hastalıklar5

Gönderen copernic 8 Nisan 2009 Çarşamba

Gut Hastalığı, Damla Hastalığı

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-G

Daha çok şişman ve yaşlı erkeklerde ve pürin metabolizması bozukluğu sonucu gö­rülen gut hastalığı (Pcdagra)1 nın herediter bir enzim yetersizliğine bağlı olduğu kabul edilmektedir. En çok ayak başpar­mağı ekleminin birden nöbet şeklinde şiş­mesi (gut artriti) ile başlar. Hasta eklem üzerindeki deri gergin, parlak, kırmızı, sı­cak ve çok ağrılıdır. Bu görünüşünden dolayı hastalığa damla hastalığı (Goutte) veya nikris adı da verilmiştir. Hastalık ta­mamen sağlam bir insanda genellikle al­kollü içki almak, fazla yemek, ruhsal gerilim ve üzüntü gibi tipik hazırlayıcı bir olaydan sonra sabaha karşı ağrı ile başlar. Gut hastalarında kanda ürik asidin artmasına (hiperürisemi) bağlı olarak birçok yerlerde örneğin kulak sayvanında, dizde, parmak uçlarında, göz kapaklarında tofüs adı ve­rilen sarı renkte ürat birikintileri meydana gelir. İlk nöbetten sonra gutun kronik bir durum alıp almayacağı bilinmez. Kronik bir hasta­lık haline gelince ise nöbetler sıklaşır ve ağrı şiddetlenir. Diğer romatizmal hastalık­larla karışabilir. Yalancı gut (pseudogout) denilen hastalıkta ise eklem kıkırdakların­da kalsiyum birikip çökmüştür. Radyolojik olarak eklemlerde kireçlenme (kondrokal-sinoz) paralel ince çizgiler halinde görü­lür. Çok yaşlı kimselerde eklem şikâyeti olmadan da kıkırdaklarda kireçlenme bu­lunabilir.

Gut aslında genetik bir bozukluğa bağ­lı olduğu için tedavide ancak ağrıların gi­derilmesi ve nöbetlerin önlenmesi için ça­lışılır. Bu maksatla ürikozürik denen ilaç­lar kullanılmaktadır. Bunların arasında Probenesid (Benetnid) ve Sulfinpirazon (An-turan) ve gutun spesifik ilacı diye biliner Kolşisin (Kolsin) sayılabilir.



Halüsinasyon, Sanrı, Yanlış Algılama

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Duyu organlarını uyaran stimuluslar yo­luyla cisimleri veya olayları anlar, tanır ve öğreniriz. Dıştan bir uyaran olmadan mey­dana gelen yanlış algılamaya halüsinas­yon veya sanrı denir. Şizofrenide en çok görülen halüsinasyon «sesler» dir. Bu ses­ler hastaya hitap edebilir, onunla ilgili sözler söyleyebilir, düşüncelerini yansıta­bilir veya belli belirsiz mırıldanmalar biçi­minde olabilir. İç veya dış kaynaklı olabi­lir ve hasta bunların gerçek olduğundan emindir. Halüsinasyonlar yalnız işitme du­yusu ile olmaz. Görme ve dokunma, tad ve koku organlarının algılama bozukluğuna bağlı halüsinasyonlar da vardır. Halüsinas­yonlar duygu organlarına gelen uyarmaları yanlış yorumlamak demek olan illüzyon­lardan farklıdır. Algı yetersizliğinde örne­ğin karanlıkta bir ağacın hayvana benzetil­mesi, tiyatroda duygusal yanılgı yaratmak için illüzyonistlerin ışık oyunları ile sağla­dıkları gösteriler, birer illüzyondur.

Normal kimseler de özellikle uykuya da­larken kapı zili, yanık kokusu duyabilirler. Alkol, afyon türevleri, barbitürat ve amfetamin gibi ilaçlardan başka, halüsinojen dediğimiz maddeleri içeren bazı bitkiler de vardır. Bütün bu maddeler algı bozuklu­ğuna neden olmaları yanı sıra benlik ger­çekliğinde değişme (depersonalizasyon), ortam gerçekliğinde değişme (derealizasyon) meydana getirebilmektedirler. Halüsinojenik maddeler psikozlara benzer durumlar oluşturduklarından deneysel amaçlarla kullanılmaktadır. Triptamin gru­bundan liserjik asit (LSD), büfotenin, psilosibin, harmin, ibogain, Fenitetilamin gru­bundan meskalin (peyotl) ve diğer çeşitli gruplardan ditran, kannabisin (marihuana) ve sernil gibi psikomimetik droglar sayılır.



Hapatit, Karaciğer iltihabı

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H, Sağlık Sözlüğü-K

Karaciğerin iltihabi hastalıkları hepatit olarak isimlendirilir. Hepatitin etkeni ola­rak virüsler (Hepatit A virüsü, ve B virüsü), bakteriler, riketsiyalar, spiroketler (Weil hastalığı) ve parazitler (schistosomiasis) gibi mikroorganizmalar hatta alkol ve ba­zı ilaçlar, toksinler sayılabilir. Hepatit A virüsünün yaptığı hastalığa infeksiyöz hepatit denir. En çok çoouklarda ve gençlerde ağız yoluyla yiyecek ve içeceklerle bulaştıktan 15-45 gün sonra hastalık ateş, bulantı, kusma, iştahsızlık ile birden başlar. Epidemik hepatit de de­nilen bu hastalıkta daha sonra sarılık da görülür. Hepatitis B virüsünün yaptığı hastalıkta ise kuluçka dönemi (40-180 gün gibi) uzun­dur. Daha ziyade kan aktarımları ile bula­şır ve erişkinlerde görülür. Eskiden çok görülen bu hastalık, bir kere kullanılıp atı­lan enjektör ve iğnelerin kullanılmaya baş­lanmasından sonra daha azalmıştır. Hepa­tit yapan daha başka tip virüslerin varlığı da gösterilmiştir. Hastalık geçirenler bağı­şıklık kazanır.

Hastalık sırasında, yatak istirahati, günde 350-400 gr. kadar bol karbonhidratlı ve az yağlı perhiz önerilir. Meyve suları, kompostolar, süt ve sütten yapılmış besinler, az yağlı çorbalar verilir. Hepatitin tedavisinde etkili bir ilaç yok­tur. Antiviral denen ilaçlar (Vidarabine, İnterferon) denenmektedir. Kortikosteroid ilaçlar sarılığın çabuk açılmasını sağlar­larsa da bağışıklığın meydana gelmesini önlediğinden hastalığın sık sık tekrarla­masına neden olabilirler. Sedatif olarak sadece diazepam (Diazem), bulantı ve kus­ma için antiemetikler (Emedur, B6 vitami­ni), kaşıntıya karşı cholestyramine (Cuemid) kullanılmaktadır.



Hareketleri Yapmamızı Sağlayan Sistem

19 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Hareketleri Yapmamızı Sağlayan sistemin hastalıklarında adalelerde hipsrtoni veya rigor denilen bir sertlik veya hipotoni denilen bir gevşeklik meydana gelir. Öğrenme ile ilgisi kalmamış,otomatikleşmiş hareketlerimizde bir bozukluk başgösterir. Yani tremor, köre v.b. istem­siz bazı hareketler görülür. İstemsiz ve amaçsız olarak el, kol, ayak gibi organla­rımızın ani, sıçrama şeklinde geniş hare­ketlerine tıp dilinde köre denir.Parkinsonizm, diğer bir deyişle paralizi agitans denen hastalıkta ekstrapircmidal bozukluklar vardır.

Syndenham koresi: Daha çok kız çocuk­larında görülen, sinsi olarak başlayan bir ekstrapiramidal sistem hastalığıdır. Sofra­da elinden çatal, bıçak, bardak düşüren, büyüklerine nedensiz yere sırıtan, dil çı­karan çocuk çek kere hastalığının teşhis edilemediği dönemde ailesi tarafından ce­zalandırılabilir. Üst organlardaki istem dışı davranışlar, is­temli davranışların düzenini bozar ve ataksi denilen garip yürüyüş şekli meydana gelir. Adalelerin tonüsü azalmış, sanki felç olmuş gibidir. Tendon refleksleri ör­neğin patetla refleksi alınamayacak kadar azalabilir. Bu hastalık sinir hastalıkları uzmanı tara­fından tedavi edilmelidir. Tedavide antiro-matizmal ilaçlar, kortizon ve hidantoin kul­lanılabilir.Huntington koresi: Kalıtımla dominant olarak geçen ve orta yaşlarda görülen bir hastalıktır. Koreik hareketler daha hızlı ve sıçrayıcıdır. Zamanla konuşma güçlüğü (d.izartri),ataksi ve bunama başlar. Tedavi­de Tetrabenazine (Nitoman) kullanılabilir. Hastaların ailelerine genetik konusunda öğütler verilmesi, aile içi evliliklerin önlen­mesi gereklidir.

Wilson hastalığı : Ailevi olarak görülen ka­raciğer sirozu ile beraber seyreden bir has­talıktır. Bu nedenle hastalığa hepatolenti-küler dejenerasyon adı da verilmiştir. Zekâ yetenekleri bozulmuştur. Bakır metaboliz­ması bozukluğu sonucu meydana gelen bir



Hastalık Kuşkusu ve Korkusu

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Hıpokondri terimi, aslında kaburgalar altın­daki karın bölgesi demek olan hipokondr sözcüğünden türetilmiştir ve değişik, fa­kat birbirine ilişkin durumları tanımlamak icın kullanılır. Hasta olduklarına inanarak ya da inanma­yarak bundan şüphelensin veya şüphelen­mesinler sürekli olarak sağlıkları ile ilgi­lenen kişilere hipokondriak denir. Bu kim­seler karakter özelliği olarak laksatif, tonik ve vitamin gibi ilaçları çok kullanırlar. Dok­torların herhangi bir şikâyet için ne ka­dar önemsiz olursa olsun hemen reçete yazmaları hipokondriakların ilaca düşkün­lüklerini artırır. Ayrıca hiçbir kanıt olmadığı halde önemli bir hastalığa yakalanacağından korkanlara da hipokondriak denir. Anksiete yani hid­det ve huzursuzluk hallerinde ya da dep­resyonda ve bazen şizofrenideki belirtiler hipokondriakların hastalık korkularını artı­rır. Örneğin çarpıntısı olan bir hasta ken­disinde kalp yetersizliği olduğundan endi­şelenir. Üçüncü anlamda hipokondriak deyimi or­ganik bir temele dayanmayan birçok inat­çı ve tekrarlayıcı şikâyetleri olanları tanım­lamak için kullanılır.

Hipokondri genellikle histerik özellikleri olan kadınlarda görülür. Bu hipokondriak belirtiler yoluyla hasta, yatalak rolünü kolayca oynayabilir. Kendilerine ilgi ve anla­yış gösterilmesini veya bazı zorunluluklar­dan kaçmayı sağladığından bu tip hipokondriaklar, tedaviye direnç gösterirler.



Hazım ve Hazımsızlık

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H, Sindirim Sistemi

Sindirim, besin maddelerinin en basit yapı taşlarına kadar parçalanması ve kana geç­mesi yani emilmesi demektir. Sindirim, ağızda tükürük bezlerinin salgıladığı pityalin denen fermentin nişastayı maltoza çevir­mesi ile başlar. Mideden salgılanan pepsin proteinleri sulandırarak pepton ve aminoasitlere kadar parçalar. Bu parçalan­ma gene midenin salgıladığı hidroklörür asidinin yardımıyla olabilmektedir. Mide asidinin az olması (hipûasidite) halinde pepsinin salgılanması ve aktivitesi de azal­maktadır.

Mide salgısında pepsinden başka (katepsin, labferment, lipaz, amilaz, proteaz, intrensek faktör vb.) bulunmuştur.

Son zamanlarda barsaktaki gıda çeşitle­rine göre barsak bezleri tarafından salgı­lanan birçok hormonun sindirim fonksiyo­nunda rol oynadığı anlaşılmıştır. Ayrıca vagus sinirinin uyarısı ile pilor mu­kozası bezlerinden gastrin hormonu, ducdenumdan ise sekretin hormonu salgılanır ve kana geçerek sindirim fonksiyonunu düzenlerler. Pankreas dış salgısı, sindirim kanalının en önemli salgısıdir. Çünkü pankreas salgı­sında bütün besinleri sindirebilecek olan tripsin, amilaz, lipaz gibi fermentler var­dır. Safra kesesinden barsağa dökülen safra­nın yapısındaki safra asitlerinin de sindi­rim olayında yağları parçalamak yönün­den rolü çok büyüktür. Aksi halde yağ sin­dirimi bozulur, yağlar ve yağda eriyen vitaminler-faydalari (A, D, E, K vitaminler-faydalarii) emilme­den dışkı ile atılırlar. Bütün bu işlevlerin uygun şekilde olması, sindirimin sağlıklı yapılmasını sağlar. Aksi halde hazımsızlık dediğimiz durum, başka bir deyimle dispepsi meydana gelir.

Hazımsızlıktaki şikâyetleri karında ağrı, şişkinlik, yanma, geğirme, regurgitasyon, bulantı, kusma, ekşime gibi belirtiler şek­linde toplayabiliriz. Peptik ülser, gastrit, pilor stenozu. mide düşüklüğü, mide atonisi gibi organik hastalıkların neden oldu­ğu dispepsilerden başka diğer hastalıkla­rın ve aeorofaji dediğimiz fazla hava yu­tulmasına bağlı olarak meydana gelen ha­zımsızlıklar da vardır.

Hazımsızlık şikâyetlerinin hemen yarısın­dan fazlasını oluşturan dispepsiler ise fonksiyoneldir. Mide veya barsak nörozu grubuna giren bu hastalar bol miktarda hazım fermenti ve antiasit ilaçları almak zorunda kalırlar.



Hematoloji ve Kan Hastalıkları

27 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Vücudumuzda dolaşan kan hakkındaki bil­gileri ve onun hastalıklarını öğreten bilgi dalına hematoloji denir. Kan, plazma denilen bir sıvı içinde bulunan birtakım hücrelerden oluşmuştur. Kan, ke­mik iliğinde, hemopoetik denilen kan yapı­cı hücrelerde ve eritropoetin adı verilen bir faktörün etkisiyle yapılmaktadır. Anî kanamalar, hemoliz ve atmosfer oksijenin­de meydana gelen düşmeler eritropoetin seviyesini yükseltmektedir. Ayrıca C vitamini, bakır ve çinkonun da eritrosit yapı­mını olumlu yönde etkilediği anlaşılmıştır. Eritrositlerin fonksiyonu akciğerlerden vü­cut hücrelerine oksijen taşımak ve doku­lardaki korbondioksidi akciğerlere götürmek şeklinde özetlenebilir. Alyuvarlardaki hemoglobin denen bir protein oksijenle bir­leşerek oksihemoglobine dönüşmekte ve oksijeni dokulara iletmektedir. Daha sonra dokulardaki karbondioksitle birleşerek karboksihemoglobin şeklinde akciğerlere dön­mekte ve karbondioksidi alvecl boşluğuna atmaktadır. Kan hastalıklarında en sık rastlanan belir­ti kansızlıktır. Anemi dediğimiz bu durum alyuvarların veya hemoglobinin azalması anlamına gelir. Sonuç olarak kanın oksi­jen taşıma yeteneği azalmaktadır. Aslında kansızlığı bir hastalık gibi değil, birçok hastalıkların belirtisi olarak görmek daha doğrudur. Çünkü kanın kendisine ait ol­mayan başka hastalıklarda da anemi gö­rülebilir. Bu hastalıklar üremi, karaciğer sirozu, hipotircidizm ve kronik infeksiyonlardır. Demir eksikliği büyük bir olasılıkla en sık görülen kansızlık nedenidir. Vücudumuzda bulunan 4 g. kadar demirin eksikliği erken devrelerde farkedilmez, ancak depo demi­ri ileri derecede azaldıktan ve anemi orta­ya çıktıktan sonra anlaşılabilir. Belirtileri arasında yorgunluk, halsizlik, çarpıntı, ne­fes darlığı, iştahsızlık, dil yanması ve ka­bızlık en sık görülenlerdir.

Ağız yoluyla fazla miktarda demir almak, çok sayıda kan nakli yapılmış olmak gibi durumlarda vücutta demir birikir ve özel­likle karaciğerde toplanır. Bu durum doğal bir metabolizma bozukluğu olarak da mey­dana gelmekte, deri bronz bir renk almak­ta ve karaciğer ve dalak büyümektedir. Bu gibi durumlarda hemosideroz veya hemokromatoz söz konusudur. Hastalık iler­ledikçe pankreasın bozulması sonucu şe­ker hastalığı da görüldüğünden bu duruma bronz diyabet adı da verilir.

Folik asit ve BrJ vitamini alyuvarların oluş­masında etken oldukları için bu iki mad­denin eksikliğinde eritrositler kemik iliğin­de tam olgunlaşmadan yani megoblast de­nilen anormal eritrositler şeklinde meyda­na gelmektedir. Pernisiyöz anemi denen bu kansızlık tipinde hücreler normalden büyük olduğu için makrositer anemi adı da verilir.

Alyuvarların Ömürleri 120 gün kadardır. Yaşlanan alyuvarların direnci azalmakta ve sonunda parçalanmaktadır. Parçalanan alyuvarların karaciğer, dalak ve kemik iliğindeki retikulo endotel sistem (R.E.S.) hücreleri tarafından ortadan kaldırıldığı, hemoglobinin de bilirubin haline dönerek plazmaya geçtiği kabul edilmektedir.

Eritrositlerin yıkımının artması ve eritro­sit ömrünün azalması sonucu meydana ge­len kansızlıklara hemolitik anemiler denir. Hemolitik kansızlıklar bazan eritrositlerin kendilerinde bulunan kusur dolayısıyla ömürlerinin kısalması sonucu oluşurlar. Herediter sferositoz, paroksismal gece hemoglobinürisi, enzim eksikliğine bağlı kan­sızlıklar, talasemi, orak hücreli kansızlık gibi hastalıklar bu gruptandır. Bazı hemo­litik kansızlıklar ise dışarıdan bir etkenle eritrositlerin parçalanması yani hemolizi ile meydana gelirler. Alyuvarların dış ne­denlerle hemolize uğraması, antikorlara, enfeksiyonlara, kalp hastalıklarına, fizikoşimik nedenlere ve dalağın fazla çalışma­sına yani hipersplenizme bağlı olarak son­radan meydana gelen hastalıklar sonucu­dur.

Alyuvarların artması da bir hastalık belir­tisidir ve genel olarak polisitemi adını alır. Eritrosit sayısının 6 milyonun üzerine çık­tığı, yüz, kol ve bacakların vişne kırmızısı rengini aldığı hakiki polisiteminin yani Vaquez hastalığının sebebi belli değildir. Has­talığın tedavisinde kan alma (flebotomi) veya sitostatik ilaçlar (Myleran) kullanıl­maktadır.

Kanın akyuvarları yani iökositler kemik ili­ği lenf bezleri ve dalak gibi organlarda üretilirler. Yaşama süreleri oldukça kısa­dır. Bazı lökosit.çeşitlerinin ömrü 14-23 gün kadardır. Lökcsitlerin en önemli görevi vü­cudu enfeksiyonlara ve benzer dış etken­lere karşı korumaktır. Bu görevi yapmak için aralarında işbölümü vardır.

Lökositlerin 1 mm3 kandaki miktarı 4-10 bin arasındadır. Lökcsitlerin sayıca artma­sına lökositoz denir, enfeksiyonlarda, ka­namalarda, habis hastalıklarda, miyokard infarktüsünde, bazı ilaçların etkisiyle ve zehirlenmelerde lökosit sayısında artış gö­rülür. Bazı metabolik bozukluklarda (üremi, diabet koması, gut, eklampsi ve akut ka­raciğer atrofisi gibi) kollojen hastalıklarda (Poliarteritis nodosa, romatoid artrit, lupus gibi) ve lösemi denilen kan kanserinde lökositoz vardır.

Lökositlerin azalmasına ise lökopeni adı verilir. Tifo, paratifc, bruselloz gibi bakteriyel hastalıklarda; influenza, kızamık, hepatit, atipik viral pnömoni gibi virütik hastalıklarda; milyer tüberküloz gibi hızlı seyreden infeksiyonlarda, aplastik kansız­lıkta, hipersplenizmde kemik iliğinin kan­serinde lökopeni vardır.

Kanın pıhtılaşması olayında rol oynayan trombositlerl kanın en ufak hücreleridir. Kemik iliğinin en küçük hücresi olan me-gakaryositlerden meydana gelir. Organiz­manın kendi kendine kanamayı durdurma­sı olayında yani hemostaz işinde görevli olan bu ufak hücrelerin domar cidarına ya­pışmak (adezyon), b:r araya gelip toplan­mak (agregasyon) ve enzim salgılamak gi­bi (sekresyon) üc önemli fonksiyonu var­dır. Bu üc fonksiyonun bozukluğuna bağlı olarak birçok hastalıklar tarif edilmiştir. Trombositlerin azalmasına trombopeni nir. Özellikle de çocuklarda genellikle üst solunum yollarının v’rütik enfeksiyonların­da akut olarak meydana gelir ve deride psteşi denilen ufak kanamalar, ekimoz şeklinde kan oturmaları, diş eti ve burun kanaması gibi belirtiler gösterir.

Esansiyel trombopenide yani werlhoffi hastalığında en sık rastlanan bulgu deri­de purpura denilen kanamalardır. Pıhtılaş­ma mekanizmasındaki bozukluğa bağlı olarak meydana gelen hemofili ise kalıtım­sal bir hastalıktır. Ayrıca kan damarları­nın cidarlarındaki bozukluklara bağlı ola­rak vasküler kanama diyatezleri dediğimiz hastalıklar mevcuttur. Bunlardan kalıtımsal olarak gecen Osler-Weber hastalığını, son­radan oluşan Henoch-Schönlein hastalığı­nı ve C vitamini eksikliğine bağlı olarak meydana gelen skorbüt hastalığını saya­biliriz. Kanın elemanlarından fibrinogenin bulun­mayışı demek olan afibrinogemi veya fibrinojen molekülünün anormal yapıda ol­ması demek olan desfibrinogemiye bağl olarak meydana gelen kanama bozukluğı hastalıkları da vardır.



Hemofili, Kanama Hastalığı

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Kanın pıhtılaşmasının geciktiği veya hiç olmadığı, sürekli kanamanın yaşamı tehdit ettiği bir hastalıktır. Normal insanlarda vücut yüzeyi yaralandığında kan akmaya başlar. Fakat 5-6 dakikada pıhtılaşarak yaranın üstünü örter. Hemofilide ise kan tamamen pıhtılaşmaz ve hasta önemsiz bir yaradan bile çok miktarda kan kaybe­debilir. Kanın pıhtılaşma yeteneğinin olma­yışı kan içinde bazı faktörlerin eksikliğine bağlıdır. Bu hastalıktan AB.D.’de 20.000 ile 40.000 insanın etkilenmesi hastalığın çokluğu hakkında bir fikir verebilir.

Hemofili, ilk olarak 11. yüzyılda bir Arap doktoru olan Ebul Kasım tarafından bulun­du ve «kanama hastalığı» olarak adlandı­rıldı. 1803'de John C. Otto bunun bir kalı­tım hastalığı olduğunu, kadınları etkileme­diğini, fakat annelerden çocuklara geçti­ğini saptadı. Taşıyıcı denilen bu kadınlar­da hastalığın hiçbir belirtisi yoktur. Ancak genler taşıyıcının oğluna geçerse, çocuk hemofiîik olacaktır ve bu hastalığı çocuk­ların getirecektir. Eğer genler kız çocu­ğuna geçerse, kız bir taşıyıcıya dönüşecek yani hastalığın hiçbir belirtisini gösterme­diği halde hastalığı ilerki nesillerine taşı­yacaktır. Ta­ze kan veya depolanmış plazma nakli pıh­tılaşma süresini normale yaklaştırabilir.

Son araştırmalarla hemofili hastalığının iki tipte olduğu anlaşılmıştır. Hemofili A’da eksik olan VI!! faktördür. Hemofili B’de ise eksik olan IX faktördür, Hastalığa bu fak­törün adı verilerek Christmas hastalığı da denmektedir.



Hemoroid, Basur Hastalığı

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-H, Sindirim Sistemi

İç ve dış hemoroidlerin oluş nedeni kesin ola­rak belli değildir. Kabız kalmak, uzun sû­re ishal olmak, devamlı oturarak çalışmak, tansiyonun yüksek olması, bu bölgenin enfeksiyonları, karaciğerin büyümesi, siroz ve kadınlarda gebelik, hazırlayıcı nedenler arasında sayılabilir. Hemoroidler ağrı, kanama ve enfeksiyona sebep olmaları bakımından önemlidirler. Kanamalar bazen barsak tümörünün var­lığını düşündürebilir. Doktora muayene olup kesin bir teşhise ulaşmak gerekir.

İç hemoroidler her defekasyonda anüsten dışarı çıkacak kadar büyük olduklarında ancak parmakla içeri sokulmak suretiyle ağrısı geçiştirilebilir. Dış hemoroidlerin üzeri deri ile örtülü olduğundan daha du­yarlıdır ve daha çok ağrı yaparlar.

Kabızlıkta hemoroidler daha fazla kananar, bu nedenle kabızlıktan kaçınılmalıdır. Tedavi için hafif vakalarda kabızlığı ön­leyecek diyet (kepek ekmeği, posa bıra­kan besinler, paraffin likit) önerilir ve dış­kıyı yumuşatacak ilaçlar (Normalaks, Li-balaks) kullanılır. İltihaplanmayı ve ağrıyı önlemek üzere bir kısmı kortizonlu çeşitli pomatlar (Hadensa, Makata, Alcos-anal, Ultraproct) vardır. Ayrıca potasyum per­manganat .banyoları, kriyoterapi, elektrokoterizasyon uygulanabilir.

Ağır vakalarda cerrahi tedaviye başvurulur. Hemoroidler içine sklerozan denilen bazı maddeler (% 5 fenol, hipertonik gli­koz sol.) zerkedilir veya ven pakeleri ame­liyatla çıkarılır yani hemoroidektomi yapı­lır.

Bu hastalıkla ilgili olarak aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz. Bu videoda hemoroid nasıl tedavi edilir, hemoroit nedir, hemoroid kimlerde görülür, hemoroid hastaları nelere dikkat etmelidir … gibi sorulara ayrıntılı cevap alabileceksiniz.



Hıçkırık

28 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Diyafragmanın istek dışı olarak birden ka­sılması ve nefes borusunun kapanması sonucu meydana gelen olaya hıçkırık (singultus) adı verilir. Arada sırada görülen bu refleks pek önemli olmamakla birlikte bazen nöbet şeklinde uzun sürebilir.

Normal olarak diyafragmanın kasılmasını sağlayan frenik sinirin anormal uyarılması hıçkırığa neden olmaktadır. Bu uyanlar, bol yemek, hava yutma (aerofaji), mide genişlemesi, akut pankreatit, kalp hasta­lıkları, toksik nedenler (üremi, gut, alkol, striknin) ve nihayet psikonörozlar şeklin­de sayılabilir. Soluk borusu kapalı iken zorlu bir soluk verme şeklinde yapılan Valsalva manevrası ile hıçkırık geçiştirilebilir. Veya bir kesekâğıdı içine solumak sure­tiyle temin edilecek yüksek CO, yoğunlu­ğu ile hıçkırık durdurulabilir. Tedavi duruma göre yapılmalıdır.



Hipertansiyon, Tansiyon Yüksekliği

29 Şub, 2008 Hastalıklar

Kan basıncının normalden yüksek bulun­duğu hallerde hipertansiyondan söz edilir. Bazı kimselerde belirli bir sebep bulun­madığı halde tansiyon yüksektir, yani esansiyel bir hipertansiyon vardır (Primer hipertansiyon). Kan basıncının yükselmesi, böbrek hastalığı, hormon bozukluğu veya gebelik toksemisi denilen bazı hastalıklar sonucu da meydana gelebilir (Sekonder hipertansiyon). Vakaların çoğu primer hi­pertansiyon şeklindedir ve bazılarının soy geçmişlerinde yani ailesinde de hipertansiyonlu kimselere rastlanır. Hipertansiyon her zaman hastalık meyda­na getirmez ve şikâyete neden olmaz. Ba­zı kimselerde şiddetli baş ağrıları ve kus­ma görülebilir. Çok kere sinirsel sebeple­re bağlı tansiyon yükselmeleri görülür ve halk arasında asabî tansiyon diye isimlen­dirilir. Gerçekten bu gibi vakalar sedatif denilen, sinir sistemini teskin eden ilaçlar­dan fayda görürler. Hipertansiyonun teda­visi özellikle sekonder tipte olanlarda ge­reklidir. Tansiyonu yükselten asıl hastalı­ğın tedavisi şeklinde yapılmalıdır.

Hipertansiyonlulara genellikle endişeden uzak kalmaları, fazla tuzlu yememeleri, şişmanlamaktan kaçınmaları tavsiye edilir. Günümüzde değişik etki gösteren çok çe­şitli tansiyon ilaçları (hipotansif ilaçlar) vardır. Kan basıncının aşırı yükselmesi ha­linde beyinde kanama veya tromboz, hemipleji, kalp yetmezliği, angina pektoris, hipertansif ensefalopati gibi komplikasyonlar görülebilir. Gelişigüzel tansiyon ilacı al­mak da doğru değildir. Çünkü ani tansiyon düşmeleri de beyin, kalp ve böbrek damar­larında istenmeyen etkiler yaratabilir



Hipofiz yetersizliği

1 Mar, 2008 Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Sözlüğü-H

Hipofiz yetersizliğinde yani hipopitüitarizm denen durumda Simmonds hastalığından bahsedilir. Ayrıca bu hormonların her biri­nin eksikliğine çeşitli hastalıklar, sendromlar ve cücelik tarif edilmiştir. Hipo­fiz hormonlarının aşırı salgılanmaları ha­linde ise akromegali, jigantizm, Cushing sendromu vb. hastalıklar belirebilir. Hipolatamus ve hipofiz arka lop bozukluk­larında ise şekersiz diabet (diabetes insipidus) meydana gelmektedir. Tiroid bezi Bütün metabolik olayları hız­landıran, kullanılan oksijen miktarını artı­ran, tiroid hormonunu salgılayan bezdir. Lipid ve kollesterol metabolizması, zekâ­nın gelişmesi, tiroid hormonu ile yakından ilişkilidir. Az veya çok salgılanmasında çeşitli hastalıklar meydana gelir.

Paratiroid : Tiroid bezinin arkasında bir­birinden ayrı 4 ufak bez şeklinde yer al­mıştır. Kalsiyum ve fosfor metaboliz­masını düzenleyen parathormon’u salgılar. Böbreküstü bezleri: Bu bezler korteks denilen kabuk bölümünden salgılanan kortikosteroid hormonlar elektrolit ve kar­bonhidrat metabolizmasını düzenlerler. Bu bezin yetmezliğinde Addison hastalığı. (Adrenal crisis) Waterhouse-Friedrich sendromu gibi belirtiler görülür. Fazla hor­mon salgılanması halinde ise Cushing sendromu gelişir. Böbreküstü bezlerinin medulla denilen iç bölümünden ise adre­nalin ve noradrenalin adını alan iki hor­mon salgılanır. Sinir sisteminin ileti mad­delerinden olan bu hormonlar sempatik sistemin çalışmasında baş rolü oynarlar. Böbreküstü medullasından çıkan bazı tü­mörler hastada nöbet şeklinde tansiyon yükselmesine neden olurlar.

Gonadlar: Erkekte testisler, kadında ise överler kendilerine ait hormonları salgıla­yarak cinsel hayatın düzenlenmesinde rol cynarlar. Yeni bir yavrunun hayata getirilmeşini sağlamakla görevlidirler. Bu hor­monları salgılayan organların yetersizliğin­de hipogonadizm (Klinefelter sendromu), aşırı çalışmasında ise hipergonadizm söz konusudur.

=lasenta : Çocuğun rahim içinde gelişme­sini, büyümesini sağlayan bir organ olan plasentanın villuslerinden korion gonadot-ropin denen bir hormon salgılanır. Korion villüslerinin hastalıklarında (mol veya kcricnepitelycma) bu hormonun çok fazla salgılandığı idrar muayenesinden anlaşılır. Gebeliğin idrarla erken teşhisi de bu hor­monun salgılanması ile anlaşılmaktadır.

Pankreas : Pankreasın hormonları karbon­hidrat metabolizmasını düzenleyen insülin ve glukagondur. insülin eksikliğinde şe­ker hastalığının meydana geldiğini çok kimse bilir. Mide ve barsaklar: Son araştırmalarda sin­dirim sistemi fonksiyonlarını düzenleyen birçok hormon bulunmuştur. Bunlar ara-ânda gastrin, sekretin, kolesistokinin, mo-tilin vb. polipeptit yapısında olan hormon­ları sayabiliriz.



Hırsızlık Hastalığı

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

İhtiyacı olmadığı halde hastalık şeklinde görülen çalma dürtüsüne kleptomani, bu gibi kimselere de kleptoman denir Bu şekilde hırsızlık yapanlar genellikle orta yaşlı veya yaşlı kadınlardır ve çaldıkları şeyler aslında satın alabilecekleri önemsiz eşyalardır. Kleptomanları büyük mağaza­larda tek başlarına veya çeteler halinde çalışarak mal çalan adı hırsızlardan ayırmak gereklidir Bu hırsızların ancak birka­çı tedavi için psıkıyatrıste başvururlar Kleptomanı tam bir hastalık değildir, çe­şitli depresyonlarda ve semi demansta görülür Bilinçaltının çözümlenmesinde hır­sızlık dürtüsünün , mutsuzluğun bir be­lirtisi olduğu ve çok kere amacın eşinin toplumsal durumunu sarsmaya yönelik bu­lunduğu görülmüştür.



Horlama

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H

Genellikle uyku halinde burundan soluk alıp verme sonucu duyulan ve arka dama­ğın titreşimiyle oluşan düzensiz ve gürül­tülü sese horlama denir. Horlama, hava akımının ağız içinden geçerken bölgesel engellerle karşılaşması nedeniyle oluşur. Bademcik ve adenoid vejetasyon denen burun etleri de özellik­le çocuklarda horlamaya yol açar.

Horlama, çeşitli nedenlerle oluşabilir. Uy­ku sırasında ses tellerini tutan kaslardaki kısmî bir gevşeme, ses tellerinin de gev­şemesine neden olur. Veya derin bir uy­kuda, ya da şuur. kaybolmuş durumda sırt üstü yatıldığmda dil geriye düşer ve ha­vanın geçtiği açıklığı kısmen örter. Beyin sarsıntısı veya felç geçirenlerde de horlama aynı şekilde meydana gelmektedir.

Bazen tahriş ya da iltihaplanma nedeniy­le burunda veya burnun gerisindeki geçit­lerde sümük toplanabilir veya burun ve gırtlaktaki kaslar normal bir şişmeye uğ­rar ve havanın geçişine engel olur. Burun tıkalıysa ve dudaklar sıkıca birleşmişse nefes verirken ıslık sesi çıkar. Horlama sesi, horlayanı pek rahatsız et­mez. Horlayan kimse yon dönünce horla­ması durur. Ağzını kapamak veya alt çe­nesini yukarıya doğru itmek de bazen ya­rarlı olabilir.



İdrar Kesesi ve Hastalıkları

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-I, Sindirim Sistemi

Boşaltım sisteminin bir organı olan me­sane veya idrar torbası karnın alt bölümünde pelvis boşluğunda bulunur. Erkek­lerde mesanenin önünde pubis kemiği, ar­kasında rektum, altında prostat bezi bulu­nur. Kadında mesanenin önünde pubis ke­miği, arkasında rahim yer almıştır. Mesane böbreklerden ureterler yoluyla gelen idra­rın geçici olarak depolandığı, adaleden yapılmış torba şeklinde, genişleyebılen bir organdır. Üzeri periton denilen karın zarı ile örtülüdür. Boşken önden arkaya yassı, üçgen şeklinde, dolduğu zaman çatı kemi­ği boşluğuna, yukarıya, karna doğru taşar. İç yüzunu kaplayan mukoza özel bir örtü­cü epitel dokusundan yapılmıştır. İdrar, u-reter denilen iki boru aracılığıyla böbrek­lerden mesaneye gelir ve üretra adı verilen idrar yoluyla dışarıya atılır. İdrar torbasının iç yüzünde uç delik vardır. Bunlar her iki böbreğin süzdüğü idrarı mesaneye ileten üreterlerin açıldığı iki delik ile içerde top­lanan idrarın mesane boynu denen alt kıs­mından dışarı atılmasını sağlayan uretra deliğidir. Normalde mesane 300-400 mi. kadar id­rar alır ve idrar biriktirme kapasitesi 2-3 litreyi bulur. Ancak bazı anormal durum­larda daha da genişleyebilir. İdrar etme (miksiyon) omurilikte bulunan bir merkez­den yönetilen sinirsel bir refleksin kontrolunda olmakla beraber insan bilinçli ola­rak da bu fonksiyona katılabilmektedir. Mesanenin adale tabakası kasılınca üret ranın çevresindeki buzucu kaslar gevşe­yerek açılmakta ve idrar dışarı atılmakta­dır. Mesanşnin kasılmasında etkili olan üretrayı saran çizgili kaslar istemle hareket ettiğinden istendiğinde idrar edilebilir veya tutulabilir. Mesanenin iltihabına genel olarak sistit adı verilir İdrar ederken ağn ve yanma şeklinde şikâyete yol açar Mesanenin do­ğuştan bozukluklarında (Ektopık mesane) bazen idrar göbekten veya karın on du­varından bir yerden dışarı sızabilir İdra­rın kanlı olarak gelmesi (Hematurı) halin­de mesane içinde papıllom şeklinde selim bir tumorun veya taşın varlığı düşünülme­lidir Mesane kanserlerinde de idrar kanlı gelebilir ve enfeksiyon bulunur Mesane taslarını eritmeye yarayan etkili bir ilaç pek yoktur Ancak lıtotrıs denen aletle uretradan girilerek mesane taşlarını kırıp su ile yıkayarak dışarı çıkarmak mumkun olabilmektedir.



İdrar Yolu Hastalıkları

5 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-İ, Sindirim Sistemi

İdrar Yolu Hastalıkları-Boşaltım Sistemi Hastalıkları

İki böbrek, iki idrar borusu (üreter). idrar torbası, yani mesane ve idrar yolundan (üreîra) meydana gelen ve vücuda zararlı, yararsız veya fazla gelen maddeleri atmaya yarayan organlar boşaltım sistemini oluştururlar. Erkeklerde bu sistem içinde ayrıca prostat denen bir organ daha vardır. Boşaltım sisteminin hastalıklarında ilk belirtiler ağrı, idrar etme düzensizlikleri ve vücutta ödem dediğimiz su toplanması gibi bozukluklardır. Güç idrar etmeye ve bu esnada yanma ve ağrı duymaya tıp dilinde dizüri denir. Genellikle üretra veya mesane iltihaplarında ve prostat hastalıklarında görülen bir şikâyettir. Günlük idrar etme sayısının artmasına yani sık sık idrar etmeye pollaküri, günlük idrar miktarının artmasına poliüri, azalmasına ise oiigüri denir. Hiç idrar edememe durumunda ise anüri söz konusudur. İdrar miktarının artması böbrek taşı hastalıklarından örneğin şeker hastalığı, şekersiz diabet, aşırı su içme v.b. kaynaklanabilir. Genellikle 24 saatte iki litre olan idrar miktarı 3-5 litreyi geçebilir. Hatta 10 litreyi bulur. Bu durumda idrarın rengi soluk ve yoğunluğu normal olan 1,018 değerinden daha düşüktür. Günlük idrar miktarının yarım litrenin altına düşmesi böbrek hastalığı bakımından önemle araştırılmalıdır. Ayrıca idrarın renginin koyulaşması, yoğunluğunun ve miktarının azalması, ateşli hastalıklar, ishal, dolaşım yetmezliği, susuz kalma gibi böbrek dışı nedenlerden de olabilir. İdrarın bulanıklığı halinde mikroskop tetkiki yapılmalı, iltihap hücrelerinin bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Kavuniçi veya kırmızı idrar ilaçlara bağlı olarak meydana gelebileceği gibi, idrar yollarında bir kanamanın da belirtisi olabilir. İdrar sedimentinde alyuvarların görülmesi (hematüri) kanamaya işarettir. Siyah renkli idrar hemoliz neticesi idrarda hemoglobin bulunduğunu gösterir ki, bazı hastalıklara (Karasu humması) ve ilaçlara (kinin) bağlı olarak meydana gelebilir. Böbreğin doğuştan anomalisi (tek veya üç böbrek, çift üreter, at nalı şeklinde birleşik tek böbrek v.b.) çok kere röntgen muayeneleri sırasında teşhis edilebilir.Böbreklerde süzülen kanın bir bölümü idrar şeklinde vücuttan dışarı atılır. Böbreklerin kanı süzdüğü glomerul denilen bölümlerinin iltihabına glomeruionefrit veya kısaca akut nefrit denir. Çok kere boğaz anjini, kulak iltihabı, impetigo gibi streptokok enfeksiyonlarından sonra görülür. Hastalık, başağrısı, göz kapaklarının şişmesi, yorgunluk ve bel ağrısı şeklindeki belirtilerle kendini belli eder. Akut nefrit bazen iyileşmez, kronik glomeruionefrit şeklinde devam eder. Böbrek dokusu harap olur ve idrarda albümin görülmeye başlar.Amiloidoz, lupus, Henoch-Schönlein hastalığı gibi hastalıkların komplikasyonu olarak da kronik glomeruionefrit meydana gelebilir. Hastada hematüri ve tansiyon yükselmesi vardır. Nefrotik sendrom denen bir grup hastalıkta ise idrarla bol protein kaybı dolayısıyla dokularda su toplanması yani ödem teşekkülü ön plandadır. Ancak glomerulo-nefritlerin aksine tansiyon yükselmesi ve idrarda kan görülmez.Böbreğin bazı kalıtımsal veya metabolizma bozukluğuna bağlı hastalıkları (Sisti-noz, Low sendromu, Fanconi hastalığı gibi) da vardır.Böbreğin pelvis denen bölümünün ve bağ dokusunun iltihabına ise piyelonefrit genel adı verilir. Burada böbreğin tubulusları ve aralarındaki doku iltihaplanmıştır. Genellikle idrar yollarına giren mikropların aşağıdan yukarıya doğru yayılması bulantı, kusma gibi belirtiler görülür. Akut ve kronik şekilleri vardır.Böbrek fonksiyonlarının bozulması sonucu idrar çıkmaması (anüri) veya üre gibi maddelerin kanda birikmesi (üremi) gibi durumlarda böbrek yetmezliği söz konusudur.



İktiyoz

3 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-İ

İktiyoz, hayatın ilk yıllarında başlayan ve yaşam boyu süren, kalıtımsal ve soydan geçen yaygın bir keratozdur. Yani hasta­lıklı deri kuru, esmer, gri renkte olup üze­ri balık pulu biçiminde kabuk gibi serttir. Bazı biçimleri doğuştan vardır. İktiyosis fötalis denen türünde, çocuk sarımtırak, derin çatlaklar ve parşömen gibi kalın bir deri içinde doğar. Geniş parçalar halinde kabuklar dökülür ve bebek bir hafta için­de ölür. Sonradan olan şekli iktiyoz vulgaris, çok kere simetrik olarak diz, dirsek, gövde ve tarafları tutar. İktiyozlu deride ter ve yağ salgısı azalmıştır. Tedavi için salisilik asitli lanolin ve kakao yağı gibi pomatlar sürülür. Ağızdan yük­sek doz A vitamini ve tiroid ekstreleri ve­rilebilir.



İrin (Cerahat)

6 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-İ

Cerahat

iltihaplanma sonucu apselerde oluşan cerahat (pus), yoğun, krem gibi sarımsı bir maddedir. Halk dilinde irin denir. Akyuvarlardan ve serumdan oluşur. Rengi, iltihaplanmaya neden olan mikroorganizmalara göre sarıdan yeşile değişir.



ishal

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-İ, Sindirim Sistemi

Dışkının sulu ve sık olarak çıkmasına ishal veya diyare (diarrhea) denir. İshal durumu bir hastalık olmayıp, birçok hastalıklarda görülebilen bir belirtidir. Küçük çocukların ve süt çocuklarının özellikle yaz aylarında salgın gibi görülen ishallerinde barsaklarda yaşayan koli basillerinin hastalığa se­bep olduğu görülmüştür. İshalle berabeı kusma, ateş, havale denilen konvülsiyonlar, çocuğun birden halsiz kalmasına ne­den olur. Dışkının yeşil olması önemli değildir. Karın ağrıları ile beraber kanlı ve müküslü bir ishal, dizanteri belirtisi olabilir. Süt çocuklarında ateşsiz ve sindirim bozukluklarına bağlı ishaller sık görülür.

Köpüklü ve ekşi kokulu ishal, şeker sindi­rimi bozukluğuna bağlıdır. Dışkıda küçük ve katı beyaz parçacıkların bulunması ka­zein sindiriminin bozulduğunu, dışkının ya­pışkan ve yağlı olması yağ sindiriminin bo­zulduğunu gösterir. Kronik yağlı ishallere steatore denir ki pankreasın bozukluğunu veya barsakta bir çeşit parazit enfeksiyo­nunun (Giardiasis) bulunduğunu gösterir.

Büyüklerde en sık rastlanan ishaller gıda zehirlenmesi şeklinde yani salmonella ve shigella grubu bakterilere bulaşmış besin­lerin yenmesi ile oluşur. Bazı kimseler alerjik oldukları besinleri (keçi eti, balık, çi­lek, çikolata, çiğ veya ham meyve vb.) yedikten sonra bile ishal olabilirler. Soğuk algınlığından sonra veya heyecan, korku gibi sinirsel sebeplerle de ishal (spastik kolon) görülebilir.

İnce barsakların hastalıklarından tifoda ikinci haftada bazen kanlı olabilen ishal vardır. İshalin en korkulu ve ağır seyredeni kolera hastalığında görülür. Dışkı pirine suyu yıkantısı şeklinde tarif edilen bir su gibi ve cok fazladır. Salgınlar şeklinde gö­rülen bu hastalıkta vücudun susuz kalma­sı ölüme bile sebep olmaktadır. Yurdumuzda daha ziyade El Tor tipi kole­ra vibriyonlarının sebep olduğu parakolera şeklinde görülen hastalıkta kusma ve şid­detli ishal vardır. Amipli ve basilli dizanterilerde de ishal vardır. Önce hafif ateş ve kusma ile baş­layan dizanterilerde dışkıda kan ve müküs bulunur. Hasta günde 15-30 kere ka­rın ağrısı, tenezm yani sık sık defekasyon hissi ile tuvalete taşınır. Bir ishal karşısında asıl hastalık sebebi­ni bulmak, ince barsakların veya kalın bar­sakların hastalandığını anlamak güçtür. Ancak dışkının cok fazla sulu oluşu ve müküs bulunması, tenezm hissi,kalın bar­sakların yani kolonların hasta olduğunu gösterir. İnce barsak ishallerinde ise dışkı hem daha az sulu hem de defekasyon daha az sayıdadır. Bazı hazım bozukluklarında da fermantas­yona bağlı ishal görülür. Besinlerdeki pro­teinler bakteriler tarafından parçalandığın­dan (pütrefaksiyon), toksik parçalanma ürünleri ishale neden olurlar. Karın ağrısı, gaz şikâyeti, koyu renkli ve pis kokulu bir; dışkı vardır. Bazı kronik hastalıklarda (tüberküloz, üre­mi vb.), pellegra, anemi, hipertircidi, Crohn hastalığı, kolon kanseri ve mide ameliyatı geçirenlerde, vagotomi ameliyatı yapılan­larda da kronik ishaller vardır. Ülserli kolit denilen kalın barsak hastalığı zaman zaman ateş, kanlı ishol gibi belirti­lerle seyreden,sebebi tam olarak açıklana­mayan kronik bir hastalıktır.

İshalin tedavisi asıl hastalığın teşhisi ile başlar. İlk yapılacak şey perhiz ve kaybe­dilen suyu organizmaya geri vermektir. Da­ha sonra ishali kesmek üzere barsak antibiotikleri (Ampisilin, kloromisetin, sulfadiazin, sulfaguanidin, süksinil sulfatiazol, neo-misin vb.) ve antidiareik denilen ilaçlar kullanılmaktadır. Astranjan denilen muko­zayı büzücü bazı ilaçlar (Bizmut, tannin vb.) barsak hareketlerini azaltacak antispazmodik denen ilaçlar (Opium tentürü, difenoksilat, loperamid vb.) doktorlar tarafın­dan ishalli hastalara verilmektedir.



Kabakulak

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Parotis denilen kulakaltı tükürük bezlerinin virütik hastalığına kabakulak veya parotitis epidemika adı verilir. Hastalık bazen salgın halinde görüldüğünden bu isim ve­rilmiştir. Bildirilmesi mecburi hastalıklar­dandır. Etkeni olan mikrovirüsün kuluçka devresi 2-3 haftadır. Okul çağındaki ço­cuklarda çok görülmekle beraber kaba­kulak hastalığına yetişkinlerde de rastla­nır. Orşit, poliartrit gibi komplikasyonlar yapmasından ötürü önemli bir hastalık sa­yılır. Hastalık önce kulakaltı tükürük bezinin ağ­rılı bir şişliği, halsizlik ve ateş ile başlar. Şişkinlikten iki gün önce ve bir hafta son­ra boğazdan alınan tükürükte virüs tespit edilebilir ve bu dönemde hastalık bulaşı­cıdır, hastayı ayrı tutmalıdır. Virüsün er­keklerde testisleri veya kadında överleri tutup orşit veya ovarit yapması en sık görülen (% 20) ve çekinilen komplikas-yonlarıdır. Ovarit veya orşit geçirenlerin bir kısmı kısır kalabilmektedir. Büyüklerin istirahat etmesi faydalıdır. Ayrıca virüsün beyne yerleşerek menenjit veya ansefalit, pankreasta pankreatit, kalpte miyokardit. böbrekte nefrit yaptığı da görülmüştür. Testis iltihabı belirince kortikosteroidler yapılmalı ve torbalar suspansuvar ile as­kıya alınmalı, soğuk kompres uygulanma­lıdır. Kabakulak ömür boyu bağışıklık ka­zandırır. Korunmak için yani pasif bağı­şıklık kazanmak için kabakulak geçirmiş­lerden elde edilen hiperimmun gamma globulin şeklindeki aşıyı yapmak gereklidir. Ayrıca kızamık ve kızamıkçıkla beraber karma aşı (MMR vaccine) yapılabilir. Ka­bakulak hastalığının özel bir tedavisi yok­tur. Antibiyotik ancak sekonder enfeksi­yonlardan korunmak içindir. Ağrı için As­pirin, Novalgin gibi ilaçlar alınabilir.



Kabızlığa Karşı Kullanılan İlaçlar

21 Mar, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sindirim Sistemi

Bağırsak içindeki dışkıyı yumuşatarak veya hareketlerini arttırarak dışarıya çıkmayı kolaylaştıran ilaçlara laksatif (muleyyın) veya purgatıf (mushil) adı verilir. Laksatiflerin etki mekanizmaları birbirin­den farklı olduğu halde sonuç olarak ka­bızlığa karşı gelen ilaçlar şeklinde bilinir ve halk tarafından çok yaygın olarak kul­lanılır. Barsakta su emerek şişen ve bir kitle oluşturarak perıstaltızmı artıran laksatıfler (hidrolik kolloıdler) arasında deniz yo­sunlarından elde edilen ağar, silium to­humu (Psyllıum seeds), metil selluloz sa­yılabilir. Dışkıya tıpkı detenanlar gibi yüzey aktif etki göstererek onu yumuşatan ve yağla­yan maddeler arasında sıvı parafın (sokol montoluıol) bitkisel yağlar (pamukyağı, zeytınyağ, glıserınlı fitiller (Mıcrolax, Lıbalaks) ve macunlar Dıoktıl sodyum sulfosuksınat (Normolaks Laksadıf) gibi ilaçlar sayılabilir Macun ve fitil şeklinde olan ilaçlar makattan kullanılırlar ve etkilerini çabuk gösterirler

Magnezyum sülfat (Epsom tuzu), Sodyum sülfat veya İngiliz tuzu (Glauber tuzu), Karlsbad tuzu, magnezyum oksit (Mılk of Magnesıe) gibi barsakta emilmeyen tuz­ların da mushıi etkisinden yararlanılır. Ancak bu tur mushıllerde bulunan sod-y.m ve maqnezyumun fazla alınmasının barsaklardan emilmesi halinde tehlikeli olabıleceği bilinmelidir Sodyumun fazla alınmış olması kalp yetersizliği olanlarda, magnezyum ise böbrek hastalığı olanlarda sakıncalıdır. Kalınbarsak mukozasına kimyasal etki yaparak barsak hareketlerini artıran lak­satıfler memleketimizde en çok kullanılan laksatıflerdir. Bu tur intan veya stımulan katartık denen mushıl ilaçların başında hıntyağı (huıle de nane) diğer adıyla castor oıl gelir Ağızdan bir kasık ac karnına bir bardak meyva suyu içinde alınır

Sinameki yaprağı (Senna follıum) ıcmde bulunan senna glıkozıülerınden hazırlanan ilaçlar (Pursennıd) da laksatıf veya mus­il olarak çok alınmaktadır. Halk arasında Kaskara sagrada, Ravend hulasası, sarısabır (Aloe), siyah akçaağaç kabuğu (Frangulın) fenolftaleyn (Laksa-fenol) bısacodly (Dulcolax) şeklinde bili­nen laksatıfler de ülkemizde çok yaygın olarak kullanılır



Kabızlığın Zararları Nelerdir?

6 Tem, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kabız kalmamağa çalışınız. Kabız kalmak, herkes için kötüdür. Bağırsaklarda süprüntü maddelerinin birikmesi gayrisıhhîdir ve birçok şikâyetlere sebep olur: başağrısı, halsizlik, paslı dil, ağız kokusu gibi… Kalb hastalarında kabız kalmak, bilhassa defitabiî esnasında ıkınmak son derece zararlıdır. Ikınma kalbi yorar. Alelade hallerde kabızlığı gıdanın tanzimi ile önlemek mümkündür. Bol taze meyva ve sebze yiyiniz. Yeter miktar su içmelisiniz. Sabah kahvaltısında incir yemek, akşamları üryani eriği, kaysı pestili yemek, en iyi tedbirlerdir. Akşam yatarken su içmemelidir. Gece yüznumaraya kalkmak kalbinize yük teşkil eder.



Kabızlık

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sağlıklı Beslenme, Sindirim Sistemi

Dışkılamanın yani defekasyonun üç gün­den daha seyrek veya normalden da­ha katı olarak yapılması halinde kabızlık­tan yani konstipasyondan söz edilir. Baş­ka bir deyişle ağızdan aldığımız besinle­rin 24-48 saat içinde barsakları terketmemesi ve gecikmesi halinde barsak tem­belliği var demektir. Mutlak kabızlık (orga­nik kabızlık) bağırsak tıkanması sonucu meydana gelir ki, bazı hastalıkların (ileus, kolon kanseri, konjenital megakolon yani Hirschsprung hastalığı vb.) teşhis belirtisi olarak çok önemlidir. Kabızlık çok kimsede barsakların çalış­masının bozukluğu sonucu görülür. Buna sebep çok kere kötü alışkanlık ve ıkınma yetersizliğidir. Yani alınan besinlerin barsaklardan geçişi normaldir. Besin artıkla­rı dışkı şeklinde ortalama 18 saat sonra barsağın son bölümüne yani rektuma ulaşmaktadır. Ancak dışkılama refleksi geç uyandığından, çeşitli nedenlerle tuvalete gitmeyi ihmal eden kimse rektumunu boşaltamamaktadır.

Uzun süren kabızlık dışkıda toksik mad­delerin etkisiyle başağrısına, sindirim bo­zukluğuna, zayıflamaya ve rengin solmasına neden olur. Rektumda uzun süre ka­lan dışkı sertleşir, fekalom denen taş şek­lini alarak barsakta tıkanmalanna sebep olabilir. Yanlış beslenme,yani uzun süre et, pirinç, unlu gıdalar gibi az posa bırakan şeyler yenince de kabızlık meydana gelir. Bol ye­şil sebze, meyve, sulu ve sellülozlu yani kepekli bir diyet ise kabızlığa engel ol­maktadır. Bazı kimselerin kullandıkları ilaçlar da (morfin, kodein, antikolinerjikler) kabızlığa neden olabilirler. Ülserli kimselerin aldık­ları ilaçlar da kabızlığa yol açabildiğinden beraberinde laksatif denilen dışkıyı yumu­şatıcı ilaçlar da alınmalıdır. Ara sıra her­hangi bir müshili kullanmakta sakınca yok­tur, aneak alışkanlık haline getirilmemeli­dir. Asabi kimselerde nörovejetatif sistem bozukluğu sonucu ishal meydana geldiği gibi kabızlık da (spastik kabız) oluşabilir. Bazı ateşli hastalıkların seyri esnasında (tifo, menenjit, ensefalit vb.) safranın barsağa akamadığı hallerde (safra kesesi ve karaciğer hastalıklarında) akut apandi­sitte ve peritonitte de kabızlık vardır. Ameliyatlardan sonra görülen kabızlık hem anestezik maddelerin etkisine hem de po­tasyum kaybına bağlı olduğu için bu tür kabızlık potasyum vermekle düzeltilebilir ve fazla analjezik yapmamakla önlenebi­lir. Kabızlığın tedavisinde önoe dışkılamanın bir refleks ve alışkanlık meselesi olduğu­nu unutmamalıdır. Daha sonra diyetin uy­gun bir şekle dönüştürülmesine çalışılma­lıdır. Genellikle fazla su ve barsakta po­sa bırakacak yiyecekler yemeli ve gerekir­se laksatif denilen müshil ilaçlan alınma­lıdır.



Kala-azar

2 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kala-azar, Leishmania Donovani adı veri­len tekhücreli parazitin neden olduğu bir tropikal bölge hastalığıdır. Batı Afrika’da, Orta ve Güney Amerika’da, Hindistan, Çin ve Sudan’da çok görülür. Yurdumuzun Marmara ve Ege bölgelerinde de görül­mektedir. Hastalığın etkeni olan parazit, tatarcıkla­rın (flebotom) ısırması ile insana geçmek­tedir. Kuluçka devri çok defa 1-4 aydır. Hastalık genellikle sinsi başlar ve kronik seyreder. Ateş 40°yi bulur. Dalak ve kara­ciğer gittikçe büyür. Karın ağrıları, bulan­tı, ishal, geçe terlemeleri, bacaklarda ödem, dişeti kanamaları, derinin esmerleş­mesi, kansızlık gibi bulgular sık görülür. Karnın şişmesine karşılık göğüs, kol ve bacaklarda ileri derecede zayıflama var­dır. Bazen yüksek ateş, titreme, kusma ve ishal ile başlayıp 1-2 hafta içinde ölü­me götüren akut vakalara da rastlanır.

Tedavi edilmeyen vakaların % 95'i ilk 2-3 yıl .içinde ölümle sonuçlanır. Tedavide Lo-midin kullanılır. Bunun yanında hastaya proteinden zengin diyetle beslenmesi için vitamin, demir, karaciğer ekstresi içeren ilaçlar verilir ve gerekirse kan transfüzyonu yapılır.

Hastalığın etkeni olan paraziti taşıyan ta­tarcık en çok köpeklerin üzerinde yaşadı­ğı için korunmada dikkat edilecek yol tatarakla savaş ve bunları taşıyan hayvan­ların kontrol altına alınması şeklinde ol­malıdır.



Kalbin Atış Ritminde Görülen Düzensizlik­ler

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin atış ritminde görüten düzensizlik­lerin yani aritmilerin bir türü ekstrasistol olarak isimlendirilir. Normalde kalbin atış­larını idare eden merkez olarak bilinen si­nüs düğümünden dakikada ortalama 60-80 arası uyarı çıkar ve kalp bu uyarılara göre düzenli bir şekilde atar. Yani sistol ve diastol denilen kasılma ve gevşemeleri yapar. Eğer sinüs düğümü dışında bir odaktan ek bir uyarı çıkar da kalp bu uyarı ile erkenden kasılırsa, yani sistol hareketi yaparsa buna ekstrasistol denir. Ekstra­sistol kalbin erken bir vuruşu olduğu için bu atıştan sonra normalden daha uzun bir ara meydana gelir. Ekstrasistoller bazen düzenli olarak her iki atımdan veya üç atımdan sonra meydana gelebilir. Ekstra­sistol .nabız sayımı ve elektrokardiyogram (EKG) ile kolayca teşhis edilebilir. Ekstrasistoller bir heyecan anında, fazla çay, kahve, alkol içilmesinde, yorgunluk ve uykusuzlukta görüldüğü gibi, organik bir kalp hastalığında veya Dijital gibi kalp ilaçlarına bağlı olarak da peydana gele­bilir. Gençlerde çok kere hiçbir kalp has­talığı olmayabilir. Ancak bu gibi kimsele­rin kalplerinde mitral stenozu dikkatle aranmalıdır. Yaşlı kimselerde görülen eks-trasistollerde de koroner sklerozu ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Tedavi için ekstrasistolu olan hastalara kinidin (Natisedin) ve kinidin benzerleri (Norpace) ile bazı sedatifler (Diazem) ve trankilizanlar (Tranxilen) verilmektedir.



Kalbin İç Zarının İltihabı,Endokardit

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-K

Kalbin iç tabakası olan endokardın, daha doğrusu kalp kapakçıklarının iltihabına endokardit denir. Çeşitli mikroorganizma­lar, streptokokus viridans, stafilokokus aureus, pnömokok, menengokok, gonokok ve bazı funguslar kalp kapakçılarına yer­leşerek bu hastalığa sebep olurlar. Endokardit sağlam kimselerde görüldüğü gibi, çocuklukta ateşli romatizma geçirmiş veya doğuştan kalp afeti bulunan kimse­lerde birden ateşli bir hastalık olarak baş­lar. Akut endokardit denilen bu hastalıkta genel durum birden bozulur, ateş tek be­lirti olarak bulunur. Bazen hastalık daha yavaş ve uzun sürer. Dinlemeyle kalp ka­paklarında üfürüm (sufl) vardır. Haftalar geçtikçe dalak büyür, parmak uçları Hippokrat parmağı denilen çomak şeklini alır, deride kırmızı, ağrılı şişlikler yani Osler nodülleri belirir. Çeşitli organlarda küçük embolilere bağlı belirtiler görülür. Glome-rulcnefrit denilen böbrek iltihabı sık rast­lanan bir komplikasyondur ve buna bağlı olarak idrarda kan yani hematüri tespit edilir. Hastalığın bu şekilde uzun süren ti­pine endokarditis lenta adı verilir.Kalp ameliyatı geçirmiş olanlarda, özellik­le suni kapak yani prostetik valv takılmış kimselerde de endokardit çok görülmek­tedir.Teşhis için hemokültür yapılır. Yani has­tadan kan alınır ve etken olan mikrop üre­tilmeye çalışılır.Tedaviye yüksek doz antibiyotik (penisilin) ile başlanır. Ateşin ve sedimantasyonun düşmesi teşhisi doğrular.



Kalın Bağırsağın Genişlemesi, Delikokolon, megakolon

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sindirim Sistemi

Doğuştan veya sonradan çalışma bozuk­luğu sonucu kalın barsağın genişleme­sine tıp dilinde megakolon denir.

Çocuklarda doğuştan olan konjenital megakolona Hirschprung hastalığı adı verilir. Yenidoğan bebeğin normal dışkılama yapmama­sı, karnının şişmesi karşısında bu hastalık akla gelebilir. Sebebi barsakta peristaltizm hareketlerini sağlayacak sinir ganglionlarının yokluğudur. Tedavisi ancak çalışma­yan barsak bölümünün cerrahi olarak çı­karılması ile yapılabilir. Sonradan barsak tembelliğiyle oluşan me­gakolon ise kabızlık şikayetleriyle başlar. Sedanter hayat yaşayanlarda, posasız gı­dalarla beslenenlerde, karın kaslarının ıkınma için yetersiz kaldığı kimselerde (şişmanlık, gebelik) ve çeşitli nedenlerle rahat defekasyon yapamayanlarda (disk hernisi, anal fissür vb.) görülür. Günlerce kabız kalan hastanın kalın barsağında dışkı birikimi, katılaşan.fekalom denen taş gibi bir durum alır, dışarı çıkarılamaz. Lavman ile boşaltılan barsaklar röntgen filminde genişlemiş olarak görülür.



Kalınbarsak İltihabı

12 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sindirim Sistemi

İnce barsağın bitiminden son barsağa ka­dar, tüm kalın barsağın ya da bir kısmının iltihaplanmasına kolit adı verilir. Çeşitli formları vardır. Basit kolit, kalın barsağın akut tahrişi veya iltihabıdır ve ishale se­bebiyet verir. Mükoz kolit, kalın barsak mukozasının il­tihabıdır. Şiddetli ağrı, kabızlık ve ishal nö­betleri ile seyreder. Psikosomatik ve kro­nik bir hastalıktır. Diğer bir tür ise, genellikle sinirsel neden­lerle meydana gelen ve kalın barsak mu­kozasında ülserlere neden olan, ülseratif kolittir. Belirtileri, kanlı dışkılama ve ateş yükselmesidir. Ağrı yoktur. Hafif olaylar tam olarak iyileşebilseler bile ileride tek­rarlayabilir, bazen de kronikleşirler. Kalın barsak boydan boya ülserlerle dolar. Bu devrede barsak delinmesi, kanserleşme, beslenme bozuklukları ve barsak tıkanma­sı gibi ölüme yol açan sonuçlar ortaya çı­kar. Ülseratif kolit tedavisi, dikkatli bir tıbbi ba­kımı gerektirir. Hasta yatak istirahatine alınır, uygun perhiz ile beslenir ve yatış­tırıcı ilaçlar verilir. İnfeksiyon bakımından devamlı kontrol edilir, mümkünse kan ak­tarılır. Tedavi amacıyla kortizon veya ACTH kullanılabiif Genellikle kalın bar­sağın cerrahi olarak çıkarılması önerilir. Ruhsal nedenlere bağlı olduğu kabul edi­len hastalığın tedavisinde psikoterapinin de.önemli bir yeri vardır.



Kalp Çarpıntısı

8 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Kalp atışlarının bir kimse tarafından rahatsız edici şekilde duyulmasına çarpıntı palpitasyon denir.Hekimler kalbin hızlı bir şekilde atmasına taşikardi, düzensizlik göstermesine ise oritmi adını verirler.Çarpıntı bir kalp hastalığı olmadan da hissedilebilir. Kansızlığı olan kimselerde aşırı beden hareketi yapan ve efor sarfeden normal insanlarda kalbin hızlı çarpması bedenin normal bir kompensasyon reaksiyonudur.

Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak üzere organizma çevreye daha çok kan pompalamak zorunda kaldığından kalp hızlı atar.

Bazı içkiler (cay, kahve, alkol v.b.) ve ilaçlar (adrenalin, efedrin, amfetamin v.b.) carpmtI nedeni olabilir.

Çarpıntı şikâyeti olan kimseler bu durumun gerçek bir kalp hastalığından, kansızlıktan veya kalp nörozundan ileri gelip gelmediğini anlamak üzere bir kalp hastalığı doktoruna muayene olmalıdırlar.



Kalp Damarının Tıkanması, Miyokard Enfarktüsü

20 Şub, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Enfarktüs denince kalp adalesini yani miyokardı besleyen damarın (coroner arter) bir pıhtı ile tıkanması anlaşılır. Akut miyo­kard infarktüsü denen kalp hastalığı git­tikçe sık görülmeye başlanmıştır. Günü­müzde şehirlerde yaşayan stresli, sıkıntılı bir yaşam içindeki nisbeten genç erkek­lerde enfarktüs korkusu bir psikoz şeklin­de yaygınlaşmaktadır. Hastalık kalbi bes­leyen koroner damar dallarından birinin trombozla tıkanması sonucu göğüs arka­sında hissedilen bir ağrı ile başlar. Ağrı bazen çok şiddetli duyulur, ölüm korkusu ve huzursuzluğu içinde olan hastanın ko­nuşacak hali yoktur. Ani ölümlerin çoğu bu şekilde ağır bir enfarktüs ile meydana gelen kalp hastalığı sonucudur. Bazı en­farktüs vakaları ise çok hafif seyreder, hasta ciddi bir hastalık geçirmekte oldu­ğunu bile farketmeyebilir. Şikâyetlerinin hazım bozukluğu, gaz veya adale ağrısın­dan kaynaklandığını zannederek doktora gitmeyi ihmal edenler vardır.Hastanın bu sırada ölçülecek nabız ve tansiyonunda bir değişiklik bulunmaz. Teş­his ancak elektrokardiyografi (EKG) ve bazı laboratuvar bulguları (lökositoz, sedi­mantasyonun artması, serum glutamik oksalasetik transaminaz.«SGOT»ve serum piruvik transaminaz «SGPT» laktat dehidrogenaz «LDH»ve kreatinin fosfokinaz«CPK» fermentlerinin artması v.b.) ile saptanabilir.Ağrı ile beraber bulantı, kusma, nadir ola­rak hıçkırık nöbetleri, nabızda çeşitli ritm bozuklukları görülebilir. Ağrıdan sonra has­ta birden solar, vüoudunu soğuk bir ter kaplar ve ağrı geçebilir. Enfarktüs geçiren hastalarda daha sonra çeşitli ağrılar de vam edebilir. Sol meme üstünde ve so! omuza vuran sürekli, kunt ve eforla ilgili olmayan ağrılar olabilir. Koroner damarlar­da vazomotor aktivite az olduğundan bu­rada yerleşen atherom plakları yani da­mar sertliği zaman zaman kalp anjini de­nen ağrılara neden olurlar. Koroner da­marları bu şekilde yetersiz olan kimseler­de bazen enfarktüsü andıran göğüs ağrı lan olur. Bu göğüs ağrısı yarım saatten fazla sürer ve trinitrin denilen ilaçla geç­mezse akut koroner yetersizliğinden söz edilir. Bazı virüslerin sebep olduğu akut perikardit vakalarında da miyokard infarktüsünde olduğu gibi sol omuza ve kola hat­ta epigastriurna vuran ağrılar olabilir. Ancak burada ağrı sıkıştırıcı değil, batıcı ka­rakterdedir.Koroner damarlarda sinirsel uyarılarla da­ralma olup olmadığı münakoşa konusudur. Ancak koroner anjiografilerde bu arterle­rin sık sık çap değiştirdiği görüldüğüne göre soğuğun ve streslerin kalbin yükünü artırdığı ve bu şekilde koroner spazma bağlı geçici bir iskemi yani dokuların kan­sız kaldığı kabul edilebilir. Ağır kansızlıklarda koroner damarlar ta­mamen normal olduğu halde efor sırasın­da kalp dokusuna taşınan oksijen az oldu­ğundan kalp anjini şikâyetleri meydana gelebilir. Koroner damarlarda yetersizlik doğurcn faktörler yani damarlarda sertleşme (ar-terioskleroz) meydana getiren nedenler tam olarak çözülememiştir. Ailevi faktör, şişmanlık, şeker hastalığı, yüksek tansi­yon, kanda kolesterin ve ürik asit gibi bazı metabolitlerin artması ve stress gibi etken­ler koroner sklerozuna ve sonunda miyo­kard infarktüsüne neden olmaktadır.Tedavi semptomatik olarak yapılır. Nekroz yerinde sağlam bir nedbenin yerleşmesi için üç ay gerekmektedir. Ağrıyı kesmek için morfin yapılmakta, arada oksijen koklatılmaktadır. Hasta yatakta istirahat etti­rilmektedir. Koroner hastalarına bakmak için yoğun bakım servisleri kurulmuştur. Burada hastalar aletlerle devamlı olarak kontrol altında tutulurlar.



KALP YETERSİZLİĞİ BULUNMAYAN KAPAK hastaliklar-nedir-tedavi-belirtileriINDA TIPBİ TEDAVİ

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Kalbin kuvveti henüz yerinde ise mitral darlığı, mitral yetmezliği, aorta darlığı, aorta yetmezliği gibi kalb kapağı hastalıklarında tıb­bî tedavi aynidir. Bu hastalıklara müptelâ kim­seler şu noktalara dikkat etmelidir :

1. Kalbinizi yorup yedek kuvvetini harcamamaya çalışınız. Kalbinizin kapakları iyi işle­mediğinden dolayı herhangibir işi yaparken kalbiniz, başka kimselerin kalbinden daha faz­la enerji sarfetmektedir. Onun için kalbe iş yükleyen aşırı faaliyetlerden kaçınınız.

2. Merdivenleri, yokuşu, acele acele çıkmayınız. Hızlı, veya koşarcasına yürümeyiniz.

3. Heyecanlardan, münakaşalardan kaçınınız.

4. Cinsî münasebet esnasında fazla oynaşmayınız.

5. Evlenmenizde mahzur olup olmadığını

veya kadın iseniz doğurup doğuramıyacağınızı ancak hekiminiz size söyliyebilir. Gebe kaldıysanız ilk üç ay içinde muhakkak hekiminizi görünüz.

6. Yemeklerinizi azar azar, fakat sık sık yiyiniz. Bir defada midenizi şişirmeyiniz. Öğle yemeğinden sonra 1-2 saat kadar yatıp istirahat etmeyi âdet edininiz, uyumanız şart değildir.

7. Kalbinizin kuvveti yerinde dahi olsa tuzu az kullanarak kendinizi tuzsuz yemeklerin lezzetine alıştırınız.

8. Düz yolda, rüzgâra karşı olmamak ve tok olmamak şartiyle yürümeniz mahzurlu değil,

hattâ faydalı olabilir.

9. Diş çıkartmadan önce penisilin yaptı­rınız.

Kalbinizde herhangibir hastalık var, fakat kalbin kuvveti henüz yerinde olup vazifesini başarabilmekte ise buna kömpanşe, şayet kalbin yedek kuvveti kal­mamış veya azalmış olup vazifesini hakkiyle yapamıyor­sa dekompanse’dir, yani kalb kifayetsizliği yardır de­nir. Dekompanse kalb hastalıklarında nefes darlığı mevcuttur.



Kan Basıncsnın Yükselmesine Neden Oian Bir Hastalık,Feokromositom

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F, Sağlık Sözlüğü-K

Feokromositom böbreküstü bezinin dışında yer alan ve tansiyon yükselmesi yapan bir tümördür. Tümör de­vamlı olarak adrenalin salgıladığından kan basıncı yüksek bulunur. Tansiyon yüksek­liği bazı hastalarda krizler şeklinde görü­lür ve bazı ilaçların alınma­sından sonra başlayabilir. Baş ağrısı, kusma, nefes darlığı gibi belirtiler de vardır. Acil tedavi için damara phentolamin (Re-gitine) yapılır. Kesin bir tedavi için tümö­rün, cerrahi yoldan çıkarılması gerekir.



Kan Basma

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Dolaşım sisteminin merkezi olan kalp büyük bir güçle kasılarak karın damarlar içinde dolaşmasını sağlamaktadır. Kalp tarafından pompalanan kan esnek olan atardamar duvarlarını germekte yani bir basınç yapmakta ve kanı ileriye doğru it­mektedir. Tansiyon denilen bu kan basın­cı dalgalar halinde (nabız dalgaları) bü­tün vücuda yayılır. Damarlar daralıp genişleyebilme yetenekleri sayesinde organlara taşınan kan miktarını ayarlayabilirler. Bu düzenleme sinir sisteminin ve hor­monların da rol oynadığı karmaşık bir me­kanizma ile sağlanmaktadır. Kan basıncı toplardamarlarda ve kılcaldamarlarda düşük, atardamarlarda ise yüksektir Büyük dolaşımda, akciğer dolaşımındakinden ya­ni küçük dolaşımdakinden çok daha yük­sektir. Kan basıncı denince esas olarak kol atardamarında (arterıa brakıalıs) ölçülen kan basıncı anlaşılır. Kalbin kanı pom­paladığı sıradaki basınç yanı sıstolık ba­sınç tansiyonun ust hududunu (buyuk tansiyon), kalbin dinlendiği sırada olculer basınç ise alt hududunu yanı dıastolık ba sıncı (kuçuk tansiyon) gösterir Sıstolıl kan basıncının derecesi esas olarak atar damar duvarının esnekliğine bağlı oldu ğundan yaşlandıkça ve damar sertleştik­çe (arterıoskleroz) artar Dıastolık basmç ise buyuk olçude çevredeki dirence bağ­lıdır Kan basıncı sfıgmometer denj-ten monometrelerle yanı tansiyon aleti ile ve mılımetre/cıva (mm/Hg ) cinsinden ol çulur Normalde kan basıncı sıstolde 120 dıastolde 80 kadardır Sıstolık basıncır artması halinde hipertansiyondan, azalma sı halinde ise hipotansiyondan soz edilir



Kan Beni, Kan Uru

27 Şub, 2008 Estetik ve Güzellik, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kan damarlarının bir tümör gibi büyüyerek genişlemesine yani hiperplazisine anjiyom veya hemanjiyom (Hemangiomes) denir. Deride, iç organlarda, özellikle beyinde ve çok kere doğuştan bulunan bu malformasyonlar bazen tehlikeli bir şekilde kanayabilirler. Deri ve derialtında bulunan heftnanjiyomlar doğum lekesi (şarap lekesi) veya kan beni olarak bilinir. Anjiyomlar habis tümör veya kanser değildirler, ancak bazen estetik bozukluk yaratabilirler. Yüzeysel veya derin olarak bulunabilen anjiyomlar çeşitli sendromların ve hastalıkların belir­tisi olabilirler. Ufak anjiyomlar elektrikle koterize edile­rek yani yakılarak yok edilebilirler. Büyük­leri ise ancak estetik bir ameliyatla genel anestezi altında çıkarılabilir. Bazı anjiyomlara ise sklerozan ilaçlar enjekte edilebi­lir, ayrıca kriyoterapi veya radyoterapi uy­gulanabilir.



Kan Şekerinin Düşmesi

29 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kandaki şeker miktarının normal değeri elan % 100 mg. dan aşağı düşmesi halin­de hipoglisemiden söz edilir.

Çok kere şeker hastalarının tedavisi için kullanılan insulin ve benzeri ilaçların faz­la gelmssi halinde veya yeterli miktarda karbonhidrat alınmadığında hipoglisemi krizi görülebilir. Çarpıntı, aşırı terleme, ellerde titreme, açlık duygusu ve eksitabilite denen bir he­yecan hali vardır. Bu durum önlenmeye­cek olursa önce baygınlık, bilinç kaybı ve sonunda hipoglisemi koması meydana gelir. Ayrıca Addison hastalığında, miksödemde, pankreas tümörlerinde ve insuline hassas kimselerde de hipoglisemi görülebilir. Hastaya ağızdan şeker veya damardan glikoz serumu vermek gerektir. Bazan ad­renalin de yapılabilir.



Kan Tükürme ve Kan Kusma

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Solunum sisteminden yani akciğerlerden, bronşlardan, trakeadan ve gırtlaktan gelen kanın ağızdan çıkışına hemoptizi veya kan tükürme denir. Mideden gelen veya kusu­lan kana ise hematemez denir. İkincisi mide suyu ile karıştığından hem daha faz­la miktarda, hem de sindirilmiş olduğun­dan koyu renkte yani kahve telvesi görü nümündedir. Hemoptizi şikâyeti olan hastanın önce ağız, burun ve geniz bölgesi (rinofarinks) herhangi bir travma veya yabancı bir ci­sim bakımından tetkik edilmelidir. Daha sonra akciğer tüberkülozu, bronşektazL amfizem, pnömoni, akciğer apsesi veya kanseri ve kalp hastalığı bakımından araş­tırılmalıdır. Bu amaçla röntgen filmi çektirmeli ve balgam muayenesi yaptırılmalıdır. Ayrıca ba­zı kan hastalıklarında (purpura, pernisiyöz anemi, lösemi), vitamin eksikliğine bogh kanama diyatezlerinde (C vitamini ve K vi­tamini), kızamıkta ve yüksek tansiyonda da hemoptizi meydana gelebileceği bilinmektedir. Bazı genç kadınlarda âdet günlerinde hemoptizi görülebilir. Hematemez şikâyetinde bulunan hastada kan ya mideden (gastrit) veya ducder ülserinden gelmiş olabilir. Bu arada kan barsaklarda sindirilerek dışarıya çıkaca­ğından dışkı kanla karışık siyah bir renk alır ki buna tıp dilinde melena denir. Henatemez ve melena yapabilen hastalıkla­rın başında peptik ülser gelmektedir. Mide veya onikiparmak barsağındaki yaranın bir kan damarına ulaşması ve onu zedele­mesi sonucu fazla miktarda bir kanama yani hematemez görülür. Ayrıca karaciğer sirozunda ve ozofagus (yemek borusu) va­rislerinin yırtılmasında da kanama olabilir Bazı ilaçlar (aspirin, kortizon, fenilbuta-zon. oksifenbutazon ve antikoagulan ilaç­lar vb.), ateşli hastalıklar (kızamık, kızıl, cicek vb.) mide ve barsak kanamasına yol açabilirler. Bazı mide-barsak kanamaları çok tehlikeli atabileceğinden bu gibi kanama belirtileri görüldüğünde hemen doktora başvurup tetkik yaptırmalıdır. Acil durumlarda ise hastaneye kaldırılıp kan vermek ve cer­rahi bir müdahalede bulunmak suretiyle hastayı kurtarmak mümkün olabilir.



Kanama ve Nedenleri

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bir kan damarının kesilmesı veya kopma­sı sonucu meydana gelen kan akması olayına kanama denir Kolay pıhtılaşmayan kanamalar, kanama bozuk­luğunun işaretidir Böyle durumlarda ka­nın trombosıt sayısı yetersiz olabiliri Ge­nellikle kanın her milimetre kubunde 200 bin trombosıt vardır ve 50 000 tanesi pıh­tılaşma için yeterlidir. Çeşitli pıhtılaşma bozukluğu nedeniyle bazı kimselerde ka­namaya eğilim fazladır Bunlarda ufak bir darbe ile deride morarma yanı ekimoz meydana gelir Özellikle diş etlerinde, çekilmış dişlerin boşluklarında, burun ve bazen iç organlarda kolayca kanama olabilir. Böyle belirtilen olanlar ameliyat edilme­den önce mutlaka kan muayenesi yaptırmalılar. Normal olarak aerıae kesııme sonucu meydana gelen kanamayı buyuk bir zorlukla karşılaşmadan durdurabiliriz Sargı bezinden kalınca bir bandaj yeterli olabilir Bir atardamarın kesilmesi gıoı önemli durumlarda sıkı bir saıgı gereklidir Bir dışın çeKiimesmden sonraki aşırı kanama dış boşluğuna tampon yapılması ve pıhtı­laşmayı kolaylaştıracak ilaçlarla durdurulabılır

Burun kanamasında, Durnu kanayan kim­se yüzükoyun yatırılmalı, ayrıca burun de­liğine tampon yapılmalıdır Elektrokoîer veya gümüş nitrat kalernı ile kanama aurdurulaoılır K vitamini, C vitamini ve hemostatık denen kan durdurucu ilaçlar uy­gulanır

Sık sık burnu kanayan bir insan mutlaka doktora görünmeli, kanamanın bir Kan hastalığından mı, yoksa burundaki bir ze­delenmeden mi meydana gerdiğini öğren­meli ve ona göre tedavi olmalıdır.



Kanser Çeşitleri ve Teşhis Yolları

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Habis urlar çıktıkları dokulara göre, kan­ser, sarkom, koryonepitelyoma, Hodgkin, habis lenfoma, kan kanseri gibi isimler alırlar. Organ bakımından en çok görülen tumörler sırasıyla akciğer kanseri, barsak ve rektum kanseri, meme kanseri, uterus (rahim) kanseri, prostat kanseri, mesane ve böbrek kanseri, lemfoma ve lö­semidir. Hastalık bazen ufak bir yara veya şişlik şeklinde gorulur. Bazen fonksiyonel bir bozukluk şeklinde, ağrı, kanama veya akıntı şeklinde de başlayabilir. Deri ve me­me kanserleri, ilk belirtileri kolayca görülebileceğinden erken hissedilir ve teşhis edilirler. Kadın genital organlarının, mide, bar­sak ve karaciğer gibi iç organların en-doskobik metot iie gözlenmesi için ba­zı araçlar geliştirilmiştir. Akciğerler bronkoskop, mide gastroskop denen araçlar­la gözlenir ve gerekirse hastalıklı veya şüpheli görülen yerlerden parça alınabi­lir. Akciğerlerde ve iç organlarda meyda­na gelen tumcral büyümeler, radyolojik metot ile yani röntgen ışınları ile filmi alınarak görünür hale getirilebilirler. Has­talıklı dokudan çok ufak bir parça alıp mikroskop altında kanseri aramaya biyop­si metodu denir. Bazen organ veya doku­nun salgısını ve dökülen hücrelerini gene mikroskop altında yayıp incelemek yolu yani smear metodu (papanicolaou) er­ken teşhise varmak için kullanılır. Akciğer kanserinin erken teşhisi için balgamda, mide kanseri için mide suyunda ve kadın­ların kollum (rahim ağzı) kanserinde vajinal akıntıda bu metot uygulanabilir. Kan kanserlerinde kanın ve şekilli elemanları­nın mikroskobik incelenmesi hastalığın er­ken teşhisini ve seyrini takip etmek ola­nağını verebilmektedir.

İnsanların ölüm nedenleri arasında bugün için kalp hastalıklarından sonra ikinci sı­rayı alan bu hastalıktan korunmak için tek çarenin erken teşhis olduğu ve bu sayede birçok insanın kanseri yendiği u-nutulmamalıdır. Aşağıda sıralanan belirtiler (semptomlar) hissedildiğinde veya görüldüğünde hemen bir doktor kontrolüne baş vurulmalıdır. Ağız: Birkaç günden fazla şurup de iyileş­meyen herhangi bir ağız yarası doktora bildirilmelidir.

Gırtlak: Bir haftadan fazla suren ses kı­sıklığından kuşkulanmalıdır. Ses tellerini incelemeye tabi tutan doktor, tahriş, ilti­hap ve tümör arasında ayırıcı bir teşhise varacaktır.

Akciğer: Uzun süren öksürük, hafif ateş fazla balgam çıkarmak, yan ağrısı gibi se­bepler bir enfeksiyonda husule gelebilir. Tedavi ile geçmeyen hastalığın teşhisinin radyolopk inceleme ile kesinleştirilmesi gerekir.

Mide: Mide kanseri seyrek olarak ağrı ya­par. İlk belirtileri iştah kaybı, ishal, bü­yük abdestte siyahlıkların görülmesi, kusma veya yutarken zorluk çekmektir. Radyolojik veya endoskopik metotlar kul­lanılarak erken teşhise varılabilir.

Meme : Kadın veya erkekte bir hafta için­de kaybolmayan ağrı, şişkinlik, meme uç­larında çekilme, çukurlaşma, kanlı veya kansız herhangi bir akıntının mutlaka u zerinde durulması gerekir Eğer doktor bir şişliğin alınmasını veya biyopsi yapılmûss-nı isterse bu tetkiki geciktirmeden yaptır­malıdır Çunku kesin teşhis ancak mıkroskopık incelemeyle yapılabilir

Genıtal organlar Uzun sureli, düzensiz veya anormal kanamalar, ele gelen şiş­likler, özellikle 35 yasından sonra görül­düğünde daima muayeneyi gerektirir Âdet kesiminden sonra, yanı menopozda meydana gelebilecek her turlu akıntı veya ka­nama smear metodu ile tetkik edilmeli, ge­rekirse biyopsi yapılmalıdır Papanıcolaou testi özellikle kollum kanserinin erken teş­hisinde bir tarama metodu olarak çok yaygınlaşmıştır Kollum ve vaıen cidarın­dan sıyırma yoluyla alınan hücreler bir cam üzerine yayılır, tespit edilir ve boyan­dıktan sonra mikroskop altında incelenir Rahim kanserlerini teşhis etmek için endometrıum biyopsisi yanı probe (kuretaı) mutlaka yapılmalıdır. Kan Halsizlik, ateş kansızlık, lenf bezlerinin şişmesı gibi hallerde lösemi denen kan kanserinden veya Hodgkın denen di­ğer habis bir hastalıktan şüphe edilebilir



Kanser

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kanser normal hücrelerin olgunlaşma, bö­lünme, çoğalma özelliklerinde ve diğer fonksiyonlarmdaki bütünlüğün ve prog­ramlanmanın kaybolması ile beliren bir hastalıktır. Vücudumuzun hemen her or­ganında meydana gelebilir. Sonuç olarak genellikle tümör dediğimiz bir hücre ço­ğalması, normal yapıdan ayrılan ve kom­şu dokulara doğru ilerleyen bir gelişme (ınvazyon), kan ve lenf yoluyla daha uzak başka organlara giderek orada yerleşme (metastaz) görülür. Kanser hücrelerinin yayılması, çevredeki sinirleri etkileyip ağ­rı verebilir. Kan damarları yırtılıp kanama­lara neden olabilir, akciğer, safra kesesi, mide, bağırsak, böbrek gibi içi boş organ­lar basınç altında kalma ve tıkanma belir­tisi ile görevlerini yapamaz duruma gele­bilirler. Hızlı bir büyüme ve çoğalma gösteren hüc­reler ur (tümör) diye bilinen bir birikime yol açarlarsa da her ur kötü huylu (ha­bis) veya kanser değildir. Fibrom denilen bağ dokusu tümörleri, lipom denilen yağ dokusu tümörleri iyi huylu (selim) dediği­miz tümörleri meydana getirir. Bunlar ya­yılma ve metastaz göstermezler. Kanserin nedeni henüz tam olarak bilin­memekte, üç grup faktörün kanser yapıcı olduğu kabul edilmektedir. Bunlar iyonlaş­tırıcı ışınlar, bazı kimyasal maddeler ve bazı virüslerdir. Kanserin, kalıtım ve ba­ğışıklık (immünite) ile ilgili olduğu da söy­lenmektedir. Bazı araştırıcılara göre insan­larda doğuştan normal, hücreler bulun­makta ve çeşitli etkenlerle anarşik faali­yete geçinceye kadar uykuda kalmakta­dırlar. Kimi araştırmacılara göre ise belli hücre gruplarının devamlı olarak tahriş edılmesi kanser değişimlerine yol açabilmektedir. (Tahriş teorisi). Baca temizleyenlerde görülen deri kanseri, pipo içen­lerde dudak kanseri, sigara içenlerde ak­ciğer kanseri yaygındır. Başta cinsiyet hormonları olmak üzere bir­çok kimyasal maddeler, özellikle meme ve üreme organlarında kanser gelişimine ne­den olabilirler. Kadın hormonlarından östrojen meme kanserinin büyümesine se­bep olduğu halde, erkeklerde görülen prostat kanserinin büyümesini önlemek için kullanılmaktadır. Aynı şekilde erkek hormonu testosteron kadınların meme kanserini yavaşlatıcı, prostat kanserini ise hızlandırıcı bir etki yapmaktadır.

Fiziksel etkenler arasında her çeşit iyon­laştırıcı ışınları (Güneş, röntgen, gama, be­ta ışınları) kanserin gelişmesine yol aç­mak bakımından tehlikeli sayabiliriz.

Ancak elektron mikroskopları altında gö­rülebilecek kadar ufak canlı varlıklar oian virüs ve virüs benzeri maddelerin kanse­re yol açabildiği yönünde bazı kanıtlar vardır. Farelerde anne sütünden geçen bir faktörün başka farelerde kansere yol a-çabildiği görülmüş, göğüs kanserinden a-lınan hücreleri civciv embriyonunun bulun­duğu yumurta sarısında büyütmek müm­kün olabilmiştir. Günümüzde gönüllü in­sanlar üzerinde yapılan deneylerde ölü kanser hücreleri aşılanmakta, bağışıklık yönünden araştırmalar sürdürülmektedir.

Kalıtımın da kanserin gelişmesinde rolü olduğu, hücre kromozomlarının anormal­likler gösterdiği bilinmektedir. Fakat bu değişikliğin kanserin nedeni mi, sonucu mu olduğu henüz çözülememiştir.



Kansızlık, Anemi

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-K

Kanın renkli maddesi olan hemoglobinin miktarı veya eritrositlerin sayısında mey­dana gelen azalma kansızlık (anemi) ola­rak bilinir. Hemoglobin, kanda % 16 ora­nında bulunur, yapı taşlarından biri de de­mirdir. Hemoglobin kemik iliğinde oluşur, asıl görevi oksijeni atardamar yoluyla vü­cudun hücrelerine taşımak olan kırmızı renkli bir maddedir. Kansızlıklar oluş nedenine göre demir ek­sikliğine bağlı anemiler, kan kaybına bağ­lı anemiler, B1 vitamini veya folik asit ek­sikliğine bağlı anemiler, kemik iliği yeter­sizliğine bağlı aplastı. anemiler, kan hüc­relerinin parçalanması sonucu meydana gelen sekonder anemiler yani hemolitik anemiler gibi çeşitlere ayrılır.

Kansız olan bir kimse soluk ve yor­gun görünüştedir. Çarpıntı, baş dönmesi ve halsizlik hisseder. Teşhis parmak uçun­dan alınan kanın sayımı ve hemoglobin ta­yini ile yapılır. Normalde milimetre küpte 4,5-5 milyon olan eritrosit yani alyuvar sa­yısı ile % 16 olan hemoglobin değeri düş­müştür. Alyuvarların hacminin toplam kan hacmine olan oranını gösteren hemotokrit değeri de % 42-47 olan normal değerin­den daha az bulunur. Bir iç kanamadan sonra oluşan kansızlık­larda vücut kanın eski hacmini korumak için kana yeni sıvılar katar. Kan, bu şe­kilde sulandığından ve hemoglobinin total kan hacmine olan oranı düştüğünden kan­sızlık görülür. Kanın normale dönmesi için vücudun yeterli kırmızı kan hücrelerini yapması zaman alır.

Kansızlığın tedavisi nedene bağlı olarak yapılmalıdır. Bir yaralanma veya kanama­ya bağlı akut vakalarda damarlarda dola­şan kan birden azaldığından şok dedığîmiz tablo meydana geleceğinden derhal kanamayı durduracak önlemler alınmalı ve hastaya kan verilmelidir. Kan gelinceye kadar onun yerini tutacak ve damarları boş bırakmayacak plazma, dekstroz, dek-stran gibi solüsyonlar damardan verilme­lidir.

Kronik kanamalar, bağırsaklarda demir emilmesinin bozulması veya demir ihtiya­cının artması (gebelik) gibi durumlarda meydana gelen anemilerde demir tedavisi yapılır. Eritrosit yapımı bozukluklarında meydana gelen kansızlıklarda (megalob-lastik makrositik anemiler) genellikle B 12 vitamini eksikliği (pernisiyöz anemi) ve­ya folik asit eksikliği görüldüğünden de­mirli ve folik asitli ve B 12 vitaminli pre-paratlar verilir. Demir preparatı alan kim­selerde dışkının siyah renkli olabileceği unutulmamalıdır. Aplastik ve diğer habis hastalıklara bağlı anemilerde asıl hastalı­ğın tedavisi ile birlikte kan aktarımı ve ke­mik iliği transplantasyonları yapılır.



Kansızlık Çeşitleri

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kansızlık birçok nedenlerden meydana gelen bir durumdur Belirtileri genellikle aynıdır ama hastalığın ve kansızlık derecesıne göre değişir Yorgunluk, zayıflık, bas dönmesi kulak çınlaması, gözlerde le­keler solgunluk ve baş ağrıları en çok görülen belirtilerdir. Eğer kanama ilerlemışse nefes darlığı, nabzın süratlenmesi, zayıfla­ması ve nihayet koma hali görülür.

Oluş nedenlerine göre üç tip kansızlık sa­yılabilir: Birinci tip kansızlık kan yapımı­nın azalması sonucu meydana gelen kan­sızlıklardır: İkinci tipte kan kaybı söz konusudur: Üçüncü tip kansızlıkta ise alyu­varların yıkımında artma vardır

Kan yapımının azalmasına bağlı anemiler:

Bu tip kansızlıklar içinde en çok görülen demır eksikliklerine bağlı kansızlıklardır Demir vücudumuzda toplam 4 gram ka­dardır Bunun 2,5 gramı kanda hemoglobi­ne bağlı olarak, 1 gramı depo demiri olarak, 0,5 gramı da myoglobın olarak dokularda ve ayrıca bazı enzimlerde bulunur

Kadınlarda adet kanaması esnasında, ge­belikte, süt verme esnasında ve çocukluk çağında demir ihtiyacı normalin birkaç katına çıkar Demir eksikliğinin nedenleri arasında, kanamaları, barsak parazitle­rini ve özellikle Anadolu’da görülen top­rak ve kıl yeme alışkanlıklarını sayabiliriz

Demir eksikliğine bağlı kansızlıklarda te­davi için ağızdan demirli ilaçlar tablet ve­ya şurup şeklinde verilir. Bu arada dışkı­nın siyah renk almasının demirden olabi­leceği de unutulmamalıdır

Megaloblastik anemiler: Karaciğer hasta­lıkları, tıroıd bezi yetersizliği, tüberküloz, Hodkgın hastalığı ve alyuvarların yıkımı­nın arttığı (hemolıtık anemi) durumların­da bu tıp kansızlık vardır Ortak neden, folık asit ve B 12 vitamini eksikliğidir Al­yuvarlar normalden daha büyüktür ama oluş hızları çok düşüktür Pernısyoz ane­mi denen kansızlık çeşidi en onemlısıdır. Bu hastalıkta midenin salgıladığı entren-sek faktör adında bir madde eksiktir. Bu­na bağlı olarak da B 12 vitamini sindirilemez. Erken teşhis ve tedavi edilmezse si­nir sistemi bozukluklarına neden olabilir. Teşhiste halsizlik, çabuk yorulma, nefes darlığı, ellerde uyuşma, dilde yanma ve atrofi gibi belirtiler önemlidir. Dil kırmızı ve kaygan bir görünüm alır.

Tedavide B 12 vitamini ile beraber folik asit verilmelidir.

Kronik enfeksiyon anemisi: Çeşitli neden­lerden ötürü kemik iliği yetersizliğine bağ­lı olarak meydana gelen kansızlıklardır. Verem gibi kronik enfeksiyonlar, lösemi­ler, zehirli maddeler ve bazı ilaçlar (Kloramfenikol, sulfamidler, hydantoin, butazolidin ve altın tuzları) tiroid yetmezliği, kronik böbrek hastalığı ve aplastik anemi sayılabilir. Bu gibi durumlarda önemli olan kansızlığa neden olan hastalığı tedavi et­mektir.

Kalıtımsal Sferositoz hastalığı : Diğer adıyla Ailevi hemofilik sarılık, alyuvarların şeker tüketme yeteneğindeki anormallik­ten ileri gelir ve kalıtımsal olarak sonraki kuşaklara geçer. Küre şeklini alan alyu­varların yaşam süresi çok kısadır. Dalak bu anormal biçimli alyuvarları yutar ve orada yok eder. Bu nedenle dalak çıka­rılması, yani splenektomi ameliyatı yapı­lır. Dalak çıkarılmasından sonra da, alyu­varların şeker üretiminde bozukluk görü­lebilir ama yaşam süreleri normaldir.

Akdeniz Kansızlığı: Talasemi ya da Cooley kansızlığı adı verilen bu hastalık da bir başka kalıtımsal alyuvar bozukluğudur.

Bu hastalık daha çok Yunanlılarda ve İtal­yanlarda görülür. Hemoglobin üretememe yüzünden ortaya çıkar. İlk evreleri demir eksikliğinden doğan kansızlığa benzer. İle­ri evrelerde hemolitik bir kansızlık ve so­nunda sarılık görülür. Dalak ve böbrek bü­yür. Etkili olabilecek tek tedavi kan nakli­dir.

Orak hücreli anemiler: Bir başka kalıtım­sal kan hastalığı olan orak hücreli kan­sızlıkta ise alyuvarlardaki hemoglobin bileşimi normalden farklıdır (S hemoglobi­ni). Bu nedenle alyuvarlar orak ya da ya­rım ay biçimini alır. Alyuvarların yaşam sü­resi çok kısadır ve hasta kansızdır. Bu hastalık daha çok zencilerde görülür. Be­lirtilerini göstermediği kimselerde bu hastalık genlerde saklı kalır. Bu hastaların kat nmda anormal hücre oluşumu vardır fa­kat kansızlık yapacak kadar çok değildir.

Bu durumda olan kişiler taşıyıcıdırlar. Eğer hastalık taşıyıcı bir kadınla, bir erkek evlenirse, çocuklarında çok şiddetli bir orak hücreli anemi ortaya çıkar. Bu has­talık için öne sürülen üre ve siyanat te­davileri henüz deneme devresindedir. Kan tranfüzyonları ile hayatın devamı sağ­lanabilmektedir.

Apîastik Anemi: Alyuvarların kemik ili­ğinde üretilememe hastalığıdır. Arsenik ve benzin gibi zehirli maddelere maruz kal­ma ve yüksek oranda radyasyondan etki­lenme sonucu oluşabilir. Akyuvarlar ve trombositler de azalabilir. Polisitemi.- Alyuvarların anormal şekilde artmasıdır. Bu hastalığın polisitemi vera diye bilinen bir çeşidinde ise, kanın her türlü hücrelerinde artış görülür. Kan sayı­mı milimetre küpte 7-10 milyon arasında­dır. Kan hacmi, normal miktarı olan 5 lit­reden 10 litreye yükselmiştir. Polisitemili bir insanın derisi genellikle kırmızıdır. Da­lak büyür ve kan basıncında artış görüle­bilir. Semptomların nedeni çoğalan kanın, kan damarlarında normal hızla akmama-sıdır. Kanın damarlarda aniden pıhtılaş­ması, çok sık görülen bir durumdur. Te­davi, kan akıtma yolu ile yapılabilir. Kanı normal hacmine getirmek için çok mik­tarda kan alınmalıdır. Bu hastalığın teda­visinde radyoaktif maddelerin kullanımı önem kazanmıştır. Radyoaktif fosfor ke­mik iliğinde alyuvar oluşumunu engelleye­rek alyuvar miktarını düşürebilir. Bu te­davi yöntemi, hastanın iznine bağlıdır. Po­lisitemi vera’nın tedavisinde en önemli faktör, kanın hacmini aynı düzeyde tut­mak açısından doktor-hasta ilişkisinin kı­sa aralıklarla sürdürülmesidir. Hastalığın nedeni henüz bilinmemektedir. Yüksek bölgelerde yaşayan insanlarda ya da kalp ve damar hastalarında da polisitemi görü­lebilir. Bu gibi durumlarda polisiteminin nedeni oksijen yetersizliğidir.

Yeni doğan bebeklerde görülen kansızlık :

Eritroblastosis fetalis denilen bu hasta­lıkta annenin kanı Rh negatif, babanın ka­nı Rh pozitiftir. Böyle evlenmelerde doğa­cak çocuğun kanı Rh pozitif olursa anne gebeyken, çocuğun kanındaki hücrelerden bir kısmı annenin kan dolaşımına geçer ve annenin bu kana karşı duyarlı hale gel­mesine neden olur. İkinci gebelikte yeni­den Rh pozitif kan annenin kan dolaşımı­na girdiğinde önceden oluşmuş güçlü an­tikorlar, bunları yok etmek için bebeğin kan dolaşımına girerler ve alyuvarlara za­rar verirler. Zarar gören alyuvarların ya­şam süresi kısadır. Hızla yok olurlarken, parçalanan hemoglobinden çıkan bilirubin maddesi birikmeye başlar. Böylece bebek sanlığa yakalanmış ve kansız kalmış olur.

Yeni doğmuş bebekteki bilirubin maddesi omurilik sıvısına geçerek beyne ulaşabi­lir. Bu yolla çok tehlikeli, tedavisi olanaksız bir biçimde beynin bazı merkezlerinin tahrip olmasına neden olur. Buna kernikterus denir. Nüfusun % 15'inde Rh nega­tif kan bulunduğu gibi her gebe olan Rh negatifli kadının bebeğinin hemolitik has­talığa yakalanması şart değildir. Bazen er­keğin kanı da Rh negatif olabilir. Bu du­rumda bebeğin kanı Rh pozitif olmaz. Ge­belik esnasında her bebeğin kanı annenin dolaşım sistemine geçmez, bu nadiren o-lan bir durumdur. Doktor, anne ile babanın kan gruplarını saptar ve gebelik süresince annenin kanındaki anti Rh antikorunun dü­zeyini indirekt Coombs testi ile araştırır.

Eğer çocuklarda eritroblatosis fetalis gö­rülürse, kandaki bilirubini ve tehlikeli an­tikorları dışarıya atmak için çocuğun ka­nı tamamiyle değiştirilir (Exchange tran-fussion).

Hastalığın şiddeti her vakada farklı oldu­ğu için, her çocuğa böyle bir tedavi gerek­meyebilir. ABO kan gruplarına bağlı olarak ortaya çıkan hemolitik hastalıklar da var­dır. Yeni doğan çocukların uzayan sarılık­larında ABO uyuşmazlığını gözönünde bu­lundurmalıdır.



Karaciğer

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Karaciğer (Hepar) karın boşluğunda, sağ­da, diyafragmaya bağlarıyla asılı duran 1500 g. kadar ağırlığında, vücudun en bü­yük organıdır. Metabolizmanın birçok kar­maşık işlevleri karaciğer tarafından yerine getirilmektedir. Organizma, karaciğer ol­madan yaşayamaz. Karaciğer hücreleri yani hepatositler şeker, yağ, protein gi­bi maddelerin vücudumuzda yapılmasını, yakılmasını.depo edilmesini ve dengeli ola­rak dağılmasını sağlarlar.

Safra ve üre gibi maddelerin yapımı, serum-albumin sentezi, pıhtılaşma faktörle­rinin yapımı, ilaçların ve yabancı maddele­rin parçalanması ve zararsız hale getiril­mesi (detoksifiye edilmesi) bazı vitamin­lerin depo edilmesi, hep karaciğerin görevleri arasındadır. Karaciğer kan bakımından da zengin bir organdır. Kanın bütün hac­minin % 10'u burada bulunur. Karaciğer ekstreleri (Liver extract) genellikle kan­sızlığın tedavisinde çok kullanılmaktadır.



Karaciğerin Büyümesi

4 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Karaciğer normalde kaburgaların altını pek geçmez. Kaburgalar altında hissedil­mesi, karaciğer büyüklüğü yani hepato­megali belirtisi olarak önem kazanır. Ka­raciğeri büyüten hastalıklar arasında konjestif kalp hastalıkları, (sağ kalp yetmez­liği), infeksiyonlar (Viral hepatit, bruselloz, Kötaazar, Weil hastalığı, tüberküloz, fren­gi) ve infiltratif hastalıklar (sirozlar, schistcsomiasis v.b.), kistik hastalıklar (kist hidatik) ve tümörol hastalıklar (karaciğer kanseri ve metastazik kanserler) sayıl­maktadır.

Karaciğer hastalıklarının genel belirtilerin­den birisi de sarılık (ikter) dediğimiz du­rumdur. Deride veya ilk defa göz akların­da bir sarılık belirdiğinde hemen doktora başvurmalı ve karaciğer fonksiyon testle­riyle kan ve idrar muayeneleri yaptırılma­lıdır.



Karantina

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış insanların ya da hayvanların hareket özgürlükle­rinin o hastalığın kuluçka dönemine eşit bir zaman için kısıtlanmasına karantina denir. Karantina (Ûuarantine) sözcüğü İtalyanca kırk sözcüğünden gelmektedir. Ortaçağlarda vebanın yayılmasını önlemek için gemiler limana girmeden önce kırk gün bekletildiğinden bu isim verilmiştir. Günümüzde çoğu devletler, mikrop taşı­yan hayvan ve insanın ülkeye girmemesi için sürekli alarm halindedirler. Uzay yol­culuklarının başlamasından sonra, uzay­dan dönen astronotların da karantinaya alınmasına, böylece bilinmeyen enfeksi­yon etkenlerinin yeryüzüne bulaşmasını önlemeye dikkat edilmektedir. Hasta olan kimseler, karantinaya alınmaz­lar, tecrit edilirler. Örneğin kızıla yakalan­mış bir çocuk tecrit edilir, ailesi de ka­rantinaya alınır. Her bulaşıcı hastalığın, belirli bir tecrit ve karantina dönemi var­dır.



Karasu Humması

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

En fazla Kafkas ırkından olanlarda görülen tropikal bir hastalıktır. Etkeni, kan hücre­lerine yerleşen ve plasmodium falciparum çenen kucuk sıtma parazitleridir. Başlıca belirtileri düzensiz ateş, titreme, kusma, sarılık ve nefes alma güçlüğüdür. Nefrit denilen böbrek iltihabına yol acar ve kısa surede hastayı öldürür. Habis tersiana ma­laryası denen ağır sıtma hastalığının seyrinde görülür. Ayrıca tedavi amacıyla kul­lanılan kinin gibi ilaçların meydana geti­rebileceği ağır hemoliz sonucu da oluşa­bilir.



Karbonmonoksit Zehirlenmesi

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Karbonmonoksit zehirlenmesi, esneme, baş ağrısı, mide bulantısı, baş dönmesi, sersemlik, kulak çınlaması ve karın ağrıları gibi erken belirtiler verir. Bu belirtileri iz­leyen sürede, solunum yavaşlar ve biline kaybolur. Zehirlenmiş kişi derhal açık havaya çıkar­tılmalı ve sıcak bir yere yatırılmalıdır. En kısa sürede bir doktor çağrılmalı, müm­künse hastaya saf oksijen veya oksijen-karbondioksit karışımı koklatılmalıdır. Has­tanın solunumu yavaşlamış veya durmuş ise derhal yapay solunuma geçilmelidir.

Ağır bir zehirlenme söz konusu ise, hemen hastaneye kaldırılmalı ve kan verilmelidir. Zehirlenme sinir hücrelerini etkileyecek derecede ise, beyinde işitme, görme, ko­nuşma, bellek bozukluklarına neden olan geçici veya kalıcı sekeller ortaya çıkar.

Karbonmonoksit renk ve koku vermediğin­den, zehirlenme genellikle sinsi olun. Bu nedenle cok dikkat edilmeli, kapalı yerde, karbonmonoksit çıkaran maddeler yakıl­mamalı, garajlarda araba çalıştırmamalıdır. Zehirlenmiş kişi derhal acık havaya çıkar­tılmalı ve sıcak bir yere yatırılmalıdır. En kısa sürede bir doktor çağrılmalı, müm­künse hastaya saf oksijen veya oksijen-karbondioksit karışımı koklatılmalıdır. Has­tanın solunumu yavaşlamış veya durmuş ise derhal yapay solunuma geçilmelidir.

Ağır bir zehirlenme söz konusu ise, hemen hastaneye kaldırılmalı ve kan verilmelidir. Zehirlenme sinir hücrelerini etkileyecek derecede ise, beyinde işitme, görme, ko­nuşma, bellek bozukluklarına neden olan geçici veya kalıcı sekeller ortaya çıkar.

Karbonmonoksit renk ve koku vermediğin­den, zehirlenme genellikle sinsi olun. Bu nedenle cok dikkat edilmeli, kapalı yerde, karbonmonoksit çıkaran maddeler yakıl­mamalı, garajlarda araba çalıştırmamalıdır.



Kardiyak Astım

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bir kalp hastalığına bağlı olarak (sol kalp yetmezliği, mitral darlığı), genellikle gece gelen nefes darlığı ve öksürük nöbetleri­ne kardiyak astım denir. Hastalık bronşiyal astıma benzer. Gece uykusundan ağır bir nefes darlığı ile uyanan hasta, hava açlığı dolayısıyla pencereye koşar. Kuru bir öksürük ve yüzde morarma vardır, ne­fes vermekte güçlük çeker. Her iki astım nöbeti bazen birbirine benzediğinden ko­lay ayrılamaz. Ayrım yapılamayınca da morfin yapılmaz. Çünkü kardiyak astımlı­ya iyi gelen bu ilaç, bronşiyal astımlıyı da­ha kötü yapar. Damara yapılan diüretik ilaçlar (Aminofilin) ve kalp güçlendirici ilaçlar (Cedilanid) her iki tip astıma da faydalıdır. Kardiyak astmanın daha ağır tablosu akut akciğer ödemi dediğimiz en ağır solunum güçlüğünü yaratan durum­dur. Hasta oturur durumda yani (ortopnö) durumunda bile zor nefes alır. Şiddetli ök­sürük, bol köpüklü ve bazen pembe yani kanlı balgam ve ateş yükselmesi görülür. Doktor tarafından gerekli görülen tedavi­ye başlanmalıdır.



Karın Ağrıları

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

İnsanların karın bölgesinde duydukları ani ve şiddetli karın ağrıları (akut ağrılar) ol­duğu gibi yerleşmiş devamlı karın ağrıları (kronik ağrılar) da vardır. Doktorun karşı­laştığı en zor durumlardan biri de bu ağ­rılar karşısında doğru bir karar verebil­mek ve gereksiz yere hastayı ameliyata göndermemektır. Ayrıca geciktirilmiş bir operasyon kararı ile hastanın hayatını teh­likeye sokmaktan da kaçınmak zorunda­dır. Çok kere aşırı yemek, fazla baharatlı ve­ya sindirimi zor besinler, barsaklarda bi­riken gaz, normal kimselerde bile fonksi­yonel karın ağrılarına neden olur. Mide, barsak safra kesesi delinmeleri, ıleus denilen barsak tıkanmaları, akut apandisit, dış gebelik ve dalak yırtılması, över kisti torsiyonu gibi vakalarda karında ani ve şiddetli ağrılar, doktora cok kere bıçak saplanması şeklinde tarif edilir Bu gibi vakalar teşhis edildiğinde hastayı te­davi etmek için operasyon gereklidir. Ba­zen şiddetli karın ağrısına neden olan olay, karın dışı bir organa ait ağrının bu­rada duyulması şeklindedir. (Akciğer ve miyokard infarktüsleri, akut romatizma, kurşun zehirlenmesi v.b.). İç organların kolik tarzındaki ağrıları çok kere operasyor gerekmeden tıbbi olarak ilaçla tedavi edi­lebilirler.

Kronik karın ağrıları, duyuldukları karın bölgesine göre teşhis edilirler. Gastrit, ül­ser, kronik pankreatit, safra kesesi gibi hastalıklarda ağrı epigastrium denilen karnın üst bölgesinde hissedilir. Kadın cinsel organlarına ve mesaneye ait ağrı­lar hipogastrium denen karnın alt bölge­sinde yerleşir ve kasıklara doğru yayılır­lar.



Karın Ağrısı (Akut Karın Ağrısı)

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-K

Akut Karın Ağrısı

Karında birden şiddetli ağrı yapan hastalıklar genellikle cerrahi girişimi gerektirirler. Bu ağrı bazan o kadar şiddetli olur ki hasta olduğu yerde kıpırdamadan kalır, hatta kollaps denilen bir baygınlık durumuna bile girebilir. Karın içindeki çeşitli organlarda meydana gelen herhangi bir hastalık otonom sinirler aracılığıyla genellikle orta çizgide yaygın bir ağrı şeklinde duyulur. Daha sonra iltihap organı saran peritona doğru yayılınca ağrının yeri daha belirli olmaya başlar. İltihap karın duvarını örten peritona atlayınca ağrının şiddeti de artar. Hasta şiddetli ve batıcı ağrı sebebi ile hareket edemez, öksüremez ve derin soluk alamaz.

Karın tahta gibi sert ve çökük bir durum alır.



Karında Su Toplanması

5 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Bazı hastalıklarda karında periton boşlu­ğunda serbest su toplanır, buna tıp dilin­de asit (ascite) denir. Sıvı ile dolmuş olan hastanın karnı şişliği ile belli olur, ayrıca parmak üzerine diğer elin parmaklarıyla vurmak suretiyle yapılan muayenede (perküsyon), matite denen değişik bir ses alınır. Halbuki karın­da normal olarak barsaklardaki gaz do­layısıyla timpanizm denen bir ses vardır. Karında toplanan asitlere yoğunluklarına ve içinde bulunan albumin miktarına göre isim verilir. Yoğunluğu 1,016'dan düşük % 3 gr. dan az albümin bulunan asitlere transüda, daha yoğun ve proteini çok olanlara ise eksüda denir. Asit sıvısı içinde kan, cerahat, yağ veya habis tümör hüc­releri de bulunabilir. Parasentez denilen bir usul ile yani ponksiyon iğnesi ile ka­rından alınan asit muayene edilir ve ona gere hastalık teşhis edilmeye çalışılır. Sağ kalp yetersizliğinde, perikarditlerde, nefrotik sendromda, karaciğer sirozunda karında transüda şeklinde asit meydana gelebilir. Peritonit tüberkülozda, peritonun kanser hücreleri ile buloştrğı tümör vakalarında, Meigs sendromunda karında eksüda şek­linde ve bazen de yağlı bir asit (asit şilö) bulunabilir.



Kas Hastalıkları

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Birçok vakalarda kasları etkileyen hasta­lıklar, kasların hareket ve duyusunu kont­rol eden sinirlerin yaralanmasından mey­dana gelir. Kaslar bazen fiziksel aktivitey le yaralanabilir. Örneğin bir kas lifi, an, bir sıçrama, keskin bir vuruş veya ani bir gerilmeyle zedelenebilir. Kasları kemikle­re bağlayan tendonlar burkulabilir. Uyluk ve bacağın arkasındaki kaslar, koşma ve­ya diğer atletik sporları yaparken ayak veya bacağın ani dönüşüyle yırtılabilirler. Kasın veya tendonun koptuğu noktada ani ve şiddetli bir ağrı, yaralanmanın ilk belirtisi olarak meydana gelir. Bunu kas zafiyeti izler ve sıklıkla kas lifleri arasın­da toplanan ve pıhtılaşan kan yani nema-tom, ağrıya sebep olur. Böyle yaralanmaların tedavisinde, yaranın şiddeti ve tabiatı, hastanın yaşı ve genel durumu, önemli faktörlerdir. Kas ve ten-donların ağır yaralandığı bazı olayların te­davisi ancak ameliyatla yapılabilir. Teşhis konur konmaz yapılacak başarılı bir ame­liyatla ve kas iyileşinceye kadar hareket­siz kalınması ile iyi bir sonuç alınabilir. Kasın eski yeteneğine kavuşması için ma­saj ve hareket egzersizlerinin yavaş ya­vaş yapılması gereklidir.

Kaslar mikropların yayılmasına bağlı ola­rak iltihaplanabilir. Kasın iltihaplanmasına miyosit denir. Adalede cerahatin apse şeklinde toplanması halinde ise apsenin boşaltılması gerekir. Trişinosis, kaslarda iltihaplanma şeklinde belirti veren bir has­talıktır. Etkeni olan trişin bir parazittir ve sindirim kanalı yoluyla vücuda girer. Kas dokuları arasına yerleşerek burada büyür ve miyosite neden olur.

Poliomiyelit denen çocuk felcinde sinir hücrelerinin yıkımı kas hareketlerinin azal­masına, beslenememesine ve giderek atrofisine neden olur. Böyle kasların kullanı­lamaz durumda bulunması karakteristiktir. Gene kasların çalışamaz durumda olması ve kuvvet kaybı muskular distrofi olarak bilinen bir grup kas hastalığında da görülür. Bu durumların kaynağı çok çeşit­lidir ve çoğu zaman da bilinmez. Tipik bir hastalık da doğumda normal olarak görü­len bir çocuğun 4 veya 5 yaşlarında ba­caklarının tam olarak tutmamasıyla baş­lar. Sırt kasları zayıflar, böylece çocuk dik olarak oturamaz ve yatar pozisyondan ayağa güçlükle kalkar. Bazı vakalarda kas­ların tümü kullanılamaz hale gelir. Kas za­fiyeti ilerlerken, herhangi bir doku kaybı meydana gelmeyebilir. Kaslar daha da za­yıflar, buna karşılık güçlü kaslar çekilir ve vücut bükülür, çarpılır.

Fibrozit olarak isimlendirilen kas romatiz­masında ise bağ dokusunda iltihap vardır. Yaygın vücut ağrılarına rağmen laboratu-var bulguları normaldir. Ancak bazı nokta­lar (uyarılma noktaları) basıldığında du­yarlık gösterir.

Kas tümörüne myom denir. Adale tümör­leri erken teşhis edildiğinde ameliyatla miyom çıkartılabilir. Kaslarda oluşan herhan­gi bir şişlik karşısında ihmal etmemeli, bir doktor tarafından muayene olunmalıdır. İhmal edilmiş tümörlerin zamanla dejene­re olup çürümeleri veya kötü bir karakter kazanmaları, sarkoma dönüşmeleri müm­kün görülmektedir.



Kaşıntı

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

İnsanı rahatsız eden, hatta uykudan bile uyandırabilen, deriyi el veya tırnakla kazı­mak isteğine kaşıntı veya tıp dilinde pru­ritus denir. Çoğu kez deri hastalıklarına bağlı olarak meydana gelen kaşıntılarda deride lezyon denilen bir dış belirti var­dır. Bazı deri hastalıklarında ise kaşıntı olmaz. Kaşıntılı deri hastalıklarının başın­da uyuz parazitinin yaptığı ve en çok par­mak araları, bileğin ön yüzü ve karında siilon şeklinde izleri görülen bulaşıcı has­talık gelir. Bitlenmede de en çok omuz­larda olmak üzere gece günaüz kaşıntı vardır. Alerjik kaşıntılar toksik dermit, kontakt dermit veya ürtiker gibi deri belirtisi mey­dana getirirler. Barsak parazitleri özellikle çocuklarda burun kaşıntısı yapar. Hodgkin hastalığında, kan kanserlerinde ve bazı mantar hastalıklarında da başlangıçta ka­şıntı vardır. Urtiker (kurdeşen), kaşıntı yapan alerjik deri hastalıklarının tipik belirtisidir. Bir bakteriye, yiyeceğe, ilaca, sıcak veya so­ğuğa alerjisi olanlarda görülür. Bölgesel olarak kızartı, kabarıklık ve kaşıntı vardır. Strofulus, Nenen planus, psoriasis gibi de­ri hastalıkları da kaşıntılı olarak seyrederler. Deride belirti olmadan meydana gelen endojen kaşıntılar en çok üremi, diyabet, ikter gibi hastalıklarda görülmektedir. Lokal kaşıntılar anüste, vulvada, kulakta, gözde, burunda çeşitli nedenlerden (kir, akıntı, iltihap, nörodermatit, parazit) mey­dana gelmektedir. Psikojenik sebeple de kaşıntı olur ve kaşındıkça lokal nöroder­matit ve ödem gelişir.

Tedavi nedene göre yapılır. Endojen ka­şıntılarda en çok antihistaminikii ilaçlar kullanılmaktadır.



Kayıtsızlık Hali-Duyarsızlık,Apati

3 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-K

Scrrolde insanlarda bir ilgi ve duygu uyandıran durumlara karşı beliren kayıtsızlık haline apati denir. Apati birçok psikiyatrik hastalıkların ortak belirtisidir. He-heftreniklerde bu halin nedeni iç dünyaya kapanmış olmalarıdır. Şizofrenlerde ise duygu körlenmesi önemli bir apati nedenidir.Apatiye şiddetli depresyonlarda da sık rastlanır. Hastadaki enerji ve zevk alma duygusunun kaybolması ve umutsuz bir gelecek düşüncesi vardır. Akıl hastanelerinde, hapishanelerde veya başka kurumlarda uzun süre kalanlarda da şaşırtıcı derecede bir apati görülebilir. Hasta gitgide dış dünyadaki olaylara karşı kayıtsızlaşır. Tedavi sosyal ortamın değiştirilmesi ve hastanın bu değişikliğe katılması ile sağlanır.



Kekemelik

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Sesin irade dışı olarak tekrarı, uzatılması veya kesilmesi şeklinde beliren konuşma bozukluğuna kekemelik denir. Erkek ço­cuklarda kızlardan daha fazla görülür. Va­kaların yarısı 5 yaşından önce başgösterir. Kekemeliğin nedenleri tam bilinme­mekle beraber, psikiyatrik bozukluklar ve­ya yapısal kusurlar söz konusu olabilir. Çok kere kekeleyen çocukların zekâ bakı­mından diğerlerinden daha geri olduklarını gösteren belirtiler vardır. Ayrıca bu çocukların anne ve babalarının aşırı de­recede hırslı ve titiz oldukları da dikkati çekmektedir. Kekelemeye sesin oluşmasını engelleyen nefes verişler yol açar. Konuşma hareket­lerini sağlayan kaslar birdenbire kasılır, yüz ise hemen hemen her zaman buruştu­rulur. Bazı hastalar kekeleme krizinden sonra normal olarak konuşmaya devam edebilirler. Özel yöntemlerle uygulanan konuşma te­davisi ile kekemeliğin düzeltilmesi müm­kün olmaktadır.



Kelliğe Neden Olan Mantar Hastalığı

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Favus, insandan inscna direkt veya indi-rekt olarak bulaşan, özellikle çocukluk ve gençlik çağında görülen ve ergenlik ça­ğından sonra da devam eden bir mantar hastalığıdır. Etkeni olan Achorion schönleini en çok saçlı deride yerleşen bir man­tardır. Tırnak ve deride de görülebilir.Hastalık yerleştiği yere göre isimler alır. Saçlı deride görüldüğünde favus kapilliti veya kellik; yüz, el, kol derisinde favus kor-poris, tırnaklarda yerleştiğinde onikomikozis adı verilir. Saçlı deride görülen favus kapillitide, yu­varlak, muntazam, 3-15 mm. çapında, 1-2 mm. yüksekliğinde, merkezinde saç bulu­nan, kükürt sarısı renginde, gevrek, özel kokulu, çanak şeklinde lezyonlar vardır. Sonra buraları kabuklanır ve kabuk dökül­dükten sonra yerinde parlak bir sikatris dokusu yeni iz bırakır. Sikaîris teşekkül eden hasta kısımlarda bir daha saç çık­maz.

Hastalığın tedavisi antifungal denilen ilaç­larla (Griseofulvin) yapılır.



Kemiklerin Yumuşamasına Neden Olan Hastalık

3 May, 2008 Hastalıklar, Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-K

Kemiklerin sağlamlığını sağlayan, kalsi­yum (Ca) ve fosfor (P) elementleridir. Bun­ların barsaktan emilmesini ve kemiklere oturmasını ise D vitamini sağlar. Vücutta D vitamininin çeşitli nedenlerle yokluğu ha­linde ise kalsiyum ve fosforun kemiklere oturamaması nedeniyle kemikler yumuşar. Erişkinlerde görülen bu tabloya osteoma­lasi, çocuklarda ise raşitizm denir D vi­tamini eksikliği birçok sebepten ilen ge­lebilir Besinlerle yeterince D vitamini alı­namaması (Beslenme bozukluğu, sürekli olarak belirli besinlerle beslenme sonucu) bir avıtammoz halı görülebilir Sindirim sis­teminin çeşitli hastalıkları nedeniyle kalsi­yum ve fosforun emılememesı veya mide, barsak ameliyatlarından sonra emılım ortamının ortadan kalkması da osteomalo sıye yol açabilir Ayrıca D vitamini meta­bolizmasındaki bozukluğa bağlı olarak da bu kemik hastalığı ortaya çıkar. Bazı nadir böbrek yetmezliği vakalarında ise vücutta D vitaminine karşı direnç oluş­makta ve bu nedenle D vitamini etkili ola­mamaktadır. Osteomalasının vücutta meydana getirdi­ği tablo raşitizme benzer Vücut ağırlığı nı taşıyan ayaklarda şekil bozuklukları, eğilmeler meydana gelir Butun kemiklerde yaygın ağrı ve hassasiyet vardır Hastanın kasları zayıf ve güçsüzdür Şiddetli ağrıla­ra neden olan kırılmalar veya çatlamalar meydana gelebilir Tedavide beslenme düzenlenmeli, kalsi­yum ve D vitamininden zengin yiyecekler yenmelidir Başlıca kalsiyum kaynakları sut ve sütten yapılan yiyeceklerdir Tere­yağı, yumurta ve balıkyağı ise D vitami­ninden zengin besinlerdir Sindirim siste­minde D vitamini ve kalsiyum emılımını bo­zan hastalıklarda ise bu hastalıkların dü­zeltilmesi gerekir



Keratoz Hakkında Bilgi

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Derideki korneum tabakasının artmasına keratoz denir. Deri, kuru sert, kirli beyaz, sarımtırak renkte, az veya çok çıkıntılıdır. Bu keratozik değişiklik derinin bir bölümünde bölgesel ya da tüm vucudu kapla­yacak biçimde yaygın olabilir. Iktiyoz (ıchtıyosıs) denilen yaygın keratoz ya doğuştan veya yasamın ilk yıllarında başlayan ailevi bir hastalıktır Deri esmer gri renkte olup üzerı balık pulu tarzında kabuklarla örtülüdür Keratosıs pılarıs denilen hastalık ise daha çok 3-14 yaşlarında kızlarda görülen ve ergenlik çağı ile artan bir den hastalığı­dır Özellikle kol ve bacakların dış yüzle­ri ile kalçalarda yerleşir Kıl keseciklerine yerleşmiş çok sayıda beyaz veya kırmızı renkte çıkıntılar, deriye rende manzarası vermiştir Tedavide asit salısılıklı pomat­lar ile A ve C vitaminler-faydalarii önerilmektedir Bölgesel olarak meydana gelen keratozlar arasında yaşlı kimselerin sırt ve göğüsleri ile daha nadir olarak yüzlerinde meydana gelen siğilleri (verruaa senılıs) sayabiliriz. Bu gibi siğiller elektroketer ile yakılarak tedavi edilebilirler. Ayakkabı vurmasına bağlı olarak meyda­na gelen nasır (oor) da duz veya çıkıntı­lı, sarımtırak, ağrılı kuçuk hiperkeratozlardır Tedavisi için yumuşatıcı sıcak su ban­yosundan sonra asit salısılık solüsyonları (Santa nasır ilacı) surulur veya özel plas­terler yapıştırılır Nasırdan korunmak ıcın dar ve sıkı ayakkabı giymekten kaçınma­lıdır.



Kıkırdak Hastalıkları

7 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kıkırdak, kemiklerin birbirine eklemlendi­ği yerlerde bulunur. Son derece düzgün, elastik ve sertliğiyle belirlenen, beyaz, ya­rı geçirgen, bağlayıcı bir dokudur. Omurgada, omurlar arasında kıkırdaktan yapılı yuvarlak diskler vardır. Bunlar omurganın maruz kaldığı gerilimlerde sarsın­tıyı bir tampon gibi azaltır ve gerilmeye karşı da omurganın esnekliğini sağlarlar. Bu disklerin yerinden oynaması disk kay­ması dediğimiz hastalığa neden olabilir. Bacak, kol ve parmakların oynak eklemle­rini örten kıkırdaklar bu organların sessiz ve rahat hareket etmelerini sağlarlar. Bur­nun ucunda, gözkapaklarında, kulaklarda ve soluk borusunda da kıkırdak vardır.

Birçok romatizmal kemik hastalıklarında kıkırdak dokusu da hastalığa katılır. Bazı kemik hastalıklarında kemiklerin epifiz adı verilen buyume noktalarında meydana ge­len bozukluk nedeniyle büyüme durur ve cücelik meydana gelir, Akondroplazi deni­len bu kıkırdak hastalığının tedavisi yoktur. Kondrodisplazi (Marfan sendromu) denen diğer bir kalıtımsal bağdokusu has­talığında ise tersine, uzun kemikler ileri derecede uzar. On yaşından evvel teşhis edilecek olursa bu gibi kız çocuklarında östrojenler kullanılarak erken bir puberte meydana getirilir. Böylece boy uzaması durdurulabilir.

Kıkırdak dokusu örselenip parçalanabilir ve eklem çevresinde sinovya dediğimiz kı­lıf içine eklem boşluğuna düşebilir. Bazen kıkırdak dokusu kireçlenir yani kalsifikasyona uğrayarak osteokondrom dediğimiz hastalığı meydana getirir. Tümöral bir ge­lişme olan kondrosarkomdan ayırt edil­mesi ancak uzman doktorların muayene­leri ile mümkün olabilir.



Kıl Dönmesi

25 Tem, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kıl dönmesi ifade ettiği mana bakımından derinin dermis tabakasında meydana gelen kılın ilerlediği yolu şaşırarak ciltten dışarı çıkamayarak deri altında uzaması halidir. Bu tarz kıl dönmesi kılın olduğu ve kökünden çekildiği vücudun her bölgesinde meydana gelebilir. .Bu çeşit kıl dönmesi daha çok batık veya kıl batması olarak izah edilir..

Kıl dönmesi rahatsızlığı terimi geleneksel olarak kuyruk sokumunda meydana gelen kıl yumağı için kullanılmaktadır. Fakat bu anlayış kesinlikle eski ve yanlış bilgilerden kalan bir addır ve yeni bir ad bulunmadığından hastalığı tam tarif etmemesine karşın bugün hala kullanılmaya devam etmektedir.

