olan hastalık çocuk için tehlikeli olabilir. Herpes simplekste tedavi için yerel olarak antiseptik solüsyonlar ve kortizon uygula­nabilir. Talk pudrası ve alkol pansımanı kaşıntıya faydalıdır. Ağızdan C vitamini verilir. Ayrıca otohemoterapi yani hasta­nın kendi kanını kendisine enjekte etmek şeklinde bir tedavi de uygulanabilir.



Uterus İltihabı,Rahim İltihabı

19 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R, Sağlık Sözlüğü-U

Rahmin yani dölyatağının içini döşeyen mukoza tabakasına endometrium, bunun çeşitli nedenlerle iltihabına da endometrit denir.Endometrium her ay hormonların etkisiy­le gelişme gösteren, yumurtalıklardan ge­lecek döllenmiş yumurtanın yuvalanması için hazırlık yapan özel bir zardır. Yumur­ta sperm tarafından döllenmeyecek ve yu­valanmayacak olursa endometriumda ya­pılan bütün hazırlıklar boşa gider ve ay sonunda, bu kalınlaşmış zarlar, âdet ka­naması denilen fonksiyonel bir kanama ile dışarı atılırlar. Âdet zamanı kadınların enfeksiyon bakı­mından, yani mikrop kapmak bakımından en zayıf oldukları zamandır. Bu devrede denize girmek, cinsel birleşmede bulunmak sakıncalıdır. Rahim ağzı açık olduğundan bu devrede aşağıdan yukarıya çıkabilecek mikroplar veya herhangi bir devrede kan yoluyla gelebilecek mikroplar (tüberküloz) endometriuma yerleşerek endometrite se­bep olabilirler. Cinsel temasla bulaşan cin­sel hastalıklar da (frengi, belsoğukluğu v.b.) endometrite yol açabilirler. Doğum ve düşüklerden sonra veya çocuk düşür­me için yapılacak tıbbi olmayan her türlü girişimlerden sonra endometrit meydana gelebilir. Bazı hastalık etkenleri rahim içi­ni dolduracak kadar cerahat meydana ge­tirirler ve bu durumda piyometradan söz edilir.Endometritin tedavisi, hastalık etkeni olan mikroba tesirli antibiyotiklerle yapılır.



Veneriyen Hastalıklardan Lenfogranuloma Venerum

21 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-V

Cinsiyet organlarında çıban şeklinde baş­layan ve ülserleşen, cinsel temas ile bula­şan ihbarı meeburi hastalıklardan birisi de lenfogranuloma venerumdur. Hastalığın etkeni virüslere benzeyen chlamydia türü bir mikroorganizmadır. Mikrop lenf ve kan yoluyla yayılarak kronik iltihaplı bir has­talık yapar. Kuluçka devresi 7-12 gündür. Bu hastalıkta kasık lenf ganglıonlarının iki taraflı olarak şişmesi, ağrılı olması, yara etrafında ödem meydana gelmesi, defekasyonun ağrılı olması karakteristiktir Ay­rıca ateş, başağrısı, titreme, eklem ağrısı, karında kramp şeklinde ağrılar olabilir. Lenfogranulama venerumun teşhisi için a-lınan akıntıda Freı testi ve kompleman bir­leşmesi reaksiyonu uygulanır.



Verem (Tüberküloz)

24 Oca, 2009 Hastalıklar

Yapılan çeşitli bilimsel araştırmalara göre dünyada her sene sekiz milyon insan verem hastalığına yakalanmakta, üç milyon kişi bu hastalık sebebiyle ölmektedir. Dünyadaki insan sayısının 3te biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte haldedir. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem basilleriyle enfekte olduğu sanılmaktadır.

Hastaların %75’i sosyo-ekonomik bakımdan geri kalmış 13 ülkede ortaya çıkmaktadır. Ancak 1985’lerden sonra ileri endüstri ülkelerinde de artış olması, bu ülkeleri de konuya yeniden önem vermeye ve ciddi tedbirler almaya zorlamıştır.

Ülkemizde durum incelendiğinde ise şu durum görülmektedir. 1950’lerde verem görülme sıklığı ve ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktaydı. 1945 yılında verem ölüm oranı yüzbinde 262 ve 1965 yılında hastalığa yakalanma oranı yüzbinde 172 idi. 1953 yılından itibaren başlatılan aşı kampanyaları, açılan verem savaş dispanserleri ve sanatoryumlarda uygulanan tedavi hizmetleri, geniş halk kitlelerinin röntgenle tarama çalışmaları, Sağlık Bakanlığı, UNİCEF ve verem savaş derneklerinin destek ve faaliyetleri ile verem nedeniyle ölümler ve vereme yakalanma oranları hızla düşüş göstermiştir. Bu düşüş halen devam etmekte olup bu gün verem ölüm oranı yüzbinde 2.8 ve vereme yakalanma oranı ise yüzbinde 29 civarındadır. Ancak bu rakam Batı Avrupa ülkelerinden yüksek olup, amacımız bu ülkelerde olduğu gibi yüzbinde 10 oranının altına düşmektir. Ülkemizde enfeksiyon havuzunun genişliği halen 12-15 milyon kişi civarındadır. Hastalığın en sık görüldüğü bölge Marmara Bölgesi olup, bunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi takip etmektedir. Hastalığın en az görüldüğü bölgeler ise Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesidir.

Günümüzde tüm dünyanın verem ile ilgili en önemli problemlerinden biri 1. kuşak etkin ilaçlara direnç kazanmış hasta sayılarının artma göstermesidir. Özellikle tedavi programlarının iyi takip edilemediği ülkelerde bu oranlar inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Ülkemizde klasik ilaçlara direnç kazanmış veremli hasta sayısı 2000 civarında olup bu konu özel bir dikkatle takip edilmektedir.

Ülkemizde veremle mücadeleyi yürütecek ciddi bir teşkilat mevcuttur. Bu kuruluşlar aşılama ve tedavi hizmetlerini ücretsiz olarak halkımıza ulaştırmaktadır.

1950’lerde yapılan programların 1. amacı aşılama ve kitle taramaları idi, günümüzde ise en önemli amacımız, bulunan hastaların hatasız tedavilerinin temini olmalıdır. Yeni hastaların bulunmasına yönelik özellikle kitle taramaları gibi çalışmalar ise ancak 2. sırada yer almaktadır. Bu nedenle ülke çapında uygulanacak bir Tüberküloz Kontrol Programının düzenlenmesinde birinci önceliğin tedavi programı olduğu göz önüne alınmalıdır.

2000’li yıllara hitap edecek şekilde yeniden düzenlenen bir Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın yeni aktiviteleri şunlardır:

Direkt gözlem altında tedavi stratejisinin uygulanması

Çok ilaca dirençli vakaların tedavisi projesi

BCG aşılama oranlarının %85’in üzerine çıkarılması

Eğitim programlarına ağırlık verilmesi ve sürekli hale getirilmesi

Laboratuar ağının güçlendirilmesi

Göğüs hastalıkları hastanelerinin modernizasyonu

Tüm sağlık kuruluşlarında standardize edilmiş tanı ve tedavi ilkelerinin uygulanması

Tedaviye alınan tüm hastaların kayıt ve takip altına alınması

Gönüllü kuruluşlar ile işbirliği

Uluslararası kuruluşlar ile işbirliği

Verem hastalığı ile mücadele görüldüğü gibi meşakkatli, sabır isteyen, pahalı ve uzun yıllar içeren bir uygulamayı gerekmektedir. Bir basil müspet tüberkülozlu hastanın yılda, 10-15 kişiyi enfekte ederek hastalığın kolayca yayılabilmesi yanında tedavinin en az 6 ay veya 9 ay devem ettirilmesi ve hasta ile birlikte ailesinin de takip edilmesi zorunluluğu, Tüberküloz Kontrol Programının ne kadar güç olduğunu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığın araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye gibi bir ülkede Etkili bir Tüberküloz Kontrol Programı ile Tüberküloz görülme sıklığının yarıya indirilmesi için 8 yıl geçmesi gerekmektedir.

Vatandaşlarımızdan en önemli beklentilerimiz ise şunlardır:

Çocuklarımızın aşılarının yapılması konusunda anne ve babaların duyarlı davranmaları. BCG aşısının ilki 2. Ayını doldurunca , ikincisi ilkokul 1. Sınıfta yapılmaktadır. Aşının hiçbir yan etkisi olmayıp koruyuculuğu yüksektir (%80).

Tüberküloz teşhis ve tedavisi Bakanlığımız tarafından ücretsiz olarak yapılmaktadır. Tüberküloz şüphesi olan tüm hastalarımızın en yakın sağlık kuruluşuna ( özellikle verem savaş dispanserine) başvurarak gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekmektedir.

Tedaviye alınan hastaların tedavilerini aksatmadan devam etmeleri ve aile bireylerini kontrole getirmeleri gerekmektedir.

Bu tedavinin kesintisiz devamı halinde şifa oranı %100 civarındadır.

Türkiye zaten geçmişte de, çok başarılı bir “Verem Savaşı” örneği sergilemiştir. Bugün de Bakanlığımıza 271 Verem Savaş Dispanseri, 22 Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 11 Verem Pavyonu, diğer kuruluşlara bağlı 7 Göğüs Hastalıkları Hastanesinden oluşmuş geniş bir teşkilat ile, bu mücadele için pek çok ülkeden hatta bazı çok gelişmiş ülkelerden bile daha şanslı durumdadır.

Verem hastalığının etkeni olan Koch Basili İlk defa 1882 yılında Robert KOCH tarafından gösterilmiştir. Bu basil en çok akciğere daha sonra böbrek,kemik,mide-barsak sistemi,deri,merkezi sinir sistemi ve lenf sistemini tercih eder.

VEREM HANGİ YOLLARLA BULAŞIR:

Uzun yıllar,verem mikrobunun hemen her yolla ve kolayca bulaşabildiği sanılmıştır. Bugün bile,bulaşmanın,hastaların balgamlarından toza toprağa karışan basillerin inhalasyonu (solunması) ya da hastalarla aynı kap-kacağı kullanmakla olduğu inancı hayli yaygındır.

Tüberküloz basilinin akciğerlere yerleşip çoğalabilmesi için akciğerin en uç noktalarına kadar ulaşması gerekmektedir. Bu uç noktalara ulaşmayan,ağız ve burnun iç yüzeylerinde ve bronşlarda tutulan basiller çoğalamamakta ve dışarı atılmaktadır. Bu uç noktalara geçiş yolları son derece dar olduğundan buralardan toz toprak gibi büyük partiküllerin geçmesi de mümkün olmamaktadır. Toz ve toprakla bulaşmayı imkansızlaştıran bir faktör de basillerin gün ışığından çok çabuk etkilenmeleridir. Bulaşma pratik olarak yalnızca,damlacık çekirdeği tabir edilen ve hastaların öksürük ve aksırıklarıyla meydana gelebilen, aerosol şeklindeki parçacıkların üzerindeki basillerle olmaktadır. Hafiflikleri nedeniyle uzun süre havada asılı kalabilen bu parçacıkların üzerindeki basiller güneş ışığı giren bir ortamda 1-2 saat içersinde ölürler,güneş ışığı girmeyen loş yerlerde ise (sinema,bar,cezaevi koğuşları vs.. ) uzun süre canlı kalabilirler.

Damlacık çekirdekleri yalnız öksürük ve aksırıkla meydana gelebilmektedir. Bu nedenle öksürük bulaşma açısından en çok dikkat edilmesi gereken bulgudur.

Öksürük akciğer tüberküloz olgularının % 75‘ inde bulunmaktadır. Öksürmeyen hastaların pratik olarak bulaştırıcı olmadıkları kabul edilmektedir.

Meme tüberkülozlu ineklerin kaynatılmadan içilen sütlerinden de bulaşma olabilmektedir. Bu tür bulaşma nadir olup veremle savaşta hiçbir önceliği olmayan sindirim sistemi tüberkülozuna neden olmaktadır.

VEREMİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

1- Halsizlik,yorgunluk,iştahsızlık,zayıflama ve gece terlemesi

2- Ateş

3- Öksürük,balgam ve kan tükürme

4- Göğüs kafesinin yan tarafının ağrısı

VEREM NASIL TEŞHiS EDİLİR?

1- Hasta öyküsü ve fizik muayene

2- Radyoloji

3- Tüberkülin Testi

4- Balgam tetkiki

5- Kesin tanı kültür çalışmasıyla konur.

VEREM NASIL TEDAVi EDİLİR?

İlaçla iyileşme oranı çok yüksektir. Mühim olan ilaçları belirtilen doz ve zamanda kullanmaktır. Hastanın kendisi ve çevresindekilerin kontrolleri önemlidir.

VEREMDEN NASIL KORUNULUR?

1- BCG Aşısı ile korunma

2- İlaçla korunma

BCG Aşısıyla Korunma: Mikrobun zayıflatılmış bir türünden yapılan aşıdır. Türkiyede yapılna verem aşı şeması ;

İlk aşı : Bebek 2 . ayını doldurunca

Rapel : İlkokul 1. Sınıfta

İlaçla Korunma : Veremle savaşın temel amacı insanların verem mikrobuyla karşılanmalarını önlemektir. Bunun en etkili yolu erken teşhis ve düzenli tedavidir. Erken teşhiste ne kadar başarılı olunsa da çoğu zaman, hastaların yakın temaslılarının enfekte olmaları önlenememektedir. Mikrop kapmalarını önleyemediğimiz insanları ilaçla koruyarak hastalanma ihtimalini en aza indirmek ve bu suretle yeni enfeksiyon kaynaklarının meydana gelişini önlemek de verem savaşın önemli ilkelerinden biridir.

VEREMLE SAVAŞ KAVRAMI ve İLKELERİ

Veremle savaşta amaç,insanların tüberküloz basili ile enfekte olmalarını önlemektir. Çünkü basille enfekte olan kişi hemen hastalanmasa bile yaşadığı sürece hastalanma riski altındadır. Bu nedenle hastalık kaynaklarını olabildiğince erken teşhis etmek ve bunları yeterli süre ve düzenli olarak tedavi etmek verem savaşın temel ilkesidir.

Olası bir enfeksiyona karşı,insanları BCG aşısıyla bağışıklamak ve enfekte kişileri de olabildiğince erken teşhis ederek ilaçla korumak ve bu suretle hastalanma riskini asgariye minunuma indirmek de verem savaşın diğer iki önemli faktörüdür.

ÇOCUKLARINIZI MUTLAKA BCG AŞISIYLA AŞILATINIZ. Bu konuda bilgi için verem savaş dispanserlerine,sağlık ocaklarına başvurabilirsiniz



Vücudun Savunma Reaksiyonu, İltihap Reaksiyonu

1 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-V

Dokuların bazı etkenlere karşı gösterdiği ve çok kere kızarıklık (rubor), ısı artmast (calor), şişkinlik (tumor) ve ağrı (dolor) ile beliren reaksiyona iltihap denir. İltiha­bın bu dört karakteri çok eskiden Celcus tarafından ifade edilmiş, bu kavramlara daha sonra Galen tarafından fonksiyon bozulması (function laesa) da eklenmiştir.

Akut yerel iltihap bu bölgede dolaşım bo­zukluğu ve yavaşlaması ile başlar. Tıp di­linde buna peristatik deveran bozukluğu denir. Kan damarlarının genişlemesi ve da­ha fazlc kan gelmesiyle iltihaplı bölge kı­zarır ve ısınır. Bu durum enflamasyon de­yimiyle de ifade edilebilir. Yavaşlayan kan akımı sonucu damarlardan dışarı doğru çıkan alyuvarlar organizmanın savunması için savaşmaya başlarlar. Yani bir bakıma iltihap olayı organizmanın bir savunma reaksiyonudur. Kan damarlarından dışarı sızan serumun içindeki antikorlar ve fib­rin iltihap reaksiyonunu sınırlandırarak apse oluşumunu kolaylaştırır.

Birçok mikroorganizmalar (bakteri, virüs, mantar, protozoer), mekanik ve fizik et­kenler (sıcak, soğuk, çeşitli ışınlar vb.), çeşitli antijenler ve kanser hücreleri orga­nizmada iltihap meydana getiren çeşitti nedenler olarak sayılabilir. Bu etkenlerle akut ya da kronik olarak meydana gelen iltihap reaksiyonu birkaç şekilde sonuç­lanabilir. Bazen iltihap tamamen normale döner (rezolüsyon). Organizma iltihap re­aksiyonunu en hafif şekilde atlatmıştır. İlti­hap scnucu bazen o organda bağ dokusu (fibrcsis) meydana gelebilir, iltihapta ak­yuvarların artışı yani cerahatlenme ve ap­se teşekkülü en sık görülen sonuçlanma şeklidir. Bu durumda yaranın yani ülserin süpürasyonu söz konusudur. İltihaba uğ­rayan dokunun tamamen ölümü halinde ise kangren oluyabilir. İltihap meydana gelen dokunun çevresin­de çok kere kalın bir hücre engeli oluşur.

Ancak iltihap sebebi olan mikroorganiz­malar bazen bu savunma engelini aşarak lenf damarlarına girer ve lenf damarian boyunca ilerleyerek lenf ganglionlarınır şişmesine neden olurlar. Enfeksiyonun lerr yoluyla yayılmasına ienfanjit adı verilir

Mikroorganizmalarla savaş bu lenf bezle­rinde devam eder. Eldeki bir iltihap koltuk altı lenf bezlerinin, ayaktaki iltihap ganglionlarının şişmesine neden olabilir. En kötü durum,enfekte maddelerin ve mik­ropların kan dolaşımına karışıp bakteriYe mi ya da septisemiye yol açmasıdır. Organizmanın iltihap reaksiyonu şeklinde gösterdiği savunma olayına yardımcı ol­mak üzere lokal veya genel tedavi yör-temleri uygulanır, iltihabın geriye döndûrülemediği durumlarda apsenin oluşması kaçınılmazdır. Bu durumda yapılacak yar­dım, apsenin cerrahi olarak açılıp drene edilmesi seklinde olmalıdır.



Yağ Tümörü

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Yağ hücrelerindeki artışın yol açtığı yağ dokusu uruna lipom denir. Lipomlar genellikle tehlikeli olmayan yani iyi huylu tümörlerdir. Bazen çok büyüyebilirler. Te­davi için cerrahi olarak çıkarmak gerekir. Çoğu zaman deri altında, boyunda, sırtta, ve omuzlarda görülür, sayıca da fazla ola­bilir. Bu durumda distrofik bir hastalık o-lan lipomatozdan söz edilir.



Yarık Omurga Kemiği

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Doğumdan yapmadan önce, insan embriyosu gelişir­ken omurga kanalı içi boş bir boru biçiminde oluşur. Bu, omuriliğin içinde gelişece­ği kanaldır. Omurga kanalının tam olarak oluşmaması, yarık omurga kemiği manasına gelen spina bifidaya sebep olur. Bu durum, yaklaşık olarak bin doğumda bir meydana gelir. Kimi vakalarda bir veya iki omurga kemiği noksan olabilir. Bu bozuk­luk neticesinde, omurilik dışarı fırlayarak sırtta sıvı dolu soğan biçiminde bir fıtık oluşur. Bu çeşit hastalarda acil cerrahi yardım ge­reklidir. Bazı spina bifida durumlarında, hid­rosefali de meydana gelir. Hidrosefali, su ve baş kelimelerinden türetilmiştir. Bu şartlarda beyini saran zar içinde bulunan sıvı git­tikçe fazlalaşır ve neticede kafatası kemik­leri de genişler. Baş, gövdeye oranla çok büyüktür. Eğer duruma zamanında müdahale etmek mümkün olamamışsa, omurilik sinirlerinin şiddetli basınç altında kalarak ezilmesi söz konusu olabilir. Bu anormallik aşağı omurilik bölgesinde oluşursa, bacaklarda felç meydana gelme­sine, idrar ve barsak yoluyla oluşan bo­şaltım işlevlerinin kontrol edilememesi gi­bi durumlara neden olabilir.

Derideki sinir iletiminin yetersiz oluşu du­rumunda ise cilt üzerinde yaralar oluşur. Bu durum erken teşhis edilebilirse ameli­yat yapılarak omurilik fıtığının kapatılması sağlanabilir.



Yaşlılık Hastalıkları, Geriatrik Psikiyatri

25 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Tıbbın gelişmesi ve yaşam koşullarının kolaylaşması sonucunda yaşama süresi uzamakta ve beraberinde çeşitli sorunlar da getirmektedir. Bu sorunların psikiatrideki önemi, beyin ve beyin damarlarında­ki bozuklukların ve buna bağlı akıl hasta­lıklarının 60 yaşından sonra daha cok görülmesidir. Dolayısıyla bunamalar, depres­yonlar, nörotik reaksiyonlarla daha cok karşılaşılmaktadır. Yaşlılık demansları (kronik beyin sendromu) genellikle ilerleyicidir. İlk belirti genel­likle yakın geçmişe ait olayların unutul­ması ve zihin çalışmasının azalması şek­linde başlar. Daha sonra konuşması anla­şılmaz duruma gelen yaşlı kimse, en ba­sit işleri yapamaz olur. Tam bir oryantasyon bozukluğu meydana gelir. Apati veya hafif öfori görülebilir. Halüsinasyonlar bir derecede biline bulutlanmasına ya da gör­me bozukluğuna işaret eder. Yaşama sü­resi kesin değişimlerin başlangıcından son­ra yaklaşık 5 yıldır. Ölüm nedeni genellik­le miyokard yetmezliği ve aynı zamanda mevcut enfeksiyon ya da beslenme yeter­sizliği (inonisyon) dir. Bunlardan bir kısmı huzurevlerinde, diğerleri evlerinde yaşar­lar. Bunama nedeni çoğunlukla damar sertleşmesidir. Akut konfüzyon yani bilinç kaybı sık sık görülür. Demansın erken safhalarında yahut bir krizden sonra emosyonel bozukluklara sık rastlanır. Or­ganik hastalığın tersine bunların tedavisi mümkündür. Depresyon, dietle ilgili yeter­sizliklere, vitamin eksikliği yahut elektrolit bozukluğuna yol açabilir. Beslenme yetersizliği, ise zayıflık, adinami ve organik hastalıklara neden olabilir. Bazı ilaçların çok kere yaşlı kimselerde istenmeyen yan et­kileri de önemlidir. Nöroleptik denen ilaç­lar, tansiyon düşüklüğüne, idrar tutuklu­ğuna veya akut glokomaya sebep olabi­lirler. Bazı tansiyon ilaçları (Metildopa) depresyona, müshil veya idrar söktürücü ilaçlar potasyum yetersizliğine ve buna bağlı genel güçsüzlüğe yol açabilir. Barbitüratlar, bromürler, antidiyabetik ilaçlar konfüzyon durumlarına neden olabilirler. Depressif yahut akıl dengeleri bozulmuş yaşlı kimseler doktora pek gitmezler. Ak­rabaları ise onlara hasta değil, yaşlı gö­züyle baktıklarından durumları ileri bir saf­haya varıncaya kadar hekime götürmezler. Yaşlıların toplum içinde yararlı olmaları isteniyorsa, sosyal ihtiyaçlarının sağlan­ması kadar, genel tıbbi bakımlarına da önem verilmelidir. Bu yardım gündüz bakımı, kısa süreli kli­nik bakım veya iki ayda bir klinik bakım şeklinde olabilir. Yatalak olanlar, idrarla­rını tutamayanlar bir sağlık kurumuna alın­malıdır. Şiddetli emosyon yahut davranış bozuklukları gösteren hastaların ise bir nkıl hastanesinde tedavi edilmeleri gere­kir.



Yassı Solucanların Yaptığı Hastalıklar: Şerit Hastalıktarı

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y, Sağlık Sözlüğü-Ş

İnsanlarda parazit şeklinde yaşayan ve hastalık etkeni olan çok hücreli hayvanların bir sınıfını oluşturan sestodlar halk arasında şerit olarak adlandırılır. Şeritler çok sayıda halkadan meydana gelmiş yassı ve uzun solucanlardır. Şerit­lerin bir özellikleri de hermafrodit olmaları, yani halkaların sırayla erkek ve dişi olarak dizilmeleridir. Olgun halkaların içinde yu­murtalar da mecuttur. Şeritlerin bir kısmı olgunlaştıktan sonra in­sana yerleşir ve bağırsaklarında hastalık ya­parlarken, diğer bir kısmı ise kurtçuk ha­lindeyken insana yerleşirler. Tenya saginata adındaki sığır şeridi 4-10 metre gibi çok uzun bir parazittir. Skoleks denen baş kısmındaki 4 vantuzu ile barsaklara tutunur ve 3 ayda olgunlaşarak halkalarını salmaya başlar. Hastalık az piş­miş sığır etleri ile insana geçer. Özellikle çiğ köftenin revaçta olduğu güneydoğu Anadolu bölgesinde hastalık çok yaygın­dır.

Teşhis dışkıda yumurtaların görülmesi ve­ya halkaların düşürülmüş olması ile konur.

Tedavide niclosamide (Yomesan) kullanı­lır.

Tenya solium adındaki domuz şeridinin boyu 8 metre kadardır. Baş bölgesindeki vantuzlarının yanında çengelleri de oldu­ğundan parazite silahlı şerit adı da veril­mektedir. Memleketimizde daha az görü­lür. Teşhis ve tedavisi sığır şeridinde ol­duğu gibidir.

Hirrfeiıolepis nana adındaki şerit 10-15 cm. uzunluğunda ve insanlarda yaşayan şe­ritlerin en küçüğüdür. Bu nedenle cüce şerit adı verilmiştir. Evriminde zorunlu bir ara konağa gerek olmadığından yumurta­ları yutulursa kurtçuklar doğrudan doğ­ruya barsağa gelip yerleşir ve olgunlaşır.

Hastalık karın ağrısı, ishal, kansızlık gibi belirtilerle kendini gösterir. Teşhis dışkı­da parazitin yumurtalarının görülmesi ile konur.

Difilobotrium latum adındaki balık şeridi iyi pişmemiş tatlısu balıklarının aracılığı ile insana bulaşan bir şerit türüdür.

Balık şeridi, enlen boylarından daha ge­niş binlerce halkadan oluşmuştur ve bo­yu 20 metreyi bulur. Sarsaklarda çoğun­lukla birden fazla sayıda bulunan asala­ğın ömrü çok uzundur. Yumurtaları dış­kı ile atıldıktan sonra sulu bir ortamda açılır ve çıkan embriyo kendini yutan bir kabuklu hayvanda evrimini sürdürür. Bu kabukluları yutan tatlı su balıklarından da insana geçer.

Diplidium caninum adındaki köpek şeridi kedi, köpek gibi hayvanların barsaklarında yaşayan, çok küçük (14-40 mm.) şeritlerdir. İnsanda daha az görülür.

Şeritlerin kendileri son konak olarak bu­lundukları insanda hastalık yaptıkları gibi barsakların dışında başka organlara da yerleşerek insanda değişik hastalıklara ne­den olurlar. Sığır şeridinin kurtçuğu (Sisti-serkus bcvis) ve domuz şeridinin kurtçuğu (sistiserkus cellulosa) sistiserk hastalığına yol açar. Bir köpek şeridi olan Ekinokok (Echinoccccus granulosus) kurtçukları kist hidatik hastalığına neden olur.

Bazı tenyalar (Tenyamulticeps) deride ve­ya beyinde ur şeklinde beliren sönüroz (coenurus) hastalığına, balık şeridinin su balıklarındaki kurtçuğu ise gözde sparga-noz (sparganosis) hastalığına yol açar.



Yılancık Hastalığı

21 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Derinin streptokoksik enfeksiyonlarından olan erizipel halk arasında yılancık olarak bilinir. Küçük yaralardan veya sıyrıklardan giren mikroplar (streptococcus pyogenes) deri­de çevresinden kabarık bir kızartı, ağrılı bir şişlik meydana getirir. Yara çok ça­buk etrafa yayılır. Hastada ateş ve titreme gibi genel belirtiler görülmeye başlar.Erizipel vücudun herhangi bir yerinde ola­bilir. Yüzde, burun kanatlarından yayılan şekline sık rastlanır. Yüzdeki sivilcelerin sıkılması bu nedenle doğru değildir.Eskiden çok tehlikeli olan yılancık anti-biotiklerin tedavi alanına girmesi ile öne­mini kaybetmiş bulunmaktadır. Penisilin enjeksiyonları bir hafta süreyle yapılarak erizipel tedavi edilebilmektedir.



Yumurtalık Yolları, Tubalar,Fallop Boruları

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Fallop tüpleri, kısaca tubalar (tuba uterina), sağ ve solda, rahmin üst yan köşe­lerinden başlaycn ve yumurtalıklara ka­dar uzanan iki borudur. Yumurtalıkların yaptığı yumurta, bu tuba­lar vasıtasıyla alınır ve yine bu boruların içersinde sperm ile döllenir. Döllendikten sonra rahim içersine ctılır. Kısacası Fallop toruları, yumurtanın gerek döllenmiş ve gerekse döllenmemiş olarak, rahim içine gitmesini sağlayan bir yoldur. Bu nedenle yumurtalık yolu da denir.Uzunluğu 12-18 cm. kadar elan Fallop tüp­lerinin interstisyel, istmus, ampulla ve in-fundibulum olmak üzere değişik isimler alan 4 parçası vardır.Yumurtalıklarla komşu olan uounda fimbriya adı verilen saçaklar vardır. Bunlar, yu­murtayı yakalama vazifesini görürler.İç yüzeyi, kıvrımlı mukoza tarafından dö­şelidir. Bu kıvrımlar, rahim yönüne doğru hareket ederek yumurtanın ilerlemesini sağlarlar. Bu ilerlemeye ayrıoa tuba kas­larının yaptığı peristaltik hareketler de yar­dımcı olur.

Tuba ile yumurtalıklara, ikisine birden adneks adı verilir. Adnekslerin iltihabı de­mek olan adneksit kadınların en sık kar­şılaştıkları hastalıklardandır. Yumurtalık yelunun geçirilen bir hastalık (Gonore) so­nucu tıkanması, sonradan cima kısırlık ne­denlerinin başında gelir.

Tubaların açık veya kopalı olduğunu anla­mak için rahim içine kontrast madde verilerek çekilen röntgen filminden (histerosalpingografi) yararlanılır. Tıkalı olan tubaları açmak için aşağıdan rahim içinden hava vermek (insuflasyon) yöntemi kullanılabilir.



Ankilostomiaz-Kancalı Kurt Hastalığı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Bağırsak boşluğunda yaşayan ve oradan dokulara da geçerek hastalıklara neden olan yuvarlak kurtlardan Ankilostoma duo-denale veya Necator Amerieanus’un yol açtığı hastalığa ankilostomiaz adı verilir. Parazit oniki parmak barsağında kan emerek yaşadığı için çok zararlıdır. Kansızlık ve karın ağrısına neden olur. Coouklarda gelişme bozukluğuna yol açabilir. Dışkı ile toprağa geçen kurt yumurtaları deriden vücudumuza girerek dolaşım yoluyla akoiğere, bronşlara ve özafagus yoluyla barsaklara geçerek yerleşir. Özellikte Karadeniz bölgesinde yaygın bir hastalıktır. Hastalık, dışkı muayenesinde kurtların görülmesiyle teşhis edilir. Temizliğe dikkat etmek ve halkı bu konuda uyarmak suretiyle bu hastalıktan korunmak ve yayılmasını önlemek mümkündür. Tedavide anti-helmintik denilen ilaçlar (Combatrin, Verme». Ankilostin) kullanılır ve kansızlığa karşı antianemik denilen demirli, kan ya-ç«c» ilaçlar verilir. virüsünün neden olduğu ansefalit ise öldürücüdür. Bu hastalığa bakteriye rastlanmadığı göz önünde tutularak, cerahatli menenjitten ayırmak için aseptik menenjit adı da verilir. Teşhis için alınan beyin omurilik sıvısında, glikoz, normal hücreler yani lenfositler ve albuminin artmış olduğu görülür.

Lenfositler çok arttığı için lenfositik korio-menenjit adı verilen bir viral menenjit tipi daha vardır ki, grip gibi, salgın olarak görülür. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, ateş, ense sertliği gibi menenjit belirtileri hafif olarak vardır. Hastalık genellikle 1-2 haftada semptomatik tedavi ile iyileşir.

Tedavide antiviral (Vira - A) ve ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar kullanılır. Komada gibi baygın yatan hastalar hastanede bakıma alınır, kas kasılmaları şeklinde görülen konvülsiycnlarm hastaya zarar vermemesine çalışılır.



Amipli Dizanteri

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Amipli Dizanteri

Amipli dizanteri yiyecek ve içeceklerle barsaklara giren Entamoeba histolytica adındaki parazitin neden olduğu bir barsak hastalığıdır. Hastaların kalın barsaklarında ülserasyon bulunduğundan bol müküslü ve kanlı bir ishal ve tenezm denen sık sık dışarı çıkma isteği vardır. Hafif ateş, karında eğri ve kusma da görülür. Dizanterinin bazen spastik kolon biçiminde seyrettiği, barsak duvarının kalınlaşmasına yol açarak kanser ve ileus belirtileri gösterdiği de bilinmektedir. Teşhis için dışkı muayenesinde amipleri görmek gerekir. Amipler bazen karaciğere yerleşerek amip hepatiti veya amip apsesi de msydana getirirler.

Amipli dizanteride tedavi, Metronidazole, Tinidazbl gibi antıamebik denilen ve ağızdan verilen ilaçlarla yapılır. Tedavi sırasında bu ilaçlarla birlikte alkol alınmamalıdır. Emetin enjeksiyon şeklinde eskiden çok kullanılan bir ilaçtı.

Yatak istirahati, ağızdan veya damardan bol sıvı (glükoz ve tuz solüsyonları) ve karın ağrılarına karşı antidiyareyik denilen ishal önleyici ilaçlar uygulanır.



Albüminuri

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Albüminuri

Albüminüri, böbreklerden geri alındığı için normalde çıkmaması gereken albüminin idrarda görülmesi halidir. Bu olaya daha doğru bir deyimle proteinüri de denilmektedir. Böbrek bozukluğunun en erken belirtilerinden biridir. Ayrıca yüksek protein içeren perhiz uygulamaları, bazı ilaçların alınması veya ağır egzersizlerden sonra protein harabiyeti sonucu ortaya çıkabileceği de saptanmıştır.

Çok kolay yöntemlerle, örneğin idrarı bir deney tüpü içinde ısıtarak, idrarda protein bulunup bulunmadığı anlaşılabilir.Doktorlar böbrek hastalıklarını teşhis etmek, gebelikte böbrek fonksiyonlarını kontrol etmek, gebelik toksemisinin varlığını anlamak için sık sık idrarda protein kontroluna gerek duyarlar.



Ağrısız Doğum

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Doğum sırasında rahim kaslarının çalış­masına bağlı olarak meydana gelen ağrı­nın duyulduğu yer, beyindeki ruhsal mer­kezlerdir. Bu nedenle dokuların gerilmesi­ne, kasılmasına bağlı ağrılar (somatik ağ­rılar) ruhsal alandaki duruma göre normal veya aşırı şiddette hissedilmektedir. Do­ğum hekimlerinin gözlemlerine göre çoğu kez çevreden edinilen kötü telkinlerin et­kisi altında kalan gebeler bu fizyolojik olayı olduğundan fazla abartmaktadırlar. Aslında doğum olayını doktorundan öğren­miş ve doğum öncesi iyi hazırlanmış bir anne adayının doğumu gayet kolay ba­şardığı görülmektedir.Doğumu kolaylaştırmak için başlangıçta sedatif denilen ilaçlar (Librium, Promazi-ne) kullanılmaktadır. Kollumun açılma dev­resinde ise antispazmodik denen gevşe-tici ilaçlar (Dolantin, Buscopan) ağrı dev­resini kısaltmaktadır. Ayrıca ağrı sırasında gaz anestezikler (Protoksit.+ O- karışımı) koklatılmaktadır. Doğumun sonuna doğru çocuk başının perineye indiği ve çıkıma yaklaştığı devrede ise perineye bölgesel anestezi (lokal anestezi) yapılmaktadır. Böylece, anne, çocuğun çıkışını duymamakta, epizyotomi denen çıkımın genişle­tilmesi operasyonu kolaylıkla uygulanabil­mektedir. Son zamanlarda bu dönemde annenin uyutulması (genel anestezi) yön­temi de çokça uygulanmaktadır.



Ağrılı Adet Görme

1 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Kadınların âdetlerini ağrılı görmelerine hekimlikte dismenore denir. Kadınların çoğu aybaşlarında hafif bir rahatsızlık duyabilir, ancak dismenorede kolik tarzında şiddetli bir ağrı, kusma, bulantı, başağrıs ve halsizlik vardır.

Dismenore kuvvetli kasılma yapan rahim adalesinin kansız kalmasından veya ender olarak rahmin arkaya dönük (retrover-sion) oluşundan kaynaklanır. Sonradan meydana çıkan dismenorelerde ise sebep olarak kronik pelvis iltihabı veya endometriosis bulunabilir. Ovulasyonsuz yani yumurtalıklardan yumurta atılmadan husule gelen âdet kanamalarında dismenore görülmez. Evlenmemiş veya çocuk yapamayan kısır kadınlarda ovulasyonsuz âdet sık görülen bir olaydır. Bu gözlemden yararlanılarak bazı dismenore vakalarının hormonlarla tedavisi yönüne gidilir.

Tedavide ağrı kesici ilaçlar (aspirin, paracetamcl, kodein, mefenamik asit v.b.) hormonlar (kontraseptiv pillüler, progestercn) kullanılır. Bazı hastalarda rahim ağzının genişletilmesi yani servikal diiatasyon gibi operasyonlar faydalı olmaktadır.



Adet Kanaması

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Kanaması

Kadınlarda doğurganlık döneminde 28 gün (4 hafta) ara ile görülen uterustan kan gelmesi olayına âdet kanaması (menstruasyon) veya halk diliyle aybaşı adı verilir. İlk âdet kanaması (menarche) kızlarda ergenliğin başladığı 12-14 yaşlarında görülür ve âdetten kesilme (menopoz) yaşı olan 47-50 yaşlarına kadar sürer.-

Her ay görüldüğü için âdet siklüsü (mens-truel cycle) denen ve kanama ile sonuçlanan aybaşı, beyindeki hipotalamusun, hipofiz ön lobunun yumurtalıkların ve döl-yatağı iç katının rol aldığı karmaşık bir olaydır. Âdet kanaması sona erdiğinde kısa bir dinlenme süresinden sonra, ute-rusun iç yüzeyini döşeyen ve endometri-um denilen mukoz zarda bazı değişmeler olur. Bazal tabakanın üzerindeki salgı bezlerinin ve kan damarlarının yeniden geliştiği, zarın kalınlaştığı, salgı yapmaya başladığı görülür. Bu arada yumurtalıklarda, yumurta taslağını oluşturan ve folikül adını alan keseciklerden biri hipofiz ön lo-bunda salgılanan folikül stimulan hormonu (FSH) adını alan hormonun etkisi ile büyümeye, olgunlaşmaya, aynı zamanda bu folikülün çevresindeki granuloza hücreleri de öströjen dediğimiz hormonu salgılamaya başlar. Sonunda âdetin 14. günü olgunlaşan yumurta karın boşluğuna atılır ki buna ovulasyon veya yumurtlama denir. Yumurtlamadan sonra yumurtalıktaki folikül, sarı cisim (corpus luteum) haline dönüşerek lutein hormonu (progesteron) salgılamaya başlar. Bu hormonun etkisiyle de endometriumda ikinci devre denilen sekresyon devresi (luteal phase) başlamış clur. Eğer yumurta sperm tarafından döllenecek olursa (fertilization) endometrium gelişmeye devam ederek desidua şeklinde gebeliğe hazırlanmaya başlar. Eğer yumurta döllenmezse sarı cisim atrofiye uğrayarak büzülür, beyaz cisim (corpus albi-cans) halini alır. Sonunda progesteron düzeyi düşerek endometriumda da sekresyon evresi sona erer ve yumurtlamadan 14 gün sonra âdet kanaması başlar. Alyuvarlar, akyuvarlar, dökülen epitel hücreleri ve serviks salgısından oluşan toplam 50 cc. lik âdet kanı 2-7 gün içinde kollumdan vaginaya, oradan da dışarıya akar. Âdet kanının kendine özgü bir kokusu vardır ve pıhtılaşmaz.

Bazı kadınlarda yumurtlama olmadan da âdet siklüsü devam edebilir ve âdet görülebilir. Bu durumda anovulatuvar siklüsten veya âdetten (anovular menstruation) söz edilebilir ki kadınlarda kısırlık nedenlerinden biri sayılır.