Eski görüşte bu hastalığın doğumsal kaynaklı bir kist olduğu düşünülüyordu bu sebeple KİST DERMOİD SAKRAL olarak adlandırılıyordu. Yeni görüşe göre bir kist değil bir sinüs olduğuna karar verilmiştir ve PİLONİDAL SİNÜS adı kullanılmaktadır.

Çoğunlukla 15-25 yaş grubunda oluşur daha kıllı olmaları nedeniyle erkeklerde 10 kat daha çok oluşur. Toplumda görülme oranı % 1 civarındadır. 30 yaşından sonra kuyruk sokumu bölgesinin deriyi kalınlaştığı için hastalık başlamaz,bu yaşta görülen olaylarda sorunun daha önceden var olduğu ancak tedavinin ertenlediği düşünülür.



Kıllanma İle İlgili Bilgi

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Vücutta kıl fazlalığına hipertrikoz (Hypert-richosis) adı verilir. Fazla kıllılık erkekler için çoğunlukla dert değildir, fakat bir ka­dın için ciddi bir sorun olabilir. Kadınların özellikle alt ve üst çenelerindeki fazla kıl çıkmasının iç salgı bezleriyle ilgili olduğu bilinmektedir. Bezlerin aşırı çalışması kıl­ların aşırı büyümesine yol açabilir. Kadın­larda kılların aşırı büyümesi, menopozu geçtikten sonra olur. Aşırı kıllılığın gideril­mesinde 3 farklı yol bilinmektedir. En gü­venlisi ve genellikle en çok önerileni elek­trik iğnesi kullanılarak yapılan epilasyon-dur. Bu yöntem hem doktor hem de tedavi altındaki kadın için sabır ister. Epilasyon iğnesi kıl köküne sokulur ve kısa bir an için hafif akım verilir. Bir tedavide yalnız 10-15 kıl giderilebilir. Üst dudakta 1200-1500 kılolabileceğinden çok zaman gerekir. En iyi operatörlerin yaptığı epilasyonda bile kıl­ların % 10-50'ye kadar değişen bir miktarı (kıl bezlerini tahrip etmekte kullanılan âkı­mın etkinliğine bağlı olarak) yeniden çıkar.

Aşırı kıllanmanın röntgen ışınları ile gide­rilmesinin tehlikeleri vardır. Sonuçları be­lirsiz ve tehlikesi çok büyük olan bu yön­tem istisnai durumlar dışında kullanılma­malıdır. Kılları yok edecek kadar x ışını do­zu aynı zamanda ciltte kalıcı yaralara yol açabilir.

Aşırı kıilanmadan kurtulmanın geçici çare­leri ise tıraş etmek, sünger taşı ile ovuş­turmak, tüy döküoü merhem kullanmak, ağda yapmak ve diğer yöntemlerdir. Hid­rojen peroksit de bazen tüyleri ağartmak için kullanılır.



Kimler Romatizmaya Yakalanır?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Sağlık Sözlüğü-R

Kimler romatizmaya yakalanır?

Hâd “romatizma umumiyetle 5-15 yaşları arasında bulunan çocuklarda görülür. 25 yaşını geçkin kimselerde ilk defa olarak romatizma görülmesi nadirdir. Erişkinlerdeki romatizma çok defa çocuklukta geçirilen romatizmanın nüksüdür. A hemolitik streptokok enfeksiyonu geçi­ren (meselâ boğaz anjini) çocukların ancak %3 ünde romatizma husule gelir. Demek ki hu­susî bir istidat bulunması şarttır. Daha önce romatizma geçirmiş olanlar anjin, kızıl, v.s. gi­bi streptokok enfeksiyonuna yakalanırlarsa şahsın 50 sinde romatizma nükseder. Romatiz­ma bulaşıcı değildir, fakat romatizmaya sebep olan mikrop bulaşıcıdır (-sâridir). Bazı hekimler romatizma husulünde irsiyetin rolü olduğuna inanmaktadırlar. Anası ba­bası romatizma geçirmişse çocukta da olması muhtemeldir. Romatizma geçiren çocukların %50 sinden fazlasında devamlı bir kalb hastalığı baki kalır. H’omaiizma nasıl teşhis edilir? Halk arasında, eskiden her ateşe sıtma den­diği gibi, her ağrıya da romatizma denip geçi­lir. Hakikaten romatizmanın hemen yirmi-beşten fazla çeşidi vardır. Lâkin esas kalbe vu­ranı, kalb hastalığı yapanı, başlı basma bir tip­tir ki biz buna hâd asıl romatizma hastalığı di­yoruz. Romatizmanın şayanı itimat bir tek ara­zı yoktur. Birçok arazlar bir araya gelir. Umu­miyetle oynak yerleri şişer, kızarır, ağrır, ateş yükselir. Ağrı bir oynaktan ötekine atlar. Çocuk çok fazla terler. Romatizma kalbin dış zarını, iç zarını veya ‘etini hastalandırır. Dış zarında perikardit ya­par, etinde miyokardit husule getirir, iç zarının iltihabına ise andokardit denir. Bazan kalbteki arıza, romatizma gaçirildikten 10-15 sene sonra meydana çıkar. Hattâ hasta ve etrafındakiler böyle bir romatizma geçirildiğini unutmuşlar­dır bile. Bazan da ufak bir anjinden sonra kalb-romatizması husule gelir. Şahıs bunun farkına bile varmaz. İlerde kendisini muayene eden. hekim, kalbinin hasta olduğundan bahsedince hayretler içinde kalır ve (Ama ben romatizma geçirmedim ki) der. Romatizma kalb kapakları­nı ya daraltır veya onları aşındırarak bollaştı-rır. En çok âfete uğrıyan kapaklar mitral ve aorta kapaklarıdır. . İlerde bu kapakların has­talıkları ayrıca anlatılacaktır.



Kısırlık

7 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Döl verme yani çocuk yapma yeteneğinin olmayışına kısırlık veya sterilite, bu gibi kimselere de kısır veya interfil denir Bü­tün memelilerde olduğu gibi insanda da cinsiyet özelliği iki ayrı bireyde yani erkek ve kadında gamet denilen cinsiyet hucrelerinde toplanmıştır. Bu hücreler kadında yumurtalıklarda (över) erkekte ise husye­lerde (testıs) yapılmaktadır. Ancak bu ıkı tip cinsiyet hücresinin veya tohumunun birleşmesi yeni bir insan yavrusunu mey­dana getirebilmektedir. Çocuk yapmak istedıklerı ve hiçbir korunma önlemi alma­dıkları halde normal evliliklerini yaşayan çiftlerin ıkı sene içinde çocukları olma­dığında eşlerden birinde veya her ikisinde birden kısırlık olabileceği düşünülmekte­dir Memleketimizde bu ölçülere göre kısırlık oranı ortalama %12-15 civarında bulunmaktadır. Evlendiklerinden beri hiç çocuğu olma­yanların kısırlık durumuna prımer sterılıte, bir veya daha fazla çocuğa sahip olduk­tan sonra, istediği halde tekrar çocukları olmayanların durumuna ise sekonder ste­rılıte denir. Kısırlık erkeklerde sanıldığından daha az değildir. Araştırılması kolay olduğundan doktora başvuran evli çiftlerde kısırlık muayenelerine önce erkeklerden başla­mak doğrudur.

Kısırlık sebepleri genital organ hastalık­larından, hormonal sebeplerden ve yumur­tanın yani tohumun bozukluğundan veya hiç olmayışından kaynaklanabilir. Kısırlık sorununda cinsel birleşme yani koitus şekilleri, zamanı ve cinsiyet organ­larının anatomik ve fizyolojik durumları da dikkate alınması gereken faktörlerdir. Yumurtlama (ovulasyon) zamanına rastla­mayan birleşmelerin veya içinde tohum hücreleri bulunmayan erkek menisinin fiz­yolojik olarak verimli olamayacağı açıktır. Aynı şekilde ovulasyonsuz âdet gören bir kadının (anovulatuvar siklüs) da çocuğu­nun olması beklenemez.

Kadınlarda yumurtlamanın mevcut olup olmadığını ve buna bağlı olarak endomet-riumunda hormonal değişmelerin meyda­na gelip gelmediğini anlamak için probe kürtaj, bazal temperatür grafiği, vaginal smear gibi birçok yöntemler kullanılmak tadır. Ayrıoa idrarla yapılacak hormon analizleri de ovulasyon zamanını tayin edebilmektedir. Rahim ağzında bulunan ve servikal müküs denen tıkacın hormonal ve biyolojik yapısı da kısırlık sorununda önemlidir. Cinsel temastan sonra yapılan bazı mua­yenelerde (post-koital test) bu tıkacın spermlerin rahim içine girmesine yardımcı olup olmadığı da araştırılır. Kısırlık sebeplerinden biri de geçirilmiş bir hastalık (kabakulak, tüberküloz, salpenjit, peritonit v.b.) nedeniyle yumurtalık yolla­rının yani tubaların tıkanmış olmasıdır.

Bunu anlamak için vaginadan rahim içine şırınga edilen rudyoopak madde ile uterusun ve tubaların röntgen filmini çekmek yani histerosalpengografi yapmak gerek­lidir. Son zamanlarda karın içindeki or­ganları, yumurtalıkları, tubaları ve diğer oluşumları görmek için endoskopik yön­temler geliştirilmiştir. Yumurtalıkların bü­yük ve kistik bir durum alması, az âdet görme (oligomenore veya amenore) ve kıllanma (hirsutismus) gibi belirtilerle ta­rif edilen Stein-Leventhal sendromunda da kısırlık görülmektedir.

Erkeklerin geçirdiği bazı hastalıklar (tü­berküloz, orşit, varikosel v.b.) sonucu kı­sır kalmış olmaları mümkündür. Erkekle­rin bir boşalımda çıkardıkları meninin laboratuvar tetkiki ile elde edilen değerlen­dirmeye spermogram denir. Kısırlık bakı­mından erkek spermlerinin sayısı, hare­ketliliği ve şekilleri önemli olduğu gibi, cinsiyet organının da cinsel birleşmeyi sürdürecek yetenekte olması yani sert­leşmesi (ereksiyon) gereklidir. İktidarsız­lık (impotans) erkeklerde başlıca kısırlık sebebidir. Bu gibi vakalarda kocanın sper­minin anneye verilmesi demek olan artifisiyel inseminasyon yöntemine başvuru­labilir. Sperm sayısı az olan oligospermi vakaları bazı hormonlarla tedavi edile­bilirler. Kadınlarda kısırlığın tedavisi için önce her yönden araştırma yapılıp asıl sebebin bulunmaya çalışılması gerekir. Bu tetkik­ler arasında beyin grafısi, probe kürtaj hısterosalpengografi, hormon analizleri v.b. sayılabilir. Ovulasyon görülmeyen va­kalarda ovulasyonu uyarıcı ilaçlar (Klomifem, Fertodur, Sitimovul v.b.) kullanılır. Yumurtalık yollarının tıkalı olduğu vaka­larda tubaları açmak için hidro tubasyon yapılabilir. Yani uterus içine kollumdan ilaçlı su sıkarak basınç ile tıkanıklığın açıl­ması sağlanabilir. Ayrıca Steın-Leventhal sendromunda över rezeksiyonu ameliyat, tuba tıkanıklıkların­da tuba plastiği ameliyatları (salpingolizis, anastomoz, komual emplantasyon vb. yapılabilir.



Kızamık

10 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Kızamık (Rubeola) çok bulaşıcı ve salgın­lar yapan bir enfeksiyon hastalığıdır. Morbillı rougeole veya measles gibi isimler de verilen hastalığın etkeni kızamık virüsüdür. Virüsün kuluçka devresi ıkı haftadır. Has­talık kuçuk çocuklarda nezle şeklinde yanı burun akması, hapşırık, göz yaşarması, öksürük ile başlar. Baş ağrısı, ateş yük­selmesi ve ağız içinde koplık lekeler de­nilen, etrafı kırmızı, ortası beyaz sivilcele­rin görülmesi ile teşhis konur. Daha sonra 3-4 gun içerisinde kulak arkasında, boyun­da, alında başlayan deri döküntüleri sü­ratle yüze, kol ve bacaklara, butun vücuda yayılır. Başlangıçta birbirinden ayrı olan kırmızı lekeler birleşir, sivilce haline ge­len döküntü zamanla solar, yerinde bir hafta kadar kalan kahverengi lekeler bı­rakır. Lenf bezleri genellikle şişer. Kızamığın en sık görülen komplıkasyonu yukarı solunum yolları enfeksiyonu (bronsıt, bronkopnomonı) orta kulak iltihabı (otıtıs medıa) ve gözde kornea ulseras-yonlarıdır Kızamık enfeksiyonu beyne yer­leştiğinde oldurucu ansefalıte sebep ola­bilir. Vırus enfeksiyonu olduğu için kızamığın özel bir tedavisi yoktur Hastalığın en bu­laşıcı olduğu devre ilk ıkı gun içinde yanı nezle devri olduğundan, dokuntu başladık­tan sonra çocuğu ayırmanın anlamı yok­tur Ancak çocuğu sıcak tutmak, istirahat ettirmek faydalıdır Zayıf düşen organiz­mayı, ust solunum yollarının bakterıyel enfeksiyonlarından korumak için antıbıotık yapılabilir Hastalık geçirildikten sonra omur boyu bağışıklık oluşur

Kızamıktan korunmak, hastalığa karşı ak­tif bağışıklık kazanmak için butun sağlıklı bebekleri en uygun olan zamanda yanı 15 aylıkken aşılamalıdır. Inaktıve edilmiş yanı olu vırus’e hazırlan­mış aşıların koruyuculuğu az olduğu için bugün kullanılmamaktadır Sürekli bağı­şıklık kazanmak için uygun doku kulturun de üretilmiş canlı fakat zayıflatılmış vırus aşısı (Meruvaux) yapılmalıdır

Aşılanmamış çocukları salgınlar sırasın­da hastalıktan korumak, pasif bir bağışık­lık sağlamak için kilo başına 0,04 mi gam­ma globulın (ISG) ve ayrıca aşı yapılma­lıdır Aşının bir komplıkasyonu olmadığı gibi, ust üste aşılanmanın da bir sakıncası yoktur Aşıdan sonraki 5-10 günlerde ateş ve hafif bir dokuntu belırebılır.



Kızamıkçık

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kızamığa benzediği ve 3 gun surduğu için kızamıkçık (Rubella) (German Measles) adı verilen, virutık, dokuntulu ve bulaşıcı bir hastalıktır. Kızamıkçık salgını 3-4 yıl aralıklarla, ge­nellikle bahar başlangıcında kızamıkla bir­likte ortaya çıkar Kızamıkçık her yaşta in­sanda gorulur, fakat bebeklerde ve 4 ya­şının altındaki çocuklarda olağan değildir. Genellikle daha buyuk çocuklarda ve yeni yetişkinlerde sık sık ortaya çıkar Gebe­likte kızamıkçığa yakalanmak doğacak ço­cuğun sakatlanmasına neden olabilece­ğinden tehlikeli sayılır. Kızamıkçık, kızamık gibi genellikle tükürükle etrafa saçılan mikroplarla (damlacık enfeksiyonu) ve doğrudan temasla geçer Kuluçka donemi 14-19 gun kadardır De­ride kızıllıklar başlamadan önce, bulaşıcı donem genellikle 1 veya 2 gundur

Gençlerde ilk belirtiler hafif ateş yüksel­mesi, burun akıntısı ve boğaz ağrısı şek­lindedir Yetişkinlerde ise başağrısı, hal­sizlik, kırıklık, hafif ateş, boğaz ağrısı, baştaki ve boyundaki lenf bezlerinin şiş­mesi (adenomegalı) ile birlikte ortaya çı­kabilir Genellikle kızarıklıklar şeklindeki döküntüler hasta tarafından farkedılen ilk belirtilerdir 24 veya 48 saat içinde yüzde, başta, saç diplerinde, kulakların arkasın­da görünürler ve butun vücuda yayılırlar. Bu kırmızı lekeler kızıldakilere benzerler ve kızamıktakinden daha kırmızıdırlar. Kı­zamıkçıkta koplik lekeleri görülmez. Ka­şıntı önce hafiftir, sonra kırmızı noktala­rın çevresinde şiddetlenir. Kırmızı lekeler 3 gün kadar devam eder ve kabuklanarak kurur. Kaşınmaya karşı Sipraktin, Prakten gibi ilaçlar verilir.

Genel tedavisi kızamıktaki gibidir. Hasta, ateşi normale dönene ve kırmızılıklar kay­bolana kadar yatakta kalmalıdır. Teşhis edilinceye kadar artık bulaşma olasılığı kalmadığından tecrit gerekmez. Kızamık­çık tehlikeli değildir, ancak bakteriyel en­feksiyonlar işe karışınca penisilin yapıla­bilir. Kızamıkçığın bir kere geçirilmesi bağışık­lık kazandırır. Hastanın yatağı, çamaşır­ları dezenfekte edilmeli ve hasta odası havalandırılmalıdır. Kızamıkçık olan ço­cuklar, hastalığın ilk belirtisinden sonra 3 hafta süre ile okuldan uzak tutulmalıdır. Gebe kadınların kızamıkçığa yakalanması önlenmelidir. Kızamıkçık geçirmemiş ve aşılanmamış bir gebenin kızamıkçık sal­gınında gamma globülin yapılmak sure­tiyle korunması mümkündür, fakat gamma globülin fetüsü koruyamaz.

Kızamıkçık, gebe kadında ilk üç ay içinde fetüsün ölümüne veya sakat doğmasına neden olabilir. Fetüste görülebilecek ano­maliler, göz bozuklukları, (katarakt, glo­kom vb.), kalp hastalıkları (Fallot tetralojisi, kalpte delik bulunması), sinir sistemi bozuklukları (zekâ geriliği, mikrosefalı’, ensefalit, spastik felç), kan bozuklukları (trombositopeni, purpura) gibi çok çeşit­lidir. Bu anomalilerin görülme olasılığı ge­beliğin ilk ayında %50, ikinci ayında %30, üçüncü ayda %10, dördüncü ayda %5dir.

Yeni doğan bebek virüs taşıyabileceğin-, den diğer bebekleri korumak için tecrit edilmesi doğru olur.



Kızıl Hastalığı

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kızıl (Scarlet Fever) deride kırmızı kabar­cıkların oluşmasıyla beliren, akut, bulaşıcı, döküntülü bir hastalıktır. Etkeni A grubu hemolitik streptokok denen mikroplar ve onların toksinleridir. Beş ile altı yaş ara­sındaki çocuklarda, çoğunlukla sonbahar ve kış mevsimlerinde görülür. Bir yaşından küçük çocuklar, ender olarak bu hastalığa yakalanabilirler. Belki de bu durum, on­ların kanında annelerinden aldıkları, ko­runmayı sağlayan bağışıklık cisimlerinin yani antikorların bulunmasından kaynak­lanır. Hastalığın kuluçka devresi yaklaşık olarak 3-5 gündür. Hastalıklı kimseyle ilişkide bu­lunduktan 1-2 gün sonra şiddetli boğaz ağrısı (tonsillit, farenjit), bulantı, kusma ve titreme gibi belirtilerle başlar. Nabız yükselir, ateş 40C°’a çıkar ve çocukta şid­detli başağrısı görülebilir. Çene altı lenf bezlerinin şiştiği görülmüştür. Döküntüler çoğunlukla göğüste ve boyun­da görülen, sonradan da bütün vücuda yayılan, küçük, parlak, kırmızı noktacık­lardır. Lekelerin çokluğu ve sıklığı sanki kırmızı mürekkep sürülmüş gibi bir görün­tü verir. Lekelerin, yüzden çok vücudu et­kilemesine rağmen yüksek ateş nedeniyle lekeler yüzde de görülür. Ancak kızamık-takinin aksine ağız çevresinde leke bulun­maz. Bu durum, ikküç gün sürebileceği gi­bi,cildin normal rengini yeniden kazanması bir hafta ya da daha fazla sürebilir. Kızılın görülmesinden on gün ya da iki hafta son­ra, deri soyulmaya başlar. Elde ya da ayakta deri soyulmaya başlar veya kabuk halinde düşer. Dişler, tırnaklar ve zaman zaman da saç gibi, vücudun bütün kısım­ları bundan etkilenir. Dil, kırmızı-beyaz be­nekli ve şiştir. Bu duruma ağaç çileği dili denir.

Kızıl, damlacık enfeksiyonu ile ya da has­talıklı kişinin salgılarıyla doğrudan temas yoluyla geçer. Hastanın burnundan ya da boğazından gelen salgıları taşımadıktan sonra, soyulan deri zararsızdır. Kızıl, öteki döküntülü hastalıklara kıyasla genellikle hafif bir enfeksiyon şeklinde seyrederse de, tehlikeli komplikasyonlara yol açabilir. Hastalığın erken komplikas-yonları sinüzit, orta kulak iltihabı, periton-silerapse, pnömoni, ampiyem, perikardit, artrit ve menenjittir. Hastalığı geçirdikten 2-3 hafta sonra görülen böbrek hastalığı (akut glomerulonefrit) veya akut romatiz­ma ise streptokoklara karşı aşırı bir du­yarlık sonucu meydana gelmiş gec komp-likasyonlardır.

Birçok kişi hayatlarında daha önce hafif bir şekilde kızıl geçirmişlerdir. Ancak has­talığa yanlış teşhis konulmuş ya da hiç farkedilmemiştir, ama kişi bağışıklık ka­zanmıştır. Bu da kızılın neden öteki has­talıklardan daha hafif olarak kabul edil­diğinin bir kanıtıdır. Hastalığı çok hafif bile olsa bir defa geçirmek insana hayat boyu bağışıklık kazandırır. Streptokok toksininin bir miktarı kızıl ge-çir-memiş bir kişiye enjekte edilirse, deride bir kırmızılık (eritem) meydana gelir. Bu teste Dick testi denir. Hastalığa bağışık­lığı olmayan kimselerde ise eritem olmaz, yani Dick testi negatiftir. Dick testi pozitif olanlara koruyucu olarak kızıl aşısı yapı­labilir. Kızılın yayılmasını önlemede en et­kili yol, özellikle burundan, boğazdan ya da kulaklardan gelen akıntının aktif oldu­ğu devrelerde, hastalıklı kişilerle temas edilmemesidir. Ateş devam ettiği sürece hafif bir diyet önerilir. Hastaya ateş düştükten sonra, deride soyulma başlayıncaya kadar sulu besinler verilmeli, daha sonra, vitamin, mi­neral ve protein bakımından zengin besin­ler, süt ve yeşil sebzeler diyete eklenme­lidir. Hastalığın tedavisi anitibiotik (peni­silin) ile yapılır. Genellikle hastanın soğuk­tan korunarak, yatakta en az üç hafta kal­ması sağlanır. Derinin dökülmesi arasında ılık suyla sünger banyosu yaptırılabilir. Boğaz ağrısını geçirmek için ateş düşürü­cü ve ağrı kesiciler (Aspirin, piramıdon) ve” boğaz antisepsisi için gargara yararlı ola­bilir. Hastaya bakan kişi mikroplara sürekli maruz kalacağından kızıl geçirmiş biri ol­ması tercih edilir.

Penisilinin bulunuşundan sonra kızılın teh­likesi azalmıştır.



Kalp Romatizması

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Hemen ikiyüz yıldanberi romatizma ile kalb hastalığı arasında bir münasebet bulunduğu bilinmektedir. Kuşpalazı, dizanteri, boğmaca vesair çocukluk hastalıkları kontrol altına ahnalıdan beri romatizma yegâne çocukluk düş­manlarından biri olarak kalmış bulunuyor. Ro­matizma yalnız çocukluk hastalığı değildir, gençler de onun pençesine düşebilir. Bilhassa mikrobun yayılmasına müsait kışla, okul gibi yerlerde yaşıyanlar arasında romatizma salgın halini alabilir. Nitekim Amerikan Ordusunda romatizma son savaş esnasında büyük bir me­sele teşkil etmiştir.



Kolera

12 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kolera, fazla sayıda ishal ve kusma ile çok miktarda sıvı ve elektrolit kaybedilme­sine sebep olan bir ince barsak hastalı­ğıdır.

XIX. yüzyılda Hindistan’da Bengal’de gö­rülen hastalık ticaret yollarıyla yayılmış, 1817'de Japonya’da, 1826'da Moskova’da, 1831'de Berlin’de, Paris’te ve Londra’da salgınlar yapmıştır. Daha sonra Londra’dan göçmenlerle Kanada’ya ulaşan salgınlar birçok insanın ölümüne neden olmuştur. Örnek vermek için 1892'de Hamburg’da çıkan bir salgında 17.000 kişinin hastalan­dığını ve yarısının öldüğünü söylemeliyiz. Klasik koleranın etkeni, Vibrio cholerae (Vibrio comma) adı verilen, virgü! şeklin­de, hareketli, gram negatif bir bakteridir. Kolera vibriyonu asitlere, ısıya ve kuru­luğa çok hassastır. Çeşitli eşya ve besin­ler üzerinde birkaç gün canlı kalabilir.

Kolera etkeni, ağız yoluyla bulaşır. Kuluç­ka devri birkaç saatten 1 haftaya kadar değişir. Genellikle 5 saat ile 3 gün ara­sında kabul edilir. Hastalık, kuluçka dev­rini takiben ani ishal ve kusmalarla baş­lar. İshal sırasında karın ağrısı yoktur, dış­kı adeta boşalır tarzda çıkar. Pirinç suyu gibi bulanık olan dışkının içinde pirinç ta­neleri şeklinde taneler (flakonlar) vardır. Ağır vakalarda hasta günde 15-20 litre arasında su kaybeder. Koltuk altı ısısı 32-35°C’ye düşerken, makattan alınan rek-tal ısı 38-39°C’ye çıkar. Dehidratasyon ya­ni su kaybı nedeniyle dil kurur, gözler çukura kaçar, yüz kederli ve endişeli bir hal alır. Eller, fazla su kaybı nedeniyle «çamaşırcı eli» tabir edilen şekilde buru­şur. Fazla su kaybetmiş hastalarda en çok bal­dırlarda, daha sonra ön kolda ve karın kaslarında kramplar meydana gelir. Ko­leraya yakalanmış gebe kadınların hemen yarısında düşük olur. Hastalarda ses kı­sıklığı, kulak çınlaması ve işitme bozuklu­ğu, reflekslerin azalması görülür. Bilhassa göz refleksleri kaybolur, pupillalar genişler ve göz kapakları tam olarak kapanmaz.

Bu belirtilerin görüldüğü safhaya stadium algidum adı verilir ve genellikle 3-5 gün sürer. Koleradan ölümlerin 2/3'ü bu saf­hada olur. Bu safhayı geçirenler, yavaş yavaş iyileşme dönemine girerler. Kolera mikrobu alan herkes hastalanmaz. Ağız yoluyla alınan vibriyonlar midede asit etkisi ile ölebilirler. Bazı kimseler ise in-feksiyondan sonra dışkıları ile vibriyon çı­karırlar, fakat hastalık belirtileri göster­mezler, yani porton olurlar. Bazı kimselerde kolera, günde 2-3 defa az şekilli veya sulu dışkı ile kendini belli eden, hafif bir has­talık şeklinde seyreder. Buna «kolera di-yaresi» denir. Ağır vakaiardaki belirtilerin, 2-3 gün içinde iyileşmesi halinde «kolerin» den bahsedilir. Kolera vibriyonları portör, hasta ve nekahatte olanların dışkıları ile atılır ve kolera hastalığı bu vibriyonların ağız yoluy­la alınması ile bulaşır. Vibriyon için tek kaynak insandır. Hastalardı ve portörlerin çıkardığı vibriyonların suya karışması pek çok kimsenin hastalanmasına ve geniş salgınlara sebep olur. Salgınlar bilhassa yaz aylarında meydana gelir. Koleradan korunmak için hastaların en yakın sağlık kuruluşuna ihbar edilmesi ve dışarıyla temasının kesilmesi lazımdır. Şüpheli şahıslarda portör kontrolü yapmak gerekir. Hasta ile temas edenler veya ko­lera bulunan bir yerden gelenler 5 gün karantinaya alınırlar. Dezenfekte edilmiş bol su temini, düzgün kanalizasyon tesi­satı en önemli hususlardır. Kanalizasyon bulunmayan yerlerde talimata uygun hela çukurları açılması lazımdır. Kolera vakaları görülen bir bölgede, so­kakta her türlü yiyecek ve içeceğin açıkta satılması, lokantada soğuk içecek ve ye­mek servisi yasaklanır. Çiğ yenen meyve ve sebzeler önemli bir infeksiyon kayna­ğıdır.

Koleraya karşı birçok aşılar vardır. Fakat diğer aşılarda olduğu gibi salgınlar olma­dığında yaygın bir kullanımı yoktur.



Konuşma Bozuklukları

13 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K, Çocuk Sağlığı

Konuşma insanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları bir dizi sesin ağızdan düzgün şekilde çıkarılmasıdır. Başka bir deyişle insanların duruş şekli ve mimik­lerinin yanı sıra fikir, bilgi ve düşüncelerini başkalarına anlatmaya da konuşma denir. Konuşma ile görevli organlar beyin, gırt­lak, ağız ve burun boşluklarıdır. İnsan sesi hayvanların çoğunda olduğu gibi nefes veriş sırasında akciğerlerden çıkmakta olan hava, gırtlaktaki ses telleri arasın­dan geçerken meydana getirilmektedir.

Gırtlağın içindeki boşluk iki tarafta altlı üstlü iki çift ses teli ile daraltılmıştır, Üst­teki ses telleri içinde musculus vocalts de­nen ses kasları vardır. İnsanlar beyindeki konuşma merkezinden gelen emirlerle bu tellerin gerilimini düzenlemek yeteneğine sahiptir. Konuşma fonksiyonunda yardım­cı olan yutak, ağız ve burun gibi organlar sesin konuşma şekline dönüşmesini sağ­larlar. Çocukların çıkardığı anlamsız ses­ler birinci yılın sonunda anadilindeki ses­lere benzemeye başlarlar. Çocuklar ilk beş yıl içinde iyi bir şekilde konuşmayı, hece­leri düzgün bir şekilde bağlamayı yani artikülasyonu öğrenirler. Çocukluktaki ko­nuşma bozuklukları, ses ve artikülasyon kusurları ile santral dil bozuklukları şek­linde görülür.

Ağız, damak ve dil anormalliklerinden ve bu organları işleten merkezlerin hastalık­larından kaynaklanan artikülasyon bozuk­luklarına dizartri adı verilir. Kekeleme gibi bazı artikülasyon bozuklukları yapısal, ya da nöromüsküler kusurlar olmaksızın da gelişebilir.

Eğer ses burun yoluyla çıkıyorsa burun sesi olarak adlandırılır ve hımhım konuş­madan söz edilir.

En sık rastlanan ses bozuklukları ses kı­sıklığı yani disfoni ya da sesin tamamen kaybolması demek olan afonidir. Ses tel­lerinin ve gırtlağın şeklinin, iltihap (larenjit) veya tümoral gelişme (nodul veya gırt­lak kanseri) bozulması sonucu meydana gelebilir. Ayrıca ses tellerinin iritasyonu veya vagus sinirinin felci de ses bozuklu­ğuna yol açabilir.



Köpek Kisti

11 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kist hitatik asıl kaynağı köpekler olan ekinokok parazitinin (Taenia echinococus) insanda yaptığı kistik bir hastalık olup en çok karaciğerde görülür. Ev köpeği, kurt veya tilki gibi hayvanların barsağında ya­şayan yassı solucan ve yumurtaları dışkı ile dışarıya atılır. Bu dışkı ile bulaşmış su veya yiyeceklerin koyun veya insan tara­fından yenmesiyle de solucanın embriyon­ları ara konağa geçmiş ve evrimlerini sür­dürmüş olurlar. Barsaktan dolaşıma geçen embriyonlar karaciğere gelip yerleşir veya buradan da akciğere veya beyne geçebi­lirler. Bu organlarda solucan, kist haline geçer. Kistlerin içinde bir sıvı ve iç cida­rında zamanla büyüyüp serbest hale ge­çen yavru hücreler vardır. Bu keselere kist hidatik adı verilir. Her bir yavru hücrenin dokulara gidip kist hidatik yapma yetene­ği vardır. Bu kistlerin bulunduğu dışkının köpek tarafından yenmesiyle solucan ha­yat evrimini tamamlamış olur.

Karaciğerde yerleşen hidatik kistler yavaş buyurk ve geç belirti verirler. Zamanla karaciğerlerin altına doğru büyüyen kist karında bir şişlik meydana getirir. Kompleman birleşmesi testi (Casoni reaksiyo­nu) yapılarak hastalık teşhis edilebilir. Ay­rıca kanda eozinofillerin artması da tipik bir belirtidir.

Hastalığın belirtileri kistlerin bulunduğu yere göre değişir. Çok kere kaşıntı, urtiker gibi alerjik belirtiler, hafif bir sarılık ve karında ağrısız bir büyüme vardır. Röntgen filminde ve son zamanlarda yapılan sintigrafilerle (scanning) kist cidarları belirgin olarak görülebilir.

Beyinde oluşan kistlerepilepsiye veya fel­ce neden olabilirler. Akciğer kist hidatiği hemoptizi yapabilir. Kistler seyrek olarak kendiliğinden patlar ve içlerindeki sıvı anafilaktik şoka sebep olabilir.

Tedavi, kistlerin ameliyatla ve patlatılma­dan bütünüyle çıkarılması şeklinde yapıl­dığında başarılıdır.



KORONER YETMEZLİĞİ (KALP DAMARLARININ SERTLEŞMESİ)

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Kalp damarlarının sertleşmesi ( KORONER YETMEZLİĞİ):

Kalbi besleyen damarlara koroner damar­ları veya taç damarları dendiğini daha evvel söylemiştik. Normal hallerde bu koroner da­marlar elâstikîdir, yumuşaktır. Heyecanla, yol yürümek, yokuş çıkmakla vücudun kana ihti­yacı arttığı vakit kalb de bu ihtiyacı karşıla­mak üzere fazla çarpar, kuvvetli atar ve vücu­da giden kan miktarı artar. Lâkin kalbin de eti vardır, binaenaleyh kendisi fazla çalıştığında bizzat kalb etinin de kana ihtiyacı artar. İşte bu fazla kanı temin için kalb damarları (koronerler) genişler, istirahatte iken kapalı duran kalb damarları açılır ve kalb etine istirahattekinden fazla kan gelir. Şayet herhangibir sebep­le bu kalb damarları sertleşir, daralırlarsa icab ettiği vakit (yol yürürken, yokuş çıkarken, ko­şarken) genişleyip kalbin muhtaç olduğu fazla kanı temin edemezler. Yani kalb damarları kifayet etmemektedir, işte bu hale koroner yetmezliği denir. Koroner yetmedi­ğinde, kalbin kana ihtiyacı ile kendisine gelen kan miktarı arasında nispetsizlik vardır.

Pratik hayatta koroner yetmezliğinin eıt sık görülen sebebi, kan damarlarının arteryoskleroz neticesi sertleşip daralmasıdır.

Hastalık tablosu

Koroner yetmezliği veya anjin dö puvatrinin en karakteristik arazı ağrıdır. Ağrı, her hastada çeşitli şekillerde olabilir : yakıcı, par­çalayıcı, delici, ezici. Bazılarında kalb menge­ne arasında sıkıştırlıyormuş gibi, bir his var­dır. Bir kısım hastalar da ağrıdan katiyen bah­setmezler, sadece göğüste bir sıkıntı, gaz hissi vardır. Bazan bu hisler ile birlikte geğirme, gaz çıkarma, ekşime olduğundan kimi hastalar bu­nu mideye, gaza atfederler. Halbuki bunlar se­bep değil, neticedir. Sıkıntının yeri göğsün tam ortası veya onun biraz sol tarafı olup oradan sol omuza, sol kolun iç kısmına intişar eder. Bazan boyna, dişlere, boğaza kadar çıkar. Has­talarımdan birinde kalb ağrısı sadece alt çene­ye inhisar etmekte olup diş rahatsızlığına atfe­dilerek bütün dişleri çekilmişti. Diğer bir has­tamda kalb ağrısı sadece sağ omuzda, diğer bi­rinde bademciklerde idi.

Sol kol uyuşur, karıncalanır ve hissizleşebilir. Nöbet bittikten sonra da bu uyuşukluk de­vam edebilir. Göğüs ağrısı ile birlikte ekseriya şiddetli bir ter boşanır, yüzün rengi solar, ba-zan salya bollaşır. Ağrı birkaç dakika, veya en fazla 15 dakika devam eder. Nöbetten sonra bol idrar gelebilir.

Kalb ağrısı nöbetleri ekseriya şu işleri ya­parken gelir : yol yürürken, bilhassa yemekten sonra yol yürünürse, yokuş yukarı çıkılırsa ve­ya rüzgâra karşı yürünürse. Korku, hiddet, büyük aptest ederken ıkınmak. Bazan uyur­ken. Sigara içmek, nadiren kahve içmek de kalb ağrısı husule getirebilir. Nöbetler üst üste gün­de birçok defalar gelebildiği gibi senede ancak 1-2 defa da gelebilir.

Kalp damarlarmda herhangibir hastalık bulunup bulunmadığını en emin surette tesbit eden âlet elektrokardiyograftır. Fakat nöbet haricinde, istirahat esnasında elektrokardiyogram tamamiyle normal olabilir. Bu sebepten ötürü hastaya muayyen bir hareket yaptırılıp arkasından hemen elektrokardiyogram çekmek icabeder. Bu hususta Gülhane Hastanesi 2 nci Dahiliye Kliniğinde Master’in iki basamak tes­ti denen hususi bir merdiven testi yapılmakta . Bu test yaşa, kiloya ve cinse göre ayarlanır. Eskiden yaptırılan 20 defa diz çökmek usu­lü artık tarihe karışmıştır. Master testi Türkiye’de ilk defa kliniğimizde tatbike başlanılmış ve 120 vakaya ait neticeler 1953 yılında yayınlan­mıştır. Ayrıca balistokardiograf denen bir alet­le de kalb damarlarının durumu tesbit edile­bilir. Bu alet de Türkiye’de ilk defa Gülhane 2 nci Dahiliye Kliniğinde kullanılmıştır. 1953 e kadar 300 ü mütecaviz vakada balistokardiogram çekmiş ve sonuçlarını tıbbî mecmualarda yayınlamış bulunuyoruz.



Kötü Bir Deri Hastalığı

18 Mar, 2008 Hastalıklar

Kseroderma pigmentosum doğuştan ve ailevi olarak görülen bir deri hastalığıdır. Hastalık ilk yaşlarda yüz, el ve el sırtı gibi vücudun güneş etkisinde kalan kısımların­da yanık gibi başlar. Kırmızı lekeler çil le­kesine dönüşür ve zamanla deri, kuru, ka­buklu ve damarlı bir hal alır. Ayrıca deri elemanlarının hacimce veya sayıca azal­ması demek olan atrofi vardır. Beyaz atrofik lekeler derinin parşömen gibi incelmiş ve büzülmüş olmasındandır. Bu zemin üze­rinde hiperkeratoz sonucu meydana gelen siğil gibi oluşumlar daha sonra ülserle-şirler. Prekanseröz yani kansere hazırlayıcı has­talıklardan sayılan kseroderma pigmento­sum (xeroderma pigmentosum) genellikle, 10 yaşları dolaylarında kansere veya melanom, sarkom denilen tümörlere dönü­şür. Tedavi için cerrahi yoldan çıkarılmasına çalışılır. Radyoterapi ve elektrokoagulas-yon gibi uygulamalar da yapılmaktadır.



Kramp

18 Mar, 2008 Hastalıklar, Ortapedi

Bir veya bir grup kasın ani ve istemsiz ola­rak kasılmasına kramp adı verilir. Daha ziyade baldır adalelerinde görülür. Bacak .çeriye doğru bükülür, düzgün kuvvetli bir masaj yapılırsa kas gevşer. Özellikle anemik kızlarda yeter derecede kanın gitmemesi nedeniyle gece uykuda bacaklara kramp girer.

Kız, yataktan kal­kıp oturduğu zaman ağrının ve krampın kaybolduğu dikkati çeker. Ağrılı seyreden mide kramplarına da olduk­ça sık rastlanır. Dışarıdan mide gazını giderici ilaçlar ile yardım edilebilir. Bir çay kaşığı karbonatın bir miktar soda ile karıştırılarak içilmesi veya sade su, soda gibi içecekler de yarar­lıdır. Apandisit denen hastalık hemen daima karın krampları ile gelişir. Bu tür bir kramp uzun sürerse derhal bir doktora danışılma­lıdır. Kadınlarda âdet günlerinde rahim kramp­ları olabilir. Karnın alt bölgesine sıcak uy­gulamalar bu gibi kramplarda oldukça ya­rarlıdır.



Kuduz

20 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Kuduz (Rabies) her yolla vücuda girebilen bir virüs ile oluşan, bulaşıcı, akut bir hay­van hastalığıdır. Hastalıklı hayvanın öteki hayvanları ya da insanları ısırması sonucu bulaşır. Köpek hem bu hastalığa en çok yakalanan hem de bu hastalığı insanlara en çok taşıyan hayvandır. Kuduz hastalığının köpekte ilk belirtileri huysuzluk, yutkunmada zorluk ve felçtir. Köpeğin ağzı açıktır ve bu da salya ak­masına neden olur. Kuduzun son devrele­rinde köpek ulumaya, koşmaya, atlayıp sıçramaya ve ısırmaya başlar. Sonunda felç gelir ve köpek ölür. Hastalık son aşa­maya çok ender olarak ulaşır. Çünkü ku­duz köpek hemen teşhis edilir ve öldü­rülür.

Kuduz hastalığını yapan virüs daha bu hastalığın belirtileri görülmeden çok önce hayvanın salyasında belirir. Bu virüs bir hayvanın ısırması ya da başka bir yolla insan vücuduna girdiğinde sinir sistemi yoluyla ilerler. Sonra merkezi sinir siste­mine yani omurilik ve beyne ulaşır. Yüz­deki dudak ve ellerdeki ısırıklar virüsün girdiği yerin beyne daha yakın olması ne­deniyle daha tehlikelidir. Her köpek ısırmasında kuduz olma ola­sılığı göz önüne alınarak mümkünse hay­van 10 gün süreyle göz altında bulundu­rulmalı ve kuduz belirtileri aranmalıdır. İlk yardım olarak, köpeğin ısırdığı yer he­men sıcak sabunlu suyla yıkanmalıdır. Sonra ısırık yerleri ve derin yaralan ucunda kör bir iğne bulunan şırınga ile temizlen­meli ve derhal kuduz hastanesine baş­vurmalıdır. Eğer ısırıklar yüzde ve eldeyse doktor kuduz virüsünün hemen beyne ve sinir sistemine ulaşmasını önlemek için hastaya kuduz serumu (serum antirabi-cum) yapar. Bu, hastalığın kuluçka süresi­ni uzatmaya yarar. Daha sonra aktif bağı­şıklık sağlamak üzere kuduz aşısı (vacci-nun rabicum) yapılır. Aşıya duyarlık bu­lunması veya yüzde ısırıklar olması halinde ve kuduz hayvanla bir arada olan ama hastalık bulaşıp bulaşmadığı anlaşılama­yan küçük çocuklara da aşı uygulanır.

Eğer ısıran hayvan 7 gün sonra hâlâ sağ­lıklı ise doktor uyguladığı tedaviyi durdu­rur. Kuduz hastalığı çoğunlukla mikrobu aldıktan 20 ile 90 gün içinde başlar. Belir­tileri, huysuzluk, korku, hiddet ve ışınlan yerin yanmasıdır.

Hastalık başladığında sesteki hafif boğuk-luk, yutkunma ve nefes almaya yarayan kaslarda spazm olması nedeniyle boğulma hissine yol açar. Hastalığa yakalanmış olan insan yutkunmayla ortaya çıkan acı nedenıyle su içmeyi reddeder. Bu belirti se­bebi ile sudan korkmak anlamına hastalı­ğa hidrofobi de denir. Hastalık ilerledikten sonra olum kaçınılmazdır. Kuduran kimse 2 ila 10 gun içinde ölür. Kuduzu önlemek için en iyi yol butun köpek yavrularını doğduktan hemen sonra kuduza karşı aşılamaktır. Çoğu toplumların ve kentlerin bu konuda kesin kuralları var­dır. Bunlardan bin de köpeklere tasma ta­kılması, sahipsiz köpeklerin başıboş dolaş­malarına engel olunmasıdır



Kuluçka Devresi

20 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-K

Mikropla bulaşan hastalıklarda mikrobun bedenimize girmesi ile hastalık belirtileri­nin görülmeye başlaması arasında geçen devreye kuluçka veya enkübasyon devresi adı verilir. Her bulaşıcı hastalık mikrobu için belirli bir kuluçka devresi vardır. Bu süre uzun veya kısa olabilir. Hem hastalığı teşhis etmek hem de hastayı çevresinden ayırmak yani karantinaya almak için her hastalık için belli olan kuluçka devresinin bilinme­sinde fayda vardır. Difteri (2-5 gün), kızıl (3-5 gün), basilli di­zanteri (1-7 gün), Deng (paçavra hastalığı) (1-3 gün), grip, veba, kolera, lenfositli me­nenjit (1-3 gün) menengokoksik menenjit (1-10 gün), lekeli humma (tifüs) (8-12 gün), sarı humma (3-6 gün) gibi hastalıklarda bu devre kısa, 7 gün kadardır. Çiçek (8-12 gün), su çiçeği (14-18 gün), kızamık (10-11 gün), tifo (7-21), epidemik ensefalit (4-15 gün), boğmaca (7-21 gün) gibi hastalıklarda kuluçka devresi iki haf­ta kadar sürebilir.

Kızamıkçık (10-22 gün), kabakulak (17-21 gün), çoouk felci (9-13 gün) virüs hepatiti, serum hepatiti gibi hastalıklarda ise üç hafta veya daha uzun sürebilir. Kuduzda ortalama 50-60 gündür. Ayrıca mikroplu hastalıkların bir de bulaş­ma devreleri vardır. Çiçek hastalığında kabuklar yok olana kadar hastalık bulaşıcılığını sürdürür. Karantina şarttır. Kıza­mıkçıkta döküntünün başlamasından son­ra bir hafta, kızamıkta ise 1-2 hafta, boğ­macada ise 3 hafta kadardır ve bu süre içinde çocuklar okula gönderilmemelidir.

Bulaşid devre difteride ağız veya burun­dan alınan akıntılarda kültür negatif olana kadar yani mikrop üremesi duruncaya ka­dar, kabakulakta ise lenf bezlerinin şişliği geçene kadar en az 9 gün sürer.



Lösemi

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-L, Çocuk Sağlığı

Lösemi, kandaki akyuvarların kontrolsuz ve anormal çoğalması şeklinde beliren ha­bis bir kan hastalığıdır Halk arasında kan kanseri diye de bilinir Sebebi tam olarak oılınememekte, bazı teoriler ileri sürülmek­tedir Bir çeşit tavuk lösemisinin virüsler­le geçtiği gösterildikten sonra insan löse­misinde de virüslerin rolü araştırılmış fa­kat kesin bir sonuca varılamamıştır Rad­yasyonun lösemi yapıcı etkisi gerek insan.larda yapılan gözlemler. (1945'de Hiroşima ve Nagazakı üzerine atılan atom bombası­nın etkileri) ve gerek hayvan deneyleri ile gösterilmiştir Ayrıca bazı kimyasal mad­delerin (Benzol, ksılol, toluol) de kemik ılığı ıçm zehirleyici olduğu söylenebilir Çunku bu maddelerle çalışan işçilerde yüksek oranda lösemi ve aplastik anemi görülmektedir.Lösemi hastalığı kanda anormal olarak çoğalan lösemik hücrelerin tipine göre lenfoid lösemi, myeloid lösemi vb. değişik isimler alır. Ayrıca hastalığın birden ve hızlı olarak başlayan yani akut şekilleri ile uzun süren yani kronik şekilleri birbi­rinden ayrılır. Akut lösemide kansızlığa bağlı şikâyetler, halsizlik, çabuk yorulma, nefes darlığı gibi belirtiler ön plandadır. Vücut savunmasında önemli rolleri olan lökositlerin eksikliğine bağlı olarak sık sık görülen inatçı enfeksiyonlar lösemi bakı­mından araştırılmalıdır. Ağızda ve boğazda ülserasyonlar vardır. Gene kan hücreleri­nin hastalığına bağlı olarak kanamaya eğilim fazladır. Deride ekimoz denilen kır­mızı - mor lekeler görülür. Dişetlerinde, burunda, gözde ve iç organlarda kanama olabilir. Çocuklarda kemik ağrıları, lenf bezlerinde şişme (adenomegali), dalakta büyüme, lösemilerde görülen belirtilerden­dir. Teşhis kan muayenesi ile konur. Hastaların çoğunda akyuvarların sayısı çok artmıştır.



Madura Ayağı - Maduromikoz Denen Mantar Hastalığı

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Madura Ayağı

Madura ayağı veya maduromikoz (Myce-toma) en çok Hindistan’da görülen tro­pikal bir hastalıktır. Etken olarak çeşitli mantarlar (aktinomiçes, nokardia) göste­rilebilir. Ayakta bir şişlik şeklinde başlar, gittikçe yayılır, abseleşır. Mantar yumuşak dokulardan başka kemigği de harap eder, deride delikler meydana gelir. İyi tedavi edilrnediği takdirde ayağın kesilmesi (omputasyon) gerekebilir.

Tedavide sulfonlar (Avlosulfon), atımıkotikler (Griseofulvin) ve antibiyotikler (pe­nisilin, tetrasiklin) kullanılmaktadır



Mantar Enfeksiyonları-Candida Albicans

6 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-C, Sağlık Sözlüğü-M

Candida Albicans

Sistemik mantar enfeksiyonlarına neden olabilen bir mantardır. Geniş etkili antibiotikler birçok mikropları öldürdüğü halde bu mantarlara zarar vermez, aksine çoğalmalarına neden olabilir.İnsanlarda ağızda tükürükte, vajinada, dışkıda bulunan candida albicans’ın çoğalarak yaptığı hastalığa moniliasis denir.Deri ve mukozada candida enfeksiyonları pek tehlikeli olmadıkları halde kalpte, beyinde, kemikte yerleşen mantarların yaptığı moniliasis hastalığı daha tehlikelidir. Tedavide amphotericin-B kullanılır.



Mantar Hastalığı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Yüzeysel mantarlardan Trikofiton mentagrafitin özellikle ayak parmaklarında yaptığı hastalığa atlet ayağı denir. Çok kere ayağın 3. ve 4. parmaklar arasındaki nemli deride bir infiltrasyon şeklinde görülür. Deri yumuşar ve zamanla masere olarak soyulur. Enfeksiyon zamanla parmak yüzeylerine doğru da yayılır. Bu mantar hastalığından korunmak için ayaklar temiz ve kuru tutulmalı, ıslak kalmaması için pudralanmalıdır. Tedayi için antimikotik denilen ilaçlar hem lokal olarak deriye tatbik edilir, hem de ağızdan kullanılabilir.



Mantar Hastalıkları

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Derinin yüzeysel olarak bazı mantarlarla bulaşması sonucunda meydana gelen hastalıklara derinin mantar hastalıkları veya tıp dilinde epidermomikoz denir. Bir mantar türü olan mierosperum furfur’un vücudumuzda meydana getirdiği kronik seyirii hastalığa Ptyriasis versicolor adı verilir. Mantar genellikle göğüs ve sırtta sütlü kahve renginde lekeler şeklinde belirir. Epidermophytia inguinalis’in kasıklarda, perinede, torbalarda egzama şeklinde yaptığı hastalığa da Eczema Margine de Hebra denir. Microsporum audouni’nin genellikle saçlı deride yaptığı mikozlara da genel olarak Miorosporie adı verilir. Özellikle çocuklarda görülen bu mantar hastalığı çok bulaşıcıdır. Okullarda herhangi bir vaka görüldüğünde hastalığın bulaşmaması için önlemler alınmalıdır. Trikcfiton denilen mantarların sebep olduğu birçok değişik lezyon ve hastalık vardır. Bunlar arasında saçlı deride saçkıranı meydanagetirenTrichophytie capitis.yinebir mantar türü olan Trichcphytie Scnönleini temriyeyi yapan Triohophytie çorporis, sa kalda sikosis yapan Trichophytie sycosis en çok görülenlerdir. Tedavi, genellikle karbonatlı su, jansiyan moru, metilen mavisi gibi solüsyonların atuşmanları ve mantarları yok edici diğer antimi-kotik (Nystatin, Canesten, Amphotericin-B v.b.) ilaçlarla yapılmaktadır.



Mantar Zehirlenmesi

30 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Besin olarak yenen bazı mantarlar, bitki­ler âleminin basidiomycetous grubundan canlı varlıklardır. Mantar zehirlenmesi, bunların zehirli tiplerinin yenmesiyle mey­dana gelir. Özellikle Amanita phalloides Amanita muscaria, Amanita vera, bilinen en zehirli mantarlardır. En önemli zehirleri muscarindir. Zaman zaman da, daha önce tanımlanmamış olan bazı mantar tipleri­nin de zehirli etkilere sahip oldukları bil­dirilmektedir. Bazı vakalarda, mantar zehirlenmesi belir­tileri, mantarın yenmesinden 6-14 saat sonra görülür. Zehirlenmelerde ağır karın ağrıları, kusma, sulu ishal, aşırı bir susuzluk vardır. Deri zamanla mavi renk alır. Yerinde duramama, devamlı hareketlilik, nabzın yavaşlaması, görme bozuklukları, gözbebeğinin küçülmesi, zehirlenmenin di­ğer belirtileridir. Kas kasılmalarını kollaps yani dolaşım sisteminin iflası izler ve zehirlenme ölüm­le sonuçlanır. Bütün bu belirtiler zehirin sindirim sistemini, karaciğeri ve sinir sis­temini etkilemesi sonucu ortaya çıkar. Mantar zehirlenmesinin erken saptanması halinde tedaviye midenin hemen yıkanma­sı ve barsakların boşaltılması ile başlama, lıdır. Böylece zehirin sindirilerek kana ka­rışması önlenebilir. Zehirin kana karışma­sı halinde ise deri altından atropin yapılır. Atropin,muskarin zehiri için iyi bir antidottur.



Mantarlar ve Mantar Hastalıktarı Mikotik Hastalıklar

30 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Mantarlar bitkiler âleminin klorofilden yoksun tek veya çok hücreli canlılarıdır. Bir hücreli mantarlar (sporlar ve mayalar) mikroplara benzerler, ancak çevrelerinde sellüloz zardan oluşan kalın bir zarın bu­lunması ile onlardan ayrılırlar. Mantarla­rın bitkisel yapılan tal denilen liflerden oluşmuştur. Üremeleri bazılarımda eşeyli sporlarla, bazılarında ise eşeysiz sporlar­la olur. Lifleri bölmelere ayrılmamış olan basit yapılı mantarlardan (miksomiçetler, fikomiçetler, zigomiçetler) başka lifleri bölmelere ayrılmış, üreme organları iyi ge­lişmiş yüksek yapılı mantarlar (basidiomi-çetler, askomiçetler, adelomiçetler ve aktinomiçetler) de vardır, insanlarda parazit olarak bulunan ve has­talık yapan mantarlar veya başka bir de­yimle mikozlar mikroskobik olanlardır. İn­sanda asalak yaşayan doksana yakın tür­de mantar sayılmıştır. Bunların bir kısmı saprofit olarak yaşarlar yani hastalık yap­mazlar.

Mantarların, deri, tırnak, kıl ve saçları et kileyerek meydana getirdikleri hastalıklar yüzeysel mantar hastalıkları genel adı al­tında toplanırlar (dermatofit, pitriyazis, versikolor, kandida hastalıkları). Bazı man­tarlar deri altında toplanıp kronik iltihap­lara ve miçetom denilen yalancı mantar urlarına neden olurlar. Bedenin ayak, diz, göğüs, kasık gibi çeşitli bölgelerinde has­talık yaparlar. Bu mantarlardan Madurella myecetomi’nin özellikle ayaklarda meyda­na getirdiği şişlikler madura ayağı diye bilinen kronik bir hastalığı meydana geti­rir. Büyük ölçüde şişmiş ve içi düğümler­le dolu, yüzeyi fistullerle kaplı madura ayağından tanecikli bir irin yanı cerahat akar. Tedavisi geciken olaylarda ayağı kes­mek gerekebilir

Sporotrıchum schenkıı adındaki mantarın lenf sistemine yerleşerek meydana getir­diği hastalığa sporotrıkum cladosponum türünden mantarların den altında sığıl seklinde meydana getirdiği hastalığa da kromoblastom adı verilir. Mantarların iç organlarda meydana getir­diği hastalıklar derin mantar hastalıkları adı altında toplanırlar Bunların arasında Aspergıllus fumıgatus’un sebep olduğu kuf mantarı hastalığının, Cryptococcus neoformans’ın sebep olduğu krıptokok hastalıklarını, Hıstoplasma capsulatum’un gribe benzer şekilde meydana getirdiği hıstoplazma hastalığını akciğerlerde yer­leşen oradan den ve mukozalara yayıla­rak Blastomyces dermatıdıs mantarının oluşturduğu blastomıçes hastalıklarını, Cocçıdıoıdes ımmıtıs’ın etken olduğu koksıdıyoıdes hastalığını sayabiliriz Bütun bu mantar hastalıklarının teşhis edilebilmesi için şüphe edilen lezyondan alınan örnek lerde mantarların görülmesi gerekmekte dır Mantarların üretilme ortamı olan şa bouraud besıyerıne diğer bakterilerin ure meşine engel olmak için antıbıotık kon­muştur Böylece çeşitli mantar türleri üre­tilerek eınslerı ayırt edilir Bazı mantar hastalıklarının teşhisinde ise deney hay­vanları kullanılır

Mantar hastalıklarının tedavisinde antımıkotik denilen ilaçlar kullanılır Mantarlara da etkili olan Nıstatın, Pımafusın Amfote-rısın gibi antımıkotık antıbıotıkler bulun­muştur



Mavi Hastalığa Neden Olan Kalp Anomalisi,Fallot Tetralojisi

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-F, Sağlık Sözlüğü-M

Doğuştan kalpte mevcut bazı gelişim ku­surları Fallot tetralojisi adı ile anılır ve be­beklerin mavi hastalık diye bilinen hastalı­ğına neden olur. Embriyolojik gelişme esnasında kalbin sağ ve sol karıncıklarını ayıran duvarda (interventriküler septum) mevcut olan deliğin kapanmamış olması Fallot tetralojisinin dört belirtisinden biri­dir. Ayrıca akciğere giden atardamarda (Arteria pulmonalis) bir daralma, sağ ka­rıncıkta aşırı gelişme ve aortun kalbin sağ tarafına doğru yer değiştirmesi gibi belir­tiler vardır. Bu gelişim anormallikleri ile yani Fallot tetralojisi ile doğan bebeklerde kanın oksijenlenmesi iyi olmaz. Akciğerle­re gidecek kanın bir bölümü ‘kalpteki de­likten doğruca sol karıncığa geçer, yani oksijenlenmeden genel dolaşıma katılır.

Bu bebekler devamlı .olarak veya biraz yorulduklarında hemen morarırlar. El par­maklarının uçları şişer ve yuvarlaklaşır. Büyüyünce, bebeğin en ufak bir hareketle bile yorulup nefessiz kaldığı, dinlenmek için cömeldiği görülür. Halk arasında mavi hastalık diye bilinen bu vakalar kendi ö-iBİliklerine göre değerlendirilmelidir.

Doğuştan bu tür kalp hastalığı bulunan ve moraran bebeklerin tedavisi günümüzde cerrahi olarak yapılmaktadır.



Menenjit, Beyin Zarı İltihabı

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Menenjit, belli bir hastalık değildir, menenj denilen beyin zarının iltihaplanması­nın genel adıdır. Menenjite neden olan de­ğişik virüsler varsa da genellikle pnömokok, stafılokok veya streptokok gibi mik­roorganizmalar menenjitin başlıca nedeni­dir. Serebrospinal humma da denilen salgın menenjit, adına menengekok denen bir mikrobun yol açtığı bir menenjit türüdür. Bu hastalık seyrek vakalar halinde görüldüğü gibi salgın biçiminde de yayılabilir. Salgın menenjit bu hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ya da hapşırması yoluyla saçılan mikroplu zerreciklerle temas edilmesiyle (damlacık enfeksiyonu biçiminde yayıl­maktadır. Kesin teşhis ancak lomber pönksionla alınan beyin-omurilik sıvısında cerahat hücrelerinin bulunması ile konur (Puruient menenjit). Daha çok çocukları ve gençleri yakalayan bu hastalık kış aylarında ve ilk­baharda daha çok görülür. Epidemik me­nenjite aşırı kalabalık ve sağlığa aykırı yerleşmelerde rastlanır. Kuluçka dönemi, yanı mikrobun vücuda girmesinden, belir­tilerin görülmesi için geçen zaman 3-7 gündür.. Menenjitin başlangıcı, anidir ve birçok bakımdan normal üşütmeye, soğuk algınlığına benzer. Ateş, üşüme, başağrısı, boyunda, kol ve bacaklarda ağrı, kusma ve halsizlik vardır. Boyunda peteşiler gö­rülür. Menenjitin en karakteristik belirti­lerinden biri boyun tutulması yani ense sertliğidir. Otuzaltı saat içinde başlar ve başın hareketleri son derece ağrı verici olur. Doktorlar bu bulguya (Kernig belir­tisi) derler. Menen|ite yakalanan kişi gü­rültü ve ışıktan etkilenir, yüzü solgundur veya morarmıştır. Tedavide kemoterapötıkler, özellikle sulfamidli ilaçlar ve penisilin kullanılarak bu hastalıktan olum oram büyük ölçüde azal­tılmıştır. Bu yüzden menenjitten geçmişte olduğu kadar korkulmamaktadır. Tüberkü­loz ve hemofılus enfluenza mikroplarının neden olduğu menenjitler de bu isimlerle anılır ve beyın-omurilîk sıvısının incelen­mesi sonucunda ayırıcı teşhis ve tedavi yapılır.



Metabolizma Hastalıkları

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M, Sindirim Sistemi

Besinlerin organizma için gerekli enerjiyi sağlamak üzere sindirim sisteminde par­çalanarak yıkılmaları, emilmeleri, bazıları­nın yeniden yapılmaları, depo edilmeleri metabolizma dediğimiz olaylar zinciri için de oluşur. Sindirim sisteminde başlayan ve hücre düzeyinde devam eden bu biokimyasal olaylar halkasında bozukluk, re­aksiyonların yavaşlaması, hızlanması, ara maddelerin oluşmaması, fermentlerin ve hormonların salgılanmasındaki değişmeler metabolizma hastalıklarını meydana geti­rirler.

Lipid metabolizması bozuklukları:

Yağ dediğimiz besin maddesi vücudumuz­da bağırsaklardan emildikten sonra lenf do­laşımına ve kana geçer. Kan serumundaki yağlara serum lipidleri denir ve bunlar trigliserid, kolesterol ve yağ asitleri isimleri altında değişik kimyasal yapılar olarak bu­lunurlar.

Kanda kolesterinin arttığı esansiyel hiper-kolesterolemi denilen ailevi hastalıkta er­ken bir kalp yetmezliği, damar sertliği, göz kapaklarının etrafında san plaklar (ksan-talesma) gibi belirtiler görülür, ledavide yağlardan .özellikle doymuş yağ asitlerin­den fakir bir diyet uygulanır. Derialtı yağ dokusunda oluşan ve yağ tu-möru denilen lipomların meydana gelişleri yağ metabolizmasının bozukluğunun bir belirtisi olabilir. Menopoza girmiş bazı ka­dınlarda derialtı lipomları ve yağ tabaka­ları ağrı yapabilir. Bu duruma, adipozitas doloroza adı verilir. Rejim ile zayıflatmak mümkün olmayan vakalarda, operasyon gerekebilir. Yağ dokusunun iltihaplanması ve dejenere olması halinde VVeber-Chris-tion hastalığı söz konusudur.

Protein metabolizması bozuklukları:Kan proteinlerinin yapı bozuklukları veya eksiklikleri birçok hastalıklarda görülen belirtileri meydana getirirler. Kanda büyük protein moleküllerinin bulunduğu Walden-strom hastalığında, (makrogloblunemi) halsizlik, kilo kaybı, nefes darlığı, kana­maya meyil ve görme bozukluğu gibi be­lirtiler vardır.

Antikor eksikliği sendromu denilen ve lenfoid dokuda antikor yapımının durması so­nucu hastalıklara, özellikle mikroplu has­talıklara karşı direncin azalması gibi du­rumlarda kanda gamma globulin denilen protein ya çok azalmıştır veya hiç yoktur.

Bu duruma agammaglobulinemi denir. Doğuştan veya sonradan oluşan hastalık­larda multiple myelom ve lösemi görülür.

Tedavide antibıotikler ve gamma globulin preparatları kullanılır.Çeşitli dokularda (karaciğer, böbrek, ada­le, dalak, v.b.) protein ve mukopolisakkarit karışımı bir madde olan amiloid birik­mesinden meydana gelen hastalığa ise amiloidoz denir. Değişik biçimlerde görülen bir metabolizma hastalığıdır.

Karbonhidrat metabolizma bozuklukları :Karbonhidratların özellikle glikoz metabo­lizması bozukluğu sonucu meydana gelen hastalıkta kan şekeri artmış, hiperglisemi meydana gelmiştir. Şeker hastalığı (diabetes mellitus), insulin adı verilen bir hor­monun eksikliği ve şeker metabolizması bozukluğu sonucu meydana gelmektedir.

Karbonhidrat metabolizmasının doğuştan bozuk işlemesi sonucu, şekerin karaciğer­de depolanma şekli olan glikojenin artma­sına, glikojenoz veya glikojen depo hasta­lıkları denir.

Von Gierke ‘hastalığı (Hepatorenal gliko­jenoz) özellikle glikoz 6-fosfat enzimi ek­sikliğinde karaciğerde depo glikojen mik­tarının artmasına yol açan kalıtımsal bir metabolizma hastalığıdır. Sonuç olarak karbonhidratlar glikoza çevrilemediğinden kan şekeri azalmakta (hipoglisemi), iştah­sızlık, kilo kaybı ve konvulsiyonlar görül­mektedir. Süt çocuğunda karaciğerin, böb­reklerin büyümüş olması dikkati çeker. Te­davisi yüz güldürücü değildir. (Galaktozemi, fruktozuri, pentozüri gibi) başka gliko-jenozlar da görülmektedir.

Hemakromatoz vücutta fazla miktarda de­mir toplanması sonucu karaciğer sirozu, şeker hastalığı ve deride renk artışı ile karakterize kronik bir hastalıktır. Bu şe­kilde oluşan şeker hastalığına derinin ren­ginden ötürü tunç diyabeti adı da verilir. Konjenital veya doğumdan sonra meydana gelir. Porfirya değişik şekillerde görülen (eritro-poetik, hepatik v.b.) ve porfirin metaboliz­ması bozukluğuna bağlı kalıtımsal bir has­talıktır. En az 5 ayrı tipi vardır. Deride kah­verengi lekeler ve egzama gibi belirtiler. ışığa karşı duyarlılık (fotosensitivite) kolik tarzında meydana gelen karın ağrıları, baş-ağrısı, kusma, nevrasteni, delirium ve hat­ta komaya kadar giden sinir sistemi be­lirtileri görülebilir. Bu kimseler barbitürat denilen uyku ilaçları ve anastezide kulla­nılan bazı narkotik maddelere karşı aşırı duyarlık gösterir ve hastalıkları nöbet şek­linde birden ortaya çıkabilir. Teşhis idrar­da porfirin görülmesi ile konur. Bazı va­kaların tedavisinde adenosin fosfat kul­lanılmaktadır.

Familyal periyodik paralizi, gövde, kol ve bacak adalelerinde zaman zaman gevşek felçler şeklinde beliren 10-20 yaşları ara­sında görülen kalıtımsal bir sendromdur.

Daha çok hücre içinde bulunan potasyum iyonunun hüere dışına kaçması sonucu meydana geldiği düşünülmekte ve tedavi­de potasyum tuzları kullanılmaktadır



Mide Ameliyatı, gastrektomi

24 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-M

Mide ülseri veya kanseri vakalarında ya­pılan mideyi tamamen veya kısmen çıkar­ma ameliyatına gastrektomi denir. Mide rezeksiyonu da denen bu ameliyatlarda bı­rakılan mide parçasının onikiparmak barsağı ile devamlılığı sağlanmalıdır. Bu bağ­lanma işleminin yani anastomozun yapılış şekline göre Billroth I veya II ameliyatın­dan söz edilir.

Bazı mide ülserlerinde ise gastrektomi ameliyatı yerine midenin daha kolay boşal­masını temin amacıyla mide kapısı denen pilorun genişletilmesi yani piloroplasti ameliyatı deha uygun bulunur.

Bazı hastalarda mide, jejunum denen bar­sak kısım ile ağızlaştırıldıktan yani anas-tomoz yapıldıktan sonra ayrıca mide siniri­nin (vagus) kesilmesi ameliyatı (vagotomi) da beraberce yapılır. Buna Dragstedt ame­liyatı denir. Vagotomi ile beraber piloro­plasti yapılması (Weineberg ameliyatı) da operatörlerin günümüzde cok kullandıkları ameliyatlardandır.



Mide Asidini Azaltan İlaçlar - Antiasitler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-M

Antiasitler

Midede sindirim fonksiyonu için gerekli olan asit klorhidrik normalden fazla salgılandığında hiperasidite söz konusudur. Ülser veya gastrit gibi hastalıklarda mide sekresyonunun ve asidinin fazlalaşması şikâyetlerin artmasına neden olmaktadır. Mide asidini bağlayarak onu azaltan ilaçlara antasid adı verilmektedir. Bunların içinde etkisini çabuk gösterdiği en çok sodyum bikarbonat kullanılmaktadır. Ancak bu ilaç fazla alındığında iştah kaybına, halsizliğe ve daha sonra yeniden bir asit salgısına neden olabilir. Alüminyum hidroksit je! (Amphojel), magnezyum hidroksit (Phillips milk of magne-sie), dihidroksi alüminyum sodyum karbonat (Dank, Kompensan) ve daha birçok antiasit ilaç mide hastalıklarında uygulanmaktadır.



Migren

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-M

Genellikle başın bir yarısında başlayan, nöbetler halinde gelen şiddetli baş ağrılarına migren denir. Yarım başağrısı biçiminde de adlandırılır. Ağrı kafatasının be­lirli bir tarafında duyulan sıkışma hissiyle başlar. Bazen yüz ve ellerde garip duyular, geçici halsizlik, konuşma bozukluğu veya felç görülebilir. Has­ta kişi gözünde şimşekler çaktığını, gözünde yıldızlar uçuştuğundan şikayet eder. Migren, yaklaşık yarım saat sürer. Bu evrede kafatası dışındaki damarlar büzüşmüş, içindekiler ise geniş­lemişlerdir. Damarların genişlemesiyle ka­fa içinde ödemin belirmesinin, nöbetlerin asıl sebebi olduğu söylenmektedir.



MİTRAL DARLIĞI İLE İLGİLİ BİLGİ

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Bu hastalık pratik tababet hayatında gayet ..sık rasladığımız bir kalb arızasıdır. Daha önce anlatıldığı gibi kalbin sol kulakçığı ile sol ka­rıncığı arasındaki deliğe mitral deliği denir. Mitral deliğinde iki parçadan mürekkep bir ka­pak vardır ki bu kapağın adı da mitral kapağı­dır. Bu kapağın vazifesi sol karıncık takallüs ettiği (kasıldığı) zaman kanın geriye, sol kulak­çığa gitmemesini temin etmektir. Bazan roma­tizma bu kapağı hastalandırır ve kapak gittikçe daralmıya başlar. Kapak daralmca sol kulak­çıktaki kanın hepsi sol karıncığa geçemez. Sol kulakçık bakiye kanla dolup şişer, büyür ve kan akciğerlerde toplanmıya başlar. Kalb bu darlığı yenmek, içindeki kanı boşaltmak için kuvvetle, şiddetle kasılır ve hastalar bu sebepten dolayı çarpıntıdan şikâyet ederler. İleri atılamıyan kan akciğerlerde toplanınca hasta da öksürme­ğe başlar ve nefesi daralır. Öksürük, bütün ilâç­lara karşı gelir, bir türlü geçmez. Hastalık daha fazla ilerlerse kan akciğerlerden sonra karaci­ğerde toplanır. Karaciğer şişer. Şahıs, karın ağ­rısından, iştahsızlıktan ve hazımsızlıktan şikâ­yetçidir. Nihayet yine tedavi edilmezse nefes darlığı iyice artar, ayaklar şişer, idrar azalır, gece uykuları kaçar. Yani sağ kalb kifayetsizli­ği teşekkül eder.

Bu hastalığın diğer ihiilâlları nelerdir?

Sol kulakçık fazla büyüyüp nefes boruları­nı tazyik eder ve bir türlü durdurulamryan ök­sürük başgösterir; yemek borusuna tazyik eder, yutma güçlüğü olur; sinirler gerilir, ses kısık­lığı olur. Sol kulakçık içinde sıkışıp kalan kan, olduğu yerde pıhtılaşır Ve günün birinde bu pıhtılardan biri yerinden koparak başka bir da­marı tıkayabilir. Neticede felç teşekkül eder. Bazan kalbin intizamı bozulur, fibrilasyon de­diğimiz hal husule gelebilir, kalb atımları ga­yet süratli (dakikada 140-150 arasında) ve ta­mamen intizamsızdır. Görülüyor ki mitral darlığının muhtelif ihtilâtlarla birlikte olan şekilleri vardır. Kimi­sinde bu ihtilâtlar hiç husule gelmez, kimisinde de hastalığın farkına ancak herhangibir ihtiiâttan sonra varılır. Bazı kimselerin tüberkü­loz sanılıp sanatoryoma yollandığı da vardır, zira hasta öksürür, balgam çıkarır ve bazan da balgamı kanlıdır. Bu kan ufak pıhtı parça­cıklarının (amboli) kalbten çıkıp akciğer da­marlarım tıkamasından ileri gelir.



Mitral Darlığının Sebebi nedir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Mitral Darlığının Sebebi nedir?Mitral darlığının sebebi romatizmadır. Ana­dan doğma mitral darlığı olduğu da söylenmek­te ise de münakaşalıdır. Hastalığın tanı arazları romatizma geçtik­ten 5-15 sene sonra meydana çıkar.



MİYOKART ENFARKTÜSÜ NEDİR

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

MİYOKART ENFARKTÜSÜ

Nedir?; Yeni bir hastalık mıdur? Artmakta mıdır?

Miyokart enfarktüsü kalb damarlarından bi­bisinin birden tıkanması ile meydana çıkan bir hastalık tablosudur. Kalbin koroner veya taç da­marı denen iki atardamarı vardır ve kalb eti bu damarların getirdiği kanla beslenir. Bu da­marlar sertleşir, elastikiyetlerini kaybederler, içleri dümdüz iken pürtüklü olur ve günün bi­rinde ufacık bir pıhtı parçası ile tıkamverirler. Bu ufak pıhtı parçasına hekimlik dilinde tromboz adı verilir. Damarlarının biri tıkanmış olan kalb, daha az kanla, eskisi gibi iyi çalışamaz, işliyemez olur. Tıkanan damar dalı büyükse, kalb etinin o dal taraf nidan beslenen kısmı harap olur. Çok şükür kalb her türlü makinadan çok daha üstündür. Başka damarlar bu tıkanan damarın ödevini üzerine alırlar. Daha kriz ânında kalb kendi kendini tamire ve yeni du­ruma uydurmaya başlar. Siz yatakta sırtüstü yatıp hazin hazin düşünürken kalbiniz de inşa­at işine başlamıştır bile. İşte miyokart enfark­tüsü geçirmiş olan siz ve sizin gibi daha binler­cesi bu sayede hayatta kalıp yıllarca mesut bir ömür sürebilmektedir.

Eskiden miyokart enfarktüsünün gayet kö­tü bir şöhreti vardı, zira hasta her hangi bir kalb krizinden vefat ederse adına miyokart en­farktüsü denir, hayatta kalırsa gaz, hazımsızlık, soğuk algınlığı gibi adlar takılırdı. Bundan kırk yıl önce Amerika’da Chicago’da Dr. James Harrick kalb damarı tıkanmasının muhakkak kötü; sonlanması icap etmediğini bütün dünyaya ya­yınladı. Nitekim yapılan otopsilerde (ölülerin içini açıp muayene etmek usulü) kalbde eski­den geçirilmiş miyokart enfarktüsünün izleri­ne raslanıyor, fakat şahıs onunla hiç ilgisi olmayan başka bir hastalıktan ölmüş bulunuyor­du. Kalbdeki tamir işi o derecede güzel, mahirane olabilir ki, hasta yıllarca bir daha hiç kal­binden şikâyet etmez. Demek oluyor ki, bu has­talığın da hafif, gayet hafif şekilleri vardır. Bir şahıs birçok defalar enfarktüs geçirebilir.

Miyokari enfarktüsü yeni bir hastalık mi­dir?

Babanız, belki bu hastalık ismini hiç duy­mamıştır. Sizin de işitmemiş olmanız veya son bir’ kaç yıl içinde akrabalarınızdan, ahbapları­nızdan birinin hastalanması dolayısiyle kulağı­nıza böyle bir şeyin çalınmış olması da muhte­meldir. Miyokart enfarktüsü ancak yirmi yıl önce resmî ölüm sebepleri arasında yer almış bulunuyor. Fakat bugün gazete okuyan herkes az çok hastalığı hiç olmazsa bir defa duymuş­tur. Aoaba yeni bir hastalık mıdır?

Hastalıklarımızın çoğu eskidir, belki de in­sanlık kadar eski. Romatizma hastalığının iz­lerine son nefesini bundan 25.000 yıl önce almış bulunan mağara adamlarının kemiklerinde rastlanmaktadır. Fakat kalb, böbrek, akciğer gibi yumuşak organların o zamandan bu zama­na kadar çürümeden kalması imkânsızdır. Bun­dan ötürü o devirdeki insanlarda da miyokart Enfarktüsünün bulunup bulunmadığını bilemi­yoruz. Ama neden olmasın? Hattâ insanların aslını teşkil ettikleri söylenen şebeklerde bile miyokart enfarktüsünün bulunması muhtemel­dir. Zira bütün sıcak kanlıların damarlarında akan kan pıhtılaşabilmek vasfını haizdir. Şayet öyle olmasaydı en ufak bir kanama ölümle sonlanırdı. Demek oluyor ki, miyo’kart enfark­tüsü yeni bir hastalık değildir. Biz hastalığı ye­ni tanıyoruz.

Mîyokari enfarktüsü vakaları artmakla midir?

Buna katî cevap vermek güçtür, çünkü ne kadar kimsenin miyokart enfarktüsü geçirdiği­ni bilmek imkânsızdır. Hafif vakalar teşhis edil­meden, hattâ hiç bir tedaviye tabi tutulmadan iyileşmektedirler. Bünâ rağmen otopsi incele­meleri hastalığın eskisine nisbetle gittikçe art­makta olduğunu göstermektedir. Acaba neden?

Bazılarına göre, modern hayatın süratli, yorucu, heyecanlı oluşu kalbi zorlamaktadır. Es­kiden uçak yoktu, tren yoktu, otmobiller bu ka­dar, fazla değildi. Hayat daha sade, daha basit ve daha heyecansız idi. Kalb de bu kadar faz­la zorlamalara maruz kalmıyordu. Lâkin şöyle bir bitarafane düşünürsek acaba geçmiş zaman­larda hayat şartları daha mı az yorucu, daha mı sakin idi? Hiç de değil. Bilâkis bugün orta­lama bir vatandaş eskisinden daha fazla emni­yet, huzur, sükûn içinde, daha sıhhatli ve kor­kulardan daha uzakta bulunmaktadır.

Şayet miyokart enfarktüsü, kanser gibi hastalıklar bugün eskisinden daha fazla görül­mekte ise, bunun sebebi bizim bizden önceki nesillerden daha fazla yaşamamızdadır. Orta yaş ve ileri yaş hastalığı olan enfarktüs ve kan­ser bu yaşlara kadar hayatta kalan kimselerin

sayısı artığından dolayı.fazlalaşmaktadır. Artdc eskisi gibi zatürrieden, kuşpalazmdan, kolera­dan, tifodan ve daha bunlara benzer birçok kor­kunç enfeksiyon hastalıklarından kolay kolay ölünmüyor. Eskiden penisilin, aureomyein, kloromisötin, streptomisin yoktu. Zatürriede kinin, kalsiyum zerkleri yapar, kâfurlu yağlarla kal­bi ayakta tutmaya çalışırdık. Bugün penisilin, işi 48 saatte kökünden hallediveriyor. Tifodan ödümüz patlardı. Perhiz, perhiz, kâfurlu yağ­lar, sirkeli sular ve bol bol Tanrıya duadan başka yapılacak birşey yoktu. Bugün kloromisetin sayesinde 3-4 gün içinde ateş düşüyor. Eskisi gibi perhiz de yaptırmıyoruz, bol bol süt, yoğurt, ekmek, yumurta, hattâ et veriyoruz. Artık kolera, çiçek salgınları ortadan kalkmış­tır. Kırk yıl önce vereme «Beyaz Taun» den­mekte idi. Zira başlıca ölüm sebebini teşkil ediyordu. Halen hayat şartlarının düzelmesiy-* le vereme yakalanma nisbeti azaldığı gibi, ölüm nisbeti de çok düşmüş bulunmaktadır. Şeker hastalığında eskisi gibi sıkı perhizler yaptırmiryoruz. Komada bulunan şeker hastaları bile insulin sayesinde yeniden hayata kavuşabilmek­tedirler. Ameliyatlarda ölüm nisbeti çok azal­mıştır. Artık hekimler kanamadan ürkmüyorlar. İstediğimiz kadar kan nakli yapıyoruz. Ameli­yatların süratle bitmesine lüzum yoktur. Modern anestezi (bayıltma) usulleriyle hasta is­tendiği kadar, tehlikesizce baygın halde tutu­labiliyor. Hattâ kalbin dahi içine girip bazı da­ralmış kısımlar kesilebilmekte, bazı damarlar birbirleriyle birleştirilmektedir. Görülüyor ki, hayatı terke sebep teşkil eden birçok âmiller ar­tık ortadan kaldırılmıştır. Amerika’da 1911 de ortalama hayat süresi 46 yıl 8 ay iken, 1950 de bu rakam 63 yıl 3 aya çıkmıştır. Halen bir sürü hastalıkları mağlûp etmekle beraber, ortada in­sanları yere seren ve hayata « Ah ne güzelsin, biraz dur, akma!» dediği anda gözlerini kapa­mağa mecbur eden iki sebep ortada kalmıştır ki, bunlar : 1. kanser ve 2. yıpranma hastalıklarıdır. İşte yıpranma hastalıklarına damar sertliği, kalb ajini, tansiyon yüksekliği ve miyokart en­farktüsü dahil bulunmaktadır.

Miyokart einfarktüsünün zamanımızda çok fazlalaşmış olmasının bir sebebi ortalama hayat süresinin artması olduğu gibi, diğer sebebi de hekimlerin bu hastalığı daha iyi tanımış olmala­rı ve ellerindeki teşhis koyabilme vasıtalarının daha mükemmel oluşudur. Sebebi nedir? Damar sertleşmesi neden ölür?

Kalb enfarktüsününe yakalananların he­men %97 sinde kalb damarlarında sertleşme vardır. Damar sertleşmesi (arteryoskleroz) bir yıpranma, yaşlılık hastalığıdır. Nasıl ki su bo­rularının içi paslanırsa, zamanla kireç toplan­ması olursa yaş ilerledikçe kalbi besliyan atar­damarların da iç zarı düzgünlüğünü, parlaklığı­nı kaybeder ve’ daralır. Sertleşmiş, arteryoskleroza uğramış bir kalb damarının (koroner da­marının) iç tabakasına bakılırsa orada burada yağ toplantıları ve kolesterol denen bir madde­nin birikintileri görülür. Bu kumlu satıhta ufa­cık abseler teşekkül eder, abseler damar içine açılır ve yerlerinde ufacık nedbeler kalır. Bizzat kalb damarlarını besliyen ufacık damarcıklar­dan bazıları da çatlamıştır ve damarın duvarı içine de kanama olmuştur. Böylece damarın içi dümdüz, tertemiz iken kıvrımlı, büklümlü, gi­rintili çıkıntılı olur ve akan kan bir çok engel­leri yenmiye çalışır. İşte bu daralmış borudan, birçok taşlar, çakıllar içinden geçen kan tortu­laşmaya, pıhtı yapmıya gayet müsait bir du­rum almış olur. Tromboz dediğimiz pıhtı par­çası hemen birkaç dakika içerisinde teşekkül edebilirse de damar sertleşmesi gayet yavaş olur ve yıllarca önce başlar. Daha yirmi yaşın­daki sağlam kimselerin kalb damarlarına bakı­lırsa içlerinde, bilhassa soldakinıde tek tük yağ parçacıklarının birikmiye başladığı görülür. Hele kırkından sonra hem sağ, hem de sol kalb damarlarında sertleşme bulunur. Fakat bu sert leşme ekseri kimselerde hiçbir şikâyeti veya hayatî arızayı mucip olmaz. Ellisinde yağ biri­kintileri o kadar artar ki damarların çapı ol­dukça daralır ve kan akımına engel olur. Bu se­bepten dolayı ellisinden sonra kalbi lüzumun­dan fazla çalıştırmamak, yormamak şarttır.

İşte içinde yağ damlacıkları birikmiş, çapı daralmış kal’b damarcıklarından biri günün bi­rinde bir pıhtı parçasiyle tamamen tıkanıverir. Kalbi besliyen koroner dediğimiz damarlardan birinin tıkanmasına koroner tıkanması veya; koroner tromiozu, bu damarın beslediği kalb eti kısmının hayatiyetini kaybetmesine de miyokart enfarktüsü (kalb enfarktüsü) demek­teyiz.



Nefes Darlığı, Solunum Güçlüğü

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Soluk alıp vermenin güçlükle yapıldığı zor­lu solunuma nefes darlığı, tıptaki adı ile dispne denir. Normalde bilinçsiz ve rahat­ça yaptığımız fizyolojik bir olay huzursuz­luk içinde ve zor olarak yapılır bir hale gel­miştir. Normal solunum hareketi sinir sis­teminin bir bölümü olan bulbustaki solu­num merkezinden yönetilen bazı refleks­lerle (Hering-Breuer refleksi) düzenlenerek kendiliğinden (spontane) devam eden, ya­şam bakımından önemli bir olaydır. Soluk alma (inspırium) aktif, soluk verme (exprium) ise pasif olarak cereyan eder. Nor­malde, dakikada 14-18 defa soluk alıp ve­ririz. Yenidoğanda ise doğumla başlayan solunum dakikada 44 kadardır. Bir defada ortalama 500 cm3 hava soluruz ki buna so­lunum hacmi (tidal volum) adı verilir. Da­kika solunum hacmi, maksimal solunum kapasitesinin % 30'unu geçince (yani 50 İt.) hasta nefes darlığından şikâyet eder. Solunum yedeği azaldığından bu eksikliği gidermek için çok kere solunum hızlanır ki buna (polypnea) veya taşipne adı verilir. Bunun tersi olarak solunum sayısının daha da azalması (bradipne) üremi ve diyabet komaları ile daha ağır zehirlenme olayla­rında görülür.

İç çekme (sighing respiration) dediğimiz olayda normal solunum ritmi derin bir so­luk alma ile kesilmiştir. En çok sinirli kim­selerde görülür, dispne sayılmaz.

Solunumun yarıda kesilmesi plevra iltihap, larında, kaburga kırıklarında, kaburgalar-arası sinir ve adale ağrılarında görülür.

Hem ritm hem de solunum derinliğinin de­ğiştiği düzenli olmayan solunum (Biot so­lunumu) ve periyodik olarak solunumun derinleştiği periyodik solunum (Cheyne-S-tokes solunumu) gibi solunum biçimleri bazı hastalıkların belirtileridir. Birçok kalp hastalığında, özellikle sol kalp yetmezli­ğinde bu tip solunum şekli karakteristiktir.

Ölüme yakın hastalarda görülen gürültülü trakeal solunum (stetor) öksürük refleks­lerinin kaybolması sonuou trakeada biri­ken salgılar sonucu meydana gelir.

Üst sotunum yollarının daralma ve tıkan­malarında (angin, difteri, alerjik larenks ödemi, yabancı çişim), akciğer içi bronşla­rın daralma ve tıkanmalarında (astım bronşiale, boğmaca, akut bronşit, anfizem, atelektazi, bronş kanserleri, pnömoni, akciğer ambolisi ve infarktüsü)ve plevra hastalık­larında (plörezi, pnömotoraks) dispne mey­dana gelir.



Nefrit

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N

Böbreklerin iltihaplanmasına nefrit adı ve verilir. Nefrit genellikle 2 biçimde görülür. Akut nefrit adı verilen böbrek iltihabı titreme­ler, aşırı baş ve bel ağrısı, kusma, ateş gibi belirtilerle hastalık başlar. Halsizlik ve iştahsız­lıkla birlikte hastanın idrarı da bir miktar azalır. Akut böbrek iltihabı kimi bulaşıcı hastalıklardan, özellikle tifo hastalığı, kızıl, kızamık, grip, kabaku­lak diş eti iltihabı ve sinüzitlerden hemen sonra ortaya çıkabilir. Bu hastalıkların sey­ri sırsında mikropların toksinlerini ıtrah ederken böbrekler bozulabilir. Bunların dışında arse­nik, kurşun ve cıva gibi zehirli maddeler yine böbreklerde bozukluklara sebep olur­lar ve nihayetinde nefrit meydana gelir. Bu has­talığı hazırlayıcı sebeplerin içinde üşüt­menin de büyük etkisi vardır. Hastalığın tedavi edilebilmesi için böbreği istirahate bırakmak ve kanı temizleyici kimi metodlar uygulamak gerekir. Bu arada has­taya da, etsiz, tuzsuz, yağsız ve şekerli bir diyet uygulamak zorunludur.



Nezle

9 Nis, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-N, kulak burun boğaz

Nezle burun mukozasının bakteriyel iltihabıyla ortaya çıkan bir çeşit hastalık durumudur. Burun mukozasının şişkinliği ve kızarıklığını sulu bir akıntı takip eder. Hemen akabinde burun florasını oluşturan pekçok mikrobun eklenmesiyle akıntı pürülan bir tür alır, sarıya ya da yeşil renge döner. Burunda yanma, tahriş , hapşırma, titreme ve ateş şikayetleri oluşur.

Basit nezle alerjik ve vazomotor rinitle gripin rinitinden farklı bir hastalık durumudur.

Bunun dışında birçok döküntülü hastalıkların baş­langıç dönemlerinde nezle görülür. Bazı etkelnlerle akut rinit kalıcı hale gelir. Bu faktörler içinde sinüzit, kronik bademcik, sürekli sigara ve alkol, damarları daraltıcı burun damlaları kullan­mak, sürekli toz ve dumanda kalmak sayılabilir.

Tedavi için ateş düşürücü, ağrı kesici , antihistaminikler, burun damlaları kullanılır. C vitamini faydalıdır. An­tibiyotik gerekmez, ancak bazı durumlarda hekim önerisiyle antibiyotik ilaçlar alınabilir.



Ödem

11 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü, Sağlık Sözlüğü-Ö

Dokularda hücrelerarası sıvının artmasıy­la meydana gelen şişliğe ödem (edema) adı verilir. Ödemin varlığını anlamak için doku üzerindeki deriye parmakla basılır ve ancak bir süre sonra kaybolan çökük­lük (godet) meydana getirilir. Yerel ödem­lerden başka vücudun boşluklarında su toplanacak kadar büyük genel ödemlerin meydana gelmesi halinde ise anazarkadan söz edilir Karında periton boşluğunda su toplanmasına asit (ascites), göğüste plevra boşluğunda su toplanmasına ise hidrotoraks adı verilir. Ayrıca bazı hasta­lıkların belirtisi olarak meydana gelen or­gan ödemleri örneğin akciğer ödemi, be­yin ödemi, larenks ödemi vb. ödemler de vardır.

Vücut ağırlığının % 75'ini oluşturan su, or­ganizmada hücre, hücrelerarası ve damar­larda kan plazması gibi üç bölüm arasın­da belirli bir denge içinde dağılmış olarak bulunur. Bu su ve elektrolit dengesinin bo­zulmasına neden olan bazı hastalıklarda, beslenme yetersizliği, kopiller geçirgenliği­nin bozulması, dokuların direncinin azal­ması gibi durumlarda ödem meydana gel­mektedir,

İltihaplı ödem sık görülen ve bilinen bir ödem şeklidir. İltihap meydana gelen yer­de, iltihabın dört esas belirtisi: Ağrı {do-lor), kızarıklık (rubor), ısı artışı (calor) ve şişlik (tumor) yani ödem vardır. Toplardamarlarda, dolaşımın bozulduğu -varisli organlarda, tromboflebit gibi iltiha­bı hastalıklarda da lokal ödem meydana gelir. Menopozda sabahları görülen ve hareketle bir süre sonra geçen göz kapağı ödemleri, hormona! nedene bağlıdır, tedaviyi gerek­tirmez. Yaygın ödemler ise kalp yetmezliklerinde, sirozda ve akut giomerulonefrit denen böb­rek hastalıklarında görülür. Gebelikte son üç ayda bacaklarda toplardamarların bas­kı altında olmasına bağlı olarak görülen hafif ödem fizyolojik kabul edilirse de ba­zen hipertansiyon ve albuminüri ile bera­ber gebelik toksemisinin üçlü belirtisini meydana getirebilir. Ödemlerin tedavisi doktorlar tarafından sebebe göre ve genellikle fazla suyun vü­cuttan atılmasını sağlayan diüretik dedi­ğimiz ilaçlarla dikkatli olarak yapılmalıdır.



Öksürük ve Öksürük İlaçları

7 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ö, kulak burun boğaz

Nefes aldıktan sonra, alınan havanın çok kuvvetli olarak dışarı itilmesine öksürük denir. Öksürme esnasında nefes borusu­nun ağzı kapanmış vaziyettedir. Hava, ses tellerinin arasındaki boşluktan geçerken bir zorlanma ile karşı karşıya kalır ve kuv­vetli bir basınç farkı meydana gelir. Birçok hastalığın belirtisi olan öksürük, en fazla solunum yolu hastalıklarında, tahrişe bağlı olarak ortaya çıkar. Solunum yoluna kaçan yabancı bir cisim, alerjik maddeler, akciğer tümörleri veya sinirsel bazı hastalıklar, ök­sürük refleksini uyandırırlar. Esasında ök­sürüğün amacı solunum sistemini dış et­kilerden ve tahrişlerden korumaktır. Solu­num yoluna kaçan cisimleri veya bu yolu daraltan salgıları, vücut, öksürük refleksi aracılığıyla dışarı atar. Astım krizlerinde bronşlar daraldığı ve aşırı sekresyon oldu­ğu için şiddetli öksürük meydana gelir. Muayene esnasında hastanın goğsu steteskop denilen alet ile dinlenirken, solu­num yollarındaki darlığın yeri tesbıt edile­bilir Ayrıca öksürüğe neden olan bazı hal­ler radyografi çekilerek de teşhis edilebilir

Tüberküloz veya sılıkozıs gibi hastalıklar, akciğerlerde yer yer sertleşmeye ve doku bozukluğuna neden oldukları için oksuruk meydana gelir Ancak boğmaca gibi has­talıklarda ise esas belirti oksuruk olduğu halde, akciğerlerde feıyle bir durum oluş­maz Bazı vakalaraç ınfeksıyona bağlı oksuruk, hastalık tamamen iyileştikten sonra da devam edebilir Bu hallerde, has­tada oksuruk alışkanlığının gelişebileceği bir tık halını alacağı akıldan çıkarılmama­lıdır Devamlı olarak 2-3 hafta veya daha fazla suren öksürüklerde balgam tetkiki yapıla­rak ınfeksıyon kaynağı olan mikrop aranır Şayet sonuç alınamazsa radyografi çeki­lerek tumor olup olmadığı araştırılır Eğer öksürüğün nedeni bir ınfeksıyon ise antibıyogram sonucuna göre etkili bulunan antıbıotık ile tedavi edilir Ancak tam te­davi edilmeyen solunum yolu ınfeksıyonları akciğerlere zarar verebilirler öksürüğün kaynağı tumor ise bir operasyonla çı­karılması gerekir.

Basit öksürükler, ilaçla tedavi edilerek dü­zeltilebilirler Oksuruğu kesen ilaçların başında kodein, dıonın, dekstrometorfan gibi morfin türevi ilaçlar gelir Bunlar oksuruk refleksini teskin ederler Sodyum berrzoat, potasyum iyodür, gayakol, tıyokol, efedrın gibi ilaçlar oksuruğu yumuşatmak ve sök­türmek için çok kullanılır Bu tur sokturucu ilaçlara ekspektoran adı verilir Buhar ban­yoları, sıcak içecekler, solunum yollarını rahatlatıcı ve gevşetıcı etki gösterirler. Eğer öksürüğün nedeni belli bir maddeye karşı alerji ise, kışı, o maddenin bulundu­ğu ortamdan uzaklaştırılmalı ve antıhıstamınık Dıfenhıdramın, Brıstamın grubu ilaçlar verilmelidir Astımlıların öksürükle­rinde bronş açıcı ve antıastmatık denen ilaçlar faydalıdır.



Omurga Romatizması-Bechterev Hastalığı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-O

Omurga Romatizması-BechterewHastalığı

Bechterew hastalığı romatizmal omurga hastalıklarındandır. Özellikle genç yaştaki erkeklerde, kalça ekleminden başlayan ve yukarıya doğru bütün eklemleri tutan iltihaplı kronik bir hastalıktır.Ankilozlu spondilit veya ilk tarif edenlerin adıyla Bechterew-Marie-Stümpel hastalığı da denen bu hastalıkta eklemler hareket etme yeteneğini yitirdiğinden insan yatalak olur.Tedavisi ancak antiflojistik ilaçlarla (Bu-tazoldin, Endosetin, Fenoprofen) sempto-matik olarak yapılabilir. Ağrılar geçtikten sonra eklem yapışıklığını ve sertleşmesini yani ankilozları önlemek için jimnastik ve fizik tedavi uygulanabilir.



Omuriliğin Enine Kesilmesi

5 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-O

Brown-Sequard Sendromu-Omuriliğin Enine Kesilmesi

Omurilikteki iletinin herhangi bir kaza, enfeksiyon veya kanama nedeni ile kesilmesi sonucu meydana çıkan belirtilere Brovvn -Sequard sendrcmu veya enine lezyon denir. Omurilikte sinir iletisi kesildiğinden zedelenen bölümün altında kalan beden bölgelerinde ağrı, ısı ve dokunma duyuları yok olmuştur. Adaleler felç olduğundan kol ve bacaklarda hareket kaybolur. Deri kırmızı bir renk a!ır ve hasta hiç terlemez.Bazen bir kazadan sonra gerçekte omuriliğe zarar vermeyen omurilik şoku da olabilir. Böyle bir vakada durum bir-iki saatte normale döner. Ancak omurilik bir kez zarar gördü mü bir daha düzelmez. Kaza sonucu meydana gelen bazı belirtiler kırılan bir kaburganın omuriliğe basınç yapmasından veya kanamadan ötürü meydana gelmiş olabilir. Bu tür enine lezyonlar zamanla düzelebilir.

Orta yaşlılarda çok kere solunum yollarının enfeksiyonu, kronik sinüzitler, burun Tümörleri de enine lezyonlara neden olabilirler.



Onkoloji

3 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-O

Kanserin teşhis ve tedavisi için yoğun araştırmalar sürdürülmektedir Eskiden yalnız operatörlerin hastalıklı organı veya tömörü cerrahi olarak çıkarma çabası ile yetinilirdi. Daha sonraları röntgen ve ışın te­davilerinin başlaması, radyologların da çe­şitli kanserler ve tümörlerle ilgilenmesini gerektirdi. Son senelerde immünolojik araştırmaların ilerlemesi ve kanser hücreleri ile savaşta sitostatik denilen bazı ilaçların tedavi ala­nına girmesi ile yeni bir bilim doğmuş oldu. Günümüzde kanserin, daha geniş bir de­yimle tümörlerin tıbbi tedavisini kendine çalışma sahası olarak alan bu bilim dalına onkoloji veya tümör bilim ve bu bilim ile uğraşanlara da onkolog denir. Bugün çeşitli tümörlerin ve kanserlerin te­davisi cerrahların, radyologların ve bu ye­ni bilimin uygulayıcıları olan onkologların ancak birlikte çalışmaları ile doğru bir şe­kilde tedavi edilebilmektedir.



Osteomiyelit - Kemik İliği İltihabı

11 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-O

Kemik dokusunun iltihaplanmasına os­teomiyelit denir Hastalığa en sık sebep olan mikropların başında stafılokoklar ge­lir Travmadan sonra, kemik dokusunun dısarısıyla ırtıbatlandığı açık yaralanma­larda, kırıklarda veya vücutta yer alan mikrobik bir odaktan, özellikle deride oluş­muş stafılokok mfeksıyonlarından sonra görülebilir Mikroplar en çok kemiğin dıafızınde (orta kısımlarında) yerleşirler Osteomiyelit denen hastalık başlangıç ve seyrine göre akut veya kronik olabilir Bir­den ateş ile başlayan akut vakalarda has­talık tedavi edilmeyip kronıklesırse tedavi­si oldukça guçluk arzeder Kronik osteomı çocuklarda gomien juvemi osteokondntıs (Perthe yelıt sakın seyredebilir veya zaman kemiklerde çarpılmaya neden olur man nüksedebilir Bazen bu odaktan mıkrop vücudun ve kemiğin başka bölgelerine yayılarak ikincil osteomiyelitlere yol aça­bilir. Bazı vakalarda iltihap kemik dokusunu aşındırarak deri altına oradan aa dışarıya yayılabilir.

Hastalığın başlıca belirtileri yüksek ateş, terleme ve iltihabın yerleştiği kemik bölge­sinde hissedilen ağrıdır. Kemiklerde veya yumuşak dokuda şişme olabilir. Bölgesel bir hassasiyet vardır. Osteomiyelitin tedavisinde hasta istirahate alınır. Bünyeyi kuvvetlendirmek için proteinli besinler verilir. Hastalığa neden olan mikroba en etkili antibiyotik seçile­rek tedaviye başlanır. Dokuda cerahat top­lanması tespit edilirse cerrahi olarak bo­şaltılmalıdır.



Osteoporoz - Kemiklerin Yaşlanması

11 May, 2008 Hastalıklar, Ortapedi, Sağlık Sözlüğü-O

Kemiklerin, daha çok sünger kısmındaki kemik dokusunun azalmasına os­teoporoz adı verilir. Kemik çatı sürekli olarak yıkılıp yenilenen ve üzerine oturan fosfor ve kalsiyum tuzları ile sertleşen organik bir dokudur. Bu yıkılmayı yapan osteoklast’lar, dokuyu yapan ise osteoblast de­nen kemik hücreleridir. Yeni yapılan osteid dokunun azalması, ke­mik yıkımının ise artması sonucu, inorga­nik tuzların çökeceği yer de azalacağın­dan kemiklerde osteoporoz meydana ge­lir. Başlıca belirtileri bel ve kemik ağrıları­dır. Bu gibi kimselerde kemik kırıkları (collum femoris) da olabilir. Röntgen filminde özellikle omurga kemiklerinin ortası boş gibi görülür. Osteoporoz, kadınlarda menopozdan son­ra, yaşlılarda ise her iki cinste (senil os­teoporoz) uzun süre hareketsiz kalanlar­da görülen bir hastalıktır. Ayrıca uzun sü­re kortikosteroid olanlarda Cushing has­talığında, multiple miyelomda, mide ame­liyatı geçirenlerde sekonder olarak osteoporoz meydana gelebilir. Menopozdan dolayı oluşan osteoporozda östrojen tedavisi, yaşlı erkeklerde testoz-teron ve anabolizan denilen ilaçlar (Dura-bolin), Kalsiyum ve D vitamini kullanılır.



Pamfigüs

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

Deride su toplanması şeklinde görülen bir grup hastalık pamfigüs adını alır. Yeni doğan çocukların gövdelerinde ve maserasyona uygun yerlerinde, sağlam deride kırmızı lekeler üzerinde içi su dolu kabarcıklar yani bül şeklinde başlayan ti­pine pamfigüs necnatorum denir. Strepto­kok ve stafilokokların yaptığı bu hastalık­ta su dolu kabarcıklar cerahatlenerek açı­lır ve iz bırakmadan 2-3 gun içinde geçer­ler. Pamfigüs vulgaris denen şekli ise daha çok kadınlarda 40-50 yaşları arasında gö­rülür. Genellikle ağız içinde meydana ge­len bullerle başlar. Hafif ağrılı olan bu su dolu şişlikler süratle açılır ve affa benzer. Etkeninin virüs olduğu veya otoimmun bir hastalık olduğu düşünülmektedir. Deride veya mukozalarda iyileşmeyen yaralarda hemen bir deri hastalıkları uzmanına git­melidir. Teşhis ancak biopsi ile konmak­tadır. Tedavide en etkili ilaç kortizondur. Pamfigüste, deri üzerinde içi su dolu kabarcıklar vardır.



Papüllü ve Kaşıntılı Deri Hastalıklarından Liken

21 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

Liken, papul dediğimiz kabarcıkların gö­rüldüğü deri hastalıklarındandir. Özellikle 20 - 50 yaşları arasında ve daha çok er­keklerde görülür. 2 - 4 mm. büyüklüğünde kırmızı veya mor renkte, yandan ışık al­dığında parlak Wr yansıma yapan ve ele sert gelen bir kabarıklık biçimindedir. Bu papüller genişleyerek ortası çökük bir du­rum alırlar. Papüller çok değişik görüntü verebilir.

Liken plan (Lichen ruber planus) daha çok bilek ve kolların iç yüzeylerin­de, cinsel bölgede ve bacaklarda yerleşir. Gövde ve başta daha az görülür. Genel­likle çok kaşıntılı olan hastalık yavaş ve uzun seyreder. Nedeni tam bilinmemekte, psikosomatik bir hastalık olarak kabui edilmektedir. Tedavide sedatif ilaçlar, antihistamınikler, kortizon, karaciğer ekstreleri, vitaminler-faydalari verilir. Liken üzerine kaşın­tıyı alacak sulu merhemler sürülür.



Paratifo

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

Tifo dışında diğer Salmanella grubu bakterilerin yaptığı mide-barsak bozuklukları­na ve tifoya benzer belirtiler gösteren has­talıklara paratifo denir. Bu bakteriler ke­miklerde, beyin zarlarında ve başka organ­larda da yerleşebilirler. Paratıfoda hafif ateş, kusma, ishal ve hal­sizlik gibi belirtiler vardır ve hastalık bu bakterilerle bulaşmış besinlerin yenmesin­den ıkı gun sonra ortaya çıkabilir. Bu du­ruma akut besin zehirlenmesi de denir. Tedavi olarak hastaya kaybettiği su geri verilmelidir. Ayrıca Sulfaguanidin, Kloram fenikol ve Necmisin gibi ilaçlar kullanıla­bilir. Tifodan korunmak için yapılan aşılarda Pa­ratifo A ve B suşlarının antitoksinleri de vardır.



Paraziter Hastalıklar

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

insan vücudunda parazit yani asalak ola­rak yaşayan ve haslık etkeni olan pek çok mikroorganizma vardır. Bunlar, tıp di­linde protozoa adı verilen tekhucreli hay­vanlardır. Bu cumledî.n olmak üzere, Kalınbarsakta dizanteri hastalığına yol açan amipler başta gelir. Entamoeba histolitika adı da verilen bu amip kalınbarsak boş­luğunda asalak olarak yaşar ve bazı bar­sak bozukluklarına neden olurken bazı kimselerde ise hastalık yapmaz. Bu 12-15 mikron kadar küçük amip evrimi sırasında dokularda yaşayan şekillerine dönerek ba­zen karaciğere ve hatta beyne yerleşebi­lir. Amiplerin meydana getirdiği karaciğer apsesi ağır bir hastalık tablosu gösterir.

Sineklerle insana taşınan ve sıtma hasta­lığına neden olan plenmodiumlar da tek hücreli parazitlerdendi . Evrimlerini eşeyli veya eşeysiz olarak he.m sivrisinekte hem de insanın kanında sürdürürler. Plasmo-diumların 4 çeşidi vardır. Plasmodium fal-cıparum, plasmodium vivax, plasmodium ovale ve plasmodium malaria. Bunlardan plasmodium vivax, tersiyana sıtması de­nen hastalığı meydana getirir. Parazitin kanda çoğaldığı zamanlarda yani her üç günde bir ateş yükselmesi vardır. P. Falciparum’un neden olduğu sıtma şeklinde ise ateş 3 günde bir artmakta fakat daha ağır seyretmektedir. P. Malarianın neden oldu­ğu hastalıkta ise ateş 4 günde bir görül­düğünden adına kuartana sıtması denmiş­tir. Trıpanosoma cinsi parazitler de tekhücreli hayvanlardır ve flajel denilen kamçıları var­dır. Ceçe sinekleri (Glossina)’nin ısırma­sıyla insana bulaşan uyku hastalığı en cok Afrika’da görülür ve bu bakımdan hastalı­ğa Afrika tripanosomiyazı adı da verilir. Amerika’da görülen Chagas hastalığının etkeni olan triponosoma cruzi de kamçılı bir hayvandır. Yaptığı hastalığa Amerikan tripanosomiazı da denir. Bulaşma biçimi ve klinik özellikleri bakımından uyku has­talığından tamamiyle farklıdır. Tahtakuru-larının dışkılarıyla insana geçer, lenf doku­sunda, gözde, iç organlarda yerleşebilir. Amerika’da bu hastalığa doğum sırasında veya emzirme esnasında yakalananlar da görülmektedir. Dalgalı yüksek ateş, karaciğer ve dalak büyümesi gibi belirtilerle akut veya kronik seyreden vakalar vardır. Kamçılı parazitlerden Leyşmanya adı ve­rilen ve flebotom denen tatarcıklarla insa­na gecen tekhücreli hayvanların da 3 çe­şit hastalık yaptığı görülmektedir. Kala-Azar denilen hastalık Leishmania adı verilen parazitin, karaciğer, dalak, lenf dü­ğümü gibi ic organlarda birikmesi sonucu meydana gelir. Parazit,evrimini tilki, kurt gibi vahşi kemiricilerde ve köpekte tamam­lar ve tatarcıklarla insana geçer. Hastalık sıtmaya benzer bir şekilde ateş ile başlar, lenf bezleri şişer, dalak büyür. Teşhis kan muayenesi ile yapılır. Leyşmanya parazitlerinin deride yaptıkla­rı hastalıklardan birisi de, ülkemizde şark çıbanı (oriental sore) olarak bilinir. Leish­mania tropioa adındaki parazitin tatarcık­larla bulaşması ile hastalık deride şişlik şeklinde başlar. Yara daha sonra çıban halini alır ve yerinde iz bırakarak iyileşir. Leishmania Braziliensis tipindeki parazitle­rin yaptığı bir hastalık olan Espundiada ise ağız ve burun mukozasına yerleşen pa­razitler daha ağır tahribata yol acar. Kamçılı parazitlerden Giardia veya Lamblia adı verilenler barsaklarımızda giardiyaz veya lambliyaz denen hastalıkları meyda­na getirirler. Karın ağrısı, ishal şeklinde belirtiler verirse de özellikle çocuklarda görülen bu hastalık pek farkedilmez. Teş­his için parazitin dışkı muayenesinde tespit edilmesi gereklidir. Tedavide antiparaziter ilaçlardan Metronidazol kullanılmak­tadır. Özellikle cinsel organlarda ve boşaltım or­ganlarında yaşayan kamçılı parazitlerden Trikomonas vaginalis kadınlarda sık görü­len ve trikomaniyaz denilen bir hastalığın etkenidir. Badem şeklindeki parazitin boyu 10-30 mikron kadar olup cok hareketlidir. Önünde 3-5,arkasında 1 tane kamçısı var­dır. Kadınlarda idrar ederken yanma, akıntı ve kaşıntı şeklinde belirtiler veren trikomoniyaz hastalığı, aynı belirtilerle erkek­lerde de görülür. Daha çok cinsel ilişkiyle her iki cinse de bulaşabilen, hatta kız ço­cuklarında da görülen bir hastalıktır. Te­davisinde antiparaziter ilaçlardan metroni­dazol, (Flagyl), nitrimidazin (Naksojin) hem ağız yoluyla, hem de vaginal yoldan kul­lanılmaktadır. Domuzlarda yaşayan ve kirpikli tekhücrelilerden Balanîidium coli’nin insanlarda yaptığı hastalığa Balantidiyaz denir. İshal ve kabızlık şeklinde belirti veren iki tab­losu vardır. Antibiyotiklerle özellikte Terramisin ile tedavi edilir. Toksoplazma hastalığının etkeni olan To-xoplazma gondii de yaygın olarak insanlarda ve hayvanlarda yaşayan Dır parazit­tir. Kadınlarda düşük nedeni olabileceği ve doğacak çocuklarda gelişim bozukluk­larına yol açabileceği için önem kazanmış bir hastalıktır. Parazit genellikle kedi, kö­pek gibi hayvanlarda bir hücre içinde ya­şar, parazit zorunlu hücre içi asalağı oldu­ğu için hücre dışında yaşayamaz. Hasta­lık insana çiğ veya iyi pişmemiş et yemek suretiyle veya kedi dışkısıyla kirlenmiş be­sinlerdeki sporozoitlerin yenmesi suretiyle geçmektedir. Ayrıca annenin toxoplazma hastalığına ya­kalandığı gebelik dönemine göre parazit anneden fetüse geçerek onun doğuştan hastalıklı olmasına neden olabilmektedir. Tedavisi sulfamidlerle (Baotrim) yapılmak­tadır.



Parazitlere Etkili Bir ilaç-DDT

9 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-P

Çeşitli parazitlerle savaş için kullanılan Diphenyl Dichlor Trichlorethan adındaki kimyasal madde, baş harflerinden oluşan kısa adıyla DDT olarak bilinir. İnsanlarda bitlenmeye karşı talk pudrası ile karıştırılarak kullanılır. Özellikle tarımda, bitki ve hayvanlardaki haşarata karşı 1940'larda başarı ile kullanılmış antiparaziter bir ilaçtır. Ancak suda erimeyen bir toz olan DDT, haşarat öldürücü etkisi (acaracide) yanında çevre kirlenmesi yönünden olumsuz etkisi nedeniyle günümüzde hemen hemen terkedilmiş bir tarım koruma ilacıdır.



Parkinson Hastalığı

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P

İstirahat halinde bile vücudun birçok kı­sımlarının, özellikle kol ve bacakların tit­remesi ve kas zafiyeti olarak tanımlanan bir hastalıktır. Hastalık 60 yaşın üzerindeki yaşlı kimselerde ekstrapiamidal sinir sis­temi hastalığı olarak görülebilir. Daha en­der olarak ensefalit gibi beyin iltihaplan­ması veya benzer hastalıklar da Parkinson’a neden olabilir. Parkinson genellikle bir kol veya bacağı, daha sonra hastalığa tutulan tarafın tutul­mamış olan bacak veya kolunu tutar. Yüz, mimiklerini kaybederek zamanla sabit bir ifade alır. Kol ve bacakların tutulmasın­dan sonra gövde kaslarının tutulması so­nucu vücut hafif öne eğilmiş bir pozisyon alır. Parkinsonlunun adımları kısa ve hız­lıdır. Hastalığın son devrelerinde hasta ha­reket edemez, bilinci yerinde olmakla be­raber konuşup yazamaz.

Parkinsonun tedavisi genellikle sınırlı olup, belirtilerin ortadan kaldırılması, rahat bir yaşam düzeninin muhafaza edilmesi ve hastalığın ilerlemesini önlemekten ibaret­tir. Adalelerdeki katılığı yanı rijıdıteyı ön­lemek için bazı ilaçlar verilir. Bu ilaçlar arasında dopaminerjik sisteme etkili olanlar Levodopa (Larodopa) Carbidopa (Mado-par), Amantadin veya kolinerjık sisteme etkili olanlar (Akineton), antihıstamınikler (Systral-C) ve antidepresanlar (Laroxyl) çok kullanılmaktadır. Banyolar ve masajlar kaslardaki gerginliği önler ve hastayı ra­hatlatır.



Parmak Emme

13 May, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-P

Sağlıklı bir bebekte parmak emme, ola­ğan bir alışkanlık ise, normaldir ve önemsenmemelıdır Çocuk, zamanın geçmesi için eğlenceli bir şey keşfetmiştir. Bazı ya­zarlara göre devamlı parmak emme, dişle­rin malformasyonuna yani bozuk olarak çıkmasına yol açabilir. Devamlı parmak emen çocuğun bu alış­kanlığının önlenmesi kolay değildir. Parmaklara acı şeylerin sürülmesi veya ele eldiven giydirilmesi başarılı metodlar de­ğildir ve tavsiye olunmaz Alışkanlığın kay­nağı, ruhsal bozukluklar veya endişe duy­gusunun bazı çeşitlerini yansıtabilir ve bunların kaynağının bulunması ve tedavisi gerekir. Çocukların parmak emme alışkanlıklarının giderilmesinde, katı davranışlar içine girmemelidir.



Pıhtılaşmayı önleyen İlaçlar-Antikoagulan İlaçlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-P

Antikoagulan İlaçlar

Kanın pıhtılaşması dediğimiz ve ilk bakışta çok basit gibi görünen olay aslında birçok faktörlerin etkisinde oluşur. Yaşamamız için hayati önemi olan kanın damar içinde pıhtılaşmadan akması, damarın örselenmesi ve kesilmesi halinde ise pıhtılaşarak kanamayı kendiliğinden durdurması gerekmektedir.Bazı kalp ve damar hastalıklarında bu fonksiyonlar bozulmakta ve kan damar içinde pıhtılaşma eğilimi göstermektedir. Bu gibi hastalıklarda kullanılan ve kanın pıhtılaşmasını önleyen ilaçlara antikoagulan ilaçlar denir.

Normalde kanda bulunan protrombin bir enzim aracılığıyla trombine çevrilmekte, trombin de fibronejen adındaki maddeyi fibrin haline dönüştürmekte ve pıhtı oluşmaktadır. Pıhtılaşma olayı yalnız bu maddelerin birbirlerine etki yapmaları ile değil, ayrıca içinde kalsiyum iyonunun da bulunduğu 10-12 kadar faktörün işe karışması ile meydana gelmektedir. Gene normalde kanda bulunan fibrinolizin fermenti kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşmasını sağlamaktadır. Bu ilaçların bir bölümü protrombin yapımını önlemek,bir kısmı trombini eritmek suretiyle kanın pıhtılaşmasını engellemektedirler.Protrombin yapımını önleyen ilaçlar kumarın türevleri (Tromexan VVarfarin Dicuma-rol v.b.) veya indandion türevleri (Pindione) olarak bilinir ve ağızdan kullanılırlar. Teşekkül etmiş olan trombine tesir ederek onu eriten antikoagulan ilaçların başında ise Heparin “gelir. Damardan ve kalçadan yapılan preparatları vardır. Etkisi derhal görülür ve çabuk geçer. Tedavi sırasında kanın pıhtılaşma zamanını, yani, protrombin zamanını sık sık kontrol etmek ve ilacın dozunu ona göre ayarlamak gerekmektedir.



Psikolojik Etkili İlaçlar,Bulantıyı Kesen İlaçlar,Antidepresanlar

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-P

Antidepresanlar

Sinir sistemini uyaran veya bir hastalık şeklinde meydano gelen ruhsal çöküntüyü, bunaltıyı yani depresyonu ortadan kaldıran ilaçlara genel olarak antidepresan adı verilir. Sinir sistemindeki iletim maddelerinden o-lan adrenalinin dokularda oluşmasında ve parçalanmasında rol oynayan bazı fermentler (monoaminooksidaz, kısaca MAO) vardır. Bu fermentlerin yapımını engelleyen ilaçlar organizmada tıpkı amfetamin-ler gibi otonom sinir sisteminde uyarıcı bir etki yaparlar. Ayrıca değişik etki mekanizmaları ile depresyonu ortadan kaldıran trisiklik ve tetrasiklik yapıda çeşitli antidepresan ilaçlar (Tofranil, Triptilin, Lu-diomil, İnsidon v.b.) sinir ve akıl hastalıkları uzmanı olan doktorlar tarafından yazılmakta, dikkatli ve kontrollü bir şekilde bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır.



Reflü

12 Ağu, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Reflünün sözcük manası geriye kaçış demektir. Gastroözofageal reflüde; mideden yemek borusuna kaçış olur. Çocuklarda da çoklukla karşılaşılan bir problemdir ve biz burada daha çok yetişkin hastalarla yönelik bilgiler vereceğiz.

Reflü hastalığı, Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinde çağın en fazla görülen hastalığı olarak kabul edilmekte ve Türkiye’deki bilinme düzeyi maalesef oldukça düşüktür. Yapılan bir araştırmaya göre “reflü” sözcüğünü duyulma oranının % 0.3 olduğu anlaşılmıştır. Hastalık görülme sıklığıysa Türkiyede de diğer ülkelere eşit olarak yetişkinler arasında %20 oranındadır; diğer bir deyişle her beş yetişkinden birisinde reflü hastalığı mevcuttur.

Özellikle son senelerde radyo, televizyon ve gazetelerin yoğun ilgisi sonucu bu hastalık biraz daha fazla duyulmaya başlandı. Her yeni duyulan hastalığın 3 zamanlı bir akışı vardır; önceleri bunu kimse bilmez. Aradan zaman geçtikçe hastalık ismi yayılmaya başlar ve yaygınlığı ile doğru orantılı olarak doğru - yanlış teşhisler de artar. En sonunda ülkemize ait bilimsel verilerin de ortaya koyulmasıyla gerçek sıklık, tanı ve tedavi yaklaşımları yerleşir.

Reflü şu anda yavaş yavaş ikinci aşamaya geçiyor, tanınma ve öneminin anlaşılması aşamasında. Şimdiden yanlış yere reflü teşhisi koyulmuş ya da başta kanser olmak üzere kulaktan dolma yanlış bilgilerle panikleyerek yardım arayanlar çoğalmaya başladı. Genelsaglikbilgileri.com’da bu konuyu ayrıntılı bir şekilde incelemeyeceğiz.

Hastalığın ülkemizdeki durumu ile ilgili maalesef yeterli veri yoktur. Yapılan bir araştırmada toplam üç buçuk milyon yemek borusu-mide hastalık reçetesinden sadece yüzde 1.8'inin yemek borusu hastalığı grubu içerisine koyulmuştur.

Her basamaktaki hekimin mide yakınmaları ile başvuran hastalarına kısaca:

“göğüs kemiğinizin arkasında yanma veya rahatsızlık hisseder misiniz?”

“ağzınıza acı-ekşi su veya yedikleriniz gelir mi?” sorularını sorması tanıyı koyduracaktır. Bu soruları rutine sokan bir hekimin GÖRH tanısındaki artışlar şaşırtıcı oranlara ulaşacaktır.

Gastroözofageal Reflü Nedir?

Reflü tanım olarak mide içeriğinin bir zorlama olmaksızın yemek borusuna geçmesi ve yakınmalara ya da yemek borusu alt ucunda lezyonlara, hasara (ülser vs gibi) neden olmasıdır.

Reflü bulgularını klasik bulgular ve yemek borusu dışında yarattığı problemler biçiminde kendi içinde bölümlere ayırabiliriz

Klasik bulgular:

1)Göğüste yanma: Maalesef kesin bir türkçe karşılığı olmayan bu yakınma bazen direkt göğüs kemiği arkasında, bazen de mideden göğüse yayılan bir yanma duygusu biçiminde adlandırılır. Asıl problem yemek borusu kaynaklı yanmanın kalp yanmasından ayrılmasıdır. Özellikle yemek yedikten birkaç saat sonra bazen de gece uykudan uyandıracak şiddette oluşur.

2)Ağıza acı-ekşi su, yemeklerin gelmesi (regürjitasyon): Çoğunlukla ağır bir yemeği izleyerek ortaya çıkar. Kimi zaman göğüste yanmayla beraber kimi zaman da tek başına ortaya çıkabilir. Gece boğulmaları tanımlayan hastalarda özellikle önem taşır.



Romatizma, Akut Romatizma

1 Şub, 2008 Hastalıklar

Akut Romatizma

Streptekckların neden olduğu farenjit, bademcik iltihabı (anjin) gibi üst solunum yolları enfeksiyonlarından sonra, 1-2 hafta içinde görülen ateşli bir hastalıktır. Genellikle 20 yaşından önce akut olarak başlayan bu hastalık, yakınmaların en çok eklemlerde ağrı şeklinde olmasına karşın eklem hastalığı olmayıp bir bağdokusu hastalığıdır

Eklemlerden birinin şişkinliği, ağrısı ve kızarıklığı geçerken diğeri şişmeye başlar. Bu şekilde birkaç eklemde birden başlayan poliartrit yakınmalar, hastayı doktora gitmeye ve mafsallarından şikâyete neden olur. Fakat eklemlerde cerahatlenme yoktur. Aslında arada ataklar gösteren kronik bir hastalıktır. Bu nedenle romatizma intanı adı verilmiştir.

Hastalığın akut döneminde ateş, terleme. çarpıntı, halsizlik görülür. Latcrctuvar bulgularında kanın çökme hızında (sedimantasyon) ve akyuvarlarda artış, alyuvarlarda azalma yani kansızlık, antistreptolizin-0 (ASO) titrasyonunda yükselme görülür.

Özellikle çocuklarda hastalığın en önemli yerleşme yeri kalptir. İlk nöbetlerde romatizmanın kalbi tutma oranı % 50'dir. İlerki nöbetlerde kardit denilen kalp iltihabı oranı artar. Ayrıca köre (Sydenham koresi } hastalığın bir tekrarlama belirtisi olarak görülür. Yani çocukta tikler, sıçrama, hayal görme gibi yakınmalar (halusinasyon) başlar.Tedavide antibiotikler (penisilin),antiflcjistik ilaçlar (salisilatlar, aspirin v.b.)ve kortikosteroidler uygulanır.



Romatizma Nasıl Tedavi edilir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Romatizma Nasıl Tedavi edilir?

Romatizma tedavisine yatak istirahati ile başlanır. İstirahat çocuğa tabiî bir kudret ve­rir ve hastalığı ila mücadelede kuvvetli bulu­nur. İlk nöbet ekseriya birkaç haftada veya ay­da nihayet bulur. Fakat çocuk hiçbirşeyden şi­kâyet etmese bile hekim hastalığın artık faal devreyi atlattığını söylemeden yatak istirahatine son verilmemelidir.. İşte ana babanın te­davide en büyük yardımı burada dokunur. Kü­çük bir hastayı yatakta tutmak kolay değildir. Onu eğlendirmek, meşgul etmek icap feder. Romatizma sinsi bir hastalıktır. Haricen geçti nılır, halbuki o, kalbi kemirmekte devam et­mektedir. En iyi romatizma ilâcı günde 6-10 ta­ne aspirindir. Cortisone, ACTH gibi yeni ilâç­lar ancak hekim kontrolü altında kullanılabilir.



Romatizma Nöbeti veya Nüküsleri Nasıl Ön­lenebilir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Romatizma nöbeti veya nüküsleri nasıl ön­lenebilir?

Romatizmayı vbya nüksünü önlemek de­mek streptokok mikrobu ile mücadele demektir. Anjin başlar başlamaz hekim lüzum gördü­ğü takdirde derhal penisilin yapmak icap eder. Romatizma geçiren kimseler 18 yaşının altında iseler 18 yaşma kadar, veya 18 yaşının üstünde iseler 5 stene müddetle her gün sülfonamid veya penisilin içmeleri lâzımdır. Zira romatizma en çok 18 yaşının altında olanlarda, veya ilk beş sene zarfında nükseder. Her gün az miktarda ilâç almakla streptokok mikrobu­nun vücutta faaliyeti ve dolayısı ile romatizma nüksü bir dereceye kadar önlenebilmektedi

Not: Bacak damarlarında sertleşme varsa sakın bir tek sigara dahi içme! Ya bacağım, ya sigara…



Romatizmal Kalp Hastalıkları

28 Oca, 2009 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Romatizmal hastalıklar vücudun bağdokusunu (kolajen doku) tutan iltihapî hastalıklardır. Bu grup hastalıkların bir kıs­mının sebebi bugün iyice bilinmektedir. Diğer bir kısmının se­bebi ise henüz tam aydınlanamamıştır.

Bu hastalıkların en gürültülü belirtileri genellikle eklemleri tutar ve eskiden bir eklem hastalığı olarak kabul edilmiştir. Hal­buki bütün vücudun bağdokusunu (kalp, beyin, akciğer, eklem gibi organlarda tutabilen sistemik bir hastalıktır.

Romatizmal hastalıklardan başlıcaları şunlardır:

- Romatizmal ateş (akut eklem romatizması)

- Ankilozan spondilit

- Reiter hastalığı

- Romatoit artrit

- Vaskulitis sendromları

- Kronik eritemli lupus

- Poliarteritis nodosa

- Kwasaki hastalığı

- İlerleyici sistemik skleroz polimiyositis

- Dermatomiyositis.

Romatizmal kalp hastalığı denildiğinde ise akut romatiz­mal ateş sırasında görülen hastalıklar kastedilmektedir.

Bu hastalıkta kalp özellikle hastalığa iştirak eder, buna karşılık diğer romatizmal hastalıklarda kalp belirtileri ikincil plandadır ve bu hastalıklar genellikle çok daha nadir görülen hastalıklardır.



Romatizmanın sebebi nedir?

8 Haz, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-R

Romatizmanın sebebi nedir?

Romatizmanın esas sebebi, yüzde yüz kati­yetle bilinmemektedir. İlmî araştırmalar vaka­ların yüzde doksanının bir streptokok enfeksiyonunu müteakip husule geldiğini göstermiştir. Streptokok, zincir tarzında bir mikroptur, ba­demcik iltihabı, kızıl, yılancık ve sinüzit sebe­bi de ayni mikroptur. Mikrop doğrudan doğruya gidip oynak yer­lerinde oturmaz. Önce bir anjin, kızıl veya yı­lancık, veya üst solunum yollarında herhangi-bir iltihap geçirilir. Hastalık tamamen iyi olur. Aradan 2-3 haftalık bir devre geçer. Bu dev­rede vücut hazırlanır ve arkasından romatiz­ma belirir.



Safra Kesesi İltihabı

12 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Safra kesesinin iltihabına kolesistit denir. Normalde mikrop bulunmayan safra ke­sesi, özellikle bağırsaklarda yaşayan koli basillerine maruz kalması sonucu iltihap­lanır. Ender olarak tifo veya paratifo bak­terileri de buraya yerleşebilir. Akut kolesistitin başlıca belirtileri, sağ ta­rafta kaburgalar altında ağrı ve hassasi­yet, aynı bölgede kasılma, ateş, bulantı, hafif sarılık şeklindedir. Genellikle yağlı ve yumurtalı yiyeceklerden sonra ağrı ar­tar. Bu ağrı sırta yayılır. İltihap nedeniyle meydana gelen ödem so­nucu kesenin duvarı iyi beslenemez ve nekroze olur. Neticede safra kesesi delinir. Çok tehlikeli olan bu durum bazen kesenin cmentum denilen barsak örtüsü ile sarılır ve daha fazla etrafa yayılması önlenmiş olur. İltihabın böyle lokal kalma­sına ve sert bir kitle haline gelmesine tıp dilinde plastron denir. Bu tip hastaların tedavisinin ilaç veya ameliyatla yapılması arasında doktorlar bazı kere anlaşmazlığa düşebilirler. Ancak her zaman olduğu gibi öncelikle ilaçla tedavi olanağı araştırılmalıdır. Buna konservatif tedavi denir. Hasta kesin yatak istirahatine alınmalı, yağsız ve yumurtasız diyet uygulanarak antibiyotik (ampisillin, kloramfenikol, tetrasiklin v.b.) tedavisine baş­lanmalıdır. Devamlı olarak kan muayenesi yapılmalı, lökosit sayılmalıdır. Eğer ilk 12-24 saatte, ateşi düşer, nabız yavaşlar ve lökosit sayısında azalma ile birlikte diğer belirtiler iyiye doğru giderse tedaviye de­vam edilir. Ancak 24-38 saat geçmesine rağmen belirtiler ilerliyorsa ameliyat ge­reklidir. Hasta doktora geldiğinde kese de­linmiş ve plastron teşekkül etmişse hemen ameliyata alınmaz. Belli bir süre tedaviden sonra ameliyat edilir. Ancak bazı vakalar­da kese yeni delinmiş olduğundan dok­torlar peritoniti önlemek için derhal ame­liyat etmeyi daha doğru bulabilirler.



Sakinleştirici İlaç-Benzodiazepinler

4 Şub, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-S

Sakinleştirici ilaç-Benzodiazepinler

Benzodiazepinler sedatif denen teskin edici ilaçlardır.İnsanların günlük hayatlarında karşılaştıkları güçlüklerin, üzüntülerin ve sıkıntıların neden olduğu sinirlilik ve hiddet gibi reaksiyonları önlemek üzere kullanılan ilaçların başında gelirler.