Âdet dönemi ve kanama bozukluklarını belirlemek için yapılan tanımlamalara

göre âdet görülmemesine amenora, ağrılı âdet görmeye dismenora, âdet zamanı kanın çok fazla gelmesine menoraji veya hipermenore az miktarda âdet görmeye hipomenore, gününden evvel sık sık âdet görmeye polimenore, seyrek âdet görmeye oligomenore, âdet dışı meydana gelen kanamaya ise metroraji adı verilmektedir. İki âdet arasında yumurtlama zamanına rastlayan günlerde hafif ağrı ile birlikte görülen kanamaya ara kanaması adı verilir ve yumurtlama belirtisi olarak kabul edilir. Bu sırada bazal temperatür dediğimiz beden ısısının günlük değişimlerini gösteren ısı eğrisinde ufak bir düşüşten sonra âdete kadar süren yüksek bir seyir izlenebilir.

1 — Âdet fonksiyonunu beynin altında bulunan hipofiz bezi yönetmektedir.

2 — Hipofizden salgılanan folikül stimulan hormon (FSH) yumurtayı olgunlaştırmaktadır.

3 — Hipofizin salgıladığı luteinizan hormon (LH)un kan serumundaki değerleri âdetin ikinci devresinde artmaktadır.

4 — Sıcaklık (Bazal temparatür) eğrisi âdetin ikinci yansında progesteron hormonun etkisiyle artış gösterir. Ovulasyon olmadığında artış da görülmez.

5 — Yumurtalığın yaptığı folikülün hormonu (öströjen) serumda âdet günlerine göre değişik miktarda bulunur.

6 — Sarı cismin yaptığı hormonun (progesteron) grafiği.

7 — Primordial folikül ve âdet boyunca gösterdiği değişimler.



Adet Görmeme

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Hormonlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Görmeme

Kadınların fizyolojik olarak hemen her ay düzenli şekilde gördükleri aybaşı kanamasının olmayışına amenore veya âdet görmeme denir.

Kız çocukları ergenlik çağına gelinceye kadar âdet görmezler. İlk âdet (menarche) iklime ve bünyeye göre değişmek üzere

10-14 yaşlarında başlar ve âdetten kesilmeye yani menopoza (menopause) kadar düzenli bir şekilde devam eder. Kadınlar 47-50 yaşlarindan sonra da bu sebeple normal olarak âdet görmezler.

Kadınların gençlik ve olgunluk çağlarında âdet görmemeleri halinde ilk akla gelen ihtimal gebeliktir. Gebelik süresince kadınlar 9-10 ay âdet görmezler. Loğusalık döneminde hormonal ilişkiler nedeniyle de bir süre âdet görülmeyebilir ki buna laktasyon menoresi, halk dilinde ise süt koruması denir.

Bunun dışında bütün amenoreler herhangi bir organik veya hormonal hastalık sebebi olarak veya alınan ilaçlara bağlı olarak meydana gelmiş olabilir. Teşhis ve tedavi edilmek üzere kadın hastalıkları uzmanına gitmek doğru olur.

Aybaşı, Menstruasyon ya da Regl Kanaması



Yumurtalık Yolları, Tubalar,Fallop Boruları

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Fallop tüpleri, kısaca tubalar (tuba uterina), sağ ve solda, rahmin üst yan köşe­lerinden başlaycn ve yumurtalıklara ka­dar uzanan iki borudur. Yumurtalıkların yaptığı yumurta, bu tuba­lar vasıtasıyla alınır ve yine bu boruların içersinde sperm ile döllenir. Döllendikten sonra rahim içersine ctılır. Kısacası Fallop toruları, yumurtanın gerek döllenmiş ve gerekse döllenmemiş olarak, rahim içine gitmesini sağlayan bir yoldur. Bu nedenle yumurtalık yolu da denir.Uzunluğu 12-18 cm. kadar elan Fallop tüp­lerinin interstisyel, istmus, ampulla ve in-fundibulum olmak üzere değişik isimler alan 4 parçası vardır.Yumurtalıklarla komşu olan uounda fimbriya adı verilen saçaklar vardır. Bunlar, yu­murtayı yakalama vazifesini görürler.İç yüzeyi, kıvrımlı mukoza tarafından dö­şelidir. Bu kıvrımlar, rahim yönüne doğru hareket ederek yumurtanın ilerlemesini sağlarlar. Bu ilerlemeye ayrıoa tuba kas­larının yaptığı peristaltik hareketler de yar­dımcı olur.

Tuba ile yumurtalıklara, ikisine birden adneks adı verilir. Adnekslerin iltihabı de­mek olan adneksit kadınların en sık kar­şılaştıkları hastalıklardandır. Yumurtalık yelunun geçirilen bir hastalık (Gonore) so­nucu tıkanması, sonradan cima kısırlık ne­denlerinin başında gelir.

Tubaların açık veya kopalı olduğunu anla­mak için rahim içine kontrast madde verilerek çekilen röntgen filminden (histerosalpingografi) yararlanılır. Tıkalı olan tubaları açmak için aşağıdan rahim içinden hava vermek (insuflasyon) yöntemi kullanılabilir.



Vajinanın Dil Kullanılarak Uyarılması

20 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı

Kadın dış genital organlarının dil kullanı­larak erotik stimulasyonuna kunnilingus denir. Kinsey’in yaptığı incelemeler sonucu hazırladığı raporda evli çiftlerin %45'inde cinsel temastan yani koitusdan önce bu yolu kullandıkları yazılmıştır. Ayrıca bazı kadın homoseksüellerin de bir erotik stimulasyon yöntemi olarak kunnilingustan yararlandıkları bilinmektedir.



Uterus İltihabı,Rahim İltihabı

19 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R, Sağlık Sözlüğü-U

Rahmin yani dölyatağının içini döşeyen mukoza tabakasına endometrium, bunun çeşitli nedenlerle iltihabına da endometrit denir.Endometrium her ay hormonların etkisiy­le gelişme gösteren, yumurtalıklardan ge­lecek döllenmiş yumurtanın yuvalanması için hazırlık yapan özel bir zardır. Yumur­ta sperm tarafından döllenmeyecek ve yu­valanmayacak olursa endometriumda ya­pılan bütün hazırlıklar boşa gider ve ay sonunda, bu kalınlaşmış zarlar, âdet ka­naması denilen fonksiyonel bir kanama ile dışarı atılırlar. Âdet zamanı kadınların enfeksiyon bakı­mından, yani mikrop kapmak bakımından en zayıf oldukları zamandır. Bu devrede denize girmek, cinsel birleşmede bulunmak sakıncalıdır. Rahim ağzı açık olduğundan bu devrede aşağıdan yukarıya çıkabilecek mikroplar veya herhangi bir devrede kan yoluyla gelebilecek mikroplar (tüberküloz) endometriuma yerleşerek endometrite se­bep olabilirler. Cinsel temasla bulaşan cin­sel hastalıklar da (frengi, belsoğukluğu v.b.) endometrite yol açabilirler. Doğum ve düşüklerden sonra veya çocuk düşür­me için yapılacak tıbbi olmayan her türlü girişimlerden sonra endometrit meydana gelebilir. Bazı hastalık etkenleri rahim içi­ni dolduracak kadar cerahat meydana ge­tirirler ve bu durumda piyometradan söz edilir.Endometritin tedavisi, hastalık etkeni olan mikroba tesirli antibiyotiklerle yapılır.



Son Ağrısı

15 May, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-S

Gebe kadınların çocuk doğduktan sonra bile devam eden, doğum ağrısına benze­yen karın ağrılarına son ağrısı denir. Ço­cuğun eşi diye de bilinen plasentanın yani sonun dışarı atılması uterusun kasılması ile olmaktadır. Plasenta çıktıktan sonra bi­le kanama olmaması için rahim kasılması ve giderek küçülmesi de biraz ağrılı olarak seyreder. Bu ağrı, ikinci ve üçüncü gebe­liklerde ilk gebeliktekinden daha fazla olmakta, gerektiğinde ağrı kesici ilaçlarla giderilmektedir. Ancak doğumdan sonra kanamaya sebep olacağından hekime danışmadan yüksek dozda ağrı kesici almak doğru değildir.



Rahim Uru

1 Nis, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R

Kas liflerinin büyümesi ve artması sonucu meydana gelen urlara miyom (myom) de­nir. Miyomlar çoğunlukla tehlikeli olmayan iyi huylu tümörlerdir. Kimi zaman yumuşama gösterirler. En çok uterus adalesinden kaynaklanır ve bu­lundukları yere göre çeşitli adlar alırlar. Vajina duvarı içinde büyüyenlere intramu rai mıyom, rahmin dışına doğru büyüyen­lere ise subseröz miyom, rahmin içine doğru büyüyenlere submükoz miyom adı verilir. Sub­seröz miyomlar çoğunlukla kanamaya neden olurlar. Saplı olanlara pedikullü mi­yom, uterusu bütünü ile gayri muntazam büyütenlere ise uterus miyomatosus denir. Uterustaki miyomlar bağ dokusun­dan zengin olduklarından fibromiyom adım da alırlar. Miyomların tedavisi ameliyatla yapılabilir. Duruma göre ya yalnız mi­yom çıkarılır (myomectomi) veya miyom rahimle beraber toptan çıkarılır yani histerektomi ameliyatı yapılır.



Rahim Ameliyatı

29 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R

Kadın cinsiyet organlarından rahmin yani uterusun operasyonla çıkarılmasına histe­rektomi denir. Kadınların bazı hastalıklarında (miyom, korpus veya kollum kanseri, sürekli kanama vb.), uterusun bütünüyle çıkarılmasına total histerektomi denir. Genç kadınlarda ve bazı özel durumlarda uterusun kollum denilen alt bölümü ye­rinde bırakılarak yalnız hastalıklı olan kıs­mı da çıkarılabilir. Bu tür ameliyata ise subtotal histerektomi denir. Total histerek-tomide hasta hiç âdet görmez, subtotal histerektomiden sonra ise çok az âdet gö­rebilir. Histerektomi yapılırken yumurtalıkların da beraberce çıkarılıp çıkarılmayacağına ka­rar vermek önem kazanır. Genç kadınların hormon salgılamasına im­kân vermek üzere hiç olmazsa bir yumur­talığı yerinde bırakmak doğrudur. Uterusun ve bir överin çıkarılması hastanın bir daha çocuk doğuramamasına ve âdet gör­memesine neden olmakla beraber kadınlı­ğın kaybolmasına yani cinsel arzusunun ölmesine sebep olmaz. Ancak her iki öve­rin birden çıkarılması sonucu hasta hem kısırlaşır hem de östrojen hormonunun ya­pımı ortadan kalkar ve operative menopoz denen bir durum meydana gelir. Bazı selim vakalarda ve uygun şartlarda vaginal yol­dan da rahim çıkarılabilir ki bu yönteme de vaginal histerektomi denir. Kanser sebebiyle yapılan histerektomi ameliyatlarında hastalığın yayılmış olabile­ceği lenf bezlerini de çıkarmak amacıyla (tubalar, överler, geniş bağlar, vaginanın üst kısmı vb.) daha geniş ve köklü bir çı­karma işlemi yani Werthei



Oksitosin (Doğumu Başlatmak İçin Kullanılan Bir İlaç)

10 Nis, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-O

Hipofiz bezinin arka lobundan salgılanan hormonlardan biri oksitosin, diğeri vasopressin adını alır. Antidiüretik hormon (ADH) adı da verilen vasopressin’in eksikliğinde şekersiz diyabet hastalığı meydana gel­mektedir. Oksitosin hormonunun ise rahim adalesini kontraksiyona sevkedici yani çalıştırıcı bir etkisi vardır. Bu tesirini organizmadaki östrojen ve progesteron hormonlarının belirli bir oranda varlığına bağlı olarak göster­mektedir. Oksitosin hayvanların hipofizlerinden ha­zırlandığı gibi (postiutrin) sentetik olarak da elde edilmektedir. Doğum ağrılarını uyandırmak yani ağrı kü­rü yapmak için oksitosin en etkili bir ilaç­tır. Ayrıca uterus kanamalarını durdurmak için de kullanılır. Oksitosin miktarı VVögtlin ünitesi ile ölçü­lür. Ülkemizde (Synpitan), (Orasthin), (Postuitrin-N) adı ile satılan oksitosin preparatları doğum hekimleri tarafından çok kullanılır.



Mol Gebeliği

1 Nis, 2008 Kadın Sağlığı

Gebeliğin ilk aylarında görülen bir plasen­ta hastalığıdır (Trofoblastık hastalık) villuslarda damar gelişimi başlamaz. Embri­yon taslağı olur ve mol tarafından yok edilir. Mol gebeliği adı verilen bu değiş­meler, düşüklerin yarısına yakın bir bölümünü kapsar. Trofobiastlar gelişmesini durduramazsa daha ilerde Mol hydatıform gelişir. Bunun diğer mollerden farkı hücrelerin hormon salgılamaya devam etmesidir. Bu nedenle yapılan gebelik testleri, kuvvetli pozitif ne­tice verir. Villuslar, saydam, parlak ve çe­şitli büyüklükte üzüm salkımı tanelerini an­dırırlar. Adet gecikmelerinden bir müddet sonra gebelik belirtilerinin yanında hafif kanama, kırlı esmer bir akıntı ve kramp şeklinde ağrılardan şikâyet vardır. Yumurtalıklarda ıkı taraflı kistler yapar. Gebelik, ayına uy; mayacak şekilde buyuk olup, çocuk ki pırtıları ve kalp sesleri alınamaz.

Mol gebeliği vakalarında rahimin mutlaka boşaltılması gerekir. İlk zamanlarda fark edilirse vagınal yoldan, gecikirse ameliyat ile karından rahim boşaltılır. Aksi halde kanserleşme ihtimali vardır. Korionepitelyomaya dönüşebilir. Eğer hasta yaşlı ise ve daha çocuk istemiyorsa rahmin alınma­sında fayda vardır.



Menopoz

31 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Kadınların yaş dönemi denilen menopoz, genellikle 45-47 yaşları arasında âdetten kesilme ile başlayan bir devredir. Çeşitli organik ve psikolojik belirtilere ek olarak üreme kabiliyeti ile birlikte cinsi cazibenin ve kadınlığın da kaybolacağı korkusu ka­dınları çok huzursuz etmektedir. Aslında yumurtalıkların hormonal faaliyeti henüz devam etmekte ancak kanama olmamak­tadır. Menopoz devresinde kadının çocuk yap­ma yeteneği yok olduğu halde cinsel istek (libido) ve aktivite henüz azalmamıştır. Hatta bazı kadınlarda artmış bile olabilir. Menopoza giren kadınların çoğunda mevcut şikayet ateş basması (hot flash) ve fazla terlemedir. Damarlardaki bu vazomotor bozukluk östrojen eksikliğine bağlıdır. Herhangi bir nedenle genç yaşta yumurta­lıkları ameliyatla alınan veya derin ışın te­davisi (x-Ray) gören kadınlarda da bu şi­kâyetler hemen başlamaktadır. Bu durum­da cerrahi menopoz veya radyasyon me­nopozu söz konusu olmaktadır. Menopozdaki kadınlar yorgunluktan, baş ağrısı ve baş dönmesinden uykusuzluktan, çarpıntıdan şikâyet ederler. Bazıları sinirli frijit ve melankolik olurlar. Hormonal de­ğişikliğe bağlı olarak kemiklerde kalsiyum ve fosfor azalmış, osteoporosis meydana gelmiş olabilir. Eklemlerdeki romatizmal ağrıların sebebi çok kere osteoporoz de­nen kemik erimeleridir. Ancak bu şikâyet­lerin çoğu menopozdan sonra organik de­ğişmelerin arttığı klimakteryum devresin­de ortaya çıkmaktadır. Menopoz şikâyetlerinin çoğu ufak dozda östrojen hormonu veya sedatif denen sa­kinleştirici ilaç almakla geçiştirilebilir. Me­nopoz yerleştikten yani adet kanaması tam olarak kesildikten sonra meydana ge­lecek bir kanama herhangibir hastalığın belirtisi olabileceğinden ihmal edilmeden hemen bir doktora gidilmelidir. Menopozdan sonra vajina epiteli incelir ve yer yer dökülür yani atrofiye uğrar. Vaginadan alınan yayma preparatta yani smear’de atrofik hücreler görülür.



Lohusalık

22 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-L

Doğumdan sonra başlayan ve gebe kadı­nın her bakımdan normal durumuna dönebilmesi için geçen 6 - 8 haftalık devreye lohusalık (puerperium), gebe kadına da lohusa adı verilir. Lohusalık döneminin di­ğer bir özelliği de anne olan kadının me­melerinden süt gelmeye başlaması yani laktasyon devresinin başlamasıdır. Anne­nin hipofizinden salgılanan bir hormon olan prolaktin’in, süt gelmesinde rolü bü­yüktür.

Doğumdan hemen sonra göbek hizasında 4 aylık gebelik büyüklüğünde (1000 gr. ağırlıkta) kalan uterus her gün biraz daha küçülerek ancak 6 hafta sonra gebelikten önceki ağırlığına (60 - 70 gr.) döner. Bu gerilemenin yani involusyonun tamamlan­masıyla lohusanın da halk deyimiyle 4O’ı çıkmış olacaktır. Ancak bundan sonra nor­mal hormonal faaliyet sonucu lohusa âdet görmeye başlayacaktır. Çocuklarını emzi­ren annelerin bir bölümünde 40 gün ta­mamlandığı halde bazen âdet kanaması görülmeyebilir. Bu şekilde âdet görmeme­ye laktasyon amenoresi denir. Halk ara­sında süt koruması denen yanlış bir inanış vardır. Adet görülmeyen dönemde hamile kalınmayacağı sanılır ama bu doğru değildir.

Doğumdan hemen sonra başlayan lohu­salık devresinde rahim içinden gelen koyu kanlı akıntı yani loşi zamanla açılır,önce sarı ve sonra beyaz renk alarak dört haf­ta kadar devam eder. Kollumun açık oldu­ğu bu devrede mikropların bulaşması ve­ya loşinin iyi akmayıp içerde birikmesi so­nucu ateş çıkabilir. Lohusa humması de­nen bu enfeksiyon, temizliğe dikkat edilmeden yapılan doğumlarda çok görülür. Tedavi için antibiotikler ve uterusu sıkış­tıran Methergin gibi ilaçlar kullanılmakta­dır.



Kürtaj

20 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kendiliğinden meydana gelen düşüklerden sonra veya tıbbi zorunluluk sonucu bir ge­beliğe son vermek amacıyla yapılan ope­rasyonlara kürtaj adı verilir. Bu operasyonda önce rahim ağzı geniş­letilmekte yani dilate edilmekte sonra de­ğişik büyüklükte küretler kullanılarak ra­him içi boşaltılmakta ve kazınmakta yani kürtaj (curretage) yapılmaktadır. Rahim içine kanül şeklinde ince tüpler so­karak ve vakum temin ederek içerdekileri emmek (aspirasyon kürtajı) yöntemi de bazı vakalarda kullanılmaktadır. Ayrıca rahim içinden teşhis amacıyla par­ça almaya da endometrial biopsi veya probe kürtaj denilmektedir. Eskiden kürtaj operasyonunun gebe kadı­nın sağlığı açısından tehlikeli olduğu dü­şünülürdü. Oysa günümüzde uzmanlar ta­rafından gerekli koşullar altında yapılması halinde doğumdan bile daha az tehlikeli olduğu kabul edilmektedir. Gebelik ayı ilerledikçe kürtajın tehlikesi artar. Gebe­liğin kadının sağlığını tehdit ettiği durum­larda (kalp akciğer ve böbrek hastalığı, rahim kanseri vb.) veya doğacak çocuğun tehlikeli fiziksel veya akli bozukluklarla karşılaşacağı durumlarda (gebeliğin ilk haftalarında bazı ilaçların bilinmeden alınması, ışın tedavisi görmüş olmak veya rahim içi araca rağmen gebe kalmış olmak vb.) doktor raporu ile tıbbi tahliyeye yani çocuğun alınmasına karar verilebilir. Gü­nümüzde birçok ülkeler” kürtajı bazı şart­lar altında kanunen serbest bırakmış bu­lunmaktadır. Kürtaj operasyonunda önce rahim ağzı (kollum) genişletilir. Aspirasyon kuretaj aletiyle plasenta hücreleri emilir. Daha sonra kuret denilen aletle kalan parçalar kazınır.



Kozmetikler

18 Mar, 2008 Estetik ve Güzellik, Kadın Sağlığı

Güzel görünmek için deri, saç ve yüze tat­bik edilen maddelere kozmetik adı verilir İlk olarak 4000 yıl önce Mısırlı kadınlar ta­rafından kullanılmaya başland’ğı sanılan bu maddeler, Romalılarda da yaygın olarak kullanılmıştır. Bugün ise daha çok kadın­lar tarafından uygulanmaktadır. Kozmetik­lerin başlıcaları, yüz pudrası, krem, ruj, losyon şeklinde kullanılmaktadır. İçerisinde, talk, kireç, kaolin, magnezyum, karbonat, bizmut, nitrat ve çinko oksit gibi maddeler bulunan yuz pudralan ve dudak boyası olarak kullanılan rujlar deri üzerin­deki hava deliklerini kaparlar. Böylece de­rinin rahat hava almasını engelleyerek er­kenden kırışmasına neden olurlar. Diğer bir tehlike ise bunlara karşı gelişen aler­jidir. Alerjik kişilerde pudra aksırığa, deri döküntülerine, göz iltihaplarına, astım ve saman nezlesine neden olabilir. Kremler ve losyonlar kozmetik olarak günümüzde hem kadın hem de erkekler tarafından kullanıl­maktadırlar. Temel maddeleri yağ, balmu­mu, boraks, lanolin ve alkol olan bu krem­ler tehlikeli kurşun ve cıva tuzları içerebi­lirler. Bu gibi kremler deriyi besleyici ve dokuyu tamir edici olarak kullanılamazlar. Kremlere konduğu söylenen vitaminler-faydalariin de deriye faydası yoktur.

Çunku derinin kırışması, derialtı dokusunun esnekliğini kaybetmesine bağlıdır. An­cak gıda ile alınan besinler kan dolaşımı ile gelerek beslerler. Bu nedenle uygulana­cak en iyi yöntem, deri temizliğine ve gıda düzenine dikkat etmektir. Aksi halde krem­ler ile deri bakımı yapılması hatalı bir iş­lemdir. Gliserinli deri kremleri, deriyi yumuşattık­ları için kuru ciltlerde uygulanabilir. Masaj yapmak için oldukça faydalıdırlar. Tüm bunların yanında östrojen içeren hor­monlu kremler de bulunmaktadır. Fakat diğer kremlerden daha iyi olmayan bu maddeler, âdet bozukluğuna kadar giden yan etkiler yaparlar.

Birçok hayvanda denenerek zararları araştınlan bu kozmetikleri kullanmadan evvel kişiye göre kontrol etmek gerekir. Yanı ki­şi bir kozmetiği kullanacak ise önce deriye uygulamalı, 24 saat sonra herhangi bir etki ya da alerji görülmediği takdirde kul­lanmaya devam etmelidir.

Kadınlar, kullandıkları kozmetiklerin, deriye zarar verebileceğini düşünmelidirler.



Kollum

12 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kadın cinsiyet organına rahim denir. Döl yatağının giriş ya da ağız kısmına kollum (collum) denir. Birleşme organı sa­yılan vajenin içinde bulunur Yaklaşık 5 cm. boyunda ve 2,5 cm. eninde, ortasında kanal deliği bulunan küçük bir silindir şeklinde olup vajinanın dip kıs­mında yerleşmiştir. Erkek tarafından bo­şalmayı takiben spermler, kollum kanalı boyunca ilerleyerek rahim içine, oradan Fallop tüplerine (tuba uterine) gelir ve karşılaştığı yerde yumurtayı döller. Gebe­lik müddetince kollum kanalı, mikropların rahme girmesini önlemek amacıyla koyu kıvamdaki mukus tıkacı iîe sıkıca kapa­lıdır. Doğum başlarken bu tıkaç değişim gösterir ve doğumun başlama belirtisi ola­rak kanlı bir akıntı halini alır. Halk arasın­da bu olaya nişan bozulması adı verilir. Normalde bir kurşunkalem inceliğinde olan kollum, çocuğun geçebilmesi için doğum esnasında derece derece genişler ve ge­rilir. Açılma (Dilatasyon) olarak bilinen bu durum doğum sancıları eşliğinde seyre­der. Doğumdan sonra kollum hızla dara­lır ve eski boyutlarına döner.

Kollum, kadın vücudunun en önemli bö­lümlerinden biridir. Yaralanmasına erezyon iltihaplanmasına kolpit denir. Kollu­mun kanseri de sık görülen hastalıklar­dandır. Kadınların bu küçük ve önemli organı spekulum adı verilen, basit, küçük bir araç yardımıyla doktor tarafından ko­layca açık ve berrak bir şekilde görülerek incelenebilir. Böylece kollum kanserinin erkenden teşhis edilebilmesi mümkündür.

Kollumdaki salgı bezlerinin ınfeksiyonuna en sık doğumdan ve düşükten sonra rast­lanır. Akıntının artması ve özellikle cinsel temastan sonra, kan sızıntısı şeklinde be­lirti veren bu infeksiyonlar, lokal olarak’va-ginal krem ve fitiller veya genel antibiyo­tik uygulamaları ile tedavi edilirler. Bazen kollum ileri derecede ınfekte olur. O tak­dirde cerrahi tedavi veya koterızasyon uy­gulanır, Koterizasyon, infekte olmuş doku­nun, kimyasal maddeler veya elektrik akı­mı ile yakılması işlemidir



Kızlık Zarı

11 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kızların cinsiyet organının girişini kısmi olarak örten zara, kızlık zarı (hymen) de­nir. Vaginanın dışarıya açıldığı yerde bir membran şeklinde bulunur. Kızlık zarının sağlam yani intakt bulunması, bakireliğin bir işareti olarak düşünülmesine rağmen, bu zar tam olarak bulunmayabilir veya güçlü bir sürtünmeyle, aşırı gerilmeyle yırtılabilir. Kızlık zarının anatomik yapıları değişik olabilir. En çok görülenler halka şeklinde (annuler) veya delikli (cribriformis) olan­lardır. Tamamen kapalı kızlık zarı (imper-fore hymen) adet kanının dışarıya akması­na engel olduğundan, zamanla içerde bi­rikmesine, hematokolpos ve hematometra denen durumların meydana gelmesine ne­den olabilir.



Kısırlık

7 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Döl verme yani çocuk yapma yeteneğinin olmayışına kısırlık veya sterilite, bu gibi kimselere de kısır veya interfil denir Bü­tün memelilerde olduğu gibi insanda da cinsiyet özelliği iki ayrı bireyde yani erkek ve kadında gamet denilen cinsiyet hucrelerinde toplanmıştır. Bu hücreler kadında yumurtalıklarda (över) erkekte ise husye­lerde (testıs) yapılmaktadır. Ancak bu ıkı tip cinsiyet hücresinin veya tohumunun birleşmesi yeni bir insan yavrusunu mey­dana getirebilmektedir. Çocuk yapmak istedıklerı ve hiçbir korunma önlemi alma­dıkları halde normal evliliklerini yaşayan çiftlerin ıkı sene içinde çocukları olma­dığında eşlerden birinde veya her ikisinde birden kısırlık olabileceği düşünülmekte­dir Memleketimizde bu ölçülere göre kısırlık oranı ortalama %12-15 civarında bulunmaktadır. Evlendiklerinden beri hiç çocuğu olma­yanların kısırlık durumuna prımer sterılıte, bir veya daha fazla çocuğa sahip olduk­tan sonra, istediği halde tekrar çocukları olmayanların durumuna ise sekonder ste­rılıte denir. Kısırlık erkeklerde sanıldığından daha az değildir. Araştırılması kolay olduğundan doktora başvuran evli çiftlerde kısırlık muayenelerine önce erkeklerden başla­mak doğrudur.

Kısırlık sebepleri genital organ hastalık­larından, hormonal sebeplerden ve yumur­tanın yani tohumun bozukluğundan veya hiç olmayışından kaynaklanabilir. Kısırlık sorununda cinsel birleşme yani koitus şekilleri, zamanı ve cinsiyet organ­larının anatomik ve fizyolojik durumları da dikkate alınması gereken faktörlerdir. Yumurtlama (ovulasyon) zamanına rastla­mayan birleşmelerin veya içinde tohum hücreleri bulunmayan erkek menisinin fiz­yolojik olarak verimli olamayacağı açıktır. Aynı şekilde ovulasyonsuz âdet gören bir kadının (anovulatuvar siklüs) da çocuğu­nun olması beklenemez.

Kadınlarda yumurtlamanın mevcut olup olmadığını ve buna bağlı olarak endomet-riumunda hormonal değişmelerin meyda­na gelip gelmediğini anlamak için probe kürtaj, bazal temperatür grafiği, vaginal smear gibi birçok yöntemler kullanılmak tadır. Ayrıoa idrarla yapılacak hormon analizleri de ovulasyon zamanını tayin edebilmektedir. Rahim ağzında bulunan ve servikal müküs denen tıkacın hormonal ve biyolojik yapısı da kısırlık sorununda önemlidir. Cinsel temastan sonra yapılan bazı mua­yenelerde (post-koital test) bu tıkacın spermlerin rahim içine girmesine yardımcı olup olmadığı da araştırılır. Kısırlık sebeplerinden biri de geçirilmiş bir hastalık (kabakulak, tüberküloz, salpenjit, peritonit v.b.) nedeniyle yumurtalık yolla­rının yani tubaların tıkanmış olmasıdır.

Bunu anlamak için vaginadan rahim içine şırınga edilen rudyoopak madde ile uterusun ve tubaların röntgen filmini çekmek yani histerosalpengografi yapmak gerek­lidir. Son zamanlarda karın içindeki or­ganları, yumurtalıkları, tubaları ve diğer oluşumları görmek için endoskopik yön­temler geliştirilmiştir. Yumurtalıkların bü­yük ve kistik bir durum alması, az âdet görme (oligomenore veya amenore) ve kıllanma (hirsutismus) gibi belirtilerle ta­rif edilen Stein-Leventhal sendromunda da kısırlık görülmektedir.

Erkeklerin geçirdiği bazı hastalıklar (tü­berküloz, orşit, varikosel v.b.) sonucu kı­sır kalmış olmaları mümkündür. Erkekle­rin bir boşalımda çıkardıkları meninin laboratuvar tetkiki ile elde edilen değerlen­dirmeye spermogram denir. Kısırlık bakı­mından erkek spermlerinin sayısı, hare­ketliliği ve şekilleri önemli olduğu gibi, cinsiyet organının da cinsel birleşmeyi sürdürecek yetenekte olması yani sert­leşmesi (ereksiyon) gereklidir. İktidarsız­lık (impotans) erkeklerde başlıca kısırlık sebebidir. Bu gibi vakalarda kocanın sper­minin anneye verilmesi demek olan artifisiyel inseminasyon yöntemine başvuru­labilir. Sperm sayısı az olan oligospermi vakaları bazı hormonlarla tedavi edile­bilirler. Kadınlarda kısırlığın tedavisi için önce her yönden araştırma yapılıp asıl sebebin bulunmaya çalışılması gerekir. Bu tetkik­ler arasında beyin grafısi, probe kürtaj hısterosalpengografi, hormon analizleri v.b. sayılabilir. Ovulasyon görülmeyen va­kalarda ovulasyonu uyarıcı ilaçlar (Klomifem, Fertodur, Sitimovul v.b.) kullanılır. Yumurtalık yollarının tıkalı olduğu vaka­larda tubaları açmak için hidro tubasyon yapılabilir. Yani uterus içine kollumdan ilaçlı su sıkarak basınç ile tıkanıklığın açıl­ması sağlanabilir. Ayrıca Steın-Leventhal sendromunda över rezeksiyonu ameliyat, tuba tıkanıklıkların­da tuba plastiği ameliyatları (salpingolizis, anastomoz, komual emplantasyon vb. yapılabilir.



Kıllanma İle İlgili Bilgi

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Vücutta kıl fazlalığına hipertrikoz (Hypert-richosis) adı verilir. Fazla kıllılık erkekler için çoğunlukla dert değildir, fakat bir ka­dın için ciddi bir sorun olabilir. Kadınların özellikle alt ve üst çenelerindeki fazla kıl çıkmasının iç salgı bezleriyle ilgili olduğu bilinmektedir. Bezlerin aşırı çalışması kıl­ların aşırı büyümesine yol açabilir. Kadın­larda kılların aşırı büyümesi, menopozu geçtikten sonra olur. Aşırı kıllılığın gideril­mesinde 3 farklı yol bilinmektedir. En gü­venlisi ve genellikle en çok önerileni elek­trik iğnesi kullanılarak yapılan epilasyon-dur. Bu yöntem hem doktor hem de tedavi altındaki kadın için sabır ister. Epilasyon iğnesi kıl köküne sokulur ve kısa bir an için hafif akım verilir. Bir tedavide yalnız 10-15 kıl giderilebilir. Üst dudakta 1200-1500 kılolabileceğinden çok zaman gerekir. En iyi operatörlerin yaptığı epilasyonda bile kıl­ların % 10-50'ye kadar değişen bir miktarı (kıl bezlerini tahrip etmekte kullanılan âkı­mın etkinliğine bağlı olarak) yeniden çıkar.

Aşırı kıllanmanın röntgen ışınları ile gide­rilmesinin tehlikeleri vardır. Sonuçları be­lirsiz ve tehlikesi çok büyük olan bu yön­tem istisnai durumlar dışında kullanılma­malıdır. Kılları yok edecek kadar x ışını do­zu aynı zamanda ciltte kalıcı yaralara yol açabilir.

Aşırı kıilanmadan kurtulmanın geçici çare­leri ise tıraş etmek, sünger taşı ile ovuş­turmak, tüy döküoü merhem kullanmak, ağda yapmak ve diğer yöntemlerdir. Hid­rojen peroksit de bazen tüyleri ağartmak için kullanılır.



Kadınlık Devreleri

2 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kadınların hayat dönemi genellikle 5 dev­reye ayrılabilir. Bunlara, çocukluk, puberte, cinsel olgunluk, klimakteryum ve ihti­yarlık devreleri denir.

1 — Çocukluk devresi: Genellikle doğuş­tan itibaren 10 yıllık bir devreyi kaplar. Bu dönemde kız ve erkek çocukların önemli ayrımları yoktur. 9 yaşından sonra değişiklikler başlar.

2 — Puberte devresi: Çocukluğun sona ermesi ile cinsel olgunluğun başlamasına kadar 10-16 yaş arasında sürer. Bu devrede göğüs teşekkülü, hormonların faali­yete geçişinin ilk belirtisidir. Vücudun bazı bölümlerinde kıllanma başlar. Âdet kana­maları bu devrede görülür. İlk zamanlar az ve seyrektir, birkaç ay veya yıl sonra, nor­mal durumunu alır.

3 — Cinsel erginlik devresi: Bu devre ka­dının bedenen ve hormonal yapı olarak en olgun hali olup aşağı yukarı otuz yıl kadar sürer. Bu süre içinde evlenme, ge­belik, doğum, loğusalık ve emzirme gibi kadınlık ve anneliğe has olaylar cereyan eder. Annenin zamanının büyük kısmı ço­cuklarını yetiştirmekle geçer.

4 — Klimakteryum devresi: Cinsel olgun­luk döneminin sona ermesi ile ihtiyarlık halinin başlaması arasındaki devredir. Bu zamanda menopoz dediğimiz durum âdet kesilmesi ile başlar. Bu, kadınlar için en önemli bir olaydır. Âdet kesiminden sonra ekseri kimselerde ruhsal ve bedensel de­ğişiklikler (Asabiyet, sıkıntı, şişmanlama v.s.) görüldüğü gibi kadınlar gebe kalma ve doğurma olanaklarından uzaklaşırlar. Birçoklarının yanlış olarak bildikleri gibi seks hayatının sona ermesi söz konusu değildir. Aksine çocuk olma korkusunun ortadan kalkmasıyla daha rahat ve kuşku suz bir seks döneminin başlamış olması mümkündür.

5 — İhtiyarlık devresi (Senium); Bu devT renin başlamasında kesin bir sınır yoktur. Kendisine özen gösteren kadınlar bu za­mana çok geç girerler. Fakat 60 yaşın­dan sonraki döneme genellikle bu ad ve­rilir. Adından da anlaşıldığı gibi organiz­manın hemen her bölgesinde gerileme olayları başlar. Bununla beraber bu dev­reyi son zamanlarda çıkan çeşitli ilaçlar­la bertaraf etmek ya da çökmeden geçir­mek mümkün olmaktadır. Yalnız bu tür ilaçları bir doktora danışmadan kullanma­nın bazen yarar yerine zararlar doğurabi­leceğini de akıldan çıkarmamak gerekir.



Histeri

29 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Histeri ilk defa Hipokrat tarafından orta­ya atılmış ve kadınlarda daha çok meyda­na geldiği için döl yatağı ile ilgili görülen bazı ruhsal ve fiziksel değişmeleri ifade etmek için kullanılmıştır. Histeri Yunanca rahim yani dölyatağı anlamına gelmek­tedir. Freud ise histerinin sebebinin rahim olmadığını, akli sorunlar olduğunu düşün­müş ve o zamandan beri ancak belli bir tip insanı tanımlamak için histerik deyimi kullanılmıştır. Üzerinde çok tartışılan ve çok belirsiz bir kavram olması nedeniyle artık psikiyatride ender olarak kullanılmak­tadır.

Histeride bellek, biline, zekâ, hareket ve algı bozuklukları cok çeşitlidir. Kişisel olaylara ilişkin olarak yarım hatırlama (am­nezi) veya kimliğini unutma, evden veya iş­ten ayrılıp bilinçsiz olarak dolaşma (füg), kaslarda paralizi, kısmen yürüyememe, tremor, konuşamama (disfoni) gibi hareket bozukluğu, genellikle deride duyu kaybı veya körlük ve sağırlık gibi algı bozukluk­ları histeride görülen belirtilerdir.

Dikkat çekme isteği, canlılık, egoistlik, ba­ğımlılık ve aşırı duygusal tepki eğilimi gi­bi karakter özellikleri histerik tiplerde çok görülür.



Göbek ve Göbek Kordonu

25 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G, Çocuk Sağlığı

Karnın ortasında derinin daire biçiminde çukurlaştığı bölgeye göbek (umblikus) adı verilir. Doğumdan evvel bebeklerin anne ile olan bağlantılarını sağlayan göbek kor­donu bu noktada çocuk ile bağlıdır ve do­ğumda kesilir.

Kordonun bebek tarafında kalan ucu ebe tarafından bağlanır ve temiz bir gazbezi ile kapatılır. 4-5 gün içinde düşen göbek kordonu geride bazen çukur, bazen kaba­rıkça deri kıvrıntısından oluşan bir iz bıra­kır ki buna göbek denir. Çocuk ile plasenta dolaşımı arasındaki bağlılığı sağlayan göbek kordonu 50-60 cm. uzunluğunda, 1,5-2 cm. kalınlığındadır. Da­ha kısa veya uzun olduğunda doğum esna­sında plastanın erken ayrılması veya kor­donun çocuğun boynuna dolanması gibi komplikasyonlara neden olabilir. Kan uyuşmazlığı olaylarında, doğum esna­sında kordon uzun kesilir ve alınan bir mik­tar kordon kanı muayene edilir. Çocuğun kanının değiştirilmesini gerektiren durum­larda kordon içindeki damarlardan çocuğa kan verilir.

Plasentadan çocuğun göbeğine kadar uza­nan kordon içinde iki atardamar ve bir ta­ne toplardamar wharton peltesi denen bir doku içinde spiral şeklinde kıvrmtılı olarak seyreder. Bu damarlar göbekten fetüsün karnına girdikten sonra kasık atardama­rına ve karaciğere yani fetüsün kan dola­şımına bağlanırlar. Karaciğere giden da­mara ductus venosus adı verilir. Doğum­dan sonra kordon kesilince bu damarlar dumura uğrar, çocuğun kan dolaşımı, pla­senta dolaşımından bağımsız olarak de­vam eder.



Genital Bölgedeki Siğiller

12 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Özellikle kadınlarda vulva ve anüs bölge­sinde derinin siğil şeklindeki ufak et ben­lerine genel olarak kondilom adı verilir

Birkaç çeşit kondilom tarif edilmiştir Vi­rüslerin neden olduğu saplı veya sapsız karnabahar görünüşündeki muhtelif ben­lere kondilomo akuminata (condyloma ao auminata) denir. Tedavisi podofilm denen bir ilaçla veya elektrokoterle çıkarmak su­retiyle yapılır. Daha büyük ve birkaç gö­bekli kandilomlara molloscum contagiosum denir ve aynı şekilde tedavi edilirler. Frengi hastalığının ikinci devresinde ge­nital bölgede görülen geniş et benlerine ise kondiloma lata (Condyloma lata) adı verilmektedir. Sifilis belirtisi olarak önem verilir ve sifilis tedavisi uygulanır



Gebelik ve Doğum Öncesi Bakım

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

Gebelik, çocuğun ana rahmine düşüşün­den doğuma kadar süren ve genellikle 280 günde tamamlanan duruma denir. Bu süre içinde anne adayının vücudunda, cinsel organlarda ve öbür sistemlerde birçok de­ğişiklikler olur. Rahim büyür, genişler. Göğüsler genellikle ikinci ayda büyümeye başlar ama ilk gebeliğini yaşayan kadın­larda büyüme ikinci ya da üçüncü haftada olur. Göğüslerde duyarlılık ve dolgunluk hissedilir. Göğüs uçlarının büyüdüğü, ren­ginin koyulaştığı görülür. Bir kadının gebe olduğunu anlamasını sağlayacak bazı belirtiler vardır. Düzenli adet gören bir kadında âdetin ortadan kalkması, genellikle gebe olduğunun ilk belirtisidir. Bir kadının, gebe kaldıktan sonra bir veya iki kez kanama geçirdiği durumlar da vardır. Miktarı normalden az ve süresi kısa olan bu kanamaya halk de­yimiyle üstüne âdet görme denir. Bazı ka­dınlarda, özellikle sabahları halsizlik, bu­lantı ve kusma olabilir. Bunlar genellikle ikinci ayda belirir ve dördüncü ayın sonu­na doğru ortadan kalkar. Bu belirtilerin ortaya çıkışları, şiddetleri her gebede farklı olabilir. Bazı kadınlar gündüzleri daha rahat, geceleri ise rahatsız olabilirler. Gebelik döneminde çoğu kadının duygu­sallığı artar. Hırçınlık, terslik, alınganlık ve buhran görülebilir. Bazı kadınlar da aksi­ne, kendilerini çok neşeli hissederler. Bazı yiyecek maddelerine karşı duyulan aşırı istek (aş erme) ve günlük alışkanlıkların­da görülen değişiklikler, kadının duygusal değişikliklerinin açığa vuruluş şeklidir. Anne adayı, 12 ile 14 haftalık gebe durumuna geldiğinde karnı büyümeye başlar. 16. haftanın sonunda, bu durumu kendisi fark eder ama çevresindekiler bunu daha bir ay kadar anlayamazlar. İçinde büyüyen yav­ruya yani fetüse yer açmak için rahim genişlemeye devam eder. 16 ile 18. hafta ara­sında anne adayı karnında “canlanma” adı verilen zayıf kıpırtılar hisseder. Bu be­lirti kesin değildir. Çünkü karnın içinde, çocuk hareketine benzeyen başka hare­ketler de olabilir. Gebe olmayı arzu eden kadınlar, çoğunlukla karınlarında kıpırtı­lar hissettiklerini düşlerler. Bu durumda ise umma gebelikten söz edilir. Bazı gebelik belirtileri çok kesindir, kuş­kuya yer bırakmaz. Bunlardan birincisi röntgen filmidir ki çocuğun varlığını gös­terir. Bir başkası da, 18 ile 20. hafta ara­sında duyulabilecek çocuk kalp atışları­dır. Laboratuar testlerinden tavşan testleri (Asoheim-Zondek), kurbağa testleri (Galli-Mainini) gebeliğin saptanmasında çok gü­venilir yöntemlerdir. Ama bu testler çok pahalı ve zaman alıcı olduğundan günü­müzde daha basit testler uygulanmaktadır. Plano test ile gebelik 2 dakika gibi kısa zamanda saptanabilmektedir. Ancak bu laboratuvar testleri kesin değildir. Gebelik saptandıktan sonra, anne adayı doktorla doğum öncesi bakım konusunda konuş­malıdır, çünkü gebelik döneminde anne­nin sağlığı mümkün olduğu kadar iyi ol­malıdır. Anne adayının herhGngi bir rahatsızfığı ve geçirdiği hastalıklar, ileride an­nenin ve çocuğun sağlığı açısından, önce­den doktor tarafından bilinmelidir. Eğer anne şeker hastası ya da kalp hastası ise, doğum öncesi bakımın önemi büyüktür. Anne adayı normal olarak her ay doktora gitmelidir. Gebeliğin 7. ayından sonra ise daha sık, 15 günde bir doktora görünme­lidir. Bu ziyaretlerde doktor, anneyi bütü­nüyle muayene eder. Kan basıncını ölçer ve idrar tahlili yapar. Doğumla doğrudan ilgili organlarda, pelvis çaplarında gerekli ölçmeleri yapar ve annenin normal doğum yapıp yapamayacağını önceden belirler. Kan muayeneleri ile ABO ve Rh. sistemi­ne göre annenin kan grubunu tayin eder. Eğer anne ile babanın kan grupları arasın­da uyuşmazlık varsa bebek eritroblastosis fetalis denen bir hastalığa yakalanmış ola­rak doğabilir. Bu durum’ gebeliğin son ay­larında yapılacak testlerle (indirekt Coombs testi) önceden belirlenebilir ve çocuk do­ğar doğmaz gereken yardım yapılabilir.

Bazı olaylarda çocuğun kanı değiştirilir. Buna kan değişimi (exchange transfusion) denir.

Eğer anne normalde olduğu gibi bebeğini emzirecekse doktorun meme bakımı hak­kında, anneye öğütler vermesi gereklidir.

Her ziyarette doktor anne adayına bazı belirtiler hakkında sorular sorar. Gebenin kusmaları, baş ağrıları, vajinadan su veya kan gelmesi, ellerin ayakların şişmesi, bu­lanık görme, karın ağrıları, bayılma nö­betleri, idrarın azalması ve çok kilo al­mak gibi şikâyetleri doktor tarafından de­ğerlendirilir. Gereken önlemler alınabilir.



Gebelikte Beslenme

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G, Sağlıklı Beslenme, Çocuk Sağlığı

Annenin beslenmesi yetersizse, çocuğun büyümesi için gerekil olan besin, annenin dokuları ve organları tarafından karşılanamaz. Annenin gıdası büyüyen çocuğun gereksinimlerine göre düzenlenmelidir. Anne için yararlı genel şudur: Her zaman yediği besinleri yemelidir ama buna ek olarak yeterli süt ve eskisinden daha fazla meyve ve sebze yemelidir. Aldığı vitaminler-faydalarie, kalsiyum, demir, iyot gibi mineral tuzlara dikkat etmelidir. Süt ve süt ürünleri gerekli kal­siyumu karşılar ama bazen ek olarak kal­siyum vermek gerekebilir.

Demir, alyuvarların oluşması için zorunlu­dur. Çoğu bebeğin kansız doğması, gebe annelerin diyetinde demirin az olduğunu ortaya koymaktadır. Anne adayları, için­de demir bulunan yiyeceklerden fazla milktarda yemeli ve eğer gerekirse doktorum önerdiği miktarda ek olarak demir preparatları almalıdırlar: Mineral tuzlar içinde iyotun önemi büyük­tür. Eğer yeterli iyot alınmazsa, bu hem annenin hem de doğacak bebeğin tiroid bezini etkiler. Annenin bu dönemde daha çok proteine ihtiyacı vardır. İçinde, tiamin, riboflavin, niasin gibi vitaminler-faydalarii de bulunduran et, balık, kümes hayvanları ve yumurta önemli birer protein kaynağıdırlar. Yağlar kısmen tereyağı, krema ve peynir şeklinde diyette yer almalıdır. Gebenin A vitamini ihtiyacı bu gıdalarla karşılanabilir. Şeker, baklagiller, ekmek ve patates enerji sağlamak için gereklidir. Fakat yağlar, şe­ker ve nişasta çok miktarda kalori içerdiğinden ve gebeyi şişmanlattığından faz­la yenmemelidir. Kızartma ve yağlı yiye­ceklerden, ağır soslardan mayonezler, pastalar ve tatlılardan kaçınılmalıdır. A ve D vitamini taşıyan balıkyağı alınmalı­dır. Taze sebze ve meyveler, özellikle tu­runçgiller ve domates A, B, C vitaminler-faydalarii içerir. Sigara günde beş veya altı tane içilebilir, ama alkol alınmamalıdır. Son araştırma­lar sigara içen annelerin bebeklerinin nor­malden daha ufak geliştiğini göstermiştir. Eğer uykusuzluk yapmıyorsa gebelik dö­neminde çay ve kahve içmeye devam edi­lebilir. Gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkan bulan­tı ve kusmalar üç öğün yemek yerine iki buçuk saat ara ile sık yemek sayesinde önlenebilir. B,, vitamini bulunduran bazı ilaçlar (Adervit, Benexol v.b.) antiemettk denilen ilaçlar (Emedur, Postadoxin) sü­rekli bulantıyı önleyebilir. Gebeler özellikle doğuma yakın aylarda rahat giysiler giymelidir. Kan damarlarını sıkan ve varise yol açan lastik jartiyerler kullanmamaya özen göstermelidir. Eğer mümkünse gebeler yürüyüş yapıp açık ha­vada güneşlenmelidirler. Gebenin ruhsal durumunun, çocuğun fi­ziksel durumunu etkilememesine rağmen, hem kendisi, hem de bebeği için sinirlen­mekten, yorgunluktan, fazla duygusal re­aksiyonlardan uzak kalması gerekmekte­dir.

Gebeliğin son haftalarında kontroller da­ha önemlidir. Lohusalık için annenin du­rumu, tekrar gözden geçirilir. Bu arada bebek o denli büyümüştür ki, rahim içinde artık hareket edip dönemez. Bebek başı aşağıda olarak doğum duruşunu almıştır. Doktor bebeğin doğumda geçeceği yolun uygun olup olmadığını araştırır ve sezar­yene gerek olup olmadığına karar verir. İlkdoğumlardaki ayak veya makat gelişle­rinde çocuğun sağlığı açısından sezaryen yapılması daha uygun görülmektedir.

Anne adayının izlemesi gereken sağlık ku­ralları vardır. Ama bu,sosyal faaliyetlerini engellemez. Gebelik kadının çekiciliğini kay betmesine neden olmamalıdır. Ayakta dur­mayı ve yürümeyi zorlaştıran ve bel ağrı­sına neden olan yüksek topuklu ayakka­bılar yerine, kısa topuklu ayakkabılar giy­mek daha doğrudur. Bazı gebelere, karın kaslarına yardımcı bir gebelik korsesi tav­siye edilebilir. Bu korse, esnemeyen bir kumaştan yapılmalı ve vücuda iyi oturma­lıdır. Göğsü içine alıp kaldıran, meme baş­larını içeri çökertmeyen sutyenler tercih edilmelidir. Gebelerin her zaman, özellikle son hafta­larda iyi havalandırılmış bir odada uyuma­ya, dinlenmeye gereksinimleri vardır. İkin­di uykuları yararlıdır. Uyuyamasa bile, yat­mak faydalıdır, dinlenmeyi sağlar. Dinlen-mektergüçlük çekiyorsa, doktor ilaçla ra­hatlamasını sağlayabilir. Gebelik sırasında doğumdan önce, kolostrum adı verilen bir sıvı meme uçlarında belirebilir. Tahriş etmesini önlemek için bu sıvı, sabunlu ılık suyla silinmelidir. Gebe daha gebeliğin ilk devresinde diş­çiye gitmeli ve diş sağlığı için doktorun öğütlerini yerine getirmelidir. Gebelik esnasında banyo yapmaya devam edilebilir. Anoak duş almak ya da sün­gerle yıkanmak, banyo teknesine su dol­durarak yıkanmaktan daha emniyetlidir. Soğuk ya da ılık suyu tercih edenler için bile suyun derecesi 75-85°C arasında ol­malıdır. Sıcak hamama gitmek tehlikeli olabilir. Gebe kadının doğuma hazırlanması için beden hareketleri (jimnastik) yapması fay­dalıdır. Derin nefes almayı sağlar, akci­ğerlere ve kana daha çok oksijen gelir ve dokulara dağılır. Ama, bu egzersizler asla yorucu olmamalıdır. Kötü havalar hariç yürüyüş iyi bir spordur. Yavaş yürünmeli ve kalabalıktan kaçınılmalıdır. Her gün ortalama 2 km. yürünmelidir. Güneş fay­dalıdır, ancak güneşte çok kalınması sa­kıncalıdır. İnsanı çok yoran hareketler ve zıplamak, gerinmek, uzanmak gibi tehlikeli olabile­cek hareketler yapılmamalıdır. Kısmen za­rarlı hareketler ise koşu, tenis, yüzme, pa­ten, kayak, ata binmedir. Gebeliğin ilk dev­relerinde dans edilebilir ama çarpışma, düşme olabilecek kalabalık dans pistlerinden, diskolardan kaçınılmalıdır. Eğer anne odayı araba kullanmayı sevi­yorsa, bozuk yollardan kaçınarak, kısa yol­culuklar yapabilir. Eğer mümkünse, son aylarda yolculuk göze alınmamalıdır.



Gebelik Belirtileri

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

Gebelik belirtilerinin bir bölümü, kadının kendisinin de anlayabileceği değişiklikler­dir. Bir bölümü ise ancak doktorun mua­yenesi sonucu anlaşılır. Gebeliğin başlan­gıcında bu işaretler başka durumlarla da karıştırılabilir, ama daha sonraları kuşku ortadan kalkar. Bazı belirtiler her gebede görülmez, bazıları ise bütün gebe kadınlar­da ortaktır.

Ciltteki değişiklikler:

Gebeliğin başlamasıyla vücudun belirli bölgelerinde derinin koyulaştığı görülür. Başlangıçta, pigmentasyon denilen koyu­luk, meme başlarında ve karnın ortasında düz bir çizgi halinde ortaya çıkar. Bu du­rum ikinci ayın sonunda gittikçe belirgin­leşir. Pigmentasyon elde yüzde veya vü­cudun başka kısımlarında lekeler halinde oluşabilir. Yüzde oluştuğunda çoğunlukla gebelik maskesi diye adlandırılır. Bu pig­mentasyon nerede oluşursa oluşsun geçi­cidir ve çocuğun doğumundan sonra yok olur.



Fetüs veya Embriyo (Cenin)

23 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-F, Çocuk Sağlığı

Anne rahmi içinde geîişip büyüyen çocu­ğa doğumdan önce fetüs veya eski deyi­miyle cenin adı vefiiir. Çocuğun dünyaya gelmesi sırasında birçok devreler vardır. Önce dışı yumurta hücresi olan ovum, er­kek yumurta hücresi ile yeni bir yavru yap­mak üzere birleşip zigot denilen döllenmiş yumurtayı meydana getirir. Daha sonra bu zigotun dölyatağında yuvalanıp bölü­nerek çoğalmaya, gelişmesini tamamlama­ya çalışırken geçirdiği dönemlere tıp di­linde değişik isimler verilmektedir. Gebeîik, 28 gün,gebelik ayı hesobs iie 280 gün yani 10 ay sürmektedir. Gebeliğin ilk 12. haftasında canlının organ taslakları­nın tamamlandığı döneme embriyon, eski adıyla rüşeym denmiştir. Gebeliğin 45. gününde amnios kesesi içinde göbek kordo­nu ile plasentaya bağlanmış 2,5 cm. iik boyuyla embriyo bir virgül şeklinde belir­meye başlar. Kol ve bacaklar henüz tas­lak halindedir. Bu devrede embriyon di­ğer memeli hayvanların embriyonlarından farksızdır.

9. haftada ise baş, boyun, göz, burun ve kulaklar belirgin hale gelmiş ve embriyo insana oenzemeye başlamıştır.

Gebeliğin 3. ayında yani 12. haftada em­briyon artık 9 cm. İik fetüs haline gelmiş­tir. Baş, vücut boyunun yarısı kadar bü­yüktür. Kol ve bacaklar tam şekillenmiş­tir

Dördüncü ayda fetüs 16 om. İik bir bü­yüklüğe ulaşır. Gebeliğin 5. ayına kadar büyümesini geometrik diziye uyan bir hız­la sürdürür. Yani gebelik ayının karesi ile orantılı olarak büyüyen fetüs, örneğin 5. ayda 5- — 25 cm.’ye ulaşır.

Altıncı aydan sonra fetüsün boyunu öğrenmek isterseK gebelik ayını 5 ile çarp­mamız yeterlidir (Ahlfeld - Harris formülü). Bu formüle göre hesaplanırsa 6 ayhk fetü­sün 30 cm., 7 aylık fetüsün 35 cm., 8 aylık fetüsün 40 cm., 9 aylık fetüsün 45 cm., 10 aylık fetüsün yani yeni doğan çocuğun ise 50 cm. uzunluğunda olduğu kolayca bulu­nur.

Doğumdan önce feîüs, oksijen ihtiyacını ve beslenmesini dölyoîağı içinde yapışık ola­rak bulunan plasenta aracılığı ile anne ka­nından sağlar. Fetüsü plasentaya göbek kordonu bağlar ve doğumda bu kordon ebe veya doktor tarafından kesilerek be­beğin annesi ile olon ilişkisine son verilir.



Erken Doğum, Doğumun Beklenenden Önce Olması

21 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E

Normalde 280 gün olan gebelik süresi dol­madan başlayan doğumlara erken doğum ve doğan çocuklara da prematüre adı verilir. Başka bir tanımla gebeliğin 28-37. haftalar içinde sonlanmasına erken doğum (partus prematurus), gebeliğin 42 hafta gi­bi uzun sürmesine ise miad geçmesi veya surmaturasyon denir. Gebeliğin 28. haf­tadan önce sonlanmasında ise çocuğun yaşama yeteneği hemen hemen hiç bulun­madığından düşük (abortus) söz konusu­dur.Erken doğuma yol açan sebeplerin bir kıs­mı anneye, bir kısmı da fetüse aittir. Ayrıca iyi bakımdan yoksun kalmış veya ilen gebelik aylarına kadar yorucu işlerde ça­lışanlar, göç veya seyahat sebebi ile iklim değiştirenler ve nikâhsız evlilerde erken doğuma sık rastlanır.İlk doğumlarını 18 yaşından küçük veya 32 yaşından sonra yapanlar, iki seneden az ara ile ve sık doğum yapanlar, rahim yetmezliği olanlar, gebelik toksikozu veya bazı enfeksiyon hastalıklarını geçirenler arasında erken doğum sık görülür. Fetüs ve plasenta bozuklukları, çoğul gebelikler, fetüsün geliş anomalileri, su ke­sesinin erken yırtılması gibi nedenler de erken doğuma yol açabilir.Erken olan doğumlarda çocuğun boyu nor­malden kısa, kilosu düşük, gelişmesi tam değildir. Ancak gününde doğduğu halde kilosu ve gelişmesi tamamlanmamış yani dismatüre denilen bebekler de vardır. Do­ğan çocuğun kilosu 2500 gr. dan az oldu­ğunda prematüre bebek söz konusudur. Bebeğin gebelik yaşını belirlemek için ağır­lık, boy ve kafa ölçülerinin normal değer­lerini gösteren listeler hazırlanmıştır. Bu gibi bebekler solunum zorluğu çektikleri için bol oksijene ihtiyaçları vardır. Ayrıca mikroplara karşı dirençleri az, sıcaklık de­ğişmelerine uyumları zayıftır. Prematüre ya da dismatüre, yani bazı iç organları bakımından tam gelişmemiş bebeklerin dış hayata alışmaları için kuvöz veya enkü-batör denen özel bir aygıta konmaları ge­rekmektedir.

Erken doğanların akciğerleri tam gelişme­miş olduğundan ve bunun sonucu solunum yollarında hiyalin membran denen bir zar teşekkül edebileceğinden solunum güçlüğü ileri dereceye varabilir. Prematürelerin utma refleksi tam olmadığından besinle­rin solunum yoluna kaçması mümkün ve tehlikelidir. Prematürelerde doğum sıra­sında solunum yoluna kaçan amnios sıvı­sının, aspirasyon pnömonisi denen akci­ğer hastalığına yol açması sık görülen ölüm nedenlerindendir. Gebeler özellikle 7. gebelik ayından sonra kontrol muayenelerini daha sık yaptırmalı, kasık ve bellerinde hissettikleri ağrıların bir erken doğum belirtisi olup olmadığını açıklığa kavuşturmalıdırlar. Vaginal yoldan gelebilecek ufok bir kanama veya su, er­ken doğum habercisi olabilir. Bazı erken doğum belirtileri tedavi ve istirahat ile giderilebilir ve doğum normal gününe kadar bsklclilebilir. Ancak gerçekten suları ge­len bir gebenin normal doğum gününe ka­dar bekletilmesi çok kere başlayabilecek tir enfeksiyon tehlikesi nedeni ile doğru değildir. Zaten suları gelen bir gebenin doğum ağrıları da bir süre sonra kendili­ğinden başlar. Rahim ağzı yani kollum yetmezliğine bağlı olarak erken doğum yaptığı tesbit edilen gebelere ameliyat tavsiye edilir. Gebeliğin 3-4. ayında yarı açık bulunan kollumun dikilmesi demek olan serklaj ameliyatı (Shirodkar operas­yonu) erken doğumu önleyebilir. Erken doğumun önlenmesi için alınacak önlemlerin başında yatak istirahali gel­mektedir. Bundan başka doktorların uterus kasılmalarını önleyecek, ağrıyı orta­dan kaldıracak tokolitik ilaçları kullanma­sı için gebenin hastaneye yatması gereke­bilir.



Endometrioz, Kadın Hastalığı

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E

Uterusun yani rahmin iç yüzünü döşeyen endometrium denen zarın, karında nor­malden başka yerlerde bulunarak hasta­lık yapmasına endometrioz denir. Endo­metrium dokusunun yumurtalıklara, göbe­ğe ve karın içinde peritonun değişik yerlerine yerleşmesinin nedenini açıklayacak çeşitli teoriler varsa da hastalığın asıl oluş nedeni tam olarak bilinmez. Genellik­le doğum yapmış genç kadınlarda kasık ağrısı, cinsel birleşme sırasında ağrı (dis-paroni), âdet görmenin ağrılı olması (dis-menore) gibi şikâyetlerle kendini belli eder.

Endometrium dokusunun her aybaşı dö­neminde hormonların etkisiyle çalışmaya başlayarak salgı yapması yerleştiği dokularda ağrıya.neden olmaktadır. Tedavi için hormon (progesteron) kullana­rak endometrium dokusundaki bu çalışma­yı azaltmak yani inhibe etmek gereklidir. Ancak tümöral bir gelişme gösteren, çok kere ovaryumlarda çikolata kisti denen kistler meydana getiren endometrioz odak­larını ameliyatla çıkarmak en etkili tedavi yöntemidir.



Emzirme, Anne Sütünün Faydaları

3 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Anne sütünde insan türüne özgü bağışıklık maddeleri vardır. Bu mad­deler ilk günlerde çocuğu hastalıklardan koruduğu için anne sütünün değeri inek sütüne oranla çok fazladır. Emzirme tekniğini bilmek, oldukça önemli bir konudur. Doğumdan 6-12 saat sonra ilk emzirme yapılır ve 3-4 saatte bir emzir­meye devam olunur. Gece 8 saatlik ara verilir. İlk günlerde çocuk gerekli gıdayı anne sütünden alamıyorsa, kilo ve su kay­bını önlemek için arada şekerli su veril­melidir.

Emzirme 10-15 dakikayı geçmemelidir. Uzun süre emzirmeler, meme başında çat­lamalara ve dolayısıyla meme iltihaplarına yol açabilir. Zaten çocuk gerekli sütü 10-15 dakika içerisinde alır. Çocuk,memeleri boşaltamıyorsa sütün triley denen bir pom­pa ile alınmasına gayret edilmelidir. Emzirme esnasında meme başı tamamıyla çocuğun ağzına girmeli, fakat burnundan nefes almaya devam edebilmesi için burun delikleri serbest bırakılmalıdır. Emzirmeden önce, bir bardak suya bir çay kaşığı karbonat konarak hazırlanan karı­şım ile meme başı yıkanarak steril bir gazlı bezle kurulanmalıdır. Emzirme bitince me­me başlarına koruyucu bir pomat sürüle­rek yine temiz bir gazlı bezle örtülmelidir.



Emzirme

19 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Bebek için en iyi gıda anne sütüdür.Doğumdan sonraki lohusalık dönemi bo­yunca süt yapımı gittikçe artar ve 15 gün­de maksimal bir seviyeye, ortalama günde 800-1800 mit.’ye ulaşır. Emzirme bırakılır­sa memede gelişim zayıflar ve süt salgısı yavaş yavaş azalır. Memeli hayvanların, türlerine özgü bir süt yapıları vardır. Sütün ana maddeleri pro­tein, yağ, süt şekeri ve minerallerdir. Do­ğumdan sonra ilk günlerde gelen ve yo­ğunluğu fazla olan süte kolostrum denir. Vitamin ve antikor açısından sütten daha zengindir.

İnek sütü ile anne sütü arasında da fark­lar vardır.



Embriyon

19 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Farklılaşan hücre taba­kaları içte endodermi, dışta ektodermi mey­dana getirir. Bu ikisinin arasında mezo­derm yani orta tabaka vardır. İlerde ekto­derm tabakasından sinir sistemi ve deri, endodermden akciğerler, kalp, idrar ke­sesi ve barsaklar, mezodermden ise iske­let, kaslar ve bağ dokusu oluşacaktır. Embriyon denilen ilk insan taslağı üçün­cü aydan itibaren 10 cm. lik bir büyüklüğe ulaşarak fetüs adını alır ve insana ben­zemeye başlar. Frengi hastalığının, zehirlenmelerin, bes­lenme bozukluklarının emriyonun gelişmesi üzerindeki etkileri çok zamandan beri bi­linmektedir. Ayrıca gebeliğin ilk haftala­rında alınan bazı ilaçların ve annenin ya­kalanacağı bazı hastalıkların (kızamıkçık, toksoplazma v.b.) ağır embriyon sakatlık­larına, hatta embriyonun ölümüne yol aça­bileceği gösterilmiştir.



Eklampsi, Gebelik Zehirlenmesi

18 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-G

Eklampsi gebelikte meydana gelen, bilinç kaybı ve kasılmalarla başlayan ve koma ile sonuçlanan bir çeşit gebelik zehirlen­mesidir. Halk arasında eklampsiye havale hastalığı da denmektedir. Hastalık genellikle preeklampsi denilen bir zeminde ve ilk gebeliklerde görülür. Annenin ve bebeğin hayatını tehlikeye so­kan bir hastalıktır. Daha ziyade ikinci, üçüncü gebeliklerde görülenler, kronik nefrit gibi bazı böbrek hastalıklarından kaynaklanır. Preeklampsi denilen hastalık gebeliğin 24. haftasından sonra kan basıncının yüksel­mesi (hipertansiyon), ayaklarda ve vücut­ta fazla su toplanması (ödem) ve idrarda clbümin bulunması (proteinüri) gibi üç ana belirti ile başlar. Gebeliklerin % 5'inde gö­rülen bir komplikasyondur. Aslında damar­larda ve böbreklerde meydana gelen bir bozuklak sonucu ortaya çıkar. Gebeliğin 2. yarısında tansiyon yükselmesi 140 mm Hg.’nin üstüne çıktığında preeklampsi bakımından diğer incelemeler yapılmalı, idrarda albümin aranmalıaır. Gebelerin ay­lık kontrollerde 2 kilodan fazla artmış ol­maları, ödemin başladığının bir işareti gi­bi sayılmalıdır. Ancak sıcak havalarda ve uzun süre ayakta kalmak nedeniyle ayak­larda görülen şişmeler normal kabul edile­bilir. İdrar muayenelerinde 24 saatlik id­rarda % 0,5 gr.’dan fâzla albümin bulun­ması hastalığın bir belirtisidir. Ağır gebelik zehirlenmelerinde hafif bulanık görmeden körlüğe kadar varan görme bozuklukları vardır. Precklampsi her za­man eklampsiye dönüşmez. Erken teşhis ve tedavi ile hastalık önlenebilir. Eklampside yani havale hastalığında bir­birini izleyen üç dönem vardır. İlk devre­de hasta sakindir, beş ağrısından ve göz önünde sinek uçuşmasından şikâyet eder. Bakışları donuklaşır, yüz gerilir ve birden bilinç bulanır. İkinci dönemde çene kilitle­nir, solunum durur, tüm vücut kasılır. Daha sonra kesik, sıçrayıcı, klonik denilen kasılmalar ve hırıltılı bir solunum başlar. Bu devrede gebenin çenesini açık tutacak kaşık gibi bir cismin ağza sokul­ması, dilin yaralanmasını önlemek ve so­lunumu ferahlatmak bakımından faydalıdır. Eklampsi nöbetinin en sonunda, koma de­diğimiz hastanın uyuduğu dönem başlar. Gebenin her zaman komaya girmesi şart değildir. Bilinç bir sure sonra açılır ve ge­nellikle hasta, olanları hatırlayamaz; am­nezi dediğimiz durum meydana gelmiştir. Eklampsi krizleri doğum olana kadar bazen birkaç defa tekrarlayabilir. Doğumdan scnra ise eklampsi nöbeti daha seyrek görülür. Eklampsi hem anns, hem de çocuk için ölüm nedeni olabilecek bir hastalıktır. Ağır şekillerinde anne için ölüm oranı % 8-24 arasında, çocuk için ise % 30-50 arasında değişir.Korunmak için doğum öncesi kontrollerin­de doktorların uyarılarına dikkat edilmeli­dir. Az tuzlu, düşük kalorili, proteinden zengin, karbonhidrat ve yağdan fakir bir beslenme şeklinde özetlenebilecek bir re­jim uygulanmalıdır. Preeklampsi tedavisinde tansiyon ve diüretik ilaçlar kullanılabilir. Gebe yakından ve sık sık kontrol edilir. Ağır hastalar, kliniğe yatırılmalıdır. Magnezyum sülfat, barbituratlar, sedatifler, tansiyon düşürücü ilaç­lar kullanılır. Eskiden çok kullanılan mor­fin, kloral hidrat, paraldehit gibi ilaçlar ar­tık pek kullanılmamaktadır.



Düşük Yapmak

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

28. haftadan önce gebeliğin son bulmasına düşük, tıp dilinde abortus denir. Gebe bir kadında önce hafif olan ağrı daha sonra şiddetlenir ve gebelik son bulabilir. Düşüklerin nedenleri arasında yumurta ve fetüs bozukluklarını, yapı bozukluklarını,annenin hastalandığında aldığı bazı ilaçları ve psikolojik bozuklukkın sayabiliriz. Septik abortus düşük­lerde ateş, idrar tutulması, kansızlık, bit­kinlik gittikçe artar. Annenin bir an evvel hastaneye kaldırılıp tıbbi ve cerrahi teda­viyle, kurtarılması zorunludur.Aile planlaması gereği her annenin istediği kadar çocuğa sahip olması için başvu­rulan gebeliği önleme çareleri yetersiz kalınca veya annenin gebeliğe olanak vermeyen bir hastalığı (kalp hastalığı, böbrek hastalığı veya bilinmeden alınan bazı ilaçlar) varsa, gebeliğe tıbbî bir yaklaşımla son vermek gerekir. Bu amaçla yapılan operasyena ise tıbbi tahliye denmektedir. Cocuk sahibi olmak istediği halde normal doğum yapamayan, çocuklarını hep düşüren kadınlar da vardır. İstendiği halde bir biri ardına kendiliğinden üç düşük yapılmış ise abortus habitualis’den söz edilir,Nedenleri değişik ve çeşitli elan bu olayların tedavisi için doktora başvurmak gerekmektedir.



Döllenme, İki Hücrenin Birleşmesi

16 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

İlk otuz saat içinde haploid kromozomlu hücre çekirdekleri birleşerek diploid yumurtayı yani zigotu meydana ge­tirir. Hem annenin hem de babanın kro­mozomlarının birleşmesiyle tek bir hüore haline gelen zigot daha sonra normal mitoz bölünmelere başlar. Yumurta biçiminde başlan ve uzun kuyrukları (kamçıları) olan Sperm hücreleri arasında hücre kalıntıları olan hareketsiz parçalar ayırt edilebiliyor. Övül ise protoplazmanm sol kısmında bulunan çekirdekle büyük, yuvarlak bir hücredir.



Doğuştan Frengi-Kalıtsal Frengi

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Frengi hastalığının anne karnında iken ço­cuğa plasentadan geçebildiği görülebil­mektedir. Duruma göre bazen fetüs düşer veya ölü olarak doğabilir. Bu sebeple dü­şük veya ölü doğum yapan anneler frengi hastalığı yönünden araştırılırlar. Frengili her annenin çocuğunun mutlaka frengili olması gerekmez. Çocuk ortalama % 50 oranında frengili doğar. Doğumdan 4 yaşı­na kadar olan çocuklarda görülen konjenital frengi belirtileri (syphilis congenita praecox) nin mevcudiyeti plasentanın bü­yük olması, çocuğun iri kafalı (hidrosefali), veya küçük kafalı (mikrosefalı) olması v.b. hastalığın ihtimali belirtileridir. Bu durum­da göbek kordonundan kan alınarak mik­rop aranır. Daha sonra çocuğun derisinde makûl denilen lekelerin veya bül şeklinde su toplamış kabarcıkların bulunması gibi belirtilerin yani pemphigus denen hastalı­ğın olup olmadığı araştırılır. Çocukta er­ken frengi belirtilerinden dalak büyüklüğü kanlı burun akıntısı, kol kemiklerinde şiş­me, göz bozuklukları (iritis, iridosiklitis), orta kulak hastalıkları v.b. sayılabilir. Bazen frenginin 2. ve 3. devre belirtileri çocuklarda 4 yaşından sonra başlar (syphilis congenital tarda). Özellikle diş­lerde üst kesicilerin kısa ve serbest uçlarının yarımay şeklinde olması yani Hutchinson dişleri karakteristiktir. Kulakta çınlama, işitme bozukluğu, eklemlerde su toplaması (hidrartroz) gibi belirtiler gö­rülür.

Tedavi penisilinle yapılır. Tetrasiklin (Dok-silisin) de kullanılabilir.



Doğum ve Doğum Sancısı

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Kadının uterus adını alan cinsiyet organı içinde büyüyen çocuğun günü geldiğinde uterus adalesinin çalışmaya başlamasıyla doğum kanalından dışarıya atılmasına nor­mal doğum denir. Rahim içindeyken 12. haftaya kadar embriyo, daha sonra fetüs adını alan çocuğun 28. haftadan evvel dı­şa atılmasına ise düşük (abortus) adı ve­rilir. Ufak veya gününden evvel doğan ço­cuklara prematüre ve bu doğum olayına ise genel olarak erken doğum denir. Har doğum olayında doğacak çocuk bir obje olarak kabul edilebilir. Bu canlı var­lığın rahim içinden başlayan yumuşak bir doğum kanalından ve pelvis kemiklerinin oluşturduğu bir çatıdan geçerek dışarı çık­ması gerekmektedir. Yumuşak doğum yo­lunu ise uterusun alt bölümü, kollum, va-gina ve vulva dediğimiz organlar meyda­na getirir. Havsala veya pelvis dediğimiz çatı yapısı ise kalça kemiklerinin yani kok­sa, sakrum ve koksiks kemiklerinin birleş­mesi ile meydana gelmiştir. Çatısı dar olan yani kemik pelvisi çocuğun başının geç­mesine elverişli olmayan kadınlar normal yolddn doğuramayacaklarından sezaryen operasyonu ile doğum yapmalarına önce­den korar verilmektedir. Kemik pelvisin öl­çüleri doğum kanalının girişinde önden arkaya 11 cm. (Kcnjugata vera obstetrika), pelvis çıkımında ise 9 çm.’lik iki darlık gös­termektedir. Ancak normalde doğum obje­si bu yolu gayet iyi bilmekte ve gerekli bükülmeleri (fleksiyon, defleksiyon), kıv­rılmaları, dönmeleri (rotasyon) zamanında yaperak dışarıya çıkabilmektedir. Coouğu doğum kanalında iten güç bir motora ben­zetilebilir. Doğum ağrıları denen olay as­lında bu motorun çalışmasının anne tara­fından hissedilmesi, doğumu izleyen dok­tor tarafından ise kasılma yani uterus kontraksiyonları şeklinde görülmesidir.

İtici, ıkıntılı ağrılar 2-3 dakikada bir gelmeye başlar ve 60-70 saniye kadar sürer. Çocuk perine-den sıyrılıp çıktıktan sonra plasenta ile olan bağlantısını sürdüren göbek kordonu kesilir. Yenidoğan adını alan çocuk ilk ağ­layışı ile solunuma ve hayata başlar, cn-cak anne için doğum olayı henüz tamam­lanmış sayılmaz.Doğumun üçüncü devresi yani halâs dev­resi plasentanın çıkışına kadar devam eder. Son bir ıkıntı ile uterus içinde yapış­tığı yerden ayrılan plasenta doktorun da yardımıyla dışarıya çıkar. Bu devreye kur­tuluş anlamına gelen halâs denmesi çok doğrudur. Çünkü dcğum yaptıktan sonra plasentanın tam ayrılmayarak kanamaya başlaması veya deha kötüsü rahim adale­si içine girerek sıkıco yapışmış plasenta­nın (plasenta acreta) mevcudiyeti halinde bazan anneyi kurtarmak için ameliyat bi­le gerekebilir. Bu durumda ya steril ko­şullarda rahim içine girilerek plasenta ve kotiledonları elle çıkarılır yani elle halâs yapılır veya anneyi kurtarmak için histerektomi ameliyatı yapılır. Doğum esnasında anneye yardım etmek, ağrıların düzenli şekilde devam etmesini sağlamak için kullanılan bazı ilaçlar var­dır. Bunların bir kısmı ağrı ilaçlarıdır. Synpitan, Pituitrin Hypophysin adı altında, uterus kasılmalarını artırmak için kullanılır.Naegeli kaidesine göre, 280 günlük gebe­lik süresi bittiği halde doğum olmamışsa surmaturasyondan bahsedilir. Plasenta ge­rekli beslenmeyi yapamayacağı için bazen çocuk bu gecikmelerde karın içinde öle­bilir. Bu gibi gecikmelerde doktorlar do­ğum ağrılarını başlatmak için ağrı kürü metodunu kullanırlar. Genellikle serum içi­ne konacak ağrı ilaçları damardan çok ufak dozlarda vermek suretiyle uygulanır.Eskiden doğum ağrılarını başlatmak için kullanılan kinin, toksik tesirleri nedeni ile artık terkedilmiştir.

Doğum süresi içinde kullanılan antispazmodik dediğimiz kas gevşetici bazı ilaçlar (Buscopan), kollumun açılmasında yardım­cı olmaktadır.

Ayrıca doğum sonu kanamalarında uterusu sıkıştırarak kanamayı durduran ilaçlar (Ergo alkaloidleri, Methergin v.b.) de kul­lanılmaktadır.

Bebek, dünyaya gelirken 3 engeli aşmaktadır, çocuğun etrafını saran su kesesi, uterus ağzı ve perine adaleleri görülüyor Doğumun başlangıcında su kesesi henüz yırtılmamıştır. Rahim içi basıncının artması ve doğumun ilerlemesiyle rahim ağzı açılmaktadır. 3 Rahim ağzı (kollum) açılmış, baş vaginada ilerlemiş ve perine adalelerinin arasından dışarıya çıkmaktadır.



Doğumun Çocukta Meydana Getirdiği Arızalar-Doğum Travmaları

16 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Doğum Olayının Çocukta Meydana Getirdiği Arızalar-Doğum Travmaları:

Doğum travmalarında çocuğun beyin zarlarında yırtılmalar,kalıcı hastalıklar,felçler, hidrosefali, geri zekâlılık, görme ve konuşma bozuklukları v.b.meydana gelebilir.Bütün bu travmalardan kaçınmalıdır. Do­ğum doktorunun rolü ve mesuliyeti büyük­tür. Her vakanın özelliğine göre nasıl gibi bir yol izleyeceğine önceden karar vermesi gereklidir. Doğum doktorları, travma ora­nını en aza indirmek için gerektiğinde do­ğumu kolaylaştıracak önlemleri alırlar. Son senelerde forseps kullanmak zorunda ka­lınacak olaylarda sezaryen şeklinde bir operasyona karar vermenin doğum trav­malarını azalttığı bir gerçektir.