Minör trankilizan denen bu gruptaki ilaçların sedatif etkileri yanında iskelet adalelerini gevşetici ve hafif uyku verici tesirleri de vardır. Yüksek dozda ve uzun süre kullananlarda deri döküntüsü, purpura, mide barsak bozukluğu ve ilaca alışkanlık görülebilir. Kısa, orta ve uzun tesirli benzodiazepinler arasında Diazepam (Diazem), Oxazepan (Serapax), Chlordiazepoxid (üb-rium), Medazepam. (Nobrium), Nitrazepam (Mogadon) gibi günümüzde çok kullanılan ilaçları sayabiliriz.



Şarbon

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şarbon, atlarda ve diğer evcil hayvanlarda görülen ve bu hayvanlardan insanlara da geçebi­len çok ağır bir enfeksiyon hastalığıdır. Et­keni Bacillus anthracis adı verilen bir çeşit mikrop­tur. Köylülerde çalışanlarda, deri ve yün ticaretiyle uğ­raşan tüccarlarda ve kasaplarda hastalık çoğunlukla vücudun el ve yüz gibi açık kısımla­rında iki üç günlük bir enkübasyonun akabinde kaşıntılı kırmızı bir leke biçiminde ortaya çıkar. Bu leke iki gün içerisinde kanlı, yaralı bir çıban olarak kendini gösterir. Üzerinde siyah bir kabuk kısım, etrafında içi su dolu veziküller meydana gelir. Ka­buk düşünce altında derin bir yara ortaya çıkar. Şarbonda ateş her zaman yoktur, fakat lenf ganglionları şiş ve ağrılıdır. Ayrıca hastalıklı hayvanların mikroplu etlerinin yenmesiyle de şarbonun insanlarda pnömoni ya da gastroenterit biçiminde hasta­lık yapması da ihitimal dahilindedir. Şarbon teşhis edilemediğinde veya ihmal edildiğinde septisemi ile insanı öldürebilir. Hastalıktan korunmak için aşılanmak ve hayvanlarla uğraşanların koruyucu elbise ve eldiven giymeleri gerekmektedir. Mik­robun eski hayvan postundan bile, deri çatlakları yoluyla insana geçebileceği unutulmamalıdır. Tedavi yüksek doz antibiotik ve sulfamid ile yapılmaktadır.



Şark Çıbanı

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Cildin parazitli hastalıklarından olan şark çıbanı ülkemizde genellikle güneydoğu Anadolu’da görülür. Leishamania tropica denilen bir para­zitin neden olduğu hastalık insandan insana çoğunlukla gece uçan bir çeşit sinek aracılığı ile ya da direkt temasla bulaşır. Bu hastalık çocuklarda daha çok olmak üzere her yaş ve cinste görülebilir. Şark çıbanı hastalığının kuluçka dönemi, iki haftayla iki ay arasında değişir ve yerleşme çoğunlukla yüzde meydana gelir. İlk olarak hafif çıkıntılı, kır­mızı, kaşıntılı küçük bir sivilce biçimindeyken fındık büyüklüğünde çıban biçimini alır. Daha sonra ortası çökük bir yara mey­dana gelir. Normal seyrini tamamlayan hastalık genellikle bir yıl sürer, devamlı bir bağışıklık ve yara yerinde yuvarlak bir iz bırakarak geçer. Bu nedenle yıl çıbanı adı da verilir. Tedavi için antimuan bileşikleri kalçadan, atebrin ve emetin çıbanın etrafına lokal olarak uygulanır. Ayrıca kriyoterapi ve elektrokoagulasyon uygulana­bilir.



Şeker Hastalığı

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şeker hastalığı sonu­cu kanda şekerin artması ve idrarla atıl­ması biçiminde belirti veren bir çeşit hastalıktır. Kalıtımla ancak resesif olarak geçen ailevi bir hastalık olarak kabul edilebilir. Şişman­lık, yaşlılık, gebelik, bazı enfeksiyonlar şeker hastalığının meydana gelmesini hızlandırır. Yetişkinlerde görülen bu has­talık kimi zaman çok erken çocuk denecek yaşta dahi başlaya­bilir. Bu tür şeker hastalığına jüvenil diabet adı verilir. Pankreas bezinin Langerhans adacıklarının insülin yapmayışı neticesinde bu çocuklarda şeker hastalığı erkenden görülmektedir.

Hastalığın belirtisi kanda glikozun artması , idrarda glikozun bulunması, çok idrara çıkmak , çok fazla su içmek ve çok yemek biçiminde özetlenebilir. Cok kimsede hastalık gizli bir şekilde yani latent diabet şeklinde bulunur. İdrar ve kanlarında şeker seviyesi normal olan bu kimselerde hastalık ancak şeker yükleme testi ile ortaya çıkarılabilir. Şeker hastalığına yatkın olan kimselere prediabetik denir. Şeker hastalarına yar­dım etmek ve hastalığı erken teşhis etmek için kurulmuş Türk Diabetıkler Cemiyetinin dispanserleri bu gibi prediabetiklerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Yaraların geç kapanması, sık sık tekrar­layan çıbanlar, üreme organlarında kaşın­tı, geceleri gelen bacak krampları, el ve ayaklarda karıncalanma, uyuşma, şeker hastalığının erken belirtilerindendir. Diya­bet bu devirde bir damar hastalığı şeklin­de belirtiler verir. Tedavi çok kere diyetle birlikte antidiyabetik denilen ve ağızdan alınan ilaçlarla yapılır. Jüvenil diyabetten yani asıl sebe­bin insülin eksikliğine bağlı olduğu daha ağır vakalarda insülin enjeksiyonu gerekir. Pankreas bezinin çıkarılmış olduğu köpek­lerde şeker hastalığının meydana geldiği evvelce biliniyordu. Ancak insülinin Langerhans adacıklarının fi hücrelerinden sal­gılandığı 1922 yıllarında Banting ve Best adındaki araştırıcılar tarafından bulunmuş­tur. İnsülin karaciğerdeki şeker metaboliz­masını düzenlemekte ve kandaki glikozun belirli bir düzeyde kalmasını (% 100 mg.) sağlamaktadır. İnsülin salgılanmadığında kanda şeker seviyesi artmakta yani hiperglisemi meydana gelmektedir. Kanda şekerin ve keton cisimlerinin artması, diabet komasına neden olmaktadır. Hiperglisemiye bağlı diabet komasında kan basıncı düşer, nabız süratli fakat za­yıf olarak atar, solunum derinleşir, bulantı, kusma, karında ağrı ve uyuklama görülür. Ağızda aseton kokusu vardır, deri kurudur. Langerhans adacıklarının a hücrelerinden İse glukagon adı verilen bir polipeptid salgılanmaktadır. Glukagonun fizyolojik gö­revi ise aminoasitlerden glikojen yapımını, artırmak yani kan şekerini yükseltmektir. Kan şekerinin düşmesi ise hipoglisemi ko­ması denen durumu meydana getirir. Yük­sek doz insülin almak, bir öğün yemek ye­memek veya aşırı eksersiz yapmaktan son ra kan şekeri düşebilir. Hastada huzursuz­luk, çarpıntı, soğuk terleme, bayılma ve açlık duygusu vardır. Tedavide insülinden başka ağızdan kulla­nılan oral hipoglisemik ajan denilen ilaçlar (Diabines. Minidiab, Glucophage, Diamicron vb.) verilmektedir.

Şeker Hastalığı için çok daha ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki videoyu sonuna kadar izleyin:



Şekersiz Diyabet Hastalığı

15 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-Ş

Diyabetes İnsipidus-Şekersiz Diyabet

Diabetes insipidus veya şekersiz diyabet, antidiüretik hormon (ADH) noksanlığına bağlı horrnonal bir hastalıktır. Şeker has­talığına benzediği fakat şeker metaboliz­ması ile ilgisi olmadığı için bu isim veril­miştir.Vakaların bir kısmı ailevidir ve dominant olarak geçer. Bazı kimselerde ise hastalık hipotalamus veya hipofiz arka lobunun bilinen veya bilinmeyen nedenlerle tahribi sonucu yeter miktarda ADH hormonu sal­gılamaması ile ortaya çıkar. Hastada cck fazla su içme (polidipsi) ve günde 4 litre­den fazla idrar çıkarma (poliüri) gibi şi­kâyetler karakteristiktir. Çok su içilmese bile poliüri devam eder ve idrarın yoğun­luğu 1,005'in altındadır. Bazı kimselerde ise (psikojenik polidipsi) sürekli ve çok su içme sonucu ADH salgılanması azalmış ve şekersiz diyabete benzer bir tab’c cr-toya çıkmış olabilir. Ayrıca böbreklerin bu hormona cevap verrr.eyişinin nedeni ile de renal şekersiz diyabet (nsfrcjenik diabetes insipidus) meydana gelebilir. Bu hastalar­da büyüme ve gelişme yavaşlar ve zekâ geriliği görülebilir.Şekersiz diyabet bazı kafa travmalarında, kırıklarında ve hipofiz tümörlerinde veya bazı enfeksiyonlardan (ansefalit, menenjit) sonra organik bir bozukluk sonucu oluşa­bilir. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, kusma, görme bozukluğu gibi başka belirtiler de vardır. Ağır vakalar ölümle sonuçlanır.Tedavi için hipofiz arka lob ekstreleri (Pitressin) enjekte edilir. Toz haline geti­rilmiş, burundan enfiye gibi kullanılan preparatlar da vardır. Ayrıca diüretik denilen ilaçlarla (Esidrex, Renese) ve klorpropa-mid (Diabines) gibi diyabet ilaçları ile id­rar miktarı azaltılabilir. Ancak bu arada fazla tuz da yenmemelidir



Şekersiz Diyabetin İlacı-Antidiüretik Hormon

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Hormonlar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-Ş

Antidiüretik Hormon

Hipofiz arka Icbundan salgılanan iki hormondan biri olan antidiüretik hormon (ADH) böbreklerde süzülen kanın idrar şekline dönmesinde rol oynamaktadır. Bu hormon damarları büzücü yani vasokonstriktör etkisi nedeniyle vasopressin adını da almaktadır. Antidiüretik hormon eksikliğinde, diabetes insipidus denen şekersiz diabet hastalığı meydana gelir. Hasta bol miktarda idrar çıkarır fakat şeker hastalığında olduğu gibi idrarda şeker bulunmaz. Şekersiz diabetin tedavisinde vasopressin (Pit-ressin) uygulanır.



Selim Tümörleri

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Küçük toplu iğne başı büyüklüğünde, sert, beyaz inci tanesi gibi olan tümörler (milium), kıl köklerinde sebum ihtiva eden ve kist sebace denen ufak tümörler, ter bezlerinin kistik gelişmesi ile meydana gelen hidradenom, içlerinde saç, kıl, sebum, hatta kıkırdak ve kemik bulunan kist dermoidler, kolesterinin cilt altında depolanması sonucu oluşan son tümörler (Ksantom), derinin bağ dokusundan çıkan dermaya yapışık sert tümörler fibramlar, kas liflerinden kaynaklanan leiomyomlar, yağ dokusunun tümörleri lipom, genellikle ameliyat veya travmalardan sonra dikiş yerlerinde pembe veya beyaz, hudutları net, fibroz keloid (Cheloide) dokusu denen tümörler, belli başlı selim tümörlerdir.

Derinin selim (benign) tümörlerinin başında doğuştan mevcut deri kusurları şeklindeki benleri (Nevus) sayabiliriz. Basit renkli ben (Lentigo)’den başka tümöral gelişmesi daha belirli olan çeşitli benler vardır. Bunların arasında neuro-fibromatosis denilen Reoklinghausen hastalığının derideki belirtileri sayılabilir. Bu hastalıkta, genellikle göz kapakları, boyun ve cinsel bölgelerde normal deri renginde veya pembe, yumuşak, kısmen saplı benler (naevus mollusoum) görülür. Gene deri ve derialtı kan damarlarının doğuştan hiperplazisi yani aşırı derecede hücre teşekkül etmesi şeklindeki damar urları yani kan benleri (Hemangiom) ayrı bir grup meydana getirirler. Deri ve mukozaların lenf damarlarının genişlemesi sonucu sonradan meydana gelen tümörleri de lenfangiyom adını alır. Derinin çeşitli katlarından kaynaklanan, bilinmeyen bir sebeple gelişme gösteren, iltihabı olmayan ve kan ve lenf yoluyla yayılmayan selim tümörleri de çeşitlidir.



Şişmanlık ve genital organlarda gelişme eksikliği

24 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şişmanlık ve genital organlarda gelişme eksikliği şeklinde görülen bu hastalığa Fröhlich sendromu (Adipczogenital distrofi) denir. Özellikle kalçalarda, karında, kaba etler­de, bacakların üst kısmında ve meme böl­gesinde yağ toplanması vardır. Testisler ve penis küçüktür. Hastalığa bazen hipofizdeki bir tümör neden olabilir. Bazı has­talarda baş ağrısı, görme bozukluğu ve çok idrar etme (diabstes insipidus) şikâ­yetleri bulunur.



Şişmanlık

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Vücudumuzdaki yağ dokusunun, bunun sonucu olarak da ağırlığın artması, şişmanlık yani obeziie; adını verdiğimiz hali ortaya çıkarır. Şiş­manlık, alınan kalorinin harcanan kaloriden daha faz­la olması durumunda meydana gelmektedir. Karbonhidrat ve protein adı verilen gıdaların depolanması sınırlı olduğundan yakılamayan besinlerin fazlası yağ biçiminde gittikçe artan yağ hücrelerinde toplanmakta olarak adlandırılan hali oluşturur. En mühim yağ deposu derialtı dokusudur. Bağırsakları örten ve bağırsakları karın duvarına asılı tutan zarlarda yani omentumda böb­rek ve kalp çevresinde de yağ birikir. Re­fah içindeki toplumlarda bol yiyecek bulan, rahat bir yaşam süren, konfor sayesinde az enerji harcayan insanları şişmanlık tehlikesi beklemektedir. Şişmanlığın aile­vi ve kalıtsal olduğunu iddia edenler oldu­ğu gibi, ailevi kötü bir alışkanlık sonucu meydana geldiğini öne sürenler de vardır. Bazı kimselerin ise fazla kalori aldıkları ve aşırı aktiviteleri bulunmadığı halde bir tür­lü şişmanlayamadıkları görülmektedir. Şişmanlığın psikojenik nedene bağlı ola­bileceği yani psikojenik pisboğazlık sonu­cu meydana gelebileceği de kabul edil­mektedir. Aşırı ve bol yemek yiyenlerde insulin sal­gısı artmakta ve yağ depolanması da faz­lalaşmaktadır. Şişmanlarda insuline karşı bir direnç belirmekte ve sonuç olarak kan­da insulin oranı artmaktadır. Organik nedenli şişmanlıkların ise, hor-monal hastalıklara bağlı olmak üzere mey­dana gelmesi çok nadirdir. Beyinde hipotalamus tümörüne veya bi­linmeyen lezyonlarma bağlı Fröhlich sendromu bunlardan biridir. Erkek çocuklarda şişmanlıkla be­raber cinsel organlarda atrofi, zekâ geri­liği, görme bozukluğu vardır. Cushing sendromu denilen diğer bir or­ganik şişmanlıkta ise hipofiz ön lobunda veya böbreküstü bezinde bir tümör söz konusudur. Yüz, aydede gibi yuvarlaklaşır, karında, uyluklarda, kollarda yağ birikir. Tansiyon ve şeker yükselir, kadınlarda kıllanma vardır. Menopozdan sonra kadın­larda görülen şişmanlığın nedeni östrojen denilen hormonun azalmasından ziya­de aktivitenin azalmasına bağlıdır. Şişmanlıkların çoğunda sebep, aşırı beslenmedir. Pankreas ve böbreküstü bezinin aşın çalışması sonucu bir fasit daire oluşur ve şişmanlık daha da artar. Şişmanlıkların bir kısmı, hipofiz, tiroid ve cinsiyet hormonlarının bozukluğuna bağlıdır.



Şistozomiaz

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şistozomiaz ya da başka ismiyle bilharziasis bağırsak ya da mesane damarlarında yerle­şen kancalı kurtların oluşturduğu paraziter has­talığa verilen addır. Etkeni olan trematod cinsi parazitler birkaç tür olarak insan­da hastalık meydana getirir. Parazitin ara hayva­nı sümüklü böceklerdir. Bu böceklerde ya­şayan parazitin yavruları yani serkaryalar tatlı suda yaşarlar ve suya giren insanların derisinden bulaşarak kan dolaşımına karışırlar. 3 ay içerisinde erişkin hale gelen parazitler barsaklarda veya mesanede yerleşerek intestinal şistozomiazını veya mesane şistozomiazını meydana getirirler. Hastada ateş, iştahsızlık, ürtiker, karaci­ğer ve hatta dalak büyümesi olabilir. Me­saneyi tutan hastalık türünde idrar zorluğu görü!ür. Hastalık ortaşarkta yaygın yani andemik olarak bulunur. Hastalıktan korunmak için bu bölgelerde tatlı sulara çıplak olarak girmekten sakınmalıdır, sular filtre edilip kaynatılmalıdır, çünkü suyun klorlanması serkaryaları öldürmeye yetmez.

Tedavi için antimuanlı bileşikler (Fuadin, Astiban), Niridazol (Ambilhar) gibi ilaçlar ağızdan tablet şeklinde kullanılır.



Şizofreni

19 May, 2008 Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Ş

Şizofreni gerçek hayatla bağlantının koptuğu, kişiliğin devamlı ya da geçici bir süre bozul­duğu, algılama kusurlarının görüldüğü bir grup ruhsal hastalık belirtilerinin genel ismidir. Şizo dağılmak demektir, freni ise akıl anlamına gelir. Böylece şizofreni tkelimesi aklın gerçeklerden uzaklaşması, dağılması manasına gelir. Oldukça sık rastlanan, bu hastalığın bir diğer ismi de erken bunamadır. Hasta gerçek yani dış dünyayı kabullenmeyerek kendi yarattığı iç dün­yasında yaşar. Hal ve hareketleri kendi hayal dünyasıyla alakalı olduğu için dışarıdan yo­rumlanması oldukça zordur. Konuşması bozuk ola­bilir ve söyledikleri herkesçe algılanmaz. Gerçeği normal bir şekilde algılayamaz. Kendisine yabancı ge­len bazı yaşantılar geçirir. Düşünce duygu, içgüdü ve hareket bozulur. Çok defa hastalık yeniler ve her defasında mes­leklerine geri döndürülebilenler yüzde yirmi beşi geç­mez. Hastalığın sebebi bugün maalesef bilinmemekte, konuyla ilgili olarak çok farklı düşünceler ileri sürülmektedir. Soydan geç­me bir etkenin varlığı kabul edilmekteyse de nasıl geçtiği açıklanamamaktadır. Organik etkenlerden şizofreni ile ilgili bir­çok biokimyasal anomaliler bildirilmiştir. Liserjik asit ve meskalin gibi ilaçların, bun­ları kullanan insanlarda şizofrenik hastalar ile ortak özellikler gösteren bazı psikolojik durumlar meydana getirdiği görülmüştür. Ancak psikiyatrik hastalıkların insanlara mahsus olması nedeniyle bu ilaçlarla yapı­lacak hayvan deneylerinin sonuçları insan davranışları ile karşılaştırılıp açıklanama­mıştır. Şizofreni hastalığını 19.yüzyılın sonunda Kraepelin erken bunama olarak tarif eder­ken, yetişkinlerde görülen üç ayrı psikiyat­rik tabloyu yani hebefreni, katatoni ve paranoik bunamayı bir araya getiriyordu

Kraepelin’e göre bu ruhsal hastalıkların hepsinde aynı temel belirti yani duyarsız­lık hali vardır ve bu durumlar aynı insanda birlikte veya art arda görülür. Hepsi bunamaya benzer bir sonuca ulaşır. Yani ruhsal fonksiyonların dağılıp çözülmesi ile sonuçlanır.

Hebefreni: En sık rastlanan şizofreni tiple­rinden biridir.

Şizofreni, daha çok halüsinasyonlarla kendini gösterir.

1 — En bilineni, hastanın birtakım sesler duyduğunu sandığı işitme halüsinasyonudur.

2 — Bazen şizofrenik vaka, çok anormal tepkilerde bulunur. Çok üzgün ve umutsuz olduğu bir anda, aniden gülmeye başlar.

3 — Katatoni, az görülen bir belirtidir. Hasta, kendi iç dünyasına dönerek çevresinde olanlarla hiç ilgilenmez.

4 — Şizofreniklerdeki isteksizlik ve uyumsuzluk, onları toplumda işsizler ordusuna iter.



Soğuk Algınlığı ve Tedavisi

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Soğuk alma, üşütme sonucu üst solunum yollarında, nezle, boğaz ağrısı, kırıklık ve ürpermeyi izleyen ateş yükselmesi gibi be. lirtilerle herkeste ve sık görülen bir has­talıktır. Halk arasında yanlış olarak grip diye isimlendirilen soğuk algınlığı, basit ve 2-3 günde iyileşen bir hastalıktır. Bu has­talığı oluşturan 200 kadar çeşitli virüs var­dır. Bahar aylarında ufak salgınlara bile neden olabilir. Bu zamanlarda kalabalık­lardan sakınmalıdır. Koruyucu olarak aşı yapılabilir, C vitamini alınabilir. Aşı olarak influenza virüsüne karşı hazırlanmış bivalan aşılar bulunmaktadır. Viral enfeksiyon­lara karşı direnç sağlamak için vücudun meydana getirdiği ve interferon adı veri­len proteinler henüz tedavi alanına girme­miştir. Antibiotikler virüslere karşı etkili olmadığından soğuk algınlığında kullanmak doğ­ru değildir. Burun akıntısı fazla olanlarda antihistaminikli burun damlaları (Triaminic) ve drajeler, ateş ve öksürüğe karşı ami-nopirin, fenasetin, kodein (Coryban-D, Cor-sal, llvico) kafein ve antihistaminikli ilaç­lar alınmalı ve istirahat etmelidir



Şok: Dolaşım Yetmezliği, Kollaps

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Ş

Dolaşımın birden iflas etmesine şok ya da kollaps adı verilir. Kalbin, damarlara pompala­dığı kanın azalması ve bunun sonucu olarak da çevresel kan dola­şımındaki yanlış dağılım neticesinde şok tablo­su meydana gelir. Vücudun temel işlevleri görülmez ve organizma kendi olanaklarıyla bu durumdan kurtulmaya çalışır. Bunu başaramayan hasta, birkaç saat içinde hayatını kaybeder. Şok ağır bir kanama, yaralanma,ani bir hastalık, kaza, yanık ve ruhsal bunalım gibi durumlarda ortaya çıkabilir. Doktor­ların karşılaştıkları en zor ve tehlikeli tablolardan biridir. Çünkü derhal şokun ne­denini bulup tedaviye başlamak zorunda­dırlar. Şek genellikle kan kaybı sonucu damar­ların kansız kalmasıyla meydana gelir. Tansiyon düşer. Yüzeydeki damarlar ge­nişlemiştir. Hasta soluk, cildi nisbeten sı­caktır. Nabız ağır ya da yavaş atmaya baş­lar. Bulantı ve kusma görülebilir. Beyne giden kanın azalması beyin fonksiyonla­rında yetersizlikler ortaya çıkarabileceğin­den şok geçirenin başını alçak bir yerde tutmalı, ayaklarını yukarı kaldırmalıdır. Hastayı rahat ve sıcak tutmalıdır. Bu tip şoklara tedavi kan vermek suretiyle yapı­lır. Kan gelinceye kadar serum vererek damarları doldurmak, kollapstan kurtar­mak yararlıdır. Kanama olmadan da yani kan hacmi azal-madığı halde çevrede ince damarlarda göl-lenen kan, kalbe geri dönmediğinde peri-ferik şok denilen durum ortaya çıkar. Bu tip şoklara nörojenik şok da denmektedir. Çünkü damar tonüsü tamamen kaybol­muştur. Geniş sempatektomi ameliyatla­rında, büyük psişik darbelerden sonra ve ya şiddetli ağrılarda, yahut spinal aneste­zi esnasında meydana gelebilir. Bu tip şoklarda kanama şoklarının aksine damarlardan serum verilse bile kan basın­cı yükseltilemez. Ancak damar kasıcı vazokonstriktör ilaçlar (Noradrenalin, Dopa-min, Sempatol gibi) aracılığıyla basınç yük­seltilerek şok hali düzeltilebilir. Diğer bir şok şekli ise ağır yanıklarda, en­feksiyonlardan veya bir operasyondan son­ra görülen septik şok veya endotoksin şokudur. Dokuların yaralanıp parçalanma­sıyla veya bakterilerin endotoksinlerinin etkisi ile bir saat içinde veya daha sonra görülür. Böyle bir şok içinde olan kimse solgun, halsiz ve bitkin bir durumdadır. Bilinci, yerinde ise, susuzluktan şikâyetçi­dir. Hasta soğuk bir şekilde terler, nabzı hızlı, fakat zayıftır. Sık sık ve sathi nefes alır, tansiyonu düşük, ateşi yüksektir. Yanıklardan sonra meydana gelen böyle şoklarda hastaya eğer bilinci yerindeyse dokularının kaybettiği tuzlu sıvıları karşı­laması için doktor gelene kadar bir mik­tar tuz veya soda, su ile beraber verilme­lidir.



Solucan ve Kurt Hastalıktarı

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

İnsanlarda parazit olarak yaşayan ve has­talık etkeni olan çokhücreli hayvanların bir sınıfını oluşturan nematodlar halk arasında solucan veya yuvarlak kurt olarak bilinir. Solucan veya kurtlar ve sebep oldukları hastalık­lar çok çeşitlidirler. İğnekurdu hastalığının etkeni, yaklaşık 1 cm. uzunluğunda, bağırsaklarda yaşayan bir parazittir. Halk arasında kıl kurdu olarak da bilinir. Tıp dilindeki adı Enterobius vermicularis veya oksiyür’dür. Yaptığı hasta­lığa da oksiyüraz denir. Çocuklarda % 60-90 oranında görülen yaygın bir hastalık­tır. Anüs bölgesinde kaşıntı ile kendisini belli eder veya dışkıda parazitin kendisi­nin veya yumurtalarının görülmesiyle teş­his edilir. Tedavisi antihelmintik ilaçlardan pirivinium pamoat veya piperazinlerle yapılır. Korunmak için tuvaletten sonra ellerin sabunla iyi yıkan­ması, tırnakların fırçalanması ve temizliğe çok dikkat edilmesi gereklidir. Solucan hastalığının etkeni Ascaris lumbricoides,5-6 mm. çapındai 20-25 cm. uzun­luğunda, yuvarlak bir kurttur, toprak solu­canına benzer. Yaptığı hastalığa askariyaz adı verilir. Çok yaygın bir hastalık olup çocuklarda daha fazla görülmektedir. Bağırsaklarda hayatını sürdüren Ankilostoma doudonale ismini alan parazit insanlarda kancalı kurt hastalığını, Strongyloides stercoralis adındaki yuvarlak bir kurt da iplik soluca­nı hastalığım yapmaktadır. Tüm memelilerde çoğunlukla domuzlarda yaşayan bir parazit olan Trichinella spirclis sosis, jambon gibi pişirilmeden yenen etlerle insana bulaşan trişin hastalığının etkenidir. Trişin 3-4 mm. uzunluğunda, be­yaz renkli bir kurttur. Evrimini tamamla­mak için hayvan ve insan barsağında yaşar. Dişilerin doğurduğu kurtçuklar lenf yoluyla kana, oradan da çizgili kaslara ge­lip yerleşir, kist biçimine dönerek yıllarca orada kalabilir. Hastalıktan korunmak için domuz etinden yapılmış besinler özellikle çiğ olarak yenilmemelidir. İnsanlarda filarya hastalıklarının etkenle­rinden biri olan Vvuchereria bancrofti, çok ince, 4-10 cm. uzunluğunda, ip şeklindeki beyaz kurtlardandır. Bir kısmı lenf sistemi­ne girerek yerleşir, zaman zaman kana ge­çerler. Hastalık sivrisineklerle (culex, ae-des) insandan insana bulaşmaktadır. Deriye yerleşen filaryalardan Loa loa adı verilen bir cinsi Afrika’da çok görülür. Af­rika göz solucanı hastalığını meydana ge­tirir. Onchocerca volvulus adındaki filaryalar körlüğe yol açabilir. Onkoserka hastalığı­nın etkeni olarak tropikal Afrika ve Orta Amerika ülkelerinde görülür ve sineklerle bulaşır. Drancunculus medinensis adındaki filar­yalar Medine solucanı hastalığını yaparlar. Erişkin kurtlar 30 cm. boyunda ve 1 mm. enindedir. Deride yaşarlar. Bu kurtlar yu­murtalarını deriye bırakırlar ve buradan derinin suyla teması sırasında suya geçen mikrofilaryalar sudaki siklops türü küçük kabuklular tarafından yutulur. Hastalık bu küçük kabukluları taşıyan suların içilmesi ile insanlara bulaşır. Midede ölen kabuk­luların içindeki mikrofilaryalar serbest ka- larak vücuda dağılır ve deriye yerleşirler. Hastalığın kesin bir tedavisi yoktur,ancak derideki yaralarda görülen kurtçuk ilkel bir yöntemle yavaşça çekilip bir çöpe sarıl­mak suretiyle çıkartabilmektedir. İnsanda ve diğer memelilerde kelebek hastalıklarına neden olan parazitlere kele­bek (Dyostoma) genel adı verilir. Bunlar değişik boylarda,yaprak biçiminde yassı kurtlardır. İnsanda yerleşme bölgeleri ve parazitin türüne göre farklı hastalıklar meydana getirmektedirler. Fasciolopsis buski, insanda onikiparmak barsağına yerleşerek barsak kelebek has­talığını yapar. Teşhis için dışkıda parazitin yumurtası aranır, tedavide heksil rezorsinol (Caprokol) etkilidir. Paragonimus vvestermani, insanda akci­ğerlere yerleşen ve daha çok bronşlarda apse oluşması ve kan tükürme yani hemoptizi gibi belirtilerle seyreden paraziter bir hastalıktır. Buna akciğer kelebek has­talığı da denir. Tedavisinde bithionalı (Bis-tin, Actamer) etkilidir. Fasciola hepatica insanda safra yolları ve karaciğer hastalıklarına neden olan bir pa­razittir. En çok koyun karaciğerinde mev­cut olan parazitin metpserkaryalarının ya­ni kistlerinin yenmesi ile insana geçer ve fasciolasis denen karaciğer kelebek has­talığım (liver fluke) meydana getirir. İshal veya kabızlık şeklinde barsak bozukluğu, karın ağrısı, halsizlik, ateş, cilt döküntü­leri gibi belirtiler mevcuttur. Kanda eozinofil denen hücrelerin artması hastalık için karakteristik bir bulgu sayılabilir. Tedavide emetin kullanılmaktadır.



Solucan ve Kurt İlaçları-Antihelmintikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-S, Sindirim Sistemi

Antihelmintikler

İnsan barsağında yaşayan çeşitli parazitleri; yuvarlak kurtları, kancalı kurtları, so^ lucanları, şeritleri yani helmintleri yok etmek için kullanılan ilaçlara antihelmintikler denir. Helmintlerin yaptığı enfeksiyonlara karşı kullanılan ilaçların çoğu zehirli ve belirli

parazitler için özel olduğundan önce paraziti teşhis etmek doğru olur. Dışkı muayenesi ile parazitin kendisi veya yumurtaları teşhis edilmeli,sonra o parazit için en uygun ilaç seçilmelidir. Bu ilaçlar arasında en fazla kullanılan pi-perazinler (Askaripar, Vermisit, Nemocide) clup yuvarlak kurtlara karşı etkilidir. Bephenium (Nekafor) kancalı kurtlara, Thiabendazol (Bendazol) ve Mebendazol (Vermox) trişinlere, Pyrvinium (Primon) ok-siyûrlere, Tetramisol (Ketrax) yuvarlak kurtlara, Niclosamid (Yomesan) yassı kurtlara yani şeritlere karşı başarı ile kullanılan ilaçlardır.



Solunum Sistemi ve Hastalıktarı

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Başlıca görevi vücudumuzun ihtiyacı olan oksijeni kan aracılığıyla dokulara iletmek olan solunum sistemi burun , gırtlak (larenks), soluk borusu (trakea), bronşlar ve akciğerlerden oluşur. Solunum sistemi hastalıklarına ait belirtiler boyunda morarma yani siyanoz, nefes darlığı, Öksürük, balgam çıkarma, kan tü­kürme (hemoptizi), ses kısıklığı v.b. sayı­labilir. Göğüs boşluğunu dolduran akciğerlere ve kalbe ait şikâyetleri değerlendirmek için doktorların eskiden beri kullandıkları mua­yene usulleri ise gözlem (inspeksiyon), el­le muayene (palpasyon ve perküsyon) ve dinleme (oskültasyon) günümüzde de öne­mini korumaktadır. Çok kere bu yöntem­leri sırasıyla uygulamak suretiyle en ufak ayrıntılar gözden kaçmamakta, derideki ve derialtındaki değişmeleri, büyümeleri elle yoklamak, göğüs kafesinin ses değişim­lerini elle vurarak (perküsyon) veya kulak­la dinleyerek ayırıcı teşhis yapmak müm­kün olabilmektedir. Radyolojik tetkiklerin henüz bilinmediği devirlerde Laennec’in keşfetmiş olduğu stetoskop denen bir alet­le dinleyen eski hekimler çok çeşitli has­talıkları birbirinden ayırabilecek yeteneğe sahip olmak zorundaydılar. Günümüzde radyolojik ve tomografik incelemelerin ge­lişmesi, laboratuvar bulgularının artması hekimlere yardımcı olmaktadır. Öksürük, solunum yollarının açık tutulmamasını sağlayan koruyucu bir refleks olayı olarak kabul edilmektedir. Solunum yolları­nı uyaran toz, duman, gaz, küçük yabancı cisimler öksürüğe neden olabildiği gibi so­lunum mukozasının ödemi ve iltihabı da öksürüğe yol açar. Akut yani birden başlayan öksürük, bron­şit, pnömoni, farenjit, larenjit gibi iltihabi hastalıkların en önemli belirtisidir. Bu has­talıkların tedavi edilemediği veya uzadığı hallerde kronik bir öksürük yerleşir. Ço­cukların boğmaca öksürüğü tipiktir. Öksü­rük nöbeti başlayınca çocuk arka arkaya öksürür, bu sırada yüzü kızarır, gözleri bo­ğulur gibi dışarı fırlar, daha sonra derin bir soluk alırken öter gibi ses çıkarır. Kro­nik öksürük akciğer tüberkülozu, akciğer apsesi, plörezi, bronşektazi, bronş kanseri, pnömokonyoz gibi hastalıkları akla getire­bilir. Sol kalp yetmezliğinde ve mitral dar­lığında bronşit sanılan öksürükler olabile­ceğinden uzun süren öksürük karşısında mutlaka bir doktora gitmeli, gerekli görü­len tetkikleri yaptırmalıdır. Solunum yolundan gelen kan yani hemop-tizi bir travma veya yabancı cismin yara­laması ile meydana gelebileceği gibi bronş veya akciğer hastalıklarının sonucu da oluşabilir. Bazı kalp hastalıklarında (mitral stenozu, sol kalp yetersizliği, aort anevrizması) ve kanama diyatezlerinde (Osler hastalığı, skorbüt, allerjik purpura) trombositopenilerde, pıhtılaşma bozukluk­larında (hemofili) da hemoptizi görülebilir. Larenkste meydana gelen nezle şeklinde iltihaplar, difteri, ödem (glottis ödemi) gibi hastalıklar disfoni (dysphonia) denen ses kısıklığına neden olurlar. Akciğerlerin üst yüzünü örten, viseral plev­ra denen akciğer zarı ile göğüs boşluğu­nun iç yüzünü kaplayan paryetal plevra arasında bir boşluk vardır. Çeşitli neden­lerle plevra boşluğuna sıvı toplanabilir. Bu durumda plörezi veya eski deyimiyle zatülcenp söz konusudur. Plöreziye yol açan hastalıkların başında tüberküloz mik­robunun neden olduğu tüberküloz plörezi gelir. Pnömonide, septisemilerde (kızıl, boğmaca, brusella, tifo), romatoid artritte, peryodik hastalıkta (Ailevi Akdeniz hasta­lığı) da plörezi gelişebilir. Paryetal plevra sinir uçları yönünden zengin olduğu için iltihaplandığında göğüs ve sırt ağrılarına (point de cote) sebep olabilmektedir. Bazı kalp hastalıklarında, miksödemde, nefrotik sendromda, över fibromunda (Meigs sendromu) plevra boşluğunda transüda şeklinde su toplanabilir. Plevra boşluğunda toplanan sıvı plevra ponksiyonu denen bir yöntemle çekilerek tetkik edilir. Bu sıvı, transüda (hidrotoraks) veya eksüda karak­terinde az veya çok yoğun bir su görünü­münde olduğu gibi cerahatli veya kanlı da olabilir. Plevrada cerahat bulunmasına ampiyem, kan bulunmasına hemotoraks de­nir. Bazı akciğer tümörlerinde ise plevrada yağlı bir sıvı (chylothorax) oluşabilir. Akut ve kronik akciğer hastalıklarında (kronik bronşit, amfizem, astma v.b.) alveollere yeteri kadar hava girip temizlenemediğinden siyanoz denilen morarma hal’ ve dispne denilen soluk alıp-verme güçlüğü meydana gelebilir. Bu gibi belirtiler karşı­sında bir iç hastalıkları doktoruna görün­mek gereklidir.



Spastik Kolon

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S, Sindirim Sistemi

İnce ya da kalın bağırsaklarm çalışması sinir sisteminin denetiminde olduğu için stres, sıkıntı, üzüntülü haller para­sempatik duyarlığı çok fazla olan kişilerde spastik kolon adı verilen bağırsak bozukluğuna sebep olur. Hem ince hem de kalın barsaklarda mu­koza salgısı artmış peristaltizm azalmış ya da artmış olabilir. Ya­ni kimiz zaman ishal, kimi zaman da ağrılı bir kabızlık meydana gelir. Dizanteri hastalığından sonra da geriye bu gibi bozukluklar kalabilir. Spastik kolona, barsak duyarlığı sendro­mu da denmekte ve bu gibi şikâyetleri olan hastalara streslerden uzak kalmaları öne­rilmektedir. Tedavide ayrıca antikolinerjik ve trankilizanlı ilaçlar kullanılmaktadır. teşhis edildikten sonra uygulanacak antispazmodik denilen ilaçlarla ortadan kal­dırılabilir.



Spazm Çözücü İlaçlar-Antispazmodikler

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sağlık Sözlüğü-S

Spazm Çözücü İlaçlar

Antispazmodikler

Bazı hastalıklarda düz adalelerin kasılmasına yani spazmına bağlı olarak ya devamlı veya arcda bir bıçak saplanır gibi, kclik tarzında ağrılar meydana gelir. Sinir sisteminin parasempatik dediğimiz bölümünün ileti aracı yani mediatörü olan o~stilkclin düz adalelerde ve glandlarda kesici bir etki yapar. Asetilkclinin bu etkisini ortadan kaldıran ilaçlara da antikoli-nerjik veya spazmı çözdükleri için de anti-scazmedik adı verilir.Bu ilaçların başında Belladona bitkisinden elde edilen atropin gelir. Atropin düz adale spazmını çözer, bronşları genişletir, ek-?ckrin bezlerinin sekresycnunu azaltır, kalbin atış hızını düşürür. Operasyonlaraan ence bulantı ve kusmayı azaltmak için atropin uygulanır. Gene bir olkaloid elan papaverin,mide-bcrsak ve damar düz adalesinde gevşeme yaptığı için birçok hastalıklarda antispazmodik olarak kullanılmaktadır. Bitkilerden elde edilen ve alka-loid denen bu maddelerin benzerleri yapay olarak üretilmiştir. Hiyosin (Buskcpan),homatropin, propantelin (Pro-Banthine, Bantinova), hekscsiklium (Tral), disiklomin (Bentil) gibi ilaçlar sindirim sisteminin spazmlı ve ağrılı hastalıklarında çok kullanılırlar.



Spazm

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Adalenin istek dışı ani kasılmasına spazm adı verilir. Sebebi çoğunlukla, sinir hüc­relerinin tahribi veya adaledeki kas hüc­relerinin iltihaplanmasıdır. Eğer kasılma ve gevşeme devamlı oluyorsa, buna klonik spazm adı verilir. Sara ya da epilepsi adı verilen hastalık nöbetinde vücut umumiyetle bir spazm geçirir. Sarada, spazmlar vücudun tüm kaslarında ani olarak meydana gelir. Bir saniyeden daha az veya dakikalarca sü­rer. Çocuklarda ve bebeklerde görülebilir. Kolların ve gövdenin kasılması ve gevşe­mesi en çok görülen şeklidir. Bazen bu spazmlar seri halde meydana gelebilir. İskelet adalesinde çok kere çalışma esna­sında görülen ve kramp adı verilen kasıl­ma da bir spazmdır. Hemen hemen herkes yaşamı süresince adale spazmı geçirir. Yüzerken vücudun aniden üşüyüp titreme­si ya da vücudun herhangi bir yerinde ye­terli kan dolaşımı olmaması sonucu da istemsiz kasılmalar görülür. Sinir sistemin­deki bozukluklar, örneğin omuriliğin iç kıs­mındaki sinir hücrelerinin harabiyeti, on­ların yönettiği kasların kasılmasına veya felç olmasına yol açabilir.

İç organların düz adalelerinde çeşitli has­talıkların bir belirtisi olarak meydana gelen ağrılı spazmlara ise kolik denir. Böbrek taşlarının idrar yollarında yaptığı tahrişe böbrek koliği, safra taşlarının neden oldu­ğu şiddetli ağrılara da safra koliği denir. Adate spazmı görüldüğünde, nedeninin bu. lunması için doktor muayenesi gereklidir.



Striknin Zehirlenmesi

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Striknin, Hindistan’da yetişen kargabüken (strychnos nux vomica) ağacının tohumla­rından elde edilen bir alkaloiddir. Striknin zehirlenmesinde tetanozda olduğu gibi adale krampları, olunum güçlüğü, morarma, boğulma hissi vardır, bilinç yerindedir. Yanlışlıkla 50 mg.’dan fazla striknin alı­nacak olursa kasılma ve konvülsiyonlar artarak ölüm meydana gelir. Hastaya oksijen koklatılır, ancak kustur­mak için apomorfin yapılmaz. Zamanında farkedilirse (15 dakika içinde) midenin yıkanması faydalı olabilir. Striknin zehirlenmesinin panzehiri (antidotu) uyku ilaçları (barbitüratlar), adale gevsetici ilaçlar (mepr nesin)dir. Teskin edici ilaçlardan biri (dem) hemen da­mardan yapılmalıdır.



Suçiçeği

18 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S, Çocuk Sağlığı

Suçiçeği hastalığı çocukluk döneminin, en çok rastlanan, akut, bulaşıcı bir has­talığıdır. Vücudun farklı yerlerinde, bir­birini takip eden ufak, içi berrak sıvıyla dolu döküntüler ile belirgindir. Suçiçeği , kış ve baharda 5-6 yaş döneminde ve has­sas olan çocuklarda meydana gelir. Bu hastalık 20 yaşın üze­rinde çok az görülür. Hayat boyu bağışıklık sağlar. Suçiçeğinin etkeni, varicelle olarak adlandırılan bir çeşit virüstür. İnfeksiyon hastanın ağzında, burnunda ve deri döküntülerinde bulunan virüsün havaya yayılması neticesinde bulaşır. Bulaşma dönemi döküntülerden iki gün ön­ce başlar ve takriben 14 gün devam eder. İnfeksiyon, hafif ateş, baş ağrısı, kırgınlık ve ilgisizlik gibi belirtilerle baş gösterir. 1 ya da 2 gün sonra sırt ve göğüste toplu iğne başı büyüklüğünde kırmızı lekeler meydana gelir birkaç saat içinde bu kırmızı lekele­rin ortasında berrak sıvı ile dolu kabarcık­lar gelişir. Bunlar üç dört gün sürer. Le­keler yüz, kafa, el ve ayaklara yayılır. Ka­barcıklar içindeki berrak sıvı, daha sonra yeşile dönüşür ve kabuk bağlar.Daha sonra kabuklar 5-20 gün içinde soyulur. Bundan sonraki dönem ka­şıntılı dönemdir. Bu dönemde infeksiyonun yayılmasını engellemek için çocuğun kaşınmasını önlemek gerektir. Suçiçeği hafif geçer ve özel bir tedaviye ihtiyaç göstermez. Ancak kaşıntı çok şid­detliyse, bu durumda doktor tavsiyesine göre kalamin losyonu veya diğer antihistaminik ilaçlar verilebilir. Çocuğun el tırnakları çok kısa kesilmeli, devamlı olarak sabun ve alkolle fırçalan­malıdır. Ateş uzun sürerse hasta, yatakta kalmalı ve dışarıyla ilgisi kesilmelidir. Ay­rıca diğer çocukları hastanın yanına sok-mamalı ve evdeki çocukları da uzaklaştırmalıdır. Diğer viral hastalıklarda olduğu gibi vücut direnci bu hastalıkta da düşüktür ve bu nedenle çocuk muhtemel tehlikelerden özellikle diğer infeksiyonlardan korunma­lıdır. Kabuklar düştükten sonra yara yeri temiz kalmalı ve tahriş edilmemelidir. Eğer ka­buklar zorla kaldırılırsa yerinde kalıcı izler bırakır.



Sünnet Derisinin İltihabı, Penis İltihabı

4 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-B, Sağlık Sözlüğü-S

Erkek cinsiyet organı olan penisin üzerini örten derinin yani sünnet derisinin iltihabına balanitis denir. Enfeksiyonun derecesine ve sünnet derisinin darlığına (fimozis) göre şiş, ödemli ve ağrılı seyreder. Sünnet olmayanlarda daha çok görülür.

Tedavide antiseptik solüsyonlar (Burow solüsyonu), kortizonlu pomatlar, antibiotikler, mantar enfeksiyonlarına karşı antimikotik ilaçlar (Tinactin, Nistatin v.b.) yararlıdır.



Sünnet Dersinin Darlığı, preputium

23 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-S

Erkek cinsiyet organı olan penisin üzerin­de bulunan sünnet derisi (preputium) ağ­zının darlığına ve yapışıklığına fimozis de­nir. Çok kere penis başının (glans) iltihabı yani balanis ile beraber meydana gelir. Küçük çocuklarda idrar etme güçlüğü do­ğurduğundan çocuğun büyümesini bekle­meden sünnet ameliyatı (circumcision) yapmayı gerektirebilir. Bazı vakalarda fi­mozis, uretra ağzının (mea urinaria) darlığı ile beraber bulunur. Gene sünnetsiz kimselerde sünnet derisi­nin geri çekilmesi fakat tekrar ileriye itilmemesi sonucu parafimozis denen durum meydana gelir. Penis başında kan dolgunluğu ve şişliği vardır, lokal anestezi ile ve operasyonla düzeltilir.



Tansiyon Neden Yükselir?

10 Ağu, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Tansiyon nasıl ve neden yükselir?

Vücudumuzdaki damarlar şu kısımlardan yapılmıştır :

1, Atardamarlar. - Büyük, duvarları kalın damarlar olup kalbten çıkan kam vücudun muh­telif kısımlarına taşırlar.

2. Arterioller (ufak atardamarlar). - Atar­damarların en ufak dallarına arteriol denir. Bunlar çıplak gözle görülmezler. Duvarları et­ten yapılmış olduğundan büzüşüp daralabilir veya genişliyebilirler.

3. Kapiller (kıl damarları.) - Ufak damarlar en sonunda ufacık, kıl gibi kollara ayrılırlar. Burada kan artık nabazan etmez. kularla besleyici maddelerin mübadelesi ve rüntü maddelerinin alınması bu kıl damarlara vasıtasiyle olur.

4. Toplardamarlar. - Kanı kalbe geri getiren karakandamarlarıdır. İçlerinde pis »kan vardır. Elin üzerinde gördüğünüz mavi damarlar banlardır. Şimdi şu tarifden anlaşılacağı veçhile kalb bir pompadır, atardamarlar bu pompadan çı­kan hortum, arterioller hortumun ucundaki musluk veya fiskiye ve kıl damarları da fîskiyeden dışarı akan ince su demetidir. Şimdi luğu kıstığımızı f arzedelim ne olur:

a. tan dışarı akan su miktarı azalır,

b. Hartan içindeki tazyik artar. Şayet pompa daha fazla çalıştırılırsa hem hortumun içindeki tazyik da­ha fazla artar, hem de fıskiyeden dışarı çıkan su miktarı, musluk açık olduğu gibi normal kalır.

İşte tansiyon yüksekliğinde durum böyledir. Ufak atardamarlar (arterioller) mıştır, kıldamarlarına az kan gider, taba da beslenemez, bunu yenmek için kalb fazla Mr tazyik altında çalışır ve daralan damarlardan normaldeki gibi yeter kan geçmiye başlar. Uzun müddet işler böylece yeni bir düzene girmiş olur. Fakat kan tazyikinin yüksek olarak sebat etmesi birçok hâdiselere sebep olabilir. Damar­lar fazla tazyik altında kalınca sertleşmiye baş­lar. Sertleşen damarlardan bâzısı tıkanır ve o damarın beslediği doku yeter kan, oksijen ala­maz. Kalb fazla yük altında kalınca yorulur, sonunda kifayetsizliğe uğrar (nefes darlığı, uy­kusuzluk). Böbrekler bozulur vazife göremez. Gözlerdeki damarların sertleşmesi görmeği bozar. Beyin damarları sertleşirse beyinde ka­nama, tıkanma yapabilir. Damar sertliğinin de­recesi ve yaygınlığı şunlara’tâbidir:

1. Tansiyon yüksekliğinin derecesi,

2. Tansiyon yüksek­liğinin ne zamandanberi devam ettiği,

3. Damar­ların bu yüksek tazyike mukavemet kabiliyeti.

Tansiyon yüksekliğinin kabaca dört dev­resi vardır :

1. Prehipertansiyon (tansiyon yüksekliğin­den önceki) devre. - Bakarsınız tansiyon kızma, heyecanlanma, yorulma ile çok yükselir. Fa­kat umumiyetle normaldir. Bu gibi kimselerin hemen %75 inde sonradan tansiyon devamlı su­rette yüksek kalır.

2. Oynak tansiyon devresi. - Tansiyon her zaman için on dördün üstünde olmakla beraber bir seviyede durmaz, bir gün 15, öbür gün 20 dir …Nadiren 12-13 e bile iner.

3. Sabit Tansiyon devresi. - Tansiyon artık bir seviyede sabit kalır. Bir türlü aşağı inmez.

4. İhtilât devresi. -Başlıca üç yerde ihtilâl görülür : a. Kalbte. Böbreklerde, c. Beyinde.



Tekrarlayan Ateş

23 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Kimi spiroket türü bakterilerin sebep ol­duğu enfeksiyon rahatsızlığına tekrarlayan ateş adı verilir. Bu hastalığa yakalanan kişilerde yüksek ateş görülür. Borrelia recurrentis adı verilen spiroketlerin, bit, kene ve kimi zaman da tahta piresinin ısırmasıyla insana bulaştığı bilinmektedir. Umumiyetle tekrarlayan ateş ilk olarak titremeyle başlar, akabinde de humma denilen rahatsızlık başlar ve ateş 41°C’ye kadar yükselebilir. Ateş bu seviyede günlerce kalabilir, baş ağrısı ve kırıklık da bu hastalık esnasında görülebilir. Kriz esnasında vücudun aniden güçten düşme tehli­kesi de yok değildir. 1-2 gün sonra hasta iyi­leşir fakat hastalık bir hafta sonra yeniden tekrar­lar. Bu sebeple, tekrarlayan, gelip geçen ateş anlamına relapsing fever adı verilmiştir. Fetris recurentis’in tedavisi için, özellikle ateş esnasında, yatakta dinlenme tavsiye edilir.



Terbezi Hastalıktarı

23 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Terbezlerinin hastalıklarına genel olarak hidroz adı verilir. Terbezlerinin fonksiyonel bozuklukları olarak en sık görülen belirtiye fazla terleme tıptaki adı ile hiperhidroz denir. Ateşli has­talıklar, hemipleji, nevrasteni, nevrit gibi sinir hastalıklarında ve tireotoksikozda gö­rülür. Tedavi asıl hastalığa yöneliktir. Bazı kimselerde el ve ayaklarda, koltuk altında fazla miktarda kokulu terleme (Bromidroz) veya renkli terleme (Kromiriroz) meydana gelir. Tedavi olarak antikolinerjik ve astranjan ilaçlar, permanganat banyoları öne­rilir. Bazen derideki bir hastalık nedeni ile ter. bezlerinde ve kanallarında organik bir bo­zukluk vardır. Bunlardan en sık görüleni halk arasında isilik diye bilinen, tıptaki adı ile miliaria cristallina denen içi su top­lamış, küçük topluiğne başı büyüklüğündedir.



Teşhircilik, Eksibizyonizm

18 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-T

Eksibizyonizm genellikle erkek cinsiyet organlarının, örneğin penisin ereksiyon ha­linde açıkça gösterilmesine denir. Issız yerlerde, genel tuvaletlerde veya pence­reden dışarıya doğru organlarını açan er­keğin gösteriden cinsel heyecan duyması için bunu gören kadınların şaşkınlığa düş­mesi hatta korkması gerekmektedir. Eksi-bisyonist olan kimse ender olarak cinsi bir saldırıda bulunur. Bu hastalık ergenlik döneminde zayıf olan cinsel içgüdünün ar­tırılması için bir yöntem olarak başlar. Çok kere hastanın eşinin gebeliği sırasın­da, birikmiş saldırganlık duyguları şeklin­de belirir ve eşi tarafından cinsel yönden istekleri karşılanmaması üzerine bir alışkanlık haline gelebilir.



Testis İltihabı - Orşit

3 May, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Erkek genital organlarından olan testisler halk arasındaki deyimiyle husyeler skrotum denen bir torba içinde bulunurlar. Gö­revi yumurta yani sperm yapmak olan cin­siyet bezinin yani testislerin iltihaplanma­sına orşit denir. Skrotumda ağırlık hissi, ağrı ve şişmeyle karakterize bir durumdur. Çeşitli infeksiyöz etkenler, bu arada fren­gi, belsoğukluğu ve verem orşite neden olabilirler. Özellikle 15-25 yaş arası genç er­keklerde görülen kabakulak infeksıyonları önlem alınmadığı takdirde testislere yayılır ve orşite neden olabilir. Eğer ilk 36 saat içinde kalçadan kabakulak serumu yapılacak olursa mikrobun testislere ya­yılması önlenebilir. Ayrıca bu gibi şahısla­ra hastalığın başlangıcından itibaren antibiotik verilerek orşitin önlenmesine ça­lışılmalıdır.

Tedavi için ağrıyı azaltan ilaçlar, bazen kortizon ve antıbiotikler önerilir.



Testislerin Torbaya İnmemiş Olması

18 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar

Erkek çocuklarda yumurtalıkların yani tes­tislerin torbalara tam iniş yapmamasına, skrotum içinde bulunmayışına kriptorşizm, (cryptorchism) yanlış iniş yapmasına ise ektopia testis denir. Embriyolojik gelişme esnasında karın için­de böbreklere yakın bir yerde bulunan yu­murtalıklar doğuma yakın olarak skrotum denen deri torbaların içine iner. İnişini tam yapmamış testis iyi gelişmez. Bu gelişme kusuru tek veya çift taraflı olabilir. Bir yaşına geldiği halde torbalara girme­yen, kasık kanalında kalan testislerin daha sonra girmesini beklemek doğru değildir. Ergenlik çağına geldiğinde farkedilen bu hastalık kısırlık nedeni olabilir. Daha önce farkedilen kriptorşizmin tedavisi hormonla (gonadotrop hormon) veya erken yaşta operasyonla yapılabilir. Ameliyat 5 yaşından önce yapılır, çok kez fıtık kasığı da bera­ber bulunan bu vakaların tedavisi olumlu, sonuç verir.



Tifoya Benzeyen Bağırsak Hastalığı : Paratifo

13 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-P, Sağlık Sözlüğü-T

Tifo dışında diğer Salmanella grubu bak tenlerin yaptığı mide-barsak bozuklukları­na ve tifoya benzer belirtiler gösteren has­talıklara paratifo denir. Bu bakteriler ke­miklerde, beyin zarlarında ve başka organ­larda da yerleşebilirler. Paratıfoda hafif ateş, kusma, ishal ve hal­sizlik gibi belirtiler vardır ve hastalık bu bakterilerle bulaşmış besinlerin yenmesin­den ıkı gun sonra ortaya çıkabilir. Bu du­ruma akut besin zehirlenmesi de denir. Tedavi olarak hastaya kaybettiği su geri verilmelidir. Ayrıca Sulfaguanidin, Kloram fenikol ve Necmisin gibi ilaçlar kullanıla­bilir. Tifodan korunmak için yapılan aşılarda Pa­ratifo A ve B suşlarının antitoksinleri de vardır.



Tiroid Bezinin Az Çalışmasından Doğan Durum

31 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-T

Tiroid bezinin az ya da hiç çalışmaması neticesinde hipotiroidi halinde ortaya çıkan hastalığa miksödem adı verilir.

Doğuştan meydana gelen hipotiroidlerde zekâ geriliği ön planda olduğu halde jüvenil hipotiroid de ve daha çok yetişkinlerde görülen tiroid bezinin yetmez­liğinde zekâ normaldir. Bazal metabolizma azalmış durumdadır: Hasta kişinin cildinde kuruluk,sesin kabalaşması,üşüme, saç­ların dökülmesi ya da tez yorulma gibi şi­kâyetleri vardır. Vücudun seröz boşlukla­rında su toplanması, ellerde ve ayaklarda sert ödem meydana gelmesi sebebiyle hastalığa miksödem adı verilmiştir. Ağır vakalarda infeksiyon veya anestezi gibi sebeplerle kişi komaya girebilir. Hipofiz bezinden kaynaklanan sekonder miksödemler de vardır. Daha çok bayanlarda bir doğumdan sonra ortaya çıkan Sheehan sendromu olaylarında hipotiroidi bulgula­rından başka amenore ve böbreküstü bezi yetersizliği de bulunur. Miksödem tedavisinde domuz ve sığır tiroidlerinden elde edilen tiroid preparatları ya da sentetik ilaçlar kullanılmaktadır.



Toksoplazmozisin İlacı-Daraprim

9 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-T

Daraprim, toksoplazmosis denen paraziter bir hastalığın tedavisinde kullanılan, kimya adı pyrimethamin olan süifamid cinsi bir ilaçtır. Daraprim, trimethoprim adındaki bir benzeri ilaç gibi diğer sülfamidlerle birlikte bruselloz, kolera ve sıtma gibi hastalıkların, özellikle kadınlarda düşük nedeni olan loksoplazmosis hastalığının tedavisinde ağızdan verilmektedir.



Uçuk, Herpes

28 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-H, Sağlık Sözlüğü-U

Herpes, virüs denilen ufak canlıların deri­de meydana getirdiği içi sıvı dolu küçük kesecikler yani veziküllerdir. Tıp dilinde herpes sirnpleks, halk deyimiyle uçuk di­ye bilinir. En çok ağız ve dudaklar ile cinsel bölge­lerde meydana gelirler. Veziküllerin çıka­cağı yerlerde yanma, batma gibi hisler du­yulur ve kırmızı, hafif şiş bir zeminde yu­varlak, içi saydam sıvı dolu kesecikler be­lirir. Daha sonra içindeki sıvı bulanıklaşır ve üzeri esmer bir kabuk ile örtülür. Kabuk birkaç gün içinde düşer ve 1-2 haf­ta içinde tamamen kaybolur. Herpes bazı enfeksiyon hastalıklarında, aşı ve enjeksiyonlardan sonra meydana gelebileceği gibi korku ve heyecan anla­rında, aybaşı halinde de görülebilir. Ka­dınlarda gebeliğin 3-6. aylarında görülen ve doğumdan sonra kaybolan şekline her­pes gestationis denir. Şiddetli kaşıntı ve sivilcenin bütün şekilleri mevcuttur. Kan­da eozincfili vardır. Anne için zararsız olan hastalık çocuk için tehlikeli olabilir. Herpes simplekste tedavi için yerel olarak antiseptik solüsyonlar ve kortizon uygula­nabilir. Talk pudrası ve alkol pansımanı kaşıntıya faydalıdır. Ağızdan C vitamini verilir. Ayrıca otohemoterapi yani hasta­nın kendi kanını kendisine enjekte etmek şeklinde bir tedavi de uygulanabilir.



Uterus İltihabı,Rahim İltihabı

19 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R, Sağlık Sözlüğü-U

Rahmin yani dölyatağının içini döşeyen mukoza tabakasına endometrium, bunun çeşitli nedenlerle iltihabına da endometrit denir.Endometrium her ay hormonların etkisiy­le gelişme gösteren, yumurtalıklardan ge­lecek döllenmiş yumurtanın yuvalanması için hazırlık yapan özel bir zardır. Yumur­ta sperm tarafından döllenmeyecek ve yu­valanmayacak olursa endometriumda ya­pılan bütün hazırlıklar boşa gider ve ay sonunda, bu kalınlaşmış zarlar, âdet ka­naması denilen fonksiyonel bir kanama ile dışarı atılırlar. Âdet zamanı kadınların enfeksiyon bakı­mından, yani mikrop kapmak bakımından en zayıf oldukları zamandır. Bu devrede denize girmek, cinsel birleşmede bulunmak sakıncalıdır. Rahim ağzı açık olduğundan bu devrede aşağıdan yukarıya çıkabilecek mikroplar veya herhangi bir devrede kan yoluyla gelebilecek mikroplar (tüberküloz) endometriuma yerleşerek endometrite se­bep olabilirler. Cinsel temasla bulaşan cin­sel hastalıklar da (frengi, belsoğukluğu v.b.) endometrite yol açabilirler. Doğum ve düşüklerden sonra veya çocuk düşür­me için yapılacak tıbbi olmayan her türlü girişimlerden sonra endometrit meydana gelebilir. Bazı hastalık etkenleri rahim içi­ni dolduracak kadar cerahat meydana ge­tirirler ve bu durumda piyometradan söz edilir.Endometritin tedavisi, hastalık etkeni olan mikroba tesirli antibiyotiklerle yapılır.



Veneriyen Hastalıklardan Lenfogranuloma Venerum

21 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-V

Cinsiyet organlarında çıban şeklinde baş­layan ve ülserleşen, cinsel temas ile bula­şan ihbarı meeburi hastalıklardan birisi de lenfogranuloma venerumdur. Hastalığın etkeni virüslere benzeyen chlamydia türü bir mikroorganizmadır. Mikrop lenf ve kan yoluyla yayılarak kronik iltihaplı bir has­talık yapar. Kuluçka devresi 7-12 gündür. Bu hastalıkta kasık lenf ganglıonlarının iki taraflı olarak şişmesi, ağrılı olması, yara etrafında ödem meydana gelmesi, defekasyonun ağrılı olması karakteristiktir Ay­rıca ateş, başağrısı, titreme, eklem ağrısı, karında kramp şeklinde ağrılar olabilir. Lenfogranulama venerumun teşhisi için a-lınan akıntıda Freı testi ve kompleman bir­leşmesi reaksiyonu uygulanır.



Verem (Tüberküloz)

24 Oca, 2009 Hastalıklar

Yapılan çeşitli bilimsel araştırmalara göre dünyada her sene sekiz milyon insan verem hastalığına yakalanmakta, üç milyon kişi bu hastalık sebebiyle ölmektedir. Dünyadaki insan sayısının 3te biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte haldedir. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem basilleriyle enfekte olduğu sanılmaktadır.

Hastaların %75’i sosyo-ekonomik bakımdan geri kalmış 13 ülkede ortaya çıkmaktadır. Ancak 1985’lerden sonra ileri endüstri ülkelerinde de artış olması, bu ülkeleri de konuya yeniden önem vermeye ve ciddi tedbirler almaya zorlamıştır.

Ülkemizde durum incelendiğinde ise şu durum görülmektedir. 1950’lerde verem görülme sıklığı ve ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktaydı. 1945 yılında verem ölüm oranı yüzbinde 262 ve 1965 yılında hastalığa yakalanma oranı yüzbinde 172 idi. 1953 yılından itibaren başlatılan aşı kampanyaları, açılan verem savaş dispanserleri ve sanatoryumlarda uygulanan tedavi hizmetleri, geniş halk kitlelerinin röntgenle tarama çalışmaları, Sağlık Bakanlığı, UNİCEF ve verem savaş derneklerinin destek ve faaliyetleri ile verem nedeniyle ölümler ve vereme yakalanma oranları hızla düşüş göstermiştir. Bu düşüş halen devam etmekte olup bu gün verem ölüm oranı yüzbinde 2.8 ve vereme yakalanma oranı ise yüzbinde 29 civarındadır. Ancak bu rakam Batı Avrupa ülkelerinden yüksek olup, amacımız bu ülkelerde olduğu gibi yüzbinde 10 oranının altına düşmektir. Ülkemizde enfeksiyon havuzunun genişliği halen 12-15 milyon kişi civarındadır. Hastalığın en sık görüldüğü bölge Marmara Bölgesi olup, bunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi takip etmektedir. Hastalığın en az görüldüğü bölgeler ise Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesidir.

Günümüzde tüm dünyanın verem ile ilgili en önemli problemlerinden biri 1. kuşak etkin ilaçlara direnç kazanmış hasta sayılarının artma göstermesidir. Özellikle tedavi programlarının iyi takip edilemediği ülkelerde bu oranlar inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Ülkemizde klasik ilaçlara direnç kazanmış veremli hasta sayısı 2000 civarında olup bu konu özel bir dikkatle takip edilmektedir.

Ülkemizde veremle mücadeleyi yürütecek ciddi bir teşkilat mevcuttur. Bu kuruluşlar aşılama ve tedavi hizmetlerini ücretsiz olarak halkımıza ulaştırmaktadır.

1950’lerde yapılan programların 1. amacı aşılama ve kitle taramaları idi, günümüzde ise en önemli amacımız, bulunan hastaların hatasız tedavilerinin temini olmalıdır. Yeni hastaların bulunmasına yönelik özellikle kitle taramaları gibi çalışmalar ise ancak 2. sırada yer almaktadır. Bu nedenle ülke çapında uygulanacak bir Tüberküloz Kontrol Programının düzenlenmesinde birinci önceliğin tedavi programı olduğu göz önüne alınmalıdır.