, kuywords, 23 Şub, 2008,Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Forseps, cisimleri tutmaya yarayan araç­lara verilen genel bir isimdir. Ameliyat es­nasında dokuları, damarları, kemikleri, do­ğumda çocuğun başını tutmak için yapıl­mış çeşitli forsepsler vardır. Ancak sa­dece forseps denilince doğum hek

23 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Forseps, cisimleri tutmaya yarayan araç­lara verilen genel bir isimdir. Ameliyat es­nasında dokuları, damarları, kemikleri, do­ğumda çocuğun başını tutmak için yapıl­mış çeşitli forsepsler vardır. Ancak sa­dece forseps denilince doğum hekimliğinde güç doğumlarda çocuğun doğumunu sağlamak için çocuk başına uygulanan alet akla gelir. Eski deyimiyle lavta, halk arasındaki adıyla kaşık diye bilinen forseps makas gibi çapraz bir eklemle kenetlenen iki parçadan yapılmıştır. Her parça, sap. eklem ve kaşık bölümlerinden oluşur. Ke­mik forsepslerinin sapları ve uçları kemi­ği kesebilecek kalınlıktadır. Doğumda kul­lanılan forseps ise çocuğun başını ezme­den tutacak ve yetersiz kalan itici kuvveti tamamlayacak bir çekme (traksiyon) aleti olarak yapılmıştır.Doğum operasyonu olarak forsepsin uy­gulanması için bazı şartların tam olması gereklidir. Aksi halde çocuğa ve anneye zarar vermek kaçınılmaz olabilir. Forseps­le doğan çocuklarda kafa travmaları (be­yin zedelenmesi, kırık, göz sakatlıktan v.bj ve annede geniş yırtılma ve kanama git» komplikasyonlar sık görülebilir. Çok çeşitli doğum forsepslerinden en cofc kullanılanlar Naegele, Kjelland ve Tarrrier forsepsleridir. Son senelerde forseps ope­rasyonları yerini vakum ekstraktör alete bırakmış bulunmaktadır.



Doğum Operasyonları

3 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Normal doğum olayında anne veya bebe­ğin yaşamını tehlikeye sokan durumların önlenmesi veya doğumun kolaylaştırılması için kullanılan bazı yöntemler doğum ope­rasyonları olarak bilinir. Bunlardan en es­kisi forseps veya lavta denilen alet ile ya­pılan doğumdur. İlk defa 11. yüzyılda İbni Sina tarafından kullanılmıştır. Çeşitli mo­delleri bulunan forseps aracı çocuğun ba­şını bir kıskaç gibi yakaladıktan sonra do­ğum kanalından aşağı doğru çekmek su­retiyle kullanılan bir kaşık gibidir. Forseps çoğu zaman annenin ve çocuğun hayatini kurtaran bir doğum operasyonudur. Ancak uygun şartlar altında uygulandığı zaman bile anneye zarar vermesi, çocukta doğum travmaları meydana getirmesi olasılığı az değildir.

Vakum forsepsi veya ekstraktör denilen alet ile yapılan doğum yardımı son zaman­larda daha çok kullanılmaktadır. Vantuz veya pelot denilen araç ço­cuğun başına uygulandıktan sonra arada­ki hava boşaltılarak aracın başa çok sıkı yapışması sağlanır. Daha sonra yeterli vakum sağlandıktan sonra zincirli sapın­dan tutularak çocuğun dışarıya çekilmesi işlemi tamamlanır.

Normal doğum kanalından sonuçlanması mümkün olmayan veya gecikmesi anne ve çocuk için tehlike yaratacak doğumların karın duvarının ve ratsmin açılarak alınma­sına sezaryen ameliyatı denir. Eskiden gö­bekten aşağıya uzunlamasına açılan kar­nın şimdi artık alt bölümünden enlilemesi-ne açılması (Pfannenstiel şakkı) tercih edilmektedir. Anne ve çoouk için tehlikesiz bir anestezi yardımıyla (Ether + O-, Azot protoksit + (X Penthotal) anne uyutulduk­tan sonra çok kısa sürede çocuk çıkarıl­maktadır. Operasyonun bundan sonraki aşamalarında açılan rahim ve karın katları usulüne uygun olarak dikilmekte ve ameliyatla son verilmekledir,

Normalden farklı olarak rahim içinde yan veya çarpık duran çocuğu doğuma daha uygun bir duruma döndürmeye version ve çocuğu ayaklarından tutup çekerek çıkar­maya da ekstraksiyon denir. Eskiden da­ha sık başvurulan çocuğu parçalayıcı do­ğum ameliyatlarına bugün pek rastlanmaz.



Doğum Kontrolü

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

İstedikleri zaman ve istedikleri çocuğA sahip olabilmeleri için istenmeyen gebelikleri önlemeye doğum kontrolü veya aile planlaması denir.Doğum kontrolünü sağlamak amacıyla rahime yerleştirilen engelleyiciler arasında bakır veya gümüş tel ile sarılmış olanları vardır. Uygun vakalarda doktorlar tarafından anesteziye gerek kalmadan tehlikesizce ra­him içine takılmaktadır. En uygun zaman kanamanın henüz kesildiği yani âdetin 5-6. günleridir.

Takvim metodu ovulasyonun olduğu yani kadının yumurtladığı günlerde cinsi birleş­meden uzak kalmaktan ibarettir. Kadının âdetinin başladığı günden itibaren sayıldı­ğında 14. veya 15. günler yumurtalıkların karın boşluğuna yumurta bıraktığı günler­dir. Bu günlerden iki gün evveli ve iki gün sonrası tehlikeli sayılır. Çünkü canlı kala­bilen ovum ve sperm bu günlerde birbirle­rini kolayca bulabilirler. Ovulasyon günü her kadına göre değişir. Bunu anlamak için de bazal temperatür denen bir ölçüden yararlanılır. Beden derecesi ile her sabah alınan beden ısısı devamlı olarak bir takvime. kaydedilir. Beden ısısının hafif bir yükselme yaptığı gün (çoğunlukla âdetin 15. ve 16. günlerine rastlar) kadının yu­murtladığı gündür. Bu metodla korunmak mümkün ise de çok emin değildir.

Vaginal yoldan kullanılan gebeliği önleyici fitiller, tabletler ve jellere genel olarak va­ginal kontraseptiv denir. Agen, Speton, Lorophyn v.b. gibi isimler alan bu ilaçların içinde spermi öldürecek veya hare­ketlerini engelleyecek kimyasal bileşikler vardır. Kullanılmaları hiçbir zaman sakın­calı değildir. Ancak bu metot ile iyi ve doğru kullanıldığında % 85 oranında bir ko­runma sağlanabilir.

Erkeklerin kullanabileceği prezervatiflere halk arasında kaput (condom) denmekte­dir. Delinmediği ve crgazmı azaltmadığı takdirde emin bir korunma aracıdır. Ka­dınların buna benzer, lastikten veya plas­tikten yapılmış diyafram denen kapaklar kullanmaları mümkündür.

Ağızdan alınan gebelikten korunma hap­larına genellikle oral kontraseptiv adı ve­rilir. Bu hapların içindeki hormon cinsi ilaç­lar kadınlarda yumurtlamayı hormonal yol­lardan geçici olarak durdurmak şeklinde etki yaparlar.

maktan korumak ve çocuğun çıkışını ko laylaştırmak için çıkımı genişletmek ge­rekmektedir. Bu amaçla perine adaleleri­nin lokal veya genel anestezi altında ke­silmesi demek olan epizyotomi yapılır. Doğum kliniklerinde yapılan doğumlarda pelvis tabanı dokularını korumak, ilerde sistosel, rektosel ve prolapsus gibi hasta­lıkların oluşmasını önlemek amacıyla do­ğumlarda epizyotomi cok yaygın olarak kullanılmaktadır.



Doğum Ameliyatı, Epizyotomi

21 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Doğum esnasında, perineyi korumak ve çocuğun çıkışını kolaylaştırmak için yapı­lan perinenin kesilmesi işlemine epizyoto­mi adı verilir. Genellikle ilk doğumlarda perinede yırtıl­ma tehlikesi varsa, çocuk oksijensiz kalı­yorsa, perine dokuları kalın ve sert ise. epizyotomi uygulanır.Çocuğun başı perineyi kabartmaya başla­yınca, lokal veya genel anestezi yapılarak perine aşağıya anüse doğru veya bir yana doğru, eğik olarak epizyotomi makasıyla kesilir. Doğum tamamlandıktan ve plasen­ta çıktıktan sonra veya çıkmadan kesilen dokular usulüne uygun olarak katgütle di­kilir. Perine kaslarının ve derinin sağlam olarak dikilmesi ilerde iç genital organla­rın sarkma tehlikesini (prolapsus) önleye­cektir.Epizyotomi alanının doğumdan sonra ku­ru tutulması önemlidir. Sık sık tuvalet de­ğiştirilmeli, gerekirse yara üzerine anti­septik tozlar ekilmelidir. Yara temiz tutul­mazsa enfeksiyon, dikiş hatalı olursa he-matom meydana gelebilir.



Çoğul Gebelik

8 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-C

Canlı varlıkların bir defada yani bir defada doğurdukları yavru sayısı evrim basamağındaki yerlerine göre ters orantılı olarak azalmakta, aşağı basamaktaki türler çok sayıda yavru yapmakta, insan ise genellikle tek yavru doğurmakta yani unipar sayılmaktadır. Birden fazla çocuk doğurmaya genel olarak çoğul gebelik denir. İnsanlar matematik bir formüle göre her 85 doğumda bir ikiz çocuk doğurmakta, bundan sonra 85 sayısının artan kuvvetlerine orantılı şekilde üçüz, dördüz v.b. doğurmaktadır. Örneğin her 85- = 7225 doğumda üçüz çocuk, her 853 = 614.325 doğumda dördüz v.b. doğurmaktadır.Çoğul gebeliklere bazı ailelerde daha sık

rastlanmakta ve bu özelliğin anneden kalıtımla geçtiği kabul edilmektedir. İkizler tek yumurta veya çift yumurta ikizleri olmak üzere meydana gelirler. Kadın yumurtası (ovum) erkek yumurtası (sperm) tarafından aşılandıktan sonra çok hücreli İnsan yavrusunu oluşturmak için bölünmeye başlar. Bu bölünmenin herhangi bir aşamasında eğer hücreler iki ayrı kutup halinde toplanıp her biri ayrı bir embriyo oluşturursa tek yumurta ikizi meydana gelir. Bu iki yavrunun cinsiyetleri de aynı olur ve bunlar bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerine çok benzerler. İkiz doğumların 1/4'ü tek yumurta, ikisi 3/4'ü çift yumurta ikizidir.

Kadının bir yumurtalığından veya iki yumurtalığından birden aynı zamanda iki yumurta dışarı atılır ve her ikisi de ayrı bir sperm tarafından aşılanacak olursa çift yumurta ikizleri meydana gelir. Bunların cinsiyetleri farklı olabilir ve ancak iki ayrı zamanda doğan kardeşler kadar birbirlelerine benzerler. Çift yumurtalı ikizlerde iki plasenta vardır.

• gebelik sırasında eğer rahim gebeliğe uymayan bir hızla büyürse, karın [çevresi 110 cm. nin üzerinde genişlemiş gebelik şikâyetleri çok fazla ise, çocuk sesleri iki ayrı yerden duyuluyorsa, ikiz gebelikten şüphe edilir. Ancak % 60 akada teşhis doğum başladıktan sonra konabilmektedir. Gebeliğin son üç ayında asönografi denilen aletle veya röntgen muayenesi ile durum aydınlığa kavuşur, teşhis kesinleşir. fciz gebelikte hidramnios yani amnios suyunun fazlalığı ve çocuk anomalileri ve çocuğun karın içinde ölmesi (in utero mort fetal) gibi durumlara daha sık rastlanır. Ortaya çıkabilecek güçlükler ve komplikas-yonlar nedeniyle ikiz şüphe edilen veya teşhis edilen vakalar hastanede doğurtulmalıdır. Birbirine bitişik ikizler yani çift monsterler özellikle doğumda çok güçlük çıkarabilir. Çeşitli operasyonlara başvurulmak zorunda kalınabilir. Ayrıca bu gebeilklerde atoni denilen doğum sonu kanamaları sık görülür.



Cinsellikte Acı Duyma

1 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-C

Ağrılı Temas

Cinsel birleşmenin ağrılı olmasına disparöni (dyspareunia) denir. Sebepleri arasında kalın ve yırtılmamış kızlık zarının varlığı, vagina içinde bir bölmenin veya darlığın bulunması, dış genital organlarda iltihap (bartholint, vaginit v.b.), uretra karunkülü başta sayılabilir.

Ayrıca doğumda meydana gelen yırtık veya vagina darlığı da disparöni sebebi olabilir.

Karın içindeki hastalıklar (parametrit, endometriosis, kronik salpenjit v.b.) rahim çarpıklığı (retroversion) da kadınların cinsel birleşmede ağrı duymalarına neden olabilir.

Tedavi sebebe göre yapılacağından kadın hastalıkları doktoruna başvurmalıdır.



Bluğ Çağı

3 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B

Bu çağa gelen genç kızlar kendisini, eskiden beğendiği kendinden büyük kızlar gibi veya annesi gibi hisset­meye başlar. Kadınlığa erişme ile gurur­lanır. Ancak bu duygu, kadınlığa ermenin kendisi için normal, sağlıklı bir durum ol­duğu yolunda aydınlatılmasıyla gerçekle­şecektir. Buluğ çağında çoğu kız, değiş­melerden rahatsız ve huzursuz olur. Eğer bir genç kız, kadınlığa geçiş konusunda ay­dınlatılmamış ve bu durumu anlamamışsa, vücudundaki değişiklikleri kabullene­mez. Eğer bir kadın, hanımlık ve annelik görevlerine çarpık tepkiler gösteriyorsa kızlarının ergenlik çağında bu kurumlara tepkiyle bakmalarına yol açabilir. Sağlıklı bir anne, kızına, bir kadının anne ve evli bir kadın olarak edineceği cinsel, ailevi ve sosyal görevlerin bir övünç kaynağı oldu­ğunu ve bunların bütün öteki faaliyetlerden daha önemli olduğunu anlatmalıdır. Erkek çocuklar da, büyümekten ve güçlenmekten gurur duyarlar. Takdir ettikleri fi­ziksel faaliyetleri yapabildikleri için mutlu­durlar. Çabucak gelişerek, futbol oyuncusu gibi bir vücuda sahip olan bir çocuğun ya­şamı, fiziksel büyümesi yavaş olana oran­la daha rahattır. Eğer boyu ve kilosu orta­lamadan azsa, üzüntü duyar. Kendilerini yaşıtlarıyla sürekli olarak kıyaslayan ço­cuklar, arkadaşlarından, özellikle sporda daha yeteneksiz olduklarının ima edilme­sine karşı çok alıngan ve duyarlıdırlar. Er­kekler göğüs çevresi, kol kuvveti ve genel görünüşleri konusunda çok titizdirler. Ba­zıları, bu konudaki eksikliklerini giderek fi­ziksel sakatlık olarak yorumlar. Kızlar da, erkekler de, plajda mayolarla görünmek­ten çekinirler. Kalçaların genişliği, bacak­ların şişman ya da zayıf oluşu, göğüslerin çok düz ya da dolgun oluşu, buluğ çağın­daki gençler için hep bir şüphe ve yakın­ma nedenidir.



Anne Sütüne Geçen İlaçlar : Loğusaların Sakınacakları İlaçlar

19 May, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Yeni doğan ve gelişme dönemindeki ço­cuğa kötü etkileri olabileceğinden süte geçen ilaçların bilinmesi faydalıdır. Anne sütüyle bebeğe geçen ilaçlar arasında uy­ku ilaçlarını (barbituratları) antihistaminikleri, antibiotikleri (Eritromisin), izoniazid (INH), amfetamini, sinir ilaçlarını (Diazepam), sara ilaçlarını (Difenilhidantoin), anestezik maddeleri (Pentothal) sayabiliriz. Kan plazmasına geçen maddeler özellik­lerine göre süte de geçerler. Meselâ suda eriyen maddelerden alkol, üre. antipirin süte çok kolay geçerler. Diüretik ve sulfonamidlerin süte daha az miktarda geç­tikleri gösterilmiştir, süt veren anneye bazı ilaçların (Kloramfenikol, bromürler, Metronidazol, antimetobolitler, karbimazoiyodürler, propiltiouracil, atropin, ergo bi­leşikleri, kimdin, reserpin hidroklorotiazid, civalı diüretikier, difenoksilat, simetidin, kortikosteroidler, amfetaminler, meprobamat, tolbutamid vb.) verilmesi doğru de­ğildir.



Ankilostomiaz-Kancalı Kurt Hastalığı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Bağırsak boşluğunda yaşayan ve oradan dokulara da geçerek hastalıklara neden olan yuvarlak kurtlardan Ankilostoma duo-denale veya Necator Amerieanus’un yol açtığı hastalığa ankilostomiaz adı verilir. Parazit oniki parmak barsağında kan emerek yaşadığı için çok zararlıdır. Kansızlık ve karın ağrısına neden olur. Coouklarda gelişme bozukluğuna yol açabilir. Dışkı ile toprağa geçen kurt yumurtaları deriden vücudumuza girerek dolaşım yoluyla akoiğere, bronşlara ve özafagus yoluyla barsaklara geçerek yerleşir. Özellikte Karadeniz bölgesinde yaygın bir hastalıktır. Hastalık, dışkı muayenesinde kurtların görülmesiyle teşhis edilir. Temizliğe dikkat etmek ve halkı bu konuda uyarmak suretiyle bu hastalıktan korunmak ve yayılmasını önlemek mümkündür. Tedavide anti-helmintik denilen ilaçlar (Combatrin, Verme». Ankilostin) kullanılır ve kansızlığa karşı antianemik denilen demirli, kan ya-ç«c» ilaçlar verilir. virüsünün neden olduğu ansefalit ise öldürücüdür. Bu hastalığa bakteriye rastlanmadığı göz önünde tutularak, cerahatli menenjitten ayırmak için aseptik menenjit adı da verilir. Teşhis için alınan beyin omurilik sıvısında, glikoz, normal hücreler yani lenfositler ve albuminin artmış olduğu görülür.

Lenfositler çok arttığı için lenfositik korio-menenjit adı verilen bir viral menenjit tipi daha vardır ki, grip gibi, salgın olarak görülür. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, ateş, ense sertliği gibi menenjit belirtileri hafif olarak vardır. Hastalık genellikle 1-2 haftada semptomatik tedavi ile iyileşir.

Tedavide antiviral (Vira - A) ve ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar kullanılır. Komada gibi baygın yatan hastalar hastanede bakıma alınır, kas kasılmaları şeklinde görülen konvülsiycnlarm hastaya zarar vermemesine çalışılır.



Amnios Kesesi ve Suyu

2 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Rahim içinde büyüyen çocuğun etrafında plasenta zarlarının meydana getirdiği bir kese vardır. Amnios kesesi denen bu boşluğu dolduran, renksiz, hafif bulanık sıvıya ise amnios suyu (liquor amnii) denir.Plasentanın zarlarından biri olan amnios zarının salgısı olarak meydana gelir ve normalde 500-100 cc. kadardır. Daha artmış olduğu durumlarda hidramniostan söz edilir. Gebeliğin son aylarında çocuk cildinden gelen epitel hücreleri kıllar ve yağlar içerdiğinden görünümü bulanıktır; Yeşil renk alması çocuğun mekonyum denilen kakasının karışmasından dolayı meydana gelebilir ki, başla gelişlerde çocuk kordonun sıkışmasının bir işareti olarak kabul edilir.Çocuğun ters gelişlerinde, özellikle makatla gelişlerde mekonyum görünmesi normal sayılabilir. Ayrıca günü geldiği halde doğurmayan yani zamanaşımı durumunda olan gebelerde amnics suyunun rengi bu bakımdan kontrol edilir. Amnioskopi denilen bir yöntemle vaginadan su kesesi ve içindeki sıvı gözlenir. Bazen çocuğun anne karnında öldüğü yani vakanın mort de fetus olduğu ^mnios suyunun kirli kahverengi bir görünüm alması ile saptanır. Doğum esnasında su kesesi denen zarın yırtılması ile amnios suyu dışarı akar. Halk dilinde gebenin suyunun gelmesi şeklinde bilinen bu olay doğumun başlamasının bir işareti olarak kabul edilir.



Amipli Dizanteri

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Amipli Dizanteri

Amipli dizanteri yiyecek ve içeceklerle barsaklara giren Entamoeba histolytica adındaki parazitin neden olduğu bir barsak hastalığıdır. Hastaların kalın barsaklarında ülserasyon bulunduğundan bol müküslü ve kanlı bir ishal ve tenezm denen sık sık dışarı çıkma isteği vardır. Hafif ateş, karında eğri ve kusma da görülür. Dizanterinin bazen spastik kolon biçiminde seyrettiği, barsak duvarının kalınlaşmasına yol açarak kanser ve ileus belirtileri gösterdiği de bilinmektedir. Teşhis için dışkı muayenesinde amipleri görmek gerekir. Amipler bazen karaciğere yerleşerek amip hepatiti veya amip apsesi de msydana getirirler.

Amipli dizanteride tedavi, Metronidazole, Tinidazbl gibi antıamebik denilen ve ağızdan verilen ilaçlarla yapılır. Tedavi sırasında bu ilaçlarla birlikte alkol alınmamalıdır. Emetin enjeksiyon şeklinde eskiden çok kullanılan bir ilaçtı.

Yatak istirahati, ağızdan veya damardan bol sıvı (glükoz ve tuz solüsyonları) ve karın ağrılarına karşı antidiyareyik denilen ishal önleyici ilaçlar uygulanır.



Albüminuri

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Albüminuri

Albüminüri, böbreklerden geri alındığı için normalde çıkmaması gereken albüminin idrarda görülmesi halidir. Bu olaya daha doğru bir deyimle proteinüri de denilmektedir. Böbrek bozukluğunun en erken belirtilerinden biridir. Ayrıca yüksek protein içeren perhiz uygulamaları, bazı ilaçların alınması veya ağır egzersizlerden sonra protein harabiyeti sonucu ortaya çıkabileceği de saptanmıştır.

Çok kolay yöntemlerle, örneğin idrarı bir deney tüpü içinde ısıtarak, idrarda protein bulunup bulunmadığı anlaşılabilir.Doktorlar böbrek hastalıklarını teşhis etmek, gebelikte böbrek fonksiyonlarını kontrol etmek, gebelik toksemisinin varlığını anlamak için sık sık idrarda protein kontroluna gerek duyarlar.



Akıntı

1 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı

Akıntı

Akıntı kadınların cinsel birleşme organı olan vajinanın enfeksiyonlara karşı bir korunma mekanizmasıdır. Yetişkin bir kadın vajinasında normal olarak bulunan bakteriler, özellikle Döderlein basilleri, vaginanın dökülen epitel hücrelerindeki glikojeni laktik aside çevirerek serviksin alkajen olan salgısını dengeleyerek vagende PH kadar asit bir ortam sağlarlar. Kadınların % 10-15 kadarının vaginasında müküs salgılayan bezler de bulunur. Bu asit ortam ve bakteriler, diğer mikroorganizmalara karşı korunmayı sağlamak üzere vaginanın temizlik derecesini belirler. Kız çocuklarında puberte dediğimiz ergenlik çağına kadar bu engel henüz oluşmadığından çeşitli mikroorganizmalar (gonokok, streptokok, pnömokok, E. coli, Candida albicans, trikomonas v.b.) vajinaya girebilir ve akıntıya (Lökore) neden olabilirler. Kadınlarda menopozdan sonra hormonal yetersizliğe bağlı pembe renkte seröz akıntı görülebilir. Vaginaya sokulan yabancı cisimlerin de her yaşta iltihap ve akıntıya neden olabileceği de unutulmamalıdır.

Beyaz, berrak, sümük şeklinde (mucoid) kokusuz akıntı normal östrojen hormonu varlığında yumurtlama belirtisi olarak her sağlıklı kadında görülür. Tıptaki Latince adı Fluor albus’dur. Gebelikten korunma hapları alanlarda bu akıntı artabilir. Beyaz peynir kırıntısı şeklinde (lor peyniri), küf kokusunda ve fazla miktarda olan akıntt mantar enfeksiyonunu, beyaz, süt renginde kıvamlı akıntı, kollum iltihabını gösterir. Trikomonas denilen tek hücreli parazitlerin neden olduğu iltihapta (trikomonasis) sarı-yeşil renkte köpüklü ve pis kokulu bit akıntı olur. Kahverengi, sulu, küf kokulu akıntılar iç ve dış cinsel organların çeşitli iltihaplarında, veya tümörlerinde ilk belirti olarak görülür. Bu tip akıntılar kadınların doktora başvurmalarını gerektiren nedenlerin başında gelir.

Akıntılar nedenlerine göre doktor tarafından verilecek ağızdan veya vaginal yoldan kullanılan ovul, tablet, krem şeklindeki çeşitli ilaçlarla tedavi edilirler.



Tansiyon Neden Yükselir?

10 Ağu, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Tansiyon nasıl ve neden yükselir?

Vücudumuzdaki damarlar şu kısımlardan yapılmıştır :

1, Atardamarlar. - Büyük, duvarları kalın damarlar olup kalbten çıkan kam vücudun muh­telif kısımlarına taşırlar.

2. Arterioller (ufak atardamarlar). - Atar­damarların en ufak dallarına arteriol denir. Bunlar çıplak gözle görülmezler. Duvarları et­ten yapılmış olduğundan büzüşüp daralabilir veya genişliyebilirler.

3. Kapiller (kıl damarları.) - Ufak damarlar en sonunda ufacık, kıl gibi kollara ayrılırlar. Burada kan artık nabazan etmez. kularla besleyici maddelerin mübadelesi ve rüntü maddelerinin alınması bu kıl damarlara vasıtasiyle olur.

4. Toplardamarlar. - Kanı kalbe geri getiren karakandamarlarıdır. İçlerinde pis »kan vardır. Elin üzerinde gördüğünüz mavi damarlar banlardır. Şimdi şu tarifden anlaşılacağı veçhile kalb bir pompadır, atardamarlar bu pompadan çı­kan hortum, arterioller hortumun ucundaki musluk veya fiskiye ve kıl damarları da fîskiyeden dışarı akan ince su demetidir. Şimdi luğu kıstığımızı f arzedelim ne olur:

a. tan dışarı akan su miktarı azalır,

b. Hartan içindeki tazyik artar. Şayet pompa daha fazla çalıştırılırsa hem hortumun içindeki tazyik da­ha fazla artar, hem de fıskiyeden dışarı çıkan su miktarı, musluk açık olduğu gibi normal kalır.

İşte tansiyon yüksekliğinde durum böyledir. Ufak atardamarlar (arterioller) mıştır, kıldamarlarına az kan gider, taba da beslenemez, bunu yenmek için kalb fazla Mr tazyik altında çalışır ve daralan damarlardan normaldeki gibi yeter kan geçmiye başlar. Uzun müddet işler böylece yeni bir düzene girmiş olur. Fakat kan tazyikinin yüksek olarak sebat etmesi birçok hâdiselere sebep olabilir. Damar­lar fazla tazyik altında kalınca sertleşmiye baş­lar. Sertleşen damarlardan bâzısı tıkanır ve o damarın beslediği doku yeter kan, oksijen ala­maz. Kalb fazla yük altında kalınca yorulur, sonunda kifayetsizliğe uğrar (nefes darlığı, uy­kusuzluk). Böbrekler bozulur vazife göremez. Gözlerdeki damarların sertleşmesi görmeği bozar. Beyin damarları sertleşirse beyinde ka­nama, tıkanma yapabilir. Damar sertliğinin de­recesi ve yaygınlığı şunlara’tâbidir:

1. Tansiyon yüksekliğinin derecesi,

2. Tansiyon yüksek­liğinin ne zamandanberi devam ettiği,

3. Damar­ların bu yüksek tazyike mukavemet kabiliyeti.

Tansiyon yüksekliğinin kabaca dört dev­resi vardır :

1. Prehipertansiyon (tansiyon yüksekliğin­den önceki) devre. - Bakarsınız tansiyon kızma, heyecanlanma, yorulma ile çok yükselir. Fa­kat umumiyetle normaldir. Bu gibi kimselerin hemen %75 inde sonradan tansiyon devamlı su­rette yüksek kalır.

2. Oynak tansiyon devresi. - Tansiyon her zaman için on dördün üstünde olmakla beraber bir seviyede durmaz, bir gün 15, öbür gün 20 dir …Nadiren 12-13 e bile iner.

3. Sabit Tansiyon devresi. - Tansiyon artık bir seviyede sabit kalır. Bir türlü aşağı inmez.

4. İhtilât devresi. -Başlıca üç yerde ihtilâl görülür : a. Kalbte. Böbreklerde, c. Beyinde.



Tansiyon Yüksekliğinin Sebepleri

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-T

Tansiyon yüksekliğinin sebepleri

Tansiyon yüksek­liğinde esas mekanizma, ufak atardamarların daralması ve kalpten çıkan damarların önün­de bir engel teşkil edişidir. İşte bu damar da­ralmasının bir çok sebepleri vardır: böbrek hastalıkları, anadandoğma kalp hastalığı, be­yin uru, iç ifraz bezlerinin hastalığı, zehirlenmeler, v.b. Fakat pratikte rastladığımız tansi­yon yüksekliklerinin %95 inde gözle görünür hiçbir sebep mevcut değildir. İşte ne kalb has­talığına, ne böbrek hastalığına, ne de herhangi bir açık hastalığa bağlı bulunmayan cinsten tansiyon yüksekliklerine biz, esası tansiyon yük­sekliği, veya bünyevî tansiyon yüksekliği diyo­ruz. Halk arasında buna asabî tansiyon, yük­sekliği denmektedir. Esasî tansiyon yükseklik­lerinin çoğunda sebep, irsiyettir. Bu gibi kimse­lerin ana, baba veya amca, dayılarında, teyze­lerinde hemen muhakkak surette tansiyon yüksekliği bulunur; yahut da tansiyon yüksekliğinin farkında olunmamıştır da felçli, kalbli, ani­den ölen kimseler vardır.

Bu gibi ailelere mensup kimselerde tan­siyon yüksekliği ekseriyetle erken yaşta baş­lar. Ailede tansiyon yüksekliği bulun­ması çocuklarda da muhakkak surette tansiyon hastalığının teşekkül edeceğini göstermez. Ai­lesinde hiç kalb veya tansiyon yüksekliği has­talığı bulunmadığı halde kendisinde kalp veya tansiyon hastalığı bulunan kimseler pek çoktur. Eskiden tansiyon hastalığının sebebi damar sertliği zannedilir ve tansiyonun, sertleşmiş, daralmış damarlardan kanın geçebilmesi için muavazavî olarak yükselmiş olduğu sanılırdı halbuki bu gün damar sertliğinin tansiyon yük­sekliğinin sebebi olmayıp bilâkis neticesi oldu­ğu anlaşılmış bulunuyor. Tansiyon yüksekliği sırf yaşlılık hastalığı değildir; bebeklerde, 20 yaşlarındaki kimselerde dahi bulunabilir; fa­kat en çok 30 yaşından sonra, ekseriya 40-50 arasında göze çarpar. Tansiyon yükselişinde sinir sisteminin, asa­biyetin çok büyük rolü vardır. Kızdığınız, hırs­landığınız veya yorulduğunuz zaman kalbinizin küt küt attığını ve sanki damarlarınızdaki kan tazyikinin fırladığını hissedersiniz. Hakikatte de böyledir. Sinirlenme, öfke, uykusuzluk, siyonu birden yükseltir.



Yüksek Tansiyon

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Kalp vücudu beslemek ve süprüntü mad­delerini vücuttan dışarı atmak için büyük mik­tarda kanı damarlar içersinde hareket ettir­mek zorundadır. Atardamarlar içindeki kanın damar duvarına yapmış olduğu tazyiki biz, kolun etrafına bir manşet sararak ve bunu da bir monometre île iştirak ettirerek ölçmekteyiz. Nor­mal kan tazyiki hangi yaşta olursa olsun on dördü; yâni 14 santimetre uzunluğundaki bir cıva sütununun yaptığı tazyiki geçmemelidir. Bu âzami tazyiktir. Bir de asgari tazyik var­dır ki bunun da dokuzu geçmemesi icabeder. Âzami ile asgari arasındaki fark, asgari tazyi­kin yarısı kadar olmalıdır. Meselâ: Asgari taz­yik sekiz ise, sekizin yarısı dört olduğuna gö­re âzami tazyik 12 olmalıdır. En önemli olanı asgari tazyiktir. Zira bu tazyik heyecanla, uy­ku ile fazla değişiklik göstermez, kanın büyük damarlardan dokular içine kaçış tazyikidir ve kalp, kanı damarlar içine fırlatmaya başlama­dan önce bu tazyik mevcuttur. İşte koldan kan basıncının âzamisi 14 ü, asgarin 9 ı geçerse o kimsede tansiyon yüksekliği var denir. Bâzı araştırıcılar yikinin yaşa, cinse, boya, kiloya göre farklar gösterdiğini ve 60 yaşındaki bir kimsenin tansiyonu ile 30 yaşındakinin aynı olamayacağmı iddia etmekte iseler de Amerikan Kalp Cemi­yetinin kabul ettiği normal sınırlar 14/9 dur.

Tansiyon, tansiyon âleti ile ölçülür. Ölçü yapılırken gayet sakin olmak, kol, kalb ve âle­tin aynı seviyede olması, kolun fazla gaga olmaması icabeder. Kolun etrafına âletin man­şeti sarılır ve,manşet içine hava verilerek şişirilir. Manşetin alt tarafına, yine aynı atar­damar üzerine dinleme aleti yerleştirilerek damardaki ses dinlenir. Manşet içindeki tazyik atardamar içindeki kan tazyikinden yüksek ol­duğu takdirde hiçbir ses duyulmaz, zira Hamar içinden kan geçmemektedir. Şimdi manşetin musluğu açılarak yavaş yavaş içindeki bava. kaçırılır ve böylece tazyik azaltılır. Bir nokta­da damardan kan geçmiye başlar ve kulağa’. fif bir ses gelir, işte bu ilk ses duyulan tâdaki tazyik, âzami tansiyonu gösterir. setteki hava daha fazla boşaltdırsa ses bir noktada tamamen kaybolur, bu tadaki tazyik de asgari tazyiktir. Bâzı ânnü kimselerde ilk tazyik yüksek olur; ikinci Biçmede daha aşağı bulunur. Mamafih hiç kim­senin tansiyonu bir noktada sabit değil­dir. Yemek yimek, heyecan, hareket tansi­yonu değiştirir. Bâzan bir doktor tansiyonu 15, öteki 13 bulur. Hasta da acaba kabahat hekim­de mi, alette mi diye şüpheye düşer. Halbuki kabahat hiçbirinde değil kendisindedir, sinir­lerinin oynaklığındadır. Tansiyonun yüksekliği ile hastalığın cid­diyeti arasında hör zaman bir münasebet yok­tur. Bâzan 18 olan bir tansiyon, 22 tansiyondan daha tehlikeli olabilir. Esas önemli olan kalb ve damarların durumudur. Nice hastalar var­dır ki kalb ve damarları sağlam olduğu için 30 tansiyonla fazla bir rahatsızlık hissetmeden yıl­larca normal bir hayat sürerler.



Yüksek Tansiyonun Tedavisi

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Tedavi

Tansiyon hastalığı müzmin bir hastalıktır. Bazı cinsleri müstesna tamamıyla bir ilâçla geçirmeye imkân yoktur. Bunun üzerine ondan korkmamaya, onunla beraber yaşamıya ve ihtilâtlarmı önlemeye çalışmalısınız. Bazıları tan­siyon yüksekliğine karşı hiçbir şey yapılamadığı zannederler, halbuki birçok şeyler yapıla­bilir. Bugün yalnız Amerika’da 15 milyon tan­siyonu yüksek insan vardır, demek ki siz yal­nız değilsiniz. Bakın şu aşağıdaki nasihatlere dikkat edin, bunlar hemen her kalp hastasının ve hattâ sağlam kimselerin bile tatbik etmeleri faydalı olan tavsiyelerdir:

Merdivenlerden yukarıya süratle çıkmayı­nız.

Kendinizi ne suretle olursa olsun çok fazla yormayınız.

Günde iki defa istirahat ediniz.

Müsabaka şeklindeki sporlardan kaçınınız.

Kilonuzu normal sınırlar içinde tutunuz.

Ah şu şişmanlık!

Münakaşalardan, kavgalardan kaçınınız. Mümkün olduğu kadar soğuk kanlılığınızı muhafaza ediniz.

.Bu nevi hayat fazla sıkıcı olmasa gerek değir mi? Bazı kimseler o kadar müfrittirler ki ya tam faaliyet, tam sağlık veya hiçbirşey ol­masın isterler. Birçok hastalar hertürlü tavsi­yenizi reddederler ve günün birinde bir ihtilâtla karşınıza çıkıp iş işten geçtikten sonra bureh size boyun eğerler. Gelin şu ta\ mi önceden hesaba katın da sonradan geri nülmesi imkânsız hasarlara uğramayın



Adams-Stokes Sendromu

30 Oca, 2008 Kalp Sağlığı, Ruh Sağlığı

Kalp atışlarını sağlayan sinir iletim sisteminin birden bozulması (kalp bloku) sonucu bilinç kaybı kalp durması ve yüz renginin solması, vücudun kasılması şeklinde beliren duruma Adams-Stckes sendromu denir.

Kalp atışlarının bir iki dakika sonra yeniden başlaması üzerine hastanın rengi ve bilinci yerine gelir. Adams-Stokes nöbetleri esnasında beyine az kan gittiği için bu durumlarda sara nöbetleri de ortaya çıkabilir.

Adams-Stokes sendromuna cok kere kalp enfarktüsü veya ventrikül fibrilasyonu neden olur.

Tedavi için suni solunum ve kalp masajı uygulamak veya kalbin yeniden atışlarını sağlayacak ilaçlar (adrenalin) yapmak gerekir. Tekrarlayan nöbetlerde kalbin düzenli bir şekilde devamlı çalışmasını temin edecek Pacemaker denen aygıt kullanılır.



Amil Nitrit

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Amil Nitrit

Amil nitrit (Nitrite d’amyle) kalp hastalarının kriz esnasında kullandıkları koroner damarları açıcı ilaçlardan biridir.

Beyaz, kokusuz ve kolay buharlaşabilen bir sudur. Kriz esnasında kolayca kırılıp koklanmak üzere küçük ampullerde bulunur.

Angina pektoris yani göğüs anjini olan kimselerin yanlarından eksik etmedikleri bir ilaçtır.



Aort ve Hastalıkları

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Kalbin Ana Damarı-Aort ve Hastalıkları

Vücudun en büyük atardamarıdır. Kalbin sol karıncığından çıkar. Sırasıyla, çıkan aort, aort kavisi, göğüs aortu, karın aortu adlarını alarak ilerler ve 4. bel omuru hizasında ikiye ayrılır. Doğuştan veya scnrcdan, göğüs aortunun bir yerinde darlaşmasına aort koarktasyo-nu denir. Hastada nefes darlığı, kalp çarpıntısı, baş dönmesi şikâyetlerine neden olur. Kollarda ölçülen damar basıncı ayaklarda ölçülenden çok fazladır. Tedavisi anock ameliyatla mümkündür.Kalbin sel karıncığı ile aGrt arasında bulunan kalp kapağının iyi kapanmaması ve kanı kaçırması sebebiyle meydana gelen bozukluğa ise aort yetmezliği denir. Neticede kalp aşırı derecede büyür. Bu gibi hastalıkların tedavisi,gelişen kalp cerrahisi sayesinde bozulan kalp kapakçıklarının yerine yenilerinin takılması suretiyle yapılabilmektedir.



AORTA KAPAĞI DARLIĞI TEDAVİSİ

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Tedavi

İhtilât yoksa diğer kapak hastalıklarında yapılan tedbirlere başvurulur. Amerika’da da­ralan kapaklar ameliyatla açılabilmektedir.

Ödem nedir? Dokular içinde serbest mayi toplanması­na ödem denir. Bilhassa ayaklarda olur. Bacaklar siş, parlaktır. Elle basılınca çukurluk kalır, bu çukurluğa da gode adı verilir. Ödem kalp kifayetsizliğinde böbrek hastalıklarında, karaciğer hasta­lığında ve ‘bazan da hiçbiri bulunmadığı halde şişman, varisli kimselerde görülür.



AORTA KAPAĞI DARLIĞI

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Sol karıncık ile aorta denen, ve sol karıncık­tan çıkıp temiz kanı vücuda götüren, büyük bir damar arasında aorta kapağı adında üç parça­dan müteşekkil bir kapak bulunduğu daha ön­ce anlatılmıştı. İşte bu kapağın herhangibir hastalık sebebiyle birbirine yapışıp daralması haline aorta kapağı darlığı adı verilir. Bu ka­pak dar olursa sol karıncık, içindeki kanı aortaya atmak için çok büyük zorluğa uğrar; kuv­vetle takallüs eder ve büyür.

Hastalar ne hisseder?

Bazan hastalar işin farkında bile değildir­ler. Bazı hastalarda ise bayılma, kendini kay­betme nöbetleri görülür. Göğüslerinde hakikî kalp anjini ağrıları duyabilirler. Tansiyon ek­seriyetle düşüp olup sistolik ve diyastolik tazyikler arasında fark azalmıştır. Kalbin sürati ekseriya azalmış olup, 60-70 arasında atar. Gidişi

Hastalar uzun yıllar yaşayıp kalble hiç il­gisi bulunmayan bir hastalıktan vefat edebi­lirler.

Birçok hastalarda sonunda sol kalp yorulur ve sol kalb kifayetsizliği teessüs eder. Bunun ilk arazı yol yürürken veya geceleri gelen nefes darlığı ve öksürüktür.

Mitral kapağı yetmezliğinde olduğu gibi burada da bakteryel andokardit husule gelebi­lir, yani bazı mikroplar daralmış kapaklarda yerleşip ateş yükselmesi, titremeler yapabi­lirler.



AORTA KAPAĞI YETMEZLİĞİ ŞİKAYETLER NELERDİR

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Şikâyetler

Birçok hastaların hiçbir şikâyeti yoktur. Tesadüfen genel bir muayene esnasında farkedilir. Bir kısım hastalar sol göğüsteki sağır bir ağrıdan müştekidir, bazan da hakikî anjin dö puvatrin ağrısı duyarlar. Ağır vakalarda, çar­pıntı, baş dönmesi, bayılmalar, boyun damarla­rında kuvvetli atışlar olabilir. Azamî tansiyon ekseriyetle çok yükselmiştir. Asgarî tansiyon ise çok düşüktür. Meselâ biri 15 ise öteki 3 ve­ya 5 dir.

Dikkat edildiği takdirde hastalar normal bir şahıs gibi uzun yıllar yaşarlar. Dikkat edil­mediği takdirde nefes darlığı başlar, sol kalp yetersizliği teessüs eder. İhtilât olarak bakteryel andokardit husuie gelebilir. Fakat umumiyetle aorta kifayetsizliği hiç de korku­lacak bir kalp hastalığı değildir. Birçok vaka­larda en ufak bir şikâyete dahi sebep olmaz.



AORTA KAPAĞI YETMEZLİĞİ

12 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Ekseriya romatizma hastalığının aorta ka­paklarında yerleşmesi neticesi bu kapakçıklar kalınlaşır, sertleşir, büzüşür ve deliği tam kapayamaz olur. Sol karıncık takallüs edip ka­nı aortaya attığı vakit kanın bir kısmı geriye gelir. Bunun üzerine sol karıncık fazla iş yapmak’ mecburiyetinde kalıp büyür, genişler.



AORTA KAPAĞI YETMEZLİĞİNİN TEDAVİSİ

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Tedavi

Esas tedavi amleliyatladır. Bu gün Ameri­ka’da Hufnagel tarafından bu gevşemiş ka­pakların önüne plâstik bir kapak konarak has­talık tedavi edilebilmektedir.



Aortun Daralması-Aort Koarktasyonu

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aort Koarktasyonu-Aortun Damarının Daralması

Kalpten çıkan büyük atardamarın yani aortun çıkış kanalının embriyolojik gelişim esnasında daralmaşıyla ortaya çıkan duruma aort koarktasyonu denir. Kolda ölçülen kan basıncının yüksek, a-yaklarda ölçülenin ise düşük bulunması şeklinde bir belirti vardır. Aort yayındaki daralmadan ötürü ayaklara az kan gideceğinden yürürken baldırda ağrı duyulabilir. Darlık fazla değilse hastayı rahatsız etmez ve tedaviye gerek kalmaz. Ender vakalarda ve aşırı darlıklarda ameliyat gerekebilir.



Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

Anevrizma kan damarlarının kese yapacak şekilde genişlemesi demektir. Kalpten çıkan ve aort adı verilen atardamarın herhangi bir bölümünde en çok damar sertleşmesi yani arterioskleroz ve frengi sebebi ile görülür. Elastik liflerde bozukluk sonucu damar duvarının direnci zayıflar ve giderek genişler. Uzun zaman belirtisi görülmez, çoğu kez, röntgen filminde teşhis edilir. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü, nefes darlığı, sırt, bel ağrıları ve kalbin üzerindeki bölgede ağrılar meydana gelir. Aort anevrizmasının en korkulan komplikasyonu damarın birden yırtılmasıdır. Bu gibi Yırtılması halinde ağır durumlarda bazen operasyona çabuk mutlaka operasyon gerekir, karar verilerek hasta kurtarılabilir.



Birincil Hipotansiyon

27 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Bazı olgularda hipotansiyon kişiyi rahatsız etmez, bazı ol­gularda ise tansiyonun düşük olduğu oldukça belirgindir. Hasta en çok, tansiyonun düşük olduğu sabah saatlerinde rahatsızlık duyar; kendini yorgun, isteksiz hisseder ve çok sık esner. En ha­fif hareket bile olağanüstü bir çaba gerektirir. Kızarma ve terle­menin yanı sıra, şiddetli baş ağrısı, üşüme ve solgunluk görülür.

Her açıdan sağlıklı olan insanlarda tansiyon düşmesinin yapısal bir özellik olduğu ve doğuştan geldiği görüşü bir dere­ceye kadar doğrudur. Yapısal özellikler dışında tansiyon düşme­sine yol açan önemli bir etken böbreküstü bezi dış kabuğundan (korteks) salgılanan ve kan basıncını düzenleyen hormonların yetersizliğidir, bu durumda için eksik olan hormonlar hastaya dı­şarıdan verilir.

Otonom sinir sistemini etkileyerek damarların büzülmesini sağlayan ilaçlar kan basıncını yükselterek rahatsızlığın gideril­mesini sağlar. Bununla birlikte, otonom sinir sisteminin dengesi­nin korunması için düzenli ve sakin bir yaşam gerektiğinden, hastaya düzenli uyku, tuzca zengin ve fazla sıvı içermeyen bir diyet, yüzme ve kayak gibi sporlar önerilir



Cinsellik ve Kalp Sağlığı

10 Ağu, 2008 Cinsel Sorunlar, Kalp Sağlığı

Allanın kullarına lütfettiği en büyük nimet­lerden birinin de cinsî münasebet esnasında du­yulan zevk olduğuna şüphe yoktur. Böyle bir nimetten kimseyi mahrum etmeye kimsenin hak­kı yoktur. Yalnız, o esnada kalbin çok yoruldu­ğu, birçok kalp krizlerinin cinsellik es­nasında meydana geldiği herkes tarafından bilin­mektedir. Şu hususları unutmayınız : enfarktüs geçirdikten sonra hiç olmazsa üç ay hanımlar­dan uzakta kalmanız şarttır; cinsî münasebeti fazla oynaşmadan, kendinizi yormadan yapma­nız daha doğrudur; ne sayıda yapılması kendi; arzunuza bağlıdır, nişlerinizi içinizde hapset-mektense boşaltmak daha iyidir; bekâr iseniz evlenebilirsiniz, ama kendinizden çok küçük yaşta biri olmamalı. Şayet cinsî münasmda göğsünüze ağrı, sıkıntı geliyorsa, önce ilacınızı almanız icabeder.



Damar Sertleşmesi Neden Olur?

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Damar sertleşmesi neden olur?

Bu hususta iki teori vardır :

1. Zorlanma teorisi.Kalbin her çarpışında kan, damarlar içine atılır. Doğduğumuz andanıberi milyonlarca ufak darbeler her an kan damarlarının duvarına çarpmaktadır. Böylece kan damarı tazyike ma­ruz kalır ve zamanla yıpranır. Damar sertliği­nin yaşla artışı bu teori lehinedir. Kalb dama­rının tıkanmasına en çok sol taç atardamarının aşağıya, kalb ucuna doğru kıvrıldığı yerde rastlanır. Sebep, buranın en fazla kan darbesine maruz kalmasıdır. Nitekim ayak damarları, kol damarlarından daha çasbuk ve daha fazla sert- : leşir; çünkü ayak damarları tazyike, zorlammt-ya daha fazla maruzdur. Meşhur Viyanalı patolojist doktor Erdheim ölüyü muayene ederek hayatta iken sağ elini mi kullandığını veya solak mı olduğunu söyliyerek herkesi hayrete düşür­müş. Sonradan sırrım ifşa etmiş : hangi kol da­marında fazla sertleşme varsa o kol hayatta fazla kullanılmış demektir, binaenaleyh solak­ların sol kol damarlarında sağdan fazla sertleş­me bulunur.

Bu teorinin çok esaslı noktaları varsa da yalnız başına damar sertliğini izah edemez. Zi­ra, çocuk yaşındaki kimselerde bile damar sert­liğine raslanmaktadır. Demek ki sadece zorlanma, yıpranma, yaşlanma damar sertliği husu­lü için kâfi gelmez.

2. Kolesterol teorisi. —Bu teoriye göre damar sertleşmesinin se­bebi vücudun yağları ve diğer bazı yağlı mad­deleri iyi kullanamamasıdır. Hücrelerin yapıl­ması ve tahribi işinde bir bozukluk olduğu va­kit kolesterol ve diğer yağlı maddeler kalb da­marlarının iç zarına girerler ve orada tortula­nırlar. Yağ tortularının en tahrip edicilerin­den biri olan kolesterol maddesi sütte, yumurta sarısında, beyinde, karaciğer ve böbrekte bol miktarda bulunur. Kolesterol icap ettiği yerde bulunduğu zaman tamamen zararsız, hattâ fay­dalı bir maddedir.

Vücut kolesterolü yalnız gıdalardan almaz, kendisi diğer maddelerden de yapabilir. Safra taşlarında ve bazı kanser dokularında da koles­terol bulunur.



Damar Sertliği İle İlgili Bilgi

12 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Arteryoskleroz kalp enfarktüsü, beyin trombozu ve beyin kanaması olgularının başlıca nedenidir. Ayrıca bacak kangren­lerinin büyük bölümü de arteryoskleroz kaynaklıdır.

Belirtiler:

Belirtiler ancak damar lezyonları belirginleştikten sonra ortaya çıkar. Hastalığa bu nedenle «aysberg hastalığı» da denir.

Arteryoskleroz belirtileri lezyonun yeriyle ilişkilidir. Çünkü sorun, dokulara yeterli oksijen iletilememesi ve söz konusu böl­gede kan dolaşımının engellenmesidir. Yerleşimin beyinde olduğu durumlarda görme ve konuşma bozuklukları, hafıza kaybı, anlık şuur kayıpları, yer ve zaman kavramlarının bozulması, kol veya bacaklarda kas gücünün ani ve geçici olarak zayıflaması ve son olarak da beyin trombozu gelişir.

Hastalık kalbte oluşursa ekstrasistol, kalp atışlarının hızlan­ması ve kulakçığın hızlı kasılması gibi ritim bozuklukları görü­lür. Koroner damar lezyonlarına, spazma yol açan refleksler de eklenirse anjinaya benzer göğüs ağrıları belirir. Sonunda miyokart enfarktüsü gelişir.

Arteryoskleroz bacak damarlarda olursa kramp ağrıları, deride kalınlaşma ve rengin koyulaşması, bacaklarda ısı düş­mesi ve zamanla kangren gelişir.

Böbrek atardamarlarında oluştuğunda kan basıncı yükse­lir, böbrek işlevlerinde hafif bozukluklar görülür. Böbreğin küçük damarlarımnda da oluşursa daha tehlikeli olabilir.

Sebepler:

Arteryoskleroz dünya ölçeğinde en başta gelen ölüm sebeplerinden biridir. Arteryosklerozun, olguların pek azında (% 5 ila 10) belirti vermesi teşhisi güçleştirir.

Araştırmalar, arteryoskleroz kaynaklı hastalıkların kan ko­lesterol düzeyi ve kan basıncı yüksek, şişman, sigara kullanan ve bedensel etkinlikleri az erişkin erkeklerde daha çok görüldü­ğünü ortaya koymuştur.

Arteryoskleroz erişkin erkeklerde daha yaygındır. Orta yaş düzeyinde, erkeklerde kadınlardan daha sık görüldüğü uzun süredir bilinmektedir. Menopoz sonrasında iki cins arasındaki fark ortadan kalkar. Kadınlarda, östrojenin ve öteki eşey hor­monlarının koruyucu rolü olduğu düşünülmektedir.

Arteryoskleroz ve kolesterol:

Kolesterolün arteryoskleroz oluşumundaki etkisi önemli bir tartışma konusudur. Bu konuda birçok deneysel veri vardır. Gerçekten de, arteryoskleroz görül­meyen toplumlarda yağsız beslenme alışkanlıkları yaygındır. Bol yağlı besinler tüketen toplumlarda ise hastalık sık görülür. Hastalıkta ırk etkeninden çok, yaşam ve beslenme alışkanlıklarının önemi olduğu araştırmalardan anlaşılmaktadır.

Şeker hastalığı, böbrek hastalığı ve ksantomatoz gibi, kan­da yağ düzeyinin yüksek olduğu hastalıklara yakalananlarda arteryoskleroz çok yaygındır. Öte yandan miyelom gibi kanın yağ düzeyinin düşük olduğu hastalıklardaysa, arteryosklerozun görülme oranı son derece de azdır.

Arteryoskleroz ve yüksek tansiyon: Yüksek tansiyon atar­damar duvarında daha çok kolesterol birikmesine neden olur. Daha önce değinildiği gibi kolesterolün zedeleyici etkisiyle or-taya çıkan iltihabî tepki olası bir arteryoskleroz sebebidir. Atardamar duvarında da kolesterol üretimi olması aşırı kolesterol bi­rikimine yol açar. Böylece, yüksek tansiyonun yalnız arteryosklerozu artırmadığı, aynı zamanda arteryosklerozun gelişimine neden olduğu söylenebilir.

Hfe Araştırma sonuçlarına göre, atardamar duvarındaki koles­terol miktarı, besinlerle alınan veya kanda bulunan kolesterol miktarından çok, yüksek tansiyonla ilgilidir.

Arteryoskleroz ve yaşlılık arteryosklerozu:

Arteryosklero­zun en önemli sonucu kalbin yükünü büyük ölçüde artıran kan basıncı yükselmesidir. Yüksek tansiyon ilaçlarla denetlenemezse kalbin kasılma gücü giderek azalır.

Yaşlılık arteryosklerozu en iyi gidişli arteryoskleroz türüdür. Vücudun yaşlanmasıyla birlikte yavaş yavaş gelişir. Fizyolojik bir olaydır; başlıca nedeni atardamarların da yaşlanarak sertleşmesidir.

Tedavi:

Arteryosklerozun nedenleri bilinmediğinden, bu hastalığa özgü tedavi yöntemleri uygulamak olanaksızdır. Has­taların belli bir beslenme programı izlemeleri gene de önemli­dir.

Arteryoskleroz oluşumunu açıklayan kuramlar arasında en geçerli olanı hastalıkla yağlar arasında ilişki kuran yakla­şımdır. Bu yaklaşımı destekleyen birçok veri vardır: aşırı yağlı besinler verilen deney hayvanlarında mutlaka arteryoskleroz gelişmektedir. Değişik çevrelerde yaşayan aynı ırktan bireyler, beslenme alışkanlıklarında yağ bakımından zengin besinler ço­ğunluktaysa genellikle arteryoskleroza yakalanırlar. Şeker has­talığı ve hipotiroidizm gibi kanda yağ düzeyini yükselten has­talıklar arteryosklerozu hazırlayıcı etki yapar. İncelenen bütün koşullar, yağların arteryoskleroz oluşumunda önemli bir etkisi olduğunu gösterir. Ama bu etkinin bütün boyutları gene de açıklıkla bilinmemektedir. İlk iki veriden çıkarılabilecek sonuç, besinlerle alınan yağların arteryoskleroz oluşumunda belirleyi­ci olduğudur.

Arteryoskleroz tedavisine, hastalık klinik belirtiler vermeden önce başlamak gerekir. Tedavide beslenme alışkanlıkları yeniden düzenlenir; pıhtılaşma önleyici ve pıhtı çözücü (fibrinolitik) ilaçlar, ayrıca lipoprotein miktarım azaltarak kolesterol sentezini ve taşınmasını önleyen ilaçlar kullanılır.

Arteryoskleroza cerrahî tedavi de uygulanabilir. Koroner damar veya büyük atardamarların arteryoskleroz sonucunda tı­kandığı olgularda cerrahî müdahaleye başvurulabilir. Günü­müzde koroner baypas ameliyatı veya tıkanan damarın vücut­tan alınan bir başka damar parçasıyla değiştirilmesi gibi uygu­lamalar çok sıklıkla yapılmaktadır.



Dijital-Kalp İlacı

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-K

Dijital (Digitalin Nativelle) kalp hastalık­larının tedavisi için yaklaşık yüz seneden beri kullanılmakta olan bir ilaçtır. Yüksük otu veya Digitalis purpura denen bitkinin yapraklarından elde edilen bir kalp glikozitidir. Kalp adalesinin kasılma gücünü ve uya­rılmasını artıran, buna karşılık kalbin da­kika atım sayısını azaltan bir ilaç olarak birçok kalp hastalığında başarı ile kullanılmaktadır. Digitalis bitkisinin lanatc türünden elde edilen glikozide ise Lanatosid (Cedilanid) denir. Damla ve tablet şeklinde kullanılır Lanata yapraklarından elde edilen gliko zidlerin daha fazla soflaştırılmış preparat lan yapılmıştır. Digoxin adındaki bu dijita preparatı da tablet ve damla şeklinds kul­lanılmaktadır.



Dolaşım Sistemi

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Dokuların oksijen ve besin ihtiyacını kar­şılayan, kanın vücutta dolaşmasını temin eden, kalp ve kan damarlarının meydana getirdiği sisteme dolaşım sistemi denir. Kan dolaşımında ortaya çıkan bir bozuk­luk dokuların ve organların çalışmalarım aksatır, hatta dokuların ölmelerine bile yol açabilir.Kan denilen besleyici sıvı, onu pompala­yan kalp aracılığı ile atardamar veya ar­ter denilen kan damarları içinde vücuda dağılmakta, arteriol denen ufak dallara ayrılmakta ve böylece kapalı bir boru sis­temi içinde akarak dolaşmaktadır. Çok ince kan damarcıkları yani kopiller deni­len kılcal damarlar doku hücrelerinin ya­nına kadar ulaşır. Bu son kademede kıl­cal damarlarla hücrelerin çevresinde do­laşan dokulararası sıvı (interstisyel sıvı) arasında difüzyon denilen bir geçiş meyda­na gelir. Kanın içinde küçük moleküllerden oluşan besin eriyikleri, oksijen ve su bazı fizik kurallarına uygun olarak kılcal damar çeperlerinden kolayca dokular arasına ge­çebilirler. Difüzyon denilen bu olayla be­sinler ve oksijen hücrelere girerken ya­pım ve yıkım ürünleri de ters yönden kana geçerler.

İnsanlarda kan dolaşımı büyük dolaşım ve küçük dolaşım (akciğer dolaşımı) ola­rak iki bölümden oluşur. Büyük dolaşım kalbin sol karıncığından çıkan,aort adı ve­rilen büyük atardamar ile başlar. Vücu­dun her tarafına dağıldıktan sonra ven denilen toplardamarlar aracılığıyla tekrar geriye dönen kan, sağ kulakçıkta büyük dolaşımı tamamlamış olur. Sağ karıncık­tan akciğer atardamarı yani pulmoner ar­ter ile başlayan küçük dolaşımda ise kan akciğerlerdeki alveol adı verilen küçük hava keseciklerine kadar gider. Akciğer­lerde havadan yeniden oksijen aian ve karbondioksit bakımından temizlenmiş olan kan kalbin sağ kulakçığına dönerek akci­ğer dolaşımını tamamlar.

Kanı damarlarda dolaştıran basınç, yani kan basıncı toplardamarlarda ve kılcal da­marlarda düşük, atardamarlarda ise yük­sektir. Kan basıncı veya tansiyon denilin­ce, esas olarak büyük atardamarlardan genellikle koldaki atardamarlarda ölçülen basınç anlaşılır. Kalbin kanı pompaladığı sıradaki basınç yani sistolik basınç yük­sek, kalbin kanı içine aldığı sıradaki ba sınç yani diastolik basınç ise daha düşük­tür. Sistolik kan basıncının derecesi esas olarak atardamar çeperinin esnekliğine bağlıdır. Esnekliğin kaybolduğu arterio-skleroz denilen damar sertleşmelerinde sistolik kan basmoı yüksek bulunur. Dias­tolik basınç büyük ölçüde çevresel diren ce bağlıdır. Kan basıncı milimetre cıva ile ölçülür ve mm./Hg. harfleri ile ifade edilir. İlk okunan basınç sistojik basıncı yani maksimayı, ikincisi ise diastolik basıncı yani minimayı gösterir. Halk arasında bu­na büyük ve küçük tansiyon denir. Ayrıaa mm. değeri yerine cm. değeri söylenir, ya­ni 120/80 mm./Hg. yerine 12/8 denir.

Dolaşım sisteminde arter basıncının 95/ 55 mm/Hg. altına düşmesine hipotansiyon denir. Bazı kimselerin arter basıncı düşük düzeye ayarlanmıştır ve bu sebeple pek şikâyetleri olmaz. Buna esansiyel hi­potansiyon denir. Bazı insanlarda ise tan­siyonun düşmesi halsizlik, kesiklik, baş dönmesi gibi belirtilere yol açar.

Yatar durumda normal olan arter basıncı­nın ayağa kalkınca 10 mm./Hg.’den fazla düşmesi halinde ortostatik veya posturol hipotansiyon söz konusudur. Vazomotor sistemde yani damarları yöneten sinir sis­teminde bir yetersizlik sonucu veya bazı ilaçlara bağlı olarak meydana gelir. Bu­nun sonucu baş dönmesi ve hatta beynin kısa bir süre kansız kalması sonucu bayıl­ma bile görülür. Vazomotor sistem hasta­lıkları arasında Buerger hastalığı, Raynaud hastalığı, akrosiyanoz, eritromelalji gibi damar bozuklukları sayılabilir.Dolaşımın birden iflas etmesi halinde şok veya kollaps denilen tablo meydana gelir. Kalbin dokulara gönderdiği kan hacminin azalması veya kanın yanlış dağılımı sonu­cu çevredeki dolaşım ileri derecede bo­zulur. Çeşitli nedenlerle oluşan şoklar var­dır ve bu tehlikeli durumdan organizma kendi imkânları ile kurtulamaz ise doktorun derhal yardım etmesi ve hastayı şok­tan çıkarması gerekir, aksi halde hasta ölebilir.

Damar sisteminde kan akımının kesilmesi çeşitli nedenlerle olabilir. Dokuların ezilme­si veya kesilmesi sonucu damarlar yırtı-labilir ve kan dışarıya veya doku içine akarak hematom dediğimiz kan toplanma­sı durumunu meydana getirebilir. Kanın damarlar içinde pıhtılaşması yani tromboz meydana gelmesi halinde de kan akımı yavaşlayabilir veya durabilir. Bu şekilde meydana gelen ven trombozları yani trom-boflebitler bazı hastalıklarda ve gebelik­lerde oluşan önemli komplikasyonlardır. Ayrıca gene bir kan pıhtısının damarı tı­kaması halinde ambolidenı söz edilebilir.

Trombotik veya embolik damar tıkanma­ları özellikle beyinde ve kalpte çok ciddi hastalıklara neden olurlar.



ELEKTROKARDİYOGRAM-BALİSTOKARDİYOGRAM NEDİR NEYE YARAR

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E

Her canlı hücre bir pil, bir batarya gibi ba­zı elektrik cereyanları husule getirir. İşte kalbte husule gelen bu elektrik cereyanlarını kay­deden alete elekirokardiyograf ve uzun şerit biçiminde olan kâğıt üzerindeki çizgilere de elekirokardîyûgram adım veriyoruz. Elektro­kardiyografin muhtelif modelleri vardır. Eski­den bir odayı işgal edecek derecede büyük ol­duğu halde şimdi elle taşınabilen portatif makinalar icat edilmiştir. Çekilen filmin banyo edilmesine lüzum dahi yoktur, netice hemen okunabilir. Elektrokardiyogram çekmek için belden yukarı soyunmanız, çoraplarmzı sıvamanız ve üzerinizde ne kadar madenî eşya varsa çıkar­manız icap eder. Kollara ve bacaklara elektrod denen bazı madenî plâklar bağlanır ve cereyanın iyi geçmesi için deri ile plâk arasına tuzlu bir merhem sürülür. Filim alınırken gayet ser­best durmanız, konuşmamanız, hareket etme­meniz şarttır. Hafif bir kımıldama yazıları bozabilir. En ufak birşey hissetmiyeceğinizden emin olunuz, zira alet kalbinizin elektrik cere­yanlarını kaydedecektir, yoksa size cereyan, verecek değildir. Sağlam bir kalbte tenbih sağ kulakçıktan başlar, sağ kulakçığa ve sol kulakçığa yayılır, oradan karıncıklara geçer. İşte bu tenbih gidi­şine uyarak da sağlam kimselerde muayyen bir tip elektrokardiyogram vardır. Meselâ şekil 8 A da elektro normaldir, halbuki B enfarktüslü bir hastadan alınmıştır. Görüyorsunuz ki sağ­lamda yukarı doğru olan T dalgası hastada aşağı doğrudur ve R dalgasından önce q belirmiştir. Türlü hastalıklarda bu girinti çıkıntılarda türlü değişiklikler olur. Elektrokar diyogramı okumak ayrı bir ihtisas işidir. Her hekim bu işten iyice anlamaz. Bazan yanlış tef­sirlerle hasta sebepsiz yere endişeye düşürülüry. bazan da tamamen aksi olur.

Şu hususları unutmayınız:

1. Elektrokardiyogram normal olduğu hal­de sizde kalb hastalığı bulunabilir.

2. Elektrokardiyogram kalbin kuvvetli ve­ya zayıf olduğunu göstermez.

3. Sadece elektrokardiyograma bakarak: kalb hastalığının iyiye veya kötüye git­tiği her zaman söylenemez.

4. Elektrokardiyogram, bilhassa kalb marlarmm hasta olup olmadığını teşhiste çok kıymetlidir. Bazı kalb damarı hastalıklarında istirahatte alman elektrokardiyogram normal olduğu halde hareket yaptırıldıktan sonra almanı anor­mal çıkar. Eskiden hareket olarak 20 defa çÖmelip kalkma yaptırılırdı, halbuki şimdi Master’in iki basamak testini kullanıyoruz. Bu test Türkiye’de ilk defa Gülhane Askerî Tıp Akademişinde tarafımızdan kullanılmağa başlan­mıştır. Hasta yaşma ve kilosuna göre muayyen basamakları bir buçuk dakika zarfında inip çı­kar ve arkasından elektrokardiyogram alınır. Son zamanlarda kalbin kuvvetini ölçen bir alet icat edilmiştir ki bu da balistokardiyograftır. Türkiye’de ilk defa tarafımızdan Gülhane hastahanesinde kullanılmıştır. Esası şudur : Kalb her seferinde damarlara kan attığında vücut sarsılır, işte bu sarsıntının dere­cesi kalbin kuvveti ve damarların elastikiyeti ile değişir. Kalbin atımına bağlı olarak husule gelen vücut hareketleri ayakların üzerindeki içinde bobin bulunan aleti hareket ettirir, o da elektromanyetik bir alanda gidip gelir ve şekil 9 A daki dalgalar kaydedilir. Bu dalgaların herbirinin ayrı bir mânası vardır. Şekil 9 B kalb damarları bozuk olan bir hastadan alman balistodur. Aradaki fark çok iyi gözüküyor : dal­gaların boyu kısadır, intizamsızdır. Hastalık iyi­ye gittikçe ve kalbin kudreti yerine geldikçe balisto da düzelir.



Fazla Kilo Kalbe Zararlı mıdır?

6 Tem, 2008 Kalp Sağlığı

Kilonuza dikkat ediniz. Kilonuzu azaltırsanız kalbin yükünü de azaltmış olursunuz. Zayıflayınca kendinizi da­ha iyi hissedeceğinize hiç şüpheniz olmasın. Biz­de nedense (bir kilo et, bin ayıp örter!) derler ve şişmanlığı makbul sayarlardı. Bu fikir ta­mamen yanlıştır. Bir insanın sağlığı hiçbir za­man fazla yağı ile ölçülmez.

«Aman ne zarif insan, Amerikalı gibi ipin­ce. Kendine nasıl da bakıyor.» lâfını çok duyarsiniz, ama artık zamanımızda «Acaba bu şişko olmak için ne yapıyor? ne semiz iı lâkırdısını, hemen hemen hiç işitmezsiniz.

Şişmanlamamak için sıkı perhizlere gerek yoktur. Diyet yaparken bile besleyici gıda alabilirsiniz, fakat kalorisi az olmak şartıyla. Kalori gıdadaki kömürün ölçüsüdür. Şayet vücudunuza lâzım olandan fazla kömür ithal eder­seniz bu fazla kömürler, yani fazla kaloriler, yağa çevrilip vücudunuzda depo edilir. Şayet aksine kendinize lâzım olandan daha az kalori alırsanız bizzat vücudunuzu teşkil eden yağlar yanacak ve siz de kilo kaybedeceksiniz.

Eğer çok şişman değilseniz kilo kaybetmek veya daha fazla şişmanlamamak için şan­ları yimeyiniz : pastalar, günde 150 gramdan.; fazla ekmek, patates, şekerlemeler, tereyağı kremalar, havyar, hamur işleri, makarna, pilâv, börek. Daha ziyade meyve, yeşil sebze, yağsız, etle yaşamıya bakınız.

Bazı hekimler gıdada kolesterol ne kadar azsa veya hiç yoksa kalb damarları sertleşmesinin de o kadar az olacağı veya damar sertleşmesinin iyileşeceği kanaatini beslemek­tedirler. Tabiî bu, sadece bir faraziyedir. Çün­kü sertleşmiş damarlardaki kolesterolün gıda­daki kolesterolden geldiği katî surette değildir. Miyokart enfarktüsü geçirmiş olan ve­ya kalb anjini, hipertansiyonu bulunan hasta­larda biz umumiyetle kolesterolü (bir nevi yağ) az gıda tavsiye etmekteyiz. Bu pek de kolay değildir: gıdadan yumurtayı, tereyağını, pey­niri, kaymağı, sığır, dana etini, karaciğer, beyin, böbreği, İstakozu, yağlı et, yağlı balığı, pastala­rı, cevizi kaldırmak icap eder. Umumiyetle bu diyeti takip eden hastalar kuvvetlerini kaybet­tiklerinden ve yemeklerin tatsız olduğundan şi­kâyet ederler.

1951 yılında Dr. Lester M. Morison üç yıl süren deneylerinin sonucunu yayınladı. Deney 100 hasta üzerinde yapılmıştı. Hastalardan el­lisine normal gir gıda (günde 200-1800 mgr. ko­lesterol ve 80-160 gram arasında yağ) verilmişti. Halbuki diğer elli hastanın gıdasında günde 50-70 miligram kolesterol ve 20-25 gram yağ mevcuttu ki bunlar pek az sayılır. Üç yıl so­funda normal yağlı gıda yiyenlerin ellisinden otuzbeşi hayatta kalmıştı, halbuki yağı, koles­terolü az gıda alanların ellisinden .kırküçü hayatta idi. Demek ki yağı ve kolesterolü kı­san kalb hastalarında hayatta kalma şansı, di­ğerinden çok daha fazladır. Bu birçok deneyle­rin ancak bir tanesidir. Fakat şu noktayı unut­mamalı ki Dr. Morrison’un yağı az diyeti, za­yıflatıcı bir diyettir. Hayatta kalanların hemen hepsi kilo kaybetmişlerdir. Binaenaleyh] yette iyi gelen şey acaba kilo yoksa yağı az almak mı? bu henüz rette belli değildir, ama iyi geliyor, hayatı: tıyor ya siz ona bakın!. Öte tarafını varsın i ler araştıra dursun.

Benim hususî muayenehanemde ma tavsiye ettiğim kolesterolü az diyet şudur : Kahvaltı:

Meyva suyu (limon, domates)

Pazartesi, perşembe günleri bir

rafadan yumurta

Bir dilim (50 gram) kızarmış ekmek

İki çay kaşığı dolusu veya bir

üzerine sürülecek kadar tereyağı

Yağsız peynir

Marmalat, reçel, bal

Bir bardak şekerli çay Öğle yemeği:

Çorba: sebze, et suyu

Yağsız et ‘

Yağsız balık

Yeşil, haşlama sebze

Ekmek (60 gram)

Meyva Akşam yemeği:

Çorba

Yeşil sebze Patates haşlanmış Taze meyva Ekmek (60 gram)

Bir kâse, kaymağı alınmış yoğurt Karaciğer, beyin, böbrek, havyar, domuz eti, kaz eti yasaktır.

Ancak yağsız et veya balık yinebilir, bun­ların da yağlarını ayırmak, ve ızkara, yahut haşlama yapmak icap eder. Tavada kı­zartma yasaktır.

Günde bir bardaktan fazla süt içmeyiniz. Yağsız peyniri tercih ediniz, kaşar peyniri gibi yağlı peynirler yasaktır.

Hayvanî yağlar yerine zeytin yağı gibi ne­batî yağlar kullanılmalıdır.

Ceviz, badem, dondurma, kaymak, ağır ha­mur işleri yasaktır.

Yemeklerinizi az, fakat sık yimeniz daha doğrudur. Bir defasında fazla yiyerek karnınızı şişirmek, kalbi sıkıştırmak iyi değildir.

Sosyal hayatınız

Umumiyetle şayet şifa tam vukubuldu ise daha önceki itiyatlarınızı, eskisine nispetle daha mutedil bir tarzda olmak üzere takip edebi lirsiniz: spor, seyahat gibi. Fakat arkada ye kaldıysa, yol yürürken nefes darlığı veya göğsünüze ağrılar geliyorsa biraz dikkatli olmanız şarttır. Günlük hayat çok fazla yorgunluk hissediyorsanız gece yatınız, böylece kalp ve damarlara dinlemesi için daha uzun bir zaman ayrılmış olur. Biraz kendi kendinizin hekimi olmalısınız. Günlük meşgalenizde yorgunluk hissetmezseniz geceleri eğlenmenizde mahzur yoktur. Öğle yemeğin­den sonra biraz yatıp istirahat etmek herhalde faydalı olur. Neşeli, şen, şakrak arkadaşlar seçi­niz. Hastalığınızdan kimseye bahsetmeyiniz. Daima iyi olduğunuzu, kendinizi her zamankinden iyi hissettiğinizi herkese duyurunuz.



HEKİM KALBİNİZİ NASIL MUAYENE EDER ?

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Kalbinizden şikâyetle hekime gittiğiniz uzman hekim önce sizi inceden inceye dinler, si birçok sualler sorar. Ekseriya teşhisin heme yarısı bu soru, cevap esnasında konur. Şikâye lerinizi ta başından başlıyarak araya lüzums tafsilât sokmadan, Ayşe hanım, Fatma han dan söz açmadan anlatınız. Sorulara dikkatle cevap veriniz, hastalığınızı ne mübalâğa edini ne de küçümseyiniz, herşeyi olduğu gibi açıklayınız.

Sorgudan sonra veya soru esnasında he kim sizi alıcı gözüyle süzer. Boyun damarları nız şiş mi, dudaklarınızda morluk var mı, ne fes alışınız nasıl? bunları inceler. Sonra elini nabzınıza atar. Arkasından tansiyonunuzu öl­çer. Nihayet kalb nahiyenizi eliyle yoklar. He­kime muayene için ufacık bir pencere deliği açmayınız. Tamamen soyunmanız gizin men­faatiniz icabıdır. Hekimin kalbinizi, ciğerlerinizi dinlemesi, ellemesi, şarttır. Kalb muaye­nesinin tam olması için bir kalb filmi çekil­mesi ve elektrokardiyogram alınması elzemdir. İcap ederse damardan ilâç verip bu ilâcın kalb içinde nasıl bir yol güttüğü araştırılır; buna anjiyokardiografi adı verilmektedir. Bazan da karakan damarının birinden sonda sokulup kal­bin içine kadar sevkedilir ve ayrı ayrı herbir odanın içindeki kan tazyiki ölçülür, herbir oda­dan biraz kan alınıp oksijen ve karbondioksit miktarları tayin edilir ki buna da kalb kaieierizasyonu denir.

Bazı nevi kalb hastalıklarında idrar, kan muayeneleri, kanda şeker, üre aramak, koles­terol tayin etmek de icap eder. Bunları hekimi­nize bırakınız.



Hipertansiyon ve Kalp

27 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Arter basıncının normalin üstüne çıkmasına tıp dilinde arteriyel hipertansiyon denir.

Arter basıncının ölçülen iki değeri vardır. Bunlardan biri kalbin kan pompaladığı kasılma sırasında ölçülen basınçtır. Sistolik veya maksimal (yüksek) basınç adı verilir (büyük tansi­yon). Diğeri ise kalbin gevşeme döneminde iken damarlar içe­risindeki basınçtır. Diastolik veya minimal (küçük) basınçtır (kü­çük tansiyon).

Normalde erişkin bir insanın arter basıncı 100/70 mm Hg ile 140/90 mm Hg arasındadır (günlük dilde ve halk arasında bunları 10/7 ve 14/9 denilmektedir). Sistolik basıncın 140 mm Hg, diastolik basıncın 90 mm Hg üzerine çıkması hipertansiyon olarak kabul edilir.

Hastaların çoğunda hipertansiyonun oluşumunun açıklan­masını sağlayacak bir sebep bulunmaz. Bu şekilde nedeni bi­linmeyen hipertansiyonlara esansiyel hipertansiyon denilmek­tedir. Hipertansiyonların çoğu bu gruptandır.

% 10-20 vakada ise hipertansiyon nedeni bellidir. En sık görülen hipertansiyon sebepleri şunlardır:

1. Çeşitli böbrek hastalıkları:

- Nefritler

- Diyabetik nefropati

- Böbrek kistleri

- Böbrek tümörleri

- Böbrek arterindeki tek veya çift taraflı daralmalar

2. Hormonal nedenler

- Cushing hastalığı

- Feokromasitoma

- Hepirtiroidi)

3. Kalp ve damar arızaları

- Aort atardamarında daralma (aort koarktasyonu)

- Aort yetersizliği

- Tam kalp blokları

- Arteryovenöz fistüller

4. Gebelik

5. Merkezî sinir sistemi hastalıkları

6. Bazı ilaçlar

- Doğum kontrolü hapları

- Ostrojenler.

Hipertansiyonlar arter basıncının yüksekliğine göre de uçe ayrılır:

a) Hafif hipertansiyon (minimal basınç 90 ile 104 mm Hg arasında)

b) Orta şiddette hipertansiyon (minimal basınç 105 ile 120 mm Hg arasında)

c) Şiddetli hipertansiyon (minimal basınç 120 mm Hg ve üzerinde)

Arter basıncı, yatar durumda bir süre (en az beş dakika) dinlendikten sonra ölçülmelidir. İlk ölçüldüğünde yüksek bulu­nan basınç bir süre sonra daha düşük düzeylere inebilir. İlk öl­çülen sayılar kabul edilmemelidir. Fakat arter basıncı basit he­yecanla inip çıkan veHabilite gösterenlerde ilerde sürekli yük­sek kalabilir.

Hipertansiyonların bir kısmı hemen acil tedaviyi gerektire­bilir. Özellikle glomerülonefritler ve gebelik sırasında ve feokromositomda maksimal arter basıncı 240 mm Hg üzerine çıka­bilir. Bu şekildeki hipertansiyon krizlerinde hastada baş ağrısı, kusma, görme bozukluğu, dalgınlık, kol ve bacaklarda istemsiz hareketler olabilir. Derhal müdahale edilmesi gereklidir. Bazı tansiyon düşürücü ilaçların uzun süre kullanılmasından sonra birden kesilmelerinde de böyle anî krizler olabilir.

Hipertansiyonda bütün vücuttaki atardamarlarda ve buna bağlı olarak beyin, gözler, böbrek ve kalp gibi organlarda bo­zukluklar meydana gelir. Bu değişiklikler arter basıncının yük­sekliği ve süresiyle ilgilidir. Yani kan basıntı ne kadar uzun sü­re tedavi edilmezse o kadar vücuda zarar verir.