2000’li yıllara hitap edecek şekilde yeniden düzenlenen bir Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın yeni aktiviteleri şunlardır:

Direkt gözlem altında tedavi stratejisinin uygulanması

Çok ilaca dirençli vakaların tedavisi projesi

BCG aşılama oranlarının %85’in üzerine çıkarılması

Eğitim programlarına ağırlık verilmesi ve sürekli hale getirilmesi

Laboratuar ağının güçlendirilmesi

Göğüs hastalıkları hastanelerinin modernizasyonu

Tüm sağlık kuruluşlarında standardize edilmiş tanı ve tedavi ilkelerinin uygulanması

Tedaviye alınan tüm hastaların kayıt ve takip altına alınması

Gönüllü kuruluşlar ile işbirliği

Uluslararası kuruluşlar ile işbirliği

Verem hastalığı ile mücadele görüldüğü gibi meşakkatli, sabır isteyen, pahalı ve uzun yıllar içeren bir uygulamayı gerekmektedir. Bir basil müspet tüberkülozlu hastanın yılda, 10-15 kişiyi enfekte ederek hastalığın kolayca yayılabilmesi yanında tedavinin en az 6 ay veya 9 ay devem ettirilmesi ve hasta ile birlikte ailesinin de takip edilmesi zorunluluğu, Tüberküloz Kontrol Programının ne kadar güç olduğunu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığın araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye gibi bir ülkede Etkili bir Tüberküloz Kontrol Programı ile Tüberküloz görülme sıklığının yarıya indirilmesi için 8 yıl geçmesi gerekmektedir.

Vatandaşlarımızdan en önemli beklentilerimiz ise şunlardır:

Çocuklarımızın aşılarının yapılması konusunda anne ve babaların duyarlı davranmaları. BCG aşısının ilki 2. Ayını doldurunca , ikincisi ilkokul 1. Sınıfta yapılmaktadır. Aşının hiçbir yan etkisi olmayıp koruyuculuğu yüksektir (%80).

Tüberküloz teşhis ve tedavisi Bakanlığımız tarafından ücretsiz olarak yapılmaktadır. Tüberküloz şüphesi olan tüm hastalarımızın en yakın sağlık kuruluşuna ( özellikle verem savaş dispanserine) başvurarak gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekmektedir.

Tedaviye alınan hastaların tedavilerini aksatmadan devam etmeleri ve aile bireylerini kontrole getirmeleri gerekmektedir.

Bu tedavinin kesintisiz devamı halinde şifa oranı %100 civarındadır.

Türkiye zaten geçmişte de, çok başarılı bir “Verem Savaşı” örneği sergilemiştir. Bugün de Bakanlığımıza 271 Verem Savaş Dispanseri, 22 Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 11 Verem Pavyonu, diğer kuruluşlara bağlı 7 Göğüs Hastalıkları Hastanesinden oluşmuş geniş bir teşkilat ile, bu mücadele için pek çok ülkeden hatta bazı çok gelişmiş ülkelerden bile daha şanslı durumdadır.

Verem hastalığının etkeni olan Koch Basili İlk defa 1882 yılında Robert KOCH tarafından gösterilmiştir. Bu basil en çok akciğere daha sonra böbrek,kemik,mide-barsak sistemi,deri,merkezi sinir sistemi ve lenf sistemini tercih eder.

VEREM HANGİ YOLLARLA BULAŞIR:

Uzun yıllar,verem mikrobunun hemen her yolla ve kolayca bulaşabildiği sanılmıştır. Bugün bile,bulaşmanın,hastaların balgamlarından toza toprağa karışan basillerin inhalasyonu (solunması) ya da hastalarla aynı kap-kacağı kullanmakla olduğu inancı hayli yaygındır.

Tüberküloz basilinin akciğerlere yerleşip çoğalabilmesi için akciğerin en uç noktalarına kadar ulaşması gerekmektedir. Bu uç noktalara ulaşmayan,ağız ve burnun iç yüzeylerinde ve bronşlarda tutulan basiller çoğalamamakta ve dışarı atılmaktadır. Bu uç noktalara geçiş yolları son derece dar olduğundan buralardan toz toprak gibi büyük partiküllerin geçmesi de mümkün olmamaktadır. Toz ve toprakla bulaşmayı imkansızlaştıran bir faktör de basillerin gün ışığından çok çabuk etkilenmeleridir. Bulaşma pratik olarak yalnızca,damlacık çekirdeği tabir edilen ve hastaların öksürük ve aksırıklarıyla meydana gelebilen, aerosol şeklindeki parçacıkların üzerindeki basillerle olmaktadır. Hafiflikleri nedeniyle uzun süre havada asılı kalabilen bu parçacıkların üzerindeki basiller güneş ışığı giren bir ortamda 1-2 saat içersinde ölürler,güneş ışığı girmeyen loş yerlerde ise (sinema,bar,cezaevi koğuşları vs.. ) uzun süre canlı kalabilirler.

Damlacık çekirdekleri yalnız öksürük ve aksırıkla meydana gelebilmektedir. Bu nedenle öksürük bulaşma açısından en çok dikkat edilmesi gereken bulgudur.

Öksürük akciğer tüberküloz olgularının % 75‘ inde bulunmaktadır. Öksürmeyen hastaların pratik olarak bulaştırıcı olmadıkları kabul edilmektedir.

Meme tüberkülozlu ineklerin kaynatılmadan içilen sütlerinden de bulaşma olabilmektedir. Bu tür bulaşma nadir olup veremle savaşta hiçbir önceliği olmayan sindirim sistemi tüberkülozuna neden olmaktadır.

VEREMİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

1- Halsizlik,yorgunluk,iştahsızlık,zayıflama ve gece terlemesi

2- Ateş

3- Öksürük,balgam ve kan tükürme

4- Göğüs kafesinin yan tarafının ağrısı

VEREM NASIL TEŞHiS EDİLİR?

1- Hasta öyküsü ve fizik muayene

2- Radyoloji

3- Tüberkülin Testi

4- Balgam tetkiki

5- Kesin tanı kültür çalışmasıyla konur.

VEREM NASIL TEDAVi EDİLİR?

İlaçla iyileşme oranı çok yüksektir. Mühim olan ilaçları belirtilen doz ve zamanda kullanmaktır. Hastanın kendisi ve çevresindekilerin kontrolleri önemlidir.

VEREMDEN NASIL KORUNULUR?

1- BCG Aşısı ile korunma

2- İlaçla korunma

BCG Aşısıyla Korunma: Mikrobun zayıflatılmış bir türünden yapılan aşıdır. Türkiyede yapılna verem aşı şeması ;

İlk aşı : Bebek 2 . ayını doldurunca

Rapel : İlkokul 1. Sınıfta

İlaçla Korunma : Veremle savaşın temel amacı insanların verem mikrobuyla karşılanmalarını önlemektir. Bunun en etkili yolu erken teşhis ve düzenli tedavidir. Erken teşhiste ne kadar başarılı olunsa da çoğu zaman, hastaların yakın temaslılarının enfekte olmaları önlenememektedir. Mikrop kapmalarını önleyemediğimiz insanları ilaçla koruyarak hastalanma ihtimalini en aza indirmek ve bu suretle yeni enfeksiyon kaynaklarının meydana gelişini önlemek de verem savaşın önemli ilkelerinden biridir.

VEREMLE SAVAŞ KAVRAMI ve İLKELERİ

Veremle savaşta amaç,insanların tüberküloz basili ile enfekte olmalarını önlemektir. Çünkü basille enfekte olan kişi hemen hastalanmasa bile yaşadığı sürece hastalanma riski altındadır. Bu nedenle hastalık kaynaklarını olabildiğince erken teşhis etmek ve bunları yeterli süre ve düzenli olarak tedavi etmek verem savaşın temel ilkesidir.

Olası bir enfeksiyona karşı,insanları BCG aşısıyla bağışıklamak ve enfekte kişileri de olabildiğince erken teşhis ederek ilaçla korumak ve bu suretle hastalanma riskini asgariye minunuma indirmek de verem savaşın diğer iki önemli faktörüdür.

ÇOCUKLARINIZI MUTLAKA BCG AŞISIYLA AŞILATINIZ. Bu konuda bilgi için verem savaş dispanserlerine,sağlık ocaklarına başvurabilirsiniz



Vücudun Savunma Reaksiyonu, İltihap Reaksiyonu

1 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-V

Dokuların bazı etkenlere karşı gösterdiği ve çok kere kızarıklık (rubor), ısı artmast (calor), şişkinlik (tumor) ve ağrı (dolor) ile beliren reaksiyona iltihap denir. İltiha­bın bu dört karakteri çok eskiden Celcus tarafından ifade edilmiş, bu kavramlara daha sonra Galen tarafından fonksiyon bozulması (function laesa) da eklenmiştir.

Akut yerel iltihap bu bölgede dolaşım bo­zukluğu ve yavaşlaması ile başlar. Tıp di­linde buna peristatik deveran bozukluğu denir. Kan damarlarının genişlemesi ve da­ha fazlc kan gelmesiyle iltihaplı bölge kı­zarır ve ısınır. Bu durum enflamasyon de­yimiyle de ifade edilebilir. Yavaşlayan kan akımı sonucu damarlardan dışarı doğru çıkan alyuvarlar organizmanın savunması için savaşmaya başlarlar. Yani bir bakıma iltihap olayı organizmanın bir savunma reaksiyonudur. Kan damarlarından dışarı sızan serumun içindeki antikorlar ve fib­rin iltihap reaksiyonunu sınırlandırarak apse oluşumunu kolaylaştırır.

Birçok mikroorganizmalar (bakteri, virüs, mantar, protozoer), mekanik ve fizik et­kenler (sıcak, soğuk, çeşitli ışınlar vb.), çeşitli antijenler ve kanser hücreleri orga­nizmada iltihap meydana getiren çeşitti nedenler olarak sayılabilir. Bu etkenlerle akut ya da kronik olarak meydana gelen iltihap reaksiyonu birkaç şekilde sonuç­lanabilir. Bazen iltihap tamamen normale döner (rezolüsyon). Organizma iltihap re­aksiyonunu en hafif şekilde atlatmıştır. İlti­hap scnucu bazen o organda bağ dokusu (fibrcsis) meydana gelebilir, iltihapta ak­yuvarların artışı yani cerahatlenme ve ap­se teşekkülü en sık görülen sonuçlanma şeklidir. Bu durumda yaranın yani ülserin süpürasyonu söz konusudur. İltihaba uğ­rayan dokunun tamamen ölümü halinde ise kangren oluyabilir. İltihap meydana gelen dokunun çevresin­de çok kere kalın bir hücre engeli oluşur.

Ancak iltihap sebebi olan mikroorganiz­malar bazen bu savunma engelini aşarak lenf damarlarına girer ve lenf damarian boyunca ilerleyerek lenf ganglionlarınır şişmesine neden olurlar. Enfeksiyonun lerr yoluyla yayılmasına ienfanjit adı verilir

Mikroorganizmalarla savaş bu lenf bezle­rinde devam eder. Eldeki bir iltihap koltuk altı lenf bezlerinin, ayaktaki iltihap ganglionlarının şişmesine neden olabilir. En kötü durum,enfekte maddelerin ve mik­ropların kan dolaşımına karışıp bakteriYe mi ya da septisemiye yol açmasıdır. Organizmanın iltihap reaksiyonu şeklinde gösterdiği savunma olayına yardımcı ol­mak üzere lokal veya genel tedavi yör-temleri uygulanır, iltihabın geriye döndûrülemediği durumlarda apsenin oluşması kaçınılmazdır. Bu durumda yapılacak yar­dım, apsenin cerrahi olarak açılıp drene edilmesi seklinde olmalıdır.



Yağ Tümörü

22 Mar, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Yağ hücrelerindeki artışın yol açtığı yağ dokusu uruna lipom denir. Lipomlar genellikle tehlikeli olmayan yani iyi huylu tümörlerdir. Bazen çok büyüyebilirler. Te­davi için cerrahi olarak çıkarmak gerekir. Çoğu zaman deri altında, boyunda, sırtta, ve omuzlarda görülür, sayıca da fazla ola­bilir. Bu durumda distrofik bir hastalık o-lan lipomatozdan söz edilir.



Yarık Omurga Kemiği

15 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Doğumdan yapmadan önce, insan embriyosu gelişir­ken omurga kanalı içi boş bir boru biçiminde oluşur. Bu, omuriliğin içinde gelişece­ği kanaldır. Omurga kanalının tam olarak oluşmaması, yarık omurga kemiği manasına gelen spina bifidaya sebep olur. Bu durum, yaklaşık olarak bin doğumda bir meydana gelir. Kimi vakalarda bir veya iki omurga kemiği noksan olabilir. Bu bozuk­luk neticesinde, omurilik dışarı fırlayarak sırtta sıvı dolu soğan biçiminde bir fıtık oluşur. Bu çeşit hastalarda acil cerrahi yardım ge­reklidir. Bazı spina bifida durumlarında, hid­rosefali de meydana gelir. Hidrosefali, su ve baş kelimelerinden türetilmiştir. Bu şartlarda beyini saran zar içinde bulunan sıvı git­tikçe fazlalaşır ve neticede kafatası kemik­leri de genişler. Baş, gövdeye oranla çok büyüktür. Eğer duruma zamanında müdahale etmek mümkün olamamışsa, omurilik sinirlerinin şiddetli basınç altında kalarak ezilmesi söz konusu olabilir. Bu anormallik aşağı omurilik bölgesinde oluşursa, bacaklarda felç meydana gelme­sine, idrar ve barsak yoluyla oluşan bo­şaltım işlevlerinin kontrol edilememesi gi­bi durumlara neden olabilir.

Derideki sinir iletiminin yetersiz oluşu du­rumunda ise cilt üzerinde yaralar oluşur. Bu durum erken teşhis edilebilirse ameli­yat yapılarak omurilik fıtığının kapatılması sağlanabilir.



Yaşlılık Hastalıkları, Geriatrik Psikiyatri

25 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Tıbbın gelişmesi ve yaşam koşullarının kolaylaşması sonucunda yaşama süresi uzamakta ve beraberinde çeşitli sorunlar da getirmektedir. Bu sorunların psikiatrideki önemi, beyin ve beyin damarlarında­ki bozuklukların ve buna bağlı akıl hasta­lıklarının 60 yaşından sonra daha cok görülmesidir. Dolayısıyla bunamalar, depres­yonlar, nörotik reaksiyonlarla daha cok karşılaşılmaktadır. Yaşlılık demansları (kronik beyin sendromu) genellikle ilerleyicidir. İlk belirti genel­likle yakın geçmişe ait olayların unutul­ması ve zihin çalışmasının azalması şek­linde başlar. Daha sonra konuşması anla­şılmaz duruma gelen yaşlı kimse, en ba­sit işleri yapamaz olur. Tam bir oryantasyon bozukluğu meydana gelir. Apati veya hafif öfori görülebilir. Halüsinasyonlar bir derecede biline bulutlanmasına ya da gör­me bozukluğuna işaret eder. Yaşama sü­resi kesin değişimlerin başlangıcından son­ra yaklaşık 5 yıldır. Ölüm nedeni genellik­le miyokard yetmezliği ve aynı zamanda mevcut enfeksiyon ya da beslenme yeter­sizliği (inonisyon) dir. Bunlardan bir kısmı huzurevlerinde, diğerleri evlerinde yaşar­lar. Bunama nedeni çoğunlukla damar sertleşmesidir. Akut konfüzyon yani bilinç kaybı sık sık görülür. Demansın erken safhalarında yahut bir krizden sonra emosyonel bozukluklara sık rastlanır. Or­ganik hastalığın tersine bunların tedavisi mümkündür. Depresyon, dietle ilgili yeter­sizliklere, vitamin eksikliği yahut elektrolit bozukluğuna yol açabilir. Beslenme yetersizliği, ise zayıflık, adinami ve organik hastalıklara neden olabilir. Bazı ilaçların çok kere yaşlı kimselerde istenmeyen yan et­kileri de önemlidir. Nöroleptik denen ilaç­lar, tansiyon düşüklüğüne, idrar tutuklu­ğuna veya akut glokomaya sebep olabi­lirler. Bazı tansiyon ilaçları (Metildopa) depresyona, müshil veya idrar söktürücü ilaçlar potasyum yetersizliğine ve buna bağlı genel güçsüzlüğe yol açabilir. Barbitüratlar, bromürler, antidiyabetik ilaçlar konfüzyon durumlarına neden olabilirler. Depressif yahut akıl dengeleri bozulmuş yaşlı kimseler doktora pek gitmezler. Ak­rabaları ise onlara hasta değil, yaşlı gö­züyle baktıklarından durumları ileri bir saf­haya varıncaya kadar hekime götürmezler. Yaşlıların toplum içinde yararlı olmaları isteniyorsa, sosyal ihtiyaçlarının sağlan­ması kadar, genel tıbbi bakımlarına da önem verilmelidir. Bu yardım gündüz bakımı, kısa süreli kli­nik bakım veya iki ayda bir klinik bakım şeklinde olabilir. Yatalak olanlar, idrarla­rını tutamayanlar bir sağlık kurumuna alın­malıdır. Şiddetli emosyon yahut davranış bozuklukları gösteren hastaların ise bir nkıl hastanesinde tedavi edilmeleri gere­kir.



Yassı Solucanların Yaptığı Hastalıklar: Şerit Hastalıktarı

19 May, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y, Sağlık Sözlüğü-Ş

İnsanlarda parazit şeklinde yaşayan ve hastalık etkeni olan çok hücreli hayvanların bir sınıfını oluşturan sestodlar halk arasında şerit olarak adlandırılır. Şeritler çok sayıda halkadan meydana gelmiş yassı ve uzun solucanlardır. Şerit­lerin bir özellikleri de hermafrodit olmaları, yani halkaların sırayla erkek ve dişi olarak dizilmeleridir. Olgun halkaların içinde yu­murtalar da mecuttur. Şeritlerin bir kısmı olgunlaştıktan sonra in­sana yerleşir ve bağırsaklarında hastalık ya­parlarken, diğer bir kısmı ise kurtçuk ha­lindeyken insana yerleşirler. Tenya saginata adındaki sığır şeridi 4-10 metre gibi çok uzun bir parazittir. Skoleks denen baş kısmındaki 4 vantuzu ile barsaklara tutunur ve 3 ayda olgunlaşarak halkalarını salmaya başlar. Hastalık az piş­miş sığır etleri ile insana geçer. Özellikle çiğ köftenin revaçta olduğu güneydoğu Anadolu bölgesinde hastalık çok yaygın­dır.

Teşhis dışkıda yumurtaların görülmesi ve­ya halkaların düşürülmüş olması ile konur.

Tedavide niclosamide (Yomesan) kullanı­lır.

Tenya solium adındaki domuz şeridinin boyu 8 metre kadardır. Baş bölgesindeki vantuzlarının yanında çengelleri de oldu­ğundan parazite silahlı şerit adı da veril­mektedir. Memleketimizde daha az görü­lür. Teşhis ve tedavisi sığır şeridinde ol­duğu gibidir.

Hirrfeiıolepis nana adındaki şerit 10-15 cm. uzunluğunda ve insanlarda yaşayan şe­ritlerin en küçüğüdür. Bu nedenle cüce şerit adı verilmiştir. Evriminde zorunlu bir ara konağa gerek olmadığından yumurta­ları yutulursa kurtçuklar doğrudan doğ­ruya barsağa gelip yerleşir ve olgunlaşır.

Hastalık karın ağrısı, ishal, kansızlık gibi belirtilerle kendini gösterir. Teşhis dışkı­da parazitin yumurtalarının görülmesi ile konur.

Difilobotrium latum adındaki balık şeridi iyi pişmemiş tatlısu balıklarının aracılığı ile insana bulaşan bir şerit türüdür.

Balık şeridi, enlen boylarından daha ge­niş binlerce halkadan oluşmuştur ve bo­yu 20 metreyi bulur. Sarsaklarda çoğun­lukla birden fazla sayıda bulunan asala­ğın ömrü çok uzundur. Yumurtaları dış­kı ile atıldıktan sonra sulu bir ortamda açılır ve çıkan embriyo kendini yutan bir kabuklu hayvanda evrimini sürdürür. Bu kabukluları yutan tatlı su balıklarından da insana geçer.

Diplidium caninum adındaki köpek şeridi kedi, köpek gibi hayvanların barsaklarında yaşayan, çok küçük (14-40 mm.) şeritlerdir. İnsanda daha az görülür.

Şeritlerin kendileri son konak olarak bu­lundukları insanda hastalık yaptıkları gibi barsakların dışında başka organlara da yerleşerek insanda değişik hastalıklara ne­den olurlar. Sığır şeridinin kurtçuğu (Sisti-serkus bcvis) ve domuz şeridinin kurtçuğu (sistiserkus cellulosa) sistiserk hastalığına yol açar. Bir köpek şeridi olan Ekinokok (Echinoccccus granulosus) kurtçukları kist hidatik hastalığına neden olur.

Bazı tenyalar (Tenyamulticeps) deride ve­ya beyinde ur şeklinde beliren sönüroz (coenurus) hastalığına, balık şeridinin su balıklarındaki kurtçuğu ise gözde sparga-noz (sparganosis) hastalığına yol açar.



Yılancık Hastalığı

21 Şub, 2008 Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-Y

Derinin streptokoksik enfeksiyonlarından olan erizipel halk arasında yılancık olarak bilinir. Küçük yaralardan veya sıyrıklardan giren mikroplar (streptococcus pyogenes) deri­de çevresinden kabarık bir kızartı, ağrılı bir şişlik meydana getirir. Yara çok ça­buk etrafa yayılır. Hastada ateş ve titreme gibi genel belirtiler görülmeye başlar.Erizipel vücudun herhangi bir yerinde ola­bilir. Yüzde, burun kanatlarından yayılan şekline sık rastlanır. Yüzdeki sivilcelerin sıkılması bu nedenle doğru değildir.Eskiden çok tehlikeli olan yılancık anti-biotiklerin tedavi alanına girmesi ile öne­mini kaybetmiş bulunmaktadır. Penisilin enjeksiyonları bir hafta süreyle yapılarak erizipel tedavi edilebilmektedir.



Yumurtalık Yolları, Tubalar,Fallop Boruları

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Fallop tüpleri, kısaca tubalar (tuba uterina), sağ ve solda, rahmin üst yan köşe­lerinden başlaycn ve yumurtalıklara ka­dar uzanan iki borudur. Yumurtalıkların yaptığı yumurta, bu tuba­lar vasıtasıyla alınır ve yine bu boruların içersinde sperm ile döllenir. Döllendikten sonra rahim içersine ctılır. Kısacası Fallop toruları, yumurtanın gerek döllenmiş ve gerekse döllenmemiş olarak, rahim içine gitmesini sağlayan bir yoldur. Bu nedenle yumurtalık yolu da denir.Uzunluğu 12-18 cm. kadar elan Fallop tüp­lerinin interstisyel, istmus, ampulla ve in-fundibulum olmak üzere değişik isimler alan 4 parçası vardır.Yumurtalıklarla komşu olan uounda fimbriya adı verilen saçaklar vardır. Bunlar, yu­murtayı yakalama vazifesini görürler.İç yüzeyi, kıvrımlı mukoza tarafından dö­şelidir. Bu kıvrımlar, rahim yönüne doğru hareket ederek yumurtanın ilerlemesini sağlarlar. Bu ilerlemeye ayrıoa tuba kas­larının yaptığı peristaltik hareketler de yar­dımcı olur.

Tuba ile yumurtalıklara, ikisine birden adneks adı verilir. Adnekslerin iltihabı de­mek olan adneksit kadınların en sık kar­şılaştıkları hastalıklardandır. Yumurtalık yelunun geçirilen bir hastalık (Gonore) so­nucu tıkanması, sonradan cima kısırlık ne­denlerinin başında gelir.

Tubaların açık veya kopalı olduğunu anla­mak için rahim içine kontrast madde verilerek çekilen röntgen filminden (histerosalpingografi) yararlanılır. Tıkalı olan tubaları açmak için aşağıdan rahim içinden hava vermek (insuflasyon) yöntemi kullanılabilir.



Ankilostomiaz-Kancalı Kurt Hastalığı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Bağırsak boşluğunda yaşayan ve oradan dokulara da geçerek hastalıklara neden olan yuvarlak kurtlardan Ankilostoma duo-denale veya Necator Amerieanus’un yol açtığı hastalığa ankilostomiaz adı verilir. Parazit oniki parmak barsağında kan emerek yaşadığı için çok zararlıdır. Kansızlık ve karın ağrısına neden olur. Coouklarda gelişme bozukluğuna yol açabilir. Dışkı ile toprağa geçen kurt yumurtaları deriden vücudumuza girerek dolaşım yoluyla akoiğere, bronşlara ve özafagus yoluyla barsaklara geçerek yerleşir. Özellikte Karadeniz bölgesinde yaygın bir hastalıktır. Hastalık, dışkı muayenesinde kurtların görülmesiyle teşhis edilir. Temizliğe dikkat etmek ve halkı bu konuda uyarmak suretiyle bu hastalıktan korunmak ve yayılmasını önlemek mümkündür. Tedavide anti-helmintik denilen ilaçlar (Combatrin, Verme». Ankilostin) kullanılır ve kansızlığa karşı antianemik denilen demirli, kan ya-ç«c» ilaçlar verilir. virüsünün neden olduğu ansefalit ise öldürücüdür. Bu hastalığa bakteriye rastlanmadığı göz önünde tutularak, cerahatli menenjitten ayırmak için aseptik menenjit adı da verilir. Teşhis için alınan beyin omurilik sıvısında, glikoz, normal hücreler yani lenfositler ve albuminin artmış olduğu görülür.

Lenfositler çok arttığı için lenfositik korio-menenjit adı verilen bir viral menenjit tipi daha vardır ki, grip gibi, salgın olarak görülür. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, ateş, ense sertliği gibi menenjit belirtileri hafif olarak vardır. Hastalık genellikle 1-2 haftada semptomatik tedavi ile iyileşir.

Tedavide antiviral (Vira - A) ve ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar kullanılır. Komada gibi baygın yatan hastalar hastanede bakıma alınır, kas kasılmaları şeklinde görülen konvülsiycnlarm hastaya zarar vermemesine çalışılır.



Amipli Dizanteri

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Amipli Dizanteri

Amipli dizanteri yiyecek ve içeceklerle barsaklara giren Entamoeba histolytica adındaki parazitin neden olduğu bir barsak hastalığıdır. Hastaların kalın barsaklarında ülserasyon bulunduğundan bol müküslü ve kanlı bir ishal ve tenezm denen sık sık dışarı çıkma isteği vardır. Hafif ateş, karında eğri ve kusma da görülür. Dizanterinin bazen spastik kolon biçiminde seyrettiği, barsak duvarının kalınlaşmasına yol açarak kanser ve ileus belirtileri gösterdiği de bilinmektedir. Teşhis için dışkı muayenesinde amipleri görmek gerekir. Amipler bazen karaciğere yerleşerek amip hepatiti veya amip apsesi de msydana getirirler.

Amipli dizanteride tedavi, Metronidazole, Tinidazbl gibi antıamebik denilen ve ağızdan verilen ilaçlarla yapılır. Tedavi sırasında bu ilaçlarla birlikte alkol alınmamalıdır. Emetin enjeksiyon şeklinde eskiden çok kullanılan bir ilaçtı.

Yatak istirahati, ağızdan veya damardan bol sıvı (glükoz ve tuz solüsyonları) ve karın ağrılarına karşı antidiyareyik denilen ishal önleyici ilaçlar uygulanır.



Albüminuri

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Albüminuri

Albüminüri, böbreklerden geri alındığı için normalde çıkmaması gereken albüminin idrarda görülmesi halidir. Bu olaya daha doğru bir deyimle proteinüri de denilmektedir. Böbrek bozukluğunun en erken belirtilerinden biridir. Ayrıca yüksek protein içeren perhiz uygulamaları, bazı ilaçların alınması veya ağır egzersizlerden sonra protein harabiyeti sonucu ortaya çıkabileceği de saptanmıştır.

Çok kolay yöntemlerle, örneğin idrarı bir deney tüpü içinde ısıtarak, idrarda protein bulunup bulunmadığı anlaşılabilir.Doktorlar böbrek hastalıklarını teşhis etmek, gebelikte böbrek fonksiyonlarını kontrol etmek, gebelik toksemisinin varlığını anlamak için sık sık idrarda protein kontroluna gerek duyarlar.



Ağrısız Doğum

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Doğum sırasında rahim kaslarının çalış­masına bağlı olarak meydana gelen ağrı­nın duyulduğu yer, beyindeki ruhsal mer­kezlerdir. Bu nedenle dokuların gerilmesi­ne, kasılmasına bağlı ağrılar (somatik ağ­rılar) ruhsal alandaki duruma göre normal veya aşırı şiddette hissedilmektedir. Do­ğum hekimlerinin gözlemlerine göre çoğu kez çevreden edinilen kötü telkinlerin et­kisi altında kalan gebeler bu fizyolojik olayı olduğundan fazla abartmaktadırlar. Aslında doğum olayını doktorundan öğren­miş ve doğum öncesi iyi hazırlanmış bir anne adayının doğumu gayet kolay ba­şardığı görülmektedir.Doğumu kolaylaştırmak için başlangıçta sedatif denilen ilaçlar (Librium, Promazi-ne) kullanılmaktadır. Kollumun açılma dev­resinde ise antispazmodik denen gevşe-tici ilaçlar (Dolantin, Buscopan) ağrı dev­resini kısaltmaktadır. Ayrıca ağrı sırasında gaz anestezikler (Protoksit.+ O- karışımı) koklatılmaktadır. Doğumun sonuna doğru çocuk başının perineye indiği ve çıkıma yaklaştığı devrede ise perineye bölgesel anestezi (lokal anestezi) yapılmaktadır. Böylece, anne, çocuğun çıkışını duymamakta, epizyotomi denen çıkımın genişle­tilmesi operasyonu kolaylıkla uygulanabil­mektedir. Son zamanlarda bu dönemde annenin uyutulması (genel anestezi) yön­temi de çokça uygulanmaktadır.



Ağrılı Adet Görme

1 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Kadınların âdetlerini ağrılı görmelerine hekimlikte dismenore denir. Kadınların çoğu aybaşlarında hafif bir rahatsızlık duyabilir, ancak dismenorede kolik tarzında şiddetli bir ağrı, kusma, bulantı, başağrıs ve halsizlik vardır.

Dismenore kuvvetli kasılma yapan rahim adalesinin kansız kalmasından veya ender olarak rahmin arkaya dönük (retrover-sion) oluşundan kaynaklanır. Sonradan meydana çıkan dismenorelerde ise sebep olarak kronik pelvis iltihabı veya endometriosis bulunabilir. Ovulasyonsuz yani yumurtalıklardan yumurta atılmadan husule gelen âdet kanamalarında dismenore görülmez. Evlenmemiş veya çocuk yapamayan kısır kadınlarda ovulasyonsuz âdet sık görülen bir olaydır. Bu gözlemden yararlanılarak bazı dismenore vakalarının hormonlarla tedavisi yönüne gidilir.

Tedavide ağrı kesici ilaçlar (aspirin, paracetamcl, kodein, mefenamik asit v.b.) hormonlar (kontraseptiv pillüler, progestercn) kullanılır. Bazı hastalarda rahim ağzının genişletilmesi yani servikal diiatasyon gibi operasyonlar faydalı olmaktadır.



Adet Kanaması

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Kanaması

Kadınlarda doğurganlık döneminde 28 gün (4 hafta) ara ile görülen uterustan kan gelmesi olayına âdet kanaması (menstruasyon) veya halk diliyle aybaşı adı verilir. İlk âdet kanaması (menarche) kızlarda ergenliğin başladığı 12-14 yaşlarında görülür ve âdetten kesilme (menopoz) yaşı olan 47-50 yaşlarına kadar sürer.-

Her ay görüldüğü için âdet siklüsü (mens-truel cycle) denen ve kanama ile sonuçlanan aybaşı, beyindeki hipotalamusun, hipofiz ön lobunun yumurtalıkların ve döl-yatağı iç katının rol aldığı karmaşık bir olaydır. Âdet kanaması sona erdiğinde kısa bir dinlenme süresinden sonra, ute-rusun iç yüzeyini döşeyen ve endometri-um denilen mukoz zarda bazı değişmeler olur. Bazal tabakanın üzerindeki salgı bezlerinin ve kan damarlarının yeniden geliştiği, zarın kalınlaştığı, salgı yapmaya başladığı görülür. Bu arada yumurtalıklarda, yumurta taslağını oluşturan ve folikül adını alan keseciklerden biri hipofiz ön lo-bunda salgılanan folikül stimulan hormonu (FSH) adını alan hormonun etkisi ile büyümeye, olgunlaşmaya, aynı zamanda bu folikülün çevresindeki granuloza hücreleri de öströjen dediğimiz hormonu salgılamaya başlar. Sonunda âdetin 14. günü olgunlaşan yumurta karın boşluğuna atılır ki buna ovulasyon veya yumurtlama denir. Yumurtlamadan sonra yumurtalıktaki folikül, sarı cisim (corpus luteum) haline dönüşerek lutein hormonu (progesteron) salgılamaya başlar. Bu hormonun etkisiyle de endometriumda ikinci devre denilen sekresyon devresi (luteal phase) başlamış clur. Eğer yumurta sperm tarafından döllenecek olursa (fertilization) endometrium gelişmeye devam ederek desidua şeklinde gebeliğe hazırlanmaya başlar. Eğer yumurta döllenmezse sarı cisim atrofiye uğrayarak büzülür, beyaz cisim (corpus albi-cans) halini alır. Sonunda progesteron düzeyi düşerek endometriumda da sekresyon evresi sona erer ve yumurtlamadan 14 gün sonra âdet kanaması başlar. Alyuvarlar, akyuvarlar, dökülen epitel hücreleri ve serviks salgısından oluşan toplam 50 cc. lik âdet kanı 2-7 gün içinde kollumdan vaginaya, oradan da dışarıya akar. Âdet kanının kendine özgü bir kokusu vardır ve pıhtılaşmaz.

Bazı kadınlarda yumurtlama olmadan da âdet siklüsü devam edebilir ve âdet görülebilir. Bu durumda anovulatuvar siklüsten veya âdetten (anovular menstruation) söz edilebilir ki kadınlarda kısırlık nedenlerinden biri sayılır.

Âdet dönemi ve kanama bozukluklarını belirlemek için yapılan tanımlamalara

göre âdet görülmemesine amenora, ağrılı âdet görmeye dismenora, âdet zamanı kanın çok fazla gelmesine menoraji veya hipermenore az miktarda âdet görmeye hipomenore, gününden evvel sık sık âdet görmeye polimenore, seyrek âdet görmeye oligomenore, âdet dışı meydana gelen kanamaya ise metroraji adı verilmektedir. İki âdet arasında yumurtlama zamanına rastlayan günlerde hafif ağrı ile birlikte görülen kanamaya ara kanaması adı verilir ve yumurtlama belirtisi olarak kabul edilir. Bu sırada bazal temperatür dediğimiz beden ısısının günlük değişimlerini gösteren ısı eğrisinde ufak bir düşüşten sonra âdete kadar süren yüksek bir seyir izlenebilir.

1 — Âdet fonksiyonunu beynin altında bulunan hipofiz bezi yönetmektedir.

2 — Hipofizden salgılanan folikül stimulan hormon (FSH) yumurtayı olgunlaştırmaktadır.

3 — Hipofizin salgıladığı luteinizan hormon (LH)un kan serumundaki değerleri âdetin ikinci devresinde artmaktadır.

4 — Sıcaklık (Bazal temparatür) eğrisi âdetin ikinci yansında progesteron hormonun etkisiyle artış gösterir. Ovulasyon olmadığında artış da görülmez.

5 — Yumurtalığın yaptığı folikülün hormonu (öströjen) serumda âdet günlerine göre değişik miktarda bulunur.

6 — Sarı cismin yaptığı hormonun (progesteron) grafiği.

7 — Primordial folikül ve âdet boyunca gösterdiği değişimler.



Adet Görmeme

31 Oca, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Hormonlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Adet Görmeme

Kadınların fizyolojik olarak hemen her ay düzenli şekilde gördükleri aybaşı kanamasının olmayışına amenore veya âdet görmeme denir.

Kız çocukları ergenlik çağına gelinceye kadar âdet görmezler. İlk âdet (menarche) iklime ve bünyeye göre değişmek üzere

10-14 yaşlarında başlar ve âdetten kesilmeye yani menopoza (menopause) kadar düzenli bir şekilde devam eder. Kadınlar 47-50 yaşlarindan sonra da bu sebeple normal olarak âdet görmezler.

Kadınların gençlik ve olgunluk çağlarında âdet görmemeleri halinde ilk akla gelen ihtimal gebeliktir. Gebelik süresince kadınlar 9-10 ay âdet görmezler. Loğusalık döneminde hormonal ilişkiler nedeniyle de bir süre âdet görülmeyebilir ki buna laktasyon menoresi, halk dilinde ise süt koruması denir.

Bunun dışında bütün amenoreler herhangi bir organik veya hormonal hastalık sebebi olarak veya alınan ilaçlara bağlı olarak meydana gelmiş olabilir. Teşhis ve tedavi edilmek üzere kadın hastalıkları uzmanına gitmek doğru olur.

Aybaşı, Menstruasyon ya da Regl Kanaması



Yumurtalık Yolları, Tubalar,Fallop Boruları

23 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Fallop tüpleri, kısaca tubalar (tuba uterina), sağ ve solda, rahmin üst yan köşe­lerinden başlaycn ve yumurtalıklara ka­dar uzanan iki borudur. Yumurtalıkların yaptığı yumurta, bu tuba­lar vasıtasıyla alınır ve yine bu boruların içersinde sperm ile döllenir. Döllendikten sonra rahim içersine ctılır. Kısacası Fallop toruları, yumurtanın gerek döllenmiş ve gerekse döllenmemiş olarak, rahim içine gitmesini sağlayan bir yoldur. Bu nedenle yumurtalık yolu da denir.Uzunluğu 12-18 cm. kadar elan Fallop tüp­lerinin interstisyel, istmus, ampulla ve in-fundibulum olmak üzere değişik isimler alan 4 parçası vardır.Yumurtalıklarla komşu olan uounda fimbriya adı verilen saçaklar vardır. Bunlar, yu­murtayı yakalama vazifesini görürler.İç yüzeyi, kıvrımlı mukoza tarafından dö­şelidir. Bu kıvrımlar, rahim yönüne doğru hareket ederek yumurtanın ilerlemesini sağlarlar. Bu ilerlemeye ayrıoa tuba kas­larının yaptığı peristaltik hareketler de yar­dımcı olur.

Tuba ile yumurtalıklara, ikisine birden adneks adı verilir. Adnekslerin iltihabı de­mek olan adneksit kadınların en sık kar­şılaştıkları hastalıklardandır. Yumurtalık yelunun geçirilen bir hastalık (Gonore) so­nucu tıkanması, sonradan cima kısırlık ne­denlerinin başında gelir.

Tubaların açık veya kopalı olduğunu anla­mak için rahim içine kontrast madde verilerek çekilen röntgen filminden (histerosalpingografi) yararlanılır. Tıkalı olan tubaları açmak için aşağıdan rahim içinden hava vermek (insuflasyon) yöntemi kullanılabilir.



Vajinanın Dil Kullanılarak Uyarılması

20 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı

Kadın dış genital organlarının dil kullanı­larak erotik stimulasyonuna kunnilingus denir. Kinsey’in yaptığı incelemeler sonucu hazırladığı raporda evli çiftlerin %45'inde cinsel temastan yani koitusdan önce bu yolu kullandıkları yazılmıştır. Ayrıca bazı kadın homoseksüellerin de bir erotik stimulasyon yöntemi olarak kunnilingustan yararlandıkları bilinmektedir.



Uterus İltihabı,Rahim İltihabı

19 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R, Sağlık Sözlüğü-U

Rahmin yani dölyatağının içini döşeyen mukoza tabakasına endometrium, bunun çeşitli nedenlerle iltihabına da endometrit denir.Endometrium her ay hormonların etkisiy­le gelişme gösteren, yumurtalıklardan ge­lecek döllenmiş yumurtanın yuvalanması için hazırlık yapan özel bir zardır. Yumur­ta sperm tarafından döllenmeyecek ve yu­valanmayacak olursa endometriumda ya­pılan bütün hazırlıklar boşa gider ve ay sonunda, bu kalınlaşmış zarlar, âdet ka­naması denilen fonksiyonel bir kanama ile dışarı atılırlar. Âdet zamanı kadınların enfeksiyon bakı­mından, yani mikrop kapmak bakımından en zayıf oldukları zamandır. Bu devrede denize girmek, cinsel birleşmede bulunmak sakıncalıdır. Rahim ağzı açık olduğundan bu devrede aşağıdan yukarıya çıkabilecek mikroplar veya herhangi bir devrede kan yoluyla gelebilecek mikroplar (tüberküloz) endometriuma yerleşerek endometrite se­bep olabilirler. Cinsel temasla bulaşan cin­sel hastalıklar da (frengi, belsoğukluğu v.b.) endometrite yol açabilirler. Doğum ve düşüklerden sonra veya çocuk düşür­me için yapılacak tıbbi olmayan her türlü girişimlerden sonra endometrit meydana gelebilir. Bazı hastalık etkenleri rahim içi­ni dolduracak kadar cerahat meydana ge­tirirler ve bu durumda piyometradan söz edilir.Endometritin tedavisi, hastalık etkeni olan mikroba tesirli antibiyotiklerle yapılır.



Son Ağrısı

15 May, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-S

Gebe kadınların çocuk doğduktan sonra bile devam eden, doğum ağrısına benze­yen karın ağrılarına son ağrısı denir. Ço­cuğun eşi diye de bilinen plasentanın yani sonun dışarı atılması uterusun kasılması ile olmaktadır. Plasenta çıktıktan sonra bi­le kanama olmaması için rahim kasılması ve giderek küçülmesi de biraz ağrılı olarak seyreder. Bu ağrı, ikinci ve üçüncü gebe­liklerde ilk gebeliktekinden daha fazla olmakta, gerektiğinde ağrı kesici ilaçlarla giderilmektedir. Ancak doğumdan sonra kanamaya sebep olacağından hekime danışmadan yüksek dozda ağrı kesici almak doğru değildir.



Rahim Uru

1 Nis, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R

Kas liflerinin büyümesi ve artması sonucu meydana gelen urlara miyom (myom) de­nir. Miyomlar çoğunlukla tehlikeli olmayan iyi huylu tümörlerdir. Kimi zaman yumuşama gösterirler. En çok uterus adalesinden kaynaklanır ve bu­lundukları yere göre çeşitli adlar alırlar. Vajina duvarı içinde büyüyenlere intramu rai mıyom, rahmin dışına doğru büyüyen­lere ise subseröz miyom, rahmin içine doğru büyüyenlere submükoz miyom adı verilir. Sub­seröz miyomlar çoğunlukla kanamaya neden olurlar. Saplı olanlara pedikullü mi­yom, uterusu bütünü ile gayri muntazam büyütenlere ise uterus miyomatosus denir. Uterustaki miyomlar bağ dokusun­dan zengin olduklarından fibromiyom adım da alırlar. Miyomların tedavisi ameliyatla yapılabilir. Duruma göre ya yalnız mi­yom çıkarılır (myomectomi) veya miyom rahimle beraber toptan çıkarılır yani histerektomi ameliyatı yapılır.



Rahim Ameliyatı

29 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-R

Kadın cinsiyet organlarından rahmin yani uterusun operasyonla çıkarılmasına histe­rektomi denir. Kadınların bazı hastalıklarında (miyom, korpus veya kollum kanseri, sürekli kanama vb.), uterusun bütünüyle çıkarılmasına total histerektomi denir. Genç kadınlarda ve bazı özel durumlarda uterusun kollum denilen alt bölümü ye­rinde bırakılarak yalnız hastalıklı olan kıs­mı da çıkarılabilir. Bu tür ameliyata ise subtotal histerektomi denir. Total histerek-tomide hasta hiç âdet görmez, subtotal histerektomiden sonra ise çok az âdet gö­rebilir. Histerektomi yapılırken yumurtalıkların da beraberce çıkarılıp çıkarılmayacağına ka­rar vermek önem kazanır. Genç kadınların hormon salgılamasına im­kân vermek üzere hiç olmazsa bir yumur­talığı yerinde bırakmak doğrudur. Uterusun ve bir överin çıkarılması hastanın bir daha çocuk doğuramamasına ve âdet gör­memesine neden olmakla beraber kadınlı­ğın kaybolmasına yani cinsel arzusunun ölmesine sebep olmaz. Ancak her iki öve­rin birden çıkarılması sonucu hasta hem kısırlaşır hem de östrojen hormonunun ya­pımı ortadan kalkar ve operative menopoz denen bir durum meydana gelir. Bazı selim vakalarda ve uygun şartlarda vaginal yol­dan da rahim çıkarılabilir ki bu yönteme de vaginal histerektomi denir. Kanser sebebiyle yapılan histerektomi ameliyatlarında hastalığın yayılmış olabile­ceği lenf bezlerini de çıkarmak amacıyla (tubalar, överler, geniş bağlar, vaginanın üst kısmı vb.) daha geniş ve köklü bir çı­karma işlemi yani Werthei



Oksitosin (Doğumu Başlatmak İçin Kullanılan Bir İlaç)

10 Nis, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-O

Hipofiz bezinin arka lobundan salgılanan hormonlardan biri oksitosin, diğeri vasopressin adını alır. Antidiüretik hormon (ADH) adı da verilen vasopressin’in eksikliğinde şekersiz diyabet hastalığı meydana gel­mektedir. Oksitosin hormonunun ise rahim adalesini kontraksiyona sevkedici yani çalıştırıcı bir etkisi vardır. Bu tesirini organizmadaki östrojen ve progesteron hormonlarının belirli bir oranda varlığına bağlı olarak göster­mektedir. Oksitosin hayvanların hipofizlerinden ha­zırlandığı gibi (postiutrin) sentetik olarak da elde edilmektedir. Doğum ağrılarını uyandırmak yani ağrı kü­rü yapmak için oksitosin en etkili bir ilaç­tır. Ayrıca uterus kanamalarını durdurmak için de kullanılır. Oksitosin miktarı VVögtlin ünitesi ile ölçü­lür. Ülkemizde (Synpitan), (Orasthin), (Postuitrin-N) adı ile satılan oksitosin preparatları doğum hekimleri tarafından çok kullanılır.



Mol Gebeliği

1 Nis, 2008 Kadın Sağlığı

Gebeliğin ilk aylarında görülen bir plasen­ta hastalığıdır (Trofoblastık hastalık) villuslarda damar gelişimi başlamaz. Embri­yon taslağı olur ve mol tarafından yok edilir. Mol gebeliği adı verilen bu değiş­meler, düşüklerin yarısına yakın bir bölümünü kapsar. Trofobiastlar gelişmesini durduramazsa daha ilerde Mol hydatıform gelişir. Bunun diğer mollerden farkı hücrelerin hormon salgılamaya devam etmesidir. Bu nedenle yapılan gebelik testleri, kuvvetli pozitif ne­tice verir. Villuslar, saydam, parlak ve çe­şitli büyüklükte üzüm salkımı tanelerini an­dırırlar. Adet gecikmelerinden bir müddet sonra gebelik belirtilerinin yanında hafif kanama, kırlı esmer bir akıntı ve kramp şeklinde ağrılardan şikâyet vardır. Yumurtalıklarda ıkı taraflı kistler yapar. Gebelik, ayına uy; mayacak şekilde buyuk olup, çocuk ki pırtıları ve kalp sesleri alınamaz.

Mol gebeliği vakalarında rahimin mutlaka boşaltılması gerekir. İlk zamanlarda fark edilirse vagınal yoldan, gecikirse ameliyat ile karından rahim boşaltılır. Aksi halde kanserleşme ihtimali vardır. Korionepitelyomaya dönüşebilir. Eğer hasta yaşlı ise ve daha çocuk istemiyorsa rahmin alınma­sında fayda vardır.



Menopoz

31 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-M

Kadınların yaş dönemi denilen menopoz, genellikle 45-47 yaşları arasında âdetten kesilme ile başlayan bir devredir. Çeşitli organik ve psikolojik belirtilere ek olarak üreme kabiliyeti ile birlikte cinsi cazibenin ve kadınlığın da kaybolacağı korkusu ka­dınları çok huzursuz etmektedir. Aslında yumurtalıkların hormonal faaliyeti henüz devam etmekte ancak kanama olmamak­tadır. Menopoz devresinde kadının çocuk yap­ma yeteneği yok olduğu halde cinsel istek (libido) ve aktivite henüz azalmamıştır. Hatta bazı kadınlarda artmış bile olabilir. Menopoza giren kadınların çoğunda mevcut şikayet ateş basması (hot flash) ve fazla terlemedir. Damarlardaki bu vazomotor bozukluk östrojen eksikliğine bağlıdır. Herhangi bir nedenle genç yaşta yumurta­lıkları ameliyatla alınan veya derin ışın te­davisi (x-Ray) gören kadınlarda da bu şi­kâyetler hemen başlamaktadır. Bu durum­da cerrahi menopoz veya radyasyon me­nopozu söz konusu olmaktadır. Menopozdaki kadınlar yorgunluktan, baş ağrısı ve baş dönmesinden uykusuzluktan, çarpıntıdan şikâyet ederler. Bazıları sinirli frijit ve melankolik olurlar. Hormonal de­ğişikliğe bağlı olarak kemiklerde kalsiyum ve fosfor azalmış, osteoporosis meydana gelmiş olabilir. Eklemlerdeki romatizmal ağrıların sebebi çok kere osteoporoz de­nen kemik erimeleridir. Ancak bu şikâyet­lerin çoğu menopozdan sonra organik de­ğişmelerin arttığı klimakteryum devresin­de ortaya çıkmaktadır. Menopoz şikâyetlerinin çoğu ufak dozda östrojen hormonu veya sedatif denen sa­kinleştirici ilaç almakla geçiştirilebilir. Me­nopoz yerleştikten yani adet kanaması tam olarak kesildikten sonra meydana ge­lecek bir kanama herhangibir hastalığın belirtisi olabileceğinden ihmal edilmeden hemen bir doktora gidilmelidir. Menopozdan sonra vajina epiteli incelir ve yer yer dökülür yani atrofiye uğrar. Vaginadan alınan yayma preparatta yani smear’de atrofik hücreler görülür.



Lohusalık

22 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-L

Doğumdan sonra başlayan ve gebe kadı­nın her bakımdan normal durumuna dönebilmesi için geçen 6 - 8 haftalık devreye lohusalık (puerperium), gebe kadına da lohusa adı verilir. Lohusalık döneminin di­ğer bir özelliği de anne olan kadının me­melerinden süt gelmeye başlaması yani laktasyon devresinin başlamasıdır. Anne­nin hipofizinden salgılanan bir hormon olan prolaktin’in, süt gelmesinde rolü bü­yüktür.

Doğumdan hemen sonra göbek hizasında 4 aylık gebelik büyüklüğünde (1000 gr. ağırlıkta) kalan uterus her gün biraz daha küçülerek ancak 6 hafta sonra gebelikten önceki ağırlığına (60 - 70 gr.) döner. Bu gerilemenin yani involusyonun tamamlan­masıyla lohusanın da halk deyimiyle 4O’ı çıkmış olacaktır. Ancak bundan sonra nor­mal hormonal faaliyet sonucu lohusa âdet görmeye başlayacaktır. Çocuklarını emzi­ren annelerin bir bölümünde 40 gün ta­mamlandığı halde bazen âdet kanaması görülmeyebilir. Bu şekilde âdet görmeme­ye laktasyon amenoresi denir. Halk ara­sında süt koruması denen yanlış bir inanış vardır. Adet görülmeyen dönemde hamile kalınmayacağı sanılır ama bu doğru değildir.

Doğumdan hemen sonra başlayan lohu­salık devresinde rahim içinden gelen koyu kanlı akıntı yani loşi zamanla açılır,önce sarı ve sonra beyaz renk alarak dört haf­ta kadar devam eder. Kollumun açık oldu­ğu bu devrede mikropların bulaşması ve­ya loşinin iyi akmayıp içerde birikmesi so­nucu ateş çıkabilir. Lohusa humması de­nen bu enfeksiyon, temizliğe dikkat edilmeden yapılan doğumlarda çok görülür. Tedavi için antibiotikler ve uterusu sıkış­tıran Methergin gibi ilaçlar kullanılmakta­dır.



Kürtaj

20 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kendiliğinden meydana gelen düşüklerden sonra veya tıbbi zorunluluk sonucu bir ge­beliğe son vermek amacıyla yapılan ope­rasyonlara kürtaj adı verilir. Bu operasyonda önce rahim ağzı geniş­letilmekte yani dilate edilmekte sonra de­ğişik büyüklükte küretler kullanılarak ra­him içi boşaltılmakta ve kazınmakta yani kürtaj (curretage) yapılmaktadır. Rahim içine kanül şeklinde ince tüpler so­karak ve vakum temin ederek içerdekileri emmek (aspirasyon kürtajı) yöntemi de bazı vakalarda kullanılmaktadır. Ayrıca rahim içinden teşhis amacıyla par­ça almaya da endometrial biopsi veya probe kürtaj denilmektedir. Eskiden kürtaj operasyonunun gebe kadı­nın sağlığı açısından tehlikeli olduğu dü­şünülürdü. Oysa günümüzde uzmanlar ta­rafından gerekli koşullar altında yapılması halinde doğumdan bile daha az tehlikeli olduğu kabul edilmektedir. Gebelik ayı ilerledikçe kürtajın tehlikesi artar. Gebe­liğin kadının sağlığını tehdit ettiği durum­larda (kalp akciğer ve böbrek hastalığı, rahim kanseri vb.) veya doğacak çocuğun tehlikeli fiziksel veya akli bozukluklarla karşılaşacağı durumlarda (gebeliğin ilk haftalarında bazı ilaçların bilinmeden alınması, ışın tedavisi görmüş olmak veya rahim içi araca rağmen gebe kalmış olmak vb.) doktor raporu ile tıbbi tahliyeye yani çocuğun alınmasına karar verilebilir. Gü­nümüzde birçok ülkeler” kürtajı bazı şart­lar altında kanunen serbest bırakmış bu­lunmaktadır. Kürtaj operasyonunda önce rahim ağzı (kollum) genişletilir. Aspirasyon kuretaj aletiyle plasenta hücreleri emilir. Daha sonra kuret denilen aletle kalan parçalar kazınır.



Kozmetikler

18 Mar, 2008 Estetik ve Güzellik, Kadın Sağlığı

Güzel görünmek için deri, saç ve yüze tat­bik edilen maddelere kozmetik adı verilir İlk olarak 4000 yıl önce Mısırlı kadınlar ta­rafından kullanılmaya başland’ğı sanılan bu maddeler, Romalılarda da yaygın olarak kullanılmıştır. Bugün ise daha çok kadın­lar tarafından uygulanmaktadır. Kozmetik­lerin başlıcaları, yüz pudrası, krem, ruj, losyon şeklinde kullanılmaktadır. İçerisinde, talk, kireç, kaolin, magnezyum, karbonat, bizmut, nitrat ve çinko oksit gibi maddeler bulunan yuz pudralan ve dudak boyası olarak kullanılan rujlar deri üzerin­deki hava deliklerini kaparlar. Böylece de­rinin rahat hava almasını engelleyerek er­kenden kırışmasına neden olurlar. Diğer bir tehlike ise bunlara karşı gelişen aler­jidir. Alerjik kişilerde pudra aksırığa, deri döküntülerine, göz iltihaplarına, astım ve saman nezlesine neden olabilir. Kremler ve losyonlar kozmetik olarak günümüzde hem kadın hem de erkekler tarafından kullanıl­maktadırlar. Temel maddeleri yağ, balmu­mu, boraks, lanolin ve alkol olan bu krem­ler tehlikeli kurşun ve cıva tuzları içerebi­lirler. Bu gibi kremler deriyi besleyici ve dokuyu tamir edici olarak kullanılamazlar. Kremlere konduğu söylenen vitaminler-faydalariin de deriye faydası yoktur.

Çunku derinin kırışması, derialtı dokusunun esnekliğini kaybetmesine bağlıdır. An­cak gıda ile alınan besinler kan dolaşımı ile gelerek beslerler. Bu nedenle uygulana­cak en iyi yöntem, deri temizliğine ve gıda düzenine dikkat etmektir. Aksi halde krem­ler ile deri bakımı yapılması hatalı bir iş­lemdir. Gliserinli deri kremleri, deriyi yumuşattık­ları için kuru ciltlerde uygulanabilir. Masaj yapmak için oldukça faydalıdırlar. Tüm bunların yanında östrojen içeren hor­monlu kremler de bulunmaktadır. Fakat diğer kremlerden daha iyi olmayan bu maddeler, âdet bozukluğuna kadar giden yan etkiler yaparlar.

Birçok hayvanda denenerek zararları araştınlan bu kozmetikleri kullanmadan evvel kişiye göre kontrol etmek gerekir. Yanı ki­şi bir kozmetiği kullanacak ise önce deriye uygulamalı, 24 saat sonra herhangi bir etki ya da alerji görülmediği takdirde kul­lanmaya devam etmelidir.

Kadınlar, kullandıkları kozmetiklerin, deriye zarar verebileceğini düşünmelidirler.



Kollum

12 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kadın cinsiyet organına rahim denir. Döl yatağının giriş ya da ağız kısmına kollum (collum) denir. Birleşme organı sa­yılan vajenin içinde bulunur Yaklaşık 5 cm. boyunda ve 2,5 cm. eninde, ortasında kanal deliği bulunan küçük bir silindir şeklinde olup vajinanın dip kıs­mında yerleşmiştir. Erkek tarafından bo­şalmayı takiben spermler, kollum kanalı boyunca ilerleyerek rahim içine, oradan Fallop tüplerine (tuba uterine) gelir ve karşılaştığı yerde yumurtayı döller. Gebe­lik müddetince kollum kanalı, mikropların rahme girmesini önlemek amacıyla koyu kıvamdaki mukus tıkacı iîe sıkıca kapa­lıdır. Doğum başlarken bu tıkaç değişim gösterir ve doğumun başlama belirtisi ola­rak kanlı bir akıntı halini alır. Halk arasın­da bu olaya nişan bozulması adı verilir. Normalde bir kurşunkalem inceliğinde olan kollum, çocuğun geçebilmesi için doğum esnasında derece derece genişler ve ge­rilir. Açılma (Dilatasyon) olarak bilinen bu durum doğum sancıları eşliğinde seyre­der. Doğumdan sonra kollum hızla dara­lır ve eski boyutlarına döner.

Kollum, kadın vücudunun en önemli bö­lümlerinden biridir. Yaralanmasına erezyon iltihaplanmasına kolpit denir. Kollu­mun kanseri de sık görülen hastalıklar­dandır. Kadınların bu küçük ve önemli organı spekulum adı verilen, basit, küçük bir araç yardımıyla doktor tarafından ko­layca açık ve berrak bir şekilde görülerek incelenebilir. Böylece kollum kanserinin erkenden teşhis edilebilmesi mümkündür.

Kollumdaki salgı bezlerinin ınfeksiyonuna en sık doğumdan ve düşükten sonra rast­lanır. Akıntının artması ve özellikle cinsel temastan sonra, kan sızıntısı şeklinde be­lirti veren bu infeksiyonlar, lokal olarak’va-ginal krem ve fitiller veya genel antibiyo­tik uygulamaları ile tedavi edilirler. Bazen kollum ileri derecede ınfekte olur. O tak­dirde cerrahi tedavi veya koterızasyon uy­gulanır, Koterizasyon, infekte olmuş doku­nun, kimyasal maddeler veya elektrik akı­mı ile yakılması işlemidir



Kızlık Zarı

11 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kızların cinsiyet organının girişini kısmi olarak örten zara, kızlık zarı (hymen) de­nir. Vaginanın dışarıya açıldığı yerde bir membran şeklinde bulunur. Kızlık zarının sağlam yani intakt bulunması, bakireliğin bir işareti olarak düşünülmesine rağmen, bu zar tam olarak bulunmayabilir veya güçlü bir sürtünmeyle, aşırı gerilmeyle yırtılabilir. Kızlık zarının anatomik yapıları değişik olabilir. En çok görülenler halka şeklinde (annuler) veya delikli (cribriformis) olan­lardır. Tamamen kapalı kızlık zarı (imper-fore hymen) adet kanının dışarıya akması­na engel olduğundan, zamanla içerde bi­rikmesine, hematokolpos ve hematometra denen durumların meydana gelmesine ne­den olabilir.



Kısırlık

7 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-K

Döl verme yani çocuk yapma yeteneğinin olmayışına kısırlık veya sterilite, bu gibi kimselere de kısır veya interfil denir Bü­tün memelilerde olduğu gibi insanda da cinsiyet özelliği iki ayrı bireyde yani erkek ve kadında gamet denilen cinsiyet hucrelerinde toplanmıştır. Bu hücreler kadında yumurtalıklarda (över) erkekte ise husye­lerde (testıs) yapılmaktadır. Ancak bu ıkı tip cinsiyet hücresinin veya tohumunun birleşmesi yeni bir insan yavrusunu mey­dana getirebilmektedir. Çocuk yapmak istedıklerı ve hiçbir korunma önlemi alma­dıkları halde normal evliliklerini yaşayan çiftlerin ıkı sene içinde çocukları olma­dığında eşlerden birinde veya her ikisinde birden kısırlık olabileceği düşünülmekte­dir Memleketimizde bu ölçülere göre kısırlık oranı ortalama %12-15 civarında bulunmaktadır. Evlendiklerinden beri hiç çocuğu olma­yanların kısırlık durumuna prımer sterılıte, bir veya daha fazla çocuğa sahip olduk­tan sonra, istediği halde tekrar çocukları olmayanların durumuna ise sekonder ste­rılıte denir. Kısırlık erkeklerde sanıldığından daha az değildir. Araştırılması kolay olduğundan doktora başvuran evli çiftlerde kısırlık muayenelerine önce erkeklerden başla­mak doğrudur.

Kısırlık sebepleri genital organ hastalık­larından, hormonal sebeplerden ve yumur­tanın yani tohumun bozukluğundan veya hiç olmayışından kaynaklanabilir. Kısırlık sorununda cinsel birleşme yani koitus şekilleri, zamanı ve cinsiyet organ­larının anatomik ve fizyolojik durumları da dikkate alınması gereken faktörlerdir. Yumurtlama (ovulasyon) zamanına rastla­mayan birleşmelerin veya içinde tohum hücreleri bulunmayan erkek menisinin fiz­yolojik olarak verimli olamayacağı açıktır. Aynı şekilde ovulasyonsuz âdet gören bir kadının (anovulatuvar siklüs) da çocuğu­nun olması beklenemez.

Kadınlarda yumurtlamanın mevcut olup olmadığını ve buna bağlı olarak endomet-riumunda hormonal değişmelerin meyda­na gelip gelmediğini anlamak için probe kürtaj, bazal temperatür grafiği, vaginal smear gibi birçok yöntemler kullanılmak tadır. Ayrıoa idrarla yapılacak hormon analizleri de ovulasyon zamanını tayin edebilmektedir. Rahim ağzında bulunan ve servikal müküs denen tıkacın hormonal ve biyolojik yapısı da kısırlık sorununda önemlidir. Cinsel temastan sonra yapılan bazı mua­yenelerde (post-koital test) bu tıkacın spermlerin rahim içine girmesine yardımcı olup olmadığı da araştırılır. Kısırlık sebeplerinden biri de geçirilmiş bir hastalık (kabakulak, tüberküloz, salpenjit, peritonit v.b.) nedeniyle yumurtalık yolla­rının yani tubaların tıkanmış olmasıdır.

Bunu anlamak için vaginadan rahim içine şırınga edilen rudyoopak madde ile uterusun ve tubaların röntgen filmini çekmek yani histerosalpengografi yapmak gerek­lidir. Son zamanlarda karın içindeki or­ganları, yumurtalıkları, tubaları ve diğer oluşumları görmek için endoskopik yön­temler geliştirilmiştir. Yumurtalıkların bü­yük ve kistik bir durum alması, az âdet görme (oligomenore veya amenore) ve kıllanma (hirsutismus) gibi belirtilerle ta­rif edilen Stein-Leventhal sendromunda da kısırlık görülmektedir.

Erkeklerin geçirdiği bazı hastalıklar (tü­berküloz, orşit, varikosel v.b.) sonucu kı­sır kalmış olmaları mümkündür. Erkekle­rin bir boşalımda çıkardıkları meninin laboratuvar tetkiki ile elde edilen değerlen­dirmeye spermogram denir. Kısırlık bakı­mından erkek spermlerinin sayısı, hare­ketliliği ve şekilleri önemli olduğu gibi, cinsiyet organının da cinsel birleşmeyi sürdürecek yetenekte olması yani sert­leşmesi (ereksiyon) gereklidir. İktidarsız­lık (impotans) erkeklerde başlıca kısırlık sebebidir. Bu gibi vakalarda kocanın sper­minin anneye verilmesi demek olan artifisiyel inseminasyon yöntemine başvuru­labilir. Sperm sayısı az olan oligospermi vakaları bazı hormonlarla tedavi edile­bilirler. Kadınlarda kısırlığın tedavisi için önce her yönden araştırma yapılıp asıl sebebin bulunmaya çalışılması gerekir. Bu tetkik­ler arasında beyin grafısi, probe kürtaj hısterosalpengografi, hormon analizleri v.b. sayılabilir. Ovulasyon görülmeyen va­kalarda ovulasyonu uyarıcı ilaçlar (Klomifem, Fertodur, Sitimovul v.b.) kullanılır. Yumurtalık yollarının tıkalı olduğu vaka­larda tubaları açmak için hidro tubasyon yapılabilir. Yani uterus içine kollumdan ilaçlı su sıkarak basınç ile tıkanıklığın açıl­ması sağlanabilir. Ayrıca Steın-Leventhal sendromunda över rezeksiyonu ameliyat, tuba tıkanıklıkların­da tuba plastiği ameliyatları (salpingolizis, anastomoz, komual emplantasyon vb. yapılabilir.