Hipertansiyon beyindeki damarları bozarak felçlere, göz­lerde körlüğe, böbreklerde nefroskleroza yol açarken kalpteki önemli etkisi koroner arter hastalığı ve kalp yetersizliğidir. U-zun süreli yüksek basınç karşısında çalışan kalp adalesinde gi­derek kalınlaşma ve sonunda yetersizlik ortaya çıkar.

Yapılan çalışmalara göre koroner arter hastalığının en önemli nedeni hipertansiyondur.

Hipertansiyon erkenden teşhis edilir ve tedavi edilmeye başlanırsa bu komplikasyonlar daha geç ortaya çıkmaktadır. Hipertansiyon genellikle tesadüfî muayene sırasında ortaya çı­kar. Hastaların çoğu uzun süre arter basıncı yüksek olmalarına karşın bir şey hissetmeyebilirler veya belirli belirsiz şikâyetleri vardır, bunları önemsemezler. Hipertansiyonda en sık görülen belirtiler; baş ağrısı, baş dönmesi, göğüs ağrısı, çarpıntı, çabuk yorulma, nefes darlığı, kulaklarda uğultu ve çınlamadır.

Bu şikâyetleri olan hasta bir hekime müracaatında kolay­lıkla kan basıncının yüksekliği ortaya çıkar. Ayrıca yapılan di­ğer tetkiklerle hipertansiyona bağlı organ bozukluğu olup ol­madığı araştırılmalıdır.

Hipertansiyon tespit edilen bir hastanın hangi ilaçtan da­ha çok faydalanabileceği hekim tarafından tespit edilmelidir. Gelişi güzel eczaneden alınan veya bir başkasının ilacını kul­lanmak zararlı olabilir. Ancak kan basıncı yüksek olan hasta­lar alacakları bazı önlemlerle tedaviye yardım edebilirler. Hat­ta tedavinin başarısı hastaların alacakları önlemlere bağlıdır.Hipertansiyon psişik faktörlerle yakından ilgilidir. Bu ne­denle bu hastaların çok sinirlenmemeleri, emosyonel stresler­den uzak kalmaları gerekir.

Diyetteki tuz kısıtlanmalıdır. Kalori miktarı düşürülmelidir. Şişman hastalar zayıflamalıdır.

Günlük hafif egzersizler yapılmalıdır. Egzersiz kan basın­cının düşmesni kolaylaştırır. Hastalar ilaçlarını çok muntazam kullanmalıdırlar. Gelişi­güzel arter basıncını ölçtürerek basınç yüksek olduğunda ilaç kullanmak sakıncalıdır. Arter basıncının anî iniş çıkışlarına ne­den olacağı için hastaya daha çok zarar verir.

Hipertansiyonu mevcut hastaların bu tedbirler yanında muntazam olarak belirli zamanlarda evde bir yakını tarafın­dan arter basınçlarını kontrol ettirmeleri tedavinin etkinliğini artırır.



Hipotansiyon ve Kalp

27 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Sağlıklı bir erişkinde kan basıncı 130/80 mmHg arasında­dır. Büyük tansiyon 100 mmHg’nin altına düştüğünde hipertan­siyondan söz edilir. Düşük tansiyon, kan dolaşımının vücut ge­reksinimini karşılayamadığını gösterir. İster birincil olsun ister ortostatik, her iki hipotansiyon tipi tehlikeli sonuçlar doğurmayan yapısal bozukluklardan kaynaklanır ve bu kişiler sağlıklı kabul edilirler. Hatta istatistikler düşük tansiyonluların normal kişiler­den daha uzun, tansiyonu yüksek olanlardan ise çok daha uzun yaşadığını gösterir.



İklim ve Kalp Sağlığı

6 Tem, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-İ

İklim ve kalp:

Birçok kimseler sıcak iklimin kalbe daha iyi geldiğini sanırlar. Fakat iklimin kalp damar­ları sertleşmesi üzerine hiçbir tesiri yoktur. Bunun üzerine enfarktüs geçirdim diye daha güneş­li bir yere gitmenize lüzum yoktur. Fakat diğer taraftan böyle bir seyahat sizin için çok faydalı olabilir. Ilık iklimlerde soğuk algınlığı, solunum yolu infeksiyonları daha azdır. Öksürmek her­kes için bir zorlanmadır, kalp hastası için ise daha kötüdür. Fakat sıcak iklime koşarak bun­lardan tamamen kaçınabileceğiniz de hiçbir za­man garanti değildir. Bilhassa Avrupalılar ve Türkler herhangi bir hastalık geçirdikten son­ra kaplıcalara, su kenarlarına daha fazla gider­ler. Burada insan, serbesttir, günlük meşgale­lerden uzaktır, yürüyüşler yapar, iyi uyku uyur. işte buraların iyi gelişinin en önemli sebebi budur. Daha önemlisi oraya gidince iyi olacağı­nız kanaatini beslemenizdir : ruhî. Kalb damar­larını yumuşatacak hiçbir maden, şifalı su yok­tur. Hele içmecelere katiyen gitmemelisiniz. İçmecelerin içindeki bol tuz kalbinize gayet kötü gelir. Yüksek yerlere nazaran alçak iklimler, de­niz kenarları kalb için daha iyidir. İnce hava kalbi yorar, yani kalb oksijen almak için da­ha fazla çalışır.

Uçak ile seyahat etmenizde mahsur yok­tur : arkada bakiye bir hastalık kalmamış olmak şartıyla!..



Kabızlığın Zararları Nelerdir?

6 Tem, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kabız kalmamağa çalışınız. Kabız kalmak, herkes için kötüdür. Bağırsaklarda süprüntü maddelerinin birikmesi gayrisıhhîdir ve birçok şikâyetlere sebep olur: başağrısı, halsizlik, paslı dil, ağız kokusu gibi… Kalb hastalarında kabız kalmak, bilhassa defitabiî esnasında ıkınmak son derece zararlıdır. Ikınma kalbi yorar. Alelade hallerde kabızlığı gıdanın tanzimi ile önlemek mümkündür. Bol taze meyva ve sebze yiyiniz. Yeter miktar su içmelisiniz. Sabah kahvaltısında incir yemek, akşamları üryani eriği, kaysı pestili yemek, en iyi tedbirlerdir. Akşam yatarken su içmemelidir. Gece yüznumaraya kalkmak kalbinize yük teşkil eder.



Kalb Anjini Hastalığın Seyri ve Tedavisi

17 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalb Anjini Hastalığın Seyri

Kalb anjininin seyri son derece mütehavvildir. Bâzılarında miyokart enfarktüsü teşek­kül eder ve arkasından ekseriya anjin ağrıları da kaybolur. Bâzıları bir ay bâzıları bir sene veya daha geç iyileşirler.

Tedavi:

Mâden ve bedenen istirahat şarttır. Ufak bir üzüntü, sıkıntı, hırslanma v.s. sebepler an­jin dö puvatrin nöbetlerini körükleyebilir. Has­talar bilhassa kışın fazla muztarip oldukların­dan izin alıp kışı sıcak iklimlerde geçirmeleri uygun olur.

Şişman hastaların zayıflaması çok fay­dalıdır.

Bazı hastalarda kahve içmek anjin ağrıla­rını meydana çıkartabilir veya ağrıları artıra­bilir. Bu gibi kimselerin fazla kahve içmesi doğ­ru olmaz. Fakat umumiyetle günde 2 kahvenin» zararı yoktur.

Sigara içmek de anjin ağrılarını tevlit et­tiğinden dolayı terkedilmelidir.

Yemeklerden sonra bir müddet istirahat edilmesi, tok karnına yol yürünmemesi lâzımdır Yemeklerin her seferinde az, fakat sık yenme­si tavsiye olunur.

Birçok ilâçlar vardır. Bunları hekim yerine,. hastasına göre ve nöbetleşe nöbetleşe verir. Ağrı esnasında en iyi gelen ilâç trinitrindir. Trinitrinin tesiri bir dakika zarfında başlar ve yarım saat devam eder. Dişle ezilip dil altına konmalıdır. Emilmemeli ve yutulmamalıdır. En ufak bir ağrı hisseder hissetmez trinitrin kul­lanmak lâzımdır. Üst üste üç fane alındığı hal­de ağrı geçmezse enfarktüs teşekkül etmiş ol­ması muhtemeldir. Günde 100 taneye kadar kullanılabilir. Hiçbir tehlikesi yoktur. Bazı kim­selerde hafif başağrısı, çarpıntı, başdönmesi, yüzde kırmızılık, bulantı, kusma yapabilirse de bunlarm hiçbir önemli tehlikesi yoktur.

Alkollü içkiler mutedil miktarlarda kulla­nılabilir. Eskiden alkolün kalb damarlarını ge­nişleterek tedavi yerine geçtiği sanılırdı, hal­buki hâlen alkolün daha ziyade muhiti damar­ları genişlettiği, ancak , beyindeki ağrı duyma merkezlerini uyuşturarak ferahlık temin ettiği anlaşılmış bulunuyor.

Uçakla seyahat tehlikeli sayılmaktadır. Zi­ra 3.000 metre irtifada uçmak %14 oksijen ihti­va eden bir gaz teneffüs etmek gibidir.

Anjin dö puvatrinde en iyi tedavinin ruh . sükûneti, huzur olduğu unutulmamalıdır.

Gıda meselesi çok önemlidir. Tuzu az gıda daha iyi gelir. Bu bakımdan kalb kifayetsizliği bahsinde anlatılan tuzlu gıdalardan kaçınılması şayanı tavsiyedir : Tuz, tuzlu balık, tuzlu pey­nir, tuzlu ceviz, fazla süt (sütün bir kilosunda 1,5 - 2 gram tuz vardır), tuzlu tereyağı, karbo­nat, tuzlu müshiller doğru değildir. Şayet ya­pılan kan muayenesinde kanda kolesterol mik­tarı yüksek bulunursa yağı ve kolesterolü az bir gıda tavsiye olunur : Yumurta, süt, peynir.» dondurma, yağlı etler, yağda kızarmış yemek­ler, pastalar, ceviz, beyin, böbrek, karaciğer, havyar ancak haftada bir defa ve gayet az mik­tarda yenebilir.



Kalb Dolaşımını Yeniden Düzenleyen Tabiat Anaya Yardım

19 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

a) Antikoagülanlar:

Kanın pıhtılaşmasını durduran ilâçlar:

Kalp damarlarında ikinci bir pıhtı teşekkü­lünü veya bacak damarlarında bir pıhtı teşek­külünü önlemek elimizdedir. Bu maksatla 1939'dan beri heparin adı verilen bir ilâç kullanmak­tayız. Bu ilâç önceleri öküz karaciğerinden ve­ya akciğerlerinden elde edilmekte idi. Damara şırınga edildiğinde .kanı pıhtılaşmaktan korur. Fakat tesiri kısa sürer. Sık sık yapılması Ha­zımdır. Zira tesiri dört saatte sona erer. Her heparin şırıngasından önce biraz kan alarak pıhtılaşma zamanına bakmak icap eder. Nor­malde kan 5-10 dakikada pıhtılaşırken heparin verildiğinde bu pıhtılaşma zamanının 15-25 da­kikaya çıkması beklenir. Heparinin adale içine şırınga edilip tesiri 12 saat devam edenimde var­sa da oldukça pahalıdır, her kese buna dayanamaz.

Dicumarol, kan pıhtılaşmasına karşı gelen, daha yeni ilâçtır. Daha ucuzdur ve ağızdan alı­nır. Dicumarol 1941 denberi kullanılmaktadır, Amerika’da Wis:oonsin üniversitesi kimya şu­besi şefi Dr. Kari Paul Link o bölgedeki sığırlan, kanatarak öldüren çürük tatlı yoncadaki, zararlı maddeyi aramakla meşguldü. Yıllarca. Dr. Link ve arkadaşları bozuk yoncadaki öldü­rücü maddeyi aradılar ve nihayet birkaç billur elde ettiler. Bu maddenin yoncanın güzel ko­kusunu veren madde olduğu anlaşıldı. Sonun­da ayni maddenin kanamaya da sebep olan madde olduğu keşfedildi. Bir müddet sonra ay­ni madde katrandan artifisyel olarak elde edil­di. Önceleri Dr. Link’in dikkati hasta sığırlarda iken sonradan, hekimlerin insanlardaki pıhtı­laşmaya karşı bir vasıta aradıklarını farketti. 1941 yılında ilâç sentetik olarak ucuzca elde edilmeğe başlanmıştır. Beş yıl çeşitli hastane­lerde insanlar üzerinde denendi. Bu hastanelere yatan enfarktüslü hastaların yarısına dicuma rol verildi, yarısına verilmedi. Tedavi edüenfck 1000 miyokart enfarktüsü vakası tahlil edilince dicumarol verilenlerde ölüm nisbetinin %16 ol­duğu halde dicumaral verilmiyenlerde %23 ol­duğu görüldü. Keza dicumarol alanların sekiz­de birinde, almryanlarm ise ikide birinde baş­ka kan pıhtıları da teşekkül etmekte idi. Dicu­marol verilirken de heparinde olduğu gibi her gün kanın kontrolü icap eder.

Tromexan kanın pıhtılaşmasına mani olan. ilâçların daha yenilerindendir. Tesiri dicumarol gibidir, daha çabuk başlar ve daha çabuk biter.

Kalb damarlarını genişleten ilâçlar

Miyokart enfarktüsü tedavisini kısaca an­lattıktan sonra en son şunu ilâve edeyim ki en­farktüs tedavisinde üç önemli tedbir, ilâç var­dır :1. İstirahat, 2. İstirahat ve 3. Gene istirahat.Miyokart enfarktüsü geçirmiş olanlarla has­bıhal

Enfarktüsü bir kere atlatıp da ayağa kalk­tınız mıydı gayeniz normal hayata avdet ve en büyük düşmanınız olan KORKU ile mücadeledir.. Kalb krizinden sonra işini, gücünü terkedip ya­rı sakat halde kalanların çoğunda buna sebep enfarktüs olmayıp bizzat hastaların kendi kor­kuları, kuruntularıdır. Miyokart enfarktüsüne yakalanan her 10 şahıstan sekiz, ilâ dokuzu ha­yatta kalmaktadır. en büyük tehlike ilk 2-3 hafta içindedir. Bu ilk üç haftayı sağlıkla at­latanlardan çoğu daha birçok yıllar tam bir sağlık içinde yaşarlar. Gazetelere bakmayınız, onlar ancak ölenleri yazarlar; yüzlerce, binler­ce hayatta kalanlar ve 20-25 yıl yaşıyanlardaıı bahis dahi yoktur. Enfarktüs geçirip daha 37 yıl hayatta kalanlar kaydedilmiştir. Bu hasta­lığı atlatıp da ata binen, doğuya giden, uçakla seyahat eden, denize baş aşağı atlayan, sapanı başında çift süren birçok hastalarım vardır. Si­zin de bunlardan biri olacağınıza hiç şüpheniz olmasın.

Gençlerde ilersi yaşlılardan daha iyidir. Kırk elli yaşlarında enfarktüse yakalananlarda kalbin o kısmı kuvvetli bir duvar ile örülür ve şahıs faal hayatına dönebilir. Enfarktüs kadın­larda erkeklerden daha iyi geçer.



Kalb Hastalıklarının Sebepleri Neler Olabilir?

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalb hastalıklarının sebepleri şunlar olabilir:

1. Anemi. - Kansızlık,

2. Hayvani parazitler. - Trişin, sıtma plaz-modisi, ekinokok, Riketsia, tripanozomi-yasis,

3. Arteryoskleroz. - Damar sertliği.

4. Bakteri enfeksiyonu. - Streptokoklar,, menengokoklar, gonokok (belsoğukluğu> mikrobu), pnömokok, enflüenza basili

5. Konjenital anomali. - Anadan doğma .kalb hastalığı.

6. Tansiyon yüksekliği.

7. Hipertiroidizm. - Boynun ortasındaki ti-roid bezinin fazla çalışması,

8. Hipotiroidizm. - Tiroit bezinin az çalış­ması,

9. Urlar,

10. Asabi,

11. Şeker hastalığı, damla hastalığı, şişman­lık, böbrek hastalıkları,

12. Virüsler. - Pek ufacık mikroplar,

13. Akciğer hastalıkları,

14. Vücudun başka yerlerindeki hastalıklar­dan kalkan refleksler,

15. Hâd asıl romatizma hastalığı,

16. Frengi,

17. -Bl vitamini noksanlığı,

18. Zehirli maddeler. - Fazla dijital almak, fazla kinidin, kuşpalazı mikrobunun ze­hirleri,

19. Yaralanmalar

20. Bazan hiç bir sebep bulunamaz.

Bunlar içinde en çok rasladığımız kalb has­talığı yapan sebepler :

1. Tansiyon yüksekliği,

2. Damar sertliği ve

3. Romatizma hastalığıdır.



Kalbin Atış Ritminde Görülen Düzensizlik­ler

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin atış ritminde görüten düzensizlik­lerin yani aritmilerin bir türü ekstrasistol olarak isimlendirilir. Normalde kalbin atış­larını idare eden merkez olarak bilinen si­nüs düğümünden dakikada ortalama 60-80 arası uyarı çıkar ve kalp bu uyarılara göre düzenli bir şekilde atar. Yani sistol ve diastol denilen kasılma ve gevşemeleri yapar. Eğer sinüs düğümü dışında bir odaktan ek bir uyarı çıkar da kalp bu uyarı ile erkenden kasılırsa, yani sistol hareketi yaparsa buna ekstrasistol denir. Ekstra­sistol kalbin erken bir vuruşu olduğu için bu atıştan sonra normalden daha uzun bir ara meydana gelir. Ekstrasistoller bazen düzenli olarak her iki atımdan veya üç atımdan sonra meydana gelebilir. Ekstra­sistol .nabız sayımı ve elektrokardiyogram (EKG) ile kolayca teşhis edilebilir. Ekstrasistoller bir heyecan anında, fazla çay, kahve, alkol içilmesinde, yorgunluk ve uykusuzlukta görüldüğü gibi, organik bir kalp hastalığında veya Dijital gibi kalp ilaçlarına bağlı olarak da peydana gele­bilir. Gençlerde çok kere hiçbir kalp has­talığı olmayabilir. Ancak bu gibi kimsele­rin kalplerinde mitral stenozu dikkatle aranmalıdır. Yaşlı kimselerde görülen eks-trasistollerde de koroner sklerozu ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Tedavi için ekstrasistolu olan hastalara kinidin (Natisedin) ve kinidin benzerleri (Norpace) ile bazı sedatifler (Diazem) ve trankilizanlar (Tranxilen) verilmektedir.



Kalbin Dış Zarının İltihabı

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin dıştan bir zarla çevrili olduğunu ve bu zara dış yürek zarı veya perikari dendiğini söylemiştik. İşte kalbin dış zarının iltihabına perikardii adı verilir. Perikarditler birçok çeşit olur:

Hâd Kuru Perikardîi

Perikart iltihablanmıştır, fakat kese içinde su toplanmaz. Arazları şunlardır: göğsün sol tarafında, kalb nahiyesinde devamlı bir ağrı, bu ağrı nefes alırken artar. Hararet derecesi yükselir, halsizlik, bitkinlik olabilir. Ağrı kar­nın üst kısmına, sol omuza, boyna ve sol kola intişar edebilir. Tabiî, esas perikardit sebebi ne ise arazlar da ona göre değişiklik gösterir. Sulu Perikardii

Kalbi dıştan saran zar iki yapraktan ibaret­tir, işte sulu perikarditte bu iki yaprak arasa da, yani perikart kesesinde su toplanır. Bu sa bazan cerahat, bazan ka*n ve bazan da berrak bir sıvadan ibarettir. Yine kuru perikarditte olduğu gibi göğsün sol tarafında ağrı vardır. Ateş yükselir. Akciğerlerin veya nefes borula­rının tazyiki neticesi öksürük olur. Karaciğer büyüyebilir, ayaklar şişebilir.

Yemek borusu tazyik altında kalırsa yutkunmasının güçleştiğinden şikâyet eder.

Sebepleri. Perikardit sebepleri pek çoktur, en sık görülenleri şunlardır :

1. Selim (iyi), sebebi muayyen olımyan. pe­rikardit: Grip tarzındaki bir enfeksiyon­dan bir hafta on gün sonra zuhur eder. Umumiyetle bir iki haftada geçer.

2. Hâd cerahatli perikardit: Perikart ktesesi içersinde cerahat vardır. Cerahat ya­pan mikroplar keseye akciğerden, plevra-dan geçerler veya genel bir kan zehir­lenmesi neticesi olur. Eskiden çok tehtikeli bir hastalıktı. Şimdi yeni ilâçlarla-tedavi edebilmekteyiz.

3. Romatizma perikarditi: Bilhassa çocuk­larda romatizma hastalığı esnasında gö­rülür. Aspirin tedavisi ile iki üç haftada kaybolur.

4. Tüberküloz perikarditi: Akciğer, lenf bezi veya plevra tüberkülozunun yayıl­masından olur. Sinsi başlar. Kalbin et­rafım saran zar içinde bazan iki üç kilo su toplanır. Ekseriyetle uzun sürer.

5. Üremide görülen perikardit: Böbrek hastalıklarının son safhasında görülür.

Bir de müzmin, sıkıştırıcı perikardit var­dır ki bu ekseriyetle tüberküloz perikarditi ne­ticesi olur. Yüreğin dış zarları kalınlaşır ve kal­bi, etrafındaki damarları sıkıştırmaya başlar. Karaciğer çok büyür, karında su toplar, ayaklar şişer. Bu halde ancak ameliyat ile şifa temin edilebilir.

Perikarditlerin diğer çeşitlerinde tedavi esas iltihabı husule getiren sebebe göre yapılır.



Kalbin Yapısı

23 May, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalb etten yapılmış, içi boş bir organ (uzuv)dır. Dışardan bakılınca tepesi aşağıda solda ve tabanı hafifçe sağda duran bir armuda benzer. Ortalama olarak erişkinlerde uzunluğu 12.5 san­timetre, genişliği en geniş yerinde 8.5 santimet­re ve kalınlığı da 6.2 santimetredir. Tartıbrsa ortalama ağırlığı erkeklerde 300 gram, kadınlar­da 250 gram gelir. Kalbin ağırlığı, yaşa bakmak­sızın, vücut ağırlığı ile orantılı olarak artar. Nor­mal bir kimsenin kalbi aşağı yukarı yumruğu kadardır . Kalbin etrafı iki yapraklı bir zarla sarılı­dır; bu zar kesesine Dış Yürek Zarı (perikart) denir. İM zar arasında normal kimselerde pekaz bir sıvı (mayi) bulunur. Perikardın vazifesi, kalb hareketlerini kolaylaştırmak ve kısmen de ona bir askı işini görmektir. Sağ kulakçığa iki büyük damar dökülür, bunlar Üst Ana Toplardamarı ve Alî Ana Toplardamarı’dır. Bu damarlarla sağ kulakçık boşluğu ara­sında hakikî kapaklar yoktur. Sağ karıncıktan Akciğer Atardamarı çıkar ve biraz sonra ikiye ayrılıp sağdaki sağ, soldaki de sol akciğere dâhil olur. Akciğer atardamarı ile sağ karıncık ara-. smdaki üç parçadan yapılmış kapakçıklara Ak­ciğer Atardamarının Yarımay Kapakları adı verilir. Bunlar akciğer atardamarına atılan ka-nın geriye, kalbe dönmesine engel olurlar. Sol kulakçığa dört adet Akciğer Toplardamarı dö­külür ve bunlarda kapak yoktur. Sol karıncık­tan çıkan büyük atardamara Aorta denir. Bu damar başlangıcında 3 santimetre genişliğindedir, biraz yukarı ve sağa doğru çıktıktan son­ra sola ve arkaya/kıvrılır ve sonra aşağıya inmiye başlar. Aorta ile sol karıncık arasındaki kapaklara Âorîanın Yarımay Kapakları veya sadece Aorîa Kapağı adı verilir. Aorta kapağı­nın vazifesi kanın aortadan geriye, kalbe dön­mesine engel olmaktır. İşte bütün ikuşlarm ve memelilerin kalbi bu yapılıştadır. Kalbin ön yüzü kısmen akciğerlerle örtü­lüdür. Akciğerlerle örtülü olmıyan ufak bir kısmı göğüs kemiğinin arkasında ve onun sol att: kısmında göğüs duvarı ile doğrudan doğruya temas halindedir. Kalbin ön yüzünün büyük: bir kısmı sağ karıncıktan teşekkül eder. Kalbin alt yüzü diyafragma (hicabı haciz) denen ve gö­ğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinde» ayıran bir bölme üzerinde oturur. Kalbin arka­sından yemek borusu geçer. Daima bir tek hekime bağlanınız. Keseniz müsait ise birçok hekimleri bir arada çağırınız. Ayrı ayn he­kim çağırmak kadar yanlış bir şey yoktur.



Kalori Cetveli

24 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Kalori, ısı üretiminin bir ölçüsüdür. Kilo kalori, vücudun enerji harcaması ve ihtiyacı için kullanılan bir sağlık terimidir. Besinlerin tümü önce midemizde daha sonra da ince ve kalın bağırsaklarımızda eritilerek kanımıza karışır. Sindirilmeyen ve posa haline gelen kısım da çeşitli biçimlerde bünye tarafından dışarı çıkartılır. İnsanın kanına karışan özdeklerden mineraller, madene gereksimi olan organlara ulaşarak buralarda görevlerini görürler. Bunun dışındakiler ise kanımızdaki oksijenle birleşerek yanar insana ısı ve güç sağlama görevini görür.

Günlük kalori ihtiyacı ile ilgili olarak aşağıdaki tabloyu inceleyiniz lütfen.

MEYVELER

ÜRÜNGR/BİRİMKALORİ

Elma1 Adet 80 gram60

Kayısı1 Adet 10 gram8

Muz1 Adet 40 gram100

Kiraz100 gr40

Hurma1 Adet15

İncir100 gr41

Greyfurt1 Adet 80 gram60

Portakal1 Adet 80 gram50

Kivi1 Adet34

Mandalina1 Adet50

Karpuz100 gr19

Kavun100 gr18

Şeftali1 Adet 80 gram60

Armut1 Adet 80 gram70

Erik1 Adet 8

Üzüm100 gram57

Çilek100 gram26

Ayva100 gram57

Dut100 gram93

Limon100 gram27

Vişne100 gram60

Avokado100 gram147

SEBZELER

ÜRÜNGR/BİRİMKALORİ

Domates1 Adet 50 gram14

Enginar1 Adet 50 gram10

Patlıcan1 Adet 50 gram28

Salatalık1 Adet 20 gram11

Taze Fasulye100 gr90

Brokoli100 gr35

Brüksel Lahanası100 gr35

Kabak100 gr25

Havuç100 gr35

Karnabahar100 gr32

Kereviz100 gr18

Marul100 gr11

Mantar100 gr15

Soğan100 gr14

Bezelye100 gr89

Taze Yeşil Biber100 gr15

Haşlanmış Patates100 gr100

Ispanak100 gr26

Lahana100 gr20

Bakla100 gr72

Bamya100 gr36

Börülce100 gr127

Maydonoz100 gr44

Nane100 gr65

Semizotu100 gr32

Sarmısak100 gr137

Soya Fasulyesi100 gr403

Turp100 gr19

Yer Elması100 gr75



Kalp Adalesinin Hastalanması, Miyokardit

1 Nis, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp adalesinin yani miyokardın iltihabına miyokardit denir. Kalp adalesini besleyen damarlardan birinin tıkanması sonucu o bölgede nekroz meydana gelmesi ise miyokard enfarktüsü olarak bilinen meşhur bir kalp hastalığıdır. Bakteriyel enfeksiyonların, özellikle roma­tizma, difteri ve tifo gibi hastalıkların sey­ri esnasında veya sonucunda kalpte mi­yokardit görülebilir. Bu durumda kalp bü­yür ve yorulur, atışları zayıflar, göğüste ağrı hissedilir. Miyokardın iltihabi olmayan hastalıklarına ise kardiyomiyopati adı verilmektedir. Kalpte fibröz bir gelişme söz konusudur. Bazısı doğuştan veya idyopatiktir. Bazıla­rı metabolizma bozukluğu hastalığı olarak ortava çıkar. Gebelikten sonra da kalp bü­yümesi ve yetmezliği, göğüs ağrısı, öksü­rük, hemoptizi, bulantı, kusma gibi şikâ­yetlerle kardiyomiyopati başlayabilir. Diji­tal tedavisi ile iyi sonuç alınamayan vaka­larda kortizon tedavisi uygulanır.



Kalp ağrısı

20 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Kalp ağrısı (Angina pedoris). Koroner arter hastalığının en önemli belirtisidir. Koroner arterlerdeki daraltıcı hastalık sonucu kalp kasındaki beslenme bozukluğunu gösterir. Kalp kasındaki beslenme bozukluğu sonucu ortaya çıkan bazı maddeler sinir­leri uyararak ağrının hissedilmesine sebep olurlar.

Kalp ağrısı genellikle tipik olarak % 80-90 vakada göğsün ortasında göğüs kemiğinin üzerinde veya solda kalp bölgesin­dedir. Ayrıca:

- her iki omuzda,

- her iki kolda (daha çok sol omuz ve sol kolda),

- sırtta her iki kürekkemiği arasındaki kısımda veya sol kürekkemiği altında,

- boyunda,

- çenede ve dişlerde,

- mide bölgesinde,

- sağ göğüs ve kolda olabilir.

Ağrı baskı tarzında sıkıştırıcı özelliktedir. Hasta göğsünde veya omuzlarında çok ağır bir yük hisseder. Beraberindeki kor­ku hissi, endişe ve huzursuzluk vardır. Kunt ve sıkıştırma tarzın­da bir ağrıdır. Bıçak saplanır tarzda veya iğnelenme tarzında, anî, keskin, gelip geçici bir ağrı değildir.

Eforla ve yorulmayla ortaya çıkar. Efor sırasında ortaya çı­kan ağrı istirahatle geçer. Efora devam etmekle geçmez, aksine şiddeti artar. Efora devam edilemez. Eforun derecesi damarda­ki darlık derecesiyle orantılıdır. Bazı hastalar 2-3 kat merdiven çıkmakla ağrı hisseder. Diğer bazı hastalardaysa çok kısa yürü­mekle en ufak eforla bile ağrı meydana gelebilir. Hastalığın iler­lediği durumlarda, istirahatte sırasında da ağrı görülür. Egzer­siz sırasında olabildiği gibi heyecanlanma, sinirlenmeyle kan basıncının yükselmesi ve yemek sonrası ortaya çıkabilir. Anî so­ğuk havayla temasta, rüzgâra karşı yüründüğünde meydana gelebilir.

Koroner yetersizliğinden kaynaklanan ağrı damar genişle­tici Tirinitrine ve İsordil gibi ilaçlarla kısa sürede geçer. Ağrı genellikle 3-5 dakikadır. Ancak 15-20 dakikada sürebilir. 30 da­kikayı aşan ağrılarda enfarktüs olabilir. Efor veya egzersiz so­nucunda çıkmaz. Yani bir kimse gün boyu yaptığı fizik egzer­sizden sonra evde dinlenirken prtaya çıkan ağrı, kalp ağrısı de­ğildir. Bu tip ağrılar, kas ağrılarıdır. Genellikle hanımlarda gün boyu yapılan temizliklerden sonra görülen, göğüs yerinde ve sırtta duyulan, günlerce süren ağrılar da «angina pectoris» de­ğildir.

Kalp ağrısı (angina pectoris) nefes alıp vermekle geçmez veya artmaz. Derin nefes almakla artan veya derin nefes alma­yı engelleyen bir ağrı değildir. Ağrı, sağ ve sola yatmakla göğ­sün ve sol veya sağa, öne ve arkaya yapılan hareketlerinde or­taya çıkmaz. Bu hareketlerde artmaz.

Göğsün ortasında ve sol tarafta sırtta duyalan ağrıların hepsi «angina pectoris» değildir. Bu ağrıların bir kısmında gö­ğüs boşluğundaki ve göğüs duvarındaki organlar sorumlu ola­bilir (mesela: kalp ve akciğer zarı, iltihaplanarı kaburgalar, sırt kemiklerindeki kireçlenmeler). Bu ağrılar genellikle batıcı ve kes­kindir. Devamlıdırlar, nefes alıp vermekle artarlar. Mide ağrıla­rı, yemekborusu spazmları da kalp ağrısıyla karışabilir. Bu ağ­rıların süresi daha uzundur. Yemek yemek veya süt içmekle, mi­de asidini gideren ilaçlarla geçerler.

Boyun ve sırt eklemleriyle ilişkili ağrılar da saatlerce sürer, ancak ağrı giderici ilaçlarla geçerler. Hareketlerle artarlar.

Koroner arter hastalıklarının diğer belirtileri. Koroner arter hastalığı genellikle eforla gelen tipik ağrılarla başlar. Bazen anî olarak enfarktüs meydana gelir. Çoğunlukla enfarktüsten ön­ce birtakım belirtiler olabilir. Ancak hasta bunları önemsemez ve enfarktüs durumda hastaneye müracaat eder. İlk belirti çarpıntı olabilir.

Hasta, eforla veya istirahatle gelen çarpıntı hissedebilir ve doktora müracaat edebilir. Bunların dışında eforla nefes darlığı, nadiren yorgunluk hissi de başlangıç belirtileri olabilir.

Hastalığın ilerlediği devrelerde kalp yetmezliğini gösteren belirtiler vardır. Nefes darlığı belirginleşir. Hem eforda hem de istirahatte olabilir. Vücutta, karında ve bacaklarda şişmeler meydana gelebilir.

Koroner arter hastalığı uzman hekimlerce hastanın şikâye­tinin dinlenmesi, muayene ve uygulanan testler sonucunda teş­his edilebilir. Hastalığın tedavisi ise yine uzman hekimlerce ve­rilecek ilaçlarla veya cerrahî olarak yapılır.



Kalp Ameliyatı Sonrası Ne zaman İşe Dönülür?

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı

Ne zaman Göreviniz başına dönebilirsiniz?

Vazifeleri oturak onlanlar üç ay sonra çalışmaya başlıyabilirler. Umumiyetle plân şudur: üç hafta katî yatak istirahati, dördüncü hafta yatak içinde sağa sola dönülebilir, beşinci hafta ayaklar karyoladan aşağı sarkıtılır, altıncı haf­ta yatağın yanında bir koltuğa oturabilirsiniz, yedinci hafta oda içinde serbest, sekizinci hafta ev içinde serbest, ikinci ayın sonunda sokağa çıkabilirsiniz. Bu klâsik olan sistemdir. Hâlen birçok hekimler hastalarını 2-3 haftada ayağa kaldırmaktadırlar. Hattâ ilk günlerden itibaren hastaların yatak yerine koltukta oturmalarına müsaade edilmektedir. Fakat bunun ne derece­ye kadar doğru olduğunu bize ancak zaman gös­terecektir. Bu işlerde aceleye hiç de mahal yok­tur. Enfarktüs geçirenlerin her gün öğleden son­ra 1-2 saat istirahatleri, haftada en az bir gün hiç çalışmamaları ve senede en aşağı bir ay din­lenmeleri zarurîdir. Her gün bize sorarlar : acaba şunu yapa­yım mı, acaba yaptığım şu iş benim için fazla mı? Buna vücudunuzun kendisi cevap verir. Hiçbir göğüs ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı, çok fazla yorgunluk hissetmiyorsanız mesele yoktur. Biraz da insan kendi kendisinin hekimi olmalıdır.



Kalp Bloku

3 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kulakçık ve karıncıklar arasında, kalbin ust ve alt bölümleri arasındaki sınır ile timinin yavaşlamasına veya kesilmesine blok denir Bu durumda kalbin atışları ya­vaşlar (bradıkardı) ve baş dönmesi mey­dana gelir İletim bozukluğunun derecesi­ne göre bölgesel (parsıyel) veya tam blok meydana gelebilir. Bu durumda kalbin bölümlerı, kulakçık ve karıncık birbirinden ayrı olarak çarparlar Bu şekilde meydana gelen bloklar EKG ile teşhis edilebilirler Mıyokard hastalıklarında, koroner sklero zunda, romatızmal kalp hastalıklarında, vagotonıde ve bazı ilaçlara (dıgıtal, kim­din prokaınamıd, propranolol v b ) bağlı olarak ve kanda fazla potasyum birikme­si gibi durumlarda kalp bloku meydana gelebilir Tedavi için atropin yapılır ve e ıcktro çekildikten sonra bir kalp uzmanının veıeceğı antıarıtmık ilaçlar kullanılır



Kalp Çarpıntısı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp atışlarının bir kimse tarafından rahatsız edici şekilde duyulmasına çarpıntı palpitasyon denir.Hekimler kalbin hızlı bir şekilde atmasına taşikardi, düzensizlik göstermesine ise oritmi adını verirler.Çarpıntı bir kalp hastalığı olmadan da hissedilebilir. Kansızlığı olan kimselerde aşırı beden hareketi yapan ve efor sarfeden normal insanlarda kalbin hızlı çarpması bedenin normal bir kompensasyon reaksiyonudur.

Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak üzere organizma çevreye daha çok kan pompalamak zorunda kaldığından kalp hızlı atar.

Bazı içkiler (cay, kahve, alkol v.b.) ve ilaçlar (adrenalin, efedrin, amfetamin v.b.) carpmtI nedeni olabilir.

Çarpıntı şikâyeti olan kimseler bu durumun gerçek bir kalp hastalığından, kansızlıktan veya kalp nörozundan ileri gelip gelmediğini anlamak üzere bir kalp hastalığı doktoruna muayene olmalıdırlar.



Kalp Damarının Hastalıkları

13 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Tıp dilinde «Kardiyak» sözcüğü sık sık «kalp» sözcüğü yerine bir sıfat olarak kul­lanılır. Örneğin kardiyak hastalığı, kardiyak ağrı, kardiyak kazalar gibi. «Koroner» söz­cüğü ise kalbi besleyen kan damarlarının adıdır. Ancak çok kere başka sözcüklerle birlikte kalbe ilişkin bazı hastalıkları an­latmak için kullanılır. Örneğin «Koroner skleroz». Bu , damarların sertleşmesidir. Koroner damarlarda sertleşme veya sinir­sel uyarılarda daralma yani spazm meyda­na geldiğinde koroner yetmezlikten söz edilir. Bu şekilde bir daralma angina pektoris nöbetlerine yani kalp kasımn oksijen­siz kalarak ağrımasına neden olabilir. «Ko­roner tromboz» ise kalp damarlarının tı­kanması anlamına gelir. Kalp damarlarının herhangi bir anormallik gösterdiği durum­larda da «koroner hastalıklardan söz edi­lir. Koroner tromboz’da olduğu gibi, bir damarın, kan pıhtısı tarafından tıkanması durumunda, hastaların kalbi aniden kansız kalır. Böylece bu kansız bölge çalışmasını sürdüremez ve buradaki dokular beslenemez, ölür. Kansız kalan bölgeye «enfarkt», bu şekilde birden hastalanan kimsenin ge­çirdiği olaya da «enfarktüs» denir Enfark­tüs geçiren kimse eğer hemen ölmez, yaşamaya devam ederse bir süre sonra iyi­leşme söz konusu olabilir ancak hasara uğrayan doku yerini bir nedbeye bırakır. Günümüzde hasta olan veya daralan ko-roner damarı çıkarılmakta, yerine bacak­tan alınan safen veni transplante edilmek­tedir. Bu operasyona baypas (by-pass) ameliyatı denir.



Kalp Damarının Tıkanması, Miyokard Enfarktüsü

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Enfarktüs denince kalp adalesini yani miyokardı besleyen damarın (coroner arter) bir pıhtı ile tıkanması anlaşılır. Akut miyo­kard infarktüsü denen kalp hastalığı git­tikçe sık görülmeye başlanmıştır. Günü­müzde şehirlerde yaşayan stresli, sıkıntılı bir yaşam içindeki nisbeten genç erkek­lerde enfarktüs korkusu bir psikoz şeklin­de yaygınlaşmaktadır. Hastalık kalbi bes­leyen koroner damar dallarından birinin trombozla tıkanması sonucu göğüs arka­sında hissedilen bir ağrı ile başlar. Ağrı bazen çok şiddetli duyulur, ölüm korkusu ve huzursuzluğu içinde olan hastanın ko­nuşacak hali yoktur. Ani ölümlerin çoğu bu şekilde ağır bir enfarktüs ile meydana gelen kalp hastalığı sonucudur. Bazı en­farktüs vakaları ise çok hafif seyreder, hasta ciddi bir hastalık geçirmekte oldu­ğunu bile farketmeyebilir. Şikâyetlerinin hazım bozukluğu, gaz veya adale ağrısın­dan kaynaklandığını zannederek doktora gitmeyi ihmal edenler vardır.Hastanın bu sırada ölçülecek nabız ve tansiyonunda bir değişiklik bulunmaz. Teş­his ancak elektrokardiyografi (EKG) ve bazı laboratuvar bulguları (lökositoz, sedi­mantasyonun artması, serum glutamik oksalasetik transaminaz.«SGOT»ve serum piruvik transaminaz «SGPT» laktat dehidrogenaz «LDH»ve kreatinin fosfokinaz«CPK» fermentlerinin artması v.b.) ile saptanabilir.Ağrı ile beraber bulantı, kusma, nadir ola­rak hıçkırık nöbetleri, nabızda çeşitli ritm bozuklukları görülebilir. Ağrıdan sonra has­ta birden solar, vüoudunu soğuk bir ter kaplar ve ağrı geçebilir. Enfarktüs geçiren hastalarda daha sonra çeşitli ağrılar de vam edebilir. Sol meme üstünde ve so! omuza vuran sürekli, kunt ve eforla ilgili olmayan ağrılar olabilir. Koroner damarlar­da vazomotor aktivite az olduğundan bu­rada yerleşen atherom plakları yani da­mar sertliği zaman zaman kalp anjini de­nen ağrılara neden olurlar. Koroner da­marları bu şekilde yetersiz olan kimseler­de bazen enfarktüsü andıran göğüs ağrı lan olur. Bu göğüs ağrısı yarım saatten fazla sürer ve trinitrin denilen ilaçla geç­mezse akut koroner yetersizliğinden söz edilir. Bazı virüslerin sebep olduğu akut perikardit vakalarında da miyokard infarktüsünde olduğu gibi sol omuza ve kola hat­ta epigastriurna vuran ağrılar olabilir. Ancak burada ağrı sıkıştırıcı değil, batıcı ka­rakterdedir.Koroner damarlarda sinirsel uyarılarla da­ralma olup olmadığı münakoşa konusudur. Ancak koroner anjiografilerde bu arterle­rin sık sık çap değiştirdiği görüldüğüne göre soğuğun ve streslerin kalbin yükünü artırdığı ve bu şekilde koroner spazma bağlı geçici bir iskemi yani dokuların kan­sız kaldığı kabul edilebilir. Ağır kansızlıklarda koroner damarlar ta­mamen normal olduğu halde efor sırasın­da kalp dokusuna taşınan oksijen az oldu­ğundan kalp anjini şikâyetleri meydana gelebilir. Koroner damarlarda yetersizlik doğurcn faktörler yani damarlarda sertleşme (ar-terioskleroz) meydana getiren nedenler tam olarak çözülememiştir. Ailevi faktör, şişmanlık, şeker hastalığı, yüksek tansi­yon, kanda kolesterin ve ürik asit gibi bazı metabolitlerin artması ve stress gibi etken­ler koroner sklerozuna ve sonunda miyo­kard infarktüsüne neden olmaktadır.Tedavi semptomatik olarak yapılır. Nekroz yerinde sağlam bir nedbenin yerleşmesi için üç ay gerekmektedir. Ağrıyı kesmek için morfin yapılmakta, arada oksijen koklatılmaktadır. Hasta yatakta istirahat etti­rilmektedir. Koroner hastalarına bakmak için yoğun bakım servisleri kurulmuştur. Burada hastalar aletlerle devamlı olarak kontrol altında tutulurlar.



Kalp Elektrosu

3 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Elektrokardiyografi (EKG) veya kısaca kalp elektrosu, kalbin çalışırken oluşturduğu elektrığın ölçülmesi ve yazdırılması demektır Kalbin kasılması (sıstol) ve gevşemesı (dıastol) arasında organizmadaki animal elektriğin gösterdiği değişmeyi yani aksiyon akımlarını bir galvanometre aracılığıyla gorunur hale getirmek ve bir kâğıt sent üzerine yazdırmak mümkün olmaktadır. Kalpten gelen pozitif ve negatif akımlar manyetik alanda kuvvetlendirile­rek dönen bir kâğıda aksettirilmekte ve bir trase yanı grafik elde edilmektedir.

Bu amaçla elektrokardiyografi denen ara­cın dört elektrodu hastanın kol ve bacak­larına bağlanır. 5. elektrod ise göğüs üze­rine kalbin değişken noktalarına konula­rak değişik derivasyonlarda elektro çeki­lir. EKG trasesinin üzerine çekildiği küçük kareli kâğıtta yatay çizgiler akım şiddetini (1 mm = 1/10 milivolt), dikey çizgiler ise zamanı (1 mm = 0,04 sn) gösterir.

Kısaca elektro denilen ve günümüzde cok modern çeşitleri bulunan aygıtlarla elde edilen elektrokardıyogramlar doktorlara çok değerli bilgiler vermekle beraber, kalbin fonksiyon durumunu tam olarak gösteren bir teşhis aracı değildir. EKG şeritinden ancak bir kalbin büyüyüp büyümediği, kan­sız kalıp kalmadığı, yük altında olup olma­dığı, ritm bozuklukları ve kalp bloklarının türleri anlaşılabilir. Dolaşım sistemini ve kalbin fonksiyonunu anlamak için baş­ka klinik ve labarotuvar bulguları da ge­rekmektedir

Elektrokardiyografi hasta sırtüstü hareket­siz yatarken çekildiği gibi (istirahat trasesı), bazı hastalarda efordan sonra yani hastaya pedal çevirmek veya merdiven çı­kartmak gibi yorucu hareketler yaptırıldık­tan sonra da (efor trasesi) çekilmektedir. Böylece eforun kalp adalesinde ve nabız­da meydana getirdiği değişmeler tespit edi­lebilmektedir.

Normal bir elektro trasesinde pozitif ve ne­gatif dalgalara sırasıyla P, Q, R, S, T, U adları verilmiştir. Bu dalgaların değişik derivasyonlarda ve değişik şartlarda göster­diği şekillerden kalbin durumu okunmaya ve hastalığın teşhisi konulmaya çalışıl­maktadır. Kâğıt üzerindeki bu çizgileri ya­ni grafileri ancak uzman doktorlar okuya­bilmekte ve diğer klinik bulgularla bir ara­da değerlendirebilmektedirler.



Kalp Enfarktüsünde Ruhu Dinlendirmenin Önemi

19 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Ruhî, dimağı sükûnet

Bedenî istirahat kadar ruhî sükûna da ih­tiyacınız vardır. Heyecanlandığınız, kızdığınız, hiddetlendiğiniz zamanlar vücudunuzdaki bez­ler daha fazla ifraz yapar, adaleler gerilir, kan daha süratle akmaya başlar ve bütün bunlar kimin başında patlar bilir misiniz? kalbinizin. Ha yataktan kalkıp yürümüş, koşmuşsunuz, ha heyecanlanmış, kızmışsınız arada hiç fark yok. Korku en kuvvetli damar büzücüdür. Korkunca damarlar daralır, kan basıncı artar, kalb yük al­tında kalır. Komik mecmualar, eğlenceli kitap­lar okuyabilirsiniz. Radyo açıp dinlendirici, eğ­lendirici bir müzik dinlemenizde bir mâni yok­tur. Odanıza ziyaretçi girmemelidir. Konuşmak da kalbi yorar. İçeri girenler sizi heyecanlandırabilir. En iyisi yarımıza her vakit görmeye alıştığınız, sizi heyecanlandırmayan birinin gir­mesidir.

Yürümek, koşmak, heyecanlanmakla olduğu gibi sindirim ameliyesi de kalbe ayrı bir yük yükler. Birçok kalb krizlerinin bol bir yemeği takip ettiği hepinizce malûmdur. Üç bol yemek yerine dört beş hafif yemek yimek kalbi daha az yorar. Bu sebepten dolayı yemekleriniz her seferinde az, hafif, fakat sık olmalıdır. Önceleri sulu gıda, et suyu, meyva suları, hoşaf suyu, mahaüebi veya süt yenir. Bu gıdalar size kuvvet, kudret vermekle beraber kolayca sindiri­lirler ve sindirim sistemi üzerine birden fazla yük yüklemezler.

Enfarktüs nöbeti ağır ise doktorunuz yataktan çıkıp yüz numaraya gitmenize müsaade etmez; yatağın içinde oturak kullanmanız zarureti var­dır. Bazı hastalar yatağın içinde oturağa aptest etmekten bir türlü hoşlanmazlar ve daha fazla sıkıntı duyarlar. Bu halde yatağın yanına bir oturaklı iskemle konur ve iki kişinin yardımı ile fazla ceht sarfetmeden yataktan inip iskemleye oturabilirsiniz. Çok hasta değilseniz yatakta kendiniz dişlerinizi fırçalayıp elinizi yüzünüzü. silebilirsiniz. Bir hemşire vücudunuzu kolon­yalı ılık su ile silebilir.

Oksijen vermek

Bildiğiniz gibi enfarktüsün esası oksijen­sizliktir. Bazı vakalarda kısa bir müddet için, bazılarında ise birçok günler oksijen vermek icap eder. Oksijenin kalb damarmdaki pıhtı üzerine doğrudan doğruya bir tesiri yoktur. Fakat ilâve oksijen vermekle kalbe giden azal­mış oksijen miktarı çoğalır. Oksijen fazla olun­ca kalbin de enerjisi artar. Bütün vücutta dola­şan kan içindeki oksijen miktarı da artar ve hücreler hayat kurtaran bu gazdan yeter dere­cede istifade edebilirler. Oksijen yalnız başına hiçbir ilâç olmadan da enfarktüs ağrısını geçirebilir. Derinin ma­vimtırak rengi kaybolup yerine pembe bir renk kaim olur, zorlu solunum geçer ve hasta ilâçsız olarak uyuyabilir.

Oksijen, teneffüs edilen havanın beşte bi­rini teşkil eder. Sağlıkta bu miktar mücut için kâfidir. Hastalıkta ise ilâve oksijene ihtiyaç hasıl olur. Bazan %90 kesafetinde oksijen kok­latılır. Oksijen, ya maske ile, ya kateterle bu­rundan veya, çadır içinde verilir. Amerikada lıazı hastanelerde her tarafı sıkıca kapalı oksi­jen odaları vardır, fakat bu çok pahalıya mal. olur.

Oksijenin ikinci bir kullanılış yeri de akci­ğer konjesyonudur. Enfarktüslü bir hasta sırt üstü yattığından dolayı kan akciğerlerinde top­lanır ve kanın mayi kısmı damarlardan dışarı sızarak akciğerleri doldurur, bunun neticesi olarak da akciğerdeki havaya az yer kalır. Ak­ciğer lerdeki konjesyonla mücadele için oksi­jen, özel bir maske ile kesif bir halde verilir. Nefes normal alınır, fakat nefesi dışarı verirken daha yüksek bir tazyikle verilir ki bu hal jkan mayilerinin damarlardan dışarı, akciğer içi­me sızmasına mâni olur.

Ağrıyı geçirmekŞayet enfarktüs geçirmekte iseniz çağırdığmız hekimin ilk yapacağı şey, ağrınızı tahfif etmek ve sizi sükûnete kavuşturmaktır. Bu maksatla derhal deri altından morfin ve atro­pin şırınga edilir. Morfin hem ağrıyı tahfif eder, hem de sizi sakinleştirir. Ekseri hastalar bir kalb krizi esnasında huzursuzdurlar ve de­vamlı asabî hareketleri kalblerini daimî suret­te yorar. Morfinle uyutulunca adaleler gevşer, ruh ve beden sükûnet bulur ve kalbin de yükü azalır.

Trinitrin enfarktüs krizinde tesirsizdir, hat­tâ zararlı olabilir.



Kalp Enfarktüsüne Kimler Yakalanır?

17 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Kalb enfarktüsüne kimler yakalanır, arazları nelerdir?Kaib enfarktüsü umumiyetle erkeklerde kadınlardan daha fazla görülmektedir. Blanc ve White adındaki iki Amerikalı kalb hekimi nin 200 vakalık serisinde 168 erkek (yüzde 84 ve 32 kadın (yüzde 16) bulunmakta idi. Demek ki hangi yaşta olursa olsun erkeklerde kadınlardan hemen beş defa daha sık raslanmaktadır. Hele kırk yaşının altında erkeklerde kadınlardan tam yirmi defa daha çok görülür.

Enfarktüs ileri yaş hastalığıdır. Bakın yiı Bland ve White’in 461 kalb enfarktüsü vakasında yaşa göre enfarktüs nisbetini şu örnek ne güzel gösteriyor:

Kalp enfarktüsü

Yaş Adedi Yüzde

30 dan önce 3 0,7

30—40. 16 3,5

40—50 80 17,4

50—60 169 36,6

60—70 142 30,8

70—80 47 10,2

80 inden sonra 4 0,9

461 100

Şimdiye kadar raslanan en genç kalb enfarktüsü hastası yedi buçuk yaşında idi.

Doktorlar, tüccarlar, politikacılar, avukatlar, subaylar ve iş adamlarında enfarktüs görülür. Fakat köylülerde, âmelebaşüânBda 9â raslanmaktadır. Şişmanlarda zayıflardan jlsÜiâ çoktur. Ailesinde miyökart enfarktüsü, şeker hastalığı, tansiyon yüksekliki, felç, beyin kana­ması ve safra kesesi hastalığı bulunanlarda da­ha sık görülmektedir. Fakat muhakkak irsî de­ğildir.

Şahsen benim 1953 içinde tedavi ve takip ettiğim elli kalb enfarktüsü vakasını tahlil edin-’ ce şöyle bir sonuç aldım :

50 vakanın üçü kadın (yüzde 6), kırk yedi­si (yüzde 94) erkektir. En genci 29 yaşında bir asker tabib, en yaşlısı 110 yaşında bir kadın­dı. Vakaların yirmi altısı 50 - 60 yaşlarında, onu 40 - 50 arasında idi. Yani elli hastanın yüzde 72 si 40 - 60 yaşları arasında bulunuyordu. Mesf-lek bakımından sıraya konduğunda: 17 subay, 10 tüccar, 5 memur, 3 ev kadını, 2 yüksek mü­hendis, 2.milletvekili, 2 avukat, 2 doktor, 1 ma­rangoz, 1 mimar, 1 fotoğrafçı, 1 lokantacı, 1 şpr för, 1 hâkim ve bir öğretmen vardı. Bu vakalar yalnız hususî muayenehanemin bir yıllık arşi­vine dahil olup hastanedekiler bundan hariç­tir.



Kalp Enfarktüsünün Belirtileri Nelerdir?

18 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Arazları Nelerdir?

Kalb enfarktüsünün arazlarını kısaca yaz­maktan maksadım kendinizde veya yakınlarnızdan birinde bu arazlara rastlarsanız hemen acil tedaviyi yapabilmeniz ve en yakın hekime müracaatınız içindir. Yoksa sizin kendi kendinize teşhis komanız imkânsızdır. Enfarktüsle karışan hemen 15 kadar hastalık vardır, bunu ancak anlayışlı bir hekim ayırt edebilir.

Ağrı en başlıca şikâyet sebebidir. Ağrır bir çok tipleri vardır: göğüste tazyik hiss sanki bütün kaburgalar birbirine geçiyormuş gibi bir his, yakıcı, kaynar su dökülüyormuş gibi bir ağrı. Bazı kimseler sadece göğüslerinin ortasında ufak bir sıkıntı duyarlar. Bazılarında ağrı yalnız kollarda ve bileklerdedir. Kalp enfarktüsünde ağrı tipik olarak göğüs kemiği­nin orta ve alt kısmındadır, zannedildiği gibij solda kalb nahiyesinde değil. Ağrı kollara, boyna, çenelere, sırta ve karna intişar edebilir. Sol meme hizasında veya onun dışında duyulan ağrılar için hekiminiz ekseriya başka bir sebep arar. Korkudan yatakta kıvrılıp yatanlar oldt ğu gibi ağrıyı geçiririm ümidiyle odanın içinde dönüp dolaşanlar veya ağrının şiddetinden düşüp bayılanlar da vardır. Ağrı yarım saat veya* bir iki gün devam edebilir. Ağrının sebebi kalbi etine gelen oksijenin birden azalmasıdır. Kalbi damarlarından biri tıkandığından kalbin muayyen bir parçası oksijenden mahrum kalır. Binaenaleyh ister hareket edilsin, ister hiç kımıldanmadan yatılsın ağrı bir türlü geçmez. Şayet daha önceden kalb anjini nöbetleri mevuct idiy­se hastalar yine aynı anjin nöbetinin geldiğini sanırlar, fakat bu öncekilerden farklıdır: ön­ceki nöbetler dil altına trinitrin koymak­la geçerken bu bir kaç trinitrine rağmen geç­mez; evvelkiler istirahatle 3-5 dakikada hafif­lerken bu hafiflemez. Hastalar ekseriya büyük bir korku içinde olup hemen öleceklerini sanır­lar. Yüz kül gibi soluk gri renktedir. Buz gibî terler boşanır, geğirme, kusma, gaz çıkarma ola­bilir. Hattâ ekseri bu gibi vakalar mide bozuk­luğu, apandisit, gaz sancısı zannedilir. Yanlışlık­la ameliyata gönderilen hastalar bile vardır.

Bir iki gün sonra hasta kendisine gelir, bu sefer de tansiyonu düşmeye başlar, biraz da ateşi yükselir. Miyokart einfarktüsü hiç ağrı ol­madan da sol kalb kifayetsizliği ile başlıyabilir. Bazan da o kadar hafiftir ki şahıs farkına bile varmaz, ancak sonradan alman elektrokardiyogram işi meydana çıkarır. Kalb enfarktüsünün kesin teşhisi elektrokar­diyografi ile konur.



Kalp Enfarktüsünün Tedavisi

18 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Kalp Enfarktüsünün Tedavisi Tıbbın devamlı surette hamleler yapmak­ta olduğu bir devirde yaşamaktayız. Her gün yeni bir ilâç, yeni bir tedavi usulü keşfedilmekte, icat edilmektedir. Burada sizlere anlataca­ğım bazı ilâçları, usulleri üç dört sene önce ya­zılmış olan tifo kitaplarında bulamazsınız. Belki birkaç sene sonra daha yenileri çıkacaktır. Bugünkü vasıtalarla kalp damarını tıkamış olan pıhtıyı hemencecik eritiverecek bir imkâna sahip değiliz. Keza damarlardaki sertliği de kısa zamanda tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bizim yapabildiğimiz iki şey var:

1) kalp yükünü mümkün mertebe azaltmak ve,

2) kalp dolaşımını yeniden tanzim eden, en iyi hekim olan tabiat anaya yardım etmek.

1. Kalp yükünü azaltmak.

a) yatak istirahatı:

Bütün vücutta kanı harekete getirmek, onu. her tarafa sevketmek kalbin başlıca vazifesidir. Halbuki şimdi bizzat kendini besleyen damar­lardan biri tıkanmıştır. Kalbe eskisinden daha az gıda, daha az oksijen gelmektedir. Herşeyej rağmen de kalbin vazifesine devamı mecburi­dir, zaruridir. Yaralı organların istirahatı şart­tır. Ama, gel gelelim kalbiniz birazcık, meselâ1 üç dört dakika kadar tatil yapacak olsa haliniz nice olur? Kalbi tel örgü içine alıp tesbit ede­meyiz. O, vazifesine gece gündüz devam etme-i lidir. İşte bütün bu olayları dikkat nazarına alırsak ortada yapacak bir çare kalıyor: o da yatak istirahatidir. Şayet yatağa yarı oturur 3 ziyette, arkanıza birçok yastıklar koyarak, ya­tarsanız, yemeğinizi başkası yedirir, yüzünüzü başkası silerse kalbten istenen iş de asgarî had­de inmiş olur. Unutmayınız ki vücuttaki etlerin en ufak bir hareketi daha fazla kana, oksijene, daha fazla pompaya ve daha fazla kalb çalış­masına, yorulmasına mal olur. Bundan dolayı yatakta ne kadar sakin, sessiz yatarsanız kalbi­nize de kendisini tamir etmek, yamamak için o kadar fazla fırsat vermiş olursunuz. Lâkin hiç hareket etmeden mıhlanmış gibi yatmak ancak îlk birkaç gün içindir. Bunu uzun zaman de­vam ettirmek de fayda yerine zarar verir. Ne­den mi? Bakın anlatayım : insan hiç kımıldama­dan uzun zaman yatarsa muhitte dolaşım yavaşlar. Bir ırmak gayet sakin aktığında içindeki çamurlar, taş topraklar çöker. İşte vücutta da kan akımı yavaşlayınca, bilhassa başka damarlarda da ufak tefek arıza olduğu takdirde, kan kolayca pıhtılaşıverir. Meselâ tam hareket­siz yatanlarda bacak karadamarlarında pıhtı teşekkülü çok görülmektedir. Bazan bacaklar­da husule gelen bu pıhtı (tromıboz) oradan ko­par ve gidip akciğer damarlarından birini ta­kar, buna da (amboli) demıekteyiz. İşte hem. kalbi yormamak, hem de fazla hareketsiz kal­mamak için ikisi ortası bir yol takip edilir: her gün bacaklarınızı çekip bırakırsınız, ayakların parmaklarını oynatırsınız, kollarınızı omuz oynaklarmdan itibaren hareket ettirirsiniz. Biri­sinin bacaklarınızı aşağıdan yukarı doğru sıvazlamak suretiyle masaj yapması da çok iyidir Ama tansiyonunuz çok düşmüş, ter içinde is niz, yani şok varsa her türlü hareketten kaçma­mak şarttır.

Ne kadar zaman yatakta kalmalısınız? Kalbin ne kadar zaman zarfında kendir tamir edebildiğini bize, köpeklerde yapılan de­neyler göstermiştir. İlim adamları köpekleri uyutmuşlar, sonra göğüslerini açıp kalb damarlarından birini bağlamışlardır, yani deneysel bir miyokart enfarktüsü husule getirmişlerdir. Bunu aynı zamanda meselâ 30 köpekte yapıyorlar. Sonra her gün bir köpek öldürülüp kalbi açılarak kalbteki yaranın ne dereceye kadar düzeldiği araştırılıyor. Acaba köpek kalbi ile insan kalbindeki iyileşme zamanı birbirine eşit midir? diye akla bir soru gelebilir. Nltekim bunu düşünen araştırıcılar da olmuş ve bunları enfarktüsün ilk gününde, bir hafta sonra, îkli hafta sonra, v.s. zamanlarda ölen hastaların kalbini açıp muayene etmişler ve neticede köpek kalbindeki enfarktüsün . iyileşme zamar ile insandaki enfarktüsün iyileşme zamanları arasında hemen hiç fark bulunmadığını görmüş lerdir. Bu araştırmalardan çıkan neticeye re damarının tıkanması yüzünden kandan mah­rum kalan kalb eti parçası yumuşar, gevşek bir hal alır ve bu hal hiçolmazsa iki hafta böyle devam eder. Enfarktüsün başlangıcından itibaren hiçolmazsa üç hafta geçmeden yeter derecede sağlam bir duvar örülememektedir. Bunun içindir ki enfarktüslü hastaların bilhas­sa ilk üç hafta zarfında gayet dikkatli olma­ları, yatakta mümkün mertebe sakin kımılda­madan yatmaları şarttır. Ancak üçüncü hafta­dan sonra iki tarafa dönmeye, serbest hare­ketler yapmaya müsaade edilir. Kalbte tamamıyla sert, kuvvetli bir yama teşekkülü için hemen hemen sekiz hafta geçmesi icap eder. Eskiden hastalar birkaç ay yatakta yatırılırdı, halen bazı Amerikan hekimleri iki haftada yal­taktan çıkmağa müsaade etmektedirler. Bu hususlar sizin durumunuza, göre değişir.



Kalp Hastaları Alkollü İçkiler Kullanılabilir mi?

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Alkollü içkiler kullanılabilir

Alkol de vazodilâtatördür, yani kan damar­larını genişletir. Alkolün tesiri bilhassa deri da­marları üzerinedir, işte bu sebeptendir ki içki içince yüzünüze ateş basar. İçkinin kalb damar­larını da genişletip genişletmediği meselesi mü­nakaşalıdır. Ekseri otoriteler, alkolün kalb da­marlarına fazla bir tesir yapmadığı kanaatindedirler. Kalbinizin damarı hasta diye sizi kim­se içki içmiye zorlamaz, fakat ara sıra caama. içki içmek istiyorsa buna da kimsenin mâni olmaya hakkı yoktur. Hangi içkiyi içmeli? En iyisi imbikten geç­miş içkiler ve şaraptır. Bira tuz ihtiva eder ve şişmanlatıcıdır; bu sebepten bira içmamak da­ha hayırlı olur



Kalp Hastaları Çay ve Kahve İçebilir mi?

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Eskiden kalp hastalarında çay kahve en ev­vel menedilen şeylerdi. Sebebi de bunların münebbih oluşu ve kalbi, tenbih ederek süratlendirmeleri ihtimali idi. Halbuki şimdi bunların yalnız zararsız değil, hattâ faydalı bile olabile­ceklerini biliyoruz.

Kahve vazodilâtördür, yani damar genişle­ticidir. Kalb damarlarını genişletir ve kalbin daha iyi beslenmesine yardım eder. Kahve agacı kalb ilâçlarının elde edildiği bitkilere çok yakın akrabadır. Kahve, çay, mutedil miktar­larda olmak üzere içilebilir. Herşeyin ifratının zararlı olduğu unutulmamalıdır. Meselâ yemek­lerden sonra içilen birer kahve hem hazmı ko­laylaştırır, hem de sizin kahve içmek ihtiyacını­zı yerine getirir.



Kalp Hastalarına Hangi İşler Zararlıdır?

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı

Kalp Hastalarına Hangi İşler Zararlıdır?

İstatistiklere bakılırsa miyokart enfarktü­sü geçirmiş olan hastaların yüzde ellisi tama­men eski işlerine dönerler ve hiçbir rahatsızlık: hissetmezler; %20 sinde işlerini biraz azaltmak daha sakin olmak icap eder; geri kalanlaı ise işlerini terke mecbur olurlar. İşiniz bedenen yorgunluk vermeyecek cinten ise, meselâ tezgâhtar, sekreterseniz, hiç korkmayınız. Hekimseniz hastaya gitmemek, âcil vakalara koşmamak şartıyle vazifenize devamda bir mahzur yok­tur. Öğretmenler haftadaki saatlari azaltıp işlerine devam edebilirler. Keza veznedarlar , telefon memurları işlerini yapabilirler. Ev işi daima güçlükler çıkarır. Ev kadınla­rının hemen dörtte üçü ev işlerinin çoğuna ya­pabilecek duruma girmektedirler. Şunu ilâve edeyim ki miyokart enfarktüs! geçirmiş olan 100 kişinin kalb durumu da baş ka başkadır. Binaenaleyh vazifenize devamda bir sakınca olup olmadığı, hangi işleri yapmanız, hangilerini yapmamanız icap ettiği hakkın­da ancak sizi yakinen takip eden hekiminiz ka­rar verebilir. Miyokart enfarktüsü geçirmiş olan hastalarım içinde avukatlık yapanlar, ata binenler, kürek çekenler, denize yüksekten atlayanlar, Erzurum’a, Van’a gidip alay kuman­danlığı .yapanlar vardır ve bunlar halen hayat­tadırlar.



Kalp Hastalıkları İle İlgili Bilgi

3 Mar, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp hastalıkları ağrı, göğüs sıkışması, çarpıntı, gaz şikâyeti, nefes darlığı, yor­gunluk duygusu ve ender olarak ateş gi­bi çeşitli belirtilerle kendini belli ederler. Bütün bu gibi şikâyetler karşısında hemen bir kalp hastalığı endişesi belirir. Kalbin çalışma kapasitesindeki azalma derecesine göre kalp hastalıkları 4 sınıfa ayrıl­maktadır. I. sınıftan olanlarda bir kalp hastalığının varlığına karşılık kendilerinin hiçbir şikâyetleri yoktur. II. sınıftan olan­larda günlük hareketler dışında fazla bir hareket veya çalışmadan sonra şikâyetler başlar. III. sınıfta bulunan hastalar günlük alışılmış hareketler sırasında bile nefes darlığı veya çarpıntı gibi şikâyetlerde bu­lunurlar. IV. sınıf kalp hastaları ise yat­tıkları yerde bile rahat olmayan, çeşitli şi­kâyetleri bulunan kimselerdir. Kalp hastalıklarında ağrı. mitral hastalığında, angına pektoriste, kalbin perikard denilen dış zarının iltihaplanmasında (perikardit) cok görülen bir belirtidir.

Kalbin büyümesi (hipertrofi) veya genişle­mesi (dilatasyon) kalbin bazı boşluklarına veya bütününe ait olabilir. Kalp kapakla­rına ait bozukluklar (mitral stenozu, triküspid stenozu), kalbin bir yük altında kaldığı hastalıklar (aort stenozu, aort koarktasyonu, hipertansiyon) veya kalp adalesinin iltihabi olmayan hastalıklarında (kardiyemiyopatiler) bu şekilde bir büyü­me meydana gelebilir. Bazı sporcularda da kalp fizyolojik olarak büyüyebilir. Kalp bü­yümesi en iyi röntgen filminde ve kalp elektrosunda (EKG) tespit edilebilir. Bazı durumlarda apeks denilen kalbin uc kıs­mının göğüs duvarına vuruşu (choc endome) gözle bile görülebilir. Kalp vuruşlarının hasta tarafından rahatsizlik hissi ile beraber duyulmasına çar­pıntı (palpitaticn) denir. Kalbin çalışma­sında hızlanma (taşikardi) veya azalma (bradikardi) kuvvetli çarpma veya ritm bo­zuklukları (aritmi) olabilir. Her çarpıntı his­si kalp hastalığının varlığını göstermez. A-teşli hastahklarda, hipertiroidi vakaların­da, korku, heyecan ve yorgunluklardan sonra da çarpıntı olabilir. Kahve, cay, tü­tün gibi içkiler ve bazı ilaçlar (adrenalin, aminofilin, efedrin, ksantin v.b.) da çar­pıntı yapabilir. Taşikardi denilen kalbin hızlı çarpma olayı nabız saymak veya kalp elektrosu ile incelenir.

Nabzın yavaşlaması yani bradikardi de vagotonik denilen kimselerde, şiddetli kolik ağrıları sırasında, bayılmalarda, miyokard infarktüsünde ve bazı kalp bloklarında gö­rülebilir. Nabzın düzensiz atması halinde yani aritmi bulunduğunda kalp elektrosu çekmek gereklidir. Ancak çocuklarda, genç­lerde görülen sinusal aritmiler fizyolojik olabilir.

Ekstrasistol denen bir düzensiz vuruş şek­li daha vardır ki heyecan anında, yorgun­luklarda, fazla cay, kahve, alkol içenlerde, ilaç (dijital) alan kimselerde görülebilir.

Ekstrasistolun bir mitral darlığına bağlı olup olmadığını anlamak için kalp elektro­su çektirmek yararlıdır.

Boyun damarlarının dolgunluğu veya dı­şarıdan görünür şekilde atması yani pulsasyon görülmesi de bazı kalp hastalıkla­rının önemli bulgularındandır

Kalbin stetoskop denilen aletle dinlenme­si veya fonokardiyografi denen aletle yazdırılmasının, doktorlara kalbin özellikle ka­pak darhklarını veya yetmezliklerini teşhis etmede yardımı büyüktür.

Kalp hastalıklarının, özellikle doğuştan yapı kusurlarının (konjenital defekt) ana­tomik teşhisinde damar içine kontrast madde verilerek çekilen röntgen filmleri yani anjiyokardiyogramların cok faydası vardır. Bu amaçla iyotlu kontrast madde damar içinde sokulan kateter denilen cok ince borular aracılığıyla verilmektedir. Bu kateterler, muayenesi yapılmak istenen kalp boşluğuna kadar sokulmakta ve sa­niyede 12 film alan makinelerle filmler çekilebilmekte, kan örnekleri alınabilmekte, hastalığın değerlendirilmesi yapılabilmek­tedir.

Son senelerde gittikçe yayılan bu ileri yöntemlerin yardımıyla birçok kalp hasta­lığının teşhis ve tedavisi mümkün olmak­ta ve acık kalp ameliyatları yapılmakta­dır.



Kalp Hastalıklarının Belirtileri Nelerdir?

3 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Vücudumuzda gerekli oksijen ve besin maddelerini taşıyan kalbimiz bu görevini yerine getiremediği zaman gerek bizzat kendisinde gerekse diğer ograniarda birtakım bozukluklar ya­par. Bunlar hastalık belirtileri olarak hastaların şikayetine sebep olur.

Genel olarak hastalarda görülen en sık şikayetler (hastalık belirtileri) şunlardır: göğüs ağrısı, nefes darlığı, çabuk yorulma, çarpıntı, öksürük, el ve ayaklarda morarma, baş ve ense ağrıla­rı, baş dönmesi, bayılma, ayaklarda ve karında şişme, halsizlik, eklem ağrıları.

Aşağıda söz edeceğimiz bu belirtiler bazen kalpte hiçbir hastalık olmadan da ortaya çıkabilir. Bunlar psikolojik nedenlere bağlıdır. Bu belirtilerin bir kalp hastalığına ait olabileceğini oku­yan bir kişi kendi kendine teşhis koymamalıdır. En kısa zamanda bir hekime başvurup gerekli kontrolünü yaptırmalıdır. Bu belirtile­rin gerçekten bir kalp hastalığına bağlı olup olmadığı uzman bi hekimin muayenesi ve kontrolleri sonucu ortaya çıkacaktır.

GÖĞÜS AĞRISI

Kalp hastalıklarının en önemli belirtilerinden biridir. Ancak göğüs ağrılarının hepsi kalp ağrısı değildir. Bu ağrılar göğüste bulunan diğer organlara da ait olabilir. Mesela (kaslar, kaburgalar ve sırt kemiklerine) göğüste, göğsün ortasında ve sol tarafta duyulan ağrıların önemli bir kısmı koroner arter hastalıklarıy­la ilgilidir. Bu ağrının özellikleri koroner arter hastalıkları bolümünde ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

Göğüste duyulan kalbe ait ağrıların bir kısmı kalp zarıyla ilişkilidir. Kalp zarının hastalıklarında hissedilir. Bu ağrı devamlı­dır. Nefes alıp vermekle, göğsün hareketleriyle artar. Genellikle ateş, nefes darlığı ve çarpıntıyla birlikte görülür. Akciğer zarı hastalıklarında da aynı tipte bir ağrı vardır.

Göğüste duyulan kalp ve damarlara ait başka bir ağrı da ana atardamar yırtılmalarında görülebilir. Bu takdirde ağrı çok şiddetlidir. Hasta damar yırtılmasını, yırtılma şeklindeki ağrıyı net bir şekilde hissedebilir. Ağrıyla birlikte hastada ayrıca ana atardamar yırtılmasını gösteren terleme, morarma ve arter basın­cında düşme, fenalık hissi, bayılma, kol ve bacaklarda morarma görülür Genellikle ölümle sonuçlanır.

Göğüste duyulan bıçak saplanır tarzdaki her ağrı damar yırtılmasını göstermez ve ayrıca ana atardamar ve dalları kolay­lıkla yırtılmaz. Genellikle yaşlı, arter basıncı yüksek ve damarla­rında hastalık olan damarların esnekliğini, kaybettiği, damar sertliği, hipertansiyon gibi hallerde görülür.

Ana akciğer damarı ve dallarının bir pıhtı sonucu tıkanmasında göğsün ortasında şiddetli bir ağrı olur. Ağrıyla beraber öksürük, kanlı balgam, terleme, çarpıntı ve morarma vardır.

NEFES DARLIĞI

Nefes darlığı hastanın güçlükle nefes alıp vermesi demektir. Solunum güçlüğüdür. Normal bir kişi alışık olmadığı veya sık sık yapmadığı bir işi ilk defa yaptığında fazla soluma ihtiyacı duya­bilir. Normalden daha derin ve sık nefes alır. Özellikle şişman­lar, yaşlılar ve günün önemli bir kısmını oturarak ve masa başın­da geçirenler ve kadınlar mevcut iş kapasiteleri arttığında fazla solunum ihtiyacı hissederler. Bu bir hastalık belirtisi değildir. Kalp hastalıklarında görülen nefes darlıkları genellikle efor­la ortaya çıkar, dinlenmeyle geçer. Gece gelen ve uykudan uyandıran nefes darlıkları olabilir. Genellikle nefes darlığıyla bir­likte çarpıntı ve öksürük görülür.

Nefes darlığı kalp hastalıklarında olduğu gibi çok çeşitli solunum sistemi hastalıklarında, kansızlıklarda, sinir sistemi hasta­lıklarında da görülebilir.

ÇARPINTI

Kalp atışlarının rahatsızlık verecek şekilde hissedilmesilmesine çarpıntı adı verilir. Kalp ritminin hızlanmasında has­ta, kalbinin kuş gibi çırptığını hisseder. Bazen de ritmin yavaş­lamasında çarpıntı hissedilebilir. Kalpte ekstrasistol denilen ek atımlar bir yuvarlanma şeklinde hissedilir.

Bazı çarpıntılar, krizler halinde gelir. Krizler kendiliğinden geçebildiği gibi, çok uzun sürebilir ve mutlak tedaviyi gerekti­rebilir. Çarpıntı hisseden hastanın kendisi veya bir yakını o sı­rada nabzı kontrol ederek dakikadaki kalp ritmini sayabilirler. Kalp ritminin sayısı ve düzenli olup olmadığı nabız kontrolüyle tespit edilebilir ve bu şekilde hekime ve tedaviye yardımcı olu­nabilir. Nabız, el bileğinin iç kısmında başparmak hizasında kolaylıkla bulunur.

15 dakika ve daha uzun süren çarpıntı hissedildiğinde en yakın hastane veya hekime başvurularak elektrokardiyografi çekilmeli ve o sırada kalp ritmi tespit edilmelidir. Çarpıntı sıra­sında fizik muayeneyle ve elektroda görülen kalp ritmi özellik­le hastalığın teşhis ve tedavisinde yararlı olacaktır.

Normalde nabız sayısı (kalp ritmi) erişkin bir insanda dakikada 60-80'dir. Heyecanla, egzersizle, hamilelikte, ateş yük­selmesinde bu sayı yükselir. Ayrıca çeşitli kalp hastalıklarında, tiroit bezinin fazla çalışmasında, iltihabî hastalıklarda, hiper­tansiyon krizlerinde, solunum sistemi hastalıklarında insan çar­pıntı hissedebilir.

Hekim kontrolü olmadan çarpıntı gidermek için alınacak i-laçlar tehlikeli olabilir. Bu ilaçlar gelişgüzel alınmamalıdır. Bazı tür çarpıntıları elerin nefes alıp içerde 8-10 saniye tutmakla, ıkın­makla, öksürükle geçebilir.

ÖKSÜRÜK

Kalp hastalıklarında görülen öksürük7eforla ve kesik kesik­tir. Hırıltılı solunum, çarpıntı ve nefes darlığı da genellikle bera­berdir. Öksürükle beraber balgam çıkarabilir. Balgam köpük şeklindedir; içinde taze kan mevcut olabilir. Geceleri uykudan uyandıran ve kalkıp oturmakla geçen öksürük, kalp yetmezliği be­lirtisi olabilir.

MORARMA (SİYANOZ)

Ağız ve dudaklar, dil, parmak uçlarının morumsu bir hal al­ması doğumsal kalp hastalıklarında ve kalp yetersizliklerinde sık görülür Kanın iyi oksijenlenmediği veya kirli kanla temiz kanın kalpteki mevcut delikler aracılığıyla birbirine karışması sonucu ortaya çıkar. Küçük bir çocukta görüldüğünde doğumsal bir kalp hastalığı aranmalıdır.

BAŞ VE ENSE AĞRILARI

Arter basıncının çok yükselmesinde veya aksine düşmesin­de baş ağrısı sıklıkla görülür. Arter basıncının anî yükselmesin­de şiddetli baş ağrısıyla birlikte bulantı da ortaya çıkar. Hiper­tansiyonu olan kişilerin genellikle sabah uyandıkları zaman baş ağrısı ve baş dönmesi şikâyetleri olur. Kalp yetersizlikleri­nin ileri devrelerinde toplardamarlarda kan birikmesine bağlı baş ağrıları vardır.

Güneş altında çok fazla kalındığında, güneş çarpmaların­da, şiddetli baş ağrısı, çarpıntı, kan basıncında düşme ve ateş yükselmesi olur.

BAŞ DÖNMESİ

Kalp hastalarının birçoğunda başta bir sersemlik, dolgun­luk hissi şeklinde baş dönmeleri olur. Genellikle bunun sebebi beyne az kan gitmesidir. Kalp hastalıklarında kullanılan ilaçlar özellikle hipertansiyonda kullanılan ilaçlar arter basıncını çok düşürdüklerinde hastalar birden ayağa kalktığında baş dönme­si hissederler.