Kıllanma İle İlgili Bilgi

6 Mar, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Vücutta kıl fazlalığına hipertrikoz (Hypert-richosis) adı verilir. Fazla kıllılık erkekler için çoğunlukla dert değildir, fakat bir ka­dın için ciddi bir sorun olabilir. Kadınların özellikle alt ve üst çenelerindeki fazla kıl çıkmasının iç salgı bezleriyle ilgili olduğu bilinmektedir. Bezlerin aşırı çalışması kıl­ların aşırı büyümesine yol açabilir. Kadın­larda kılların aşırı büyümesi, menopozu geçtikten sonra olur. Aşırı kıllılığın gideril­mesinde 3 farklı yol bilinmektedir. En gü­venlisi ve genellikle en çok önerileni elek­trik iğnesi kullanılarak yapılan epilasyon-dur. Bu yöntem hem doktor hem de tedavi altındaki kadın için sabır ister. Epilasyon iğnesi kıl köküne sokulur ve kısa bir an için hafif akım verilir. Bir tedavide yalnız 10-15 kıl giderilebilir. Üst dudakta 1200-1500 kılolabileceğinden çok zaman gerekir. En iyi operatörlerin yaptığı epilasyonda bile kıl­ların % 10-50'ye kadar değişen bir miktarı (kıl bezlerini tahrip etmekte kullanılan âkı­mın etkinliğine bağlı olarak) yeniden çıkar.

Aşırı kıllanmanın röntgen ışınları ile gide­rilmesinin tehlikeleri vardır. Sonuçları be­lirsiz ve tehlikesi çok büyük olan bu yön­tem istisnai durumlar dışında kullanılma­malıdır. Kılları yok edecek kadar x ışını do­zu aynı zamanda ciltte kalıcı yaralara yol açabilir.

Aşırı kıilanmadan kurtulmanın geçici çare­leri ise tıraş etmek, sünger taşı ile ovuş­turmak, tüy döküoü merhem kullanmak, ağda yapmak ve diğer yöntemlerdir. Hid­rojen peroksit de bazen tüyleri ağartmak için kullanılır.



Kadınlık Devreleri

2 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Kadınların hayat dönemi genellikle 5 dev­reye ayrılabilir. Bunlara, çocukluk, puberte, cinsel olgunluk, klimakteryum ve ihti­yarlık devreleri denir.

1 — Çocukluk devresi: Genellikle doğuş­tan itibaren 10 yıllık bir devreyi kaplar. Bu dönemde kız ve erkek çocukların önemli ayrımları yoktur. 9 yaşından sonra değişiklikler başlar.

2 — Puberte devresi: Çocukluğun sona ermesi ile cinsel olgunluğun başlamasına kadar 10-16 yaş arasında sürer. Bu devrede göğüs teşekkülü, hormonların faali­yete geçişinin ilk belirtisidir. Vücudun bazı bölümlerinde kıllanma başlar. Âdet kana­maları bu devrede görülür. İlk zamanlar az ve seyrektir, birkaç ay veya yıl sonra, nor­mal durumunu alır.

3 — Cinsel erginlik devresi: Bu devre ka­dının bedenen ve hormonal yapı olarak en olgun hali olup aşağı yukarı otuz yıl kadar sürer. Bu süre içinde evlenme, ge­belik, doğum, loğusalık ve emzirme gibi kadınlık ve anneliğe has olaylar cereyan eder. Annenin zamanının büyük kısmı ço­cuklarını yetiştirmekle geçer.

4 — Klimakteryum devresi: Cinsel olgun­luk döneminin sona ermesi ile ihtiyarlık halinin başlaması arasındaki devredir. Bu zamanda menopoz dediğimiz durum âdet kesilmesi ile başlar. Bu, kadınlar için en önemli bir olaydır. Âdet kesiminden sonra ekseri kimselerde ruhsal ve bedensel de­ğişiklikler (Asabiyet, sıkıntı, şişmanlama v.s.) görüldüğü gibi kadınlar gebe kalma ve doğurma olanaklarından uzaklaşırlar. Birçoklarının yanlış olarak bildikleri gibi seks hayatının sona ermesi söz konusu değildir. Aksine çocuk olma korkusunun ortadan kalkmasıyla daha rahat ve kuşku suz bir seks döneminin başlamış olması mümkündür.

5 — İhtiyarlık devresi (Senium); Bu devT renin başlamasında kesin bir sınır yoktur. Kendisine özen gösteren kadınlar bu za­mana çok geç girerler. Fakat 60 yaşın­dan sonraki döneme genellikle bu ad ve­rilir. Adından da anlaşıldığı gibi organiz­manın hemen her bölgesinde gerileme olayları başlar. Bununla beraber bu dev­reyi son zamanlarda çıkan çeşitli ilaçlar­la bertaraf etmek ya da çökmeden geçir­mek mümkün olmaktadır. Yalnız bu tür ilaçları bir doktora danışmadan kullanma­nın bazen yarar yerine zararlar doğurabi­leceğini de akıldan çıkarmamak gerekir.



Histeri

29 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Ruh Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Histeri ilk defa Hipokrat tarafından orta­ya atılmış ve kadınlarda daha çok meyda­na geldiği için döl yatağı ile ilgili görülen bazı ruhsal ve fiziksel değişmeleri ifade etmek için kullanılmıştır. Histeri Yunanca rahim yani dölyatağı anlamına gelmek­tedir. Freud ise histerinin sebebinin rahim olmadığını, akli sorunlar olduğunu düşün­müş ve o zamandan beri ancak belli bir tip insanı tanımlamak için histerik deyimi kullanılmıştır. Üzerinde çok tartışılan ve çok belirsiz bir kavram olması nedeniyle artık psikiyatride ender olarak kullanılmak­tadır.

Histeride bellek, biline, zekâ, hareket ve algı bozuklukları cok çeşitlidir. Kişisel olaylara ilişkin olarak yarım hatırlama (am­nezi) veya kimliğini unutma, evden veya iş­ten ayrılıp bilinçsiz olarak dolaşma (füg), kaslarda paralizi, kısmen yürüyememe, tremor, konuşamama (disfoni) gibi hareket bozukluğu, genellikle deride duyu kaybı veya körlük ve sağırlık gibi algı bozukluk­ları histeride görülen belirtilerdir.

Dikkat çekme isteği, canlılık, egoistlik, ba­ğımlılık ve aşırı duygusal tepki eğilimi gi­bi karakter özellikleri histerik tiplerde çok görülür.



Göbek ve Göbek Kordonu

25 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G, Çocuk Sağlığı

Karnın ortasında derinin daire biçiminde çukurlaştığı bölgeye göbek (umblikus) adı verilir. Doğumdan evvel bebeklerin anne ile olan bağlantılarını sağlayan göbek kor­donu bu noktada çocuk ile bağlıdır ve do­ğumda kesilir.

Kordonun bebek tarafında kalan ucu ebe tarafından bağlanır ve temiz bir gazbezi ile kapatılır. 4-5 gün içinde düşen göbek kordonu geride bazen çukur, bazen kaba­rıkça deri kıvrıntısından oluşan bir iz bıra­kır ki buna göbek denir. Çocuk ile plasenta dolaşımı arasındaki bağlılığı sağlayan göbek kordonu 50-60 cm. uzunluğunda, 1,5-2 cm. kalınlığındadır. Da­ha kısa veya uzun olduğunda doğum esna­sında plastanın erken ayrılması veya kor­donun çocuğun boynuna dolanması gibi komplikasyonlara neden olabilir. Kan uyuşmazlığı olaylarında, doğum esna­sında kordon uzun kesilir ve alınan bir mik­tar kordon kanı muayene edilir. Çocuğun kanının değiştirilmesini gerektiren durum­larda kordon içindeki damarlardan çocuğa kan verilir.

Plasentadan çocuğun göbeğine kadar uza­nan kordon içinde iki atardamar ve bir ta­ne toplardamar wharton peltesi denen bir doku içinde spiral şeklinde kıvrmtılı olarak seyreder. Bu damarlar göbekten fetüsün karnına girdikten sonra kasık atardama­rına ve karaciğere yani fetüsün kan dola­şımına bağlanırlar. Karaciğere giden da­mara ductus venosus adı verilir. Doğum­dan sonra kordon kesilince bu damarlar dumura uğrar, çocuğun kan dolaşımı, pla­senta dolaşımından bağımsız olarak de­vam eder.



Genital Bölgedeki Siğiller

12 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-K

Özellikle kadınlarda vulva ve anüs bölge­sinde derinin siğil şeklindeki ufak et ben­lerine genel olarak kondilom adı verilir

Birkaç çeşit kondilom tarif edilmiştir Vi­rüslerin neden olduğu saplı veya sapsız karnabahar görünüşündeki muhtelif ben­lere kondilomo akuminata (condyloma ao auminata) denir. Tedavisi podofilm denen bir ilaçla veya elektrokoterle çıkarmak su­retiyle yapılır. Daha büyük ve birkaç gö­bekli kandilomlara molloscum contagiosum denir ve aynı şekilde tedavi edilirler. Frengi hastalığının ikinci devresinde ge­nital bölgede görülen geniş et benlerine ise kondiloma lata (Condyloma lata) adı verilmektedir. Sifilis belirtisi olarak önem verilir ve sifilis tedavisi uygulanır



Gebelik ve Doğum Öncesi Bakım

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

Gebelik, çocuğun ana rahmine düşüşün­den doğuma kadar süren ve genellikle 280 günde tamamlanan duruma denir. Bu süre içinde anne adayının vücudunda, cinsel organlarda ve öbür sistemlerde birçok de­ğişiklikler olur. Rahim büyür, genişler. Göğüsler genellikle ikinci ayda büyümeye başlar ama ilk gebeliğini yaşayan kadın­larda büyüme ikinci ya da üçüncü haftada olur. Göğüslerde duyarlılık ve dolgunluk hissedilir. Göğüs uçlarının büyüdüğü, ren­ginin koyulaştığı görülür. Bir kadının gebe olduğunu anlamasını sağlayacak bazı belirtiler vardır. Düzenli adet gören bir kadında âdetin ortadan kalkması, genellikle gebe olduğunun ilk belirtisidir. Bir kadının, gebe kaldıktan sonra bir veya iki kez kanama geçirdiği durumlar da vardır. Miktarı normalden az ve süresi kısa olan bu kanamaya halk de­yimiyle üstüne âdet görme denir. Bazı ka­dınlarda, özellikle sabahları halsizlik, bu­lantı ve kusma olabilir. Bunlar genellikle ikinci ayda belirir ve dördüncü ayın sonu­na doğru ortadan kalkar. Bu belirtilerin ortaya çıkışları, şiddetleri her gebede farklı olabilir. Bazı kadınlar gündüzleri daha rahat, geceleri ise rahatsız olabilirler. Gebelik döneminde çoğu kadının duygu­sallığı artar. Hırçınlık, terslik, alınganlık ve buhran görülebilir. Bazı kadınlar da aksi­ne, kendilerini çok neşeli hissederler. Bazı yiyecek maddelerine karşı duyulan aşırı istek (aş erme) ve günlük alışkanlıkların­da görülen değişiklikler, kadının duygusal değişikliklerinin açığa vuruluş şeklidir. Anne adayı, 12 ile 14 haftalık gebe durumuna geldiğinde karnı büyümeye başlar. 16. haftanın sonunda, bu durumu kendisi fark eder ama çevresindekiler bunu daha bir ay kadar anlayamazlar. İçinde büyüyen yav­ruya yani fetüse yer açmak için rahim genişlemeye devam eder. 16 ile 18. hafta ara­sında anne adayı karnında “canlanma” adı verilen zayıf kıpırtılar hisseder. Bu be­lirti kesin değildir. Çünkü karnın içinde, çocuk hareketine benzeyen başka hare­ketler de olabilir. Gebe olmayı arzu eden kadınlar, çoğunlukla karınlarında kıpırtı­lar hissettiklerini düşlerler. Bu durumda ise umma gebelikten söz edilir. Bazı gebelik belirtileri çok kesindir, kuş­kuya yer bırakmaz. Bunlardan birincisi röntgen filmidir ki çocuğun varlığını gös­terir. Bir başkası da, 18 ile 20. hafta ara­sında duyulabilecek çocuk kalp atışları­dır. Laboratuar testlerinden tavşan testleri (Asoheim-Zondek), kurbağa testleri (Galli-Mainini) gebeliğin saptanmasında çok gü­venilir yöntemlerdir. Ama bu testler çok pahalı ve zaman alıcı olduğundan günü­müzde daha basit testler uygulanmaktadır. Plano test ile gebelik 2 dakika gibi kısa zamanda saptanabilmektedir. Ancak bu laboratuvar testleri kesin değildir. Gebelik saptandıktan sonra, anne adayı doktorla doğum öncesi bakım konusunda konuş­malıdır, çünkü gebelik döneminde anne­nin sağlığı mümkün olduğu kadar iyi ol­malıdır. Anne adayının herhGngi bir rahatsızfığı ve geçirdiği hastalıklar, ileride an­nenin ve çocuğun sağlığı açısından, önce­den doktor tarafından bilinmelidir. Eğer anne şeker hastası ya da kalp hastası ise, doğum öncesi bakımın önemi büyüktür. Anne adayı normal olarak her ay doktora gitmelidir. Gebeliğin 7. ayından sonra ise daha sık, 15 günde bir doktora görünme­lidir. Bu ziyaretlerde doktor, anneyi bütü­nüyle muayene eder. Kan basıncını ölçer ve idrar tahlili yapar. Doğumla doğrudan ilgili organlarda, pelvis çaplarında gerekli ölçmeleri yapar ve annenin normal doğum yapıp yapamayacağını önceden belirler. Kan muayeneleri ile ABO ve Rh. sistemi­ne göre annenin kan grubunu tayin eder. Eğer anne ile babanın kan grupları arasın­da uyuşmazlık varsa bebek eritroblastosis fetalis denen bir hastalığa yakalanmış ola­rak doğabilir. Bu durum’ gebeliğin son ay­larında yapılacak testlerle (indirekt Coombs testi) önceden belirlenebilir ve çocuk do­ğar doğmaz gereken yardım yapılabilir.

Bazı olaylarda çocuğun kanı değiştirilir. Buna kan değişimi (exchange transfusion) denir.

Eğer anne normalde olduğu gibi bebeğini emzirecekse doktorun meme bakımı hak­kında, anneye öğütler vermesi gereklidir.

Her ziyarette doktor anne adayına bazı belirtiler hakkında sorular sorar. Gebenin kusmaları, baş ağrıları, vajinadan su veya kan gelmesi, ellerin ayakların şişmesi, bu­lanık görme, karın ağrıları, bayılma nö­betleri, idrarın azalması ve çok kilo al­mak gibi şikâyetleri doktor tarafından de­ğerlendirilir. Gereken önlemler alınabilir.



Gebelikte Beslenme

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G, Sağlıklı Beslenme, Çocuk Sağlığı

Annenin beslenmesi yetersizse, çocuğun büyümesi için gerekil olan besin, annenin dokuları ve organları tarafından karşılanamaz. Annenin gıdası büyüyen çocuğun gereksinimlerine göre düzenlenmelidir. Anne için yararlı genel şudur: Her zaman yediği besinleri yemelidir ama buna ek olarak yeterli süt ve eskisinden daha fazla meyve ve sebze yemelidir. Aldığı vitaminler-faydalarie, kalsiyum, demir, iyot gibi mineral tuzlara dikkat etmelidir. Süt ve süt ürünleri gerekli kal­siyumu karşılar ama bazen ek olarak kal­siyum vermek gerekebilir.

Demir, alyuvarların oluşması için zorunlu­dur. Çoğu bebeğin kansız doğması, gebe annelerin diyetinde demirin az olduğunu ortaya koymaktadır. Anne adayları, için­de demir bulunan yiyeceklerden fazla milktarda yemeli ve eğer gerekirse doktorum önerdiği miktarda ek olarak demir preparatları almalıdırlar: Mineral tuzlar içinde iyotun önemi büyük­tür. Eğer yeterli iyot alınmazsa, bu hem annenin hem de doğacak bebeğin tiroid bezini etkiler. Annenin bu dönemde daha çok proteine ihtiyacı vardır. İçinde, tiamin, riboflavin, niasin gibi vitaminler-faydalarii de bulunduran et, balık, kümes hayvanları ve yumurta önemli birer protein kaynağıdırlar. Yağlar kısmen tereyağı, krema ve peynir şeklinde diyette yer almalıdır. Gebenin A vitamini ihtiyacı bu gıdalarla karşılanabilir. Şeker, baklagiller, ekmek ve patates enerji sağlamak için gereklidir. Fakat yağlar, şe­ker ve nişasta çok miktarda kalori içerdiğinden ve gebeyi şişmanlattığından faz­la yenmemelidir. Kızartma ve yağlı yiye­ceklerden, ağır soslardan mayonezler, pastalar ve tatlılardan kaçınılmalıdır. A ve D vitamini taşıyan balıkyağı alınmalı­dır. Taze sebze ve meyveler, özellikle tu­runçgiller ve domates A, B, C vitaminler-faydalarii içerir. Sigara günde beş veya altı tane içilebilir, ama alkol alınmamalıdır. Son araştırma­lar sigara içen annelerin bebeklerinin nor­malden daha ufak geliştiğini göstermiştir. Eğer uykusuzluk yapmıyorsa gebelik dö­neminde çay ve kahve içmeye devam edi­lebilir. Gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkan bulan­tı ve kusmalar üç öğün yemek yerine iki buçuk saat ara ile sık yemek sayesinde önlenebilir. B,, vitamini bulunduran bazı ilaçlar (Adervit, Benexol v.b.) antiemettk denilen ilaçlar (Emedur, Postadoxin) sü­rekli bulantıyı önleyebilir. Gebeler özellikle doğuma yakın aylarda rahat giysiler giymelidir. Kan damarlarını sıkan ve varise yol açan lastik jartiyerler kullanmamaya özen göstermelidir. Eğer mümkünse gebeler yürüyüş yapıp açık ha­vada güneşlenmelidirler. Gebenin ruhsal durumunun, çocuğun fi­ziksel durumunu etkilememesine rağmen, hem kendisi, hem de bebeği için sinirlen­mekten, yorgunluktan, fazla duygusal re­aksiyonlardan uzak kalması gerekmekte­dir.

Gebeliğin son haftalarında kontroller da­ha önemlidir. Lohusalık için annenin du­rumu, tekrar gözden geçirilir. Bu arada bebek o denli büyümüştür ki, rahim içinde artık hareket edip dönemez. Bebek başı aşağıda olarak doğum duruşunu almıştır. Doktor bebeğin doğumda geçeceği yolun uygun olup olmadığını araştırır ve sezar­yene gerek olup olmadığına karar verir. İlkdoğumlardaki ayak veya makat gelişle­rinde çocuğun sağlığı açısından sezaryen yapılması daha uygun görülmektedir.

Anne adayının izlemesi gereken sağlık ku­ralları vardır. Ama bu,sosyal faaliyetlerini engellemez. Gebelik kadının çekiciliğini kay betmesine neden olmamalıdır. Ayakta dur­mayı ve yürümeyi zorlaştıran ve bel ağrı­sına neden olan yüksek topuklu ayakka­bılar yerine, kısa topuklu ayakkabılar giy­mek daha doğrudur. Bazı gebelere, karın kaslarına yardımcı bir gebelik korsesi tav­siye edilebilir. Bu korse, esnemeyen bir kumaştan yapılmalı ve vücuda iyi oturma­lıdır. Göğsü içine alıp kaldıran, meme baş­larını içeri çökertmeyen sutyenler tercih edilmelidir. Gebelerin her zaman, özellikle son hafta­larda iyi havalandırılmış bir odada uyuma­ya, dinlenmeye gereksinimleri vardır. İkin­di uykuları yararlıdır. Uyuyamasa bile, yat­mak faydalıdır, dinlenmeyi sağlar. Dinlen-mektergüçlük çekiyorsa, doktor ilaçla ra­hatlamasını sağlayabilir. Gebelik sırasında doğumdan önce, kolostrum adı verilen bir sıvı meme uçlarında belirebilir. Tahriş etmesini önlemek için bu sıvı, sabunlu ılık suyla silinmelidir. Gebe daha gebeliğin ilk devresinde diş­çiye gitmeli ve diş sağlığı için doktorun öğütlerini yerine getirmelidir. Gebelik esnasında banyo yapmaya devam edilebilir. Anoak duş almak ya da sün­gerle yıkanmak, banyo teknesine su dol­durarak yıkanmaktan daha emniyetlidir. Soğuk ya da ılık suyu tercih edenler için bile suyun derecesi 75-85°C arasında ol­malıdır. Sıcak hamama gitmek tehlikeli olabilir. Gebe kadının doğuma hazırlanması için beden hareketleri (jimnastik) yapması fay­dalıdır. Derin nefes almayı sağlar, akci­ğerlere ve kana daha çok oksijen gelir ve dokulara dağılır. Ama, bu egzersizler asla yorucu olmamalıdır. Kötü havalar hariç yürüyüş iyi bir spordur. Yavaş yürünmeli ve kalabalıktan kaçınılmalıdır. Her gün ortalama 2 km. yürünmelidir. Güneş fay­dalıdır, ancak güneşte çok kalınması sa­kıncalıdır. İnsanı çok yoran hareketler ve zıplamak, gerinmek, uzanmak gibi tehlikeli olabile­cek hareketler yapılmamalıdır. Kısmen za­rarlı hareketler ise koşu, tenis, yüzme, pa­ten, kayak, ata binmedir. Gebeliğin ilk dev­relerinde dans edilebilir ama çarpışma, düşme olabilecek kalabalık dans pistlerinden, diskolardan kaçınılmalıdır. Eğer anne odayı araba kullanmayı sevi­yorsa, bozuk yollardan kaçınarak, kısa yol­culuklar yapabilir. Eğer mümkünse, son aylarda yolculuk göze alınmamalıdır.



Gebelik Belirtileri

24 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-G

Gebelik belirtilerinin bir bölümü, kadının kendisinin de anlayabileceği değişiklikler­dir. Bir bölümü ise ancak doktorun mua­yenesi sonucu anlaşılır. Gebeliğin başlan­gıcında bu işaretler başka durumlarla da karıştırılabilir, ama daha sonraları kuşku ortadan kalkar. Bazı belirtiler her gebede görülmez, bazıları ise bütün gebe kadınlar­da ortaktır.

Ciltteki değişiklikler:

Gebeliğin başlamasıyla vücudun belirli bölgelerinde derinin koyulaştığı görülür. Başlangıçta, pigmentasyon denilen koyu­luk, meme başlarında ve karnın ortasında düz bir çizgi halinde ortaya çıkar. Bu du­rum ikinci ayın sonunda gittikçe belirgin­leşir. Pigmentasyon elde yüzde veya vü­cudun başka kısımlarında lekeler halinde oluşabilir. Yüzde oluştuğunda çoğunlukla gebelik maskesi diye adlandırılır. Bu pig­mentasyon nerede oluşursa oluşsun geçi­cidir ve çocuğun doğumundan sonra yok olur.



Fetüs veya Embriyo (Cenin)

23 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-F, Çocuk Sağlığı

Anne rahmi içinde geîişip büyüyen çocu­ğa doğumdan önce fetüs veya eski deyi­miyle cenin adı vefiiir. Çocuğun dünyaya gelmesi sırasında birçok devreler vardır. Önce dışı yumurta hücresi olan ovum, er­kek yumurta hücresi ile yeni bir yavru yap­mak üzere birleşip zigot denilen döllenmiş yumurtayı meydana getirir. Daha sonra bu zigotun dölyatağında yuvalanıp bölü­nerek çoğalmaya, gelişmesini tamamlama­ya çalışırken geçirdiği dönemlere tıp di­linde değişik isimler verilmektedir. Gebeîik, 28 gün,gebelik ayı hesobs iie 280 gün yani 10 ay sürmektedir. Gebeliğin ilk 12. haftasında canlının organ taslakları­nın tamamlandığı döneme embriyon, eski adıyla rüşeym denmiştir. Gebeliğin 45. gününde amnios kesesi içinde göbek kordo­nu ile plasentaya bağlanmış 2,5 cm. iik boyuyla embriyo bir virgül şeklinde belir­meye başlar. Kol ve bacaklar henüz tas­lak halindedir. Bu devrede embriyon di­ğer memeli hayvanların embriyonlarından farksızdır.

9. haftada ise baş, boyun, göz, burun ve kulaklar belirgin hale gelmiş ve embriyo insana oenzemeye başlamıştır.

Gebeliğin 3. ayında yani 12. haftada em­briyon artık 9 cm. İik fetüs haline gelmiş­tir. Baş, vücut boyunun yarısı kadar bü­yüktür. Kol ve bacaklar tam şekillenmiş­tir

Dördüncü ayda fetüs 16 om. İik bir bü­yüklüğe ulaşır. Gebeliğin 5. ayına kadar büyümesini geometrik diziye uyan bir hız­la sürdürür. Yani gebelik ayının karesi ile orantılı olarak büyüyen fetüs, örneğin 5. ayda 5- — 25 cm.’ye ulaşır.

Altıncı aydan sonra fetüsün boyunu öğrenmek isterseK gebelik ayını 5 ile çarp­mamız yeterlidir (Ahlfeld - Harris formülü). Bu formüle göre hesaplanırsa 6 ayhk fetü­sün 30 cm., 7 aylık fetüsün 35 cm., 8 aylık fetüsün 40 cm., 9 aylık fetüsün 45 cm., 10 aylık fetüsün yani yeni doğan çocuğun ise 50 cm. uzunluğunda olduğu kolayca bulu­nur.

Doğumdan önce feîüs, oksijen ihtiyacını ve beslenmesini dölyoîağı içinde yapışık ola­rak bulunan plasenta aracılığı ile anne ka­nından sağlar. Fetüsü plasentaya göbek kordonu bağlar ve doğumda bu kordon ebe veya doktor tarafından kesilerek be­beğin annesi ile olon ilişkisine son verilir.



Erken Doğum, Doğumun Beklenenden Önce Olması

21 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E

Normalde 280 gün olan gebelik süresi dol­madan başlayan doğumlara erken doğum ve doğan çocuklara da prematüre adı verilir. Başka bir tanımla gebeliğin 28-37. haftalar içinde sonlanmasına erken doğum (partus prematurus), gebeliğin 42 hafta gi­bi uzun sürmesine ise miad geçmesi veya surmaturasyon denir. Gebeliğin 28. haf­tadan önce sonlanmasında ise çocuğun yaşama yeteneği hemen hemen hiç bulun­madığından düşük (abortus) söz konusu­dur.Erken doğuma yol açan sebeplerin bir kıs­mı anneye, bir kısmı da fetüse aittir. Ayrıca iyi bakımdan yoksun kalmış veya ilen gebelik aylarına kadar yorucu işlerde ça­lışanlar, göç veya seyahat sebebi ile iklim değiştirenler ve nikâhsız evlilerde erken doğuma sık rastlanır.İlk doğumlarını 18 yaşından küçük veya 32 yaşından sonra yapanlar, iki seneden az ara ile ve sık doğum yapanlar, rahim yetmezliği olanlar, gebelik toksikozu veya bazı enfeksiyon hastalıklarını geçirenler arasında erken doğum sık görülür. Fetüs ve plasenta bozuklukları, çoğul gebelikler, fetüsün geliş anomalileri, su ke­sesinin erken yırtılması gibi nedenler de erken doğuma yol açabilir.Erken olan doğumlarda çocuğun boyu nor­malden kısa, kilosu düşük, gelişmesi tam değildir. Ancak gününde doğduğu halde kilosu ve gelişmesi tamamlanmamış yani dismatüre denilen bebekler de vardır. Do­ğan çocuğun kilosu 2500 gr. dan az oldu­ğunda prematüre bebek söz konusudur. Bebeğin gebelik yaşını belirlemek için ağır­lık, boy ve kafa ölçülerinin normal değer­lerini gösteren listeler hazırlanmıştır. Bu gibi bebekler solunum zorluğu çektikleri için bol oksijene ihtiyaçları vardır. Ayrıca mikroplara karşı dirençleri az, sıcaklık de­ğişmelerine uyumları zayıftır. Prematüre ya da dismatüre, yani bazı iç organları bakımından tam gelişmemiş bebeklerin dış hayata alışmaları için kuvöz veya enkü-batör denen özel bir aygıta konmaları ge­rekmektedir.

Erken doğanların akciğerleri tam gelişme­miş olduğundan ve bunun sonucu solunum yollarında hiyalin membran denen bir zar teşekkül edebileceğinden solunum güçlüğü ileri dereceye varabilir. Prematürelerin utma refleksi tam olmadığından besinle­rin solunum yoluna kaçması mümkün ve tehlikelidir. Prematürelerde doğum sıra­sında solunum yoluna kaçan amnios sıvı­sının, aspirasyon pnömonisi denen akci­ğer hastalığına yol açması sık görülen ölüm nedenlerindendir. Gebeler özellikle 7. gebelik ayından sonra kontrol muayenelerini daha sık yaptırmalı, kasık ve bellerinde hissettikleri ağrıların bir erken doğum belirtisi olup olmadığını açıklığa kavuşturmalıdırlar. Vaginal yoldan gelebilecek ufok bir kanama veya su, er­ken doğum habercisi olabilir. Bazı erken doğum belirtileri tedavi ve istirahat ile giderilebilir ve doğum normal gününe kadar bsklclilebilir. Ancak gerçekten suları ge­len bir gebenin normal doğum gününe ka­dar bekletilmesi çok kere başlayabilecek tir enfeksiyon tehlikesi nedeni ile doğru değildir. Zaten suları gelen bir gebenin doğum ağrıları da bir süre sonra kendili­ğinden başlar. Rahim ağzı yani kollum yetmezliğine bağlı olarak erken doğum yaptığı tesbit edilen gebelere ameliyat tavsiye edilir. Gebeliğin 3-4. ayında yarı açık bulunan kollumun dikilmesi demek olan serklaj ameliyatı (Shirodkar operas­yonu) erken doğumu önleyebilir. Erken doğumun önlenmesi için alınacak önlemlerin başında yatak istirahali gel­mektedir. Bundan başka doktorların uterus kasılmalarını önleyecek, ağrıyı orta­dan kaldıracak tokolitik ilaçları kullanma­sı için gebenin hastaneye yatması gereke­bilir.



Endometrioz, Kadın Hastalığı

19 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E

Uterusun yani rahmin iç yüzünü döşeyen endometrium denen zarın, karında nor­malden başka yerlerde bulunarak hasta­lık yapmasına endometrioz denir. Endo­metrium dokusunun yumurtalıklara, göbe­ğe ve karın içinde peritonun değişik yerlerine yerleşmesinin nedenini açıklayacak çeşitli teoriler varsa da hastalığın asıl oluş nedeni tam olarak bilinmez. Genellik­le doğum yapmış genç kadınlarda kasık ağrısı, cinsel birleşme sırasında ağrı (dis-paroni), âdet görmenin ağrılı olması (dis-menore) gibi şikâyetlerle kendini belli eder.

Endometrium dokusunun her aybaşı dö­neminde hormonların etkisiyle çalışmaya başlayarak salgı yapması yerleştiği dokularda ağrıya.neden olmaktadır. Tedavi için hormon (progesteron) kullana­rak endometrium dokusundaki bu çalışma­yı azaltmak yani inhibe etmek gereklidir. Ancak tümöral bir gelişme gösteren, çok kere ovaryumlarda çikolata kisti denen kistler meydana getiren endometrioz odak­larını ameliyatla çıkarmak en etkili tedavi yöntemidir.



Emzirme, Anne Sütünün Faydaları

3 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Anne sütünde insan türüne özgü bağışıklık maddeleri vardır. Bu mad­deler ilk günlerde çocuğu hastalıklardan koruduğu için anne sütünün değeri inek sütüne oranla çok fazladır. Emzirme tekniğini bilmek, oldukça önemli bir konudur. Doğumdan 6-12 saat sonra ilk emzirme yapılır ve 3-4 saatte bir emzir­meye devam olunur. Gece 8 saatlik ara verilir. İlk günlerde çocuk gerekli gıdayı anne sütünden alamıyorsa, kilo ve su kay­bını önlemek için arada şekerli su veril­melidir.

Emzirme 10-15 dakikayı geçmemelidir. Uzun süre emzirmeler, meme başında çat­lamalara ve dolayısıyla meme iltihaplarına yol açabilir. Zaten çocuk gerekli sütü 10-15 dakika içerisinde alır. Çocuk,memeleri boşaltamıyorsa sütün triley denen bir pom­pa ile alınmasına gayret edilmelidir. Emzirme esnasında meme başı tamamıyla çocuğun ağzına girmeli, fakat burnundan nefes almaya devam edebilmesi için burun delikleri serbest bırakılmalıdır. Emzirmeden önce, bir bardak suya bir çay kaşığı karbonat konarak hazırlanan karı­şım ile meme başı yıkanarak steril bir gazlı bezle kurulanmalıdır. Emzirme bitince me­me başlarına koruyucu bir pomat sürüle­rek yine temiz bir gazlı bezle örtülmelidir.



Emzirme

19 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Bebek için en iyi gıda anne sütüdür.Doğumdan sonraki lohusalık dönemi bo­yunca süt yapımı gittikçe artar ve 15 gün­de maksimal bir seviyeye, ortalama günde 800-1800 mit.’ye ulaşır. Emzirme bırakılır­sa memede gelişim zayıflar ve süt salgısı yavaş yavaş azalır. Memeli hayvanların, türlerine özgü bir süt yapıları vardır. Sütün ana maddeleri pro­tein, yağ, süt şekeri ve minerallerdir. Do­ğumdan sonra ilk günlerde gelen ve yo­ğunluğu fazla olan süte kolostrum denir. Vitamin ve antikor açısından sütten daha zengindir.

İnek sütü ile anne sütü arasında da fark­lar vardır.



Embriyon

19 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E, Çocuk Sağlığı

Farklılaşan hücre taba­kaları içte endodermi, dışta ektodermi mey­dana getirir. Bu ikisinin arasında mezo­derm yani orta tabaka vardır. İlerde ekto­derm tabakasından sinir sistemi ve deri, endodermden akciğerler, kalp, idrar ke­sesi ve barsaklar, mezodermden ise iske­let, kaslar ve bağ dokusu oluşacaktır. Embriyon denilen ilk insan taslağı üçün­cü aydan itibaren 10 cm. lik bir büyüklüğe ulaşarak fetüs adını alır ve insana ben­zemeye başlar. Frengi hastalığının, zehirlenmelerin, bes­lenme bozukluklarının emriyonun gelişmesi üzerindeki etkileri çok zamandan beri bi­linmektedir. Ayrıca gebeliğin ilk haftala­rında alınan bazı ilaçların ve annenin ya­kalanacağı bazı hastalıkların (kızamıkçık, toksoplazma v.b.) ağır embriyon sakatlık­larına, hatta embriyonun ölümüne yol aça­bileceği gösterilmiştir.



Eklampsi, Gebelik Zehirlenmesi

18 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-E, Sağlık Sözlüğü-G

Eklampsi gebelikte meydana gelen, bilinç kaybı ve kasılmalarla başlayan ve koma ile sonuçlanan bir çeşit gebelik zehirlen­mesidir. Halk arasında eklampsiye havale hastalığı da denmektedir. Hastalık genellikle preeklampsi denilen bir zeminde ve ilk gebeliklerde görülür. Annenin ve bebeğin hayatını tehlikeye so­kan bir hastalıktır. Daha ziyade ikinci, üçüncü gebeliklerde görülenler, kronik nefrit gibi bazı böbrek hastalıklarından kaynaklanır. Preeklampsi denilen hastalık gebeliğin 24. haftasından sonra kan basıncının yüksel­mesi (hipertansiyon), ayaklarda ve vücut­ta fazla su toplanması (ödem) ve idrarda clbümin bulunması (proteinüri) gibi üç ana belirti ile başlar. Gebeliklerin % 5'inde gö­rülen bir komplikasyondur. Aslında damar­larda ve böbreklerde meydana gelen bir bozuklak sonucu ortaya çıkar. Gebeliğin 2. yarısında tansiyon yükselmesi 140 mm Hg.’nin üstüne çıktığında preeklampsi bakımından diğer incelemeler yapılmalı, idrarda albümin aranmalıaır. Gebelerin ay­lık kontrollerde 2 kilodan fazla artmış ol­maları, ödemin başladığının bir işareti gi­bi sayılmalıdır. Ancak sıcak havalarda ve uzun süre ayakta kalmak nedeniyle ayak­larda görülen şişmeler normal kabul edile­bilir. İdrar muayenelerinde 24 saatlik id­rarda % 0,5 gr.’dan fâzla albümin bulun­ması hastalığın bir belirtisidir. Ağır gebelik zehirlenmelerinde hafif bulanık görmeden körlüğe kadar varan görme bozuklukları vardır. Precklampsi her za­man eklampsiye dönüşmez. Erken teşhis ve tedavi ile hastalık önlenebilir. Eklampside yani havale hastalığında bir­birini izleyen üç dönem vardır. İlk devre­de hasta sakindir, beş ağrısından ve göz önünde sinek uçuşmasından şikâyet eder. Bakışları donuklaşır, yüz gerilir ve birden bilinç bulanır. İkinci dönemde çene kilitle­nir, solunum durur, tüm vücut kasılır. Daha sonra kesik, sıçrayıcı, klonik denilen kasılmalar ve hırıltılı bir solunum başlar. Bu devrede gebenin çenesini açık tutacak kaşık gibi bir cismin ağza sokul­ması, dilin yaralanmasını önlemek ve so­lunumu ferahlatmak bakımından faydalıdır. Eklampsi nöbetinin en sonunda, koma de­diğimiz hastanın uyuduğu dönem başlar. Gebenin her zaman komaya girmesi şart değildir. Bilinç bir sure sonra açılır ve ge­nellikle hasta, olanları hatırlayamaz; am­nezi dediğimiz durum meydana gelmiştir. Eklampsi krizleri doğum olana kadar bazen birkaç defa tekrarlayabilir. Doğumdan scnra ise eklampsi nöbeti daha seyrek görülür. Eklampsi hem anns, hem de çocuk için ölüm nedeni olabilecek bir hastalıktır. Ağır şekillerinde anne için ölüm oranı % 8-24 arasında, çocuk için ise % 30-50 arasında değişir.Korunmak için doğum öncesi kontrollerin­de doktorların uyarılarına dikkat edilmeli­dir. Az tuzlu, düşük kalorili, proteinden zengin, karbonhidrat ve yağdan fakir bir beslenme şeklinde özetlenebilecek bir re­jim uygulanmalıdır. Preeklampsi tedavisinde tansiyon ve diüretik ilaçlar kullanılabilir. Gebe yakından ve sık sık kontrol edilir. Ağır hastalar, kliniğe yatırılmalıdır. Magnezyum sülfat, barbituratlar, sedatifler, tansiyon düşürücü ilaç­lar kullanılır. Eskiden çok kullanılan mor­fin, kloral hidrat, paraldehit gibi ilaçlar ar­tık pek kullanılmamaktadır.



Düşük Yapmak

16 Şub, 2008 Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

28. haftadan önce gebeliğin son bulmasına düşük, tıp dilinde abortus denir. Gebe bir kadında önce hafif olan ağrı daha sonra şiddetlenir ve gebelik son bulabilir. Düşüklerin nedenleri arasında yumurta ve fetüs bozukluklarını, yapı bozukluklarını,annenin hastalandığında aldığı bazı ilaçları ve psikolojik bozuklukkın sayabiliriz. Septik abortus düşük­lerde ateş, idrar tutulması, kansızlık, bit­kinlik gittikçe artar. Annenin bir an evvel hastaneye kaldırılıp tıbbi ve cerrahi teda­viyle, kurtarılması zorunludur.Aile planlaması gereği her annenin istediği kadar çocuğa sahip olması için başvu­rulan gebeliği önleme çareleri yetersiz kalınca veya annenin gebeliğe olanak vermeyen bir hastalığı (kalp hastalığı, böbrek hastalığı veya bilinmeden alınan bazı ilaçlar) varsa, gebeliğe tıbbî bir yaklaşımla son vermek gerekir. Bu amaçla yapılan operasyena ise tıbbi tahliye denmektedir. Cocuk sahibi olmak istediği halde normal doğum yapamayan, çocuklarını hep düşüren kadınlar da vardır. İstendiği halde bir biri ardına kendiliğinden üç düşük yapılmış ise abortus habitualis’den söz edilir,Nedenleri değişik ve çeşitli elan bu olayların tedavisi için doktora başvurmak gerekmektedir.



Döllenme, İki Hücrenin Birleşmesi

16 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

İlk otuz saat içinde haploid kromozomlu hücre çekirdekleri birleşerek diploid yumurtayı yani zigotu meydana ge­tirir. Hem annenin hem de babanın kro­mozomlarının birleşmesiyle tek bir hüore haline gelen zigot daha sonra normal mitoz bölünmelere başlar. Yumurta biçiminde başlan ve uzun kuyrukları (kamçıları) olan Sperm hücreleri arasında hücre kalıntıları olan hareketsiz parçalar ayırt edilebiliyor. Övül ise protoplazmanm sol kısmında bulunan çekirdekle büyük, yuvarlak bir hücredir.



Doğuştan Frengi-Kalıtsal Frengi

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Frengi hastalığının anne karnında iken ço­cuğa plasentadan geçebildiği görülebil­mektedir. Duruma göre bazen fetüs düşer veya ölü olarak doğabilir. Bu sebeple dü­şük veya ölü doğum yapan anneler frengi hastalığı yönünden araştırılırlar. Frengili her annenin çocuğunun mutlaka frengili olması gerekmez. Çocuk ortalama % 50 oranında frengili doğar. Doğumdan 4 yaşı­na kadar olan çocuklarda görülen konjenital frengi belirtileri (syphilis congenita praecox) nin mevcudiyeti plasentanın bü­yük olması, çocuğun iri kafalı (hidrosefali), veya küçük kafalı (mikrosefalı) olması v.b. hastalığın ihtimali belirtileridir. Bu durum­da göbek kordonundan kan alınarak mik­rop aranır. Daha sonra çocuğun derisinde makûl denilen lekelerin veya bül şeklinde su toplamış kabarcıkların bulunması gibi belirtilerin yani pemphigus denen hastalı­ğın olup olmadığı araştırılır. Çocukta er­ken frengi belirtilerinden dalak büyüklüğü kanlı burun akıntısı, kol kemiklerinde şiş­me, göz bozuklukları (iritis, iridosiklitis), orta kulak hastalıkları v.b. sayılabilir. Bazen frenginin 2. ve 3. devre belirtileri çocuklarda 4 yaşından sonra başlar (syphilis congenital tarda). Özellikle diş­lerde üst kesicilerin kısa ve serbest uçlarının yarımay şeklinde olması yani Hutchinson dişleri karakteristiktir. Kulakta çınlama, işitme bozukluğu, eklemlerde su toplaması (hidrartroz) gibi belirtiler gö­rülür.

Tedavi penisilinle yapılır. Tetrasiklin (Dok-silisin) de kullanılabilir.



Doğum ve Doğum Sancısı

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

Kadının uterus adını alan cinsiyet organı içinde büyüyen çocuğun günü geldiğinde uterus adalesinin çalışmaya başlamasıyla doğum kanalından dışarıya atılmasına nor­mal doğum denir. Rahim içindeyken 12. haftaya kadar embriyo, daha sonra fetüs adını alan çocuğun 28. haftadan evvel dı­şa atılmasına ise düşük (abortus) adı ve­rilir. Ufak veya gününden evvel doğan ço­cuklara prematüre ve bu doğum olayına ise genel olarak erken doğum denir. Har doğum olayında doğacak çocuk bir obje olarak kabul edilebilir. Bu canlı var­lığın rahim içinden başlayan yumuşak bir doğum kanalından ve pelvis kemiklerinin oluşturduğu bir çatıdan geçerek dışarı çık­ması gerekmektedir. Yumuşak doğum yo­lunu ise uterusun alt bölümü, kollum, va-gina ve vulva dediğimiz organlar meyda­na getirir. Havsala veya pelvis dediğimiz çatı yapısı ise kalça kemiklerinin yani kok­sa, sakrum ve koksiks kemiklerinin birleş­mesi ile meydana gelmiştir. Çatısı dar olan yani kemik pelvisi çocuğun başının geç­mesine elverişli olmayan kadınlar normal yolddn doğuramayacaklarından sezaryen operasyonu ile doğum yapmalarına önce­den korar verilmektedir. Kemik pelvisin öl­çüleri doğum kanalının girişinde önden arkaya 11 cm. (Kcnjugata vera obstetrika), pelvis çıkımında ise 9 çm.’lik iki darlık gös­termektedir. Ancak normalde doğum obje­si bu yolu gayet iyi bilmekte ve gerekli bükülmeleri (fleksiyon, defleksiyon), kıv­rılmaları, dönmeleri (rotasyon) zamanında yaperak dışarıya çıkabilmektedir. Coouğu doğum kanalında iten güç bir motora ben­zetilebilir. Doğum ağrıları denen olay as­lında bu motorun çalışmasının anne tara­fından hissedilmesi, doğumu izleyen dok­tor tarafından ise kasılma yani uterus kontraksiyonları şeklinde görülmesidir.

İtici, ıkıntılı ağrılar 2-3 dakikada bir gelmeye başlar ve 60-70 saniye kadar sürer. Çocuk perine-den sıyrılıp çıktıktan sonra plasenta ile olan bağlantısını sürdüren göbek kordonu kesilir. Yenidoğan adını alan çocuk ilk ağ­layışı ile solunuma ve hayata başlar, cn-cak anne için doğum olayı henüz tamam­lanmış sayılmaz.Doğumun üçüncü devresi yani halâs dev­resi plasentanın çıkışına kadar devam eder. Son bir ıkıntı ile uterus içinde yapış­tığı yerden ayrılan plasenta doktorun da yardımıyla dışarıya çıkar. Bu devreye kur­tuluş anlamına gelen halâs denmesi çok doğrudur. Çünkü dcğum yaptıktan sonra plasentanın tam ayrılmayarak kanamaya başlaması veya deha kötüsü rahim adale­si içine girerek sıkıco yapışmış plasenta­nın (plasenta acreta) mevcudiyeti halinde bazan anneyi kurtarmak için ameliyat bi­le gerekebilir. Bu durumda ya steril ko­şullarda rahim içine girilerek plasenta ve kotiledonları elle çıkarılır yani elle halâs yapılır veya anneyi kurtarmak için histerektomi ameliyatı yapılır. Doğum esnasında anneye yardım etmek, ağrıların düzenli şekilde devam etmesini sağlamak için kullanılan bazı ilaçlar var­dır. Bunların bir kısmı ağrı ilaçlarıdır. Synpitan, Pituitrin Hypophysin adı altında, uterus kasılmalarını artırmak için kullanılır.Naegeli kaidesine göre, 280 günlük gebe­lik süresi bittiği halde doğum olmamışsa surmaturasyondan bahsedilir. Plasenta ge­rekli beslenmeyi yapamayacağı için bazen çocuk bu gecikmelerde karın içinde öle­bilir. Bu gibi gecikmelerde doktorlar do­ğum ağrılarını başlatmak için ağrı kürü metodunu kullanırlar. Genellikle serum içi­ne konacak ağrı ilaçları damardan çok ufak dozlarda vermek suretiyle uygulanır.Eskiden doğum ağrılarını başlatmak için kullanılan kinin, toksik tesirleri nedeni ile artık terkedilmiştir.

Doğum süresi içinde kullanılan antispazmodik dediğimiz kas gevşetici bazı ilaçlar (Buscopan), kollumun açılmasında yardım­cı olmaktadır.

Ayrıca doğum sonu kanamalarında uterusu sıkıştırarak kanamayı durduran ilaçlar (Ergo alkaloidleri, Methergin v.b.) de kul­lanılmaktadır.

Bebek, dünyaya gelirken 3 engeli aşmaktadır, çocuğun etrafını saran su kesesi, uterus ağzı ve perine adaleleri görülüyor Doğumun başlangıcında su kesesi henüz yırtılmamıştır. Rahim içi basıncının artması ve doğumun ilerlemesiyle rahim ağzı açılmaktadır. 3 Rahim ağzı (kollum) açılmış, baş vaginada ilerlemiş ve perine adalelerinin arasından dışarıya çıkmaktadır.



Doğumun Çocukta Meydana Getirdiği Arızalar-Doğum Travmaları

16 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Çocuk Sağlığı

Doğum Olayının Çocukta Meydana Getirdiği Arızalar-Doğum Travmaları:

Doğum travmalarında çocuğun beyin zarlarında yırtılmalar,kalıcı hastalıklar,felçler, hidrosefali, geri zekâlılık, görme ve konuşma bozuklukları v.b.meydana gelebilir.Bütün bu travmalardan kaçınmalıdır. Do­ğum doktorunun rolü ve mesuliyeti büyük­tür. Her vakanın özelliğine göre nasıl gibi bir yol izleyeceğine önceden karar vermesi gereklidir. Doğum doktorları, travma ora­nını en aza indirmek için gerektiğinde do­ğumu kolaylaştıracak önlemleri alırlar. Son senelerde forseps kullanmak zorunda ka­lınacak olaylarda sezaryen şeklinde bir operasyona karar vermenin doğum trav­malarını azalttığı bir gerçektir.



, kuywords, 23 Şub, 2008,Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Forseps, cisimleri tutmaya yarayan araç­lara verilen genel bir isimdir. Ameliyat es­nasında dokuları, damarları, kemikleri, do­ğumda çocuğun başını tutmak için yapıl­mış çeşitli forsepsler vardır. Ancak sa­dece forseps denilince doğum hek

23 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Forseps, cisimleri tutmaya yarayan araç­lara verilen genel bir isimdir. Ameliyat es­nasında dokuları, damarları, kemikleri, do­ğumda çocuğun başını tutmak için yapıl­mış çeşitli forsepsler vardır. Ancak sa­dece forseps denilince doğum hekimliğinde güç doğumlarda çocuğun doğumunu sağlamak için çocuk başına uygulanan alet akla gelir. Eski deyimiyle lavta, halk arasındaki adıyla kaşık diye bilinen forseps makas gibi çapraz bir eklemle kenetlenen iki parçadan yapılmıştır. Her parça, sap. eklem ve kaşık bölümlerinden oluşur. Ke­mik forsepslerinin sapları ve uçları kemi­ği kesebilecek kalınlıktadır. Doğumda kul­lanılan forseps ise çocuğun başını ezme­den tutacak ve yetersiz kalan itici kuvveti tamamlayacak bir çekme (traksiyon) aleti olarak yapılmıştır.Doğum operasyonu olarak forsepsin uy­gulanması için bazı şartların tam olması gereklidir. Aksi halde çocuğa ve anneye zarar vermek kaçınılmaz olabilir. Forseps­le doğan çocuklarda kafa travmaları (be­yin zedelenmesi, kırık, göz sakatlıktan v.bj ve annede geniş yırtılma ve kanama git» komplikasyonlar sık görülebilir. Çok çeşitli doğum forsepslerinden en cofc kullanılanlar Naegele, Kjelland ve Tarrrier forsepsleridir. Son senelerde forseps ope­rasyonları yerini vakum ekstraktör alete bırakmış bulunmaktadır.



Doğum Operasyonları

3 Mar, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Normal doğum olayında anne veya bebe­ğin yaşamını tehlikeye sokan durumların önlenmesi veya doğumun kolaylaştırılması için kullanılan bazı yöntemler doğum ope­rasyonları olarak bilinir. Bunlardan en es­kisi forseps veya lavta denilen alet ile ya­pılan doğumdur. İlk defa 11. yüzyılda İbni Sina tarafından kullanılmıştır. Çeşitli mo­delleri bulunan forseps aracı çocuğun ba­şını bir kıskaç gibi yakaladıktan sonra do­ğum kanalından aşağı doğru çekmek su­retiyle kullanılan bir kaşık gibidir. Forseps çoğu zaman annenin ve çocuğun hayatini kurtaran bir doğum operasyonudur. Ancak uygun şartlar altında uygulandığı zaman bile anneye zarar vermesi, çocukta doğum travmaları meydana getirmesi olasılığı az değildir.

Vakum forsepsi veya ekstraktör denilen alet ile yapılan doğum yardımı son zaman­larda daha çok kullanılmaktadır. Vantuz veya pelot denilen araç ço­cuğun başına uygulandıktan sonra arada­ki hava boşaltılarak aracın başa çok sıkı yapışması sağlanır. Daha sonra yeterli vakum sağlandıktan sonra zincirli sapın­dan tutularak çocuğun dışarıya çekilmesi işlemi tamamlanır.

Normal doğum kanalından sonuçlanması mümkün olmayan veya gecikmesi anne ve çocuk için tehlike yaratacak doğumların karın duvarının ve ratsmin açılarak alınma­sına sezaryen ameliyatı denir. Eskiden gö­bekten aşağıya uzunlamasına açılan kar­nın şimdi artık alt bölümünden enlilemesi-ne açılması (Pfannenstiel şakkı) tercih edilmektedir. Anne ve çoouk için tehlikesiz bir anestezi yardımıyla (Ether + O-, Azot protoksit + (X Penthotal) anne uyutulduk­tan sonra çok kısa sürede çocuk çıkarıl­maktadır. Operasyonun bundan sonraki aşamalarında açılan rahim ve karın katları usulüne uygun olarak dikilmekte ve ameliyatla son verilmekledir,

Normalden farklı olarak rahim içinde yan veya çarpık duran çocuğu doğuma daha uygun bir duruma döndürmeye version ve çocuğu ayaklarından tutup çekerek çıkar­maya da ekstraksiyon denir. Eskiden da­ha sık başvurulan çocuğu parçalayıcı do­ğum ameliyatlarına bugün pek rastlanmaz.



Doğum Kontrolü

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-D

İstedikleri zaman ve istedikleri çocuğA sahip olabilmeleri için istenmeyen gebelikleri önlemeye doğum kontrolü veya aile planlaması denir.Doğum kontrolünü sağlamak amacıyla rahime yerleştirilen engelleyiciler arasında bakır veya gümüş tel ile sarılmış olanları vardır. Uygun vakalarda doktorlar tarafından anesteziye gerek kalmadan tehlikesizce ra­him içine takılmaktadır. En uygun zaman kanamanın henüz kesildiği yani âdetin 5-6. günleridir.

Takvim metodu ovulasyonun olduğu yani kadının yumurtladığı günlerde cinsi birleş­meden uzak kalmaktan ibarettir. Kadının âdetinin başladığı günden itibaren sayıldı­ğında 14. veya 15. günler yumurtalıkların karın boşluğuna yumurta bıraktığı günler­dir. Bu günlerden iki gün evveli ve iki gün sonrası tehlikeli sayılır. Çünkü canlı kala­bilen ovum ve sperm bu günlerde birbirle­rini kolayca bulabilirler. Ovulasyon günü her kadına göre değişir. Bunu anlamak için de bazal temperatür denen bir ölçüden yararlanılır. Beden derecesi ile her sabah alınan beden ısısı devamlı olarak bir takvime. kaydedilir. Beden ısısının hafif bir yükselme yaptığı gün (çoğunlukla âdetin 15. ve 16. günlerine rastlar) kadının yu­murtladığı gündür. Bu metodla korunmak mümkün ise de çok emin değildir.

Vaginal yoldan kullanılan gebeliği önleyici fitiller, tabletler ve jellere genel olarak va­ginal kontraseptiv denir. Agen, Speton, Lorophyn v.b. gibi isimler alan bu ilaçların içinde spermi öldürecek veya hare­ketlerini engelleyecek kimyasal bileşikler vardır. Kullanılmaları hiçbir zaman sakın­calı değildir. Ancak bu metot ile iyi ve doğru kullanıldığında % 85 oranında bir ko­runma sağlanabilir.

Erkeklerin kullanabileceği prezervatiflere halk arasında kaput (condom) denmekte­dir. Delinmediği ve crgazmı azaltmadığı takdirde emin bir korunma aracıdır. Ka­dınların buna benzer, lastikten veya plas­tikten yapılmış diyafram denen kapaklar kullanmaları mümkündür.

Ağızdan alınan gebelikten korunma hap­larına genellikle oral kontraseptiv adı ve­rilir. Bu hapların içindeki hormon cinsi ilaç­lar kadınlarda yumurtlamayı hormonal yol­lardan geçici olarak durdurmak şeklinde etki yaparlar.

maktan korumak ve çocuğun çıkışını ko laylaştırmak için çıkımı genişletmek ge­rekmektedir. Bu amaçla perine adaleleri­nin lokal veya genel anestezi altında ke­silmesi demek olan epizyotomi yapılır. Doğum kliniklerinde yapılan doğumlarda pelvis tabanı dokularını korumak, ilerde sistosel, rektosel ve prolapsus gibi hasta­lıkların oluşmasını önlemek amacıyla do­ğumlarda epizyotomi cok yaygın olarak kullanılmaktadır.



Doğum Ameliyatı, Epizyotomi

21 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Doğum esnasında, perineyi korumak ve çocuğun çıkışını kolaylaştırmak için yapı­lan perinenin kesilmesi işlemine epizyoto­mi adı verilir. Genellikle ilk doğumlarda perinede yırtıl­ma tehlikesi varsa, çocuk oksijensiz kalı­yorsa, perine dokuları kalın ve sert ise. epizyotomi uygulanır.Çocuğun başı perineyi kabartmaya başla­yınca, lokal veya genel anestezi yapılarak perine aşağıya anüse doğru veya bir yana doğru, eğik olarak epizyotomi makasıyla kesilir. Doğum tamamlandıktan ve plasen­ta çıktıktan sonra veya çıkmadan kesilen dokular usulüne uygun olarak katgütle di­kilir. Perine kaslarının ve derinin sağlam olarak dikilmesi ilerde iç genital organla­rın sarkma tehlikesini (prolapsus) önleye­cektir.Epizyotomi alanının doğumdan sonra ku­ru tutulması önemlidir. Sık sık tuvalet de­ğiştirilmeli, gerekirse yara üzerine anti­septik tozlar ekilmelidir. Yara temiz tutul­mazsa enfeksiyon, dikiş hatalı olursa he-matom meydana gelebilir.



Çoğul Gebelik

8 Şub, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-C

Canlı varlıkların bir defada yani bir defada doğurdukları yavru sayısı evrim basamağındaki yerlerine göre ters orantılı olarak azalmakta, aşağı basamaktaki türler çok sayıda yavru yapmakta, insan ise genellikle tek yavru doğurmakta yani unipar sayılmaktadır. Birden fazla çocuk doğurmaya genel olarak çoğul gebelik denir. İnsanlar matematik bir formüle göre her 85 doğumda bir ikiz çocuk doğurmakta, bundan sonra 85 sayısının artan kuvvetlerine orantılı şekilde üçüz, dördüz v.b. doğurmaktadır. Örneğin her 85- = 7225 doğumda üçüz çocuk, her 853 = 614.325 doğumda dördüz v.b. doğurmaktadır.Çoğul gebeliklere bazı ailelerde daha sık

rastlanmakta ve bu özelliğin anneden kalıtımla geçtiği kabul edilmektedir. İkizler tek yumurta veya çift yumurta ikizleri olmak üzere meydana gelirler. Kadın yumurtası (ovum) erkek yumurtası (sperm) tarafından aşılandıktan sonra çok hücreli İnsan yavrusunu oluşturmak için bölünmeye başlar. Bu bölünmenin herhangi bir aşamasında eğer hücreler iki ayrı kutup halinde toplanıp her biri ayrı bir embriyo oluşturursa tek yumurta ikizi meydana gelir. Bu iki yavrunun cinsiyetleri de aynı olur ve bunlar bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerine çok benzerler. İkiz doğumların 1/4'ü tek yumurta, ikisi 3/4'ü çift yumurta ikizidir.

Kadının bir yumurtalığından veya iki yumurtalığından birden aynı zamanda iki yumurta dışarı atılır ve her ikisi de ayrı bir sperm tarafından aşılanacak olursa çift yumurta ikizleri meydana gelir. Bunların cinsiyetleri farklı olabilir ve ancak iki ayrı zamanda doğan kardeşler kadar birbirlelerine benzerler. Çift yumurtalı ikizlerde iki plasenta vardır.

• gebelik sırasında eğer rahim gebeliğe uymayan bir hızla büyürse, karın [çevresi 110 cm. nin üzerinde genişlemiş gebelik şikâyetleri çok fazla ise, çocuk sesleri iki ayrı yerden duyuluyorsa, ikiz gebelikten şüphe edilir. Ancak % 60 akada teşhis doğum başladıktan sonra konabilmektedir. Gebeliğin son üç ayında asönografi denilen aletle veya röntgen muayenesi ile durum aydınlığa kavuşur, teşhis kesinleşir. fciz gebelikte hidramnios yani amnios suyunun fazlalığı ve çocuk anomalileri ve çocuğun karın içinde ölmesi (in utero mort fetal) gibi durumlara daha sık rastlanır. Ortaya çıkabilecek güçlükler ve komplikas-yonlar nedeniyle ikiz şüphe edilen veya teşhis edilen vakalar hastanede doğurtulmalıdır. Birbirine bitişik ikizler yani çift monsterler özellikle doğumda çok güçlük çıkarabilir. Çeşitli operasyonlara başvurulmak zorunda kalınabilir. Ayrıca bu gebeilklerde atoni denilen doğum sonu kanamaları sık görülür.



Cinsellikte Acı Duyma

1 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-C

Ağrılı Temas

Cinsel birleşmenin ağrılı olmasına disparöni (dyspareunia) denir. Sebepleri arasında kalın ve yırtılmamış kızlık zarının varlığı, vagina içinde bir bölmenin veya darlığın bulunması, dış genital organlarda iltihap (bartholint, vaginit v.b.), uretra karunkülü başta sayılabilir.

Ayrıca doğumda meydana gelen yırtık veya vagina darlığı da disparöni sebebi olabilir.

Karın içindeki hastalıklar (parametrit, endometriosis, kronik salpenjit v.b.) rahim çarpıklığı (retroversion) da kadınların cinsel birleşmede ağrı duymalarına neden olabilir.

Tedavi sebebe göre yapılacağından kadın hastalıkları doktoruna başvurmalıdır.



Bluğ Çağı

3 Mar, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-B

Bu çağa gelen genç kızlar kendisini, eskiden beğendiği kendinden büyük kızlar gibi veya annesi gibi hisset­meye başlar. Kadınlığa erişme ile gurur­lanır. Ancak bu duygu, kadınlığa ermenin kendisi için normal, sağlıklı bir durum ol­duğu yolunda aydınlatılmasıyla gerçekle­şecektir. Buluğ çağında çoğu kız, değiş­melerden rahatsız ve huzursuz olur. Eğer bir genç kız, kadınlığa geçiş konusunda ay­dınlatılmamış ve bu durumu anlamamışsa, vücudundaki değişiklikleri kabullene­mez. Eğer bir kadın, hanımlık ve annelik görevlerine çarpık tepkiler gösteriyorsa kızlarının ergenlik çağında bu kurumlara tepkiyle bakmalarına yol açabilir. Sağlıklı bir anne, kızına, bir kadının anne ve evli bir kadın olarak edineceği cinsel, ailevi ve sosyal görevlerin bir övünç kaynağı oldu­ğunu ve bunların bütün öteki faaliyetlerden daha önemli olduğunu anlatmalıdır. Erkek çocuklar da, büyümekten ve güçlenmekten gurur duyarlar. Takdir ettikleri fi­ziksel faaliyetleri yapabildikleri için mutlu­durlar. Çabucak gelişerek, futbol oyuncusu gibi bir vücuda sahip olan bir çocuğun ya­şamı, fiziksel büyümesi yavaş olana oran­la daha rahattır. Eğer boyu ve kilosu orta­lamadan azsa, üzüntü duyar. Kendilerini yaşıtlarıyla sürekli olarak kıyaslayan ço­cuklar, arkadaşlarından, özellikle sporda daha yeteneksiz olduklarının ima edilme­sine karşı çok alıngan ve duyarlıdırlar. Er­kekler göğüs çevresi, kol kuvveti ve genel görünüşleri konusunda çok titizdirler. Ba­zıları, bu konudaki eksikliklerini giderek fi­ziksel sakatlık olarak yorumlar. Kızlar da, erkekler de, plajda mayolarla görünmek­ten çekinirler. Kalçaların genişliği, bacak­ların şişman ya da zayıf oluşu, göğüslerin çok düz ya da dolgun oluşu, buluğ çağın­daki gençler için hep bir şüphe ve yakın­ma nedenidir.



Anne Sütüne Geçen İlaçlar : Loğusaların Sakınacakları İlaçlar

19 May, 2008 Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A, Çocuk Sağlığı

Yeni doğan ve gelişme dönemindeki ço­cuğa kötü etkileri olabileceğinden süte geçen ilaçların bilinmesi faydalıdır. Anne sütüyle bebeğe geçen ilaçlar arasında uy­ku ilaçlarını (barbituratları) antihistaminikleri, antibiotikleri (Eritromisin), izoniazid (INH), amfetamini, sinir ilaçlarını (Diazepam), sara ilaçlarını (Difenilhidantoin), anestezik maddeleri (Pentothal) sayabiliriz. Kan plazmasına geçen maddeler özellik­lerine göre süte de geçerler. Meselâ suda eriyen maddelerden alkol, üre. antipirin süte çok kolay geçerler. Diüretik ve sulfonamidlerin süte daha az miktarda geç­tikleri gösterilmiştir, süt veren anneye bazı ilaçların (Kloramfenikol, bromürler, Metronidazol, antimetobolitler, karbimazoiyodürler, propiltiouracil, atropin, ergo bi­leşikleri, kimdin, reserpin hidroklorotiazid, civalı diüretikier, difenoksilat, simetidin, kortikosteroidler, amfetaminler, meprobamat, tolbutamid vb.) verilmesi doğru de­ğildir.



Ankilostomiaz-Kancalı Kurt Hastalığı

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Bağırsak boşluğunda yaşayan ve oradan dokulara da geçerek hastalıklara neden olan yuvarlak kurtlardan Ankilostoma duo-denale veya Necator Amerieanus’un yol açtığı hastalığa ankilostomiaz adı verilir. Parazit oniki parmak barsağında kan emerek yaşadığı için çok zararlıdır. Kansızlık ve karın ağrısına neden olur. Coouklarda gelişme bozukluğuna yol açabilir. Dışkı ile toprağa geçen kurt yumurtaları deriden vücudumuza girerek dolaşım yoluyla akoiğere, bronşlara ve özafagus yoluyla barsaklara geçerek yerleşir. Özellikte Karadeniz bölgesinde yaygın bir hastalıktır. Hastalık, dışkı muayenesinde kurtların görülmesiyle teşhis edilir. Temizliğe dikkat etmek ve halkı bu konuda uyarmak suretiyle bu hastalıktan korunmak ve yayılmasını önlemek mümkündür. Tedavide anti-helmintik denilen ilaçlar (Combatrin, Verme». Ankilostin) kullanılır ve kansızlığa karşı antianemik denilen demirli, kan ya-ç«c» ilaçlar verilir. virüsünün neden olduğu ansefalit ise öldürücüdür. Bu hastalığa bakteriye rastlanmadığı göz önünde tutularak, cerahatli menenjitten ayırmak için aseptik menenjit adı da verilir. Teşhis için alınan beyin omurilik sıvısında, glikoz, normal hücreler yani lenfositler ve albuminin artmış olduğu görülür.