BAYILMA (SENKOP)

Kalp hastalıklarına bağlı bayılma kısa sürelidir ve geriye dönebilir. Bazı insanlar, kan gördüklerinde veya damardan, kal­çadan iğne yapılırken, kan aldırırken veya küçük bir cerrahî mü­dahale sırasında, üzüntülü bir haber alındığında veya çok şid­detli bir ağrı sırasında hemen bayılırlar.Hastanm rengi solar, ha­fif terleme başlar, nabız yavaşlar, zayıflar ve ayakta duramaz, bayılır. Böyle bir hasta düz bir yere yatırılmalı ve ayaklar yuka­rıya kaldırılmalıdır. Bu yapıldığında hasta kısa sürede ayılır ve her şey normale döner. Bu olay, kişinin damar sisteminin aşırı hassasiyeti sonucu gelişir. Ancak yine bir hekim tarafından gö­rülmeli ve bayılma sebebi kesin olarak araştırılmalıdır.

Çeşitli kalp hastalıklarında, mesela aort damar kapağının darlığı ve yetersizliğinde, çok hızlı ve uzun süren çarpıntılardan sonra, doğumsal kalp hastalıklarında, kısa süreli bayılmalar o-labilir.

Bayılmanın en önemlisi kalp durmasından kaynaklanan ba­yılmadır. Bu durum kalpteki elektriksel uyarının çıkmaması veya iletimindeki bozukluk (blok) .sonucu gelişir. Kalpte karıncıklarda kasılma (sistol) durduğunda kan dolaşımı durur. Kan basıncı dü­şer. Gözler kararır, hasta birden fenalaşır, renk beyazlaşır. Bu sı­rada nabız yoktur. Hasta ayaktaysa yere düşer. Kalp durması 10 saniye kadar sürerse şuur kaybolur.Hastada kasılmalar, istem dı­şı kol ve bacak hareketleri başlar; idrar kaçırır; 1-1,5 dakika içinde kalp yeniden çalışmaya başlarsa renk birden düzelir. Has­tanın yüzü pembeleşir, şuur geri gelir. Hasta ayağa kalkar ve hiçbir şey olmamış gibi işine devam eder. 2 dakikayı geçen kalp durmaları müdahale edilmezse ölümle sonuçlanır. Birkaç saniye süren durmalarda ise hasta kısa bir fenalık hissi ve sendeleme geçirir, kısa sürede düzelir. Sebebi ne olursa olsun her türlü baş dönmesi, sendeleme, fenalık hissi ve bayılma şikayeti olanlar mutlaka bir hekime görünmelidir. Çoğu defa bu hastalar kısa sü­rede iyileştikleri için bu durumu önemsemezler. Genellikle yaşlı ve yüksek tansiyonu olan kişiler olduklarından bu durum arter başmandaki değişikliğe bağlanır ve hekime müracaat edilmez. Halbuki çok tehlikeli ve hayatî önemdeki bu geçici durumlar, ko­nulacak bir kalp piliyle (pace maker) düzeltilebilir.

Bayılan bir kişi görüldüğünde hasta hemen düz bir yere ya­tırılmalı ve ayakları yukarı kaldırılarak çene arkaya itilmelidir. Hemen hastanın nabzına bakılmalıdır. Nabız alınamadığı du­rumda hastanın göğsüne 1 -2 kez şiddetli bir yumruk vurulması bazen faydalı olabilir. Bu tür bir hastayı en yakın bir hastaneye götürmek daha uygundur. Ancak bu hastanın hastaneye gidin­ceye kadar kaybedilmemesi için kalp masajına ve sunî solunu­ma ihtiyacı olabilir.



Kalp Hastalıklarının Teşhisi

10 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi kalp hastalıklarının teşhisi için öncelikle bir hekimin muayenesi şarttır. Hekim, has­taların şikâyetlerini dinleyerek gerekli laboratuvar tetkiklerini yaptırır.

Elektrokardiyografi (EKG). Elektrokardiyografi, kalbin elektriksel faaliyetinin bir alet yardımıyla grafik olarak elde edil­mesidir. Elektrokardiyografide normalde görülen şekiller hasta­lık hallerinde bazı değişiklikler gösterir. Bu farklılıklara bakıla­rak EKG değerlendirilir. Özellikle kalpteki ritim ve iletim bozuk­lukları ve kalp kasının beslenme durumu hakkında fikir verir. Hastanın şikâyetinin olduğu sırada alınan EKG çok daha de; ğerli bilgiler verir.

Kan analizleri. Çeşitli kalp hastalıklarında kanda biyokim­yasal değişiklikler olur. Kanda kolesterol, lipit, trigliserit, kan şekeri, sedimantasyon hızı, ASO, C-Reaktif protein, eritrosit ve lökosit sayımları en fazla aranan kan tetkikleridir. Bunun için hastalardan aç karnına belirli miktarda toplardamardan kan alınarak laboratuvarlarda analiz yapılır.

Eforlu EKG (Stres test). Egzersiz sırasında kalbin işi artar. Nabız ve arter basıncı yükselir. Kalp kafesi normal ise bu du­rumu kolayca dengeler. Kalp adalesine özellikle beslenme bo­zukluğu varsa egzersiz yapmakla bu durum ortaya çıkarılır. Bu amaçla hastalar ya bir alet üzerinde yürüyerek (treadmill testi)

veya bisiklete bindirilerek (bisiklet ergometri) egzersiz yaptırılır. Aynı anda göğse bağlanmış elektrotlarla EKG kaydedilir ve bu durum monitörden izlenir. Kola takılan bir tansiyon aletiyle de arter basıncı kaydedilir. Egzersiz sırasında meydana gelecek EKG ritim ve arter basıncı değişiklikleri bu şekilde tespit edilir. Belirli düzene göre aletin hızı giderek artırılır ve kademeli ola­rak test sonlandırılır.

Bu test egzersiz sırasındaki kalbin performansını sapta­mak, bazı ilaçların tesirlerini görmek, koroner arter hastalığını ve eforda görülen ritim bozukluklarını tespit etmek için yapılır.

Bu testin mutlaka eğitilmiş doktor ve personel gözetiminde yapılması ve ortaya çıkacak acil durumlarda her türlü alet ve ilaçların hazır bulunması gerekir.

Holler monitoring (Ambülatuar elektrokardiyografi). Taşı­nabilir bir elektrokardiyografi ünitesidir. Hastanın göğsüne ya­pıştırılan elektrotlarla 24 saat boyunca EKG bir teybe kaydedi­lir. Kaydedilen bu EKG’ler özel bir alete konularak izlenir. Holter bağlanan hasta normal günlük aktivitesine devam eder. Bu sırada ortaya çıkacak EKG değişiklikleri anında kaydedilir.

Talyum sintigrafisi. Kalp adalesi tarafından tutulabilen radyoaktif madde (talyum) damar yoluyla verilerek bir sayaç­ta, tutup tutmamasının.tespit edilmesi esasına dayanır. Çok az miktarda verilen radyoaktif maddenin tehlikeli olduğu bugüne kadar bildirilmemiştir. ,

Kan damarlarında bir bozukluk olduğunda bu maddenin kalp kasında tutulması gecikir veya hiç tutulmaz. Sayaçta tespit edilen bu durum kalbin beslenme durumunu bize kolaylıkla gösterebilir.

Teknisyum sintigrafisi. Burada da kanda eritrositler tara­fından tutulan radyoaktif madde yine damardan verilir. Kalp boşlukları bu şekilde radyoaktif madde tutmuş kanla doldurula­rak kalbin kasılma ve gevşeme hareketlerindeki bozuklukların değerlendirilmesi sağlanır. Hasta özel bir masaya yatırılır. Kol­dan radyoaktif madde verilir. Hastanın kalbi üzerine konulan sayaçla bu maddenin kalp tarafından nasıl tutulduğu tespit ediimeye çalışılır.

Ekokardiografi (Ultrasonografi). Ses dalgalarının kalp içersine özel bir aletle verilerek ve geriye yansıması sağlanarak kalbin filminin çekilmesidir. Hastaya hiçbir riski yoktur. Kalp içi boşluklarının ve kasılmasının normal olup olmadığı, kalp ka­paklarının darlıkları, kalp zarı etrafındaki sıvı olup olmadığı tespit edilebilir.

Kalp kateterizasyonu ve anjiyografi. Kalp boşluklarında, kalp fonksiyonlarını direkt olarak incelemek için uygulanan bir teşhis yöntemidir. Özel kardiyak kateterizasyon laboratuvarla-rında, Özel yetiştirilmiş ekipler tarafından yapılır.

Kardiyak kateterizpsyon: özel bir kateterin (boru şeklinde ince bir tel) damar yoluyla kalbe kadar iletilerek kalp içi ba­sınçlarını ölçmek ve bu kateter aracılığıyla kalp boşluklarını bo­ya ile doldurarak film çekilmesidir. Boyanın kalp boşluklarına ve damarlara enjekte edilerek film çekilmesine anjiyografi de­nir. Kateter, yapılacak işleme göre geliştirilmiş muhtelif şekil ve boyutlardaki çapları 1 mm ila 4 mm olabilir. Genellikle çocuk­larda 1 -2 mm olanlar, yetişkinlerde ise 2-4 mm olanlar rutin olarak kullanılır.

Kateter, ekibin tercihine göre, dirsek çukurundaki veya bo­yundaki damarlar vasıtasıyla vücuda sokulur. Aynı anda rönt­gen aracılığıyla damar içine ilerleyişi takip edilir. İstenilen yere gelindiğinde kateter ucuna bağlanmış bir manometreyle basınç ölçülür. Aynı kateterle yine istenilen kalp boşluğunun ve dama­rın içerisine enjektörle veya basıncı ayarlanabilen bir pompay­la boya verilir ve aynı anda 35 mm’lik sinema filmi (sineanjiyografi) çekilir. Bu film banyo edildikten sonra özel aletler üze­rinde seyredilir.

Bu şekilde gerek basınç ölçümüyle ve gerekse film çekile­rek kalp boşluklarının büyüyüp büyümediği, kalp kasılmasının normal olup olmadığı, kalp kapaklarında darlık veya yetersiz­lik (geriye kaçırma) olup olmadığı, damarlardaki tıkanmalar direkt olarak görülür ve hastalık teşhis edilebilir.

Kalp kateterizasyonunun özel aletlerle donatılmış laboratuvarlarda ve özel eğitilmiş ekip tarafından yapılması gerekir (en az bir doktor, 1 -2 hemşire, bir teknisyen, bir personel). Laboratuvarda anında acil müdahale yapılabilecek özel ilaç ve gereçlerin bulunması zorunludur.

Koroner anjiyografi ise yine aynı şekilde kardiyak kateterizasyon laboratuvarında yapılır. Hem kalp içi basınçları ölçü­lür, hem de bazı kalp boşluklarının ve kalp damarlarının ana­tomik filmi çekilir. Bu şekilde damarlardaki darlıklar ve tıkan­malar yani damar hastalıkları net bir şekilde ortaya çıkarılır. Kalp kateterizasyonu ve anjiyografi laboratuvarlarda lokal anesteziyle (yerel uyuşturma) yapılır. Hastalar hiçbir ağrı duy­mazlar. Ancak boyanın vücuda verilmesiyle bir sıcaklık ve yan­ma hissi ve basınç hissederler. Koroner anjiyografide boya ve­rildiğinde göğüs ağrısı olabilir. İşlem, hastalığın çeşidine göre değişmekle beraber 20 ila 40 dakikada bitirilir. Hastalar işlem öncesinde en az 3 saat, sonrasında 2 saat aç kalmalıdır. Bu­nun nedeni boyalı madde verilmesi sırasında bulantı ve kusma­yı önlemektir. Kateterizasyon öncesinde hastaların kullandığı ilaçlarını doktorlarına söylemekte fayda vardır. İşlem koldan ya­pıldığında hastalar 3 saat sonra hastaneden taburcu edilebilir­ler, fakat 3-5 gün sonra kol çukururtdaki dikişin alınması gere­kir. Kasıktan yapıldığında dikiş yapılmaz. Damar özel bir bant­la tamponlanır. Hastaların bu nedenle en az 6-8 saat hastane­de kalmaları şarttır.

Kateterizasyon cerrahî bir girişimdir. Bu nedenle de bazı riskler taşır. Genellikle ağır kalp ve damar hastalıklarında risk daha yüksektir. Risk işleminin yapıldığı merkezin tecrübesine kullanılan katetere ve teknik malzemelere bağlı olarak değişir. Kanama, kalp ritminde bozukluklar, damarların küçük pıhtılar­la tıkanması gibi riskler olabilir. Bu riskler iyi eğitilmiş personel tarafından yapıldığında binde 1 ila 3 arasındadır. Kanama ve kalp ritmindeki bozukluklar hemen düzeltilebilir.

Perkütan translüminal koroner anjiyoplasti ve balon valvuloplasti. Son 10 yıl içerisinde tıbbın hizmetine giren ve giderek çok gelişen bir tedavi yöntemidir. Kardiyak kateterizayon laboratuvarlarında bu işlem için özel yetişmiş elemanlar ve özel ge­liştirilmiş kateter ve balonlarla yapılır.

Koroner anjiyoplasti tıkanmış veya daralmış bir koroner artere balon sokularak, bu balonun dışarıdan şişirilmesiyle da­marın açılmasıdır.

Balon valvuloplasti ise, daralmış kalp kapaklarının yine ö-zel bir kateter ve balonla açılmasıdır.



Kalp Nasıl Beslenir (Koroner dolaşımı)

23 May, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Vücutta küçük dolaşım, büyük dolaşım ol­duğu gibi bir de bunlar arasında bizzat kalbin kendi kan dolaşımı vardır. Kalbi besleyen kanı kendisine getiren damarlara koroner damarları veya taç damarları adı verilir. İki koroner atar­damarı vardır: sağ ve sol. Koroner lâtince taç kelimesinden gelir. Kalb damarlarına taç da­marları denmesinin sebebi bu damarların kalbi,, başa konan bir taç gibi sarmasmdandır. Taç atardamarları aortanın başlangıcından çıktıkları: vakit herbiri bir örgü şişi kalmlığmdadır. Sağ damar kalbin sağ, soldaki de sol kısmına gider ve vücudun diğer taraflarında olduğu gibi ko­roner damarları da gittikçe ufalan dallara, bu dallar da daha ufak dalcıklara ayrılır ve böyle­ce kalbin herbir parçası zengin bir kan dama­rı ağı ile örülmüş olur. Sağ ve sol damarların birbirleriyle irtibatı vardır. Taç atardamarları içindeki temiz kan kalbin etini, zarlarını, kapaklarını besleyip lardaki karbondioksiti ve diğer süprüntü mab-sullerini alınca taç toplardamarı adını alır ve bu pis kan sağ kulakçığa dökülür, oradan da küçük dolaşıma dahil olup temizlenmek üzere akciğer­lere gider. İşte nasıl ki en kıymetli örgenimiz kalbse bunun da en önemli parçası bu taç atardamar­larıdır. Yürürken, koşarken, heyecanlandığı­mızda vücuttaki hücreler oksijeni daha çabuk kullanır, kalbe akciğerlerden daha çok kan ge­lir, sağ kalb genişler ve daha fazla kanla dolar, kalb eti daha kuvvetle kasılır ve göğsümüzde kalbin çarpıntısını hissederiz. Şimdi kalb isti­rahat anındakinden daha kuvvet ve kudretle çalıştığından bizzat kendisinin de kana ihtiya­cı artar. Bu ihtiyacı karşılamak için kafl) damarları (koronerler) genişler, bazı istirahatte olan damarlar faaliyete geçer ve içlerinde dolaşan kan miktarı artar. Koroner damarları alelade basit tüpler değildirler. Yaşla büyürler, değişik­liklere uğrarlar. Duvarları üç tabakadan yapıl­mıştır : 1. İç tabaka. - ince ve son derecede düz­gündür. Elâstik lifler uzunlamasına seyreder, 2. Orta tabaka. - Etten yapılmıştır. Bu tabakadaki et lifleri ve elâstik lifler uzunlamasına olmayıp halka tarzındadır. Kalbin kana ihtiyacı artınca bu etler gevşer, damarın çapı artar ve içlerinden geçen kan da çoğalmış olur. 3. Dış tabaka, - kuv­vetli destek lifleri ile kılıflanmıştır. Kaibin birçok yerleri hem sağ, hem de sol taç atardamarından kan alır. Bunun gibi bir da­marın birçok ufak dalları diğer damarın dalları ile irtibattadır. Demek oluyor ki bir damardaki kan öbürüne doğru akabilmektedir. Bunun ha­yatî önemi çok fazladır. Kalb etindeki birçok kıl damarlar da içleri boş halde istirahat ederler. Bunlardan bazıları sağ ve sol taç atardamarı arasında geçit teşkil eder. Fazla hareket esna­sında kalbin kana ihtiyacı artınca esas atarda­marlar genişlediği gibi bu boş duran kıl damar­ları da faaliyete geçer ve kalbe yeter oksijen, gıda taşıyıp onun sürat ve kuvvetle pompalama işine yardım ederler. Kalb damarlarından biri tıkanacak olursa kan, o tıkanan damarın yanın­daki yedek damarlar yolu ile tıkanan damarın beslediği kalb parçasına gidebilir. Kalbiniz son derece dayanıklı bîr et parçasıdır Kalbiniz, etlerin en kuvvetli ve dayanıklısıdır. Kalb faaliyetinin vücut faaliyetine şayanı hayret derecede uyduğu, büyük bir hassasiyet­le onun ihtiyaçlarına cevap verdiği doğrudur. Fakat şayet kalbinizin işlemesi bir saat gibi nazik ve hassas olup düşme, sarsılma, hırslanma ile duruverseydi şimdi hiçbirimiz hayatta afatmaz ve insan nesli çoktan tükenmiş olurdu. Kalbimin kapağı daralmış, daman sertleş­miş v.b. deyip sakın tasalanmayınız! Unutma­yınız ki herşeye rağmen kalbiniz hâlâ o harikavî derecede elastikiyet, dayanıklılık ve çileye mu­kavemet hassalarına sahiptir.



Kalp Nasıl Çalışır

23 May, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

(Küçük dolaşım, büyük dolaşım ve koroner dolaşımı)

Nasıl ki bir ev binlerce tuğladan yapılmış­sa vücudumuz da milyonlarca hücreden yapıl­mıştır. Hücre canlı varlıkların en ufak birimi­dir (vahdetidir). Yani evi yapan tuğlalar gibi­dir. Şayet hayatın en basit şekli olan bir amip’i incelersek bunun sadece bir tek hücreden iba­ret olduğunu görürüz. Amip durgun sularda yaşar ve ihtiyacı olan oksijen ve diğer besin (gı­da) maddeleri ile doğrudan doğruya temas ha­lindedir. Binaenaleyh akciğer, kalb, kan damar­ları gibi özel organlara ihtiyacı yoktur. Halbu­ki insan vücudunu teşkil den milyarlarca hüc­reden çoğu hariçle, dış âlemle, temasta değil­dir. İşte içerde bulunan bu hücrelere gıda oksijenin özel bir sistem ile iletilmesi ve aynca da dışardan alman besin maddelerinin daha evvelden, vücuda yarıyacak, kullanılabileoek duruma getirilmeleri icap eder. Sindirim siste­mimizin ağız, mide, barsak gibi kısımları dışarı­dan alman besinin parçalanıp sulu hale gelme­sini ve kan cereyanı ile vücudun en uzak yerle­rine kadar gidebilmesini temin ederler. Vücudumuz öyle bir fabrikadır ki burada hergün birçok parçalar, hücreler eskiyip ölür, eskiyen kısımlar dışarı atılır ve yerlerine yeni­leri konur. Besin maddeleri ve oksijen enerji kaynağı oldukları gibi ayni zamanda vücudun yapı taşlarıdır da. Kan damarları fabrikadaki veya şehirdeki yollara, kan ise bu yollarda se­yahat eden nakil vasıtalarına benzetilebilir. Bü­tün bu fabrikayı faal, işler halde tutan şüphe­siz ki kalbimizdir. Tevekkeli eski Yunan heki­mi Hippocrates kalbe «Vücudun İmparatoru» adını vermemiş! Kalp, siz uyurken de çalışır. Normal erişkin kalbi istirahatte ortalama olarak bir dakikada 75 defa çarpar. Yeni doğmuş bir bebeğin kalbi dakikada 110 -150, iki yaşındaki çocukta 85 -125, dört yaşında 75 -115, altı ya­şında 60 -105, altı yaşından sonra 100 den da­ha az, 60 dan daha çok atar (E. Goldberger). Bununla beraber ayni yaştaki kimselerde dahi kalb atım sayısı arasında büyük farklar bulu­nabilir. Amerikan Kalb Cemiyetine göre bir dakikada 60-100 arasındaki kalb atımı normal sayılmalıdır. Bir erişkin kalbi günde 100.000 -150.000 defa çarpar. Her kalb atımında damarla­ra 60 - 70 santimetre küp (yarım bardak kadar) kan fırlatılır. Kalbin bir günde damarlara sev-kettiği kan miktarının 6000-9000 kilo yani on to­na yakın olduğu düşünülrse bu ufacık organın ne kadar kuvvetli, ne kadar çalışkan olduğu der­hal anlaşılır.

Gelin şimdi sizinle vücuttaki kan dolaşı­mını inceleyelim, şekil 5 den bunu takip edebi­lirsiniz. İşe sağ kulakçıktan başlıyalım. Vücudu >, dolaşıp oksijenini ve besi maddelerini hücrele­re vermiş ve onlardan karbondioksit denen ze­hirli bir gazla diğer süprüntü maddelerini yük­lenmiş olan pis kan iki büyük damarla sağ kulak­çığa dökülür. Bu, kalbe pis kanı getiren damar­lardan üsttekine Üst Ana Toplardamarı (4) denir ve bu damar baş ve kollardaki kirli kanı topla­yıp kalbe getirir. Alttaki ise Alt Ana Toplarda­marı (14) adını taşır ve vücudun alt tarafındaki, bacaklardaki kirli kanı toplayıp kalbe getirir. Barsaklardan, mideden, böbreklerden, dalaktan ve karaciğerden gelen kanlar da alt ana toplar-damarı’na dökülür. Sağ kulakçığa boşalan kan önce kendiliğin­den sağ karıncığa geçmiye başlar ve bu pgnaHa triküspit kapağı aşağı doğru inip deliği açık tu­tar. Biraz sonra sağ kulakçık kasılır (takallüs -eder) ve içindeki kanın kendiliğinden boşalma-jnış olan kısmını da sağ karıncığa atar. Sağ ka­rıncık tamamen kanla dolunca kasılmıya (ta­kallüs etmiye) başlar. Bu ecnada triküspit ka­pağı yukarı kalkıp iki boşluk arasındaki deliği kapatır ve kanın geri dönmesine engel olur. -Halbuki akciğer atardamarı ile (17) sağ karın­cık (1.6) arasındaki yarımay kapakları açılır ve pis kan akciğer atardamarı içine fırlatılmış -olur. Şimdi sağ karıncık içindeki bütün kan bo­şalınca bu sefer de yarımay kapakları kapanıp kanın geriye, sağ karıncığa gelmesini önlerler. Görülüyor ki kalbteki kapaklar kanın ileri git­mesine yol açarlar, fakat geri dönmesine mani olurlar.

Akciğer atardamarı (17) kalbten çıktıktan biraz sonra ikiye bölünür ve bir kolu sağ ak­ciğere, bir kolu da sol akciğere girer. Akciğere giren atardamar gittikçe daha ufak kollara ayrı­lır ve nihayet incecik kıl damarcıkları haline gelir. Bu incecik kıl damarları alveoi denen ha­va keseciklerinin etrafını balık ağı gibi sararlar. İşte vücutta pislenmiş olan kan bu kesecikler de dışarıdan akciğerlere giren temiz hava ile temas eder, içindeki karbondioksit dışarı atılır, temiz oksijen içeri alınır, kanın rengi pembele-şir. Temizlenip işe yarar duruma giren kan dört adet akciğer toplardamarı (19) araciyle sol ku­lakçığa dökülür. Sol kulakçıktan temiz kan sol karıncığa boşalır. Sol kulakçık kasılır ve geri­de kalan kanın hepsi sol karıncığa geçer. Biraz sonra sol karıncık kasılır, mitral kapağı kapanır kan geri gidemez, aorta kapakları ise açılır ve kan aortaya fırlatılmış olur. Aortaya geçen kan. bütün vücuda dağılır.

İşte kanın kalbten çıkıp akciğerlere gitme­sine ve oradan tekrar sol kalbe gelmesine Kü­çük Dolaşım, sol kalbten çıkan kanın bütün vü­cudu dolaşarak tekrar sağ kalbe gelmesine de Büyük Dolaşım adı verilir.

Şayet sağ kulağınızı birinin sol göğsüne da­yayıp dinlerseniz iki ses işitirsiniz, tıpta bu ses­ler Lab-Dab diye tarif edilirler. Birinci ses (Lab sesi) karıncıkların kasılmasiyle triküspit ve mit­ral kapaklarının kapanmasından, ikinci ses de (Dab sesi) yarımay kapaklarının kapanmasından husule gelir. Bazan bu seslerden ayrı olarak körük sesi, rüzgâr sesi, üfleme sesi gibi ayrı ses­ler de duyulur ki bu seslere tıp dilinde Üfürüm veya fransızca Suf 1 adı verilir. kalb kapaklarının daralması veya gevşeyip geri­ye kan sızdırması neticesi meydana gelir, fakat hiçbir kalb hastalığı bulunmadığı halde kansız­lık, humma, heyecan ve diğer birtakım sebep­lerden dolayı da kalbte üfürüm işitüebıLir. Bun­lar arasındaki tefriki ancak sizin hazık doktoru­nuz yapabilir.



Kalp Sağlığı ve Spor

6 Tem, 2008 Kalp Sağlığı

Spor

Her türlü müsabaka yasaktır. Sizin için en iyi spor, düz yolda, tok karnına olmamak ve rüzgâra karşı gitmemek şartiyle yol yürümektir. Ata da binebilirsiniz. Tenis, futbol yasaktır.



Kalp Sağlığınız İçin Sigara İçmeyiniz

29 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Tütün damar büzücüdür. Yâni derinizin sathına yakın ufak kan damarlarını daraltır. Lâkin sigaranın kalp damarlarına ne yaptığı, katiyetle bilinememektedir. Evvelâ şunu söyleyelim ki yapılan incelemelere göre miyokart en­farktüsü sigara içenlerde, ve içmiyenlerde ayni nispette görülmektedir. Demek ki sigara içmek kalb damarlarının sertleşmesinde rol oy­namaz. Şayet sigarayı çok fazla seviyor, onsuz yapamıyorsanız hekiminiz sizin, yemeklerden sonra olmak üzere günde 3-4 sigara içmenize müsaade edebilir. Nikotini alınmış sigara içmek daha iyidir. Bazı kimseler nikotine karşı has­sastır; sigara içince kalbleri daha çabuk atar ve kalb ağrısı hissederler. Şayet sigaraya karşı en ufak bir hassasiyet varsa tamamen terketmek zaruridir. Ne olursa olsun sigarayı tamamen terketmek en iyisidir, bunu unutmayınız.



Kalp Sağlığınız İçin Şişmanlık İyi Değildir

28 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri

Kalp Sağlığınız İçin Şişmanlık İyi Değildir

Enfarktüse zayıflar şişmanlardan daha iyî tahammül etmektedir. Lüzumundan fazla yağ Miyokart Enfarktüsü ve et, kalp üzerine bir yük teşkil eder. kadar şişmansa bu fazla et ve yağı için o kadar uzun damarlara ve kalbin de o’. dar fazla çalışmasına ihtiyaç vardır. Hastalanmış bir kalp bu vazifeyi ifada güçlük çeker. Şişman erkeklerde miyokart enfarktüsünden ölüm nispeti zayıflara nazaran %40 fazladır. Kadınlarda nispet, daha yüksek olup şiş­man kadınlar miyokart enfarktüsünden zayrf kadınlara nazaran %75 daha fazla ölürler. Ka­dınlar şişmanlarlarsa erkeklere nispetle haiz oldukları avantajı tamamen kaybederler. İncelemeler gösteriyor ki kalp damarı sertİeşmiş kimselerde fazla şişmanlık çok tehlikeli­dir. Her kilo alışla tehlike biraz dana artar. Hekiminizin size kilo kaybetmeniz için yaptığı ısrarları makul görüp ona yardım etmelisiniz. Kilo kaybetmek pek zor birşey değildir. Dikkatle tanzim edilen bir diyet, bu.iş için kâ­fidir. Kalbinizin damarlarında olup bitene karışmak pek elinizde değilde de iştahınızla mü­cadele etmek elinizdedir.



Kalp ve Dolaşım Sistemi Nedir? Nasıl Çalışır?

3 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Yaşam için çok önemli bir görevi üstlenmiş olan kalbimiz so göğüs boşluğunda yer alır. Ortalama ağırlığı 275-300 g olup, yumruk büyüklüğündedir. Görevi vücudumuza gerekli oksijen ve besin maddelerini taşıyan kanın dolaşımını sağlamaktır.

Kasılma ve gevşeme hareketleri yapan özel bir kas doku­sunda yapılmıştır, 3 tabakadan oluşur:

1. Perikart (dış zar)

2. Miyokart (kalp kası)

3. Endokart (iç zar)

Kalpte 4 odacık vardır. Üstte, sağ ve sol olmak üzere ilk ku­lakçık (atrium); altta ise sağ ve sol karıncıklar (vantriküller). Ku­lakçık ve karıncıklar arasında ve karıncıklardan çıkan atarda­mar ağızlarında birer kapak vardır. Kalbimizde 4 adet kapak bulunmaktadır.

Kalp kendisine gelen kanı gevşeyerek toplar ve kasılarak damarlar içine doğru pompalar. Kalbin 4 odacığmdan 2’si gev­şeme dönemindeyken diğer 2’si de kasılma dönemindedir. Ka­sılma ve gevşeme hareketleri düzenli, otomatik bir şekilde yapı­lır. Bu hareketler vücudun kan ihtiyacına göre gerektiğinde artı­rılır, gerekirse azaltılır. Kalp ve atardamar ağızlarındaki kapak­lar açılıp kapanarak kanın dolaşımına yardım ederler.

Kulakçıklara vücuttan kan getiren toplardamarlar açılır, ka­rıncıklardan ise vücuda kan götüren atardamarlar çıkar. Atardamar ve toplardamarlar dokularda ince kılcal damarlar aracılı­ğıyla ağızlaşırlar. Kalbin sağ kulakçığına üst ve alt toplardamar açılır. Üst toplardamarlar vücudun üst bölümünün (baş, boyun, göğüs ve kollar) kirli kanını toplar.

Alt ana toplardamar ise vücudun alt bölümünün (karın ve bacaklar) kirli kanını toplar. Sağ kulakçıkta toplanan bu kirli kan bir kapak aracılığıyla sağ karıncığa boşalır. SağJcarıncık bu ka­nı kasılmayla kendisinden çıkan akciğer atardamarı (pulmoner arter) aracılığıyla akciğerlere gönderir. Akciğer atardamarı ağ­zında pulmoner kapak bulunur.

merkezi sağ kulakçıktadır. Bu merkezin faaliyeti bozulduğunda başka anormal merkezler faaliyete geçmektedir. Sağ kulakçıkta bulunan merkezden çıkan elektriksel uyarılar özel iletim yollarıy­la kulakçık ve karıncıklara yayılır ve bu uyarıları alan kalp kası da kasılma ve gevşeme işlemlerini sürdürür. Kalpte uyarı çıkaran merkez, sinirsel ve hormonal merkezlerle kontrol edilir. Birtakım ilaçlar, kimyasal maddeler bu merkezin faaliyetini değiştirebilir­ler.

Doğal olarak böylesine karmaşık, inanılmaz, ama düzenli bir işlevi sürdüren kalp kasının diğer dokular gibi beslenmeye ve enerjiye ihtiyacı vardır. Kalp kası, kendi özel damarları aracılı­ğıyla beslenir. Ana atardamardan çıkan bu damarlara koroner arter adını vermekteyiz. Koroner arterler sağ ve sol olmak üze­re iki tanedir. Sol koroner arter, bir sol ana koroner arter ve iki dalı şeklindedir. Sol koroner arter kalbin daha geniş bir bölümü­nü beslediği için daha önemlidir. İki dalı, sol inen arter (LAD-Sol anterior dessinding) ve dolaşan arter (Cx Sirkumfleks) adını alır. Bu arterlerin de her birinin ayrı ayrı önemli yan dalları vardır.

İşte fonksiyonları ve yapıları kısaca özetlenen kalbimizdeki bu yapılarda örneğin kapaklarda meydana gelecek bozukluklar, daralma, iyi kapanmama gibi durumlar, koroner arter hastalığı dolayısıyla kalp kasının yeterince beslenememesi veya kalınlaş­ması, incelmesi veya başka hastalıklar dolayısıyla kalbin daha fazla yük altında kalması gibi durumlar onun fonksiyonlarını bo­zacak ve çeşitli kalp hastalıklarının ortaya çıkmasına neden ola­caktır. Bu hastalıklardan bir kısmı doğuştan itibaren vardır. Di­ğer bir kısmı ise sonradan ortaya çıkar.

Akciğerlere gelen kan kılcal damarlar aracılığıyla havayla temas ederek temizlenir. Karbon dioksit atılır. İyi oksijenlenmiş olarak akciğer toplardamarlarıma sol kulakçığa döner. Sol kulak­çık bu temiz kanı mitral kapak denilen kapak aracılığıyla sol ka­rıncığa boşaltır. Sol karıncığa boşalan bu kan, sol sarmaktan çı­kan aorta (ana atardamar) atılır ve ana atardamar ve kolları yardımıyla tüm vücuda yayılır. Sol karıncık ile ana atardamar a-rasında aort kapağı bulunur. Kan, dokularda oksijen ve besin maddaleri bıraktıktan sonra, kılcal damarlar (kapîler damarlar) ve toplardamarlar aracılığıyla sağ kalbe döner ve böylece dola­şım sağlanmış olur.

Sağlıklı erişkin kişilerde bu kan dolaşımı dakikada 60-80 defa yapılır. Günde ortalama 100 000 defa kalbimiz çarpar. Egzersiz sırasında bu sayı çoğalır. Çocuklarda 80-120/dk ara­sındadır. Kalp dakikada ortalama, m2 başına 2,5-4 litre kanı dolaşıma verir. Yani kalbimiz dakikada ortalam 4,5-6,5 litre, sa­atte 150-200 litre, günde 5 000 litre kanı pompalamaktadır. Dolaşım sistemimizin (toplardamarlar ve atardamarlar) uzunlu-ğuysa yaklaşık 12 000 mil’dir.

Kalp bu görevini kasılma (sistol) ve gevşeme (diastol) adını verdiğimiz hareketlerle ve bir emme basma tulumba gibi yapar.

Kalp kası bu işlemini otomatik olarak kendisine gelen elek­triksel uyarıyla gerçekleştirir. Ancak kalbin uyarılma işlevi belirli bir düzen içinde meydana gelir. Normalde kalbin uyarı çıkaran



KALP YETERSİZLİĞİ BULUNMAYAN KAPAK hastaliklar-nedir-tedavi-belirtileriINDA TIPBİ TEDAVİ

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Kalbin kuvveti henüz yerinde ise mitral darlığı, mitral yetmezliği, aorta darlığı, aorta yetmezliği gibi kalb kapağı hastalıklarında tıb­bî tedavi aynidir. Bu hastalıklara müptelâ kim­seler şu noktalara dikkat etmelidir :

1. Kalbinizi yorup yedek kuvvetini harcamamaya çalışınız. Kalbinizin kapakları iyi işle­mediğinden dolayı herhangibir işi yaparken kalbiniz, başka kimselerin kalbinden daha faz­la enerji sarfetmektedir. Onun için kalbe iş yükleyen aşırı faaliyetlerden kaçınınız.

2. Merdivenleri, yokuşu, acele acele çıkmayınız. Hızlı, veya koşarcasına yürümeyiniz.

3. Heyecanlardan, münakaşalardan kaçınınız.

4. Cinsî münasebet esnasında fazla oynaşmayınız.

5. Evlenmenizde mahzur olup olmadığını

veya kadın iseniz doğurup doğuramıyacağınızı ancak hekiminiz size söyliyebilir. Gebe kaldıysanız ilk üç ay içinde muhakkak hekiminizi görünüz.

6. Yemeklerinizi azar azar, fakat sık sık yiyiniz. Bir defada midenizi şişirmeyiniz. Öğle yemeğinden sonra 1-2 saat kadar yatıp istirahat etmeyi âdet edininiz, uyumanız şart değildir.

7. Kalbinizin kuvveti yerinde dahi olsa tuzu az kullanarak kendinizi tuzsuz yemeklerin lezzetine alıştırınız.

8. Düz yolda, rüzgâra karşı olmamak ve tok olmamak şartiyle yürümeniz mahzurlu değil,

hattâ faydalı olabilir.

9. Diş çıkartmadan önce penisilin yaptı­rınız.

Kalbinizde herhangibir hastalık var, fakat kalbin kuvveti henüz yerinde olup vazifesini başarabilmekte ise buna kömpanşe, şayet kalbin yedek kuvveti kal­mamış veya azalmış olup vazifesini hakkiyle yapamıyor­sa dekompanse’dir, yani kalb kifayetsizliği yardır de­nir. Dekompanse kalb hastalıklarında nefes darlığı mevcuttur.



Kalp Romatizması

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Hemen ikiyüz yıldanberi romatizma ile kalb hastalığı arasında bir münasebet bulunduğu bilinmektedir. Kuşpalazı, dizanteri, boğmaca vesair çocukluk hastalıkları kontrol altına ahnalıdan beri romatizma yegâne çocukluk düş­manlarından biri olarak kalmış bulunuyor. Ro­matizma yalnız çocukluk hastalığı değildir, gençler de onun pençesine düşebilir. Bilhassa mikrobun yayılmasına müsait kışla, okul gibi yerlerde yaşıyanlar arasında romatizma salgın halini alabilir. Nitekim Amerikan Ordusunda romatizma son savaş esnasında büyük bir me­sele teşkil etmiştir.



Kolesterolün Damar Sertleşmesi Yaptığına Nasıl Hükmediyoruz?

17 Haz, 2008 Kalp Sağlığı

Kolesterolün damar sertleşmesi yaptığına nasıl hükmediyoruz?

Vücudun neresinde damarlar sertleşmişse onun duvarında bol miktarda kolesterol bulu­nur. Damarları sertleşmiş, miyokart enfarktüsü geçirmiş kimselerin çoğunun kanında kolesterol miktarının artmış olduğu görülmektedir. Şeker hastalığı, tiroidin az işlemesi, bazı böbrek has­talıklarına müptelâ hastaların kanındaki koleterol miktarı çok yüksektir ve bu gibi hastalar­da damar sertliği daha fazla husule gelir. De­neysel olarak hayvanlara, bilhassa piliçlere, fazla yağlı, kolesterollü gıda verilirse hayvan­ların damarlarının sertleştiği görülmektedir. İş­te bu sebeplerden dolayıdır ki birçok kalb he­kimleri kalb hastalarına, yağdan kolesteroldan fakir bir gıda tavsiye etmektedirler. Birçok meşhur kalb hekimleri de koleste­rol teorisinin tamamen aleyhindedirler. Bunlara göre kolesterol birikmesi damar sertleşmesi­nin sebebi değil, fakat neticesidir.

Bildiğimiz birşey varsa o da damar sertleş­mesi ile kolesterolün birarada bulunuşudur, ama bunun hangisi evvel, hangisi sonra geliyor katî bilinmiyor. Esasen kolesterolün kandaki miktarının normal olarak ne kadar olması ge­rektiği hususunda da bir fikir birliği yoktur. Bazı şahıslarda kan kolesterolü normalin üç misli olduğu halde hiçbir damar sertliği belirti­si göstermezler. Halbuki bazı hayvanların ka­nında hiç kolesterol bulunmaz, buna rağmen da­marlarında sertleşme (arteryoskleroz) husule gelebilmektedir. Meselâ Eskimolarm gıdasını başlıca yağlar ve eft teşkil eder, buna, rağmen kanlarındaki kolesterol miktarı fazla değildir ve damar sertleşmesine hiçbir istidat göster­mezler. Yakın bir zamanda ilmin bu meseleyi de halledeceği ve damar sertliğinin hakiki sebebi­nin meydana çıkacağı muhakkaktır. Sigara içmenin ve alkollü içkiler kullan­manın damar sertliği yaptığı fikri doğru değil­dir. Fakat ikisinin de kimseye faydalı olmadığı unutulmamalıdır.

0 yorum

Yorum Gönder