Lenfositler çok arttığı için lenfositik korio-menenjit adı verilen bir viral menenjit tipi daha vardır ki, grip gibi, salgın olarak görülür. Bu gibi vakalarda baş ağrısı, ateş, ense sertliği gibi menenjit belirtileri hafif olarak vardır. Hastalık genellikle 1-2 haftada semptomatik tedavi ile iyileşir.

Tedavide antiviral (Vira - A) ve ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar kullanılır. Komada gibi baygın yatan hastalar hastanede bakıma alınır, kas kasılmaları şeklinde görülen konvülsiycnlarm hastaya zarar vermemesine çalışılır.



Amnios Kesesi ve Suyu

2 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Genel Sağlık, Hastalıklar, Kadın Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Rahim içinde büyüyen çocuğun etrafında plasenta zarlarının meydana getirdiği bir kese vardır. Amnios kesesi denen bu boşluğu dolduran, renksiz, hafif bulanık sıvıya ise amnios suyu (liquor amnii) denir.Plasentanın zarlarından biri olan amnios zarının salgısı olarak meydana gelir ve normalde 500-100 cc. kadardır. Daha artmış olduğu durumlarda hidramniostan söz edilir. Gebeliğin son aylarında çocuk cildinden gelen epitel hücreleri kıllar ve yağlar içerdiğinden görünümü bulanıktır; Yeşil renk alması çocuğun mekonyum denilen kakasının karışmasından dolayı meydana gelebilir ki, başla gelişlerde çocuk kordonun sıkışmasının bir işareti olarak kabul edilir.Çocuğun ters gelişlerinde, özellikle makatla gelişlerde mekonyum görünmesi normal sayılabilir. Ayrıca günü geldiği halde doğurmayan yani zamanaşımı durumunda olan gebelerde amnics suyunun rengi bu bakımdan kontrol edilir. Amnioskopi denilen bir yöntemle vaginadan su kesesi ve içindeki sıvı gözlenir. Bazen çocuğun anne karnında öldüğü yani vakanın mort de fetus olduğu ^mnios suyunun kirli kahverengi bir görünüm alması ile saptanır. Doğum esnasında su kesesi denen zarın yırtılması ile amnios suyu dışarı akar. Halk dilinde gebenin suyunun gelmesi şeklinde bilinen bu olay doğumun başlamasının bir işareti olarak kabul edilir.



Amipli Dizanteri

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Amipli Dizanteri

Amipli dizanteri yiyecek ve içeceklerle barsaklara giren Entamoeba histolytica adındaki parazitin neden olduğu bir barsak hastalığıdır. Hastaların kalın barsaklarında ülserasyon bulunduğundan bol müküslü ve kanlı bir ishal ve tenezm denen sık sık dışarı çıkma isteği vardır. Hafif ateş, karında eğri ve kusma da görülür. Dizanterinin bazen spastik kolon biçiminde seyrettiği, barsak duvarının kalınlaşmasına yol açarak kanser ve ileus belirtileri gösterdiği de bilinmektedir. Teşhis için dışkı muayenesinde amipleri görmek gerekir. Amipler bazen karaciğere yerleşerek amip hepatiti veya amip apsesi de msydana getirirler.

Amipli dizanteride tedavi, Metronidazole, Tinidazbl gibi antıamebik denilen ve ağızdan verilen ilaçlarla yapılır. Tedavi sırasında bu ilaçlarla birlikte alkol alınmamalıdır. Emetin enjeksiyon şeklinde eskiden çok kullanılan bir ilaçtı.

Yatak istirahati, ağızdan veya damardan bol sıvı (glükoz ve tuz solüsyonları) ve karın ağrılarına karşı antidiyareyik denilen ishal önleyici ilaçlar uygulanır.



Albüminuri

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A, Sindirim Sistemi

Albüminuri

Albüminüri, böbreklerden geri alındığı için normalde çıkmaması gereken albüminin idrarda görülmesi halidir. Bu olaya daha doğru bir deyimle proteinüri de denilmektedir. Böbrek bozukluğunun en erken belirtilerinden biridir. Ayrıca yüksek protein içeren perhiz uygulamaları, bazı ilaçların alınması veya ağır egzersizlerden sonra protein harabiyeti sonucu ortaya çıkabileceği de saptanmıştır.

Çok kolay yöntemlerle, örneğin idrarı bir deney tüpü içinde ısıtarak, idrarda protein bulunup bulunmadığı anlaşılabilir.Doktorlar böbrek hastalıklarını teşhis etmek, gebelikte böbrek fonksiyonlarını kontrol etmek, gebelik toksemisinin varlığını anlamak için sık sık idrarda protein kontroluna gerek duyarlar.



Akıntı

1 Şub, 2008 Cinsel Sorunlar, Hastalıklar, Kadın Sağlığı

Akıntı

Akıntı kadınların cinsel birleşme organı olan vajinanın enfeksiyonlara karşı bir korunma mekanizmasıdır. Yetişkin bir kadın vajinasında normal olarak bulunan bakteriler, özellikle Döderlein basilleri, vaginanın dökülen epitel hücrelerindeki glikojeni laktik aside çevirerek serviksin alkajen olan salgısını dengeleyerek vagende PH kadar asit bir ortam sağlarlar. Kadınların % 10-15 kadarının vaginasında müküs salgılayan bezler de bulunur. Bu asit ortam ve bakteriler, diğer mikroorganizmalara karşı korunmayı sağlamak üzere vaginanın temizlik derecesini belirler. Kız çocuklarında puberte dediğimiz ergenlik çağına kadar bu engel henüz oluşmadığından çeşitli mikroorganizmalar (gonokok, streptokok, pnömokok, E. coli, Candida albicans, trikomonas v.b.) vajinaya girebilir ve akıntıya (Lökore) neden olabilirler. Kadınlarda menopozdan sonra hormonal yetersizliğe bağlı pembe renkte seröz akıntı görülebilir. Vaginaya sokulan yabancı cisimlerin de her yaşta iltihap ve akıntıya neden olabileceği de unutulmamalıdır.

Beyaz, berrak, sümük şeklinde (mucoid) kokusuz akıntı normal östrojen hormonu varlığında yumurtlama belirtisi olarak her sağlıklı kadında görülür. Tıptaki Latince adı Fluor albus’dur. Gebelikten korunma hapları alanlarda bu akıntı artabilir. Beyaz peynir kırıntısı şeklinde (lor peyniri), küf kokusunda ve fazla miktarda olan akıntt mantar enfeksiyonunu, beyaz, süt renginde kıvamlı akıntı, kollum iltihabını gösterir. Trikomonas denilen tek hücreli parazitlerin neden olduğu iltihapta (trikomonasis) sarı-yeşil renkte köpüklü ve pis kokulu bit akıntı olur. Kahverengi, sulu, küf kokulu akıntılar iç ve dış cinsel organların çeşitli iltihaplarında, veya tümörlerinde ilk belirti olarak görülür. Bu tip akıntılar kadınların doktora başvurmalarını gerektiren nedenlerin başında gelir.

Akıntılar nedenlerine göre doktor tarafından verilecek ağızdan veya vaginal yoldan kullanılan ovul, tablet, krem şeklindeki çeşitli ilaçlarla tedavi edilirler.



Tansiyon Neden Yükselir?

10 Ağu, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Tansiyon nasıl ve neden yükselir?

Vücudumuzdaki damarlar şu kısımlardan yapılmıştır :

1, Atardamarlar. - Büyük, duvarları kalın damarlar olup kalbten çıkan kam vücudun muh­telif kısımlarına taşırlar.

2. Arterioller (ufak atardamarlar). - Atar­damarların en ufak dallarına arteriol denir. Bunlar çıplak gözle görülmezler. Duvarları et­ten yapılmış olduğundan büzüşüp daralabilir veya genişliyebilirler.

3. Kapiller (kıl damarları.) - Ufak damarlar en sonunda ufacık, kıl gibi kollara ayrılırlar. Burada kan artık nabazan etmez. kularla besleyici maddelerin mübadelesi ve rüntü maddelerinin alınması bu kıl damarlara vasıtasiyle olur.

4. Toplardamarlar. - Kanı kalbe geri getiren karakandamarlarıdır. İçlerinde pis »kan vardır. Elin üzerinde gördüğünüz mavi damarlar banlardır. Şimdi şu tarifden anlaşılacağı veçhile kalb bir pompadır, atardamarlar bu pompadan çı­kan hortum, arterioller hortumun ucundaki musluk veya fiskiye ve kıl damarları da fîskiyeden dışarı akan ince su demetidir. Şimdi luğu kıstığımızı f arzedelim ne olur:

a. tan dışarı akan su miktarı azalır,

b. Hartan içindeki tazyik artar. Şayet pompa daha fazla çalıştırılırsa hem hortumun içindeki tazyik da­ha fazla artar, hem de fıskiyeden dışarı çıkan su miktarı, musluk açık olduğu gibi normal kalır.

İşte tansiyon yüksekliğinde durum böyledir. Ufak atardamarlar (arterioller) mıştır, kıldamarlarına az kan gider, taba da beslenemez, bunu yenmek için kalb fazla Mr tazyik altında çalışır ve daralan damarlardan normaldeki gibi yeter kan geçmiye başlar. Uzun müddet işler böylece yeni bir düzene girmiş olur. Fakat kan tazyikinin yüksek olarak sebat etmesi birçok hâdiselere sebep olabilir. Damar­lar fazla tazyik altında kalınca sertleşmiye baş­lar. Sertleşen damarlardan bâzısı tıkanır ve o damarın beslediği doku yeter kan, oksijen ala­maz. Kalb fazla yük altında kalınca yorulur, sonunda kifayetsizliğe uğrar (nefes darlığı, uy­kusuzluk). Böbrekler bozulur vazife göremez. Gözlerdeki damarların sertleşmesi görmeği bozar. Beyin damarları sertleşirse beyinde ka­nama, tıkanma yapabilir. Damar sertliğinin de­recesi ve yaygınlığı şunlara’tâbidir:

1. Tansiyon yüksekliğinin derecesi,

2. Tansiyon yüksek­liğinin ne zamandanberi devam ettiği,

3. Damar­ların bu yüksek tazyike mukavemet kabiliyeti.

Tansiyon yüksekliğinin kabaca dört dev­resi vardır :

1. Prehipertansiyon (tansiyon yüksekliğin­den önceki) devre. - Bakarsınız tansiyon kızma, heyecanlanma, yorulma ile çok yükselir. Fa­kat umumiyetle normaldir. Bu gibi kimselerin hemen %75 inde sonradan tansiyon devamlı su­rette yüksek kalır.

2. Oynak tansiyon devresi. - Tansiyon her zaman için on dördün üstünde olmakla beraber bir seviyede durmaz, bir gün 15, öbür gün 20 dir …Nadiren 12-13 e bile iner.

3. Sabit Tansiyon devresi. - Tansiyon artık bir seviyede sabit kalır. Bir türlü aşağı inmez.

4. İhtilât devresi. -Başlıca üç yerde ihtilâl görülür : a. Kalbte. Böbreklerde, c. Beyinde.



Tansiyon Yüksekliğinin Sebepleri

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-T

Tansiyon yüksekliğinin sebepleri

Tansiyon yüksek­liğinde esas mekanizma, ufak atardamarların daralması ve kalpten çıkan damarların önün­de bir engel teşkil edişidir. İşte bu damar da­ralmasının bir çok sebepleri vardır: böbrek hastalıkları, anadandoğma kalp hastalığı, be­yin uru, iç ifraz bezlerinin hastalığı, zehirlenmeler, v.b. Fakat pratikte rastladığımız tansi­yon yüksekliklerinin %95 inde gözle görünür hiçbir sebep mevcut değildir. İşte ne kalb has­talığına, ne böbrek hastalığına, ne de herhangi bir açık hastalığa bağlı bulunmayan cinsten tansiyon yüksekliklerine biz, esası tansiyon yük­sekliği, veya bünyevî tansiyon yüksekliği diyo­ruz. Halk arasında buna asabî tansiyon, yük­sekliği denmektedir. Esasî tansiyon yükseklik­lerinin çoğunda sebep, irsiyettir. Bu gibi kimse­lerin ana, baba veya amca, dayılarında, teyze­lerinde hemen muhakkak surette tansiyon yüksekliği bulunur; yahut da tansiyon yüksekliğinin farkında olunmamıştır da felçli, kalbli, ani­den ölen kimseler vardır.

Bu gibi ailelere mensup kimselerde tan­siyon yüksekliği ekseriyetle erken yaşta baş­lar. Ailede tansiyon yüksekliği bulun­ması çocuklarda da muhakkak surette tansiyon hastalığının teşekkül edeceğini göstermez. Ai­lesinde hiç kalb veya tansiyon yüksekliği has­talığı bulunmadığı halde kendisinde kalp veya tansiyon hastalığı bulunan kimseler pek çoktur. Eskiden tansiyon hastalığının sebebi damar sertliği zannedilir ve tansiyonun, sertleşmiş, daralmış damarlardan kanın geçebilmesi için muavazavî olarak yükselmiş olduğu sanılırdı halbuki bu gün damar sertliğinin tansiyon yük­sekliğinin sebebi olmayıp bilâkis neticesi oldu­ğu anlaşılmış bulunuyor. Tansiyon yüksekliği sırf yaşlılık hastalığı değildir; bebeklerde, 20 yaşlarındaki kimselerde dahi bulunabilir; fa­kat en çok 30 yaşından sonra, ekseriya 40-50 arasında göze çarpar. Tansiyon yükselişinde sinir sisteminin, asa­biyetin çok büyük rolü vardır. Kızdığınız, hırs­landığınız veya yorulduğunuz zaman kalbinizin küt küt attığını ve sanki damarlarınızdaki kan tazyikinin fırladığını hissedersiniz. Hakikatte de böyledir. Sinirlenme, öfke, uykusuzluk, siyonu birden yükseltir.



Yüksek Tansiyon

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Kalp vücudu beslemek ve süprüntü mad­delerini vücuttan dışarı atmak için büyük mik­tarda kanı damarlar içersinde hareket ettir­mek zorundadır. Atardamarlar içindeki kanın damar duvarına yapmış olduğu tazyiki biz, kolun etrafına bir manşet sararak ve bunu da bir monometre île iştirak ettirerek ölçmekteyiz. Nor­mal kan tazyiki hangi yaşta olursa olsun on dördü; yâni 14 santimetre uzunluğundaki bir cıva sütununun yaptığı tazyiki geçmemelidir. Bu âzami tazyiktir. Bir de asgari tazyik var­dır ki bunun da dokuzu geçmemesi icabeder. Âzami ile asgari arasındaki fark, asgari tazyi­kin yarısı kadar olmalıdır. Meselâ: Asgari taz­yik sekiz ise, sekizin yarısı dört olduğuna gö­re âzami tazyik 12 olmalıdır. En önemli olanı asgari tazyiktir. Zira bu tazyik heyecanla, uy­ku ile fazla değişiklik göstermez, kanın büyük damarlardan dokular içine kaçış tazyikidir ve kalp, kanı damarlar içine fırlatmaya başlama­dan önce bu tazyik mevcuttur. İşte koldan kan basıncının âzamisi 14 ü, asgarin 9 ı geçerse o kimsede tansiyon yüksekliği var denir. Bâzı araştırıcılar yikinin yaşa, cinse, boya, kiloya göre farklar gösterdiğini ve 60 yaşındaki bir kimsenin tansiyonu ile 30 yaşındakinin aynı olamayacağmı iddia etmekte iseler de Amerikan Kalp Cemi­yetinin kabul ettiği normal sınırlar 14/9 dur.

Tansiyon, tansiyon âleti ile ölçülür. Ölçü yapılırken gayet sakin olmak, kol, kalb ve âle­tin aynı seviyede olması, kolun fazla gaga olmaması icabeder. Kolun etrafına âletin man­şeti sarılır ve,manşet içine hava verilerek şişirilir. Manşetin alt tarafına, yine aynı atar­damar üzerine dinleme aleti yerleştirilerek damardaki ses dinlenir. Manşet içindeki tazyik atardamar içindeki kan tazyikinden yüksek ol­duğu takdirde hiçbir ses duyulmaz, zira Hamar içinden kan geçmemektedir. Şimdi manşetin musluğu açılarak yavaş yavaş içindeki bava. kaçırılır ve böylece tazyik azaltılır. Bir nokta­da damardan kan geçmiye başlar ve kulağa’. fif bir ses gelir, işte bu ilk ses duyulan tâdaki tazyik, âzami tansiyonu gösterir. setteki hava daha fazla boşaltdırsa ses bir noktada tamamen kaybolur, bu tadaki tazyik de asgari tazyiktir. Bâzı ânnü kimselerde ilk tazyik yüksek olur; ikinci Biçmede daha aşağı bulunur. Mamafih hiç kim­senin tansiyonu bir noktada sabit değil­dir. Yemek yimek, heyecan, hareket tansi­yonu değiştirir. Bâzan bir doktor tansiyonu 15, öteki 13 bulur. Hasta da acaba kabahat hekim­de mi, alette mi diye şüpheye düşer. Halbuki kabahat hiçbirinde değil kendisindedir, sinir­lerinin oynaklığındadır. Tansiyonun yüksekliği ile hastalığın cid­diyeti arasında hör zaman bir münasebet yok­tur. Bâzan 18 olan bir tansiyon, 22 tansiyondan daha tehlikeli olabilir. Esas önemli olan kalb ve damarların durumudur. Nice hastalar var­dır ki kalb ve damarları sağlam olduğu için 30 tansiyonla fazla bir rahatsızlık hissetmeden yıl­larca normal bir hayat sürerler.



Yüksek Tansiyonun Tedavisi

10 Ağu, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-Y

Tedavi

Tansiyon hastalığı müzmin bir hastalıktır. Bazı cinsleri müstesna tamamıyla bir ilâçla geçirmeye imkân yoktur. Bunun üzerine ondan korkmamaya, onunla beraber yaşamıya ve ihtilâtlarmı önlemeye çalışmalısınız. Bazıları tan­siyon yüksekliğine karşı hiçbir şey yapılamadığı zannederler, halbuki birçok şeyler yapıla­bilir. Bugün yalnız Amerika’da 15 milyon tan­siyonu yüksek insan vardır, demek ki siz yal­nız değilsiniz. Bakın şu aşağıdaki nasihatlere dikkat edin, bunlar hemen her kalp hastasının ve hattâ sağlam kimselerin bile tatbik etmeleri faydalı olan tavsiyelerdir:

Merdivenlerden yukarıya süratle çıkmayı­nız.

Kendinizi ne suretle olursa olsun çok fazla yormayınız.

Günde iki defa istirahat ediniz.

Müsabaka şeklindeki sporlardan kaçınınız.

Kilonuzu normal sınırlar içinde tutunuz.

Ah şu şişmanlık!

Münakaşalardan, kavgalardan kaçınınız. Mümkün olduğu kadar soğuk kanlılığınızı muhafaza ediniz.

.Bu nevi hayat fazla sıkıcı olmasa gerek değir mi? Bazı kimseler o kadar müfrittirler ki ya tam faaliyet, tam sağlık veya hiçbirşey ol­masın isterler. Birçok hastalar hertürlü tavsi­yenizi reddederler ve günün birinde bir ihtilâtla karşınıza çıkıp iş işten geçtikten sonra bureh size boyun eğerler. Gelin şu ta\ mi önceden hesaba katın da sonradan geri nülmesi imkânsız hasarlara uğramayın



Adams-Stokes Sendromu

30 Oca, 2008 Kalp Sağlığı, Ruh Sağlığı

Kalp atışlarını sağlayan sinir iletim sisteminin birden bozulması (kalp bloku) sonucu bilinç kaybı kalp durması ve yüz renginin solması, vücudun kasılması şeklinde beliren duruma Adams-Stckes sendromu denir.

Kalp atışlarının bir iki dakika sonra yeniden başlaması üzerine hastanın rengi ve bilinci yerine gelir. Adams-Stokes nöbetleri esnasında beyine az kan gittiği için bu durumlarda sara nöbetleri de ortaya çıkabilir.

Adams-Stokes sendromuna cok kere kalp enfarktüsü veya ventrikül fibrilasyonu neden olur.

Tedavi için suni solunum ve kalp masajı uygulamak veya kalbin yeniden atışlarını sağlayacak ilaçlar (adrenalin) yapmak gerekir. Tekrarlayan nöbetlerde kalbin düzenli bir şekilde devamlı çalışmasını temin edecek Pacemaker denen aygıt kullanılır.



Amil Nitrit

1 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Amil Nitrit

Amil nitrit (Nitrite d’amyle) kalp hastalarının kriz esnasında kullandıkları koroner damarları açıcı ilaçlardan biridir.

Beyaz, kokusuz ve kolay buharlaşabilen bir sudur. Kriz esnasında kolayca kırılıp koklanmak üzere küçük ampullerde bulunur.

Angina pektoris yani göğüs anjini olan kimselerin yanlarından eksik etmedikleri bir ilaçtır.



Aort ve Hastalıkları

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Kalbin Ana Damarı-Aort ve Hastalıkları

Vücudun en büyük atardamarıdır. Kalbin sol karıncığından çıkar. Sırasıyla, çıkan aort, aort kavisi, göğüs aortu, karın aortu adlarını alarak ilerler ve 4. bel omuru hizasında ikiye ayrılır. Doğuştan veya scnrcdan, göğüs aortunun bir yerinde darlaşmasına aort koarktasyo-nu denir. Hastada nefes darlığı, kalp çarpıntısı, baş dönmesi şikâyetlerine neden olur. Kollarda ölçülen damar basıncı ayaklarda ölçülenden çok fazladır. Tedavisi anock ameliyatla mümkündür.Kalbin sel karıncığı ile aGrt arasında bulunan kalp kapağının iyi kapanmaması ve kanı kaçırması sebebiyle meydana gelen bozukluğa ise aort yetmezliği denir. Neticede kalp aşırı derecede büyür. Bu gibi hastalıkların tedavisi,gelişen kalp cerrahisi sayesinde bozulan kalp kapakçıklarının yerine yenilerinin takılması suretiyle yapılabilmektedir.



AORTA KAPAĞI DARLIĞI TEDAVİSİ

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Tedavi

İhtilât yoksa diğer kapak hastalıklarında yapılan tedbirlere başvurulur. Amerika’da da­ralan kapaklar ameliyatla açılabilmektedir.

Ödem nedir? Dokular içinde serbest mayi toplanması­na ödem denir. Bilhassa ayaklarda olur. Bacaklar siş, parlaktır. Elle basılınca çukurluk kalır, bu çukurluğa da gode adı verilir. Ödem kalp kifayetsizliğinde böbrek hastalıklarında, karaciğer hasta­lığında ve ‘bazan da hiçbiri bulunmadığı halde şişman, varisli kimselerde görülür.



AORTA KAPAĞI DARLIĞI

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Sol karıncık ile aorta denen, ve sol karıncık­tan çıkıp temiz kanı vücuda götüren, büyük bir damar arasında aorta kapağı adında üç parça­dan müteşekkil bir kapak bulunduğu daha ön­ce anlatılmıştı. İşte bu kapağın herhangibir hastalık sebebiyle birbirine yapışıp daralması haline aorta kapağı darlığı adı verilir. Bu ka­pak dar olursa sol karıncık, içindeki kanı aortaya atmak için çok büyük zorluğa uğrar; kuv­vetle takallüs eder ve büyür.

Hastalar ne hisseder?

Bazan hastalar işin farkında bile değildir­ler. Bazı hastalarda ise bayılma, kendini kay­betme nöbetleri görülür. Göğüslerinde hakikî kalp anjini ağrıları duyabilirler. Tansiyon ek­seriyetle düşüp olup sistolik ve diyastolik tazyikler arasında fark azalmıştır. Kalbin sürati ekseriya azalmış olup, 60-70 arasında atar. Gidişi

Hastalar uzun yıllar yaşayıp kalble hiç il­gisi bulunmayan bir hastalıktan vefat edebi­lirler.

Birçok hastalarda sonunda sol kalp yorulur ve sol kalb kifayetsizliği teessüs eder. Bunun ilk arazı yol yürürken veya geceleri gelen nefes darlığı ve öksürüktür.

Mitral kapağı yetmezliğinde olduğu gibi burada da bakteryel andokardit husule gelebi­lir, yani bazı mikroplar daralmış kapaklarda yerleşip ateş yükselmesi, titremeler yapabi­lirler.



AORTA KAPAĞI YETMEZLİĞİ ŞİKAYETLER NELERDİR

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Şikâyetler

Birçok hastaların hiçbir şikâyeti yoktur. Tesadüfen genel bir muayene esnasında farkedilir. Bir kısım hastalar sol göğüsteki sağır bir ağrıdan müştekidir, bazan da hakikî anjin dö puvatrin ağrısı duyarlar. Ağır vakalarda, çar­pıntı, baş dönmesi, bayılmalar, boyun damarla­rında kuvvetli atışlar olabilir. Azamî tansiyon ekseriyetle çok yükselmiştir. Asgarî tansiyon ise çok düşüktür. Meselâ biri 15 ise öteki 3 ve­ya 5 dir.

Dikkat edildiği takdirde hastalar normal bir şahıs gibi uzun yıllar yaşarlar. Dikkat edil­mediği takdirde nefes darlığı başlar, sol kalp yetersizliği teessüs eder. İhtilât olarak bakteryel andokardit husuie gelebilir. Fakat umumiyetle aorta kifayetsizliği hiç de korku­lacak bir kalp hastalığı değildir. Birçok vaka­larda en ufak bir şikâyete dahi sebep olmaz.



AORTA KAPAĞI YETMEZLİĞİ

12 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Ekseriya romatizma hastalığının aorta ka­paklarında yerleşmesi neticesi bu kapakçıklar kalınlaşır, sertleşir, büzüşür ve deliği tam kapayamaz olur. Sol karıncık takallüs edip ka­nı aortaya attığı vakit kanın bir kısmı geriye gelir. Bunun üzerine sol karıncık fazla iş yapmak’ mecburiyetinde kalıp büyür, genişler.



AORTA KAPAĞI YETMEZLİĞİNİN TEDAVİSİ

12 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-A

Tedavi

Esas tedavi amleliyatladır. Bu gün Ameri­ka’da Hufnagel tarafından bu gevşemiş ka­pakların önüne plâstik bir kapak konarak has­talık tedavi edilebilmektedir.



Aortun Daralması-Aort Koarktasyonu

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aort Koarktasyonu-Aortun Damarının Daralması

Kalpten çıkan büyük atardamarın yani aortun çıkış kanalının embriyolojik gelişim esnasında daralmaşıyla ortaya çıkan duruma aort koarktasyonu denir. Kolda ölçülen kan basıncının yüksek, a-yaklarda ölçülenin ise düşük bulunması şeklinde bir belirti vardır. Aort yayındaki daralmadan ötürü ayaklara az kan gideceğinden yürürken baldırda ağrı duyulabilir. Darlık fazla değilse hastayı rahatsız etmez ve tedaviye gerek kalmaz. Ender vakalarda ve aşırı darlıklarda ameliyat gerekebilir.



Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

2 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Haberleri, Sağlık Sözlüğü-A

Aortun Genişlemesi-Aort anevrizması

Anevrizma kan damarlarının kese yapacak şekilde genişlemesi demektir. Kalpten çıkan ve aort adı verilen atardamarın herhangi bir bölümünde en çok damar sertleşmesi yani arterioskleroz ve frengi sebebi ile görülür. Elastik liflerde bozukluk sonucu damar duvarının direnci zayıflar ve giderek genişler. Uzun zaman belirtisi görülmez, çoğu kez, röntgen filminde teşhis edilir. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü, nefes darlığı, sırt, bel ağrıları ve kalbin üzerindeki bölgede ağrılar meydana gelir. Aort anevrizmasının en korkulan komplikasyonu damarın birden yırtılmasıdır. Bu gibi Yırtılması halinde ağır durumlarda bazen operasyona çabuk mutlaka operasyon gerekir, karar verilerek hasta kurtarılabilir.



Birincil Hipotansiyon

27 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Bazı olgularda hipotansiyon kişiyi rahatsız etmez, bazı ol­gularda ise tansiyonun düşük olduğu oldukça belirgindir. Hasta en çok, tansiyonun düşük olduğu sabah saatlerinde rahatsızlık duyar; kendini yorgun, isteksiz hisseder ve çok sık esner. En ha­fif hareket bile olağanüstü bir çaba gerektirir. Kızarma ve terle­menin yanı sıra, şiddetli baş ağrısı, üşüme ve solgunluk görülür.

Her açıdan sağlıklı olan insanlarda tansiyon düşmesinin yapısal bir özellik olduğu ve doğuştan geldiği görüşü bir dere­ceye kadar doğrudur. Yapısal özellikler dışında tansiyon düşme­sine yol açan önemli bir etken böbreküstü bezi dış kabuğundan (korteks) salgılanan ve kan basıncını düzenleyen hormonların yetersizliğidir, bu durumda için eksik olan hormonlar hastaya dı­şarıdan verilir.

Otonom sinir sistemini etkileyerek damarların büzülmesini sağlayan ilaçlar kan basıncını yükselterek rahatsızlığın gideril­mesini sağlar. Bununla birlikte, otonom sinir sisteminin dengesi­nin korunması için düzenli ve sakin bir yaşam gerektiğinden, hastaya düzenli uyku, tuzca zengin ve fazla sıvı içermeyen bir diyet, yüzme ve kayak gibi sporlar önerilir



Cinsellik ve Kalp Sağlığı

10 Ağu, 2008 Cinsel Sorunlar, Kalp Sağlığı

Allanın kullarına lütfettiği en büyük nimet­lerden birinin de cinsî münasebet esnasında du­yulan zevk olduğuna şüphe yoktur. Böyle bir nimetten kimseyi mahrum etmeye kimsenin hak­kı yoktur. Yalnız, o esnada kalbin çok yoruldu­ğu, birçok kalp krizlerinin cinsellik es­nasında meydana geldiği herkes tarafından bilin­mektedir. Şu hususları unutmayınız : enfarktüs geçirdikten sonra hiç olmazsa üç ay hanımlar­dan uzakta kalmanız şarttır; cinsî münasebeti fazla oynaşmadan, kendinizi yormadan yapma­nız daha doğrudur; ne sayıda yapılması kendi; arzunuza bağlıdır, nişlerinizi içinizde hapset-mektense boşaltmak daha iyidir; bekâr iseniz evlenebilirsiniz, ama kendinizden çok küçük yaşta biri olmamalı. Şayet cinsî münasmda göğsünüze ağrı, sıkıntı geliyorsa, önce ilacınızı almanız icabeder.



Damar Sertleşmesi Neden Olur?

17 Haz, 2008 Hastalıklar, Kalp Sağlığı

Damar sertleşmesi neden olur?

Bu hususta iki teori vardır :

1. Zorlanma teorisi.Kalbin her çarpışında kan, damarlar içine atılır. Doğduğumuz andanıberi milyonlarca ufak darbeler her an kan damarlarının duvarına çarpmaktadır. Böylece kan damarı tazyike ma­ruz kalır ve zamanla yıpranır. Damar sertliği­nin yaşla artışı bu teori lehinedir. Kalb dama­rının tıkanmasına en çok sol taç atardamarının aşağıya, kalb ucuna doğru kıvrıldığı yerde rastlanır. Sebep, buranın en fazla kan darbesine maruz kalmasıdır. Nitekim ayak damarları, kol damarlarından daha çasbuk ve daha fazla sert- : leşir; çünkü ayak damarları tazyike, zorlammt-ya daha fazla maruzdur. Meşhur Viyanalı patolojist doktor Erdheim ölüyü muayene ederek hayatta iken sağ elini mi kullandığını veya solak mı olduğunu söyliyerek herkesi hayrete düşür­müş. Sonradan sırrım ifşa etmiş : hangi kol da­marında fazla sertleşme varsa o kol hayatta fazla kullanılmış demektir, binaenaleyh solak­ların sol kol damarlarında sağdan fazla sertleş­me bulunur.

Bu teorinin çok esaslı noktaları varsa da yalnız başına damar sertliğini izah edemez. Zi­ra, çocuk yaşındaki kimselerde bile damar sert­liğine raslanmaktadır. Demek ki sadece zorlanma, yıpranma, yaşlanma damar sertliği husu­lü için kâfi gelmez.

2. Kolesterol teorisi. —Bu teoriye göre damar sertleşmesinin se­bebi vücudun yağları ve diğer bazı yağlı mad­deleri iyi kullanamamasıdır. Hücrelerin yapıl­ması ve tahribi işinde bir bozukluk olduğu va­kit kolesterol ve diğer yağlı maddeler kalb da­marlarının iç zarına girerler ve orada tortula­nırlar. Yağ tortularının en tahrip edicilerin­den biri olan kolesterol maddesi sütte, yumurta sarısında, beyinde, karaciğer ve böbrekte bol miktarda bulunur. Kolesterol icap ettiği yerde bulunduğu zaman tamamen zararsız, hattâ fay­dalı bir maddedir.

Vücut kolesterolü yalnız gıdalardan almaz, kendisi diğer maddelerden de yapabilir. Safra taşlarında ve bazı kanser dokularında da koles­terol bulunur.



Damar Sertliği İle İlgili Bilgi

12 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Arteryoskleroz kalp enfarktüsü, beyin trombozu ve beyin kanaması olgularının başlıca nedenidir. Ayrıca bacak kangren­lerinin büyük bölümü de arteryoskleroz kaynaklıdır.

Belirtiler:

Belirtiler ancak damar lezyonları belirginleştikten sonra ortaya çıkar. Hastalığa bu nedenle «aysberg hastalığı» da denir.

Arteryoskleroz belirtileri lezyonun yeriyle ilişkilidir. Çünkü sorun, dokulara yeterli oksijen iletilememesi ve söz konusu böl­gede kan dolaşımının engellenmesidir. Yerleşimin beyinde olduğu durumlarda görme ve konuşma bozuklukları, hafıza kaybı, anlık şuur kayıpları, yer ve zaman kavramlarının bozulması, kol veya bacaklarda kas gücünün ani ve geçici olarak zayıflaması ve son olarak da beyin trombozu gelişir.

Hastalık kalbte oluşursa ekstrasistol, kalp atışlarının hızlan­ması ve kulakçığın hızlı kasılması gibi ritim bozuklukları görü­lür. Koroner damar lezyonlarına, spazma yol açan refleksler de eklenirse anjinaya benzer göğüs ağrıları belirir. Sonunda miyokart enfarktüsü gelişir.

Arteryoskleroz bacak damarlarda olursa kramp ağrıları, deride kalınlaşma ve rengin koyulaşması, bacaklarda ısı düş­mesi ve zamanla kangren gelişir.

Böbrek atardamarlarında oluştuğunda kan basıncı yükse­lir, böbrek işlevlerinde hafif bozukluklar görülür. Böbreğin küçük damarlarımnda da oluşursa daha tehlikeli olabilir.

Sebepler:

Arteryoskleroz dünya ölçeğinde en başta gelen ölüm sebeplerinden biridir. Arteryosklerozun, olguların pek azında (% 5 ila 10) belirti vermesi teşhisi güçleştirir.

Araştırmalar, arteryoskleroz kaynaklı hastalıkların kan ko­lesterol düzeyi ve kan basıncı yüksek, şişman, sigara kullanan ve bedensel etkinlikleri az erişkin erkeklerde daha çok görüldü­ğünü ortaya koymuştur.

Arteryoskleroz erişkin erkeklerde daha yaygındır. Orta yaş düzeyinde, erkeklerde kadınlardan daha sık görüldüğü uzun süredir bilinmektedir. Menopoz sonrasında iki cins arasındaki fark ortadan kalkar. Kadınlarda, östrojenin ve öteki eşey hor­monlarının koruyucu rolü olduğu düşünülmektedir.

Arteryoskleroz ve kolesterol:

Kolesterolün arteryoskleroz oluşumundaki etkisi önemli bir tartışma konusudur. Bu konuda birçok deneysel veri vardır. Gerçekten de, arteryoskleroz görül­meyen toplumlarda yağsız beslenme alışkanlıkları yaygındır. Bol yağlı besinler tüketen toplumlarda ise hastalık sık görülür. Hastalıkta ırk etkeninden çok, yaşam ve beslenme alışkanlıklarının önemi olduğu araştırmalardan anlaşılmaktadır.

Şeker hastalığı, böbrek hastalığı ve ksantomatoz gibi, kan­da yağ düzeyinin yüksek olduğu hastalıklara yakalananlarda arteryoskleroz çok yaygındır. Öte yandan miyelom gibi kanın yağ düzeyinin düşük olduğu hastalıklardaysa, arteryosklerozun görülme oranı son derece de azdır.

Arteryoskleroz ve yüksek tansiyon: Yüksek tansiyon atar­damar duvarında daha çok kolesterol birikmesine neden olur. Daha önce değinildiği gibi kolesterolün zedeleyici etkisiyle or-taya çıkan iltihabî tepki olası bir arteryoskleroz sebebidir. Atardamar duvarında da kolesterol üretimi olması aşırı kolesterol bi­rikimine yol açar. Böylece, yüksek tansiyonun yalnız arteryosklerozu artırmadığı, aynı zamanda arteryosklerozun gelişimine neden olduğu söylenebilir.

Hfe Araştırma sonuçlarına göre, atardamar duvarındaki koles­terol miktarı, besinlerle alınan veya kanda bulunan kolesterol miktarından çok, yüksek tansiyonla ilgilidir.

Arteryoskleroz ve yaşlılık arteryosklerozu:

Arteryosklero­zun en önemli sonucu kalbin yükünü büyük ölçüde artıran kan basıncı yükselmesidir. Yüksek tansiyon ilaçlarla denetlenemezse kalbin kasılma gücü giderek azalır.

Yaşlılık arteryosklerozu en iyi gidişli arteryoskleroz türüdür. Vücudun yaşlanmasıyla birlikte yavaş yavaş gelişir. Fizyolojik bir olaydır; başlıca nedeni atardamarların da yaşlanarak sertleşmesidir.

Tedavi:

Arteryosklerozun nedenleri bilinmediğinden, bu hastalığa özgü tedavi yöntemleri uygulamak olanaksızdır. Has­taların belli bir beslenme programı izlemeleri gene de önemli­dir.

Arteryoskleroz oluşumunu açıklayan kuramlar arasında en geçerli olanı hastalıkla yağlar arasında ilişki kuran yakla­şımdır. Bu yaklaşımı destekleyen birçok veri vardır: aşırı yağlı besinler verilen deney hayvanlarında mutlaka arteryoskleroz gelişmektedir. Değişik çevrelerde yaşayan aynı ırktan bireyler, beslenme alışkanlıklarında yağ bakımından zengin besinler ço­ğunluktaysa genellikle arteryoskleroza yakalanırlar. Şeker has­talığı ve hipotiroidizm gibi kanda yağ düzeyini yükselten has­talıklar arteryosklerozu hazırlayıcı etki yapar. İncelenen bütün koşullar, yağların arteryoskleroz oluşumunda önemli bir etkisi olduğunu gösterir. Ama bu etkinin bütün boyutları gene de açıklıkla bilinmemektedir. İlk iki veriden çıkarılabilecek sonuç, besinlerle alınan yağların arteryoskleroz oluşumunda belirleyi­ci olduğudur.

Arteryoskleroz tedavisine, hastalık klinik belirtiler vermeden önce başlamak gerekir. Tedavide beslenme alışkanlıkları yeniden düzenlenir; pıhtılaşma önleyici ve pıhtı çözücü (fibrinolitik) ilaçlar, ayrıca lipoprotein miktarım azaltarak kolesterol sentezini ve taşınmasını önleyen ilaçlar kullanılır.

Arteryoskleroza cerrahî tedavi de uygulanabilir. Koroner damar veya büyük atardamarların arteryoskleroz sonucunda tı­kandığı olgularda cerrahî müdahaleye başvurulabilir. Günü­müzde koroner baypas ameliyatı veya tıkanan damarın vücut­tan alınan bir başka damar parçasıyla değiştirilmesi gibi uygu­lamalar çok sıklıkla yapılmaktadır.



Dijital-Kalp İlacı

14 Şub, 2008 Genel Sağlık, Hastalıklar, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D, Sağlık Sözlüğü-K

Dijital (Digitalin Nativelle) kalp hastalık­larının tedavisi için yaklaşık yüz seneden beri kullanılmakta olan bir ilaçtır. Yüksük otu veya Digitalis purpura denen bitkinin yapraklarından elde edilen bir kalp glikozitidir. Kalp adalesinin kasılma gücünü ve uya­rılmasını artıran, buna karşılık kalbin da­kika atım sayısını azaltan bir ilaç olarak birçok kalp hastalığında başarı ile kullanılmaktadır. Digitalis bitkisinin lanatc türünden elde edilen glikozide ise Lanatosid (Cedilanid) denir. Damla ve tablet şeklinde kullanılır Lanata yapraklarından elde edilen gliko zidlerin daha fazla soflaştırılmış preparat lan yapılmıştır. Digoxin adındaki bu dijita preparatı da tablet ve damla şeklinds kul­lanılmaktadır.



Dolaşım Sistemi

16 Şub, 2008 Genel Sağlık, Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-D

Dokuların oksijen ve besin ihtiyacını kar­şılayan, kanın vücutta dolaşmasını temin eden, kalp ve kan damarlarının meydana getirdiği sisteme dolaşım sistemi denir. Kan dolaşımında ortaya çıkan bir bozuk­luk dokuların ve organların çalışmalarım aksatır, hatta dokuların ölmelerine bile yol açabilir.Kan denilen besleyici sıvı, onu pompala­yan kalp aracılığı ile atardamar veya ar­ter denilen kan damarları içinde vücuda dağılmakta, arteriol denen ufak dallara ayrılmakta ve böylece kapalı bir boru sis­temi içinde akarak dolaşmaktadır. Çok ince kan damarcıkları yani kopiller deni­len kılcal damarlar doku hücrelerinin ya­nına kadar ulaşır. Bu son kademede kıl­cal damarlarla hücrelerin çevresinde do­laşan dokulararası sıvı (interstisyel sıvı) arasında difüzyon denilen bir geçiş meyda­na gelir. Kanın içinde küçük moleküllerden oluşan besin eriyikleri, oksijen ve su bazı fizik kurallarına uygun olarak kılcal damar çeperlerinden kolayca dokular arasına ge­çebilirler. Difüzyon denilen bu olayla be­sinler ve oksijen hücrelere girerken ya­pım ve yıkım ürünleri de ters yönden kana geçerler.

İnsanlarda kan dolaşımı büyük dolaşım ve küçük dolaşım (akciğer dolaşımı) ola­rak iki bölümden oluşur. Büyük dolaşım kalbin sol karıncığından çıkan,aort adı ve­rilen büyük atardamar ile başlar. Vücu­dun her tarafına dağıldıktan sonra ven denilen toplardamarlar aracılığıyla tekrar geriye dönen kan, sağ kulakçıkta büyük dolaşımı tamamlamış olur. Sağ karıncık­tan akciğer atardamarı yani pulmoner ar­ter ile başlayan küçük dolaşımda ise kan akciğerlerdeki alveol adı verilen küçük hava keseciklerine kadar gider. Akciğer­lerde havadan yeniden oksijen aian ve karbondioksit bakımından temizlenmiş olan kan kalbin sağ kulakçığına dönerek akci­ğer dolaşımını tamamlar.

Kanı damarlarda dolaştıran basınç, yani kan basıncı toplardamarlarda ve kılcal da­marlarda düşük, atardamarlarda ise yük­sektir. Kan basıncı veya tansiyon denilin­ce, esas olarak büyük atardamarlardan genellikle koldaki atardamarlarda ölçülen basınç anlaşılır. Kalbin kanı pompaladığı sıradaki basınç yani sistolik basınç yük­sek, kalbin kanı içine aldığı sıradaki ba sınç yani diastolik basınç ise daha düşük­tür. Sistolik kan basıncının derecesi esas olarak atardamar çeperinin esnekliğine bağlıdır. Esnekliğin kaybolduğu arterio-skleroz denilen damar sertleşmelerinde sistolik kan basmoı yüksek bulunur. Dias­tolik basınç büyük ölçüde çevresel diren ce bağlıdır. Kan basıncı milimetre cıva ile ölçülür ve mm./Hg. harfleri ile ifade edilir. İlk okunan basınç sistojik basıncı yani maksimayı, ikincisi ise diastolik basıncı yani minimayı gösterir. Halk arasında bu­na büyük ve küçük tansiyon denir. Ayrıaa mm. değeri yerine cm. değeri söylenir, ya­ni 120/80 mm./Hg. yerine 12/8 denir.

Dolaşım sisteminde arter basıncının 95/ 55 mm/Hg. altına düşmesine hipotansiyon denir. Bazı kimselerin arter basıncı düşük düzeye ayarlanmıştır ve bu sebeple pek şikâyetleri olmaz. Buna esansiyel hi­potansiyon denir. Bazı insanlarda ise tan­siyonun düşmesi halsizlik, kesiklik, baş dönmesi gibi belirtilere yol açar.

Yatar durumda normal olan arter basıncı­nın ayağa kalkınca 10 mm./Hg.’den fazla düşmesi halinde ortostatik veya posturol hipotansiyon söz konusudur. Vazomotor sistemde yani damarları yöneten sinir sis­teminde bir yetersizlik sonucu veya bazı ilaçlara bağlı olarak meydana gelir. Bu­nun sonucu baş dönmesi ve hatta beynin kısa bir süre kansız kalması sonucu bayıl­ma bile görülür. Vazomotor sistem hasta­lıkları arasında Buerger hastalığı, Raynaud hastalığı, akrosiyanoz, eritromelalji gibi damar bozuklukları sayılabilir.Dolaşımın birden iflas etmesi halinde şok veya kollaps denilen tablo meydana gelir. Kalbin dokulara gönderdiği kan hacminin azalması veya kanın yanlış dağılımı sonu­cu çevredeki dolaşım ileri derecede bo­zulur. Çeşitli nedenlerle oluşan şoklar var­dır ve bu tehlikeli durumdan organizma kendi imkânları ile kurtulamaz ise doktorun derhal yardım etmesi ve hastayı şok­tan çıkarması gerekir, aksi halde hasta ölebilir.

Damar sisteminde kan akımının kesilmesi çeşitli nedenlerle olabilir. Dokuların ezilme­si veya kesilmesi sonucu damarlar yırtı-labilir ve kan dışarıya veya doku içine akarak hematom dediğimiz kan toplanma­sı durumunu meydana getirebilir. Kanın damarlar içinde pıhtılaşması yani tromboz meydana gelmesi halinde de kan akımı yavaşlayabilir veya durabilir. Bu şekilde meydana gelen ven trombozları yani trom-boflebitler bazı hastalıklarda ve gebelik­lerde oluşan önemli komplikasyonlardır. Ayrıca gene bir kan pıhtısının damarı tı­kaması halinde ambolidenı söz edilebilir.

Trombotik veya embolik damar tıkanma­ları özellikle beyinde ve kalpte çok ciddi hastalıklara neden olurlar.



ELEKTROKARDİYOGRAM-BALİSTOKARDİYOGRAM NEDİR NEYE YARAR

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-E

Her canlı hücre bir pil, bir batarya gibi ba­zı elektrik cereyanları husule getirir. İşte kalbte husule gelen bu elektrik cereyanlarını kay­deden alete elekirokardiyograf ve uzun şerit biçiminde olan kâğıt üzerindeki çizgilere de elekirokardîyûgram adım veriyoruz. Elektro­kardiyografin muhtelif modelleri vardır. Eski­den bir odayı işgal edecek derecede büyük ol­duğu halde şimdi elle taşınabilen portatif makinalar icat edilmiştir. Çekilen filmin banyo edilmesine lüzum dahi yoktur, netice hemen okunabilir. Elektrokardiyogram çekmek için belden yukarı soyunmanız, çoraplarmzı sıvamanız ve üzerinizde ne kadar madenî eşya varsa çıkar­manız icap eder. Kollara ve bacaklara elektrod denen bazı madenî plâklar bağlanır ve cereyanın iyi geçmesi için deri ile plâk arasına tuzlu bir merhem sürülür. Filim alınırken gayet ser­best durmanız, konuşmamanız, hareket etme­meniz şarttır. Hafif bir kımıldama yazıları bozabilir. En ufak birşey hissetmiyeceğinizden emin olunuz, zira alet kalbinizin elektrik cere­yanlarını kaydedecektir, yoksa size cereyan, verecek değildir. Sağlam bir kalbte tenbih sağ kulakçıktan başlar, sağ kulakçığa ve sol kulakçığa yayılır, oradan karıncıklara geçer. İşte bu tenbih gidi­şine uyarak da sağlam kimselerde muayyen bir tip elektrokardiyogram vardır. Meselâ şekil 8 A da elektro normaldir, halbuki B enfarktüslü bir hastadan alınmıştır. Görüyorsunuz ki sağ­lamda yukarı doğru olan T dalgası hastada aşağı doğrudur ve R dalgasından önce q belirmiştir. Türlü hastalıklarda bu girinti çıkıntılarda türlü değişiklikler olur. Elektrokar diyogramı okumak ayrı bir ihtisas işidir. Her hekim bu işten iyice anlamaz. Bazan yanlış tef­sirlerle hasta sebepsiz yere endişeye düşürülüry. bazan da tamamen aksi olur.

Şu hususları unutmayınız:

1. Elektrokardiyogram normal olduğu hal­de sizde kalb hastalığı bulunabilir.

2. Elektrokardiyogram kalbin kuvvetli ve­ya zayıf olduğunu göstermez.

3. Sadece elektrokardiyograma bakarak: kalb hastalığının iyiye veya kötüye git­tiği her zaman söylenemez.

4. Elektrokardiyogram, bilhassa kalb marlarmm hasta olup olmadığını teşhiste çok kıymetlidir. Bazı kalb damarı hastalıklarında istirahatte alman elektrokardiyogram normal olduğu halde hareket yaptırıldıktan sonra almanı anor­mal çıkar. Eskiden hareket olarak 20 defa çÖmelip kalkma yaptırılırdı, halbuki şimdi Master’in iki basamak testini kullanıyoruz. Bu test Türkiye’de ilk defa Gülhane Askerî Tıp Akademişinde tarafımızdan kullanılmağa başlan­mıştır. Hasta yaşma ve kilosuna göre muayyen basamakları bir buçuk dakika zarfında inip çı­kar ve arkasından elektrokardiyogram alınır. Son zamanlarda kalbin kuvvetini ölçen bir alet icat edilmiştir ki bu da balistokardiyograftır. Türkiye’de ilk defa tarafımızdan Gülhane hastahanesinde kullanılmıştır. Esası şudur : Kalb her seferinde damarlara kan attığında vücut sarsılır, işte bu sarsıntının dere­cesi kalbin kuvveti ve damarların elastikiyeti ile değişir. Kalbin atımına bağlı olarak husule gelen vücut hareketleri ayakların üzerindeki içinde bobin bulunan aleti hareket ettirir, o da elektromanyetik bir alanda gidip gelir ve şekil 9 A daki dalgalar kaydedilir. Bu dalgaların herbirinin ayrı bir mânası vardır. Şekil 9 B kalb damarları bozuk olan bir hastadan alman balistodur. Aradaki fark çok iyi gözüküyor : dal­gaların boyu kısadır, intizamsızdır. Hastalık iyi­ye gittikçe ve kalbin kudreti yerine geldikçe balisto da düzelir.



Fazla Kilo Kalbe Zararlı mıdır?

6 Tem, 2008 Kalp Sağlığı

Kilonuza dikkat ediniz. Kilonuzu azaltırsanız kalbin yükünü de azaltmış olursunuz. Zayıflayınca kendinizi da­ha iyi hissedeceğinize hiç şüpheniz olmasın. Biz­de nedense (bir kilo et, bin ayıp örter!) derler ve şişmanlığı makbul sayarlardı. Bu fikir ta­mamen yanlıştır. Bir insanın sağlığı hiçbir za­man fazla yağı ile ölçülmez.

«Aman ne zarif insan, Amerikalı gibi ipin­ce. Kendine nasıl da bakıyor.» lâfını çok duyarsiniz, ama artık zamanımızda «Acaba bu şişko olmak için ne yapıyor? ne semiz iı lâkırdısını, hemen hemen hiç işitmezsiniz.

Şişmanlamamak için sıkı perhizlere gerek yoktur. Diyet yaparken bile besleyici gıda alabilirsiniz, fakat kalorisi az olmak şartıyla. Kalori gıdadaki kömürün ölçüsüdür. Şayet vücudunuza lâzım olandan fazla kömür ithal eder­seniz bu fazla kömürler, yani fazla kaloriler, yağa çevrilip vücudunuzda depo edilir. Şayet aksine kendinize lâzım olandan daha az kalori alırsanız bizzat vücudunuzu teşkil eden yağlar yanacak ve siz de kilo kaybedeceksiniz.

Eğer çok şişman değilseniz kilo kaybetmek veya daha fazla şişmanlamamak için şan­ları yimeyiniz : pastalar, günde 150 gramdan.; fazla ekmek, patates, şekerlemeler, tereyağı kremalar, havyar, hamur işleri, makarna, pilâv, börek. Daha ziyade meyve, yeşil sebze, yağsız, etle yaşamıya bakınız.

Bazı hekimler gıdada kolesterol ne kadar azsa veya hiç yoksa kalb damarları sertleşmesinin de o kadar az olacağı veya damar sertleşmesinin iyileşeceği kanaatini beslemek­tedirler. Tabiî bu, sadece bir faraziyedir. Çün­kü sertleşmiş damarlardaki kolesterolün gıda­daki kolesterolden geldiği katî surette değildir. Miyokart enfarktüsü geçirmiş olan ve­ya kalb anjini, hipertansiyonu bulunan hasta­larda biz umumiyetle kolesterolü (bir nevi yağ) az gıda tavsiye etmekteyiz. Bu pek de kolay değildir: gıdadan yumurtayı, tereyağını, pey­niri, kaymağı, sığır, dana etini, karaciğer, beyin, böbreği, İstakozu, yağlı et, yağlı balığı, pastala­rı, cevizi kaldırmak icap eder. Umumiyetle bu diyeti takip eden hastalar kuvvetlerini kaybet­tiklerinden ve yemeklerin tatsız olduğundan şi­kâyet ederler.

1951 yılında Dr. Lester M. Morison üç yıl süren deneylerinin sonucunu yayınladı. Deney 100 hasta üzerinde yapılmıştı. Hastalardan el­lisine normal gir gıda (günde 200-1800 mgr. ko­lesterol ve 80-160 gram arasında yağ) verilmişti. Halbuki diğer elli hastanın gıdasında günde 50-70 miligram kolesterol ve 20-25 gram yağ mevcuttu ki bunlar pek az sayılır. Üç yıl so­funda normal yağlı gıda yiyenlerin ellisinden otuzbeşi hayatta kalmıştı, halbuki yağı, koles­terolü az gıda alanların ellisinden .kırküçü hayatta idi. Demek ki yağı ve kolesterolü kı­san kalb hastalarında hayatta kalma şansı, di­ğerinden çok daha fazladır. Bu birçok deneyle­rin ancak bir tanesidir. Fakat şu noktayı unut­mamalı ki Dr. Morrison’un yağı az diyeti, za­yıflatıcı bir diyettir. Hayatta kalanların hemen hepsi kilo kaybetmişlerdir. Binaenaleyh] yette iyi gelen şey acaba kilo yoksa yağı az almak mı? bu henüz rette belli değildir, ama iyi geliyor, hayatı: tıyor ya siz ona bakın!. Öte tarafını varsın i ler araştıra dursun.

Benim hususî muayenehanemde ma tavsiye ettiğim kolesterolü az diyet şudur : Kahvaltı:

Meyva suyu (limon, domates)

Pazartesi, perşembe günleri bir

rafadan yumurta

Bir dilim (50 gram) kızarmış ekmek

İki çay kaşığı dolusu veya bir

üzerine sürülecek kadar tereyağı

Yağsız peynir

Marmalat, reçel, bal

Bir bardak şekerli çay Öğle yemeği:

Çorba: sebze, et suyu

Yağsız et ‘

Yağsız balık

Yeşil, haşlama sebze

Ekmek (60 gram)

Meyva Akşam yemeği:

Çorba

Yeşil sebze Patates haşlanmış Taze meyva Ekmek (60 gram)

Bir kâse, kaymağı alınmış yoğurt Karaciğer, beyin, böbrek, havyar, domuz eti, kaz eti yasaktır.

Ancak yağsız et veya balık yinebilir, bun­ların da yağlarını ayırmak, ve ızkara, yahut haşlama yapmak icap eder. Tavada kı­zartma yasaktır.

Günde bir bardaktan fazla süt içmeyiniz. Yağsız peyniri tercih ediniz, kaşar peyniri gibi yağlı peynirler yasaktır.

Hayvanî yağlar yerine zeytin yağı gibi ne­batî yağlar kullanılmalıdır.

Ceviz, badem, dondurma, kaymak, ağır ha­mur işleri yasaktır.

Yemeklerinizi az, fakat sık yimeniz daha doğrudur. Bir defasında fazla yiyerek karnınızı şişirmek, kalbi sıkıştırmak iyi değildir.

Sosyal hayatınız

Umumiyetle şayet şifa tam vukubuldu ise daha önceki itiyatlarınızı, eskisine nispetle daha mutedil bir tarzda olmak üzere takip edebi lirsiniz: spor, seyahat gibi. Fakat arkada ye kaldıysa, yol yürürken nefes darlığı veya göğsünüze ağrılar geliyorsa biraz dikkatli olmanız şarttır. Günlük hayat çok fazla yorgunluk hissediyorsanız gece yatınız, böylece kalp ve damarlara dinlemesi için daha uzun bir zaman ayrılmış olur. Biraz kendi kendinizin hekimi olmalısınız. Günlük meşgalenizde yorgunluk hissetmezseniz geceleri eğlenmenizde mahzur yoktur. Öğle yemeğin­den sonra biraz yatıp istirahat etmek herhalde faydalı olur. Neşeli, şen, şakrak arkadaşlar seçi­niz. Hastalığınızdan kimseye bahsetmeyiniz. Daima iyi olduğunuzu, kendinizi her zamankinden iyi hissettiğinizi herkese duyurunuz.



HEKİM KALBİNİZİ NASIL MUAYENE EDER ?

8 Haz, 2008 Kalp Sağlığı, Sağlık Sözlüğü-H

Kalbinizden şikâyetle hekime gittiğiniz uzman hekim önce sizi inceden inceye dinler, si birçok sualler sorar. Ekseriya teşhisin heme yarısı bu soru, cevap esnasında konur. Şikâye lerinizi ta başından başlıyarak araya lüzums tafsilât sokmadan, Ayşe hanım, Fatma han dan söz açmadan anlatınız. Sorulara dikkatle cevap veriniz, hastalığınızı ne mübalâğa edini ne de küçümseyiniz, herşeyi olduğu gibi açıklayınız.

Sorgudan sonra veya soru esnasında he kim sizi alıcı gözüyle süzer. Boyun damarları nız şiş mi, dudaklarınızda morluk var mı, ne fes alışınız nasıl? bunları inceler. Sonra elini nabzınıza atar. Arkasından tansiyonunuzu öl­çer. Nihayet kalb nahiyenizi eliyle yoklar. He­kime muayene için ufacık bir pencere deliği açmayınız. Tamamen soyunmanız gizin men­faatiniz icabıdır. Hekimin kalbinizi, ciğerlerinizi dinlemesi, ellemesi, şarttır. Kalb muaye­nesinin tam olması için bir kalb filmi çekil­mesi ve elektrokardiyogram alınması elzemdir. İcap ederse damardan ilâç verip bu ilâcın kalb içinde nasıl bir yol güttüğü araştırılır; buna anjiyokardiografi adı verilmektedir. Bazan da karakan damarının birinden sonda sokulup kal­bin içine kadar sevkedilir ve ayrı ayrı herbir odanın içindeki kan tazyiki ölçülür, herbir oda­dan biraz kan alınıp oksijen ve karbondioksit miktarları tayin edilir ki buna da kalb kaieierizasyonu denir.

Bazı nevi kalb hastalıklarında idrar, kan muayeneleri, kanda şeker, üre aramak, koles­terol tayin etmek de icap eder. Bunları hekimi­nize bırakınız.



Hipertansiyon ve Kalp

27 Oca, 2009 Kalp Sağlığı

Arter basıncının normalin üstüne çıkmasına tıp dilinde arteriyel hipertansiyon denir.

Arter basıncının ölçülen iki değeri vardır. Bunlardan biri kalbin kan pompaladığı kasılma sırasında ölçülen basınçtır. Sistolik veya maksimal (yüksek) basınç adı verilir (büyük tansi­yon). Diğeri ise kalbin gevşeme döneminde iken damarlar içe­risindeki basınçtır. Diastolik veya minimal (küçük) basınçtır (kü­çük tansiyon).

Normalde erişkin bir insanın arter basıncı 100/70 mm Hg ile 140/90 mm Hg arasındadır (günlük dilde ve halk arasında bunları 10/7 ve 14/9 denilmektedir). Sistolik basıncın 140 mm Hg, diastolik basıncın 90 mm Hg üzerine çıkması hipertansiyon olarak kabul edilir.

Hastaların çoğunda hipertansiyonun oluşumunun açıklan­masını sağlayacak bir sebep bulunmaz. Bu şekilde nedeni bi­linmeyen hipertansiyonlara esansiyel hipertansiyon denilmek­tedir. Hipertansiyonların çoğu bu gruptandır.

% 10-20 vakada ise hipertansiyon nedeni bellidir. En sık görülen hipertansiyon sebepleri şunlardır:

1. Çeşitli böbrek hastalıkları:

- Nefritler

- Diyabetik nefropati

- Böbrek kistleri

- Böbrek tümörleri

- Böbrek arterindeki tek veya çift taraflı daralmalar

2. Hormonal nedenler

- Cushing hastalığı

- Feokromasitoma

- Hepirtiroidi)

3. Kalp ve damar arızaları

- Aort atardamarında daralma (aort koarktasyonu)

- Aort yetersizliği

- Tam kalp blokları

- Arteryovenöz fistüller

4. Gebelik

5. Merkezî sinir sistemi hastalıkları

6. Bazı ilaçlar

- Doğum kontrolü hapları

- Ostrojenler.

Hipertansiyonlar arter basıncının yüksekliğine göre de uçe ayrılır:

a) Hafif hipertansiyon (minimal basınç 90 ile 104 mm Hg arasında)

b) Orta şiddette hipertansiyon (minimal basınç 105 ile 120 mm Hg arasında)

c) Şiddetli hipertansiyon (minimal basınç 120 mm Hg ve üzerinde)

Arter basıncı, yatar durumda bir süre (en az beş dakika) dinlendikten sonra ölçülmelidir. İlk ölçüldüğünde yüksek bulu­nan basınç bir süre sonra daha düşük düzeylere inebilir. İlk öl­çülen sayılar kabul edilmemelidir. Fakat arter basıncı basit he­yecanla inip çıkan veHabilite gösterenlerde ilerde sürekli yük­sek kalabilir.

Hipertansiyonların bir kısmı hemen acil tedaviyi gerektire­bilir. Özellikle glomerülonefritler ve gebelik sırasında ve feokromositomda maksimal arter basıncı 240 mm Hg üzerine çıka­bilir. Bu şekildeki hipertansiyon krizlerinde hastada baş ağrısı, kusma, görme bozukluğu, dalgınlık, kol ve bacaklarda istemsiz hareketler olabilir. Derhal müdahale edilmesi gereklidir. Bazı tansiyon düşürücü ilaçların uzun süre kullanılmasından sonra birden kesilmelerinde de böyle anî krizler olabilir.

Hipertansiyonda bütün vücuttaki atardamarlarda ve buna bağlı olarak beyin, gözler, böbrek ve kalp gibi organlarda bo­zukluklar meydana gelir. Bu değişiklikler arter basıncının yük­sekliği ve süresiyle ilgilidir. Yani kan basıntı ne kadar uzun sü­re tedavi edilmezse o kadar vücuda zarar verir.

Hipertansiyon beyindeki damarları bozarak felçlere, göz­lerde körlüğe, böbreklerde nefroskleroza yol açarken kalpteki önemli etkisi koroner arter hastalığı ve kalp yetersizliğidir. U-zun süreli yüksek basınç karşısında çalışan kalp adalesinde gi­derek kalınlaşma ve sonunda yetersizlik ortaya çıkar.

Yapılan çalışmalara göre koroner arter hastalığının en önemli nedeni hipertansiyondur.

Hipertansiyon erkenden teşhis edilir ve tedavi edilmeye başlanırsa bu komplikasyonlar daha geç ortaya çıkmaktadır. Hipertansiyon genellikle tesadüfî muayene sırasında ortaya çı­kar. Hastaların çoğu uzun süre arter basıncı yüksek olmalarına karşın bir şey hissetmeyebilirler veya belirli belirsiz şikâyetleri vardır, bunları önemsemezler. Hipertansiyonda en sık görülen belirtiler; baş ağrısı, baş dönmesi, göğüs ağrısı, çarpıntı, çabuk yorulma, nefes darlığı, kulaklarda uğultu ve çınlamadır.

Bu şikâyetleri olan hasta bir hekime müracaatında kolay­lıkla kan basıncının yüksekliği ortaya çıkar. Ayrıca yapılan di­ğer tetkiklerle hipertansiyona bağlı organ bozukluğu olup ol­madığı araştırılmalıdır.

Hipertansiyon tespit edilen bir hastanın hangi ilaçtan da­ha çok faydalanabileceği hekim tarafından tespit edilmelidir. Gelişi güzel eczaneden alınan veya bir başkasının ilacını kul­lanmak zararlı olabilir. Ancak kan basıncı yüksek olan hasta­lar alacakları bazı önlemlerle tedaviye yardım edebilirler. Hat­ta tedavinin başarısı hastaların alacakları önlemlere bağlıdır.Hipertansiyon psişik faktörlerle yakından ilgilidir. Bu ne­denle bu hastaların çok sinirlenmemeleri, emosyonel stresler­den uzak kalmaları gerekir.

Diyetteki tuz kısıtlanmalıdır. Kalori miktarı düşürülmelidir. Şişman hastalar zayıflamalıdır.

Günlük hafif egzersizler yapılmalıdır. Egzersiz kan basın­cının düşmesni kolaylaştırır. Hastalar ilaçlarını çok muntazam kullanmalıdırlar. Gelişi­güzel arter basıncını ölçtürerek basınç yüksek olduğunda ilaç kullanmak sakıncalıdır. Arter basıncının anî iniş çıkışlarına ne­den olacağı için hastaya daha çok zarar verir.

Hipertansiyonu mevcut hastaların bu tedbirler yanında muntazam olarak belirli zamanlarda evde bir yakını tarafın­dan arter basınçlarını kontrol ettirmeleri tedavinin etkinliğini artırır.

0 yorum

Yorum Gönder